FERDA ÇETİN
Görüşme, yüzleşme, diyalog, müzakere... Bu sözcükler, sorunların savaş dışındaki yöntemlerle, taraflardan birinin kaybetmek zorunda kalmadığı bir ilişkiyi tanımlıyorsa bir anlam taşıyabilir. Taraflardan birinin gizli niyeti olarak pusu, tuzak ve entrika içeriyorsa başından itibaren anlamsızlaşır.
Görüşme veya diyalog, tarafların birbirini anlamaya çalışma kararlılığıdır. Bu yönüyle de bir “ortaklık”tır. Ortaklardan birinin, sözleri ile eylemlerinin uyuşmadığı noktada güven de kalmaz. Tıpkı Türk devletinin, AKP’nin şu andaki durumu gibi. Bir yandan devlet terörü diğer yandan iyimser hava…
Görüşmelerin başladığı süreçte Lice’de, kimyasal gazlarla yaşamını yitiren 10 Kürt gerillasının morgta bekleyen cenazeleri; kesintisiz bir şekilde devam eden, Fethullah Gülen-AKP siyasi operasyonları; hakkında suç sayılabilecek hiçbir kanıt olmadığı halde, onlarca yıl cezaya çarptırılan binlerce Kürt; cezaevlerinde tutsaklara yönelik sürgünler ve her türlü kötü muamele…
Tablo böyle ve görünen bu iken, henüz yeni başlamış bu görüşmeleri, devasa sorunların çözüldüğü anlamlarda yorumlamak, tilkiyi kurdun mağarasına itelemek gibi bir şey olur.
Bir ilkokul kitabından aklımda kalan, tilkiyle kurdun öyküsü: Kar kış öyle şiddetlenmiştir ki soğuk, don ve metrelerce yağan kar hayatı felç etmiştir. Tüm hayvanlar açlık içinde ve can derdindedir. Gücü yeten, ötekini yemektedir. Mağarasının önünde bekleyen yaşlı bir kurt, geçen tilkiyi inine davet eder. Tilkinin endişeli halini görünce de; “bu şiddetli kış bana öğrettiki herkesle kardeşçe yaşamaktan başka çare yok. Artık hiçbir hayvanı yemiyeceğim, senin de korkman için hiçbir neden yok artık, dışarıda soğuktan donacaksın, buyur mağarama” der. O zamana kadar birçok kar, boran, tufan, tuzak ve pusu görmüş tecrübeli tilki gülümseyerek yanıtlar yaşlı kurdu: “Mağaranda seni ziyarete etmeyi hakikaten isterdim; fakat sana doğru gelen bir sürü hayvan izi görmeme karşı, senden uzaklaşan tek bir iz bile göremiyorum.”
Bir de tarih kitabından bir öykü:
Abdülhamit’in iktidarı dönemi, Türkiye’de yaşayan Ermeniler için zulüm yıllarıdır. Özellikle 1894-1896 arası, Ermeni halkı üzerindeki baskı şiddetlendiği yıllardır. Rejimin bu zorbalığı karşısında birçok Ermeni siyasetçi ve aydını, Mısır ve Avrupa’ya göç eder. Türkiye’de kalanlar ise örgütlenme ve savunma tedbirleri geliştirme arayışına girer.
Ermeni örgütlerinin en büyüğü olan Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) örgütlülüğü ve silahlı gücüyle, önemli bir savunma gücü haline gelir. Taşnaksutyun, 1907 yılının Aralık ayında, Abdülhamit yönetimine karşı mücadele eden Jön Türk hareketi ile bir ittifak antlaşması yapar. Bu antlaşma, rejimin yıkılarak yerine meşruti bir yönetimin getirilmesi amacına dayanır.
23 Temmuz 1908 tarihinde, Abdülhamit yönetimine karşı 2. Meşrutiyet ilan edilir. Meşrutiyetin ilanı, Osmanlı egemenliğindeki toplumlara eşitlik, adalet ve özgürlük vaadinde bulunur ve büyük bir iyimserlik yaratır. Taşnaksutyun, meşrutiyetin ilanı ile, yeni dönemde silahlı mücadeleye gerek duyulmayacağına inanır. Silahlarını bırakır ve örgütlenmesini de dağıtır.
Rejimin demokratikleştiği iyimserliği ile, Avrupa ve Mısır’a göç eden birçok muhalif aydın, büyük ümitlerle Türkiye’ye döner. Bu dönüşü yapanların büyük bir bölümü, erken iyimserliğin bedelini, 1915 yılında katledilerek öderler. 13 Nisan 1909 günü ise daha sonra gerçekleştirilecek Ermeni soykırımının “ön deneme”si niteliğindeki Adana katliamı gerçekleştirilir. Bu katliamda binlerce Ermeni katledilir. İkinci saldırı 25-27 Nisan 1909 tarihinde yapılır. Ermenilerin evleri, iş yerleri, kiliseleri, köyleri yakılır yıkılır. Bu kırımda 20-30 bin arası Ermeni katledilir. Devamını hepimiz biliyoruz.
Unutmak kötüdür. Halkların tarihinde, özgürlüğün yitirilişi ile bellek yitimi arasında doğru bir orantı var. Unutmamak için, kurdun hainliğine gülümseyen tilkinin şuuru ve uyanıklığı içinde olmak; geleceğini kendisi kurma kararlılığındaki bir toplum için ise savunma, korunma ve örgütlenme tedbirlerini hiçbir aşamada elden bırakmamak bu işin abc’sidir.
Görüşme, yüzleşme, diyalog, müzakere... Bu sözcükler, sorunların savaş dışındaki yöntemlerle, taraflardan birinin kaybetmek zorunda kalmadığı bir ilişkiyi tanımlıyorsa bir anlam taşıyabilir. Taraflardan birinin gizli niyeti olarak pusu, tuzak ve entrika içeriyorsa başından itibaren anlamsızlaşır.
Görüşme veya diyalog, tarafların birbirini anlamaya çalışma kararlılığıdır. Bu yönüyle de bir “ortaklık”tır. Ortaklardan birinin, sözleri ile eylemlerinin uyuşmadığı noktada güven de kalmaz. Tıpkı Türk devletinin, AKP’nin şu andaki durumu gibi. Bir yandan devlet terörü diğer yandan iyimser hava…
Görüşmelerin başladığı süreçte Lice’de, kimyasal gazlarla yaşamını yitiren 10 Kürt gerillasının morgta bekleyen cenazeleri; kesintisiz bir şekilde devam eden, Fethullah Gülen-AKP siyasi operasyonları; hakkında suç sayılabilecek hiçbir kanıt olmadığı halde, onlarca yıl cezaya çarptırılan binlerce Kürt; cezaevlerinde tutsaklara yönelik sürgünler ve her türlü kötü muamele…
Tablo böyle ve görünen bu iken, henüz yeni başlamış bu görüşmeleri, devasa sorunların çözüldüğü anlamlarda yorumlamak, tilkiyi kurdun mağarasına itelemek gibi bir şey olur.
Bir ilkokul kitabından aklımda kalan, tilkiyle kurdun öyküsü: Kar kış öyle şiddetlenmiştir ki soğuk, don ve metrelerce yağan kar hayatı felç etmiştir. Tüm hayvanlar açlık içinde ve can derdindedir. Gücü yeten, ötekini yemektedir. Mağarasının önünde bekleyen yaşlı bir kurt, geçen tilkiyi inine davet eder. Tilkinin endişeli halini görünce de; “bu şiddetli kış bana öğrettiki herkesle kardeşçe yaşamaktan başka çare yok. Artık hiçbir hayvanı yemiyeceğim, senin de korkman için hiçbir neden yok artık, dışarıda soğuktan donacaksın, buyur mağarama” der. O zamana kadar birçok kar, boran, tufan, tuzak ve pusu görmüş tecrübeli tilki gülümseyerek yanıtlar yaşlı kurdu: “Mağaranda seni ziyarete etmeyi hakikaten isterdim; fakat sana doğru gelen bir sürü hayvan izi görmeme karşı, senden uzaklaşan tek bir iz bile göremiyorum.”
Bir de tarih kitabından bir öykü:
Abdülhamit’in iktidarı dönemi, Türkiye’de yaşayan Ermeniler için zulüm yıllarıdır. Özellikle 1894-1896 arası, Ermeni halkı üzerindeki baskı şiddetlendiği yıllardır. Rejimin bu zorbalığı karşısında birçok Ermeni siyasetçi ve aydını, Mısır ve Avrupa’ya göç eder. Türkiye’de kalanlar ise örgütlenme ve savunma tedbirleri geliştirme arayışına girer.
Ermeni örgütlerinin en büyüğü olan Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) örgütlülüğü ve silahlı gücüyle, önemli bir savunma gücü haline gelir. Taşnaksutyun, 1907 yılının Aralık ayında, Abdülhamit yönetimine karşı mücadele eden Jön Türk hareketi ile bir ittifak antlaşması yapar. Bu antlaşma, rejimin yıkılarak yerine meşruti bir yönetimin getirilmesi amacına dayanır.
23 Temmuz 1908 tarihinde, Abdülhamit yönetimine karşı 2. Meşrutiyet ilan edilir. Meşrutiyetin ilanı, Osmanlı egemenliğindeki toplumlara eşitlik, adalet ve özgürlük vaadinde bulunur ve büyük bir iyimserlik yaratır. Taşnaksutyun, meşrutiyetin ilanı ile, yeni dönemde silahlı mücadeleye gerek duyulmayacağına inanır. Silahlarını bırakır ve örgütlenmesini de dağıtır.
Rejimin demokratikleştiği iyimserliği ile, Avrupa ve Mısır’a göç eden birçok muhalif aydın, büyük ümitlerle Türkiye’ye döner. Bu dönüşü yapanların büyük bir bölümü, erken iyimserliğin bedelini, 1915 yılında katledilerek öderler. 13 Nisan 1909 günü ise daha sonra gerçekleştirilecek Ermeni soykırımının “ön deneme”si niteliğindeki Adana katliamı gerçekleştirilir. Bu katliamda binlerce Ermeni katledilir. İkinci saldırı 25-27 Nisan 1909 tarihinde yapılır. Ermenilerin evleri, iş yerleri, kiliseleri, köyleri yakılır yıkılır. Bu kırımda 20-30 bin arası Ermeni katledilir. Devamını hepimiz biliyoruz.
Unutmak kötüdür. Halkların tarihinde, özgürlüğün yitirilişi ile bellek yitimi arasında doğru bir orantı var. Unutmamak için, kurdun hainliğine gülümseyen tilkinin şuuru ve uyanıklığı içinde olmak; geleceğini kendisi kurma kararlılığındaki bir toplum için ise savunma, korunma ve örgütlenme tedbirlerini hiçbir aşamada elden bırakmamak bu işin abc’sidir.