7 Ocak 2013 Pazartesi

Kurtla Tilkinin Diyaloğu

FERDA ÇETİN

Görüşme, yüzleşme, diyalog, müzakere... 
Bu sözcükler, sorunların savaş dışındaki yöntemlerle, taraflardan birinin kaybetmek zorunda kalmadığı bir ilişkiyi tanımlıyorsa bir anlam taşıyabilir. Taraflardan birinin gizli niyeti olarak pusu, tuzak ve entrika içeriyorsa başından itibaren anlamsızlaşır.

Görüşme veya diyalog, tarafların birbirini anlamaya çalışma kararlılığıdır. Bu yönüyle de bir “ortaklık”tır. Ortaklardan birinin, sözleri ile eylemlerinin uyuşmadığı noktada güven de kalmaz. Tıpkı Türk devletinin, AKP’nin şu andaki durumu gibi. Bir yandan devlet terörü diğer yandan iyimser hava…


Görüşmelerin başladığı süreçte Lice’de, kimyasal gazlarla yaşamını yitiren 10 Kürt gerillasının morgta bekleyen cenazeleri; kesintisiz bir şekilde devam eden, Fethullah Gülen-AKP siyasi operasyonları; hakkında suç sayılabilecek hiçbir kanıt olmadığı halde, onlarca yıl cezaya çarptırılan binlerce Kürt; cezaevlerinde tutsaklara yönelik sürgünler ve her türlü kötü muamele…


Tablo böyle ve görünen bu iken, henüz yeni başlamış bu görüşmeleri, devasa sorunların çözüldüğü anlamlarda yorumlamak, tilkiyi kurdun mağarasına itelemek gibi bir şey olur.


Bir ilkokul kitabından aklımda kalan, tilkiyle kurdun öyküsü: 
Kar kış öyle şiddetlenmiştir ki soğuk, don ve metrelerce yağan kar hayatı felç etmiştir. Tüm hayvanlar açlık içinde ve can derdindedir. Gücü yeten, ötekini yemektedir. Mağarasının önünde bekleyen yaşlı bir kurt, geçen tilkiyi inine davet eder. Tilkinin endişeli halini görünce de; “bu şiddetli kış bana öğrettiki herkesle kardeşçe yaşamaktan başka çare yok. Artık hiçbir hayvanı yemiyeceğim, senin de korkman için hiçbir neden yok artık, dışarıda soğuktan donacaksın, buyur mağarama” der. O zamana kadar birçok kar, boran, tufan, tuzak ve pusu görmüş tecrübeli tilki gülümseyerek yanıtlar yaşlı kurdu: “Mağaranda seni ziyarete etmeyi hakikaten isterdim; fakat sana doğru gelen bir sürü hayvan izi görmeme karşı, senden uzaklaşan tek bir iz bile göremiyorum.”


Bir de tarih kitabından bir öykü:


Abdülhamit’in iktidarı dönemi, Türkiye’de yaşayan Ermeniler için zulüm yıllarıdır. Özellikle 1894-1896 arası, Ermeni halkı üzerindeki baskı şiddetlendiği yıllardır. Rejimin bu zorbalığı karşısında birçok Ermeni siyasetçi ve aydını, Mısır ve Avrupa’ya göç eder. Türkiye’de kalanlar ise örgütlenme ve savunma tedbirleri geliştirme arayışına girer.


Ermeni örgütlerinin en büyüğü olan Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) örgütlülüğü ve silahlı gücüyle, önemli bir savunma gücü haline gelir. Taşnaksutyun, 1907 yılının Aralık ayında, Abdülhamit yönetimine karşı mücadele eden Jön Türk hareketi ile bir ittifak antlaşması yapar. Bu antlaşma, rejimin yıkılarak yerine meşruti bir yönetimin getirilmesi amacına dayanır.


23 Temmuz 1908 tarihinde, Abdülhamit yönetimine karşı 2. Meşrutiyet ilan edilir. Meşrutiyetin ilanı, Osmanlı egemenliğindeki toplumlara eşitlik, adalet ve özgürlük vaadinde bulunur ve büyük bir iyimserlik yaratır. Taşnaksutyun, meşrutiyetin ilanı ile, yeni dönemde silahlı mücadeleye gerek duyulmayacağına inanır. Silahlarını bırakır ve örgütlenmesini de dağıtır.


Rejimin demokratikleştiği iyimserliği ile, Avrupa ve Mısır’a göç eden birçok muhalif aydın, büyük ümitlerle Türkiye’ye döner. Bu dönüşü yapanların büyük bir bölümü, erken iyimserliğin bedelini, 1915 yılında katledilerek öderler. 13 Nisan 1909 günü ise daha sonra gerçekleştirilecek Ermeni soykırımının “ön deneme”si niteliğindeki Adana katliamı gerçekleştirilir. Bu katliamda binlerce Ermeni katledilir. İkinci saldırı 25-27 Nisan 1909 tarihinde yapılır. Ermenilerin evleri, iş yerleri, kiliseleri, köyleri yakılır yıkılır. Bu kırımda 20-30 bin arası Ermeni katledilir. Devamını hepimiz biliyoruz.


Unutmak kötüdür. Halkların tarihinde, özgürlüğün yitirilişi ile bellek yitimi arasında doğru bir orantı var. Unutmamak için, kurdun hainliğine gülümseyen tilkinin şuuru ve uyanıklığı içinde olmak; geleceğini kendisi kurma kararlılığındaki bir toplum için ise savunma, korunma ve örgütlenme tedbirlerini hiçbir aşamada elden bırakmamak bu işin abc’sidir.

İmralı Sürecinin Güvenliği ve ‘Provokatör’ün ‘Entegresi’

VEYSİ SARISÖZEN

Hem medyada, hem de hükümet sözcülerinde bir “kaygı”;  hatta “korku” sürekli dile getiriliyor: İmralı sürecine karşı her an bir “provokasyon” olabilir… 

Olabilir mi? 


Neden olmasın? Böyle bir “provokasyon” korkusundan haberi olan her hangi bir “suiniyet” erbabı, istediği anda İmralı sürecine karşı “suikast” tertipleyebilir. Hele kendi canına susamış bir kimse ise, bundan kolay hiçbir şey yoktur. Açar internette “bomba nasıl yapılır” bahsini, şu nalburdan bir avuç çivi, bu “tarım ilaçları“ dükkanından birkaç okka güherçile, ecza deposundan iki kutu “kimya”, az bir şey de “simya”, al sana “bomba”… Şimdi bu “suiniyet abidesi”, bunlarla döşenip, biraz da “haplanıp”, Taksim’in en kalabalık yerinde, kendisi “yüzde yüz Türk” olduğu halde, “kahrolsun Türkler” diye patladığında ne olur? 


Türkler “ayaklanır”, Yeni Afyonlar birbirini izler. Ve Hükümet “tam İmralı’da iyi şeyler olacakken, teröristler her şeyi tarumar etti” diyerek, “İmralı defterini kapattık” der ve gelsin yeni tutuklamalar, askeri operasyonlar… 


Bu iş bu kadar ucuz mu? 


Soruyu isterseniz başka türlü soralım: Türkiye’nin en temel meselesi olan Kürt meselesini çözmek için başlatılan müzakere süreçlerini “bu kadar ucuzlaştırmak” aklın alacağı iş midir? 


Hükümet, Oslo sürecinin ''Silvan’da yaşanan çatışmanın sonucunda 11 askerin ölümü üzerine'' sona erdirdiğini iddia etti, durdu. Bu uydurma iddiayı başta Taraf ve ardından bütün Hükümet yanlısı medya her fırsatta dile getirdi. 


Böylece ne yapılmış oldu? 


Böylece müzakere süreci “ucuzlatılmış” oldu. Öyle “ucuzlatıldı” ki, şimdi yukardaki “suiniyetli provokatör vatandaş”, beş-on Türk Lirası’na, istediği saatte ve yerde İmralı sürecini havaya uçurabilir. 

 
Bunun çaresi nedir? 


Bunun çaresi, “provokasyon dehşeti ve yaygarasından” vazgeçmek; İmralı sürecinin “pahasını“, hiçbir “suiniyet erbabı provokatör vatandaş”ın yanına bile yaklaşamayacağı bir “değere” yükseltmektir. 


Hükümet açıklamalı ki, Oslo süreci “elbette Silvan nedeniyle sona erdirilmedi, bölgedeki büyük değişiklikler ve BDP’nin hızlı yükselişi, AKP’nin hızlı gerileyişi yüzünden sona erdirildi” demeli.


Sonra eklemeli: “Biz bir devleti yönetiyoruz, devlet dediğin sinirleri alınmış çiğköftelik ete benzer, asabı bozulmaz, sen ister Taksim’de patla, ister bir bölük askeri toprağa düşür, devlet bir yola girmişse, kayıpların gözünün yaşına bakmaz, hatta devlet öyle bir cihazdır ki, yeri geldiğinde kendi insanlarını bile bile, kılını kırpmadan, olmayan vicdanında hiçbir ‘raşe’ hissetmeden ölüme bile gönderir, gönderdikten sonra yine sabah 09’da mesaiye başlar.   

Böyle bir açıklama yapılsa, ne olur? 


Bizim “suiniyetli provokatör vatandaşımız”, bakar ki, “provokasyon çok pahalı”, gerçekçi bir şekilde düşünür; “bir moka yaramayacaksa 5-10 liramı neden gübre malzemesi almak için harcayayım, durduk yere kendi kendimi havaya uçurayım, en iyisi gider bir dürüm alırım” der. 


Demek ki, İmralı sürecinin güvenceye alınması için, tarafların, “hiçbir provokasyonun, hiçbir saldırının müzakerelerin kesilmesine neden olamayacağını” açıklamaları gerekir. 


İkinci önlem ise, “karşılıklı ateşkes ilan edildiğinde”, bu “ateşkese uymamak” ile “İmralı süreci” arasındaki bağı koparmak. Yani şöyle bir açıklama yapmak: Taraflardan biri ateşkesi ihlal ederse, bu yalnızca ateşkesin sona ermesine yol açar; hiçbir şekilde İmralı sürecinin kesilmesine yol açmaz… 


Hepsi bu işte. 


Böylece herkes, Taksim meydanında patlasa da, ateşkesi ihlal etse de, İmralı sürecini ortadan kaldıramayacağını anlar. Böylece sırf İmralı sürecini havaya uçurmak için, hiç kimse ne kendini, ne de ateşkesi havaya uçurmaya kalkışmaz. 


Ama siz, durup durup “ya şimdi bir adam Taksim’de patlarsa, ya yeni bir Silvan olursa, ya Habur’a benzerse, ya 33 asker silahsız olduğu halde şehit edilirse, ya tepemize taş düşerse” filan diye ortalığı telaşa verirseniz, bu ülkede sizin yarattığınız bu “provokasyon ve suikast” vaveylasından dolayı, “durumdan vazife çıkaracak” çok insan ortaya çıkar… 


Sakin olunuz. 


Kararlı olunuz… 


Bombalar patlasa da, oluk oluk kan aksa da… 


İmralı süreci kesilmeyecek deyiniz…


Neden diye sorarlarsa, “bombaların sonsuza kadar patlamaması ve oluk oluk kan akmaması için” diye yanıt veriniz!


 Ben bunları yazdım ki, kulağımda Apê Musa’nın sesi: Bu provokasyon olur gürültüsünün amacı, ‘entegre’ bir amaç; onlar Lice’de vuracak, sen ‘provokasyon olur’ diye susacaksın, onlar ‘entegre tutuklamalar’ yapacak, sen ‘kızılcık suyu içtim’ diyeceksin… Onlar küfredecek, sen ‘Nisan yağmuru’ sanacaksın…Entegre yani…” 


“Vay canına” demişim…Hakikaten çok “entegre”!?..


Bayık: Görüşmeler AKP İçin Son Şans

İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmeler tartışılırken, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık da konuyu, Yeni Özgür Politika ve Azadiya Welat gazetelerinde yayınlanan köşe yazısında değerlendirdi.

Bayık, ‘AKP için son şans’ başlıklı Kürtçe yazısında bir buçuk yıllık tehdit ve şantaj politikasına karşı Kürt Halk Önderi Öcalan’ın direnişi sonucu AKP’nin yeniden görüşme yapmak zorunda olduğunu belirtti. Gerilla ve halkın direnişi de AKP’yi Kürt halk Önderiyle görüşmeye zorladı” diyen Bayık’ın yazısı şöyle:

“Niyeti ne olursa olsun bu görüşmenin başlaması AKP'nin ne kadar zorlandığını gösteriyor.
Kürt Halk Önderiyle görüşmelerin yapılmasını isteyen PKK ve Kürt halkıdır. Bu açıdan PKK ve halkın istemi gerçekleşmiştir. Kürtler zaten her zaman görüşmelerle sonuç almak istemiştir. Kürt Halk Önderi bu sorunun makul demokratik çözümü için en büyük çabayı göstermektedir. Kürt Halk Önderi şimdi de bu çaba içindedir. Eğer AKP doğru yaklaşırsa iyi sonuçlanabilir. Kürt sorununun demokratik çözümü ve adil barışı açısından Türk devletinin yaklaşımı belirleyici olacaktır. Çünkü çözüm önünde engel olacak hiçbir yaklaşım Kürt tarafından gelmez.”

UYGUN ORTAM SAĞLANMAZSA GÖRÜŞMEYE YAKLAŞIM SORGULANIR

Diyaloğun merkezinde Öcalan olacaksa, bu yönlü çaba için uygun ortam sağlanmalıdır diyen Bayık, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın rolünü oynaması için gerekli ortamın sağlanmaması durumunda görüşmeye yaklaşımın da sorgulanacağının altını çizdi. Bayık’ın değerlendirmeleri şöyle:

“Eğer bir çözüm olacaksa ilk önce çözümde muhatap olanlara saygılı yaklaşmak gerekir. Bu açıdan Kürt Halk Önderine yaklaşım çok önemlidir. Eğer Kürt Halk Önderi bu diyalogun merkezinde olacaksa bu yönlü çabası için uygun ortam sağlanmalıdır. Aklı başında olan, görüşme yapılmalı diyen herkes de böyle düşünür. Eğer Kürt Halk Önderinin pozisyonunda bir değişiklik olmaz, görüşmede rolünü oynayabilmesi için gerekli ortam sağlanmazsa bu durum görüşmeye yaklaşımı sorgulatır. İlk önce bu konuda ciddi bir ilerleme olmalıdır. Kürt halk Önderi de, PKK de sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanmasını bu nedenle gündeme getirmiştir.

KÜRT TARAFI ÇÖZÜME HAZIR

Eğer Türk devletinin Kürt sorununda çözüm niyeti varsa bu görüşmeler müzakere sürecine evirilebilir. Bu konuda Kürt tarafı hazırdır. Kürtlerde bir çözüm iradesi vardır. Hiç kimse bu iradenin olmadığını söyleyemez. Ancak AKP hükümeti ve basının ortaya koyduğu gibi sorun " silah bırakma" ve "silahlı güçlerin mevzilerini terk etmesi" gibi konursa bu yaklaşım bir çözüm niyeti olmadığını gösterir. Çünkü bu tür sorunlarda, önce siyasi konular müzakere edilir. Çözüm iradesi ve projesi ortaya konulursa, bundan sonra silahlı güçlerin durumunun ne olacağı tartışılabilir. Yoksa arabayı atın önüne koşmak olur ve baştan oyunbozanlık yapılır.”

AKP Hükümetinin şimdiye kadar Kürt Halk Önderi Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin çözüm yönünde sunduğu fırsatları değerlendirmediğini, parti çıkarları doğrultusunda bu fırsatları harcadığını, AKP’nin Kürt politikasını çözüm üzerine kurmadığını
hatırlatan Bayık, “AKP, ‘Kürtleri en iyi ben aldatırım, Kürt Özgürlük Hareketi'ni en iyi ben ezerim’ üzerinden iktidarını sürdürüyordu. İktidarının varlığını buna dayandırmıştı. Böylece devletin asker ve sivil bürokrasisini arkasına alıyordu. Kürt sorununu çözme konusunda beklenti yaratarak da Kürtleri ve demokrasi güçlerini oyalamaya çalışıyordu. Ancak bu politikalarının da bir süresi vardır. AKP 12 Haziran seçimlerinden sonra bu politikayı sürdüremeyeceğini görünce Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme politikasına ağırlık verdi. Ancak bu politikanın sonuçsuz kaldığını ve kendisine pahalıya mal olacağını görünce Kürt Halk Önderiyle görüşmeleri gündemleştirdi” dedi.

OYALAMAYA GİDERSE AKP'NİN SİYASİ SONU GELİR

“Aslında bu AKP için son şanstır” diyen Bayık yazısının devamında şu uyarılarda bulundu:

Eğer yine oyalama taktiğine giderse bir çözüm iradesi olmadığı netleşecektir. Ne sorunu çözen ne de ezme başarısını gösteren AKP'nin siyasi sonu gelecektir. Kürt sorunu gibi önemli olan bir konuda siyasi bencillik içinde olmak ve çözüm iradesi göstermemek siyasi kapasite darlığı anlamına gelir. Siyasi kapasitesi dar olan bir partinin de Türkiye'yi bir süre daha yönetmesi zordur. Bu düzeyde siyasi kapasitesi dar olan iktidarlar ise konjonktür gereği bir süre ayakta kalsalar da sonuçta düşmekten kurtulamazlar.

Kürt Halk Önderi AKP'ye bir şans daha sunmuştur. AKP'ye, eğer Türkiye siyaseti içinde kalıcı olmak istiyorsan biz çözüme hazırız, sen de adım atma cesaretini göster, demiştir. Çünkü AKP'nin varlığı da ancak Türkiye'nin demokratikleşmesine bağlıdır. Kürt Halk Önderinin görüşmelere ve AKP'ye yaklaşımını böyle anlamak gerekir. AKP doğru anlarsa bu görüşmeler gelişebilir. Ben bu süreci önceki yıllar gibi götürürüm diye düşünüyorsa amiyane deyimle eşekten düşmüşe döner. Kürt Halk Önderi her işine sorumlu ve ciddi yaklaşır. Makul çözüm için irade de ortaya koyar. Ama basitliklere, ciddiyetsizlik ve sorumsuzluklara da prim vermez. Herkes bunu böyle bilmelidir.


KÜRT SORUNU GERİLLANIN SİLAH BIRAKMA SORUNU DEĞİLDİR

Bu sorun eninde sonunda çözülecektir. Müzakereyle çözmek tabii ki tercih edilir. Bu nedenle bu görüşmeler anlamlıdır. PKK de, Kürt halkı da, demokrasi güçleri de Kürt Halk Önderinin arkasında olacak ve bu görüşmelere destek verecektir. Çünkü demokratik çözüm için her fırsatı değerlendirmek anlamlıdır. Zaten AKP'nin politikası kısa sürede netleşir. Hiç kimseyi öyle eskisi gibi yıllara yayılan bir belirsizlik ve beklenti içinde tutamaz.

Bir daha belirtelim ki sorun Kürt sorununun çözümü sorunudur. Kürt sorunu, gerillanın silah bırakma derekesine indirgenemez. Bu, Kürt sorununu ‘terörizm’ sorununa indirgemek gibi bir şey olur. Dolayısıyla önümüzdeki günlerin tartışmaları da Kürt sorununun nasıl çözüleceği konusu üzerinde yoğunlaşacaktır.” 


ANF