21 Nisan 2012 Cumartesi

Avrupa'nın Bir Kaç Yüzlülüğü Üzerine

Avrupa derken herhalde ilk aklımıza gelecek olan tanımlama, bu dünyada insan haklarına ve insan onuruna en ileri düzeyde sahiplik eden ve kollayan toprak parçası gelir. Hele birde Avrupa hukuk normları dediğimizde ise kesinlikle insan haklarını ve adaleti en ileri düzeyde temsil eden ve savunan hukuk gelir. 

Ancak her nedense Avrupa insan hakları yaklaşımı ve de hukuk yaklaşımı söz konusu Kürtler oldu mu buz gibi kesiliyor. Avrupa’nın soğuk olduğunu bize söyleyenler olmuştur. Avrupa ikliminin bu soğukluğunun insan ilişkilerine de yansıdığı şöyle ya da böyle tahmin etmemiz zor değildir. 

Coğrafyanın, iklimsel şartların insan karakterine etki yaptığını da bir yerlerde okumuştuk. Ancak bir kıta parçasının bu kadar akan kana duyarsız kalacağını, insan yaşamına karşı bu kadar lakaytsız kalacağını ve de en önemlisi de bu kadar nam salmış olan bir hukuk sistemini sahip olan aynı bu Avrupa’nın kendi değerlerine bu kadar sırt çevireceğine inanmak gerçekten güç geliyor insana. 

Kürdistan’da bugün Kürt halkına karşı neredeyse tüm sömürgeci devletler korkunç baskılar uyguluyorlar. Kimi yerde bu baskılar idamlara kadar gidiyor. Kimi yerde kültürel soykırımı aşan bir düzeyde Kürt kültürü ve insanı katlediliyor. Ancak buna rağmen Avrupa devletlerinde tık ses çıkmıyor. Ses çıkmasını da bırakalım gerçekten bu namı diyar Avrupa devletleri; Kürtleri baskılayan, yok sayan, işkence eden devletlere en ileri düzeyde yardım ediyorlar. Para veriyorlar. Kürtleri katletmek için silah veriyorlar. Ve de uluslararası arenada Kürtlerin önünü almak için Kürtleri terörist ilan ediyorlar. 

Hâlbuki Avrupa’nın Kürtlere karşı bir diyet borcu olması gerekir. Kürtleri dört parçada yaşamaya zorlayan Avrupa’nın kapitalist modernist yaklaşımlarıydı. Kürtleri parçalanmaya peşkeş çekenler yine Avrupalardır. Kürtleri Sevr ile kandırıp onları Lozan’da yok sayanlar Avrupalardır. Kürtlere diren deyip arkasında Türklere silah satarak Kürtlerin katledilmesine yol açanlar yine Avrupa devletleridir. Başka bir kavramlaştırmayla “tavşana kaç tazıya tut” diyenler yine Avrupa devletleridir. 

Dediğimiz gibi Kürtler eğer bugün halen bu kadar acı çekiyorlarsa bunun baş sorumluları Avrupa devletleridir. Özelde İngiltere ve Fransa Kürtlere en çok zarar veren devletlerin başında gelirler. Madem Kürtlere tarihte bu kadar zarar vermişsin, Kürtleri statüsüz yaşamaya mahkûm etmişsin adeta özgürlüklerini elinden çalmışsın o zaman bu köle zincirlerinde kurtarmakta en başta Avrupa devletlerine düşer. Çünkü köle zincirlerini Kürtlerin boynuna geçiren sensin. Yani Avrupa devletleridir. 

Evet, Avrupa devletleri Kürtlere karşı büyük suçlar işlemiştir. Ancak buna rağmen Kürtler Avrupa’nın dünyaya empoze ettiği insan haklarına ve hukuk normları için her zaman Avrupa’ya ve Avrupa devletlerine saygılı yaklaşmıştır. Bunun için Avrupa’da Avrupa yasalarına saygılı yaklaşmışlardır. Ve yine Kürtler bunun için Avrupa’ya Kürt sorununun çözümünde rol almasını istemiştir. 

Ne var ki Avrupa bırakalım Kürt sorununu çözmekte rol almasını, ya da Kürtlere yardım etmesini bilakis tersine Avrupa her zaman sömürgeci devletlere Kürtleri daha fazla katletmeleri için yardım etmiştir. Saddam’a kimyasal silahları verenler Avrupalılardır. Türkleri en ileri öldürme teknolojileriyle donatanlar yine Avrupalılar olmuştur. 

Biz Kürtler giderek artık siz Avrupalılardan umudumuzu kesiyoruz. Kürtlere destek sunmak istemediğinizi artık anlamış bulunuyoruz. Ancak bari sömürgeci devletlere yardım etmeyin. Ortada kalın. Tarafsız kalın. İki de bir bizi terörist ilan etmekten vazgeçin. Genelde tüm sömürgeci devletlere özelde de faşist TC devletine artık her türden destek sunmaktan vazgeçin. Suç ortağı olmaktan vazgeçin. Zaten tarihte Kürtlere karşı işlediğiniz onca suç vardır. Suçunuzu hafifletmek için tarafsız kalın. Israrla ama ısrarla Kürt siyasetine Türk devletine teslim olması için dayatmalarda bulunmayın. Artık birazda olsun buz gibi çıkar ilişkilerinizden vazgeçin. Biraz da olsun hümanist olun. Kendi geçmiş tarihinize sahip çıkın. Kendi geçmiş tarihinize biraz da olsa saygılı yaklaşın. 

Ve gerçekten artık Kürtlere karşı izlediğiniz ikiyüzlülüğü de aşan politikalarınızı bırakarak biraz da olsa kendi hukuk normlarınıza saygılı yaklaşarak Kürtlere geçmişte ve bugün verdiklerinizin zararların telafisine başlayın. Aksi taktirde insanlık vicdanında Avrupa’nın bu buz gibi soğuk çıkar ilişkileri ve de ikiyüzlülükleri her zaman kara bir leke olarak halkların özelde de Kürtlerin hafızalarında yaşayacaktır. 

Kasım Engin

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Nazım Hikmet'in Açlık Grevi






Nazım Hikmet 1950 yılına geldiğinde artık mahpusluk canına tak etmişti. Ömrünün geri kalanını mahpus damlarında geçirme fikri onu kahrediyordu. Cezaevi arkadaşlarının anlattığına göre Nazım’ın aklında bir açlık grevi yapma fikri uzun bir süreden beri vardı.

Şair sonunda özgürlüğü için kendini açlık grevine yatırmaya karar verdi. 30 Mart 1950’de ailesine yazdığı mektupta Nazım Hikmet açlık grevi kararını şu sözlerle açıkladı: „Başka türlü hareket etmek kabil olmadığı için bu kararı verdim. Sizden yalnız bir şeye kayıtsız şartsız inanmanızı istiyorum; bu kararım, herhangi bir yeis, bir yılgınlık, bir korkaklık, bir sabırsızlık neticesi değildi Sabırlı, şuurlu, ümitliyim. Fakat hakkın ve hakikatın ortaya çıkması için meydana hayatımı atmaktan başka imkanım kalmadığına kaniyim.“

Ailesi Nazım’ı bu kararından döndürmek için çok uğraştı ama şair „Millete verdiğim açık istidaya (dilekçeye) canımı pul yerine kullanıyorum” diyerek 8 Nisan günü açlık grevine başladı.

Nazım bundan 52 sene evvel bugün açlık grevinin 13. günündeydi. Nazım Hikmet’in annesi Celile hanım, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat da ona destek için açlık grevine yatmışlardı.

Avukatının isteği üzerine açlık grevine kısa bir süre ara veren Nazım, 1 Mayıs’ta yeniden başladığı eylemini 17 Mayıs 1950’de sonlandırdı. Bu kararında Sait Faik, Halide Edip Adıvar, Cahit Sıtkı, Adnan Saygun gibi isimlerin yazdığı mektup etkili olmuştu. Aydınlar Nazım’dan yeni hükümet kurulana kadar eylemini durdurmasını istiyordu.

Nazım bu çağrılara kulak verdi ve 15 Temmuz’da çıkan af kanunuyla serbest kaldı.
Bu dönemde dönemin Kudret gazetesi Orhan Veli, Anday ve Rıfat’ı hedefe koyarak: „Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış” başlığıyla çıkmıştı. Buna karşı üçlü 15 Mayıs günü Yaprak dergisinde şu sözleri kaleme aldı: „Bir şairin öldürülmesine şair gönlümüz razı olmadığı için, sırf onu kurtarmayı istediğimizi belirtmek için iki gün aç durduk. Niyetimiz kimseyi tehdit değildi, sadece şairlik borcumuzu ödemekti.“

Memleket şairinin açlığına katılmayı bu üç büyük isim bir „şairlik borcu” olarak görüyordu.

Orhan Veli, Nazım’ın serbest bırakıldığı sene onun için „Hürriyete Doğru” şiirini kaleme aldıktan sonra öldü. Ünlü şair Nazım’a „Görmüyor musun, her yanda hürriyet /Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol /Git gidebildiğin yere” diyerek seslenmişti.

***

Açlık grevi eylemleri insanların vicdanlarına seslenme biçimidir. Toplumun vicdanının anahtarını da aydınlar ellerinde tutar.
Nazım’ın açık grevi eylemi sırasında aydınlar öyle bir hava estirmişlerdi ki iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk icraatlarından biri Nazım’ı serbest bırakmak olmuştu.
Üzülerek belirtmek gerekir ki günümüz aydınlarının pek azı insanların kendilerini açlığa yatırmaları karşısında insanlık görevlerini hatırlamakta. 12 Eylül sonrası Türkiye’de aydınların apolitizasyonu, iktidara yamanmaları sürecinin artık başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna karşı ağırlıklı olarak sadece Kürt hareketi ve Türkiye solunun belli bir kesiminin önde gelen isimleri durabiliyor. Geri kalanı ne yazık ki bundan yıllar sonra anlatmaya utanacakları sessizliklerini korumayı sürdürüyor.

Yukarıda saydığımız büyük yazar ve şairler öyle durup dururken „büyük” olmadılar. İnsana ait duygulara, acılara, sevinçlere sırt dönmedikleri için büyük oldular.

Sessizliğin, yardakçılığın bir aydını büyüttüğü hiçbir çağda görülmemiştir. Kudret ya da Ulus’ta Nazım’a, Orhan Veli’ye küfredenleri hatırlayan var mı?
Kaynak: Özgür Politika

Azawad Cumhuriyeti Kürtlerden Destek İstedi


Azawad Kurtuluş Örgütü (MNLA) sözcüsü Mossa Ag Attahar, Marsilya’da bulunan Mezopotamya Kültür Merkezini ziyaret ederek, Kürtlerden destek istedi.

MNLA sözcüsü Mossa Ag Attahar, Marsilya dernek başkanı ve Marsilya Kürt Halk Meclisi üyelerine ülkeleri hakkında bilgi verdi.

Ag Attahar, ilk kez Kürtlerle aynı masada oturduğunu ama Kürt halkının mücadelesini bildiklerini ve desteklediklerini söyledi. Tuareg ve Kürt halkının ayrı coğrafyalarda ama aynı zulmü yaşadığını belirten Mossa Ag Attahar, Katalan, Bask, Breton, Korsika ve Oksitan halklarının örgütlerinin desteklediğini söyledi. Ag Attahar, ‘’devletlerin değil halkların desteğini istiyoruz’’ dedi.

Mezopotamya Kültür Merkezi Başkanı Nezahat Açıkyüz ve Halk Meclisi üyeleri Tuareg halkının özgürlük mücadelesini desteklediklerini söyledi.

Azawad Kurtuluş örgütü MNLA, 17 Ocakta başlattığı büyük taarruzunu 1 Nisan günü sonuçlandırmış ve topraklarını (Kuzey Mali) Mali devleti güçlerinden geri almıştı. 6 Nissan’da yapılan tek taraflı bağımsızlık ilanı neredeyse bütün dünya devletleri tarafından aynı günde ret edildi.

Tuareg halkı Orta Sahara çöllerinde yaşıyor ve Cezayir, Nijer, Libya, Burkina Faso ve Mali (Azawad) ülkeleri arasında bölünmüş durumda.

Tuareg’ler, Fransa tarafından çizilen bu resmi sınırları hiç bir zaman tanımadı. Tuareg halkı Amazir ailesine mensup ve Berberi dilini konuşuyor. 9 ülke arasında bölünen Amazir halkından 2 milyon kişi Fransa’da yaşıyor.
ANF NEWS AGENCY

BDP’den Barzani Haberlerine Yalanlama

BDP, Federal Kürdistan bölge Başkanı Mesut Barzani’nın BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'a sert çıktığı yönünde haberler yapan Milliyet, Habertürk ve Hürriyet gazetelerini yalanladı.

BDP Genel Merkezi, Milliyet, Habertürk ve Hürriyet gazetelerinde BDP-Barzani görüşmesine ilişkin yapılan haberlerden dolayı tekzip açıklaması yaptı. BDP Genel Merkezi'nden yapılan açıklama şöyle:

"Milliyet, Habertürk ve Hürriyet gazetelerinin bugünkü sayısında yer alan Barzani-BDP görüşmesine dair haberlerde geçen; Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Sayın Mesud Barzani'nin, partimiz Eş Genel Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş'a 'sert çıktığı', 'Açıklamanızdan üzüntü duydum', 'Talihsiz açıklamalar yapıyorsunuz', 'AKP'nin yapmak istediklerine güvenin' dediği şeklindeki ifadeler tümüyle gerçek dışıdır, asılsızdır.

Bölgesel konular ve Kürt sorununun ele alındığı görüşmede Sayın Barzani ile Sayın Eş Genel Başkanlarımız arasında haberlerde iddia edildiği biçimiyle karşılıklı hiç bir diyalog yaşanmamıştır."


ANF NEWS AGENCY

Strasbourg’daki Açlık Grevi Sona Erdi


STRASBOURG - Fransa’nın Strasbourg kentinde 1 Mart’tan bu yana 15 Kürdün sürdürdüğü süresiz-dönüşümsüz açlık grevi, sessizlik duvarının kırılması ardından 52. gününde sona erdi. Eylemciler, “taleplerinin ilgili kurumlar tarafından dikkate alınacağı ve pratikte bir anlam bulacağı sonucuna ulaştıklarını” bildirdi.

Başta Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Avrupa Parlamentosu Başkanı, Avrupa Birliği Genişlemeden Sorumlu Komiseri ve KCK olmak üzere, yapılan çağrıların ardından 15 eylemci bugün greve son verdiklerini bir basın açıklaması ile duyurdu.

SEMBOLİK GÜN

52. günün sembolik bir değeri de var, zira Diyarbakır Zindan’ında ölüm orucu eyleminde sağ kalanlardan biri olan gazeteci-yazar Fuat Kav da 52 yaşında. Basın açıklamasına, Avrupa’nın değişik yerlerinde gelen kalabalık bir kitle katıldı. St. Maurice Kilisesi önünde kurulan açlık grevi çadırın toplanan kitle, sık sık Öcalan lehine sloganlar atarken, Öcalan resimleri, KCK, PKK, PJAK ve MLKP bayrakları taşındı.

Kendilerini Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi olarak adlandıran eylemciler, Kürtçe, Türkçe ve Fransızca açıklama yaptılar.

Eylemlerinin amacına ulaştığını belirten grevciler şu açıklamayı yaptı: “1 Mart 2012 tarihinde Fransa’nın Strasbourg kentinde “Öcalan’a Özgürlük Kürdistan’a Statü talebiyle başlatmış olduğumuz süresiz dönüşümsüz açlık grevi bugün 52. güne girmiş bulunmaktadır.

5’i kadın 10’u erkek olmak üzere 15 Kürdistanlı olarak “Öcalan’a Özgürlük İnsiyatifi” adına başlatmış olduğumuz açlık grevi eylemimiz, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın sağlığını, güvenliğini ve özgürlüğünü merkezine almış ve 6 madde olarak formüle ettiğimiz taleplerin başında ise Öcalan’ın üzerindeki tecritin kırılması kaldırılması gelmekteydi.

Amacımız, bugün kamuoyunda İmralı sistemi olarak bilinen ağırlaştırılmış tecrit ve izolasyon politikalarını daha fazla deşifre etmek ve ilgili kurumların sorumluluklarını yerine getirmelerini sağlatmaktı. Bu amaçla Avrupa Konseyi başta olmak üzere, İşkenceyi Önleme Komitesi CPT ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM’in Kürt Halk önderi Sayon Öcalan’ın yargılaması sürecinden tutalım, yaşam koşullarından, sağlık ve güvenlik konularına kadar bugüne kadar yaşanan hak ihlalleri ve kişiye özel uygulamalar karşısında sessiz kalması ve son olarak da, yaklaşık 9 aydır Sayın Öcalan’dan hiçbir haber alınamaması, ailesi ve avukatları ile görüştürülmemesi, bu kurumların görev ve sorumluluklarını yerine getirmemesinin en somut göstergesi olmaktadır. Gelinen aşama Kürt halkının ve dostlarının kabul edebileceği bir aşama olmadığı gibi, endişelerin zirveleştiği bir dönem olmuştur.

Bundandır ki, biz 15 Kürdistanlı olarak bu endişeleri sonlandırmak ve Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğü için başlatılan kampanya ekseninde, toplumda bir algı yaratmak ve Kürt halkının bu temeldeki taleplerinin sesi olmak için 52 gündür süresiz açlık grevini sürdürmekteyiz.

YENİ BİR AŞAMAYA ULAŞTI

Gelinen aşamada eylemimizin yeni bir aşamaya ulaştığını kamuoyuna duyurmak istiyoruz. Başlatmış olduğumuz açlık grevi ile Kürt halkının haklı ve meşru taleplerini, yine Öcalan’ın özgürlüğünün bir düşünce biçimine ulaşma anlamda ciddi bir yaklaşımı açığa çıkarttığını başta Avrupa Birliğinin ilgili kurumlarına duyurduğumuzu ve bu konuda taleplerimize ilişkin ciddi bir algının yaratıldığına, Kürdistan halkı ve onun haklı davasının yürütücüsü olan Özgürlük mücadelesi ile dayanışma içerisine giren geniş bir dost cephesinin oluştuğunu görmekteyiz.

Yine her gün ve her an yanımızda olan yiğit ve fedakar Kürdistanlıların sözüyle, duasıyla, eylemiyle, emeğiyle büyük bir hareketlilik içerisine girdiğini ve bir an bile bizleri yalnız bırakmayarak Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğü konusunda büyük bir çaba sahibi oldukları açığa çıkmıştır.

Öcalan’ın sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü istemi bir kampanya olarak sürecektir. Bu kampanyanın en önemli ayağı olan özgürlük mümkündür ve mücadele ile yaratılır algısının ve kararlılığının oluştuğu görülmektedir. Eylemimiz 52. Gününde geniş bir kamuoyu desteği almıştır. Gelinen aşamada Öcalan’a yönelik tecridin kırılması için atılacak ilk adımların Avrupa Birliği kurumları tarafından ele alınacağı kanaatine varmış bulunmaktayız. Bu konuda 13 Nisan’da Avrupa Konseyi Sekretaryası,18 Nisan’da Avrupa Parlamentosu Başkanı ve 20 Nisan da KCK yürütme konseyi tarafından yapılan açıklamalar, yine çeşitli dost çevrelerin yapmış olduğu görüşmeler sonucu bu kanımızı daha da güçlendirmiş ve taleplerimizin ilgili kurumlar tarafından dikkate alınacağı, hem de pratikte bir anlam bulacağı sonucuna ulaştık. Bu kurumların çalışmalarını daha da hızlandırmak ve daha rahat hareket etmelerini sağlamak için açlık grevi eyleminin amacına ulaştığını belirtiyor ve bugünden sonra eylemimizi sonlandırıyoruz.

Eylemin başından beri bizi yalnız bırakmayan, düşünceleriyle, bilinç ve eylemleriyle bizimle birlikte olan Başta Kürdistan halkına, Avrupalı ve Türkiyeli dostlarımıza, alternatif ve muhalif basına şükranlarımızı sunuyor, kazanımlarımızın ortak ve kolektif bir mücadelenin ürünü olduğunu özellikle vurgulamak istiyoruz.

Yine eylemimizin ilk gününden itibaren bize yer veren, kapılarını sonuna kadar açmakla yetinmeyip, diplomatik ve diğer tüm alanlarda bizimle büyük bir dayanışma içinde olan başta St Maurice kilisesi yetkilileri olmak üzere bizimle dayanışma içerisinde olan Hristiyan alemine teşekkürlerimizi sunuyoruz.”

14 BİN İMZA AVRUPA KONSEYİ’NE SUNULDU

Açlık grevi ile dayanışma ve taleplerini duyurmak için grev boyunca toplanan imzalar da Avrupa Konseyi’ne sunuldu. Dayanışma Komitesi’nden Rojbin Doğan, toplanan 14 bin imzayı Konsey binasına giderek bir yetkiliye teslim etti.

Açlık grevi boyunca en az 10 bin kişi Strasbourg’a gelerek eylemcileri ziyaret ederken, bunlar arasında önemli şahsiyetler, parlamenterler, sivil toplum ve siyasi parti temsilcileri de yer aldı. Grevciler kapılarını açan St. Maurice Kilise de yoğun bir lobi faaliyeti ile eylemcilerin seslerini duyurmak için çaba sarf etti.

HALK DİPLOMASİSİ

Avrupa genelinde 150 dernekte yapılan dönüşümlü açlık grevlerine de binlerce kişi katıldı. Strasbourg’a gelerek dayanışma için beşer günlük greve katılanların sayısı ise 350’ye yaklaştı. Strasbourg’daki eylemcilere destek için MLKP de beşer günlük dönüşümlü grevlerde yer aldı.

Ayrıca 52 günde sürekli bir eylem hali yaşandı. Bir yandan yürüyüş, miting ve işgal eylemleri yapılırken, diğer yandan Avrupa kurumları, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve medya grupları ziyaret edilerek tam bir halk diplomasisi yapıldı. Avrupa’nın her ülkesinde çeşitli etkinliklerle büyük bir dayanışma sergilendi, yapılan sokak eylemlerine de onbinlerce kişi katıldı.

KÜRT SORUNU DAHA FAZLA GÜNDEMLEŞTİ

Avrupa kurumlarının Türkiye’nin Kürtlere uyguladığı baskılar ve Öcalan’a tecrit karşısındaki sessizliği bu yoğun eylemlerle kırıldı. Kürt organizasyonlar, önümüzdeki dönemde Kürt sorununun daha fazla Avrupa’nın gündeminde olacağını umuyor.

ANF NEWS AGENCY

Demirtaş: Türkiye'deki Kürt Sorunu Barzani Üzerinden Çözülmez

Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani dün öğle yemeğinde BDP heyetiyle buluştu. Sheraton Oteli'ndeki yemeğe BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak ve Ahmet Türk katıldı.

Çiğdem Toker Akşam Gazetesi’ndeki köşesinde Barzani ile BDP’liler arasındaki görüşmenin ayrıntılarını yazdı. Toker’e konuşan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Barzani’nin Türkiye’deki Kürt sorununu temsil etmediğini, kendisinin de böyle bir düşüncesi olmadığını belirtti.

'Hükümetin PKK'nın silah bırakmasına dönük talebi' hakkında 'Sohbette bu konulara girmedik. Anladığım kadarıyla, hükümetin de böyle bir gündemi yok' diyen Demirtaş, Barzani'nin ağırlıklı olarak ABD gezisinin de temel çerçevesini oluşturan Suriye, Irak ve Bağdat'taki Maliki yönetimi eksenindeki bölgesel gelişmeler üzerinde durduğunun altını çizdi.

Türkiye'de bir kesimin, Kürt sorununun çözümünü Barzani üzerinden kurarak 'Kürt sorununu çözecek lider' algısı yarattığını belirten Demirtaş, ‘’Ne Barzani, Türkiye'deki Kürt sorununu temsil ediyor ne de kendisinin böyle bir düşünce ve iddiası var. Türkiye'deki Kürt sorunu, Barzani ve Talabani üzerinden çözülmez’'dedi.

Barzani'nin önemli bir lider olmakla birlikte Türkiye'deki Kürt sorunun lideri olmadığının altını çizen Demirtaş, ‘'O kendi rolünü, bölgede yürütülen çabalara olumlu bir katkısının olabileceği şeklinde tanımlıyor'’ diye konuştu.

Demirtaş, 'Bu rol nedir?' sorusuna ise Barzani'nin 'Barışçı çözüm yöntemlerinde rol alabilirim' dediğini aktardı.

ANF NEWS AGENCY

Maliki: Türkiye Düşman Haline Geliyor

Irak Başbakanı Maliki, hakkında tutuklama kararı bulunan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi'nin Türkiye'de resmi temaslarda bulunmasını sert bir dille eleştirdi. Maliki, "Türkiye bölgede düşman haline geliyor" dedi.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı, Güney Kürdistan’ın içişlerine karışmakla suçlayan Maliki, "Bu politikayla devam ederse Türkiye'nin çıkarları zarar görecek ve Türkiye bölgede herkes için düşman devlet haline gelecek" diye konuştu.

Fransız haber ajansının bildirdiğine göre Irak Başbakanlık ofisinden yapılan yazılı açıklamada Erdoğan’ın son açıklamalarının açıkça Irak’ın iç işlerine müdahale anlamına geldiği belirtildi.

Maliki, yaptığı açıklamada Türkiye’den Irak konusunda yapılan açıklamalarla ilgili olarak “Bu açıklamalar göstermektedir ki Sayın Erdoğan hala bölgede hakimiyet kuruntuları taşıyor. Maalesef onun açıklamaları artık mezhebi bir boyut kazandı” dedi.

Erdoğan’ı bölge ülkelerinin iç işlerine yönelik müdahaleci bir tutum içinde olmakla suçlayan Maliki, Türkiye’nin bu politikada ısrar etmesi halinde bölgede bir düşman ülke haline dönüşeceğini söyledi.

Fransız haber ajansı haberle ilgili yorumunda Erdoğan’ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile Perşembe günü yaptığı görüşmede Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’yi güç ve siyasi istibdat peşinde olmakla ve Irak’taki Sünnilere karşı ayrımcılık yapmakla suçladığını belirtti.

ANF NEWS AGENCY

Domuz !

Keya İzol


Bakan ''takla at, göbek at'' demiş.
Davul zurna eşliğinde göbek atılmış.
Bunda büyütülecek ne var ki ?
Göbeği attıran memnun, atan memnun, izleyenler herkesden daha memnun.
Olayın cereyan ettiği ülke Türkiye değil mi ?
Acayip olan ne ?
Acayip olmayan ne var ki İdris Naim Şahin normal olsun ?
Padişahı oynayan Başbakan mı ?
Her türlü pisliğe göz yuman Meclis mi ?
Tayyip borozancılığına endekslenmiş Medya  mı ?
Sürekli Kürt avına çıkan yargı sistemi mi ?
Parçalanmış Kürt cesetlerini gördüğünde sevinen halk mı ?
Hangisi iyi ya da normal ki 'zavallı' Naim'den iyilik bekleniyor.
Hangisi iyi ki biz de onları 'kardeş, ülkedaş' diye bağrımıza basalım ?
Al birini vur öbürüne.
Sözkonusu Kürt olduğunda biri diğerinden daha iğrenç.
Peki bu anlamsız ısrar neyin nesi ?
Kardeş, dost olmadığımızı bu kadar açık bir şekilde dile getiren cellatlarımızla yakın durmaya  çalışan başka bir halk var mıdır yeryüzünde?
İdris Naim onların dışa vuran en iğrenci ama galiba en 'saf' olanı da.
Irkçılığı vatan sevgisiyle yapıyor !
Kürtlerin dinsiz olduğuna inanıyor, bunu Mecliste büyük bir şevkle kanıtlamaya çalışıyor.
İtiraz eden bir avuç BDP'li vekil.
Gerisi anlatılanlara inanıyor.
'Domuz edebiyatı' yapan cahil Bakan'ın vucut hareketleriyle onun şerefine göbek atanın  hareketlerindeki benzerlik nasıl bir toplumdan bahsetmeye çalıştığımı anlatmak için yeterli değil mi?
Domuz cinsine haksızlık etmeyelim !
Yaklaşık 7000 kadrosu, MİT dizaynlı KCK yapılanması kapsamında tutuklanan BDP'li vekiller Türk Meclisinde adeta içerdeki arkadaşları gibi 'tutsak', bir nevi 'çantada keklik' durumundalar.
Kurbanlık koyun gibi.
Her an enselerinden tutulup diğerlerinin yanını boylayabilirler.
Etrafları düşman güçleriye sarılmış 'özgür' köle gibiler.
Her an her türlü kötü muameleye aday konumundalar.
Ahmet Türk'e uzanan ellerin arkasında duran, onu koruyan kocaman ırkçı bir zihniyet var Türkiyede.
BDP'li vekiller seçildikleri günden bugüne kadar başlarına gelmeyen kalmadı.
Olanaksız koşullarda kazandıkları vekilliklerinin yarısı ellerinden alındı kalanı da devletin elinde tutsak.
Varlıklarıyla, söylemleriyle o yapıya hep yabancı kaldılar.
Hiç bir zaman da orada kendilerini güvende hissedemeyecekler.
Dinlenecekler, horlanacaklar, ırkçıların hedefi olacaklar.
En sonunda olacağı da şimdiden belli zaten.
Kürt vekiller bu zulme fazla dayanamayıp eninde sonunda Sineyi Millete çekilmek zorunda kalacaklardır.
Türk'ün olduğu yerde Kürd'e hayat hakkı olmadığını son on yılllık Tayyip saltanadında çok daha net gördük, yaşadık.
Bunların hepsini gördük, yaşadık, hissettik ama bir türlü aynı olmayacak kadar 'ayrı' olduğumuzu doğru dürüst dile getiremedik.
Bundan daha fazla aşağılanma olabilir mi ?
Neredeyse bu zulmü de Kürtlere hak-hukuk diye yutturacaklar.
Bunlara ve temsil ettikleri Kürt halkına dost kim var Türkiyede?
Polisi, askeri, bürokrasisi mi dost?
Her fırsatta Kürtleri linç etmeye yeltenen halkı mı dost?
Bin yıllık beraberlikte bir tek Kürtçe sözcük bile bellememiş bir halk mı bize kardeş ?
Varlığını inkar etmiş.
Direnene bok yedirmiş.
Rezaletlerine siyasi, kanuni kılıflar hazırlamış bir rejim mi Kürd'e dost?
Ne muhataplığı ne hali.
Hepsi hikaye.
Kürt yurdu işgal edildiği günden beri onlar için bir tek doktrin geçerlidir.
'Vatanın her karış toprağı ne pahasına olursa olsun, korunacaktır'!
Bizim istediğimiz bir karış toprak mı?
Koskoca bir ülkeyi geri almaya çalışıyoruz.
Ülkenin neredeyse her karış toprağında savaş sürerken, açlık, işsizlik, haksızlıklar, ırkçılığın kol gezdiği bir ülkede  toplumunun büyük bir kısmı hiçbir sorun yokmuş gibi sabahtan akşama kadar göbek atıyor.
Kimin umurunda ki ?
Beyni ırkçılıkla yıkanmış böyle bir toplumu değiştirmek, demokratlaştırmak rolü de Kürtlere düşmüş !
Güler misin, ağlar mısın?
Kürtler kendi ögürlükleri için mi mücadele versin yoksa bütün Türkiye'ye demokrasi gelsin diye mi uğraşsın ?
Çok zor koşullara rağmen büyük bir cesaretle sürdürülen demokrasi mücadelesinden dolayı BDP'li vekilleri yürekten kutlamak gerek.  Öyle bir zulme dayanmak herkesin işi değil.
Ancak karşılığı alınmadıkça bu kadar ağır bir yükün altına girmeye, verilen bedele değer mi ?
Bırakın istedikleri kadar takla atsınlar, göbek atsınlar.
Biz işimize bakalım.
Biz iki ayrı ulusuz, iki ayrı dünya.
Farklı renklerimiz var bizim, hiçbir zaman tek olmayacak..! 


(gelawej)