9 Eylül 2012 Pazar

Marmara Kürt Halk İnisiyatifi'nden Misilleme Uyarısı


Marmara Halk İnisiyatifi, Türk devletinin Şemdinli-Beytüşşebap alanındaki gerilla denetimi ile ortaya çıkan gelişmelerin öcünü metropollerde linç saldırılarıyla almaya çalıştığına dikkat çekti. Irkçı saldırılara karşı misilleme eylemlerini artıracakları uyarısında bulundu.

Marmara Kürt Halk İnisiyatifi yaptığı yazılı açıklamada genelde Ortadoğu, özelde de Kürdistan ve Kürt halkının kazanımları olan bir süreçten geçtiğine vurgu yaptı. Açıklamada, Batı Kürdistan’daki kazanımlara da dikkat çekilerek, “Emperyal ve statükocu güçlerin mevcut gelişmeleri kendi çıkar düzenlerine çekme gayretlerine rağmen bu sürecin temel belirleyici gücü özgürlük ve demokrasi güçleri olacaktır” denildi.

Türk devletinin bu kazanımlar karşısında Kürt ve Kürdistan düşmanlığını en üst düzeye çıkardığına işaret edilen açıklamada şunlar belirtildi:

“Emperyal, kapitalist modernite aktörlerinin, Ortadoğu’daki minyatürü olmaya çalışan ve zulüm celladı görevini gören sömürgeci AKP devleti Kürt ve Kürdistan düşmanlığını en üst düzeye çıkarmıştır. Önder Apo’yu, vicdansız ve ahlaksız bir esaret içerisinde tutmaktadır. Bölücü AKP devleti, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt halkına karşı yürütülen savaşı, daha da inceltmiş ve derinleştirmiş argümanlarla yürütmektedir. Halkımızı kendi ülkesinden ve topraklarından göç ettirme esaslı, Batı kentlerinde tam bir eritmeye mahkûm etme, asimilasyon ve kendisi olmaktan çıkarma politikalarının sömürgeci TC devletinin doksan yıllık özel savaş stratejisi olduğunu biliyoruz. Şu anda Türkiye kentlerinde milyonlarca Kürt yaşamaktadır. Kürdistan’ı sömürgeleştirip işgal etmesi yetmiyormuş gibi, göç etmek zorunda kalmış ya da ekonomik bağımlılığa mecbur etmiş mazlum halkımızı, doğal toplumsal değerlerini, duygu ve düşünce yapısını kapitalist modernite değirmeni olan metropollerde öğütmektedir. Fakat tüm bunlara rağmen metropollerde acımasız ve adil olmayan koşullarda yaşayan halkımız, elinden geldiğince bu uygulamalara karşı sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanda bir bütünen toplumsal değerlerini koruyabilmiş, yüz yıllardır kardeşçe yaşamış Türkiye halklarıyla da saygı çerçevesinde bağını geliştirmiştir. Ancak içinden geçtiğimiz süreç açısından AKP devleti tam bir bölücülük rolüne soyunmuş, bu kardeşlik bağını dinamitlemiş ve halklarımız arasında git gide düşmanlık duygularını yaygınlaştırmaktadır.”

‘SAVUNMA MEKANİZMAMIZ HER ZAMANKİNDEN DAHA GÜÇLÜ’

Marmara Halk İnisiyatifi açıklamasında, Batı Kürdistan’la başlayan Şemdinli ve Beytüşşebap’taki gerilla denetimi ile devam eden gelişmelerle birlikte, Kürt halkının Demokratik Özgür Özerk Kürdistan’a her geçen gün daha da yaklaştığı kaydedildi. Türk devletinin metropollerde yaşayan Kürtlere dönük linç saldırılarıyla Kürdistan’da yaşananların öcünü almaya çalıştığını kaydeden İnisiyatif, yapılan saldırılara sessiz kalınamayacağını belirtti.

“Marmara’da yaşayan Kürtler olarak Kürdistan’da yaşanan direnişe denk bir mücadele ve savunma mekanizmamız her zamankinden daha güçlüdür, kendimizi faşist saldırıların mağduru haline getirmeyeceğiz” denilen açıklamada “misilleme eylemlerini sıklaştıracağız” uyarısında bulunuldu.


ANF

Bu Cemaat Abdest Bozar

Muhittin CEMİL - Ender KARADENİZ

Hüseyin Gülerce kimdir? Hüseyin Gülerce, derin devletin gizli ‘şehir örgütlenmesi olan cemaat’in uzantısı Zaman Gazetesinin yazarı ve Fetullah Gülen’in Türkiye’deki illegal temsilcisidir.

Herkes Gülen’i “mahalle imamı” sanır. O, aslında bir “istihbaratçıdır.” Asıl konusu “istihbarattır”. Şu anda “küresel çapta” bir “istihbarat” ağının başındadır.


Antep’te “AKP derin devletinin” ve onun “şehir örgütlenmesinin” yaptığı katliamdan hemen sonra, Fetullah Gülen “istihbarat konusunda hassas olunmasını” istedi.


Baksanıza şu işe; mahalle imamı hükümete “ahlaki vaaz” vermek yirene, “istihbarat” dersi veriyor.


Fetullah Gülen cemaati, Polis İstihbaratından sonra, MİT’deki cemaat karşıtlarını tasfiye ederek, buraya hakim olmaya çalışıyor.


Bunu yaparken, bu Hüseyin Gülerce de zemini hazırlıyor. Okuyalım:


“Terörle mücadelede güvenlik güçlerinin psikolojik üstünlüğe ihtiyacı var. Bir taburun, üç gün üst üste saldırıya uğramasını önleyemezseniz, burada bir yanlış var demektir. Sınırlarınız içindeki dağlar, PKK’nın saldırı üsleri haline gelmişse, bunda bir yanlışlık var demektir... İstihbaratınızı gözden geçirmek zorundasınız. Gelen istihbaratın tam olarak değerlendirilip değerlendirilmediğine bakmak zorundasınız.”


Siz Fetullahçıları “din-iman” işleriyle uğraşıyor sanadurun, onlar gerillanın başarılarından bile MİT’in başındaki kişiyi tepelemek için yararlanmaya çalışıyorlar.


Hırsızın, uğursuzun dini, imanı olur, ama “istihbaratçının” dini, imanı, Allahı, Peygamberi, Kur’anı, Mushafı, itikadı olmaz... İstihbaratçı her kılığa girer. Onun amentüsü “yalandır”... Destursuz, abdestsiz dolanır.


Camide genç adam Mele’ye sormuş; “hocam, daha beş dakika önce abdest almıştın, ne oldu da yeniden abdest alıyorsun?”


Mele demiş ki, “evladım, abdest aldım, takkemi takıp, mesimi giydim ki, karşıma şu polis muhbiri cenabet cemaatçi çıktı, usulen el sıkıştık, o yüzden yeniden abdest alıyorum.”

 
İbret-i Alem olsun diye...

“Büyük K
ürt aydını” Orhan Miroğlu, Ahmet Altan’a karşı Cemaatin elinde kirli bir alet haline geliverdi. Akit sürmanşetten bu “aydınoğlu aydının” demecini yayınladı.

“Altan ailesi PKK’ye hizmet ediyor!”


Ve Ahmet Altan’ın, Mehmet Altan’ın ve Senem Altan’ın resimleri...


Biz “her ne oğlu ne ise”nin bu Miroğlu’nun marifetini incelerken, TV ekranında Ali Bulaç’a gözümüz takılıyor. Bulaç gülerek, dalga geçerek, belli ki bu yanaşma “Kürde” acıyarak konuşuyor. Öteki Kürt Kemal Burkay’ı da mavraya almış.


“Kemal Burkay’la Orhan Miroğlu AKP’ye geçebilir”
diyor, “bu isimler üzerinde çalışıldı” diye bağlıyor...


“Çalışılmış”...


Belli oluyor. Cemaat bu isimlerin üzerinde çok iyi “çalışmış”... Fakat biraz fazla çalışmış olmalı ki, Kürt insanının içine çıkamaz hale getirmiş...


Hafif bir öksürük sesiyle başımızı kaldırıyoruz. Apê Musa!


“Ben de ‘çalıştım’ ama malzeme müsait değil” diyor... “Malzeme cemaatin, rant sahibinin, ona daha fazla telif verenlerin ‘çalışmasına’ müsaitmiş. İşte mal meydanda...”


“Aman hocam bize bu adamı biraz anlatır mısın?”
diyor içimizdeki acar gazeteci. Çaktırmadan Apê Musa’dan demeç alacak, sonra da hava basacak...


Apê Musa bizimkine dikkatle bakıyor... Sonra tane tane konuşuyor:


“Bizi vurduklarında ben bu Miroğlu’nu beraberimde neden götürmedim sanıyorsun?”


Bizimki acar, ama aynı zamanda saf. Merakla soruyor: “Neden götürmediniz hocam?”


Apê Musa güldü: “Allah’tan korktum evladım, Allah’tan korktum.. Buraya gelmek için kendine yoldaş diye bula bula bunu mu buldun der diye korktum...”


Apê Musa bizimkinin yaka cebinden kalemi çekip aldı ve masadaki kağıda şunları yazdı:........


Şaşırdık. “Nedir bu hocam?” diye sorduk.


Apê Musa hepimizi süzdü. Şu Kemalist “devrimler” bu gençleri işte böyle cahil bıraktı diye mırıldandı... Sonra açıkladı: Hucurat Suresi’ni bilmezsiniz, burada yazılanların anlamı şudur: “De ki: Siz Allaha dindarlığınızı mı öğretiyorsunuz, halbuki Allah Göklerdekini ve Yerdekini bilir ve Allah her şey’e alîmdir.”


Kur’an’dan bu parçayı okuduktan sonra Apê Musa nefeslendi ve konuşmaya devam etti: “O mahut gün, Azrail başımda belirdiğinde, ‘aman ya Allahu tealanın meleği Azrail (as), dedim, bunu benimle birlikte Allah’ın huzuruna götürme, bırak bu dünyada kalsın, insanlık bakıp bakıp ibret alsın, çünkü ‘Allah göklerdekini ve yerdekini bilir, Allah her şey’e alimdir.’ Ben böyle dua edince, sağolsun Azrail Aleyhisselam beni kırmadı.”


O da derin bir sessizliğe gömülmüştü.


Apê Musa arkasında bir ışık bırakarak kayboldu..

Akdoğan pabucu yarım...


Adam iyice m
atraklaştı. “Saçını başını yoluyor”... Seyredenler gülmekten kırılıyor. Çünkü adamın başında saç yok. Olmayan saçını yolmaya kalkışınca elbette matrak oluyor.

Adam, Karayılan’la “ağız dalaşına” girmeye kalkışınca durumu hepten komikleşiyor. Bakın ne diyor:


“Karayılan, Başbakan Erdoğan’a bir kez daha Gediktepe’ye gidip görüntü verme çağrısı yapıyor. PKK’nın uğradığı bozgunları ve çil yavrusu gibi dağılmasını ‘taktik hamle’ diye normal göstermeye çalışan Karayılan’a diyoruz ki: Sıkıysa ininden çık, mağara mağara kaçma, Türkiye’ye gel bir görüntü ver...”


Kim bu adam?


Azzzz sonra...


Devam edelim. Adam diyor ki; “Sözün geçiyorsa (...) çevre ülkelerin tetikçisi olan diğer elebaşların Apo’yu İmralı’ya gömen çıkışlarını sorgula...”


Siz sanırım birinci alıntıyı, ağzı bozuk medyatör Engin Ardıç’ın sandınız. Değil.


İkinci alıntıyı ise, “Silvan’da masayı devirenler Öcalan’ı İmralı’ya gömdüler; hükümet de bunu fırsat bildi, Öcalan’ı tecrit” etti diye hem nalına, hem mıhına konuşan “Miroğlu Mir” benzeri birisinin diye düşündünüz.


Değil. Bu laflar Erdoğan’ın “Başdanışmanı” Yalçın Akdoğan’a ait. Adam “danışman” değil de, “amigo”... “Sıkıysa” diyor... Vay canına... Adamın içindeki “lümpen” konuşuyor.


Ama en ilginci ise şu: Bu adam iktidarın sözcüsü. Ne yapıyor? PKK’yi suçluyor. Neyle suçluyor: ''Öcalan’ı İmralı’ya gömmekle'' suçluyor.


Sizce bu adam normal mi? Akıl sağlığı yerinde mi? Öcalan’ı İmralı’da ahlaksız bir tecride kendisinin mahkum ettiğini unutacak kadar dengesini mi kaybetti?


Şu sırada okula başlatılmak istenen “bızdığa” sorduk: Hükümetin danışmanı, “PKK Öcalan’ı İmralı’ya gömdü” diyor. Sen buna ne diyorsun?


Bızdık biraz havaya bakıyor, düşünüyor ve sonra konuşuyor: “Madem PKK Öcalan’ı İmralı’ya gömdü, o halde PKK’ye karşı olan Yalçın Akdoğan da Öcalan’ı o gömüldüğü İmralı’dan çıkarsın...”


Ve arkasından bizim “bızdık”, ona buna “sıkıysan Türkiye’ye gel” diyen Akdoğan’ı maytaba alıyor ve başlıyor bağırmaya: “Akdoğan pabucu yarım/Çık dışarıya oynayalım!”

 
Vay vay vay! Bizimki meğer ‘İngilizmiş’

Today’s
Zaman gazetesi nasıl bir gazetedir?

Bu gazete Cemaat’in İngilizce yayın yapan resmi organıdır.


Today’s Zaman’da karanlık isimler yer alır. Bunlardan birisi de Fatih Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Doç. İhsan Yılmaz’dır.


Bu İhsan Yılmaz, medyada dürüst, demokrat, liberal yazarları Cemaat’in baskısı altına almakla görevlidir. Bu amaçla İhsan Yılmaz, hükümetin Kürt siyasetini en ılımlı üslupla eleştirenlere bile en ağır biçimde saldırmaktadır.


Geçtiğimiz gün Hürriyet yazarlarından Sedat Ergin köşesinde şöyle bir “zorunlu bir açıklama” notu yazdı:


“Gülen hareketine yakınlığıyla bilinen Today’s Zaman gazetesinin köşe yazarlarından ve aynı zamanda Fatih Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Doç. İhsan Yılmaz’ın önceki gün gönderdiği bir Tweet mesajında şahsımdan ‘KCK’cı Sedat Ergin diye söz ettiğini öğrendim.”


Neymiş? Cemaat gazetesinin tetikçisi Başbakan’ın da hedef gösterdiği gazetecileri “KCK’li” diyerek susturmaya çalışıyormuş.


Bu arada gözümüzden kaçmış, meğer şu bizim “Miroğlu Mir” denilen adam da bu gazetede yazmaya başlamış. Hem de “İngilizce”... “Sir, yes Sir”den başka bir şey bilmediği halde.


Biz, Miroğlu’nun tıpkı bir Cemaat ajanı gibi “Altan ailesi PKK’ye hizmet ediyor” demesinin sırrını anlamamıştık.


Meğer bu “Miroğlu Mir”, devlet ajanı İhsan Yılmaz’la birlikte, cemaatin resmi yayın organında, kimbilir kaç TL’lik “telif” karşılığı yazı yazıyormuş.


Bunların görevi, AKP ve Cemaat’in Kürt siyasetini eleştiren gazetecileri “tasfiye” etmek için onlara iftira etmekmiş...


O nedenle İhsan Yılmaz Sedat Ergin’e “KCK’cı Sedat” derken, bu da Altan’lara “PKK’li Altanlar” diyormuş...


Bu Miroğlu meğer neymiş?


Ne olduğunu biz yazmayalım da, meşhur “gazeteciler.com” adlı sitede yayınlanan yazıyı okuyalım:


“Olmadı be Miroğlu, hiç yakışmadı...


Biliyoruz ama bildiğimiz halde yazmadık...


Aylar önce anlaştın Mustafa Karaalioğlu ile...


Hakkındır...


Ve ananın ak sütü gibi helâldir...


Taraf’ta üç otuz paraya yazmaktansa STAR’da bol sıfırlı maaşa yazmak en tabii hakkındır...


Ama be Miroğlu;


Yakışmadı...


Ayıp ettin...


Hiiiç kıvırmayacak, ‘ben STAR’da yazacağım için ayrılıyorum’ diyecektin...


Ama...


En zor zamanlarında sana arka çıkan, PKK’ya karşı seni kahramanca savunan Ahmet Altan ve Taraf’a ‘bok’ atmayacaktın...


İşte bu ayıbın yüzünden kaybettin...”


Özgür Gündem

Ve UFO Lutfhansa’yı Dize Getirdi


Avrupa’nın en büyük Havayolları şirketi Lufthansa, Bağımsız Kabin Görevlileri Örgütü’nün (UFO) gerçekleştirdiği 24 saatlik grev sonuç verdi. Geri adım atmak zorunda kalan şirket, işçilerin taleplerinden biri olan “geçici çalışanlarla sürekli kontratı imzalamayı” kabul etti. Alman Lufthansa havayolları şirketi, önceki gün ülke çapında grev yapan kabine çalışanlarının bazı taleplerini kabul etti. Lufthansa, gece yarısı sona eren grev ardından yaptığı açıklamaya göre, kabine çalışanları sendikası UFO ile önümüzdeki hafta yeniden görüşmelere başlayacak.
Tahkim kararı alındı


UFO Sendikası Sözcüsü Nicoley Baublies, halen tartışmaya açık konuların olduğunu belirterek, “Biz Lufthansa ile tahkime gitmek konusunda uzlaştık. Bu bağlamda, açık ortak bir maaş anlaşmasında uzlaşmayı öngören bir ön anlaşma imzaladık. Resmi olarak bu, tahkim için tek çerçeve” dedi. Diğer yandan Lufthansa’nın şartı ise ''artık yolcuların etkileceneği yeni bir eylem veya grevin yapılmaması'' oldu. Lufthansa Sözcüsü Klaus Walther ''grevleri geride bırakmak istediklerini'' kaydederek, “Bugün grevden 100 binden fazla kişi etkilendi. Önceden aldığımız önlemlerle bazılarının mağdur olmasını önleyebildik. Umuyoruz ki bu tür olaylar geçmişte kaldı, yarın hava trafiği az çok normal seyrine dönecek” dedi.


Planlar suya düştü


Ancak Lufthansa, sendikanın yüzde 5 maaş artışını henüz kabul etmiş değil. Gelir açısından Avrupa’nın en büyük havayolu olan Lufthansa, 3500 kişiyi işten çıkararak ve maaşları sabit tutarak 1.5 milyar Euro tasarruf yapmayı planlıyor. Ancak önceki gün gerçekleşen grevde binlerce uçuşun iptali, yüzbinden fazla yolcunun etkilenmesi Lufthansa’yı zor durumda bıraktı. Havayolları şirketinin maaş artışında da geri adım atarak, sendikanın talebini kısmi olarak kabul etmesi bekleniyor. Lufthansa havayolu şirketinin 19 bin çalışanının büyük bölümünü temsil eden sendikanın ilan ettiği 24 saatlik grev, binlerce yolcuyu etkiledi ve 4 bin kadar sefer iptal ettirdi.


THY çalışanları: Mücadeye devam


104 gündür direnişte olan THY çalışanları, THY’deki grev yasağını ve işten çıkarmaları protesto etti. Taksim’deki THY bürosu önüne gelen çalışanlar, grev yasağı kaldırıncaya kadar mücadelelerini sürdüreceklerini söyledi. HAVA-İŞ Sendikası THY’deki grev yasağını ve işten çıkarmaları protesto etmek amacıyla THY’nin Taksim Bürosu önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamaya, siyasi partiler ve çok sayıda sendika üyesi işçiler ile DHL şirketlerinden atılan işçiler de destek verdi. Büronun önünde polislerin yoğun önlemler aldığı görüldü. HAVA-İŞ Genel Başkanı Atilay Ayçin burada yaptığı açıklamada, AKP Hükümeti’nin dünyanın farklı ülkelerine demokrasi dersi verdiğini ancak AKP’nin demokrasinin “D”sini bile bilmediğini belirterek, “Avrupa ve ABD’nin taşeronluğunu yapan AKP’ye karşı hazırola girmediğimiz ve AKP’nin teslim alamadığı bir sendika üyesi olduğumuz için bugün bu durumdayız” dedi.  Sloganlar eşliğinde eylemlerine son veren işçiler, her Cumartesi günü THY Taksim Bürosu önünde olacaklarını açıkladı.

Özgür Gündem

Kışla Uçarsa ‘Kaza’ Antep Uçarsa ‘Terör’


Veysi SARISÖZEN

Şu “değerlendirilmektedir” lafından hiçbir şey anlamam. Laf, önce askeriye tarafından kullanıldı, şimdilerde polis, savcı, yargı ve hükümet bu lafa fena halde sarıldı. Sanırım, herkesin kolayca anlayacağı kelimelerle konuşmak yerine, yerli yersiz kullanılan bu “değerlendirilmektedir” lafıyla, vatandaşın gözü korkutulmak istenmekte.

Şu cümleye bakınız:


“Olay, her yönüyle ve derinliğine incelenmekte olup, idari ve adli soruşturma sonuçlarının beklenmesinin sağduyulu bir davranış olacağı değerlendirilmektedir.”


Eski kelimeyle söylenseydi, “kıymetlendirilmektedir” denecekti. O zaman kulağı iyice tırmalayacaktı. Aslında “düşünülmektedir” denmek istenmekte. Ama “düşünmek” hafif kaçacağı için metni iyice “esrarengiz” hale getirmek amacıyla  “değerlendirilmektedir” gibi bir garip ifadeye başvurulmaktadır.


Her neyse...


Yaptığımız alıntı Genelkurmay Başkanlığı’nın Afyon patlamasıyla ilgili son açıklamasından. Şimdi açıklamanın bu yazıya konu olacak olan bölümünü yeniden ve tam olarak “değerlendirmeye tabi tutalım”...


“İdari, teknik ve adli ekipler henüz olayın oluş şeklini belirlemeden bazı basın yayın organlarında; yetkisiz ve konuyla ilgili bilgi ve deneyimi bulunmayan kişilerce açıklamalar yapılarak kamuoyunun yanlış bilgilendirildiği de görülmektedir. Olay, her yönüyle ve derinliğine incelenmekte olup, idari ve adli soruşturma sonuçlarının beklenmesinin sağ duyulu bir davranış olacağı değerlendirilmektedir.”


Genelkurmay Başkanlığı’nı en halisane hislerle tebrik ediyorum.


Elbette çok seviniyoruz. Neredeyse Genelkurmay Başkanlığımızı “hakikatleri araştırma komisyonu” olarak “değerlendireceğiz.” “İdari, teknik ve adli ekipler” konuyu sonuçlandırmadan, haksız, isabetsiz, tıynetsiz, cibilliyetsiz, edepsiz, münasebetsiz açıklamalarla konuyu “PKK’nin, İran’ın, Suriye’nin üstüne yıkmak isteyenlere” karşı Genelkurmayı(mızın) bu “üstün hizmet” anlayışına hayranlıkla bakmaktayız.


“Olay, her yönüyle ve derinliğine incelenmekte olup, idari ve adli soruşturma sonuçlarının beklenmesinin sağduyulu bir davranış olacağı değerlendirilmektedir.”


Evet, evet... Tam böyle...


“İdari ve adli soruşturma sonuçlarının beklenmesi...”


Bu çok mühim. Örneğin Antep’te “idari ve adli soruşturma sonuçlarını” beklemeden, patlamaların “PKK işi” olduğunu söyleyen hükümet adamları, polis şefleri, medyanın panayır soytarıları “sağduyulu” davranmıyorlar.


Sanırım çok “kibar” kaçtı.


Ben buradan hareketle Genelkurmay’ın şu Ergenekon, Balyoz filan işlerinden sonra, bir hayli “derlenip, toparlandığını”, örneğin Antep’te olduğu gibi henüz “idari ve adli soruşturma sonuçlanmadan” patlamayı PKK’nin üzerine yıkan türden ahlaksızlara, namussuzlara, edepsiz, haysiyetsiz, faziletsiz, rezil ve rüsvalara “itiraz” ettiğini ve bunu da “kışla üslubuyla” söylemek yerine, gayet itinalı bir dille söylediğini, ‘vatan hainliği” gibi şeddeli laflar yerine “sağduyu yoksunluğu” gibi kibar ifadelerle seslendiğini “değerlendirmekteyim.”


Biraz hayretler içindeyim... Biraz güleceğim gelmektedir. “Daha ne değerlendireyim?”


Şunu da “değerlendirmekteyim”...


Türk Hükümeti, Emniyeti, Yargısı “kışladaki” patlamayı “kaza”; Antep’teki patlamayı “terör” olarak “değerlendirmektedir”. Artık bütün bu sayılanlar “Türk-İslam sentezinin” tesiri altına girdiği için; bunların tümü, kışladaki patlamayı “takdir-i ilahi”, ama Antep’teki patlamayı ise “takdir-i PKK” diyerek “değerlendirmekteler”...


Bunlar, patlamada can veren askerlerin “kaza kurbanı” olduğunu, Antep’te ise can veren sivillerin “terör kurbanı” olduğunu “değerlendirmekte” ve bunun üzerine yemin de etmektedirler.


Neden?


Şundan: Eğer “PKK kışlayı havaya uçurdu” derlerse, bu, onların psikolojik savaş kitabına göre “terör propagandası” olur; ama “PKK Antep’i havaya uçurdu” derlerse bu da “AKP propagandası” olur...


Yani devlet ve medya, Genelkurmay bildirisinde söylendiği gibi, “idari ve adli soruşturma sonuçlarını beklemeden”, eğer bomba askeri havaya uçurmuşsa, bunu “kaza”, eğer sivili havaya uçurmuşsa bunu “terör” diye değerlendirmekte...


Ama şükürler olsun, artık “idari ve adli soruşturma sonuçları ortaya çıkmadan” “konuşmayacağım” diyen bir Genelkurmayımız var.


Emin olun, şu anda Suriye çıksa dese ki, “kışlayı biz uçurduk”, bizim “sağduyulu” Genelkurmayımız, tıpkı düşürülen uçak hadisesinde olduğu gibi, “idari ve adli soruşturmanın sonucunu bekleyecektir.”


Ben bu durumu “sağduyulu bekleyiş” olarak “değerlendirmekteyim...”


Ama ben en çok aşağıdaki açıklamayı “değerlendirmekteyim...” Kışla havaya uçarken, Vali’den “hediye” alan Genelkurmay Başkanı şu “değerlendirmeyi” yapmıştır:


“Yorumlar beni son derece rahatsız etmiş ve zaten var olan üzüntüme üzüntü katmıştır. Sayın Vali’nin şahsına ve makamına nezaketsizlik olmasın düşüncesiyle ani gelişen davranış karşısında herhangi bir reaksiyon gösteremedim’’...


Arkadaşlarının rütbelerini sökmüş, onları Silivri’ye yolculamış, bütün bu olaylar sırasında, Erdoğan’ın önünde herhangi bir “reaksiyon” gösterememiş olan Genelkurmay Başkanı’nın, AKP valisi karşısında da “reaksiyonsuz” kalması, tarafımdan, “olur böyle şeyler” şeklinde “değerlendirilmektedir.”

Hatay’da ‘Silahlı’ İngiliz Ambulansları

Ali Barış KURT / Hatay

Hatay’ın Batılı güçlerin Suriye’ye işgal karargahı haline getirildiği her gün biraz daha netleşiyor. El Kaide millitanlarından sonra yeni fotoğraflar ve iddialar ortaya çıkıyor. Son fotoğraf ise Hatay’da dolaşan İngiltere plakalı ambulanslar. Görgü tanıkları ambulansların Suriye’ye silah taşıdığını belirtiyor.
 
‘Silahlı’ İngiliz ambulansları dolaşıyor!

AKP hükümetinin Kürtlerin statü kazanmaması için işgale dönük Suriye planları, Hatay üzerinden sürmeye devam ediyor. Ortaya çıkan kimi fotoğraflar ve iddialar bunu net olarak açıklıyor.


Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz, geçtiğimiz günlerde kentte yaşananlarla ilgili kimi iddiaları yanıtlamak için bir basın toplantısı düzenlemişti. Bu toplantıda, Hatay’da ambulanslar aracılığıyla Suriye’ye silah ve çeşitli mühimmat taşınması hususu da vardı ve Lekesiz için bu, gerçeği işaret etmiyordu:


“Ülkemize yaralı olarak gelen Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşlarını sağlık merkezlerine taşıyan ambulanslar; 112 Acil Komuta Kontrol Merkezi Sistemine bağlı olarak çalışmakta, iddia edildiği gibi ambulansların Suriye topraklarına girerek hasta alması, mühimmat, teçhizat ve silah taşıması da hukuken ve fiilen mümkün değildir. Ambulanslarımızda müdahale için gerekli standart tıbbi donanım ve malzeme dışında hiçbir şey taşınmamaktadır. Bu ambulanslar, uydudan GPS sistemiyle (Araç Takip Sistemi) izlenmektedir. Araç Takip Sistemi üzerinde yapılan inceleme neticesinde herhangi bir sınır ihlalinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu iddia büyük bir özveri içerisinde görevini yapan sağlık görevlilerimize karşı büyük bir haksızlıktır.”


Ambulansta silahlı adamlar


Ancak Hatay Valisi bu iddiaları yalanlasa da, bir basın toplantısı daha düzenlemesini gerektirecek, kendisini yalanlayan bir fotoğraf daha açığa çıktı. Hatay’da sadece Türkiye’ye bağlı ambulansların faaliyet göstermediği, bu fotoğraftan anlaşılıyor. Zira, şehir merkezine oldukça yakın Hatay Yeni Sanayi Sitesi’nde, İngiltere plakalı iki ambulans görüntülendi. Görgü tanıkları, İngiltere’ye ait bu ambulanslarla Türkiye toprakları üzerinden Suriye’ye silah taşındığını ileri sürüyor. Bazı görgü tanıkları, ambulansların içerisinde silahlı kişileri gördüklerini belirtiyor. ANF olarak görüştüğümüz Hataylı yurttaşlar, kentte son zamanlarda, deyim yerindeyse ambulans kıtlığı olduğunu anlatıyorlar. Şimdiye kadar yeterli olan ambulansların, hangi amaçlarla meşgul olduğunu merak ediyorlar.


Özgür Gündem

Türk Ordusunun Psikolojisi Bozuldu, Askerler Hastanelik...



 
Bölge’deki şiddetli savaş, TSK’nin psikolojisini de bozdu. HPG’nin eşzamanlı saldırı düzenlediği Bêşebab’ta 200’den fazla askerin psikolojisinin bozulduğu, askerlerin  hastanelik olduğu bildirildi

SAVAŞ BİR HAFTADIR SÜRÜYOR

Bêşebab’ta 2 Eylül’de HPG’nin ilçe merkezindeki birçok askeri noktaya eşzamanlı saldırı düzenlemesinin ardından başlayan şiddetli çatışmalar sürüyor. Burada da karadan araziye çıkamayan TSK, Goman Dağı ve çevresini havadan uçaklar, karadan da top atışlarıyla bombalarken, HPG’nin saldırıları da sürüyor.

ASKERLER HASTANELİK OLDU

Bêşebab’taki sürekli çatışma hali askerin psikolojisini de bozdu. 2 Eylül’deki saldırı sonrasında psikolojik rahatsızlıkları tespit edilen askerler, Şırnak Asker Hastanesi’ne kaldırıldı. Son bir hafta içinde 250 yataklı Şırnak Asker Hastanesi’ne şimdiye kadar 200’den fazla askerin getirilip tedavi altına alındığı bildirildi.

 
Bêşebab’ta da alan hakimiyeti

Colemêrg’in (Hakkari) Şemzînan (Şemdinli) ilçesinde 23 Temmuz’da başlayan savaş halinin de HPG’lilerin alan hakimiyetinin de sürdüğü bildirilirken, Şirnex Bêşebab’tan da benzer haberler gelmeye devam ediyor. Daha önce Şemzînan’da ilçe merkezindeki devlet kurumlarına saldırı düzenleyen HPG’liler, 2 Eylül’de de Şirnex Bêşebab merkezine kadar gelerek, ilçe merkezindeki resmi binalara ve askeri noktalara saldırı düzenlemişti. Saldırıda Şırnak Valisi 10 asker ve polisin yaşamını yitirdiğini açıklarken, HPG de yaptığı açıklamada 54 askerin yaşamını yitirdiğini duyurmuştu.


Aynı gecede 2. baskın


Bu büyük saldırının üzerinden daha bir hafta geçmemişti ki Bêşebab’tan yine benzer saldırı haberi geldi. Önceki akşam saat 20.30 sıralarında ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına HPG’liler tarafından eş zamanlı saldırı düzenlendi. İlçede şiddetli çatışmaların yaşandığı belirtilirken, saldırının ilçe emniyet müdürlüğünü hedef aldığı tahmin ediliyor. Yaklaşık 15-20 dakika süren çatışma sonrası ilçe sessizliğe bürünürken, roket ve uzun namlulu silahların hedefi olan ilçe emniyet müdürlüğünden yoğun toz ve dumanların yükselmesi dikkat çekti. Çatışma sonrası ölen ya da yaralananlara ilişkin ise bilgi edinilemedi. Uzun süren sessizliğin ardından aynı gece ilçe merkezindeki kurumlara HPG’liler tarafından ikinci kez saldırı düzenlendi. İlçede yoğun silah ve patlama sesleri yükselirken, askeri araç trafiğinin de yoğun bir şekilde yaşandığı gözlendi. İlçe genelinde çatışmaların aralıklarla devam ettiği de gelen bilgiler arasında.


Çatışmalar sürüyor


HPG’lilerin ilçe merkezindeki saldırıları devam ederken, TSK de 2 Eylül’deki saldırının ardından Kato Dağı’na operasyon düzenlediğini duyurmuştu. Operasyonu ise 2. Ordu Komutanı Orgeneral Galip Mendi ve Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Yıldırım Güvenç’in yürüttüğü belirtilirken, askerin Laleş Yaylası’na kadar gidebildiği de gelen bilgiler arasında. Yerel kaynaklar, bölgede şiddetli çatışmaların yaşandığını vurgularken, çatışmalarda 2 askerin yaşamını yitirdiği belirtildi.


Kato operasyonu bitti


Savaş uçakları tarafından bölgeye bomba yağarken, dün sabah saatlerinde de Kato’ya ilçe merkezindeki Jandarma Tugay Komutanlığı’ndan onlarca Skorsky tipi helikopterle askeri sevkiyat yapıldığı bildirildi. Dün TSK tarafından yapılan açıklamada operasyonun bittiği belirtildi. Fırat Haber Ajansı’nın (ANF) geçtiği habere göre HPG, Kato Dağı’nda 3 gün  boyunca süren çatışmalarda 33 asker ile 7 HPG’linin yaşamını yitirdiğini açıkladı.

 
Askerler hastanede

Bêşebab’taki sürekli çatışma hali askerin psikolojisini bozdu. İlçe merkezindeki İlçe Jandarma ve Tugay Komutanlığı’nda bulunan 200’den fazla asker Şırnak Asker Hastanesi’nde psikolojik tedavi gördüğü öğrenildi. Alınan bilgilere göre; Bêşebab saldırısı sonrasında psikolojik rahatsızlıkları tespit edilen askerler Şırnak Asker Hastanesi’ne kaldırıldı. Son bir hafta içinde 250 yataklı Şırnak Asker Hastanesi’ne 200’den fazla asker getirilerek tedavi altına alındı. Asker Hastanesi’nde boş yatak olmadığı öğrenilirken, getirilen askerlerin özellikle geçen hafta saldırıya uğrayan Beytüşşebap İlçe Jandarma ve Beytüşşebap Tugay Komutanlıklarından getirildikleri öğrenildi. Asker Hastanesi’ne getirilen askerlerin çoğunun yataklı tedavi gördükleri de edinilen bilgiler arasında.

Gün boyu kontrol


Şirnex
ve Bêşebab arasındaki karayolunu kesen bir grup HPG’li, onlarca aracı durdurup kimlik kontrolü yaptı. HPG’lilerin elindeki isim listesinin olması ve alınan kimliklerin bu isimlerle karşılaştırmaları dikkat çekti. Saatlerce devam eden kimlik kontrolünün ardından HPG’liler topladıkları yüzü aşkın kişiye bir süre propaganda yaptı. Kimlik kontrolleri sırasında iki tane kobra tipi helikopter sürekli kimlik kontrolünün yapıldığı yerde uçuşlar gerçekleştirerek, yer yer ateş açtı. Kobra helikopterleri ateş açarken, HPG’lilerin rahat tavırları dikkat çekti. HPG’liler kimlik kontrollerini akşam saatlerinde sona erdirdi.
 
Polisle gençler çatıştı

HPG’nin Bêşebab’ta kurduğu denetimi kutlamak amacıyla Şirnex merkezinde havai fişek gösterisi düzenleyen gençlere, polis saldırdı. Ömer Kavak Meydanı, Cumhuriyet ve Zap mahalleleri ile Roboski Caddesi’nde bir araya gelen gençler, havai fişek gösterisi yaptı. Gösteri sırasında polisler biber gazı ve tazyikli su ile gençlere müdahale etti. Gençler polisin müdahalesine molotofkokteyli, havai fişek ve taşlarla karşılık verdi. Gece geç saatlere kadar devam eden olaylarda gözaltı ve yaralıların olmadığı öğrenildi.

İradeleri yok!


BDP Çankaya İlçe Örgütü, ilçe binasında “Şemdinli ve Ana Akım Medya” konulu panel düzenledi. Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Aykol ve Taraf Gazetesi Yazarı Roni Margulies’in konuşmacı olduğu panele çok sayıda kişi katıldı. Margulies, devletin Kürtlere karşı yenildiğini söyleyerek, “Kürtlerin televizyonu var. Savunma güçleri var. Kendini öz iradesi ile koruyabiliyor. Bu konuda Türkiye’yi yenmiştir. Buna karşı Erdoğan, İslam adı altında milliyetçiliği empoze etmeye çalışıyor. Bugün burada eğer rahatça konuşuyorsak, Kürtlerin verdiği mücadele sayesindedir” diye kaydetti.


Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Aykol ise, medyanın toplumun aynası olduğunu, ancak Türkiye’de o aynanın devletin elinde olduğunu ve devletin kontrolü ile hareket ettiğini belirtti. Aykol, “Kaymakam eskiden ‘PKK gelip eylem yapıp gidiyordu’ diyordu, şimdi ise, ‘PKK buradan gitmiyor’ diyor. Bunu diyen Kaymakamı alıp ilçe dışına götürdüler” dedi.


Özgür Gündem

Salih Müslim: AKP'nin Osmanlı Entrikaları Tutmaz

Abdurrahman GÖK / Qamişlo - Diha

Suriye’deki Yüksek Kürt Konseyi Üyesi Salih Müslim, son dönemlerde Türkiye’nin Kürt bölgesinde yapmaya çalıştığı provokasyonları değerlendirdi: Türkiye Osmanlı padişahlarının entrikalarına başvuruyor

PADİŞAHLARIN YÖNTEMLERİ KULLANILIYOR

Biz Suriye’de artık muhalefetle anlaşmışız. Demokratik Özerklik talebimizi kabul ediyorlar. Muhalefet bunu kabul ediyor, siz niye itiraz ediyorsunuz? Niye Osmanlı padişahlarının entrikalarına başvuruyorsunuz? Suriye Ulusal Konseyi’ni çağırıyor, ilk şart olarak ‘Kürtleri tanımayacaksın’ diyor.

YAKALADIK TÖVBE ETTİLER BIRAKTIK

Türkiye Kürt bölgesinde ajanlarını kullanarak provokasyon yapmaya çalışıyor. Bunların isimlerini de biliyoruz. Türkiye’de oturan Selah Bedrettin’i biliyoruz. Kirli ilişkileri var, özel savaş dairesine bağlı. Bunun gibi çok sayıda kişi gönderildi. Yakaladık, tövbe ettiler bıraktık.”


Türkiye Osmanlı padişahlarının entrikalarına başvuruyor


Yüksek Kürt Konseyi Üyesi ve Partiya Yekîtiya Demokratîk (PYD) Eşbaşkanı Salih Muslîm, Suriye’de yaklaşık bir buçuk yıldır devam eden ayaklanmayı ve Kürt bölgelerinde Kürtlerin yönetimi ellerine alarak Demokratik Özerklik temelinde kendi kendilerini yönetmelerini DİHA’ya değerlendirdi. Muslim, “Gerçek muhalefet biz oluyoruz. Arap partileri ile birçok demokratik çevre ile Ulusal Koordinasyon Heyeti kurduk. Bizim politikamız yöntemde değişiktir. Şu an muhalif olarak yansıtılanlar Şam’da bir iktidar savaşı veriyor. Ancak biz Kürtler varlık savaşı veriyoruz. Anayasal haklarımızın kabul edilmesi temelinde bir mücadele veriyoruz. Demokratik haklar meselesidir meselemiz ve kimliğimizle, rengimizle serhildana başladık. Devrime bu şekilde katıldık ve bunu korumaya çalıştık” dedi.


Öncelikle Suriye’de yaklaşık bir buçuk yıldır devam eden ayaklanmayı ve Kürtlerin bu süreçteki durumunu kısaca anlatabilir misiniz?

 
Biz Suriye’de artık muhalefetle anlaşmışız. Demokratik Özerklik talebimizi kabul ediyorlar. Muhalefet bunu kabul ediyor zaten, siz niye itiraz ediyorsunuz? Niye Osmanlı padişahlarının entrikalarına başvuruyorsunuz? Suriye Ulusal Konseyi’ni çağırıyor ilk şart olarak Kürtleri tanımayacaksın diyor. Ulusal Koordinasyon Heyeti’ni çağırmış ilk şart olarak ‘Kürtleri tanımayacaksın’ diyor. Niye bu kadar diretiyorsunuz düşmanlıkta
- Suriye’deki süreç bir yıl 6 ayını geride bıraktı. Bizim baştan beri bir stratejimiz vardı. TEV-DEM, PYD ve Kürt partileri olarak bir stratejimiz vardı. Her şeyden önce halkı örgütlemekti birinci amacımız. Örgütlü bir halk bizim için iradeli bir halktır. İstediği her şeyi yapabilir. İşte bu iradeye dayanarak biz baştan beri başka yollarla, yöntemlerle serhildanımızı devam ettirdik. Suriye halk devriminin bir parçası olarak biz bu temelde yolumuza devam ettik. Yine koordinasyonlarla, diğer güçlerle ilişkilenmelerimiz oldu. Devrimin barışçıl yollarla olması gerektiğini, kendimizi savunma dışında silaha sarılmaması gerektiğini söyledik. Biz bunu Kürt bölgelerinde başardık; ama diğer güçler başaramadı. Tabii rejimin de istediği tam olarak buydu. En yıkıcı silahlarını böylece kullanma fırsatı bulacaktı. Ve bugün Arap bölgelerinde olan da budur. Yani rejim ağır silahları kullanma konusunda amacına ulaştı. Ancak Kürt bölgelerinde biz başardık. Yani halkımızın örgütlenmesi, bizim uyarılarımız ve çalışmalarımız sonuç verdi. Bu temelde gözle görülür, elle tutulur bir şeyler oldu. Halkımız da şimdi bir bütün olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelerin büyük bölümünde yönetimi eline almış kendi kendini yönetiyor.

Burada ilk ayaklanma başladığında ciddi manipülatif haberler yapılıyordu. Kürtlerin Esed rejimini desteklediği yönünde yayınlar yapılıyordu. Bu şekilde Kürtler yalnızlaştırılmak mı isteniyordu?


- Doğrudur, bu yapılmaya çalışıldı. Ancak bugün gerçek muhalefet biz oluyoruz. Arap partileri ile birçok demokratik çevre ile Ulusal Koordinasyon Heyeti kurduk. Bizim politikamız yöntemde değişiktir. Şu an muhalif olarak yansıtılanlar Şam’da bir iktidar savaşı veriyor. Ancak biz Kürtler varlık savaşı veriyoruz. Anayasal haklarımızın kabul edilmesi temelinde bir mücadele veriyoruz. Demokratik haklar meselesidir meselemiz ve kimliğimizle, rengimizle serhildana başladık. Devrime bu şekilde katıldık ve bunu korumaya çalıştık.


Nasıl?


- Şimdi Kürtler tarih boyunca hep başkalarının askeri olmuştur. Osmanlılarda Kürtler Yemen’de öldürülmüştür Osmanlı askeri olarak, Abbasilerde Ebu Müslimi Horasani ta Hindistan’a kadar gitti. Kürt tarihinde Kürtler hep başkalarının askeriydi. Şimdi biz bu tecrübeye dayanarak, yine Kürtlerin tarih boyunca kalkıştıkları isyanlar ve bu isyanlardan aldıkları sonuçlardan ders çıkararak başkalarının askeri olmama kararı aldık. Bir şey yapmak istiyorsak rengimizle, taleplerimizle, kimliğimizle yapmak istedik ve bu temelde bu devrime katıldık.


Yani bugün Şam’da, Halep’te savaşanlar -ki bunlar muhalifler olarak yansıtılıyorlar- iktidar mücadelesi verdikleri için mi birlikte hareket etmediniz?


- Bunlar muhalif değil, yani şimdi silahlı gruplar Özgür Suriye Ordusu diyorlar bunlara. Bunlar yekvücut değil, çok başlılar. Şimdi Kürt bölgelerine yakın olanlar örneğin Kobani ve Afrin’de Özgür Suriye Ordusu ile halkın ilişkileri oluyor. Bunlar bizleri Suriye devriminin bir parçası olarak görüyorlar ve Kürtlerin haklarını kabul ediyorlar. Türkiye’de eğitilenler ve desteklenenler ise başka. Şimdi Antakya’da oturanlar başka. Onlar ‘Kürtler bizim düşmanımızdır’ diyorlar. Düşmanlık besliyorlar. Yani biz gerçek Özgür Suriye Ordusu ile anlaşabiliriz, anlaşıyoruz. Bazı güçler var Türkiye, Suudi Arabistan, Katar tarafından destekleniyor. Zaten bunlar Kürtleri kabullenmiyor. Kürtlerin varlığını kabullenmiyor, demokratik haklarını kabul etmiyorlar. Onun için bunlara söyleyecek bir şeyimiz yok. Biz düşman olmadan onlar bize düşmanlık besliyorlardı. Onları biz Özgür Suriye Ordusu olarak görmüyoruz. Gerçek direnen Suriye halkı, örgütleri ve sol demokratik örgütleri ile birlikteyiz. Beraber Ulusal Koordinasyon Heyeti’nde çalışıyoruz.


Kürt partileri ile birlik kurmanız yeni bir şeymiş gibi gösteriliyor. Bu bir yıllık süreç mi yoksa?


- Bizim birlik çabamız ta 2004 Qamişlo ayaklanmasından sonra başladı. Biz hiçbir zaman diğer partilerle ilişkimizi kesmedik, küçük olsun büyük olsun hiçbir parti ile ilişkimizi kesmedik. Bazı partiler ‘siz Apocusunuz, düşünceniz de felsefeniz de Apocu felsefesidir. Sizi ABD ve kimi Avrupa ülkeleri terörist olarak görüyor. Size yaklaşırsak bizi de terörist olarak görürler. Onun için size yaklaşmıyoruz’ diyorlardı. Bir kesim ‘siz rejimin düşmanısınız’ diyordu. Rejim de biliyorsunuz 1998’den beri baskının dozajını arttırdı. Bize hep düşmanlık, baskı uyguluyordu. Tek bir elemanımız dahi rejimin zulmünden kurtulamadı. İşkencehanelerden geçirildi. Şehitlerimiz oldu. Onun için ‘rejime düşmansınız, biz size yaklaşırsak rejim bizi düşman görecek’ diyordu. Başka bir kesim de ‘sizin halk tabanınız geniş, size yaklaşırsak sizin içinizde eririz. Bir şeyimiz kalmaz’ diyorlardı. Bu nedenlerle bu kesimler ihtiyatlı yaklaşıyorlardı. Birlik çerçevesini kabul etmiyorlardı. Bu son zamanlarda artık Suriye devrimi ile birlikte artık bıçak kemiğe dayanınca Kürtlerin artık birlik olması gerekiyordu. Bunun için Hewler’de Batı Kürdistan Halk Meclisi ile Suriye Kürt Ulusal Meclisi arasında 11 Temmuz’da bir anlaşma imzalandı. Biz bunu bir Kürt birliği olarak algılıyoruz, gerçekten de öyle. Bütün partiler bir arada. Bu birleşimi destekledi. Ki 29 Temmuz’da bir milyondan fazla insan sokaklara çıkarak bunu desteklediğini haykırdı. Bu da birliğe bir onay oldu. Şimdi beraber çalışıyoruz.


Birliği oluşturduktan sonra sizlere karşı yaklaşımda bir değişim oldu mu?


- Büyük destek gördük. O zaman Güney Kürdistan’daydık. PDK, YNK, KCK, BDP, Doğu Kürdistan’da, Güney’deki bütün partiler, Komünist Partisi, İslami Yekgurtî Partisi de desteklerini dile getirdi. Varoluşumuzu destekleyecekleri sözü verdiler.


Peki dış güçler, Avrupa ülkeleri birliğinize nasıl yaklaşıyor?


- Tabii Kürt dostları, demokratik hakları savunanların tamamı sevindi. Bize destek çıkıyorlar. Ancak Kürtlerin birliğini istemeyen taraflar da var. Onlar da biraz sürprizle karşıladılar. Türk yönetimi bunu pek beğenmedi. Biz zaten bekliyorduk bu oyunları; ancak Türkiye’nin etkisi ile bazı Avrupa ülkeleri de bize karşı mesafeli durdu. Ama daha bir ay 10 günlük bir süre geçti. Bazı şeyler için daha erken. Kendimizi kabul ettirme süreci başlamış. Çalışmalarımız devam ediyor. Komiteler, alt komiteler oluşturuyoruz. Halk da iyice örgütlendikten sonra artık komiteler de görevlerini yerine getirerek çalışmalarından verim alacak. Dış ilişkiler komitemizin görevi tabi bizleri dış güçlere anlatmaktır. Sistemimizi tanıtmaktır ve destek kazanmaktır. Bunu da başaracağız.


Türkiye’de neredeyse Kürtlerin yaşadığı her yerde Suriye Kürtlerinin direnişi selamlandı. Bu buradaki halkı nasıl etkiliyor, bunu nasıl buluyorsunuz?


- Biz bunları görünce duygusal bir durum ortaya çıkıyor. Kardeşlerimizi yanımızda görünce gururlanıyoruz. İleride çok şey olacak zaten. Sınırın 2 tarafındaki halk akrabadır. Bazı aileler sınırların çizilmesi ile parçalanmıştır. Oradaki coşkuya ve selamlamalara değer biçiyoruz. Manevi olarak bize müthiş güç veriyor. Diğer 3 parçadaki Kürtlerin sürekli yanımızda olacağını biliyoruz.


Son olarak söyleyeceğiniz bir şey var mı?


- Kürt halkına ve bizleri bugüne kadar yalnız bırakmayan tüm çevrelere teşekkür ediyoruz. Bizi desteklemelerinden çok mutluyuz. Değer biçiyoruz yapılanlara. Onların umutlarını kırmayacağız. Batı Kürdistan’daki hareketimiz özgürlük hareketinin bir parçasıdır. Bir parçada Kürt halkının özgür olması, kendi kendini yönetmesi, Kürdistan’ın bütünü için bir kazanımdır. Bu zihniyetle biz hareket ediyoruz. Bu desteğin sürmesini bekliyoruz. Özellikle medya ve siyasal alanda çalışmalarımız devam edecek. Birlik olmuşuz. Artık biz PYD veya TEVDEM yalnız değiliz. Batı Kürdistan’da bütün Kürtler birleşmiştir.



Türk istihbaratına çalışanları isim isim biliyoruz


Devlet güçlerini Qamişlo’dan gönderme gücünüz var diyorlar ancak buna rağmen geri kalan güçleri zor kullanarak çıkarmıyorsunuz anladığım kadarıyla...

 
Türkiye’de oturan Selah Bedrettin’i biliyoruz. Çok kirli ilişkiler içerisinde özel savaş dairesine bağlı. Zaten iki ay önce bir talimat da Türk Dişişleri Bakanı’ndan Hewler Konsolosluğu’na gönderilmiş ve bu talimatta Selah Bedrettin’in adı geçiyordu. Kürtlere karşı nasıl çalışacağına yer verilmişti. Yine Selahattin Bilal diye biri var, o da Avrupa’da oturuyor. Kirli ilişkileri var. Ara ara Türkiye’ye gidiyor, temaslarda bulunuyor. Bunların ilişkilerini biliyoruz
- Evet doğrudur. Ancak Qamişlo üzerine hassasiyetlerimiz vardır. Burada devlet yandaşı Araplar var ve silahlılar bunlar. Biz burada bir şeyler yaparsak korkumuz Kürt-Arap savaşına dönmesidir. Böyle bir şeyin olmasını istemiyoruz. Devlet güçleri zaten halka yüklenmiyor. Gördünüz işte 25 genci askere götürmek istediler, bizimkiler, halk hemen sokağa çıktı ve alınan gençlere karşı Esad'ın polis ve güvenlik güçlerini gözaltına aldı.

Girkê Legê ve Amudê de de olmuştu sanırım...


- Evet. Bunlar askere gidecek gençlerdir. 19 yaşını doldurmuşlardır, onun için yakalanmışlar. Tabi asker ihtiyacını gidermeye çalışıyorlar ama halk bunu kabul etmiyor, bizler bunu kabul etmiyoruz.


Hâlâ sizlere karşı bir karalama kampanyası yürütülüyor, bunu neye bağlıyorsunuz?


- Bunlar aslında Türkiye merkezli oluyor. Bu grupları biliyoruz. Bunlar özel savaş dairesinin yürüttüğü işler. Türkiye destekli güçler ve Türk istihbaratı daha önce de Esad güçleri ile birlikte hareket ederek Kürtlere karşı uygulanan katliamlarda yer almıştı. Tabii Esad ile sorunlu olmadıklarında bu adamları buraya Kürtlere karşı yerleştirdiler. Şimdi de bu adamlarını devreye koyuyorlar. Eskiden rejime dayanarak bize karşı iktidarla birlikte savaşıyorlardı. Şimdi de iktidarla kavgalı oldukları için yetiştirdikleri grupları bize karşı kullanıyorlar. Ki bunlar zaten biliniyor. Türkiye tarafından kullanıldıklarını, isimlerini de biliyoruz. Kişisel olarak da tanıyoruz bunları. Bunlar para ve silah desteği alarak Kürtler arasında birliğin oluşmaması için uğraşıyorlar. En azından dışa karşı ‘Kürtler birlik değil’ algısı yaratmak istiyorlar.


Bunlar Suriye Kürtleri mi?


- Evet, bunlar Suriye Kürtleridir. Başkaları tarafından kullanılıyorlar. Türkiye’de oturan Selah Bedrettin onu zaten hep söylüyoruz. Çok kirli ilişkiler içerisinde özel savaş dairesine bağlı. Zaten iki ay önce bir talimat da Türk Dişişleri Bakanı’ndan Hewler Konsolosluğu’na gönderilmiş ve bu talimatta Selah Bedrettin’in adı da geçiyordu. Kürtlere karşı nasıl çalışacağına yer verilmişti. Yine Selahattin Bilal diye biri var, o da Avrupa’da oturuyor. Onun da kirli ilişkileri var. Ara ara Türkiye’ye gidiyor, temaslarda bulunuyor. Bunların ilişkilerini biliyoruz. Bu kirli ilişkileri bırakırlarsa onlar için de bizler için de daha iyi olur. Kürt halkı artık her şeyi biliyor, eskisi gibi değil. Onun için bizim Kürtlerin bu oyunlara, Osmanlı entrikalarına gelmemesi gerekiyor.


Bunlar dışında Türkiye’den gönderilen ve sizin tespit ettiğiniz güçler var mı?


- Var, çok var. Eğitilerek istihbarat çalışmaları için gönderilenler oluyor; bunları yakalıyorlar sivil asayiş güçleri ve sorgularını yapıyorlar. Gerçekler ortaya çıkarıldıktan sonra bu kişiler tövbe edip bırakılıyor.


Sınırların durumu ne peki?


- Sınırlar halkın sivil asayiş güçleri ve Yekîneyên Parastina Gel (YPG) güçleri tarafından korunuyor. Biri sivil güçtür diğeri de askeri güçtür. YPG herhangi siyasal bir güce, bir partiye bağlı değil. Bağımsız askeri bir güçtür. Ancak Kürt Yüksek Konseyi’nin işleyişine karşı saygılı olduklarını ve kararlarını uygulayacaklarını belirtiyorlar. Ve uyguluyorlar.

 
Elinizi bölgemize niye sokuyorsunuz!

Türkiye ile doğrudan ya da dolaylı olarak bir diyalogunuz var mı?

- Maalesef resmiyette bir şey olmadı. Türk halkı ile yüzlerce senedir beraber yaşamışız. Türk halkına karşı bir kin beslemiyoruz. Ama Türk yöneticilerin kafasında bir Kürt fobisi var ve hastalık durumuna gelmiştir. Sen kuzeydeki Kürtler ile bir kavga içindesin, onbinlerce can yitirilmiş bugüne kadar. Siz zaten oradaki soruna bir çare bulmuyorsunuz. Orada bir çözüme yanaşmıyorsunuz. Bizlerden ne istiyorsunuz peki. Elinizi dirseğe kadar bizim bölgemize niye sokuyorsunuz. Buradaki rejimle daha önce anlaştınız ve işkencelerle arkadaşlarımızı katlettiniz. Niye peki? Biz size ne yaptık ki böyle yapıyorsunuz. İkincisi de demokratik devrim oluyor; halk neredeyse özgürlüğüne kavuşacak, demokratik bir yönetim gelecek. Biz Suriye’de artık muhalefetle anlaşmışız. Bizim haklarımızı kabulleniyorlar. Anayasal çerçevede kimliğimizi ve Demokratik Özerklik talebimizi kabul ediyorlar. Demokratik Özerklik projemiz yeni bir proje değil 2007’den beri bu proje üzerinde çalışıyoruz. Muhalefet bunu kabul ediyor zaten, siz niye itiraz ediyorsunuz? Niye kalkıp Kürt birliğinden, Yüksek Konsey’den rahatsız oluyorsunuz. Niye Osmanlı padişahlarının entrikalarına yeniden başvuruyorsunuz? Artık Türk halkının da bunu görmesi lazım. Suriye Ulusal Konseyi’ni çağırıyor ilk şart olarak Kürtleri tanımayacaksın diyor. Ulusal Koordinasyon Heyeti’ni çağırmış ilk şart olarak ‘Kürtleri tanımayacaksın’ diyor. Niye bu kadar diretiyorsunuz düşmanlıkta. Bunu anlamak için başbaşa oturup konuşalım. Kürt sorununu Şam’da çözmek istiyoruz Ankara’da değil. Siz Kuzey’deki Kürtlerle Ankara’da nasıl çözmek istiyorsanız sorununuzu, biz de Şam’da çözmek istiyoruz. Niye engel oluyorsunuz. Konuşmak isterlerse biz varız. Çekinmiyoruz. Bunları kabullenmiyorlar. İleri sürdükleri bütün bahaneler gerçek dışıdır. Kendi halkımız bizi destekliyor bunu biliyorlar.

Kandil mi? Gediktepe’de Buluşsak Olmaz mı Tayyip?

Sultan Tayyip nihayet Kürt halkına "doğru yolu" gösterdi: "Kandil’e gidin!" 

"Emrin baş üstüne sağır ve körler sultanı!"


Ama zaten Kandil Kürtlerin. Şemzînan da, Rojava da Kürtlerin. Amed de, Şırnak da, Çolamêrg de. 


"İznin" olursa eğer, Afyon’a ya da Bursa’ya ya da Ankara, İstanbul, İzmir’e gelseler, ne dersin? 


Sultan öfkelenir! Titrer, ulur, anırır. Korkusu budur zaten!


Önerim: Efelenmeyle sorun çözülmez. Gerillanın daveti var: 


"Özel’i de al, gel, Gediktepe’de buluşalım" diyorlar. Yüreğin ve askerin yeter ise, davete icabet et! Korkma, o topraklarda misafirsin ve Kürtler misafir ettiklerine saygılıdırlar.

***


Yazar Maksim Gorki, bir burjuva (ya da egemenin), kendi şahsında bütün "halkın ölümünü sezdiğine" inanır. Çünkü onun için tek gerçek kendi gerçeğidir. "Marazlı bir kendini beğenme ile mest olduğundan, sarhoş bir insan gibi, yıkıldığını göremez, ayağının altından yerin kaydığını hayal eder." 


Sahip olduğu güç nedeniyle her zaman narsisttir, her zaman megaloman. Kendisini çorbanın tuzu olarak görür ve içinde yer almadığı çorbanın tatsız tuzsuz olacağına inanır. Ama gerçekte o, etrafına çirkin kokular salarak bulunduğu alanı kurutan bir asit, toplumsal ilişkilerin bütününü kurutma yeteneği kazanmış bir tuz ruhu’dur.


***


Ve bu tanımın günümüzdeki en tipik örneği Recep Tayyip Erdoğan’dır.


"Kifayetsiz muhteris"dir. Yani büyük idealleri üstlenen ama yeteneksiz bir hırs adamıdır. Zaman zaman Hitler’e, zaman zaman Putin’e benzemeye çalışsa da, çapı buna elvermez. Olsa olsa Çiller’in kullanılmış deneylerinin bir erkek versiyonu olmayı aşamaz. Kullanılmıştır ve başarısızlığı HPG raporlarıyla tescil edilmiştir. Artık belli ki tuz ruhu bile değil ancak tuzun ruhudur.


Silahı, NAZI Propaganda Bakanı Göbbels’den öğrendiği "yalanın gücü", efendisi ABD’nin ve büyük sermayenin desteği ve milliyetçilik kanseriyle biat ruhunu aşamayan büyük çoğunluğun "düşman" kanı üzerinden edinmeye çalıştığı "ulus kimliklenme" ruh halidir.


Din bir araçtır onun için. Dinsel söylem sadece ajitasyon malzemesidir. Ve eşinin kendi ifadesiyle, "Allah’a inanır, ama güvenmez." Onun ahlakında vefa, "mecburiyetten tahammül"; görev, eski mücahitleri yontarak yeni müteahhitler yaratmak; üretim, aile ve yandaş kesesini kabartmak; hizmet, henüz bir ulus kimliğini içselleştirememiş olan Türk’ü daha fazla kan akıtarak daha fazla "kimlik" sahibi yapmaktır.


Irkçı ustası demez mi? "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır!"


4+4+4 sistemini eleştiren aileleri "evladına ihanetle", yasal "rapor" hakkını kullananları "evladım geri zekalı diyor" suçlamasıyla yanıtlar. Ve "ben de babayım, biz de çocuklarımızı yaşı gelmeden okula başlattık" diyerek tam da Gorki’nin tanımına uymak için kendi yarım aklını bilimin yerine ikame eder. Ve böyle bir uygulamanın olmadığı dünyanın gözünün içine baka baka "biz bu 66 ayı söylerken rastgele atmadık ki dünyadaki uygulamalar önümüzde" diyebilecek düşkünlükte cesur bir yalancıdır.


***


Sultan söyledi: "Türkiye Suriye'ye müdahalede bulunmalı mı sorumuza halkın cevabı 'yüzde 58 ile evet'" diyormuş. Hatay-Samandağ mitinginde halk kendi manifestosunu sundu: Basının ısrarla ‘bin’ kişi diye verdiği mitingin videolarla da kanıtlanan en az elli bin kişilik kesimi "Esat’a da Erdoğan’a da yallah" çekti zılgıtlarla süslenen "faşizme karşı omuz omuza" sloganıyla.


***


Baki Gül gitti, bölgeyi gezdi, gördü ve Türk karakollarının kışlalarının durumunu yazdı: "200 kişilik bir askeri birlikte bir gece için 98 asker nöbet tutuyor. Termal kameralar çalışıyor. Merkezi istihbarat, ABD desteği, gözetleme kuleleri, ağır silahlar, tanklar, panzerler ve daha birçok olanak ile korunan karakollar ve askerler gerillanın mücadelesi karşısında ağır kayıplar vermeye devam ediyor."


Çünkü o bölgede özgürlüğe sevdalı bir halk ve onun bağrından çıkan özgürlük gerillaları kendi egemenlik alanlarında halklar için her zaman bir tehlikeyi oluşturan çapulcu sürülerine barınma hakkı tanımıyor.


Artık Kürt halkının özgürlüğünü engelleyebilecek hiçbir güç olamaz. Çünkü bu halk "özgürlüğü" bir politik istem olmaktan çıkarıp, bir kültür öğesi, bir yaşam ilkesi etkinliğine kavuşturdu. Ve Kürt halkı buna rağmen Demokratik Özerklik’te ısrar ediyorsa, artık açık kanıtlarıyla da biliyoruz ki bu istem, Birleşik Demokratik Kürdistan’ın oluşum olanaklarının yoksunluğundan değil, PKK geleneğinin barışa tutkunluğundan; hakların eşitlenmiş koşullarda barış içerisinde ve özgür birlikte yaşamı idealine sevdasındandır.


Sürekli uyardım: Eğer PKK, bütün bölge için kalıcı bir barışın ve insanı temel alan bir özgürlüğün en büyük şansı olarak değerlendirilmeyip, insana değil güce ve paraya tapınan sömürgeci saldırılar sürerse, korkum odur ki artık 200 kişilik karakollarda komutanlar dışında herkes nöbette olacaktır.


Ama yine de biliyorum ki korkunun ecele yine de faydası yoktur.


İnsanlığın tek seçeneği var: Ya barış, ya da barış!


XWE METİN AYÇİÇEK

Kanunsuz Recep

AHMET KAHRAMAN

Aşağıdaki sözler Türk Başbakanı (diktatörü de diyebilirsiniz) RT Erdoğan'a aittir. Konuştuğu yer, parlamentodaki temsilcilerinin toplantısı konu ise Türk parlamentosundaki Kürt temsilciler…
"Yargıya, zaten gerekeni söyledik. Yargı da gerekeni yapıyor. Biz de parlamentoda gereği neyse, onu yapacağız."


Diktatörlük, orduyu, yargı, polis, medya ve ekonomik gücü tek emir altında toplamakla olur. TC dahil, tekmil dikta rejimlerinin işleyişi böyledir. Türk rejimi, 1950 sonrasında demokrasi yalanıyla perdelendi ama, kuruluşu üzere, demokrasi ikliminin kıyısına asla yanaşamadı. Dikta yasa ve kurallarıya tıngır mıngır yuvarlana geldi.


Fakat, diktatörlerin de bir utanması, yüzlerinde kızaran ardamarı vardı. Hitler ve Musolini bile göğsünü kabarta kabarta "yargıya zaten gerekeni söyledik" diyerek, yargıçları rejimin emir kulu, "infaz eri" göstermedi. Atatürk, gazeteciler Hüseyin Cahit Yalçın ve Ahmet Emin Yalman’ın ipten döndürülmesi, asılması istenenlerin ipi göğüslemesi örneğine rağmen, yeri ve zamanı geldiğinde "adaletimiz bağımsızdır, arkadaşlar" dedi.


Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Doğan Güreş "triumvira"sının Kürdistan’da orduyu, adliye, polis ve mafya çetelerini bir arada kullandığı günlerinde (1990’lar) Demirel, Kürdistan temsilcileri parlamentodan hapishaneye sürüklenirken, "yargıya gerekeni söyledik" dememiş, "yargı bağımsız" demişti. 


Hepsi utanma bir yana, en azından biri çıkar, "anayasayı yok saydın" diyerek hesap soracağından çekindi. Hiç biri, "Kanunsuz Recep" gibi "gerekeni söyledik" (emir verdik) diyerek, yargıyı rejimin hukuk memuru yapacak kadar kendinden geçmedi. Mevcut Anayasayı yok sayma suçudur, bu. Ama korkunun egemenliğinde hesap soran kim? Üstelik ilk anayasa suçu da değil.


Parlamento kararı olmadan, Suriye’ye savaş açması da Anayasa suçuydu. Bir katili (Sudan’ın El Beşeri) ağırlaması insanlık suçu…


"KCK operasyonu" adıyla Kürtlerin toplu tutuklanması da "yargıya gerekeni söyledik"in sonucuydu. Ama anlatılamıyor, kimileri hala "bağımsız yargı" diyebiliyordu.


Kürdistan’da evrensel yasaları çiğneyerek, savaş suçu bombalar kullandığı iddiaları karşılıksız kaldı. Roboskî’de, 34 masum insanın katli de…


Çünkü ordu, adliye, polis üçgeniyle korku rejimini kurmuş, medya ve ekonomik iktidarı emir altı etmiş, AKP’nin derin devleti korku imparatorluğunu kurmuştur.


AKP’ye oy veren Türk halkının büyük bir kesimi, zaten diktatörlükten hoşlanıyor. "Bize Atatürk gibi biri lazım" ya da mahalle kahvehanelerinde ortada yuvarlanan "üç, beş kişiyi asacaksın, bak nasıl düzelir her şey" sözleri, bu özlemin ifadesidir.


Geçmişteki "Milliyetçi Cephe" iktidarları da bu kafanın bileşkesidir. Bugünkü AKP, MHP toplamına, CHP’deki bir kesimi eklerseniz, dikta özlemcilerinin oranı yüzde 75’e çıkmaktadır.


 RT Erdoğan, halk gerçeğini bildiği özlemleri emzirip doyuruyor, "kanunsuz Recep" rolüne ivme verdikçe, oyları artıyor. Bu sayede, kafasının orta yerine yerleştirdiği Devlet Başkanlığı makam sevdası, biraz daha yakınlaşıyor.


Kürdistan meselesinde, "daha çok kan" yolunu seçip, "çok insan öldürdük" demesi de, diktatör sevenleri tatmin hamleleridir. Onları sevindirdikçe, başını döndürüp, güdülerini altına alan, aklını uçuran devlet başkanlığı sevdası ile güç kazanıyor. Onun için de demokrasi vız gelip, tırıs gitmekte, hukuku örten çul savrulup, ortaya çıkan dikta çıplaklığı ışıldamaktadır.


Nasıl olsa hesap soran, yoluna çıkan, engel koyan yok; gerçekleri itiraf zamanıdır. Artık her şey aleni…


RT Erdoğan, devlet başkanı olma hırsıyla, yokuş aşağı freni patlayıp dağılmış kamyon misali, önüne çıkanı devirerek, pimi çekilmiş bomba gibi patlayarak ortalığı toz bulutuna boğuyor. Güç elindeyken, gözü başka bir şeyi görmüyor. Duman bulutunun gerisindeki insan çığlıkları, kan nehirleri umrunda değil. Yeter ki, başkan olsun…


Basında muhalefet edip, insanlık vicdanını arayan Altan ailesini itibarsızlaştırmak için, Orhan Miroğlu adındaki eski bir itirafçıyı ortalığa salıyor. Ayrıldığı her kapıya pisleyen, derin devlete hizmetle Musa Anter'i koluna takıp, cellatlara götüren bir itirafçı…


Hukuk mu? Bu ortama yakışan hukuk çoktan guguk oldu. 1990’larda, "milliyetçi mafya" vardı. Hayatını kurtarmak isteyen insanları teknelere doldurup, denizde boğuyordu. Bugün "Türk-İslam mafyası" 61 kişiyi bir çırpıda denize döküyor. Polis, tecavüzcü polisleri kovalıyor, yargı hepsini salıveriyor.


Kürdistan dağları kan içinde, ama Erdoğan, yargıya emir vermiş. Yargı Parlamento'daki bir kaç Kürt temsilcinin dokunulmazlığını kaldırma isteminde bulunacak. O da gereğini yapıp, hepsini cezaevine gönderecek. Böylece Kürdistan sorunu, bir kere daha baba, ata usulüyle geriden halledilmiş olacak, onunsa devlet başkanlığı hayalleri güçlenecek..


Bunun yol olmadığını, öncekilerin de deneyip, hüsrana uğradığını anlayacak akıl mı? Kürdistan kapılarının bütünüyle kapanacağını anlayacak feraset nerede!..


Olanı devlet başkanlığı güdüsünün hırsı yedi, çoktan bitirdi. Bunlardan her şey beklenir.

Karayılan: Artık Kürt Halkı İçin Özgürlük Zamanı

Almanya’nın Mannheim kentindeki 20. Kürt Kültür Festivali’ne görüntülü bir mesaj gönderen KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, her Kürdistanlının kendini yok sayan devlete karşı tutum sahibi olmasını isteyerek, “Tek bir yol vardır. Eğer bizimle birlikte yaşamak istiyorlarsa Önder Apo’nun özgürlüğünü ve Kürdistan’ın özerkliğini kabul edecekler. Artık Kürt halkı için özgürlük zamanıdır” dedi.

Karayılan BDP’lilerin hedef gösterilmesine de değinerek, “Şu bilinmeli ki bu siyaset gerillanın AKP’li parlamenterler ve siyasetçileri tutuklama Kürdistan’a girmelerini yasaklama hakkını doğuruyor” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Almanya’nın Mannheim kentinde gerçekleşen 20. Kürt Kültür Festivali’ne görüntülü bir mesajla katıldı.

Karayılan, Kürt Özgürlük Hareketi adına festivale katılan yüzbinden fazla Kürdistanlı ve dostlarını selamladı.

Festival alanında büyük bir ilgiyle izlenen ve sık sık sloganlarla karşılık bulan mesaj şöyle:

YENİLEN AKP’NİN KENDİSİ OLDU

“Kürt Özgürlük Mücadelesi yeni bir döneme girdi. Önümüzdeki süreç oldukça değerli. Her günü ve her anını istenilen düzeyde değerlendirmek gerekiyor. Artık mücadelemiz özgürlük ve zafer aşamasındadır. Bir yıl önce Türk ve İran orduları hareketimize karşı bir saldırı içindeydiler. Bu saldırıların amacı yeniden dizayn edilmekte olan Ortadoğu’da Kürt halkının kazanım elde etmesini engellemek, zayıf bırakmaktı. Güney Kürdistan’ı siyaset ve diplomasi yoluyla kontrol ederken PKK’ye karşı da bir savaş yürütüp PKK’yi tasfiye etmeyi planladılar. Aynı zamanda Kürt siyasetini ve BDP’yi zayıflatıp teslim almak istediler. Önder Apo bu oyunu ve planı deşifre etti ve karşısında tutum aldı. Bu nedenle Önder Apo üzerinde 407 günden bu yana ağırlaştırılmış tecrit ve psikolojik işkence devam ediyor.

Türk sömürgeciliğinin saldırılarına karşı Önder Apo İmralı’da direniyor. Kürdistan ve Türkiye’deki tüm cezaevlerinde direniş var. Kürt siyasetçileri bu saldırılara karşı direniyor. Halkımız sokaklarda direniyor. Kürt özgürlük gerillası özgürlük yürüyüşünde yeni bir hamle başlattı. AKP sömürgeciliğinin politikası başarılı olmadı. Onlar Kürdistan gerillasını Tamil gerillaları gibi tasfiye etme hesabı yapıyordu ancak yenilen AKP’nin kendisi oldu. Mevcut durumda AKP’nin ezberi tamamen bozuldu. Siyaseti yerle bir oldu. Bunun karşısında hareketimiz öncülüğünde gelişen direniş Kürt halkını güçlendirdi. Şimdi birçok alan gerillanın kontrolü altında. Özgürlük hamlesi gelişerek büyüyor. Batı Kürdistan halkı özgürlüğünü elde etme konusunda oldukça önemli bir adım attı.


‘YALANLARLA GERÇEKLERİ DEĞİŞTİREMEZSİNİZ’

Hareketimiz öncülüğünde geliştirilen bu direniş her yerde Kürt siyasetinin, Kürt halkının elini güçlendiriyor. Kürdistan’ın tüm parçalarında ciddi bir büyüme söz konusu.

AKP hükümeti gerilladaki bu gelişim düzeyini inkar edemediği için bu gelişim düzeyini dışarıdan destek var şeklinde izah etmeye çalışıyor. İran’ın Suriye’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ne destek verdiğini iddia ediyor. Halbuki bundan bir yıl önce bahsedilen bu devletlerin tamamı bize dönük saldırı pozisyonundaydı. Hakikat şu ki tüm sömürgeci güçler Kürt halkının özgürlük mücadelesinde geldiği bu düzeyin karşısındadır.

Türk devletinin bahsi geçen bu her iki devletle arasında ciddi çelişkileri söz konusudur. Türk devleti mevcut durumda Suriye’ye karşı bir savaş yürütüyor. İran ile arasında çelişkileri de vardır. Ancak bu nedene dayanarak bu devletlerin bize yardım ettiğini iddia etmek büyük bir yalandır. Türk devleti bu yalanlarla gerilladaki büyümenin görünür kılmasını engelleme hareketimizi uluslararası arenada karalama peşindedir. Aynı zamanda ABD Avrupa ve uluslararası güçlerin karşısında hareketimizi hedef haline getirmek istiyor. Bu nedenle böyle yalanlar ortaya atıyor.


‘BDP YALAN SİYASETİNE TESLİM OLMADI’

BDP’li parlamenterlerin Şemzinan’daki yol kontrolü esnasında gerillalarla karşılaşıp tokalaşmasını bu kadar büyütmelerinin nedeni de budur. Çünkü onlar herkesin gerillayı düşman gibi görmesini istiyor. BDP Eşgenel Başkanı Demirtaş’ın Kürdistan’da bazı alanların gerillanın denetiminde olduğunu söylemesini de bu nedenle kaldıramıyorlar. Yani Türk yetkilileri BDP’li parlamenterlerden açıkça yalan söylemesini istiyor. Kısacası Türk devletinin kurulduğu günden bu yana kendini ayakta tutan zihniyetin, tarzın devam etmesini istiyorlar, bu yalanın deşifre edilmesini istemiyorlar. Şimdi de deniliyor ki neden doğruları dile getiriyorsunuz. BDP’li parlamenterler gerçekleri dile getirdiği için yalan söylemediği için, direndiği ve bu yalan politikasına teslim olmadığı için bu kadar hedef haline getiriliyor.

Şu bilinmeli ki bu siyaset gerillanın AKP’li parlamenterler ve siyasetçileri tutuklama Kürdistan’ı yasaklama hakkını doğuruyor. Halkımız ve Önderliğimiz üzerinde bir zulüm politikası var. Kürt halkının tüm değerleri tasfiye edilmek isteniyor. Alevi halkımız tehditlerle yıldırılmak isteniyor. Adıyaman ve Malatya örnekleri var. Alevilerin Kürt ulusal değerlerinden, Özgürlük Hareketi’nden uzaklaştırılmasını hedefliyorlar. Ezidi halkımızın tamamı Avrupa’ya göçertildi. Sünni kesim üzerinde de türlü oyunlar var. AKP, Hizbullah ve Fethullah gibi oluşumlarla, kırk türlü politika ile halkımızın dini duyguları üzerinde bir politika yürütüyorlar. Bu yöntemlerle teslim almadıklarını da ezerek tasfiye etmeyi amaçlıyorlar.

‘TEK BİR YOL VAR...’

Bu yöntemlerin hiçbiri sonuç vermeyecek bundan önceki sömürgeci güçler bu politikaları denediler. Daha önce sonuç vermedi, bundan sonra hiç vermeyecek. Tek bir yol vardır. Eğer bizimle birlikte yaşamak istiyorlarsa Önder Apo’nun özgürlüğünü ve Kürdistan’ın özerkliğini kabul edecekler. Bunun dışında bir çözüm yöntemi yoktur. Bu şekilde eşit bir çözüm yöntemi ile Türkiye sınırları içinde birlikte yaşayabiliriz. Çözüm ancak bu şekilde olur. Bunu kabul etmedikleri sürece onların sömürgesi altında yaşamamız mümkün değildir. İşte böyle bir süreçte herkesin tavrını netleştirmesi gerekir.

İçinden geçtiğimiz süreç oldukça önemli ve normal ölçülerle karşılanmayacak kadar olağanüstü nitelikleri içinde barındırıyor. Herkesin bu gerçeği bilmesi gerekir. Devrim sürecindeyiz ve her yurtsever Kürt elini taşın altına koymalı.


‘HER KÜRT TAVIR SAHİBİ OLMALI’

Kürtler olarak anadilinde konuşmak bizim de hakkımız. Böyle söylüyorsak o zaman birincisi; Kürtler olarak devletle Kürtçe diyaloga geçmeliyiz. Devletle muhatap olunan her an Kürtçe konuşulmalı. İkincisi; yeni eğitim dönemi başlıyor. Madem anadilimizi istiyoruz o zaman asimilasyonun başladığı bu okullara gidilmemeli. Kimse çocuklarını okullara göndermemeli Kürt gençleri okullara gitmemeli. Üçüncüsü Kürt gençleri askere gitmemeli. Türk ordusu Kürt halkının geleceğini karartmak için bir savaş yürütüyor. O zaman her yurtsever şunu söylemeli: Orada bir savaş var askere gitmemeliyim! Bunu söylemek onun en doğal hakkıdır. Eğer kardeşin kardeşi öldürmesini istemiyorsa her Kürt genci böyle bir tavrın sahibi olmalıdır. Bu aynı zamanda Türkiyeli devrimcilerin de alması gereken bir tutumdur. Ama herkesten önce bu, Kürt gençlerinin alması gereken bir tutumdur.

Dördüncüsü Kürtler artık devletin adalet sistemiyle ilişkisini tamamıyla kesmeli. Sorunlarını kendi içerisinde çözmeli. Bu şekilde devletle olan tüm ilişkilerini kesmeli. Yani halkımız toplumsal olarak Türk sömürgeciliğinin karşısında tutum almalı onu işlemez hale getirmelidir. Bugün Kürdistan özgürlük gerillası bir hamle geliştirdi ancak özgürlük sadece gerillanın savaşımı ile elde edilemez. Özgür yaşamak isteyen her Kürt üzerine düşeni yapmalı.

‘ARTIK ÖZGÜRLÜK ZAMANI’

Kürdistan’da böyle bir tutumun ortaya çıkabilmesi için Avrupa’da yaşayan yurtseverlerimizin üzerine düşen görevler de vardır. Avrupalı devletlerin çifte standardını engellemek için

Kürdistan’daki devlet terörü karşısındaki ikiyüzlülüğün ortaya çıkması için çalışmalı.

Avrupa’da bir buçuk milyon Kürt yaşıyor. Her bir Kürt yurtseveri bir diplomat gibi çalışmalı. Orada Kürt özgürlük hareketinin bir üyesi temsilcisi gibi çalışma yürütmeli. Tarihi bir sürece girdik. Avrupa’da yaşayan Kürtler devrim içinde şimdiye kadar önemli bir rol oynadı. İnanıyoruz ki bundan sonra da bu rolü oynayacak. Siyasi ve diplomatik maddi ve manevi her açıdan ciddi bir destek sunacaklarından şüphe duymuyoruz. Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürleştirilmesi mücadelesinde en yüksek düzeyde rol oynayacaklarına inanıyoruz. Şemzinan ve Botan’da gösterilen gerilla direnişine sahip çıkacağına, özgürlük gerillasını güçlü sahipleneceklerine, şehitlerini görkemli bir biçimde sahipleneceklerine inanıyoruz.

Hareketimizin güçlenmesi halkımızın desteğiyle birebir bağlıdır. Tüm barış demokrasi ve özgürlük isteyen güçlerin desteği de bizim için önemli. Ve inanıyoruz ki Kürt halkının özgürlük hamlesi mutlaka sonuç verecektir. Türk devletinin geliştirdiği oyunlar ve tuzakların bizim için bir anlamı yoktur. Artık Kürt halkının ve Önder Apo’nun özgürlük zamanı gelmiştir. Kimse özgürlük yürüyüşünü engelleyemez tarihin akışını durduramaz. Kürt halkı mutlaka kazanacak, Kürdistan özgürleşecektir.”


ANF

HPG: Gerilla Her Yerde Düşmana Darbe Vurma Kabiliyetine Sahiptir


HPG Anakarargah Komutanlığı, gerillaların Şemdinli-Çukurca-Beytüşşebap’ta gerçekleştirdikleri devrimci harekata dikkat çekerek, “Kürt Özgürlük gerillası her alanda düşmana ezici darbeler vurma kabiliyetine sahiptir” dedi.

HPG Anakarargah Komutanlığı, artan gerilla eylemlilikleri ile Türk ordusu ile AKP hükümetinin eylemler karşısında başvurduğu “yalan ve gerçekleri halktan gizleme” çabalarına ilişkin açıklamada bulundu.

Açıklamada, Kürt halkının 30 yıllık mücadelesinin bir sonucu olarak “özgürlük iradesinin kendini her zamankinden daha fazla dayattığı, yine sömürgeci ve inkarcı politikaları anlamsızlaştırdığı” bir dönemde ‘sömürgeci’ Türk devletinin başbakanının hala “artık Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” diyebildiğine dikkat çekildi.

“AKP hükümeti ve Türk devleti bu biçimde gerçek niyetini ortaya koyarak Kürdistan halkına ve mücadelesine terörist muamelesi yapmakta, bu temeldeki devlet terörünün her türlü biçimini uygulamakta ve soykırım saldırılarını sürdürmede ısrar etmektedir” denilen açıklamada, AKP hükümetinin Sri Lanka’nın Tamil halkına yönelik uygulandığı katliamlardan ilham alarak geçen yıldan bu yana saldırılarına ara vermeden devam ederken bu şekilde sonuç almayı hedeflediği ifade edildi.

HPG Anakarargah Komutanlığı, açıklamanın devamında şu hususlara dikkat çekti: “Başta Önderliğimizin destansı direnişi olmak üzere, halkımızın büyük fedakarlık ve özveriyle Önderliğine ve mücadelesine gösterdiği bağlılık ve iradeli duruş, yine bahardan bu yana gerilla güçlerimizin büyük cesaret ve fedai ruhla soykırım operasyonlarına karşı sergilediği görkemli direniş bu saldırıları sadece sonuçsuz bırakmamış, tüm sömürgeci girişimleri darmadağın etmiş, bu saldırıların karar vericilerini acz içinde bırakmıştır.

Bahar aylarından itibaren Amanos’tan Serhat’a, Dersim’den Botan’a kadar geliştirilen gerilla direnişi Şitazin, Şemzinan ve Çele’de geliştirilen devrimci harekatlarla Kürdistan gerillasının nelere muktedir olduğunu göstermiştir. Her ne kadar Erdoğan’ın “gerçekleri hiç vermeyin” tehdidine dayanarak özel savaş medyası ve hükümet yetkililerinin yalanlarıyla bu gerçekleri halktan gizlemeye ve özellikle Şemzinan ve Çele harekatlarını dış güçlerin desteğine bağlayarak çarpıtmaya çalışsalar da Beytüşşebap harekatımızla gerçekler çıplak bir biçimde gün yüzüne çıkmıştır.

Botan sahamızın Beytüşşebap ilçesindeki bütün askeri ve güvenlik kurumlarının hedeflendiği Şehit Adil ve Şehit Nuda Devrimci Harekatı'nda gerillamızın vurduğu ezici darbeler Türk devletinin ve yalancı medyasının bütün yalanlarını bir kez daha deşifre etmiştir. Kürdistan gerillası öz gücüne dayanarak ve Kürdistan halkının büyük desteğini arkasına alarak sömürgeci sistemin ve AKP’nin dayattığı soykırımcı savaşın Kürdistan’da yenilgiye mahkum olduğunu göstermiştir.

Harekatın ismini aldığı Şehit Adil yoldaşımızın saldırı ruhuna sahip gerillalarımız 2 Eylül günü Beytüşşebap’taki tüm askeri hedefleri ve devlet kurumlarını kapsayan devrimci harekatla düşman hedeflerini ele geçirmiş, büyük zayiatlar verdirmiştir. Gerillalarımız daha sonra da bu harekatla elde ettiği hareket inisiyatifini 5-7 Eylül arasında ilçe çevresinde ve Kato Marinos alanına yönelik düzenlenen operasyon girişiminde etkili ve sarsıcı vuruşlar gerçekleştirerek devam ettirmiştir.

Bir haftaya yakın bir süredir Beytüşşebap ve Katolarda sergilenen başarılı direniş, Kürdistan gerillasının ülkenin sadece bir bölgesi ya da köşesinde değil; dün Şemzinan ve Çele’de, bugün Beytüşşebap’ta gösterdiği gibi yarın Kürdistan’ın başka bölgelerinde yapabileceğini kanıtlamıştır. Diğer taraftan hem ilçe baskınında hem de operasyon girişimini püskürtmede sergilenen kapasite, disiplin, manevra kabiliyeti, güçlü ve sonuç alıcı vuruş tarzı noktalarında gerillanın ulaştığı düzeyi göstermektedir. Dayanılan gelişkin teknolojiyle, seçme birliklerle ve en yetkili komutanlarının koordinesiyle yürütülen bu savaşta düşmanın gerillalarımızın gösterdiği performans karşısında dayanma gücü ve başarma şansı olmadığı bir kez daha gösterilmiştir.

İlçeye yönelik gelişen kapsamlı saldırı ardından Beytüşşebap halkımızın şehit yoldaşlarımıza büyük bir cesaret ve fedakarlıkla sahip çıkması ve Türk sömürgeci ordusuna gösterdiği tepki, yine Hakkari’de içişleri bakanına karşı gösterilen tavır, Kürdistan serhildanının yeni bir aşamasının başlangıcında olunduğunu da göstermektedir. Hakkari ve Beytüşşebap halkımızın bu onurlu duruşunu selamlarken bütün Kürdistan halkının Beytüşşebap ve Hakkari halkımızın bu büyük direnişini örnek alarak böyle bir tutum sahibi olması gerektiğini belirtiyor ve bunu başarıyı getirecek yeni mücadele döneminin bir gereği olarak görüyoruz. “


HPG Anakarargah Komutanlığı, açıklamanın sonunda Kürt gençlerini gerilla saflarına katılmaya, koruculara ise operasyonlara katılmayarak silah bırakmaya çağırdı: “Başta Botan gençliği olmak üzere tüm Kürdistan gençliğini hiçbir yaşam alanı bırakmayan ve nefes aldırmayan sistemi reddederek devrimci harekat karşısındaki tarihi misyonuna sahip çıkarak gerilla saflarına katılmaya çağırırken bir kez daha bölgedeki korucuları da bölgedeki operasyonlara katılmamaya ve koruculuğu bırakmaya çağırıyoruz.”


ANF