20 Eylül 2011 Salı

Kürdlere Karşı Üretilen Özel İnternet Virüsü Bulundu


Mîrê Navtorê / 


     İnter net ve bilgisayar güvenliği bütün kullanıcılar için önemli bir yer tutuyor. Ama kürd internet kullanıcılarını buna ek özel bir tehlike bekliyor: kürdlere özel yazılmış bir virus, daha dogrusu trojan. Trojan ile virus arasındaki en büyük fark virusun calişir calışmaz vereceği zararı vermesi ama trojanın bir casus gibi uzun süre görünmez kalıp bütün önemli bilgileri başkalarına aktarmasıdır. Dolayısıyla trojanlar klasik viruslerden çok daha tehlikelidir.

2010 yılı ortalarında, 1998'de cezaevinde bedenini ateşe veren bir kürd tutsağı(Sema Yüce) anmak amacıyla slideshow görünümünde bir ekran koruyucu bir çok kürde E-mail yoluyla gönderildi. Gönderilen emaildeki eklenti caliştirildiği zaman gerçekten ortaya bir ekran koruyucu çıkıyor ve söz konusu kişinin resimleriyle beraber anma textleri geliyor. Arkaplanda kürdçe müzik eşliğinde calişan bu sunumdan normal bir kullanıcının şüphelenmesi zaten beklenmez.

Aslında bu ekran koruyucu cok tehlikeli bir trojanı beraberinde getiriyor. Ancak bu seferki internette rastgele dolaşan viruslerden ve trojanlardan farklı olarak sadece kürdlere özel yapilmiş bir trojan. Şifreleri çalıyor, ekranda görünen herşeyin kopyasını alıyor, gizlice mikrofon ve webcam çalıştırmak suretiyle kurbanın evini sürekli gözetleyebilecek tehlikeli bir düzeye ulaşabiliyor.

Bu virus dikkatli bir kürd güvenlik uzmanı tarafından şüpheli bulunup incelendikten sonra ortaya çıkarıldı. Bazı antivirus firmaları tarafından da farkedilmesi sağlandı. Teknik detaylarını aşagıda okuyacağınız bu virus ve benzerlerinin zararlarından sakınmak için:

- Şüpheci olun, email sevdiklerinizden de gelse virus içerebilecegini unutmayın
- Herşeye tıklamayın çünkü zararlı virus ve trojanlar bir tıklama uzağınızdadırlar
- Anti-Virus programları gereklidirler ama sadece antivirus birşey göstermediği için %100 güvende değilsiniz
- Internetle, özellikle de güvenlikle ilgili teknik haberleri takip edin
- Windows dahil bütün programlarınızı güncelleyin
- Kolay kırılamayan uzun şifreler tercih edin
- Aynı şifreyi her yerde kullanmayın
- Content Management System kullanıyorsanız mutlaka zamanında güncelleyin
- Kendiniz kod yaziyorsaniz kodlarınızın Exploit, SQL Injection, Cross Site Scripting, File Inclusion Attack gibi yöntemlere karşı dayanıklı olmasına dikkat edin
- Websitenizin güvenliğini belli aralıklarla test edin
- Webmaster olarak site güvenliginden de sorumlu oldugunuz için bu alanda kendinizi yetiştirmelisiniz

Bu viruse maruz kalan kullanıcılar kürd güvenlik uzmanına burdan ulaşabilirler: mirenavtore@gmail.com

Bir anti-kürd trojanın teknik analizi

Geçmişte kürd kişi ve kurumlarına ait bir çok websitesi, email hesabı ve çeşitli üyelikler hacklendi. Bu yazıda saldırılardan birini detaylı bir şekilde analiz ederek kulislerin ardına bir göz atacağız. Saldırganlar nasıl bir yol izlediler?

18.06.2010 tarihinde içinde trojan(casus virus/truva atı) olan email bir çok kürde gönderildi. Ancak trojan kendisini faydalı bir screensaver olarak gösteriyordu ve "Şehid Sema Yüce için screensaver" adını taşıyordu. Bu ekrankoruyucu özellikle kürdlere zarar vermek için yazılmıştı ve antivirus programlarının %80i tarafından farkedilemiyordu bile. Bu yüzden saldırganlar rahatlıkla kurbanların şifrelerini ve önemli bilgilerini çalabiliyor hatta internet üzerinden web kameralarını ve mikrofonlarını çalıstırarak onları gizlice gözetleyebiliyorlardı. Dikkat cekmemek için hackledikleri bir kürd sitesini kullanarak virusu yayıyorlardı.

Analize baslayalim; kürdlere gönderilen o e-mail şöyle görünüyordu:


E-mail görünüşe göre jinen.azad1@gmail.com tarafından Sema Yüce'yi anmak için gönderilmiş. Sema Yüce (Serhildan) 1992 yılında yakalanan ve 21.03.1998 tarihinde Newroz'da bedenini Çanakkale cezaevinde ateşe veren bir kürd gerillası. Emaili bu içerikle okuyan bir çok kişi fazla düşünmeden ekran koruyucuyu çalıstırmıslardır. Elbette aslında arkaplanda bir trojan çalıstırdıklarını bilmeyeceklerdi. Detaylarına sonra dönecegiz. Bu tür saldırılara "Social Engineering" deniyor. Dünyaca ünlü hacker Kevin Mitnick de bu yöntemleri kullanmıştı. 
E-Mail Header analizi
 
E-Mail Header kısmına bakıldıgı zaman saldırgan ile ilgili çok bilgi görünmüyor. Sadece görünüşe göre jinen.azad1@gmail.com tarafından gönderilmiş. Daha fazla bilgiye ulaşmak için detaylara bakıyoruz. Alıcının email adresini burda AAAAAAAAAAAAA ile değiştirdik ki kendisi için risk oluşmasın. Önemli bilgiler bold olarak vurgulanmiş durumdadır. Base64 ile kodlanmış mail eklentisi de yer tutmaması için kısaltıldı.

Delivered-To: AAAAAAAAAAAAA
Received: by 10.223.104.5 with SMTP id m5cs85135fao;
Fri, 18 Jun 2010 02:21:53 -0700 (PDT)
Received: by 10.223.20.216 with SMTP id g24mr589835fab.63.1276852909391;
Fri, 18 Jun 2010 02:21:49 -0700 (PDT)
Return-Path:
Received: from srv35.tophost.ch (srv35.tophost.ch [194.150.248.130])
by mx.google.com with ESMTP id a24si11279218fak.45.2010.06.18.02.21.47;
Fri, 18 Jun 2010 02:21:49 -0700 (PDT)
Received-SPF: fail (google.com: domain of webmaster@yourdomain.com does not designate 194.150.248.130 as permitted sender) client-ip=194.150.248.130;
Authentication-Results: mx.google.com; spf=hardfail (google.com: domain of webmaster@yourdomain.com does not designate 194.150.248.130 as permitted sender) smtp.mail=webmaster@yourdomain.com
Received: from aduran by srv35.tophost.ch with local (Exim 4.69)
(envelope-from )
id 1OPXlh-00022B-Gu
for AAAAAAAAAAAAA; Fri, 18 Jun 2010 11:21:46 +0200
To: AAAAAAAAAAAAA
Subject: Şehid Sema Yüce
From: Jinen Azad
Reply-To: Jinen Azad
Message-ID: <491e2ff688a5c7f82ab051e693e2224a@adil-duran.com>
X-Priority: 3
X-Mailer: Attachment Mailer [version 1.2]
MIME-Version: 1.0
Content-Type: multipart/mixed;
boundary="b3bc309e98b292b14d857e2cf103aa4c"
Date: Fri, 18 Jun 2010 11:21:45 +0200

X-AntiAbuse: This header was added to track abuse, please include it with any abuse report
X-AntiAbuse: Primary Hostname - srv35.tophost.ch
X-AntiAbuse: Original Domain - googlemail.com
X-AntiAbuse: Originator/Caller UID/GID - [32220 32002] / [47 12]
X-AntiAbuse: Sender Address; Domain - yourdomain.com
X-Source: /usr/bin/php
X-Source-Args: /usr/bin/php /home/aduran/public_html/images/mail2/attach_mailer_example.php
X-Source-Dir: adil-duran.com:/public_html/images/mail2

This is a multi-part message in MIME format.
--b3bc309e98b292b14d857e2cf103aa4c
Content-Type: multipart/alternative;
boundary="af26690d91bea8e3df70ce85b2aa4773"
--af26690d91bea8e3df70ce85b2aa4773
Content-Type: text/plain; charset=UTF-8; format=flowed
Content-Transfer-Encoding: 8bit


--af26690d91bea8e3df70ce85b2aa4773
Content-Type: text/html; charset=UTF-8
Content-Transfer-Encoding: 8bit

SEHID SEMA YÜCE'YI SAYGIYLA ANIYORUZ
98’in Martinda gerçeklestirdigi büyük eylemiyle, kendini özgürlük atesiyle yakarak küllerinden yeniden yaratmak istemistir. 8 Marttan Newroza uzanan bir köprü olmak istemistir. Kendisinden önce bu sevda ugruna kendini küllerinden yeniden yaratan yoldaslarini uzun bir süre boyunca incelemis, onlarin izinden giderken böylesi eylemliliklerin kendini asma siniri oldugunu kendide yasayarak ögrenmisti. Eylem yaptiginda sehit düsmemis, çok derin acilara yol açacak yaniklarina ragmen, sehit düstügü 17 Haziran tarihine kadar da, moralini ve iradesini çok yüksek tutarak, normal düsünen, siradan yaklasan insanlarin anlayamayacagi bir durus içerisinde olmustur.
O’nu bu eyleme götüren derin yasam anlayisini ve büyük askini anlatan mektuplariyla, tarihe adini asinmayacak bir biçimde yazdirdi, bu mektuplardan ve Sema yoldasin resimlerinden olusan ekran korucuyu sizlere de gönderiyoruz. Sema Yüce yoldasimizi anmak için sizde bu ekran korucuyu bilgisayarlariniza yükleyin.

Not: Ekran Koruyucu Ektedir.



--af26690d91bea8e3df70ce85b2aa4773--

--b3bc309e98b292b14d857e2cf103aa4c
Content-Type: application/octet-stream;
name="SemaYuce.rar"
Content-Transfer-Encoding: base64
Content-Disposition: attachment;
filename="SemaYuce.rar"

UmFyIRoHAM+QcwAADQAAAAAAAACoyXTAgCwA7lA1ADrgNQACgZxbeXx40TwdMwwAI AAAAFNlbWFZdWNlLmV4ZSQd1VUMi
NnYGlo5ngmTJJhMwDIEEiEEis GCCshkFkAySKkHIRMwECRarLHFbRhzkRtkDJeSQzJwwV/dNaFrWtvVt6b1W2l6qiNWjIR
uSClAQKsaPgFpVzHCrCsoYLAzv9m8hJni1rfOZC...
...ARaFlBcXBeC9k92bP/96+QL7dHrT/E7enTr8j0H+X/4gxD17AEAHAA==
--b3bc309e98b292b14d857e2cf103aa4c--

Asağıdaki satıra baktığımız zaman emailin aslında Gmail tarafından degil src35.tophost.ch tarafından gönderildiğini görüyoruz:

Received: from srv35.tophost.ch (srv35.tophost.ch [194.150.248.130])

Spama maruz kalan bazı websiteleri tedbir amacıyla header kısmına extra bilgi ekliyorlar:
X-AntiAbuse: This header was added to track abuse, please include it with any abuse report
X-AntiAbuse: Primary Hostname - srv35.tophost.ch
X-AntiAbuse: Original Domain - googlemail.com
X-AntiAbuse: Originator/Caller UID/GID - [32220 32002] / [47 12]
X-AntiAbuse: Sender Address; Domain - yourdomain.com
X-Source: /usr/bin/php
X-Source-Args: /usr/bin/php /home/aduran/public_html/images/mail2/attach_mailer_example.php
X-Source-Dir: adil-duran.com:/public_html/images/mail2

Yukardaki bilgileri incelediğimiz zaman mailin aslında su script tarafından gönderildiğini öğreniyoruz: "/home/aduran/public_html/images/mail2/attach_mailer_example.php". Bu lokal adresin internetteki konumu da sudur:
"http://www.adil-duran.com/images/mail2/attach_mailer_example.php"
Test edelim çalisiyormu?




Görüldüğü gibi trojan bu script ile gönderilmiş. Script kodlarında dikkat ceken şeylerden biride yarı ingilizce yarı türkçe olmasıdır. Kodlara bakalım:




Attachment Mailer example script





Attachment Mailer example


This is a simple example of how to use this class. This example sends a text type e-mail with multiple attachements.


Root Klasoru : /home/aduran/public_html































Gönderen İsim
Gönderen Mail
Alıcı Mailler

(Boşluk olmadan virgülle)
EK dosyalar

(Boşluk olmadan virgülle)
Konu
Mesaj:





CALISMAYA HAZIRLIK.





Burdan scripti kimlerin yazdığını tahmin edebilirmiyiz? Kodlarda belli şeyleri çıkarıp araştirmamız gerekiyor. Şu cümle olabilir:
This is a simple example of how to use this class. oder "attach_mailer_example.php"

Daha basitleştirirsek şuraya çıkıyoruz "http://www.adil-duran.com/images/mail2/". Burda sadece "attach_mailer_example.php" adres çubugundan cıkarıldı:




Her iki durumda da şu sonuca çıkıyoruz; script "http://www.finalwebsites.com/forums/class/attach_mailer adresinden" indirilmiş. Bu bize şu fikri veriyor: yazan kişi aslında iyi bir programcı değil baskalarının yazdığı hazır şeyleri kullanıyor.

www.adil-duran.com'un analizi

Yakaladığımız izler bizi bu siteye çikariyor. Herne kadar sitenin dili türkçe olsada içerikten bir kürd sitesi oldugu belli.



Bu nasıl olabilir, bir kürd kişi sitesiyle kürdlere zarar vermeyemi çalısıyor? Hayir, muhtemelen site sahibinin sitesinin bu amaçlarla kullanıldığından hiç haberi bile yoktur. Peki nasıl olurda trojan bu site üzerinden gönderiliyor? Sitenin footer kismina bir göz atalim:
Diese Webseite wurde mit PHPKIT Version 1.6.1 erstellt
PHPKIT ist eine eingetragene Marke der Gersöne & Schott GbR - Copyright © 2002-2004

Bu site PHPKIT 1.6.1 ile yapılmış ama sonra güncellenmemiş. PHPKIT 1.6.5 olan güncel versiyona geçilmis olması lazımdı.
Biraz araştırmayla PHPKIT 1.6.1 versiyonunda güvenlik açıkları olduğunu öğreniyoruz. 




Sitede muhtemelen File Inclusion yada Command Execution gibi güvenlik açıklarından faydalanılarak zararlı dosyalar yüklenmiş. Site asagidaki aciktan dolayi hacklenmis görünüyor:
http://archives.neohapsis.com/archives/bugtraq/2007-11/0393.html


Trojan analizi
 
Saldırganlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için şimdi email eklentisi içinde gelen trojanı inceliyoruz. Virus incelemek mayın ile oynamaya benzediği için %100 ne yaptığından emin olmadan kesinlikle el sürmemek gerekiyor. Virusleri kontrol edilebilen bir test ortamında incelemek gerekiyor. Ilk adım olarak antivirus programlarının trojanı bulup bulamayacaklarını test ediyoruz. Bunun için Virustotal ile farklı programların sonuçlarını görebiliyoruz. 18.06.2010 tarihindeki ilk incelemede 40tan fazla antivirus programından sadece 10 tanesi bunu farkedebiliyor. 03.02.2011 tarihindeki 2. taramada ise bu sayı 23'e çıkıyor. Burda Virustotal'ın sonuçları üretici firmalarla paylaşmasınında büyük etkisi var. Bu da şu anlama geliyor, bu trojan 1 yıldan fazla süredir piyasada olmasına rağmen hala antivirus programlarının yarısından fazlası tarafından farkedilemiyor bile.




SemaYuce.exe isimli dosyanın dinamik analizi

Bu bölümde tecrit edilmis bir ortamda bu dosyayı inceliyoruz. Güvenlik sebeplerinden dolayı labaratuar hakkında daha fazla bilgi vermiyoruz.
SemaYuce.exe isimli ekran koruyucuyu çalıştırdıgımızda ne oluyor? Ilk başta Sema Yüce'nin resimleri geliyor, o sırada akan yazılarla bilgiler veriliyor ve arka planda kürdçe müzik çaliyor.




Bu görünen kısım peki gerçekte arkaplanda ne oluyor?
Program çalışır çalışmaz aşağıdaki dosyalar kopyalanıyor:

C:Dokumente und EinstellungenAll UsersStartmenüProgrammeAutostartServices.lnk
C:ProgrammeSehidSemaYucesema.exe
C:ProgrammeSehidSemaYucesema.scr
C:ProgrammeSehidSemaYuceservices.exe

Services.exe ve services.lnk gizli olup sadece ileri kullanıcıların bildigi dosya özellikleri değistirildiği zaman görülebiliyor. Aşagıda sol taraftaki şekilde services.exe görülemiyor.

Asagidaki RegEdit komutuyla bilgisayar her açıldığında services.exe otomatikmen çalıştırılıyor:

HKLMSOFTWAREMicrosoftWindowsCurrentVersionRunMicrosoft Service Manager: "C:Dokumente und einstellungenadminlokale einstellungenanwendungsdatenmicrosoftwincacheservices.exe"



Şimdi bakalım bu dosyalar neler yapıyorlar: sema.exe, sema.scr ve services.exe

sema.exe

Visual Basic ile yapilan bu dosyanın görevi sema.scr ve services.exe dosyalarini calistirmak. Dosyadaki bazı bölümlerden dosyanın türkler tarafından yazıldığı anlaşılıyor: "@*AX:ICLANICLANDAN KALANMALZEMECalistirmaCalistir.vbp".

sema.scr

Bu aslında Flashdemo.net ile yapılmış bir ekran koruyucu. Normal bir ekran koruyucu gibi çalısıyor, resimler geliyor arkaplanda müzik çalıyor ve yazılar akıyor. Gören kişide bunun bir virus olabileceği izlenimi uyanmiyor.



services.exe
 
Bu dosya kurban ile saldırgan arasindaki baglantıyı kuruyor. Her bir kaç saniyede HTTP istekleri çeşitli serverlere gönderiliyor. Bu isteklerin çoğu google.com ve computer.org ile saldırganın sitesine gönderiliyor. Google.com ile computer.org serverlerine yapılan baglantıların çokluğu saldırganın sitesini gizleme amacı taşıyor. Services.exe sürekli server ile iletişime geçip ne yapacağina dair komut bekliyor. Trojanların cogu antivirus programları tarafından hemen farkediliyor. Yeni nesil trojanlar ise aslında asıl trojani istendigi zaman indirip kurmaya yarıyorlar.

services.exe asıl program olduğu için detaylı incelemeye devam ediyoruz.




Stringlere baktığımız zaman bunun bir HTTP Client gibi çalıştığını görüyoruz. Neler yaptığını görmek için trojanı çalıstırıp internet trafiğini izlemeye alıyoruz. Bu işler için Wireshark yada tcpdump gibi programları kullanabiliriz.
Ilk paketler kaydedildikten ve analiz ediltikten sonra karşımıza aşağıdaki liste çıkıyor. Solda yapılan bağlantı sayısı, ortada IP adresi ve sagda host adresi var. Bu listedeki domainlerden google ve computer.org dışındakilerin ziyaret edilmemesi gerekiyor.



142 209.85.149.104 google.com
45 85.183.195.96 computer.org
42 209.85.149.106 google.com
16 64.62.181.46 messenger32.bravehost.com
15 82.197.131.109 messenger32.atspace.com
15 67.208.91.122  users5.jabry.com
15 64.69.92.97  h1.ripway.com 
15 216.52.115.51 messenger32.webs.com


Bold işaretli satırlar services.exe dosyasının sürekli istek gönderdiği serverlerdir. Saldırganın Google.com ve computer.org'a kendi serverlerinden daha çok baglantı kurmasının sebebi kendini zararsız bir program olarak göstermeye calişmasıdır. Kurban ile saldırgan arasındaki bağlantı 5 ayrı websitesi üzerinden yapılıyor. Bunun sebebi de bu sitelerden birkaçının çalışmaması halinde kurbanın hala kontrol altında tutulmasıdır.

Schauen wir uns "http://messenger32.bravehost.com/" an:



Websitesi dikkat cekmiyor, kodlara bakilinca bile ilk basta göze carpan ilginc birsey görünmüyor.

Simdi yine zararsız görünen ve sürekli bağlantı kurulan su dosyaya bakalım: "http://messenger32.bravehost.com/image.htm". Bu sayfada dikkat çekmiyor ve hiç göze batmıyor. Kodlara bakıldığında ise bambaşka birşey çıkıyor karşımıza. Wireshark kayıtlarını inceleyelim:




Burada dikkat çeken çey User-Agent olarak System Event Log Service belirtilmiş olması ve bu sayede saldırganın kurbanın bilgisayarını tanımasıdır. Bir diğer nokta ise HTML dosyasında gizli input alanları sayesinde veri akışının sağlanmasıdır.



Service.exe içinde geçerli olan jack, tgnx, activation gibi alanların burdada karşılığının olduğunu görüyoruz. Bu sayede saldırgan kurbanın bilgisayarından bilgi alabiliyor. Websiteleri kapalı olsa bu iletişim geçersiz olurdu.

Yukarda anılan websiteleri şikayet üzerine kapatıldı. Adil-duran.com sitesinin webmasteri de güvenlik açıklarıyla ilgili bilgilendirildi.

Özetle şunu söyleyebiliz: bu saldırılar rastgele yapılmadı aksine özenle planlandı. Bu amaçla bir ekran koruyucu programlandı ve gönderildi. Izleri yoketmek için ve süphe çekmemek için bir kürd websitesi kullanıldı. Trojan da dikkat çekmemek için kendini bir windows servisi olarak gösterip google gibi genel sitelere anlamsız istekler gönderdi. Aracı sitelerden birinin yada birkaçının kapanmasıda hesaba katılarak alternatifler yayına sokuldu. Saldırganın bütün dikkatine rağmen bu virus yinede dikkatli gözlerden kaçmadi.

Gelecekte bu ve benzeri saldırılara hedef olmamak için:

sıradan internet kullanıcısı olarak:
 
- Şüpheci olun, email sevdiklerinizden de gelse virus içerebilecegini unutmayın
- Herşeye tıklamayın çünkü zararlı virus ve trojanlar bir tıklama uzağınızdadırlar
- Anti-Virus programları gereklidirler ama sadece antivirus birşey göstermediği için %100 güvende değilsiniz
- Windows dahil bütün programlarınızı güncelleyin
- Kolay kırılamayan uzun şifreler tercih edin
- Aynı sifreyi her yerde kullanmayın

Webmaster olarak:
 
- Güvenli sifreler kullanın
- Content Management System kullanıyorsanız mutlaka zamanında güncelleyin
- Kendiniz kod yaziyorsaniz kodlarınızın SQL Injection, Cross Site Scripting, File Inclusion Attack gibi yöntemlere karşı dayanıklı olmasına dikkat edin
- Websitenizin güvenliğini belli aralıklarla test edin
- Webmaster olarak site güvenliginden de sorumlu oldugunuz için bu alanda kendinizi yetiştirmelisiniz

Mîrê Navtorê ( mirenavtore@gmail.com )

Siyasal Tahliller ve Gerçeklikler

Türk siyasal iradesiyle Kürt toplumu ve giderek Türk toplumu ile Kürt toplumu arasındaki ilişkiyi, ezen-ezilen ilişkisi olarak nitelendirmek, kanaatimizce gerçeğe uygun değildir. Antropolojik referanslarla beslenen bir milliyetçiliğin Türk siyasal iradesine hakim olduğu yolundaki iddialar da işin aslını görünür kılamamıştır. Bu bağlamda, dönemin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın, Osman Yüksel Serdengeçti gibi bir insana hışımla söyledikleri de manidardır:
 
“Ulan öküz Anadolulu! Sizin göreviniz sadece çiftçilik yapıp askere gitmektir.”

Bir Türk olan Serdengeçti, gerçekten de bu ifadelerle karşılaşmıştır ve buna rağmen gerek Türk toplumunun gerekse de Kürt toplumunun biçimlendirici dinamiği ezen-ezilen ilişkisi olmamıştır ve dahası bu topraklardaki meselelerin söz konusu ilişki dolayısıyla anlamlandırılması vakıaya uygun değildir. Değildir, çünkü bu topraklarda yaşayan bütün toplumların ana biçimlendirici etkeni, ezilmek dolayısıyla değil, ezdirmemek dolayısıyla belirginliğini kazanmıştır ve bu bağlamda özellikle Şeyh Said ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği kalkışım, çok önemli bir açıklamaları da barındırmaktadır. Bu topraklarda ortaya çıkan sosyal hareketlenmelerin, örneğin Kürt milletleşme hareketinin (ki kendi içinde aynı kortekste ve fakat farklı görünüm ve içeriklerdedir) Türk modernleşme hareketinden devraldığı öze değgin yönlenmeleri, ezen-ezilen ilişkisi dolayısıyla normal ya da doğal karşılamak da mümkün değildir. Çünkü ezen-ezilen ilişkisi, bu topraklarda ana biçimlendirici etken olma katında değildir ve bu gerçekliğin sebebi de, söz konusu hareketlerin yedeklerinde tuttuklarıdır. Feodal bir geçmişten gelmiyor oluşumuz dolayısıyla, ezen-ezilen ilişkisinin belirleyici olabildiği toplumları oluşturmuyoruz.
 
Bugün özellikle Kürt ve Türk bireylerinin kapılmış bulunduğu varsayılan aşağılık kompleksi -ki ezen ve ezilen ilişkisinin vaki olduğu toplumların kaderi bundan da ibaret değildir- ve bu varsayımlar üzerinden yapılan değerlendirmelerin tamamı yanlıştır. İçersinde bulunduğumuz durumu açıklayabilen nitelikte bulunan(?!) her değerlendirmenin genel geçer bir kanaat haline getirilmesi de kendi başına siyasal bir projedir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu projelerin üretilmesindeki katkısı çok büyüktür. Kürt toplumunda cereyan eden her vakıayı özellikle bu ilişki üzerinden açıklama eğilimi, her şeyden önce söz konusu marazın gerçekten cereyanına sebebiyet vermektedir. Daha da ileri giderek şunu görebilmeliyiz: Kürt toplumu, direnmeyi hiçbir dönemde elden bırakmadı ve bu sabrın temelinde, Kürt toplumunun yedeklerinden başka bir şey yer almamaktadır. Roma İmparatorluğunun içersinde bulunduğu iktisadi buhranı aşmak üzere icat ettiği Feodal sistem, İspanya da dahi (Katalonya bölgesi hariç olmak üzere) vaki değildir ve bugün Türkiye’de cari olan iktisadi işleyişin kapitalizm ile olan benzemezliklerinin temelinde de bu gerçeklik vardır. Bugün Türkiye’deki iktisadi işleyişi kapitalizmle açıklamak, kapitalizmin ne olduğu konusunda yaya kaldığımızı göstermekten başka bir şeyi kanıtlamaz. Türkiye’de kapitalizm (sermaye hakimiyeti) değil, bir tür talan ekonomisi işlemektedir ve bu işleyiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin (özellikle Mustafa Kemal ve Özal’ın tüm girişimlerine rağmen) tüm çabalarına önlenememiştir. Türkiye’de dış temsilcilikler dolayısıyla palazlanmış para görmüş ayak takımlarını kapitalist olarak nitelendirmek, en azından Bill Gates, Henry Ford, Steve Jobs gibi isimlerin varlığını açıklamada yetersizlikten ve dahası komiklikten başka bir şeye yol açmaz.

Bugün Türkiye’de özellikle Anadolu Kaplanları biçiminde gerçekleşmiş olan sermaye yapılanmalarının altında, Türkiye’nin belli bir aristokratik geçmişe sahip olmaması gerçeği yer almaktadır. Bu topraklarda yaşayan insanlar, aslında içersinde bulunduğumuz çağın en önemli anakronizmlerden birini oluşturmaktadır. Çünkü modern yüzyılın içersine ve modern kültürün göbeğine uygun olmayan yedeklerle ilerlemenin imkanını Cumhuriyet dolayısıyla elde etmiştir ve bu gerçekliğin siyasal irade üzerinde sebebiyet verdiği korku, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki küresel demokratik değişimlerin bu topraklarda gerçekleştirilmesini engellemiştir. 27 yıl süren tek parti rejiminin en önemli sebebi, bu topraklarda yaşayan insanların yedeklerinde tuttuklarına belli bir alternatifi sunamama riskidir. Yani özellikle bu bağlamda CHP denen kaynağın transforme edici ve jakoben kimliğinin altında bu gerçeklik bulunmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi CHP denen kaynağı teşkil eden gerçeklik altı ok ideolojisi değildir ve dahası altı ok ideolojisi ve benzerleri, modern dünyada yer alamamanın sebebiyet verdiği bir bozgundur ve bu topraklardaki temel bozgun, entelektüellerimizin uğradığı bozgundur. Özellikle Kürt toplumu, sahip olduğu milletleşme isteminin farkında olan bir toplumdur ve fakat söz konusu istemin temsilcisi konumunda olmaya kalkışan hiçbir unsur, Kürt toplumunun yedeğinde sımsıkı bir biçimde tuttuğu unsurlar konusunda yetkinleşememiştir.

Burjuva medeniyeti de diyebileceğimiz Batı medeniyeti (civilation), kendi içindeki dönüşümlerin yarattığı dalgalalanmaları, rest (öteki) dedikleri (West and Rest) toplumlara birer fundamental ve hatta radikal korteks kavgası olarak sunma becerisini sömürgecilik hareketleriyle birlikte elde etmiştir ve bu konuda hayli başarılı olduklarını da görmemiz gerekiyor. Tüm referanslarını Antropolojik temellere ve bulgulara dayandıran milliyetçiliğin, özellikle bizim topraklarımızda jakoben ve despot siyasal iradeler aracılığıyla hiçbir toplumsal harekete dayanmaksızın yeşillenmesi vakıası, bu topraklarda yaşayan ve yaşanmış olan toplumsal hiçbir hareketin ezen-ezilen ilişkisi ile açıklanamayacağını gösterir. Bu gerçeği ifade ederken, bu topraklarda zulmün olmadığını ifade etmiş olmuyoruz. Bilakis, zulmün kaynağını belirginleştirmek maksadıyla söz konusu gerçekliği dillendiriyoruz. Özellikle Türk modernleşme hareketinin, Kürt hareketlerindeki etkilerini ezen-ezilen ilişkisi üzerinden anlamlandırmak, mümkün değildir ve dahası, Kürt hareketinin Türk modernleşmesi ve ardıllarıyla çatıştığı gerçeği, ezen-ezilen ilişkisinin beslendiği zihinsel uzama da aykırıdır. Ezenin, ezileni kendine benzettiği, benzetebildiği gerçeğinden haberdarız elbette ki ve fakat bu etken, Kürt toplumunun yedeğinde tuttuğu unsurların (İslam, toplumsal örgütlenme biçimi vs.) sebebiyet verdiği baskıyı sindirecek miktarda belirleyici olamaz.

Türk modernleşme hareketi bu topraklar üzerinde Batı’nın bile isteye gerçekleştirdiği sistematik politikalardan biridir ve bu bağlamda bu topraklarda bir biçimde belirginleşmiş olan öncü insanların niyetini okumak durumunda ve niyetinde değiliz. Ancak bu topraklarda teşkil edilmiş bulunan her sosyo-politik ortamın, söz konusu toplumun sosyal bünyesine olan  uygunsuzluğunu da gözden kaçırmamamız ve bu uygunsuzluk dolayısıyla belirginleşen angajmanların metastatik hücreler şeklinde göründüğünü de görmemiz gerekiyor. Özellikle İran’daki toplumsal ideolojinin kendi literatürü içersinde anlamlandırabildiği bir ilişki biçiminin (ezen-ezilen ilişkisi) toplumsal bir dinamik olarak görülmesi kanaatimizce yanlıştır. Tematik olarak benzerlikler taşıdığı düşünülen ve zaman zaman göndermelerde bulunulan alinasyon anlayışı, iltihak etmemiz istenilen insan tipini açıklamakta bile yetersiz kalmaktadır. Kültür dünyamıza egemen olan kavramlar, olaylara bakışımızı ve onları gerek görüş gerekse de yorumlayışımızı etkilemektedir. Giderek, dilimizin biçimlendirici etkisinden ibaret olduğumuzu vurgulamamız bile mümkündür. Ezen-ezilen ilişkisini, toplumsal yapıların anlaşılmasında spesifik bir kavram olarak kullanmak, söz konusu toplumsal yapıların barındırdığı farkları sıfıra indirgememize yol açmaktadır ve bu tehlikenin en önemli son-ucu, küresel bir arivizmdir. Bugün sosyal politikalar ve ideolojiler arasındaki farkların tamamı, neredeyse sadece birkaç alana indirgenmektedir. Örneğin bugün yaşayan ve sahip olduğu söylenilen hiçbir ideolojinin özellikle teknoloji konusunda hiçbir ayırıcı vasfı bulunmamakta ve bu farksızlık da hiçbir ideoloji mensubunu rahatsız etmemektedir. İşte bu kaygısızlık, söz konusu insanların niyetinin sorgulanır bir hale gelmesini sağlamakta ve handiyse tüm bu insanları arivizmle suçlamak mümkün olmaktadır. Kanaatimiz odur ki, toplumsal yapıların keşfi, I. Dünya Savaşı’ndan itibaren etkinlik kazanan Antroploji’nin ilerleyişi ile birlikte durdurulmuştur ve bu blokaj, tüm dünyanın belli bir sert standardizasyona tabi tutulmasını mümkün kılmıştır. Özellikle Kürt ve Türk toplumsal yapılarının keşfi yolunda atılacak olan adımların içersinde bulunduğumuz süreçte gerçekleştiğine inanıyoruz. Bu yüzden bugün yaygınlığını elde eden bakış açılarının tüm geleceğimizi de biçimlendireceğini bilmeliyiz. Ezen-ezilen ilişkisi, tüm toplumsal yapılarda gerçekleşen birer edimdir ve fakat söz konusu ilişki, söze konu edilen toplumsal yapının yedekleriyle asli son-uçlarını edinmektedir ki, bu gerçeklik, ezen-ezilen ilişkisinin ideolojik ya da toplumsal bir dinamik haline gelmesini engellemeye yeter.

Franz KAFKA’nın şu ifadesini de konumuzla olan bağlantısını koruyarak hatırlayalım:

“Biz Yahudiler zeytine benzeriz. Yağımızı verebilmemiz için ezilmemiz gerekir.”

rewsen.com

Şemdinli İzlenimleri,Yalana Batmış Türk Medyası ve Gerçekler

Medyanın savaş/çatışma konseptine destek verici bir şekilde başlatmış olduğu psikolojik propaganda harbinin bombardımanı arasında kim gerçeği fark edebilir? Bunca yalan, belli yerlerce servis edildiği sırıtan bilgi kirliliği içerisinde hakikatin hangisi olduğunu kim bulabilir?
 
Medyanın verdiği haberlerin gerçeği saptırma amaçlı olduğuna inandığımız için, gerçeği araştırmak ve  Şemdinli’deki son çatışmanın üzerindeki perdeyi aralamaya ve bunu yaparken de adaletten ayrılmamaya çabaladık. Bunun için tarafların söyledikleri ve görgü tanıklarının ifadelerini önemsedik. Devlet erkanı genel anlamda böyle bir görüşmeye yanaşmadı ve Ankara’dan yapılan görüşme randevularına red cevabı verdi, buna rağmen onların kapılarına dayandık. Ancak “o geceyi siz yaşamadınız, kimin kime ateş ettiği belli değildi. Daha olayı araştırmadık ve dolayısıyla bir şey söylemek zordur…” şeklinde beyanda bulunan yetkililerin, bizden daha fazla bilgi sahibi olmadıklarını gördük. En uzak Asya ülkelerinden, Afrika’ya, Libya’ya, Tunus’a, Bosna’ya veya Gazze’ye çıkarma yapan, buralara heyetler halinde gitmeyi ve sıkıştıkları zaman da kendilerini sorunun tarafı olarak tanıtmayı marifet bilen bazı dostlarımız, onlarca insanın katledildiği, büyük bir kasabanın bir gece boyu ateş altında kaldığı, insanların düşman kamplara ayrılarak ayrıştığı ve büyük bir insanlık dramının yaşandığı Şemdinli’ye kadar gelemediler, burada neler olduğunu anlamaları için gözlemlerimizi, belki onlar da duyar diye burada beyan etmek istedik. Şemdinli’de ne oldu? Görgü tanıklarının anlattıkları medyadan duyduklarımızdan çok farklıydı…

14.09.2011 günü, Diyarbakır, Van ve Hakkari Mazlumder, İHD ve Baro’dan insan hakları heyeti çerçevesinde kalabalık bir grubla birlikte Şemdinli’ye gittik. Herkes kendi alanında görüşmeler yaparak ve görgü tanıklarını dinleyerek not alma çalışmasını yaptı. Olayları analiz etme ve kanaat belirtmenin yerine tanıkların ifadesinden ne olduğunu kavramaya çalışmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Görüşmeleri, kimsenin etkisinde kalmamaları için çoğunlukla sadece görgü tanığının katıldığı bir toplantıyla yaptık. Ancak şunu belirtmek sanırım kaçınılmaz. Ulusal kanallarda verilen PKK’nin düğün bastığı ve iki sivili katlettiği şeklindeki haberlerin doğru olduğuna dair her hangi bir delile ulaşamadık. Görgü tanıklarının büyük bir bölümü, medyanın başlatmış olduğu psikolojik savaştan dolayı duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlardı.

Olayda yaşamını yitiren 4 sivil var. Üçü şehrin ve çatışma alanının yaklaşık 6 km dışında, evlerinin bahçesinde iken düşen bir havan mermisi sonucu yaşamını yitirmiş. Ölenlerin kardeşiyle konuştuk. Havan topu zannettikleri merminin ölenlerin yaklaşık 5 metre ve kendisinin ise 7 metre yakınına düştüğünü söyledi. Heronların kendilerini PKK’li sanıp merkeze bildirmesi üzerine atışın yapılmış olabileceği ihtimali üzerinde duruyorlardı. Bunun yanında ölenlerin yakınları PKK’ye karşı tepkili olmadıkları gibi güvenlik güçlerinden şikayetçi olduklarını her görüşmede dile getiriyorlardı. Bir genç ise belediyenin bahçesinde yapılan ve bitmiş olan düğünde iken, emniyet müdürlüğü tarafından açılan yoğun ateşten davetlileri binaya soktuktan sonra, kendisi de belediye binasına girmek üzereyken vurulmuş.

Ulusal basında yayınlanan haberler sonrasında halkın PKK’ye tepkili olmasını bekliyorduk. Ancak ölen 4 sivilin taziyesinin bir halı sahada yapıldığını, altta ölen üç kişinin resimlerinin bulunduğunu üstte ise Abdullah Öcalan’ın posterinin ve bir PKK bayrağının bulunduğunu görünce ve bir de görgü tanıklarının, cenaze sahiplerinin konuşmalarına şahit olunca medyanın zihnimiz üzerinde ne kadar rahat oynayabildiğini yaşayarak anladık. Taziye çadırı o ağır çatışmaya rağmen, PKK ve Öcalan posterleriyle süslenmişti. Bir km ileride içişleri bakanı İdris Naim ŞAHİN esnafı ziyaret ediyordu, elbette büyük bir güvenlik çemberi altında. Kasabayı dolaştı ve kendisi bu taziyeye gelmedi. Gelmemesini de anlayışla karşıladık. Çünkü gelemezdi, gelse PKK bayrağının altında oturmak ve fatiha okumak zorunda kalacaktı ve medya da içine düşmüş olduğu bu paradoksu (belki) işleyecekti.

Güvenlik noktalarının duvarlarında çok yoğun mermi ve roket izleri vardı. Herkes 30 yıllık çatışmalı bu dönem boyunca, düzenlenen bu eylemin yaşanan en büyük, en kapsamlı, en şiddetli ve en uzun süreli şehir baskını olduğu konusunda adeta hem fikirdi. Baskın 21.48 de başlamış. 21.30 gibi ellerinde ağır silahlar bulunan 6-7 kişilik PKK’li militanın şehrin en merkezi ve ana caddesinden geçtiğini ve caddede bulunan birkaç gencin yanından geçerken “herin malêt xwe em ji bo şer hatine. Emê şer biken.” (Evlerinize gidin, biz savaşmaya geldik) dediğini, birçok görgü tanığı aktardı. Başka görgü tanığı, PKK‘li militanların bir kahvehanenin yanından geçerken kahvedekilere “şevbaş heval, emê şer bikin herin malêt xwe” yani “iyi geceler arkadaşlar, biz savaşacağız evlerinize gidin” diyerek geçtiğini anlattılar. 21.48’de şehir merkezinde başlayan çatışma 24.00 a kadar sürmüş. Sabaha karşı 03.00 civarında ise PKK’lilerin çekilmesi ile birlikte, çatışmalar son bulmuş ve silah sesleri kesilmiş. Bugün Şemdinli’de ölümün ve devlet ile halkın ayrışmasının soğukluğunu iliklerimize kadar hissettiğimiz zorlu bir gündü.

Şepetan Tepesi’nden aşağıya doğru hareket halinde olduğumuz esnada Şemdinli üzerinde çok sayıda helikopterin hareket halinde olduğunu gördük. Merkeze vardığımız zaman da çatılarda ve çarşı içerisinde yoğun güvenlik tedbirleri alındığını, sokakların panzer ve akrep denilen zırhlı araçlarla kapatıldığını gördük. İçişleri bakanı bir marketten çıktığı zaman biz de o alandaki lokantaya yemek yemeye gidiyorduk. Buradan sonraki ilk durağımız, üç sivilin öldüğü alana yakın olan taziye alanı olacaktı. Halı sahanın içerisinde taziye alanına gittiğimiz esnada, 11 Eylül gecesi Şemdinli’de çıkan çatışmada ağır yaralanan ve tedavi gördüğü Van Yüzüncü Yıl Devlet Hastanesi’nde dün yaşamını yitiren 25 yaşındaki Resul Çetin’inin de hayatını kaybettiği duyuruldu.

İlk önce taziye yerinde yakınlarını kaybedenlerle ve görgü tanıklarıyla görüşme kararı alıyoruz. Heyet gruplar halinde görgü tanıklarıyla görüşüyor. Çatışma esnasında dışarıda olduğunu ve ateş başladığı zaman, olayın güvenlik güçlerinin dağlara doğru yaptıkları her zamanki normal taciz ateşi olduğu düşüncesiyle fazla önemsemediklerini ve izlemeye başladıklarını söyleyen Cevher Erbaş, “İsmimi gizlemeye gerek görmüyorum. Ölenler komşumuzdu. Daha önce sonradan boşaltılan sınırdaki köyde de komşuyduk. 9,25 civarında başlayan çatışmada şehir merkezine ve çatışmanın olduğu alana uzak olmamıza rağmen komşularım atılan havan topu olduğunu sandığım mermi neticesinde öldüler. PKK, altı güvenlik noktasına doğru ateş ediyordu ve karşı dağdan roket ve uzun menzilli “biksi” denilen silahlarla bu alanlara ateş ediyorlardı. Güvenlik güçleri her tarafa ateş ediyorlardı. Helikopterlerle ve uzun menzilli silahlarla ateş edilen alana yoğun bir ateş başladığını anlayınca eve kaçmak zorunda kaldım.” dedi.

Vurulan kardeşi ile birlikte olay gecesi dışarıda olduklarını ve çoğunlukla yaz aylarında mahalle içerisinde arkadaşlarıyla dolaşma geleneklerini sürdürmek maksadıyla evden çıktıklarını belirten

İlhami Gürelli olayı şöyle anlattı:

“Ağabeyimle birlikte dolaşıyorduk. Normalde bulunduğumuz alan merkezden ve çatışma noktalarından 6 km uzaktadır. Ağabeyin dükkânın orada bir tur atalım dedi ve Cevher Erbaş’ın evinin yakınlarına gitmemizi istedi. Oraya vardık ve dışarıda oturmaya başlayacağımız esnada silah sesleri geldi. Ama biz normal bir taciz ateşi olduğunu zannettik. Ancak dağdan taraf da silah sesleri gelince, olayın çatışma olduğunu anladık. Necati, Osman, Cihat, Erşat Görelli ve Resul Çetin ismindeki arkadaşlarla birlikteydik ve hızlı bir şekilde eve doğru harekete başladık. Çatışmanın yoğun olduğu esnada alışık olduğumuz heron seslerini duymaya başladık ve ondan bir müddet sonrasında üzerimize havan topu olduğuna inandığımız mermi gelince, koordinatların heron tarafından verilmiş olabileceğini düşündük, çünkü çatışma olan alandan çok uzaktaydık ve olayla hiçbir ilgimiz yoktu. Havan topu ölenlerin 5 benim de 7 metre yakınıma düştü. Patlamanın roket değil de havan topu olduğunu düşünüyorum. Ben ve yeğenim kaçmaya başladık. Ancak çok uzaklaşmadan geri döndük ve ağabeyimle birlikte birkaç kişinin kanlar içerisinde yattığını fark ettik. Çarşıdan vurulanları hastaneye ulaştırmak için araç istedik, akrabalarımız çatışmanın yoğun olduğunu ve saklandıkları yerden çıkamadıklarını söylediler. Acil servis telefonlarından hiç biri cevap vermediği için akrabalarımızdan yardım istedik, ancak onlar da hareket edemiyorlardı. Tayyar Görelli ve Necat Göreli olay yerinde hayatlarını kaybettiler. Tayyar ağabeyim evli ve üç çocuk sahibiydi, kapısının önünde vuruldu. Necat da sözlüydü yakında evlenmeye hazırlanıyordu. Daha sonrasında bir araç bulup ateş altında yaralıları hastaneye ulaştırmaya çalıştığımız esnada, polis bize silah doğrultu. Araba camından kendisini dışarı çeken bir imam, sivil olduklarını ve arabadaki yaralıları hastaneye götürmek istediklerini söyledi. Buna rağmen bazı insanların tartaklandığını, hakaret ve küfür edildiğini gördük. Yaralıları hastaneye ulaştırdığımızda da içerideki polisler hakaret ediyorlardı. Halk itiraz edince polislerden biri hastanenin içerisinde dört el havaya ateş etti. Daha sonra gelen emniyet müdürü “sesiniz çıkmasın, hepinizi taratırım” şeklinde tehditlerde bulundu. Doktorlar hastaneye gelip ilk müdahaleyi yapamıyorlardı, yaralıları en yakın şehrin hastanesine kaldırmak üzere ambulans istedik vermediler. Çok geç saatlerde yaralıları önce Yüksekova ve oradan da Van hastanelerine götürdük. Van’a kendi imkânlarımızla götürdük.

Merkezde çatışma devam ediyordu. Dağdan tabura doğru yoğun bir ateş vardı. Polis kontrol noktasına yakın bir akrabamın evine yapılan ateş sonucu iki kurşun isabet etti ve yastığa saplandı. Saat 12,30’a doğru helikopterler geldi ve dağları, taşları yoğun ateş altında tuttular. Heronlar ise sabaha kadar dolaştı. Şehir merkezinde ilk defa bu büyüklükte bir çatışma yaşandı. Biz sabaha kadar bu çatışmadan hiçbir canlının sağ kurtulamayacağını düşünüyorduk. Sanki daha önceden taraflar böyle bir çatışmadan haberdar gibiydiler.

Aynı saatte beş-altı noktaya saldırı yapıldı. Taburun karşısındaki kayalıklardan bir uçaksavarla ateş ediliyordu. Sabaha kadar kobralara rağmen ateşe devam ettiler. Çatışma öncesinde şehir merkezinde çarşı içerisinde gerilla kıyafetleriyle ve teçhizatlarıyla dolaşıyorlardı ve gördüklerine “biz savaşmaya geldik evlerinize gidin” dediklerini birçok kişi söylüyor. Onun dışında, kaffede maç izlemekten dönen kalabalığı da aynı şekilde uyardıkları söyleniyor.
Reşat Öpengin (Sosyolog): “Toplumsal bir örgütlenmenin neticesi olan devlet otoritesi buradaki etkinliğini yitirmiştir. Toplum, devletten beklediği çözüm noktasında tamamen ümitsizliğe kapılmış, eşit muamele, adalet, yargılanma veya haber alma konusundaki güveni kaybolmuştur. Devletin algısı çözüm araçlarına yönelmenin yerine, çatışmanın şiddetlenmesini sağlamak şeklinde tezahür etmeye başlamış ve bunun neticesinde halkın devlete olan güveni, sevgisi, bağlılığı tamamen kaybolmuştur. Çözüm tarafı olarak, devlet toplumsal barışı sağlamak için bu güveni yeniden inşa etmek zorundadır. Devlet, toplumsal değerleri gözönünde bulundurarak, uzlaşma sürecinde sıkıntı yaşadığı toplumlara yönelik çözüm stratejisini yeniden gözden geçirmelidir. Çözüme yönelik yeni taraflar üretmeye çalışmaktan çok, taraf olanlar dikkate alınmalıdır. Bu olaylar toplum üzerinde derin travmalar meydana getirmiş olmakla beraber, kalıcı toplumsal bunalıma ve ruhsal bozukluklara neden olmuştur. Bu modern çağın gençleri üzerinde derin izler bırakmış, intikam duygularını kabartmıştır. Toplumdaki gençlerin nerdeyse tamamı böyle bir maceranın içinde olmaya meyilli görünüyorlar, bu da devlete olan güvenin tüketilmiş olmasından kaynaklanıyor. Çocuklar da normal hayatın dışına kaymış, gündemlerini savaş ve savaş soruları sormakla dolduruyorlar. Savaş ve şiddet bilinçaltlarına yerleşiyor. Dolayısıyla derin travma daha çocukluk döneminde başlıyor. Bu savaştan en çok etkilenenler, hiç kuşkusuz annelerdir. Kayıplarına ağlamanın ötesinde, büyük bir karamsarlık içerisinde kişilik kaybı yaşıyorlar. Çatışmalar bitmeyecekmiş gibi derin bir karamsarlık ve ümitsizlik anaforuna sürükleniyorlar. Daha ne kadar bedel ödeyeceğiz ve çocuklarımızı kaybedeceğiz diyorlar…”

Belediye önündeki düğün sahibi Tahsin Duyan:

“Saat 9’a kadar düğün devam etti ve insanların bir kısmı izin isteyip ayrıldılar. Buna rağmen büyük bir kalabalık duruyordu. Düğün içerisinde hiçbir yabancı yoktu ve kuşku duyabileceğimiz bir hareketlilik de olmadı. Sadece akrabalarımız ve tanıdıklarımız vardı. Düğünün içinden ne kimse ateş etti ve ne de roket attı. Zaten emniyet binasına bakarsanız, belediyenin bulunduğu yönden ateş edilmemiş. Belediyenin sağ ve sol yönlerindeki dağlardan ateş açıldığı açıktır. Ateş tamamen düğün alanının dışında gerçekleşti. Daha sonrasında düğün alanının dışındaki duvarların arkasında mermi ve roket kovanları bulundu.

Şemdinli’de halk genellikle mahalli kıyafetler ile dolaşır. Düğünde de öyle idi. Şurada taziyede de gördüğünüz gibi halkın büyük bir kısmı böyle giyinmiş. Belediye çevresinden her yönden belediyeye ateş açıldı ve insanları binanın içerisine sokmak isteyen bir genç, açılan bu ateş sonucu vuruldu. Emniyete emniyetin karşısındaki dağlardan ateş ediliyordu…”

Şemdinli Belediye başkanı:

“İnsanların yaşam haklarının sona erdirilmesine yönelik çalışmalar var. Kısa dönemde silahların vesayetini güçlendirmenin dışında başka bir çözüm bulunacağını sanmıyorum. Bundan sonraki süreçte, her iki tarafın bireylerin yaşam haklarına saygılı olmaları gerekmektedir.

Vahim bir olay yaşadık. Savaş insan için en büyük tehdittir. Bütün Türkiye insanlarının, vicdan sahiplerinin bu savaşın durdurulması için yoğun çaba göstermeleri gerekir. Çatışmalar devam ederken, kaymakam beyin kaldığı binanın yakınındaki evimden şehre bakıyordum. Yoğun çatışmalar vardı. Saat 12’ye doğru beni aradılar ve yüzlerce insanın belediye binasında ateş altında mahsur kaldığını bildirdiler. Hiçbir acil servis cevap vermiyordu. Durumu Hakkari milletvekiline telefonla bildirdim. O da valiye ulaşmış. Ancak yarım saat sonra ambulans ulaştı ve Osman’ın cenazesini kaldırdılar.
Çatışmanın başlamasıyla birlikte iz mermileri her tarafa saçıldı. Ben evdeyken üç mermi evime isabet etti. Kaymakamla komşu olduğumdan, orada bulanan güvenlik güçleri rastgele ateş açıyorlardı bunu fark ettim. Güvenlik güçleri halka küfrediyorlardı. Çatışma başladığı esnada, dükkânını kapatıp kaçmak isteyen Sefer Akdeniz’i sivil polisler galiz küfürler ederek, şiddetli bir şekilde dövdüler. Buna şahit oldum. Benim evime ateş edilmesinin de kaymakamın evinin güvenlik güçleri tarafından kasıtlı yapıldığını düşünüyorum.”

Hamit Bilimsel:

“Belediye önünde Hamit Erbaş’ın vurulmasını gördüm. Osman, halkın belediyeye girmesi için bağırıyordu. En son o kalmıştı. Bir anda yerde olduğunu gördüm. Ateşin yoğunluğundan dolayı belki sürünerek gelmek istemiştir diye düşündüm. Uzun bir süre hareketsiz kalınca, elinden tutup çekmek için gittim. Düşme şeklinden kurşunun öğretmenler evi tarafından geldiğini düşünüyorum. Belediye binası içerisinde kadınlar ve çocuklar çığlık atıyorlardı, kıyamet gibiydi ve hiç kimse bizim yardımımıza gelmiyordu.

Medya bizim bu halimizi batıya yansıtmıyor. Gelip bizimle röportaj yapıyorlar ancak hiç birini yazmıyorlar, yansıtmıyorlar. Daha nereye kadar devam edecek. Batı bu halimizi artık görmeli ve bizim nasıl bir hal içerisinde olduğumuzu algılamalıdır.”

Ankara, İHD genel merkezi ve değişik şehirlerin Baro Başkanlıkları tarafında yapılan randevu taleplerine rağmen resmi makamlarla görüşme talebimize cevap verilmedi. Buna rağmen, heyet olarak kaymakam ve cumhuriyet savcısıyla görüşmek üzere adliye binasına hareket ettik. Kaymakamlık makamına gittiğimizde orada olmadığı ve kendisiyle irtibat kuramayacaklarını söylediler. Yardımcı veya müdür aradık. Uzun bir zaman sonra müdür geldi ve içişleri bakanının şehirde olmasından dolayı onunla ilgili programla ilgilendiğini ve kendisine ulaşamadıklarını söyledi. Bir gün önceden randevu talebimize, bize “size döneceğiz!” demekle yetinildiğini söylememize rağmen, oradaki görevliler bir şey yapamayacaklarını söylediler.

Bunun üzerine cumhuriyet başsavcısıyla görüşmek için kapısına gittik, bize bir süre beklememiz gerektiğini bildirdi. Belli bir süre bekledikten sonra bize gönderdiği odacısıyla, sadece avukatlarla görüşebileceğini ve onun dışında heyetle görüşmeyeceğini duyurdu. Daha önce, genel merkezlerden yapılan randevu taleplerine, “görüşmeyeceğim ve onlar da Şemdinli’ye gelmesinler” diyen Cumhuriyet Başsavcısı talebimizi reddedince, arkadaşlarla yaptığımız görüşmede sadece avukatları göndermemizin fazla da ahlaki olmadığı kararına vardık. Ancak en azından teşekkür edip ayrılmanın daha medeni olduğunu düşünerek iki avukat arkadaşımızı gönderdik ve onunla görüşmek isteğimizin tek sebebinin hazırlanan raporda adil olmaya çalışmamızdan kaynaklı endişeler olduğunu belirttik. C. Savcısı ‘olayın daha araştırma safhasında olduğunu ve halkın tepki gösterdiği birçok olayla ilgili henüz soruşturma yapılmadığını, kendisinin konuşma yetkisine sahip olmadığı için randevuyu reddettiğini’ söyledi. Bunun için ‘Hakkari cumhuriyet savcısıyla görüşmemizin daha iyi olacağı’nı bildirdi…

İçişleri bakanı Şemdinli’ye geldiği esnada yoğun güvenlik tedbirleri arasında yemek yemek için girdiğimiz lokantada ve daha sonra hemen yan mağazada arkadaşlarımızın yaptığı görüşmeler neticesinde, çatışmalardan önce militanların şehir merkezinde dolaştıklarını ve çatışma çıkacağından halkı haberdar ederek onların evlerine gitmelerini istediklerini öğrendik. Çatışma esnasında bulunduğumuz bölgede bir gerillanın yaralandığı ve ele geçmemek için el bombasıyla kendisini imha ettiğini kaldırımdaki derin çukurdan gözlemledik.

Halk güvenlik güçlerinin hakaret ve rastgele ateş etmesinden dolayı tepkili, yıllarcadır devam eten çatışmaların, acıların son bulmasını istediklerini dillendiriyorlar. Gün boyu devam eden helikopter hareketliliğinin hiç bitmediği Şemdinli’de halk daha büyük acılara vesile olabilecek yani çatışmaların, tutuklamaların, köy boşaltmalarının ve daha büyük operasyonların başlaması endişesini taşıdıklarını söylüyorlar. Özellikle sınırda iki köyün boşaltılmaya çalışılması halk arasında tedirginlik yaratmış ve buna müdahale edilmesi için herkesi aradıkları gibi bizden de yardım istiyorlar. Yüksek binaların sadece üst kesimlerinin yoğun ateşe hedef olmasından, asıl ateşin dağlardan yapıldığı intibaına kapıldık. Söylenenlerin toplamından da şehirdeki birkaç gerillanın dışında, büyük grupların dağlardan altı güvenlik bölgesine yönelik yoğun ateş açtıkları ve bu ateşin gecenin geç saatlerine kadar devam ettiğini izlenimlerimizden ve binalardaki izlerden gözlemledik. Şemdinli ilçesinde iki ayrı yerde yapılan düğün bitmek üzereyken başlayan çatışmada, ağır silahlar da kullanılmıştır. İlçe Emniyet Müdürlüğü, İlçe Jandarma Komutanlığı, Dağ Komando Taburu, Polis Kontrol Noktası ve Personel Lojmanları’nı hedef alan gerillalara, güvenlik güçlerinin anında karşılık vermesiyle çıkan çatışmada 1 polis ve 1 asker vurulmuş, 3 vatandaş yaşamını yitirmiştir. 6 askerle, 6 vatandaşın yaralandığı çatışmada 2 PKK’li yaşamını yitirmiş, uzun namlulu silahlar ve roketatarlarla saatlerce süren çatışmada, düğünde ateş altında kalan halk büyük bir panik yaşamıştır. İlçe Emniyet Müdürlüğü ve 100 metre yakınındaki İlçe Jandarma Komutanlığı’na roketatarlarla ateş açılması üzerine güvenlik güçleri arasındaki çatışma burada yoğunlaşırken, Şemdinli Belediye bahçesindeki düğünde bulunan kalabalık iki ateş arasında sıkışıp kalmış ve büyük bir panik yaşanmıştır.

Görgü tanıklarının söylediklerinden ve izlenimlerimizden edindiğimiz bilgiye göre, çatışmada polis memuru Mustafa Eyüp Darendelioğlu ile jandarma er Serkan Duman vurulmuş. Ateş altında kalan ilçe halkından Necdet Güreli, Tayyar Güreli ile Osman Ertaş ve daha sonra çatışmada ağır yaralanan ve tedavi gördüğü Van Yüzüncü Yıl Devlet Hastanesi’nde dün yaşamını yitiren 25 yaşındaki Resul Çetin yaşamını yitirmiştir. 14 yaşındaki Osman Ertaş’ın düğün yerinde, Resul Çetin, Necdet ve Tayyar Güreli’nin de evlerine giderken ölmüşlerdir. Ayrıca 6 asker ve 6 sivil çatışmalar esnasında yaralanmışlardır.

Gözlemlerimiz esnasında, kontrol noktası, onun önünde bulunan Telekom, emniyet ve biraz aşağısında bulunan jandarma komutanlığı binalarının kurşun ve roket izlerini taşıdıklarını gördük. Ayrıca hastane içerisinde yaptığımız incelemede, acile inen merdivenlerin tavanında dört kurşun izini gördük. Belediye binasının aşırı derecede kurşunlara hedef olduğunu gözlemledik. Umut kitapevi sahibinin, belediye başkanının evlerinin ateşe hedef olduğunu görgü tanıklarının ifadelerinden anladık. İlhami Gürelli’nin “tarafların olaydan sanki daha önce haberi vardı” şeklindeki ifadesi ilginçti. Geri dönüş esnasında gördüğümüz karakolların gözetme noktalarında termal kameraları gördük ve sınır bölgelerinde askerlik yapmış bir arkadaşımız, termallerin 24 saat boyunca çalışır halde olduğunu ve dağın başındaki bir fareyi bile fark edecek, kadar uzağı net görebildiğini söyleyince, “haberdar oldukları” sözü bana ilginç geldi. Sonra sürekli hareket halinde olan heronlar, istihbarat bilgisi ve kim bilir daha başka kaynaklar… Saatlerce Şemdinli çevresinde yığınak yapılmış, gerilla kendi kıyafetleriyle ve silahlarıyla şehir sokaklarında dolaşmış ve güvenliğin haberi olmamış! İlginç değil mi? İnsanlığın vicdanını yaralayan bu çatışma ve akan bu kan hangi amaç için yapılmış olabilir ki?


rewsen.com

İsrail’e Kalkan, Arap’la Bahar

Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir yandan BM Genel Kurulu'na katılmak üzere gittiği ABD'de, Filistin Devleti'nin tanınması için ”görüşmeler” yaparken öte yandan İsrail'in savunması amacıyla oluşturulması planlanan erken uyarı sistemlerinin Kürdistan'a yerleştirilmesinde aktif rol alıyor. ABD ve İsrail'in kendileri açısından ”tehdit” olarak gördükleri ve bu tezi uluslararası camiaya da kabul ettirme çabasında oldukları bir süreçte, Kürdistan'a yerleştirilecek teknolojik istihbarat istasyonunun, AKP'nin İsrail ”karşıtı” politikalarıyla nasıl bir tezat teşkil ettiği ortada.

İsrail tarafından Gazze'ye yardım malzemesi götürmek üzere yola çıkan Mavi Marmara isimli gemiye yapılan saldırıda yaşamlarını yitiren insanları da kullanan Başbakan Erdoğan, bir yandan Mavi Marmara ve Gazze'nin hesabını soruyormuş gibi görünürken öte yandan son 25-30 yılın en önemli askeri projesinde İsrail ile ortaklık yapıyor. Her fırsatta, bakım için İsrail'e giden insansız hava araçları Heronlar'ın geri yollanmadığını söyleyen Erdoğan, öte yandan da İsrail'e kol kanat gerecek radar sistemini Kürdistan'a kurma konusunda imza atıyor.

Radar sisteminin yerleştirileceği coğrafyada yaşayan hakların aksi yöndeki ısrarına karşın bu askeri üs Malatya Kürecik'e meta zori kurulmak isteniyor. AKP Hükümeti'nin Demokratik Özerklik modeline karşı takındığı saldırgan tutumun altında yatan nedenlerden biri de Demokratik Özerkliğin, Ankara'nın bu oldu bitti siyasetini boşa çıkaracak olmasından kaynaklanıyor.

Bir yandan İsrail'le, ”ipleri koparıyor” siyaseti yürütür gibi görünerek iç siyasete malzeme oluşturan Erdoğan, öte yandan da Arap Baharı turuyla İsrail'le içinde bulunduğu askeri iş birliğini perdelemeye çalışıyor. Necmettin Erbakan'ın RefahYol hükümeti adına başbakan olarak İsrail ile imzaladığı askeri anlaşmaların da ötesinde İsrail'in Ortadoğu halklarına karşı ”güvenliğini” sağlama projesini hayata geçirmek AKP'nin ”dış politika başarısı” olarak adım adım ilerliyor.

İç siyasette, radar sisteminden elde edilecek verilerin İsrail'le paylaşılmayacağını ısrarla iddia eden AKP'ye karşılık, ABD tarafı bu iddiaları yalanlıyor. ABD, veri paylaşımıyla ilgili herhangi bir kısıtlamayı kabul etmeyeceğini, tüm istihbarat kaynaklarından toplanacak verilerin harmanlanıp İsrail'le paylaşılacağını gizleme ihtiyacı dahi duymuyor. Kürecik'te kurulacak sistemin destekleyici unsuru niteliğindeki bir başka radarın İsrail'de kurulduğu, bu iki radarın ortak bir projenin parçaları olduğu da biliniyor.

Kürecik'e kurulacak sistem, Almanya'da bir merkezden kontrol edilecek, bu merkezde TC sadece bir üst düzey asker bulundurabilecek. Bir anlamda ev sahipliği, sisteme müdahil olma hakkını vermiyor Ankara'ya.

İsrail karşısında, İslam Dünyası'nın ”sözcüsü” rolü oynayan Erdoğan, İran başta olmak üzere Ortadoğu'ya karşı bugüne kadar yapılan en büyük istihbarat operasyonuna ev sahipliği yapıyor. AKP Hükümeti'nin kurulmasına onay verdiği erken uyarı sistemi olası bir ABD-İsrail ortak İran operasyonu durumunda Malatya'yı da hedef haline getirecek. Olası bir savaş durumunda füze hareketliliğini önceden haber vereceği ileri sürülen radarın savaş dışındaki zamanlarda ne amaçla kullanılacağı ise hiç gündeme getirilmiyor. Oysa, ABD ve İsrail, NATO vasıtasıyla radar sayesinde Ortadoğu'da en geniş kapsamlı dinleme, izleme sistemine kavuşacak.

Geçtiğimiz yıl Lizbon'da yapılan NATO zirvesinde kurulmasına karar verilen radar üssünün nereye kurulacağı bu süre içerisinde ABD ve TC arasında yapılan müzakerelerle belirlendi. NATO yükümlülükleri arasında olduğu için radarın kurulmasına hükümet tek başına karar verebiliyor. Özel bir anlaşma gerekmediği gibi bunun için meclis kararı da gerekmemesi AKP'nin elini rahatlatıyor. Ayrıca muhalefetin de NATO ile ilişkilerde karşı bir tavır takınması Türk siyasal yaşamında pek görülen bir durum değil.

AKP, radar sistemine karşılık ABD'den, PKK'ye karşı kullanmak üzere insansız hava araçları almayı planlıyor. Oysa AKP Hükümeti ısrarla, bu iki anlaşmanın birbirinden ayrı olduğunu vurgulayarak kamuoyunu aldatıyor. AKP Kürdistan'a kurulmasına ön ayak olduğu radar sayesinde Kürt muhalefetine karşı silah yardımı alma planları yapıyor.

Malatya Kürecik'e kurulacak radar sistemi ile İsrail'in güvenliğinin garantiye alınması görevini üstlenen Ankara, Kürdistan'da da daha aktif bir istihbarat kanalı kazanmayı hedefliyor.

canerdem2126@gmail.com

Bir Gazetecinin Gözüyle PKK ve Sıkıyönetim Mahkemeleri


TAYLAN ESMER - ANF



   
12 Eylül askeri darbesi sonrasında Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde görülen ve aralarında PKK öncü kadrolarından Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Akif Yılmaz, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Ali Çiçek'in de aralarına olduğu PKK ana davasını 2 yıl boyunca takip eden 37 yıllık gazeteci-yazar Ekrem Sunar, tanık olduklarını kitaplaştırdı.

14 Temmuz ölüm orucunun ilan edildiği duruşmaya tanıklık eden Ekrem Sunar, o tarihte Sıkıyönetim tarafından gazetecilere uygulanan sansürü, PKK öncü kadrolarının mahkemedeki duruşlarını, itirafçıları, mahkeme heyetinin tutuklulara yaklaşımını ANF'ye anlattı. Sunar, gazeteci ve yazar olarak o tarihte tanık olduklarını tarihe bir not düşmek için şimdi belgelerle toparladığını ve kitap haline getirdiğini söyledi.

Kürtlerin ve PKK'nin tarihinde önemli bir yere sahip olan PKK ana davası ile diğer Kürt siyasi örgüt ve fraksiyonlarının da davalarının görüldüğü Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri tutanakları ve adı vahşetle anılan E Tipi Kapalı Cezaevi'nde yaşananlar aradan 30 yıl geçmesine rağmen hala belleklerden kazınmadı.

12 Eylül askeri darbesi sonrasında henüz mahkemeler başlamadan, askeri yönetim TRT'de "Olayların İçinden" adı ile 28 Mart 1981 ile 6 Nisan 1981 tarihleri arasında tam 10 gün boyunca yayın yaparak, duruşmalar öncesinde tutukluların işkence altında alınan polis sorgu ifadelerini, itirafçıların ve "mağdur" köylülerin ifadelerini ekranlara yansıtarak toplumu anti propaganda yaparak bu duruşmalara hazırladı.

PKK ana davası 2 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde görülürken, ana dava dışındaki diğer PKK davaları ile Kürt parti ve fraksiyonlarının davaları ise 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde görüldü. 7. Kolordu Komutanlığı 2 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde 13 Nisan 1981 yılında başlayan, 24 Mayıs 1983 yılında sona eren ve 63 idamın verildiği duruşmaları takip eden gazeteci-yazar Ekrem Sunar, o tarihte mahkeme salonunda ve duruşmaların haberleştirilmesi aşamasında yaşadıklarını "Mazlum'un, Kemal'in, Hayri'nin söylemiyle PKK ve Kürdistan" adıyla kitaplaştırdı.

37 yıllık gazeteci-yazar Ekrem Sunar, Türk Haberler Ajansı adına 30 yıl önce takip ettiği Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yaşadıklarını ANF'ye anlattı.

* Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde görülen duruşmaları takip ediyordunuz. Duruşma öncesinde neler yaşanıyordu?

- 12 Eylül Askeri darbesiyle birlikte Türkiye genelinde başlatılan gözaltı ve tutuklama furyasından Güneydoğu büyük ölçüde nasibini aldı. Bölgede PKK ve diğer Kürt örgütlere yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda 4 bin dolayında kişi, 4'ü Kurdoğlu Kışlası'ndaki askeri, diğeri şehir merkezinde (E tipi) olmak üzere toplam 5 cezaevinde tutuluyordu.

Sanıklar 7. Kolordu Komutanlığı sahasında kurulan Askeri Mahkemelerdeki duruşmalara getirilirken yada duruşma bitiminden sonra cezaevine götürülürken; önde ve arkada ağır silahlarla donatılmış askeri panzerlerin eşlik ettiği konvoyun takip ettiği güzergah trafiğe kapatılarak, adeta kuş uçurtulmuyordu.

Duruşma saatinden önce tutuklulara, yargılanacakları duruşma salonunun bulunduğu alanda Harbiye marşı eşliğinde koşu ağırlıklı askeri eğitim yaptırılırdı. 'Marş.. Marş...' sesleri ortalığı çınlatıyordu. Bu eğitim, bir bakıma duruşma saatinin yaklaştığını duyurur nitelikteydi.

* Duruşmalarda yargılananlara yönelik uygulamalar nasıldı?

- Mahkemede devam eden duruşmalara katılan sanıkların konuşma, dinleyici yada avukatlarıyla bakışma ve işaretleşme hakları yoktu. Sandalyede oturmuş, ellerini nizami şekilde dizlerinin üstünde tutuyorlardı. Kafalar sıfır numara traşlı, tek tip elbise içinde, başlarını dik tutarak, tek bir noktaya bakıyorlardı. Bu nokta genellikle, Mahkeme heyetinin arkasındaki duvarda yazılı 'Adalet Mülkün Temelidir' vecizesiydi. Heykel gibi oturmak zorunda oldukları yerden duruşma sonuna dek öylece yazıya mı, mahkeme heyetine mi bakıyorlardı? Pek anlaşılamıyordu. Sanıklar, burunlarına konan sineği dahi kovamıyorlardı. Çünkü kalkan ellere, başlarında dikilen gardiyan jandarmalar tarafından anında cop iniyordu.

İşkenceden ve cezaevi yönetiminden şikayet edenler yada el kaldırmadan kalkıp konuşmak isteyenler yine başlarındaki gardiyan jandarmalar tarafından tehdit ediliyordu. Kimi zaman da, duruşma salonunda coplanan sanıklar mahkeme heyetine, 'İşkence burada da devam ediyor. Burada yaşadığımızı da tutanaklara geçirin' diye bağırarak tepkilerini göstermek zorunda kalıyordu. Duruşmada taşkınlık yaratan yada mahkeme heyetine saygıda kusur eden sanıklar elleri kelepçelenerek salon dışına çıkarılıyordu.

Kesin kuraldı; tutuklu, belirtilen biçimin dışında bir biçimde oturamazdı. Sağında ya da solunda oturanlarla dirsek teması yapacak şekilde kıpırdayamazdı. Konuşurken de elini bacaklarına yapışık durumda tutmak zorundaydı. Kağıt kalem yanında bulunduramazdı.

Sanıkların salona alınmaları yada duruşma ara kararlarında tuvalet ihtiyaçlarına kesinlikle izin verilmiyordu; su ihtiyaçları karşılanmıyordu. Zorunlu bu iki temel ihtiyacın karşılanmaması yargılanan sanıklar için adeta büyük bir işkenceye dönüşüyordu.

* Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde savunmayı üstlenen avukatlar özgürce müvekkillerini savunabiliyorlar mıydı?

- Duruşma boyunca avukatların da durumu sanıkların durumundan farklı değildi. Onlar da söz aldıklarında esas duruşta bulunmak zorundaydılar. Salondaki görevli gardiyan askerler, avukatların el ve kol hareketlerini 'mahkemeye saygısızlık' kabul ederek müdahale ediyordu. Duruşma sırasında müvekkilleriyle de görüşemediklerinden, mahkeme heyetinden de bu yönde talepte bulunamıyordu. Avukat, söz verilmedikçe konuşamıyordu, işkence ve baskılardan söz edemiyordu. Verilen zaman kısıntısının dışına çıkamıyor, sözünü uzatamıyordu. Israr etmesi halinde de duruşmadan çıkartılıyordu. Davaya katılan birçok avukat, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri ya da yaptıkları savunmalarda örgütün propagandasını yaptıkları savıyla suçlanıyordu. Bu nedenle birçok avukat davadan geri çekilmek zorunda kaldı. Kimi avukatlar da susturulmaları için sık sık gözaltına alındı. Bu avukatlardan biri de Şerafettin Kaya idi. PKK davasına giren Av. Şerafettin Kaya, sonraki günlerde Rizgari davasından tutuklanarak ağır işkencelerden geçirildi. Kaya, yargılandığı Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi'ndeki bir duruşmasında gördüğü işkenceleri anlatırken; 'O kadar çok işkence metotlarını yaşadım ki, avukatlığımdan utandım' dedi. Ve tüm bunlar, duruşma heyetinin gözleri önünde yaşanıyordu.

HABERLER SIKIYÖNETİM BİLDİRİSİ GİBİYDİ
* Duruşmaları izleyen sınırlı sayıda gazeteciydiniz. Basına yönelik nasıl uygulama nasıldı?

- Duruşmayı izleyen gazeteciler 7. Kolordu Komutanlığı nizamiye kapısında önce polis tarafından sıkı üst aramasından geçiriliyordu. Sonra da kimlik tespitleriyle birlikte geliş amaçları kayıt altına alınıyordu. Toplu ve çift sıra halinde götürülen dinleyici, avukat ve gazetecilerin duruşma salonuna kadar olan askeri alanda başları öne eğik, sağa sola bakmaları; aynı şekilde duruşma salonunda sanıklarla uzun süre bakışmaları yasaktı.

Haber ajanslarının merkezlerine geçtikleri duruşmalarla ilgili haberler önce, Sıkıyönetim Adli Müşavirliği denetiminden geçiriliyordu. Kontrolden geçen haberler genellikle Sıkıyönetim Komutanlığı bildirisine dönüştürülmüş vaziyette Ajans ve gazetelerin yerel bürolarına geri dönüyordu. Haberlerde kesinlikle 'PKK', 'Kürt Devleti' ve 'Kürdistan' kelimelerinin kullanılması yasaktı. 'Bölücü', 'Apocular', 'Marksist-Leninst örgüt mensubu' olarak söz ediliyordu. PKK'li yerine kısaca 'terörist' olarak yazılıyordu. Ancak, bu tür yasaklar, duruşmaların devam ettiği sonraki dönemlerde giderek yumuşatıldı. Bunda da, örgütün öncü kadrolarının mahkemede, 'PKK', 'Kürt', 'Kürdistan' ve 'Kürt Devleti' söylemlerini ısrarla tutanaklara geçirmelerinin rolü büyük oldu

* Duruşmalarda PKK öncü kadroları ile itirafçıların diyaloglarına tanık olmuşsunuz…

- Örgüt içinde 'gözlüklü' kod adı ile tanınan itirafçı Hıdır Akbalık'ın sözlü sorgusu ardından Mehmet Hayrı Durmuş ayağa kalkarak söz almak istedi. Hakimin izin vermesi üzerine konuşan Durmuş, 'Hıdır'ın samimi diye mahkeme heyetine sunduğu ifadeler, zaten iddia makamının ta kendisidir. Biz bölücü değiliz ve Türk halkına da karşı değiliz. Tarihe bakıldığında Kürt sorunu vardır. Irkçı olmadığımızı da defalarca söyledik. Ama Hıdır gibi insanlar bu gerçeği kabul etmiyor. Bazı insanlar kendilerini kurtarmak için gelişen devrimci sürece ayak bağı oluyorlar. Hıdır, 'ben sosyalizmin iflas ettiğinin kanısına vardım' diyor. Oysa sömürü ve sömürgecilik var oldukça, sosyalizm asla iflas etmez. Dolayısıyla sosyalizm değil, Hıdır Akbalık'ın kendisi iflas etmiştir. Hıdır samimi değildir, kararsızlığını tarih gösterecektir. Hıdır, insanların canını yakma çabası içindedir. Bu da onun kendisinin bileceği bir iştir. Hıdır Akbalık yazılı samimi ifadesinde kendisini kurtarmak için ihbarlarda bulunuyor. Dolayısıyla, Hıdır Akbalık'ın verdiği yazılı ifadesi, iddia makamının bizim hakkımızda hazırladığı iddiadan başka bir şey değildir' dedi.

Aynı şekilde söz alan Mustafa Karasu da söz alarak, 'Hıdır, mahkeme heyetine sunduğu samimi itiraflarında devrime çatıyor, buna karşın ABD emperyalizminden hiç söz etmiyor, görmezden geliyor. Bu nedenle Hıdır Akbalık bir karşı devrimcidir. Halklar özgürlük mücadelelerinde bazı devletlerden elbette ki yardım ve destek alırlar. Bu uşaklık değildir. Ama bugün Hıdır Akbalık'ın emperyalizme uşaklık ettiğini görüyoruz, dedi.

Yine söz alan Hamit Baldemir ise Hıdır Akbalık'ın, PKK'nin ithal malı bir çete olduğu' şeklindeki sözlerine, 'PKK ithal malı bir çete değildir. Siyasi bir organizasyondur. İdeolojik bir partidir. Akbalık Atatürkçü olamaz, olsa olsa dalkavuk olabilir' diyerek yüksek sesle tepki gösterdi.

PKK'nin Diyarbakır Bölgesi Askeri Komite sorumlusu olmak, adam öldürme, gasp ve silahlı soygun suçlarından hakkında 5 kez idam cezası istenen Mehmet Tanboğa da, 'Hıdır Akbalık kendisi hakkında istenen idam cezasını hafifletebilmek için sürekli yalan beyanlarda buluyor. Aslında o ve onun gibilerin bu tür beyanlarda bulunmalarına gerek yoktur. Samimi olarak geçmişte yaptıkları eylemlerden pişmanlık duyduklarını mahkeme heyetine itiraf etmeleri yeterlidir. Başkalarının canlarını yakmaya gerek kalmazdı. Hıdır Akbalık mahkemeye sunduğu yazılı beyanlarında samimi değildir. Çünkü yalan konuşuyor. Yalan konuşların beyanları da samimi olmaz. Ben PKK'yi, Kürt ve Kürdistan'ı savunan tüm arkadaşaların fikirlerine katılıyorum. Hakkımda verilecek kararı mahkemenin takdirlerine bırakıyorum' dedi.

‘KAYITSIZ KOŞULSUZ ÖLÜME YATIYORUM’
* 14 Temmuz 1982 tarihinde mahkeme salonunda alınan ölüm orucu kararına tanıklık ettiniz. Neler yaşandı o anda?

- Mehmet Hayri Durmuş'un tek isteği mahkemede yazılı ve detaylı bir siyasi savunma yaparak Kürt halkının davasını tarihe mal etmekti. Ancak, böyle bir savunma yapması sürekli engellendi. M. Hayri Durmuş, yargılanan bazı sanıklarla ilgili mahkemeye ulaşan raporlar mahkeme başkanı tarafından okunurken, 'önemli açıklamalarda bulunacağım' diyerek söz istedi. Mahkeme başkanı, 'sanık ifadeleri, raporlar ve şahsınla ilgili suçlamalara cevap verebilirsin' demesi üzerine Hayrı Durmuş, 'Çok önemlidir' diye ısrar etti. Yargıç konuşmasına 'meseleyi ana hatlarıyla anlatması' koşulu ile izin verdi.

Konuşmasına, 'Biz burada, her şeyden önce siyasi bir davadan yargılanıyoruz' diyerek başlayan Durmuş, buna karşın yasaların sanıklara tanıdığı savunma hakkının fiilen ellerinden alınmış olduğunu, yazılı savunmasını cezaevi yetkililerine teslim ettiğini ancak bunun mahkemeye iletilmediğini belirterek, 'Bize cezaevinde insanlık onuruna yakışmayacak düzeyde baskı yapılmaktadır. Amaç ise pişmanlık duyduğumuzu kabul ettirmek, bizleri itirafçı duruma getirmektir. Duruşmalarda ideolojik bir konuşma yaptığımızda, ya da inandığımız ilkeleri savunduğumuzda, gönderildiğimiz cezaevinde söz konusu baskılar daha artmaktadır.

Bizim siyasi savunma yapma hakkımız elimizden alınmıştır. Bu nedenle ben de kendimi feda etmeye karar verdim. Bugünden itibaren ölüm orucuna başlıyorum. Ben, PKK hareketinin kuruluşunda ilk merkez komitesi üyeleri arasında yer aldım. Harekete katıldığım günden şimdiye kadar da harekete tam anlamıyla yararlı olamadığımı biliyorum. Bunun için de kendimi suçlu hissediyorum. Öncü kadrosu içinde yer alan birisi olarak cezaevinde de üzerime düşen sorumluluğu yeterince yerine getiremedim.

Kürdistan bağımsızlık mücadelesi elbette başarıya ulaşacaktır. Ben şiddet faktörüne daima inanmışımdır. Bu nedenle de Kürdistan bağımsızlık mücadelesi de silahlı mücadeleye dönüştürülmedikçe başarıya ulaşacağına inanmıyorum. Ulusal kurtuluş hareketlerinin günümüz koşullarında silahlı mücadeleye başvurulmadan başarıya ulaşması mümkün değildir' dedi.

Mahkeme Başkanı Hakim Albay Emrullah Kaya, M. Hayri Durmuş'un kesin bir kararlık duygusu içersinde olduğunu anlayınca, 'Ölüm orucu kararından vazgeç. Mahkeme heyeti olarak savunma sorununuzu ve cezaevi koşullarınızı ilgili yerlere yazılar yazarak halledeceğiz. Savunma hakkınız vardır, savunma yapabilirsiniz' deyince, M. Hayri Durmuş diğer duruşmalarda olduğu gibi yine kararlı bir duruş sergileyerek 'Artık söyleyeceğiniz hiçbir şey umurumda değil' dedi.

KEMAL PİR: İLK ÖLEN BİZ OLMALIYDIK, GEÇ KALDIK
* Hayri Durmuş'tan başka söz alan oldu mu aynı duruşmada?

- Durmuş konuşmasının devamında, 'Bu sorun salt Hayrı Durmuş'un sorunu değildir. En az 100 arkadaşım da aynı sorunları yaşamaktadır. Yani savunma hakkından fiilen yoksun bırakılmışlardır. Biz bu konuda mahkemenin iyi niyetine inanıyoruz. Ama mahkeme heyetiniz bu sorunu çözemez. Ben herhangi bir şart ve koşul öne sürmüyorum. Kayıtsız, koşulsuz ölüme yatıyorum. Bir sonraki duruşmada olmayabilirim, Bu yüzden arkadaşlarıma vasiyetimdir; mezar taşıma, 'Halkına karşı borçlu öldü' diye yazılsın. Kararımda samimiyim. Bu benim son eylemim olacak. Kürdistan'ın bağımsızlığı için yola çıkanlar bu direnişi esas alacaklardır. Kürdistan ancak böyle özgürleşir. Dünya, bölge ve ülkenin durumu bu yolu zorunlu kılıyor' dedi.

Mehmet Hayrı Durmuş'tan sonra söz alan, örgütün tutuklu en genç mensubu olan Ali Çiçek, 'PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti. Ben de ölüm orucuna başlıyorum. Bu eylemde öleceğim için, partim ve halkım adına yaptığım bazı eylemleri açıklamak istiyorum' dedi. Başka arkadaşlarının üzerine atılan tüm eylemleri bir bir kabul ettiğini açıkladı.

Arkasından Kemal Pir oturduğu yerden söz hakkı almadan ayağa kalktı. Duruşma salonunda görevli gardiyan askerlerin müdahalesine rağmen; 'Ben de ölüm orucuna başlıyorum. Hayri ve Ali Çiçek'e katılıyorum. Ekleyeceklerim var; bu böyle olmamalıydı. İlk ölen biz olmalıydık. Geç kaldık' diye bağırdı.

Kemal Pir'in ardından diğer sanıklarda peş peşe ayağa kalkarak başlatılan ölüm orucu eylemine destek verdiklerini yüksek sesle açıkladılar. Duruşma salonu bir anda karışmıştı. Salondan 'Kahrolsun’ sesleri yükseliyordu. Görevli gardiyan jandarmalarla tutuklular arasında itiş-kakışmalar başladı. Coplarla sanıklar salondan çıkarıldı.

14 Temmuz 1982 günü yapılan bu duruşmadan sonra Diyarbakır Cezaevinde başlatılan ölüm oruçlarında Kemal Pir 7 Eylül, Hayri Durmuş 12 Eylül, Akif Yılmaz 15 Eylül ve Ali Çiçek ise 17 Eylül 1982 tarihinde yaşamlarını yitirdi. Cezaevindeki ölüm orucunda peşpeşe ölümlerin yaşanması şok etkisi yarattı. Ölümlerin artabileceğinden endişe duyulmuş olacak ki, Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavirliği duruşmalarda sanıkların siyasi yazılı savunmaları önüne konulan engellerin kaldırılacağını açıklamak zorunda kaldı. Bir süre sonra da yasağın kaldırılmasına ilişkin karar uygulamaya konuldu.

Ancak savunmalarda Diyarbakır Cezaevi koşullarından kesinlikle söz edilmeyeceği, bu kuralı ihlal edenlerin yazılı savunmaları cezaevi yönetimince el konularak ilgili mahkemelere kesinlikle gönderilmeyeceği belirtildi.

EKREM SUNAR KİMDİR?

1946 yılında Diyarbakır’da doğdu. 1964 yılında gazeteciliğe başladı. Türk Haberler Ajansı (THA), Hürriyet Haber Ajansı (hha), Ulusal Basın Ajansı (UBA), Güneş ve Yeni Günaydın gazetelerinin Diyarbakır, Adana, Van bölge bürolarında muhabir ve temsilcilik yaptı. 2005 yılında Irak Cumhurbaşkanı olan Celal Talabani ile Aralık-1978'de peşmerge lideri iken uluslararası düzeyde ilk görüşen THA ekibinde yer aldı. Avrupa'nın 22 TV Kanalında yayınlanan Talabani ile röportaj 1979 yılında Sedat Simavi Vakfı'nın 'TV Haberciliği' dalında "Irak'ta Kürt Koridoru" adı adlında birincilik ödülü aldı. Kıbrıs Harekatı, İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı ile Irak, Suriye, İran ve Ermenistan'da yaşanan toplumsal olayları izledi. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti tarafından 1986, 1987 ve 1988 yıllarında 'Yılın Gazetecisi' seçildi. Sürekli Sarı Basın Kartı sahibi olan Ekrem Sunar'ın bölgedeki gelişmeleri kapsayan "Düşük Yoğunluklu Haber Güncesi", "Barzan'dan Bağdat'a Kürtler/Irak'ta Kürtlerin Yüzyıl Savaşları" ve "Mezopotamya'nın Medya Süvarileri/Tanıklar" isimli yayınlanmış kitapları bulunuyor.