6 Ocak 2013 Pazar

2013 Yılında AKP Devletinin Yeni Kürt Senaryosu

AKP’nin PKK’yi tasfiye stratejisi bütünlüklü olarak çöktü. Gerillanın geliştirdiği ‘Alan Hakimiyet Askeri Stratejisi’, sistemi özellikle askeri olarak işlevsizleştirdi. Bir başka hedefi ise ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürt toplumunu fiilen örgütsüzleştirmekti. Bu da sonuçsuz kaldı. Tutuklanan binlerce kadrolarının yeri, doğal akışı içinde dolduruldu. 

2013 yılının çok daha karmaşık bir politik atmosfer içinde geçeceği hemen herkesin farkında olduğu bir durum. Kürt sorunu bu politik denklemin ilk sırasını oluşturacak. Ortadoğu’da haritaların değişeceğine dair çok önemli veriler bulunuyor. Kürtler bakımından çok daha kapsamlı değişimlerin yaşacağını, bölgesel ve uluslar arası aktörlerin de gördüğü bir realitedir. 2013 yılı bir bakıma Kürtlerin yılı olacak. Buna dair çok önemli veriler ortaya çıkmış durumda.

Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ve BDP Milletvekili Ayla Akat’ın İmralı’da Öcalan’ı ziyaret etmeleri, Kürt soruna ilişkin gelişmelerin önemini olacağını gösteriyor. Bu bakımdan, Türkiye’nin iç politikasında da Kürt sorunu politik gündemin ilk maddesi olmaya devam edecek. Bu sadece iç politikada değil aynı zamanda bölgesel ilişkiler bakımından da son derece önemli bir noktayı oluşturuyor. Ayrıca Türkiye, Kürt sorunun çözümünde somut bir yönelim içerisine girmez veya giremezse,  çok daha kapsamlı sorunlarla karşı karşıya kalacağının farkındadır. Özellikle son birkaç yıldır çok yönlü geliştirdiği ve ekonomik, politik, askeri ve psikolojik saldırıları en üst düzeyde uygulamaya koydu.

2011-2012 kış aylarında, çok kapsamlı geliştirdiği askeri saldırılarla ''PKK’nin artık tasfiye noktasına geldiğine'' inandılar ve hatta 'PKK mirasının paylaştırılması' için sofralar kurdular, erkenden 'zafer'lerini ilan ettiler. ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürtlerin 6 Milletvekili, 75 Belediye başkanı, yüzlerce Belediye Meclis üyesi, yerel yöneticilerinin nerdeyse yüzde 80 tutuklandı veya rehin alındı. Ayrıca AKP Devleti, Batı Kürdistan olarak tanımlanan Suriye’de Kürtlerin kendi bölgelerinde yönetimi ele alarak, ‘özerk’ yapılarını kurmaya yönelik geliştirdikleri ‘sessiz devrim’i boğmak için çok yönlü saldırılara yöneldi. Kürt bölgesinde adeta bir savaşa hazırlandı. Böylelikle, Kürtleri bütünlüklü olarak 'tasfiye edeceğine' inandı. Bütün strateji bunun üzerine kuruldu. Erdoğan ve çevresi bunan inandı veya inandırıldı. Bu nedenle Erdoğan, söz konusu politikaların başarıyla sonuçlanacağına olan güvenle, ‘Kürt sorunu bitmiştir, gündemde Kürt sorunu yoktur’ açıklamalarını süreklileştirdi. ‘PKK etkisizleştirildi,  yakında tasfiye edilecek noktaya geldi ve Öcalan’ın da artık işlevi bitmiştir ve ömür boyu İmralı’da kalacak’ biçimindeki açıklamalar AKP’nin politikasının ana eksenini oluşturdu. Öyle ki çok daha ileri giderek, ‘tek bayrak, tek millet, tek devlet’ argümanlarını sık sık tekrarladı ve “ben milliyetçiyim var mı bunun ötesi” naralarını attı.

AKP’nin ve devletin politikası çöktü


Peki, ne oldu? AKP’nin Kürtlerin ve özellikle PKK’nin tasfiye stratejisi bütünlüklü olarak çöktü. Birincisi, gerillanın geliştirdiği ‘Alan Hakimiyet Askeri Stratejisi’ ile Kürt coğrafyasının belirli bir bölgesinde önemli oranda hakimiyet kurdu. Sistemi, özellikle askeri olarak işlevsizleştirdi. En az 400 KM uzunluğundaki bir alan gerillanın alan hakimiyeti olarak ilan edildi. Bu bölgelerde Türk ordusu çok önemli kayıplar vermekle kalmadı, aynı zamanda askeri savaş kabiliyetini önemli oranda kaybetti. Birçok askeri bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Kara hakimiyeti de Kürt gerillalarına geçti. Bunun için askeri sevkiyatlarını uçaklarla ve helikopterlerle yapmaya başladılar. Bunun en somut biçimi, Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun Genelkurmay başkanlarıyla birlikte gidip fotoğraf çektirdikleri ‘Gedikli Tepe’ gerillanın denetimine girdi. Bir daha ne bir general, ne de bir politikacı buraya gidemedi.


Murat Karayılan, Erdoğan’ı Gedikli Tepe’ye davet etti; “Buraya gelir bir kez daha resim çektirirsen, dediklerinin tamamı doğrudur, gelemezsen benim dediklerim doğrudur.” Genelkurmay Başkanı Özel, 7 özel komando taburuyla, buraya saldırıp yeniden gele geçirmek istedi. Bir adım atamadan büyük kayıplar vererek geri çekildi. Erdoğan, hala Gedikli Tepe’ye gitme hayalinde. Belki bu kış koşullarından yararlanır gider. Ayrıca PKK’nin geliştirdiği ‘Alan Hakimiyeti Askeri Stratejisi’ aynı zamanda gerillanın sadece askeri savaşma gücünü arttırmadı aynı zamanda gerillaya katılımların çok üst boyuta çıktığını gösterdi.


AKP devletinin saldırısının bir başka hedefi Kürtlerin örgütsel kurumları oldu. Amaç, Kürt toplumunu fiilen örgütsüzleştirmekti. 'KCK operasyonları' adı altında yaptığı bu oldu. Bu da sonuçsuz kaldı. Tutuklanan binlerce kadrolarının yeri, kendi doğal akışı içinde dolduruldu. Kürtler kendi kadrolarını yürüttükleri mücadelenin içinden çıkartmayı başardılar. Devlet saldırdıkça, Kürtlerin politikleşme süreci çok daha fazla artıyor ve sahiplenme bilinci bir üst noktaya çıkıyor.   Bunun iki somut örneğini gördük. Birisi Kürt tutsaklarının başlatmış olduğu süresiz açlık grevinin Kürt halkında toplumsal bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir duruma gelmesi oldu. Diğeri, yakın dönemde Roboskî katliamının yıl dönümünde Kürtlerin ortaya koyduğu tutumdur. Her ikisinde de yüz binlerle ifade edilen protesto eylemleri, Kürtlerin toplumsal gücünü ve politik sahiplenme bilincini ortaya koydu. Bu iki süreç, yeni dönemin kadrolarının oluşturulmasında önemli pozitif bir rol oynadı. Bunu gören devlet, yeniden saldırdı, açlık grevleri sonrası ön plana çıkan insanları tutuklamaya yöneldi.

Kürt halkında Öcalan’a olan bağlılık arttı


Ayrıca AKP devleti, Öcalan’ı bütünlüklü olarak işlevsizleştirmek istedi. Öcalan ile bütün iletişim kanallarını kesti ve tamamen izole etti. Böylelikle hem PKK ve gerilla üzerindeki etkisini, hem de Kürt halkı üzerindeki otoritesini kırmak istedi. Devletin çok yönlü bu tür faaliyetleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Tersine Kürt halkında ve PKK’de Öcalan’a olan bağlılık arttı. Tasfiye’nin merkezinde Öcalan’ı olduğunu çok bilinçli bir politikayla ön plana çıkarttı. Öcalansız bir çözümün söz konusu olmadığı özellikle vurgulandı.  Devlet, Süresiz Açlık Grevlerini bitirmek için son çare Öcalan’a gitti. Ortaya çıkan tablo; Öcalan’sız bir çözümü gerçekleştiremeyeceğini bir kez daha gördü.


AKP devletinin bölgesel politikası da çöktü ve en güvendiği ABD tarafından esasen devre dışı bırakıldı ve yalnızlaştırıldı. Öyle ki, ABD, Barzani’yi, ‘Türkiye ile öyle sıkı ilişkilere girmemesi konusunda’ uyardı. Batı Kürdistan’da yani Suriye bölgesi Kürdistan’da Kürtler Özerklik sürecini, bütün ekonomik ve politik zorluklara rağmen inşa etmeye devam ediyorlar. Bu bakımdan bölgesel ilişkilerde Türkiye, Kürtler karşısında politik bakımdan çok açık bir yenilgi aldı.


Bütün bu veriler yan yana konulunca, AKP bütün gücünü en üst sınırda kullanmasına rağmen, Kürtler karşısında esasen yenilmiştir. Askeri güç ilişkilerinde ibre PKK’ye döndü, AKP politik olarak önemli oranda başarısız kaldı. Öyle ki, çaresizlikten idam, dokunulmazlık gibi politik tehditlere yöneldi. Kürt coğrafyasında toplumsal tabanını ciddi oranda kaybetti. Son kamuoyu yoklamalarında, Kürt bölgelerinde, AKP’nin oy oranı yaklaşık olarak yüzde 5 gerilemiş durumda.


Bu bakımdan AKP’nin belirlediği bütün stratejiler ve politikalar önemli oranda başarısız kaldı. 2013 yılının çok daha sert ve çatışmalı geçeceğini de fark etti. Kürtlerin askeri ve politik hamleleri karşısında izlenen her politikaların başarısız kalacağını gördü. Öyle ki, Erdoğan ve danışmanları; “PKK, 2012 yılında bazı şehirlerin yönetimlerini ele geçiremedikleri için başarısız kaldılar” açıklamasını yapabiliyorlar. Bu açıklamanın kendisi çok açık olarak bir psikolojik yenilgi tanımıdır ve bu sürecin çok daha derinleşeceğinin de farkındadırlar.

AKP yeni oyalama taktiklerine başvuracak


Bu nedenle, 2013 yılının daha ilk günlerinde, devletin yeni manevralara hazırlandığına dair veriler ortaya çıktı. Hem devlet kurumlarını ve siyasal partilerini, hem de medyayı bütünlüklü olarak bu sürece hazırladıkları ve hazırlayacakları anlaşılıyor. Aslında yumuşak bir geçişle geçmişte izlenen politikaların bir tekrarını uygulamaya çalışacak. Yapılan açıklamalar bunu ortaya koyuyor. Sorunun çözümü değil, yeniden oyalama, beklentiye sokma planını işletmeye çalışacağını ilk işaretlerini verdi.   


Ayrıca hepimizin bildiği gibi 2014 ile 2015 seçimleri gündemde. Bu iki seçim, hem Erdoğan, hem de AKP’nin İslami devletleşme sürecinin son halkası olarak önemlidir. Bu bakımdan izlenen politika, Kürt sorununu çözmek değil,  ihtiyaçlarına göre planlanan zaman kazanma taktiğini bir kez daha ön plana çıkarma olasılığı oldukça yüksektir. AKP’nin geçmişte izlediği politikalar dikkate alındığında benzer bir sürecin ortaya çıkması hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Önemli bir sürece girileceğine dair, özellikle medyada önemli tartışmalar yapılıyor. Ama AKP’nin Kürtlerin mevcut taleplerine ilişkin hiçbir somut çözüm önerisi gündemde yok.


Guardian yazarlarından Hooper, “AKP’nin 2011 yılında sahip olduğu halk desteğinin düştüğünü; partinin, ülkenin güneydoğusunda, PKK sempatizanı partilerle doğrudan oy yarışına girdiğini, Türkiye’de iki yıla kadar seçimler yapılacağı için de Başbakan Erdoğan’ın PKK’yle konuşuyormuş gibi görünmek istediğini” söylüyor. Sanırım uluslararası güçler ve kurumlar da AKP’nin oyununu görmüş durumdalar.


Örneğin; Erdoğan, Kürtleri tehdit ediyor: “Ya teslim olacaksınız ya da bu ülkeyi terk edip gideceksiniz.” Esasen PKK şahsında Kürtleri tehdit ediyor ve topraklarından kovuyor ve hala Roboskî katliamını da ısrarla savunuyor.


Beşir Atalay, “Entegre bir strateji izliyoruz. Bütün enstrümanların birbiriyle entegre biçimde kullanıldığı çok boyutlu bir çalışma yürütüyoruz. Bu entegre stratejinin hedefi silah bıraktırmaktır. İmralı bu strateji içindeki enstrümanlardan biridir” açıklamasını yaptı. Öcalan’ı bir çözüm gücü olarak görmüyor, kullanılan her hangi bir ‘estrüman’ olarak değerlendiriyor yani aşağılıyor.


HAS Parti’yi terk ederek Erdoğan’ın dümen suyuna giren Kurtulmuş’un ‘Anadilde Eğitim’e bakış açısı AKP’nin mantığını ele veriyor: “Hiç kimsenin Türkçenin resmi dil, yazışma ve resmi eğitim dili olduğunda en ufak tereddüdü yoktur, bu tartışılamaz bile. Çünkü aksi takdirde bir ülke olmaz. Bu çerçevede ana dilde eğitimi devlete değil de özel okullara verdirebilir. Bu özel okullara bir takım destekler de verilebilir. İnanın bu yapıldığı takdirde az sayıda okul açılır ve bu okulların belki bir yıl devam etmesi zor olur” diyor. Böylelikle Kürtler bakımından son derece önemli olan ana dilde eğitim talebinin AKP tarafından nasıl boşa çıkartacağını açıklamış oluyor.


Bu veriler çok açık olarak gösteriyor ki, Kürtlerin stratejik taleplerine yönelik hiçbir somut adım yok. Böyle bir bakış açısı yok. Çözüme dair belirlenen bir plan yok, ama tasfiyenin derinleştirilmesi de sürekliliğini devam ettiriyor. Bu bakımdan AKP ve Erdoğan’ın Kürt sorunu çözüm politikası bulunmuyor. Kamuoyuna yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Adalet Bakanlığının 4. Paket hazırlığı bulunuyor. 'Demokratikleştirmeye dair bir kısım maddeler bulunacak'mış! Ayrıca Türkiye’nin uzun yıllardır imzalamayı reddettiği ‘Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul edecekmiş! Konuşulan başka bir şey bulunmuyor.


Bu karmaşık politik atmosfer içerisinde AKP’nin Öcalan ile görüşerek ‘yeni’ bir adım atması ve Öcalan’ı yeniden çözüm gücü ve aktörü olarak görmesi, esasen 2012 yılını askeri ve politik olarak kaybettiğinin itirafıdır.

Kürt tarafı müdahil dahil olmalıdır

Bütün bu sorunlara rağmen devlet, 'yeni bir süreç başlatma kararı' aldığına göre PKK veya Kürt tarafı, olası bir müzakereye dahil olmalı mıdır? Kürtler bundan kesinlikle kaçınmamalıdır. Kürtler bugün politik olarak oldukça avantajlı bir konumda bulunuyorlar. Bölgesel ve uluslararası denklem hesaba katıldığında Kürtlerin konumu oldukça güçlüdür. Bu bakımdan müzakere masasına oturmalarından hiçbir yanlışlık yok. Önemli olan, masaya neyi koyacaklar ve hangi koşullarda müzakereye başlayacaklardır.   


Kürtler mevcut politik dengeleri hesapladıklarında, önerileriyle çok açık ve net bir şekilde sürece katılmalıdır:


Birincisi, PKK, bu sürecin merkezinde duruyor. PKK olmaksızın Kürt sorunu çözümlenemez. Kürt tarafı bunu deklare etmelidir. Devletin taktiği, PKK ile Öcalan’ı karşı karşıya getirmek. Bu basit oyun net bir şekilde deşifre edilmelidir.


İkincisi, 'Silahsızlandırma' ve 'PKK yöneticilerinin üçüncü, dördüncü ülkelere gönderme' gibi tasfiyeci ve aşağılayıcı öneriler kesin bir dille reddedilmelidir. Bu tür psikolojik savaş yöntemlerine izin verilmemelidir.


Üçüncüsü, Müzakereler doğrudan taraflar arasında yapılmalıdır. Koşulları uygunsa iki tarafından belirlediği heyetler yürütmelidir.


Dördüncüsü, Eğer Kürtler adına baş müzakereci Abdullah Öcalan olacaksa, Öcalan’ın bu sürece daha aktif olarak katılmasının fiziki ve sosyal koşulları yaratılmalıdır.


Beşincisi, Alan Hakimiyeti’nin sağlandığı bölgelerdeki konumlanma olduğu gibi devam etmeli ve gerillanın sınır dışına çekilmesi gibi öneriler kesinlikle reddedilmelidir. Tek taraflı ateşkes kabul edilmemelidir. İki tarafın da onayladığı ortak bir ateşkes devreye girmelidir.


Altıncısı, Müzakerelere başlanacaksa, bu çok açık olarak, Oslo sürecinin ötesinde olmalıdır.


Yedincisi, İdari/yönetimsel Özerklik, Ana Dilde Eğitim ve Kültürel Özeklik gibi Kürtlerin stratejik taleplerinde hiçbir geri adım atılmamalıdır. Tersine, müzakerelerin temel gündem maddeleri olmalıdır. Kürtlere yönelik stratejik taleplerin Anayasal güvenceye alınmasında en ufak bir geri adım atılmamalıdır.


Sekizincisi, İyi niyet belirtisi olarak, tam bir politik soykırım dönüştürülen KCK operasyonları durmalı ve bu davalardaki tutsaklar serbest bırakılmalıdır. İlk adım olarak rehin alınan Kürt Milletvekilleri ve Belediye Başkanları hemen bırakılmalıdır. Ayrıca Roboskî katliamı için devlet Kürtlerden özür dilemelidir. Ayrıca, devlet, Batı Kürdistan’a yönelik çok yönlü saldırılarına ve faaliyetlerine son verilmelidir ve iç işlerine hiçbir şekilde karışmamalıdır.


Dokuzuncusu, bütün bunlar somut olarak bir takvime bağlanarak yürütülmeli, asla belirsizlik içine sokulmamalıdır. Buna benzer önemli hassas noktalar kesinlikle göz önünde tutularak, yeni bir sürecin başlatılmasında hiçbir sakınca söz konusu olmaz. Devletin amacının çözüm olmadığı unutulmamalıdır. Bu bakımdan devlet’in oyun yapmasına izin verilmemelidir.

AKP ve devlet hilelere baş vurmamalıdır


Kendisini 'Padişah' gören Erdoğan, Kürt sorununu çözümünde şimdiye kadar yaptığı gibi yine hilelerle başvurursa ne olur? Bunun yanıtını PKK yöneticileri vermiş.


Karayılan; “Ben onun gibi ağzımı bozmayacağım ama tüm söylediklerini ona aynen iade ediyorum. Erdoğan bilmeli ki biz Kürdistanlıyız, bu ülkeyi çok seviyoruz ve bu ülke için çok bedel verdik. Erdoğan diyor ki ya 'Türkleşerek tek milleti kabul edeceksiniz ya da nereye gidiyorsanız gidin'. Ben de diyorum ki sizin ne işiniz var ülkemizde. Burası Kürdistan’dır. Bizim ülkemizdir. Asıl siz çekin gidin ülkemizden. Kürt halkı üzeride silahlı baskı ve siyasi soykırım olduğu sürece bu özgürlük gerillası ve Kürt halkının direnişi de olacaktır. Bunu herkes iyi bilmelidir.”


Bahoz Erdal, “Bizi zayıf, güçsüz göstermeye çalışanlara ve 'final, minal yapamazsınız' diyenlere söylemek istediğimiz ise şudur; Kürdistan’da tek bir savcınız, hakiminiz, kaymakamınız, valiniz olduğu, işgalci ordunuz Kürdistan’da konumlandığı, faşist polis sürüleriniz Kürdistan’da terör estirdiği müddetçe sizi rahat uyuyacağınız bir geceye hasret bırakacağız. Her gece bunlara kabus yaşatacağız. Kürdistan’ı onlara yaşanmaz hale getirecek, cehenneme dönüştüreceğiz. Bu sömürgeciliğin ve faşizmin faturasını ağır ödeteceğiz.


Erdoğan, bir Kürdistan şehrine geldiğinde binlerce asker, polis ve zırhlı araç eşliğinde gelebilecek, her saatte, her gün ve vesilede buranın Kürdistan olduğunu gözlerine sokarak, yaşatarak hissettireceğiz. Sömürgecilere ve işbirlikçilere gölgeleri kadar yakın olacağız. Erdoğan’ı Amed veya Hakkari’ye binlerce koruma ve zırhlı araç olmadan ziyaret etmeye hasret bırakacağız. Sonuç olarak sömürgeci Türk devleti azdıkça ve saldırıları arttıkça direnişimiz de güçlenerek devam edecek ve karşılık verilecektir. Her zaman olduğu gibi HPG, Önder Apo’nun, hareketimizin ve halkımızın emrinde olacak, üzerine düşeni layıkıyla yapmaya çalışacaktır.”


Kürtler eşit, onurlu barış istiyor, demokratik bir çözüm istiyor, kan dökülmesin istiyor, kendi topraklarında diğer halklarla özgürce yaşamak istiyor, kendi kendilerini yönetmek istiyor, Demokratik Özerklik istiyor. Bu bakımdan, tekrarlamaktan yarar var: Yeni süreç, Kürtlerle dans edildiği bir dönem olmasın. Demokratik çözüm olsun. Yoksa yukarıda söylenenler devreye girer.
Karar vermesi gereken Erdoğan’dır.



DR. MUSTAFA PEKÖZ

gokyuzu9@aol.com

Ateşkese Evet, Ama...

Ahmet KAHRAMAN

Perşembe günkü yazımda, yeni baştan olan barış görüşmelerinin analizini yaparken, Kürdistan’ın son özgürlük uğruna, yalnız son 30 yılda verdiği kayıplar ve katlandığı dayanılmaz ağırlıktaki bedellerin rakamsal özetini vermiştim.

Son sözü, en başa getirerek devam ediyorum:


“Ateşkes”e evet, ama silah bırakmak…


İşte bu olgu çözüm değil, çözümsüzlüktür. Çünkü, kanayan sorun orta yerde dururken, arkadan gelenler yere bırakılmış silahı kaldırıp, kullanacaktır. Tarih bunu böyle yazıyor. Silah bırakmanın Türk tipi çözüm, yani çözümsüzlük, kan izlerini uzatıp, yıllara yaymak olduğunu…


Ayıca silah bırakmak, dört parçada örgütlenmiş Kürdistan ulusal hareketinin amaç, doğrultu ve hayallerinden sapma, büyülü rüyayı terketmek, öte yandan Kürdistan ruhunun mücadele kalesi, efsanevi Qendil’i düşmanlarına teslim etmek demektir.


Bütün bunlar, imkansızı istemektir. Çünkü, yalnız başına Qendil, Kürdistan ruhudur. Qendil’in efendileri, kabul görmese de, her zaman kendi çapında bir devlettir.


Dahası gerilla gücü, dört parçada Kürtlerin teminatıdır. Eğer, geniş çaplı ve yaygın soykırım yapılmıyorsa bugün, gerilla gücünden çekinme sayesindedir. Gücün silinip gitmesi, Kürtlerin sahipsizleşmesidir.  


Kürt hareketinden istenen buysa, Kürdisatan’ın korumasız ve yalnız kalmasıdır.


Her neyse, silah bırakmanın imkansızlığına dair sebep ve sonuçları uzatmak gereksiz, ama tedbirli ve karşılıklı olmak üzere, ateşkes her zaman mümkündür. Çünkü savaş, barışa ulaşma yollarını amaç içindir.


Kürdistan mücadelesi, Türk tarafını bir kere daha sıkıştırmış masaya çekmeyi başarmıştır.


Ancak, Türk tarafı verdiği “söz”e, yaptığı anlaşmalara saygısızlıktan sabıkalıdır.  


Geçmişte İngiliz ve Fransızlar Lozan’da Türk devletini kuruyor, anayayası yazıyorlardı. Atatürk, bugünkü Recep Erdoğan’ı gibi Türklerin tartışmasız tek muktediri, Kürdistan meselesi ise tek sorundu. Atatürk Kürtleri kandırıp susturmak için Kürdistan’a “özerklik” sözü veriyor, gazetecileri İzmit’e çağırıp “nasılını” da açıkladıktan sonra, yasasını bile parlamentodan geçiriyordu. Fakat, “vaziyet bitirilince” Kürtler, sahip olduklarını da kaptırmanın hayal kırıklığıyla kalmış, parçacıklar kurtarma telaşına düşmüşlerdi.


Kürtler, 1925 hazırlıksız ve zamansız savaş alanına çekildikten sonra, bu kez “silahını teslim edip, evine çekilen huzur içinde yaşayacaktır” sözü verilmiş, elde ne varsa hepsi teslim edilmiş, Türk devletine 1925’den Atatürk’ün ölümüne kadar süren, silahsız dolayısıyla direnişsiz kırım imkanı hediye edilmişti.


Kürtlerin dipsiz “söz”ler, arkası olmayan yalanlarla oyalanıp, dolandırılması son 30 yılda da defalarca tekrarlandı. Karşılıklı anlaşma ile ilan edilen her “ateşkes”ler tek taraflı kaldı. Türkler kanda banyo, kızıl göllerde yüzme keyfi yaşadı. Gerillanın, 1999 yılı anlaşması ile yurt dışına çekilme yolları kan nehirlerine dönüştü.


AKP süreci ise utanmazlığın doruklarda bağdaş kurmasıdır. Ötekiler “söz”ü tanımıyor, bunlar nerelerinden çıktığını bilmiyor, anlaşmalara ihaneti, kandırıp dolandırmayı başarı sayıyorlardı.
Yalnız Kürtler değil, uyanabilen Türkler de, “haklar ve özgürlüklerin çiçek açtığı, Avrupa standartlarında, askeri vesayetin kırıldığı ileri demokrasi” vaadiyla dolandırılmanın acısıyla kıvranıyorlardı.


Recep Erdoğan Kürtlere, “dağa çıkacağınıza siyaset yapın” diyor, sonra seçeni ve seçilmişleriyle öne çıkanları hapishaneye tıkıyor, ırkçı kin taşmışçasına sokakta çocuklar, dağlarda çobanlar, yollarda kervanlar kırılıyor, anlaşma ile sağlanan ateşkesler, dağlarda kan çiçekleri açıyor, Erdoğan’ın adı Kürtler arasında verilmiş söze ihanet, kan ve göz yaşı olarak anılıyordu.


Öbür yanda gözü, kulağı ve beyni olan MİT müsteşarı PKK temsilcileriye oturduğu masada, dolandırıcı aceleciliğiyle “ne zaman silah bırakcaksınız?” diyerek başlıyor ve aynı sözlerle susuyordu.


Erdoğan, istediklerini alamayınca, gerillanın Silvan’da kırım taarruzuna karşılık vermesini barış görüşmelerini sabote etmek olarak niteleyip, Kürt halkının adı öne çıkmış tüm bireylerini rehin almak üzere, tutuklamalar başlatıyordu.


Kürt hareketi, Erdoğan rejimini şimdi bir kere daha konuşmaya mecbur kılmıştır. Ancak, gerideki aldatmaca, dolandırmaca mezbelesi, zibillik ve çöplüğünden sonra, Kürt tarafı artık daha temkinlidir.


 Kürtlerin, şimdiye kadar verdiği bütün “söz”lerine ihanet eden ve konudaki sabıka dosyası oldukça çok olan kişi ve adamlarına güveni yoktur.


PKK Kürdistan meselesinden doğduğu halde, onu ayrı ele alıp, silah bıraktırmayı çözüm haline getirmek, sorunu saptırmaktır. PKK sorundan doğmuş bir gerçektir.


Kürtler, şimdi asıl sorunu bir kere saptırma ve sulandırmaya başladığı için ona saygı duymuyor, asla güvenmiyorlar.


Yalnız Kürtler mi?


 Demokrat damarlı Türk kalemler de, bunların dürüst davranacağına inanmıyor, “dolandırıcıya dikkat” dercesine şüpheyle bakıyorlardı. Ruşen Çakır’ın, “Devlet Öcalan’ı kullanıp atacak mı?” başlıklı yazısı ile bunu ima ediyordu.


Aynı Çakır, bir televiz konuşmasında bugüne kadar Öcalan’ı diledikleri gibi kullanamadıklarını söylüyordu.


Her şeye rağmen, her başlangıç umuttur…


Tayyip, ‘Pişman ve Teslim Ol’ Diye Buyuruyor

Ahmet KAHRAMAN
 
Dünyada, toprakları zengin ya da yoksul her halk kendisi ve ülkesinin efendisi olarak yaşarken, Kürtlerin bunlardan eksiği ne? Yurt hırsızları, katiller, insanlık için hayırsız, uğursuzlar bile yurt edinmişken Kürtler, kendi yurtlarında esir, söz hakkı bulunmayan, kaderine sahip olmayan köle…

Son insanlık davası başkaldırısında 40 bin Kürt katledildi. Bunların, 17 bin 500’ü Türk güçlerince kaçırılan, “katili (faili) meçhul öldürülmüş” sivillerdi.


Kimileri evinde uyurken, işyerinde çalışırken haydutça baskınla götürüldü. Eşkıyanın yol kesme metoduyla çıktılar kimilerinin yoluna. Pusuya düşürdüler. Bazılarını, Türk büyükleriyle görüşmek için kışlaya, askeri karakollara çektiler. Pek çoğundan bir daha haber alınamadı.


Kim çete, devlet kimlerden oluşuyor belli değildi. Türk devletinin kendine has olan hukuku da hiç bir zaman uğramadı Kürdistan’a.


Türk medyasında bayraklaşan MİT raporuna, Kürtler sözkonusu ise devlet mafya, mayfya da devletti. AKP rejimi, devletten maaşlılardan vurucu güce sahip, ama Başbakan Tansu Çiller, kiralık katiller, mafyadan oluşan ölüm taburlarını kurmuştu. Buna “Tansu-Özer Çiller Birlikleri” deniyordu.


İşkenceler, mafyanın bile kendisi için onur kırıcı bulup, rakiplerine uygulamadığı cinstendi.


4 bin Kürt köyü, Türkler tarafından yakılıp yıkıldı. 4 bin köy, yok edilmiş dört bin dünya demektir. En az 4 milyon insanı, kendi yurdunda sığınmacı, yani mülteci oldu.


“Bir tanesi dünyaya bedel” naralı Türkün zulmünden kurtuluşu, kendini yollara, dağlara, denizlere, nehirlere atmakta arayanlardan en az iki milyon kişi, dili, yaşama biçimi, iklimi de farklı başka dünyalarda mültecileşti. Topluca 1992’de, topluca güney sınırına doğru kaçanlar, savaş uçaklarıyla vuruldular.


Kaçış, umudu beklemeydi. Özgürlük günü dönüş yolculuğu…


Çalınan, kaçırılıp kaybedilen oyları saymıyorum. Türk devletinin resmen kabul ve açıkladığı sonuçlara göre, son seçimde, üç milyon Kürt BDP’ye oy verdi. Yani kendine, kendi davasının örgütüne.


20 yaşın üstündekilerin oy verme hakkı vardır, TC’de. 3 milyon kişi (oy), üç milyon ergin insan ve aile demektir.  Aileleri, en azıyla dört kişiden ibaret sayarsak, bu 12 milyon insan demektir.  


Türk ırkçılığına, hayır diyen 12 milyon Kürt…


Bu aynı zamanda, açıktan açığa hedef haline gelmek demektir.


Hedefe yönelen Türk devleti, tümünü ortadan kaldırma gücüne sahip değildi. Milyonlarca Kürdü barındıracak toplama kampları da yoktu, henüz. Kürdistan’ın geleceğine oy veren kadınlar ve erkeklerle onların seçtikleri ve çocuklardan oluşan 11 bin 400 kişi hapistir, bugün.


Avukatlar, Kürdistan’ın trajedilerini yazan gazeteciler, annelerine işkence yapan, köylerini yakan, babalarının emeğini çalan, talan eden çetecilere taş atan çocuklar…


Türk muktedirler, Kürt katliamıyla kişilik buluyor, kanla kibirleniyor, medya, yeni yılın sevindirici haberi olarak katledilen, tutuklanan Kürt toplamını ise gururla sunuyor, bir yandan da Kürt ulusal kurtuluş hareketini pişmanlaştırıp, teslim alma planlarını açıklıyordu. Günümüzün muktediri, Recep Tayyip Erdoğan, hayalciliğiyle İspanyol yazar Cervantes’in yarattığı şövalye tipi Don Kişot’u andırıyordu. MİT müsteşarı eski çavuş Hakan Fidan da da, sanki Don Kişot’un uşağı Şanso Panso’ydu.


Tayyip, rüyasında gördüğünü, uyanıkken hayal ettiğini gerçek sanıp, Fidan’a “yakala” diyor, o da Kürdistan Mücadelesi liderlerine dönüp, efendisinin “silahlarını teslim ve ülkeyi terk” emrini tebliğ ediyordu.


Manzaraya bakan Kürdistan mücadelesi Don Kişot’un emriyle başlamış ve onun emri geri almasıyla bitecek sanıyordu…


Cervantes’in Don Kişot’u bile gülecek, ama sanki Kürt halkı sonunda pişman olmak için bunca bedeli ödedi, dağları tutan çocukları da silahları bırakıp teslim olmak, teslim olmayanları orada burada mültecileşmek hayatını koydu ortaya!..

Genelkurmay'dan 20 Bölgeye Giriş Yasağı

ANKARA - Genelkurmay Başkanlığı, Gabar (Küpeli) ve Cudi Dağı'nın da aralarında bulunduğu 20 bölgeyi, "Geçici güvenlik bölgesi" ilan ederek, 8 Ocak ile 8 Nisan tarihleri arasında girişe yasakladı.

Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinden yapılan açıklamada, "Güvenlik bölgesi" ilan edilen yerler açıklandı. "Güvenlik bölgesi" ilan edilen yerlere; 8 Ocak ile 8 Nisan tarihleri arasında girişler yasaklandı. Genelkurmay tarafından "Geçici güvenlik bölgesi" ilan edilen yerler şunlar; Küpeli Dağı, Cudi Dağı, Yazlıca Dağı ve Güneyi, Mehmet Yusuf ve Meydan Dağları, İncebel Dağları, Altın Dağlar, Çağlayan/Pirinçeken, Buzul Dağı, Alangüz Dağı, İkiyaka Dağları, Balkaya Dağı, Karadağ-Gediktepe-Çimendağı, Yazlıca Dağı Kuzeyi, Kurşunlu Dağı Dicle (Diyarbakır), Yassıdağı. 


ANF

Muhatapları Öcalan Kadar Samimi mi?

Erdem Can
 
 
MGK'nın AKP Hükümeti eli ile Kürt sorununun çözümünde nihai yöntemin müzakere olduğunu yeniden ikrar etmesi olumlu bir gelişme. Bu müzakerelerin temel muhatabının PKK Lideri Abdullah Öcalan olduğunun kabulü ise Ankara egemenliğinin sorunu kavramasında yeni bir aşamayı işaret ediyor.

Yine de Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in, Öcalan ile görüşmek üzere İmralı Adası'na giden DTK Eşbaşkanı ve Diyarbakır Milletvekili Ahmet Türk ve BDP milletvekili Ayla Akat'ın Öcalan ile görüşmesini değerlendirirken kullandığı, ”Ziyarete biz izin verdik ama istismar edilirse devamı gelmez” üslubu kendi içinde bir istismarı barındırıyor. Görüşmelerin bir tarafını temsi eden AKP hükümeti üyelerinin sürecin sağlıklı yürütülebilmesi için daha dikkatli bir dil kullanmaları, bu yersiz kibir dilinden kurtulmaları gerekiyor. Sürmekte olan savaşın sonlandırılması gibi hayati bir konuda hala son derece subjektif yargılarla elindeki yetki ile tehdit etme dili barışa giden yolu başından güvensiz bir hale getiriyor.

Bu güvensiz dile bir de, hem yer yer AKP kanadından hem de Türk basınında bilinçli bir biçimde pompalanan, ”Kandil Öcalan'ı dinler mi, Avrupa örgütü ne der” gibi son derece provokatif soruları eklemek süreci zora sokmaktan başka bir fayda getirmez.

Cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevlerinin 67. gün gibi kritik bir evresinde devreye girerek bu eylemi sonlandıran Öcalan, hem kendisi hem de KCK adına bir kez daha rollerini barıştan yana oynama kararlılığında olduklarını gösterdi. Aynı biçimde Öcalan'ın açlık grevlerinin sonlandırılması çağrısı ardından KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı imzası ile yapılan açıklamada, ”Nerede olursa olsun Hareketimizin, Kürt Özgürlük Hareketinin militanlarının, Kürt halkının yine onun öncülerinin tüm bileşenleriyle Önder Apo’yla bir bütün olduğu, Apocu militanlığın, yurtseverliğin yenilmez olduğu hakikati kendisini en yalın bir biçimde göstermiştir” vurgusunun hatırlanması gerekir.

KCK ile Öcalan arasındaki ilişki bu denli açık bir biçimde ortadayken aksi yönde bir durum varmış gibi yaparak gündemi mesnetsiz bazı sorularla boğmak, aslında barış sürecini boğmaktır. Türk Hükümeti ve basını bu süreci sekteye, akamete uğratabilecek bazı girişimleri deşifre etme yoluna gitmelidir. Erdoğan'ın Öcalan'la görüşmelerin sürdüğü yönündeki açıklamalarının ardından gerçekleşen gözaltılar, açılan yeni davalar ve Öcalan'ın kitaplarına yönelik yasaklamanın zamanlaması izaha muhtaçtır. Bu durumu ”yargı bağımsızlığı” safsatası ile geçiştirmek gayri ciddiliktir. Eğer burada iktidarın iradesini aşan bir girişim söz konusu ise bu kamuoyuna anlatılmalı. Bu sabotaj kokan girişimler bertaraf ve deşifre edilmelidir.

Hiç vakit kaybetmeden AKP Hükümeti başta sağlık sorunları bulunan KCK tutsaklarının serbest bırakılması ile başlayarak iyi niyet göstergesi olarak ilk adımlarını atmalıdır. Bu arada Türk basını da bu suni gündemleri her gün yeniden üretmek yerine, bu adımların atılması için sorgulayıcı ve ön açıcı bir yol izlemelidir. Bu otuz yılı aşkın savaşta Türk basının işlediği insanlık suçlarının telafisi için bir başlangıç olabilir.

Geçmiş bir çok deneyimden de biliyoruz ki Öcalan ve KCK'nin sivil Kürt siyaseti ile bu süreci de bir bütün olarak yürüteceği açık. Buna karşın AKP ve basının yanı sıra anamuhalefet olarak CHP ve sivil faşist blok olarak MHP'nin de katkı sunmasalar da sabote etme yoluna da gitmemeleri gerekir. Hali hazırda Kürdistan'da hiç bir siyasal valığı olmayan bu iki partinin üzerine oynayacağı zemininin Batı illeri olduğu düşünüldüğünde ırkçı hezeyanların kabarmasında etkili olacakları da aşikar.

Burada MHP'nin her ne tavır takınacaksa genel merkezin belirleyiciliğinde bir ortak tavır ya da tavırsızlık içinde olacağı açık. Ancak ülkenin Kürt sorunu, inanç özgürlüğü gibi temel sorunlarında da kendi içinde hala ortak bir dil oluşturamayan CHP'yi ağır bir imtihan bekliyor. Ortaya çıkan iradenin doğru değerlendirilmesi durumunda barışın inşasının mümkün olduğu görülüyor. Bunu sabote etme çabasına girecek CHP'nin Batı illerinde de gerilemenin sınırlarına kadar ineceği açık.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, yeni döneme ilişkin olarak, “AKP'ye yeni kredi açıyoruz, sorunu çözün” açıklaması ilk bakışta olumlu gibi görünse de kendi içinde problemler barındırıyor. Kılıçdaroğlu, çözümün bir parçası olma sorumluluğu yerine salt ”anamuhalefet” partisi olma sıfatıyla ”kredi” açan bir konumda olmayı tercih ediyor. CHP bu tavrıyla çözümün bir aktörü olmak yerine pusuda bekleyen karakter oyuncusu olmayı tercih ediyor. Kılıçdaroğlu'nun bu pasif tavrı CHP içerisindeki ırkçı bağnazlığı cesaretlendiriyor.

erdemcan@riseup.net

'Silahsızlanma' ve Namlunun Ucundaki Halk: Kürtler

Amed Dicle
 
 
Dünya üzerinde Kürtler kadar silahlarla muhatap olagelmiş pek az millet vardır.

Son olarak Lozan'da dört parçaya bölünen Kürdistan halkının tanımadığı bir silah neredeyse hiç yok.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye rejimleri tarafından her türlü baskıya maruz bırakıldılar, kimlikleri inkar edildiği gibi vahşi katliamlarla karşılaştılar. Silahın her türlüsünün hedefi oldular...

Ağrı dağında, Geliyê Zilan'da, Mahabad'da, Newala Qesaba'da, Barzan'da, Halepçe'de, Qamışlo'da, Roboski'de... Tarihin değişik zamanlarında, Kürdistan'ın değişik bölgelerinde namlunun ucundaki halk oldu Kürtler hep...

Ne zaman ki bu kaderi değiştirmek için örgütlenmeye başladılar, saldırılara maruz kaldılar ve silah alıp dağa çıkmak zorunda bırakıldılar... Kürdistan'ın son 30-40 yılık tarihinin seyri de böyle gelişti. Kürtler örgütlendi, örgütlendikçe baskı ve zulmün dozu da artmış oldu...

Ama artık Kürtlerin inkârı ve imhası üzerine kurulmuş bütün statükolar birer birer değişiyor. Kürtleri boyunduruk altına alarak kurulan tüm yapılar, bugün Kürtsüz devam edemiyor. Dörde bölünmüş Kürdistan bugün Kürtler için bir avantaja dönüşüyor. Egemenlerin kurduğu diyalektik tersine dönüyor.

İran, Türkiye, Suriye ve Irak gibi Ortadoğu'nun çok önemli dört ülkesinde örgütlü Kürtler, bu ülkeler üzerinden yeniden şekillenecek olan Ortadoğu bölgesinin en örgütlü dinamiği konumunda. Kürtleri dışlayarak bölgede söz sahibi olmak, mevcut durumda hiç bir gücün başarabileceği bir olay değil. İnkâr ve imhadan geçip, bölgesel bir güç haline gelebilmek için ağır bedeller ödeyerek bugüne gelen Kürtlerin, artık kolay lokma olmayacağı, "alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete" numarasını artık yutmayacakları herkesçe görünen bir gerçek.

Kürtlerin tam da böylesi bölgesel bir güç haline geldikleri ve yarın ne olacağı kolay kolay kestirilemeyen bir süreçte, değişik konsept ve oyunlarla karşı karşıya kalacaklarına da şaşırmamak gerek. Herkesin gücü oranında konuşabildiği Ortadoğu'da, güçlü olmanın başlıca aracı örgütlenmektir. Ve mevcut örgütlenmesini savunmasının en temel aracı ise silahtır.

Silah elbette hiç kimse için kutsanacak bir araç değildir. Fakat boynunuzu, elinde her türlü silah bulunduran güçlere uzatmak da, hem akıldan uzaktır, hem de kesinlikle onurlu bir davranış değildir. Ve bu kadar katliam görmüş Kürtler de, bunu yapacak kadar saf ve onurdan uzak değildir.

Mevcut durumda Kürtlere karşı her türlü siyasi ve askeri operasyonlarla baş edemeyen Türk Devleti, Kürtleri böylesi bir zemine çekmeye çalışıyor. Henüz Kürtlerin silahlanma gerekçeleri ortadayken, onları silahsızlandırmaya çabalıyor. Yüzyılın sonunda statü elde etmek üzere olan Kürtlere, böylesi bir süreçte "silahsızlanın" demek "intihar edin" demekle eş anlamlıdır.

Zaten teknik olarak da bu mümkün değildir. Zira Türk Devletinin PKK'ye dayattığı bu konsept, apaçık 'barış istemiyorum ama istiyormuşum gibi yapıyorum' demektir.

PKK hareketi, daha doğrusu Öcalan'ın siyasi ve felsefi çizgisi, Kürdistan'ın tümünde örgütlüdür. Ancak PKK olarak askeri örgütlülüğü sadece Kuzey Kürdistan ile sınırlıdır.

Güney Kürdistan'ın, kendi hükümetinin peşmergelikten düzenli orduya geçen ve kendi savunmasını yapabilecek bir gücü var.

Bunun dışında;


Doğu Kürdistan'da; PJAK'ın silahlı kanadı HRK etrafında örgütlenen binlerce gerilla var. HRK gerillalarının, Tahran'dan Urmiye'ye, Hewreman'dan Maku'ya kadar örgütlü bir yapısı bulunuyor.

Batı Kürdistan'da gelişen devrim süreciyle örgütlenen YPG, yaklaşık on bin savaşçısıyla Suriye muhalefetinin en örgütlü ve eğitimli gücü.

Malumunuz Kuzey Kürdistan'da da HPG gerillalarının savaş tecrübesi 2012 yılına damgasını vurdu.

Bunların tümü ayrı yapılar ve ayrı işleyiş içerisinde örgütlü. Ancak tümü Abdullah Öcalan'ın felsefi paradigmasına dayanıyor.

Fakat bu durumu görmeyen veya görmek istemeyen güçler, büyük bir yanılgıya düşerek Öcalan'a tecrit uygulayıp Kürtleri teslim almaya çalıştılar.

Neticede, iki yıla yakın bir zamanı da kendileri açısından heba etmiş oldular.

Ama Öcalan şimdi 27 Temmuz 2011'den daha güçlü bir pozisyonda.

Ortadoğu'nun dört büyük ülkesi de, onun siyasal çizgisi etrafında her an harekete geçebilecek milyonlarca insan var.

Başka bir deyimle Öcalan, bu gün bölgenin en güçlü siyasal aktörü.

Katliamlara karşı kendini savunmak ve millet olmaktan doğan haklarını aramak için mecburen silahlanmış ve örgütlülüğü sayesinde tarihin bu kritik aşamasında bölgesinde en önemli güç faktörü haline gelmiş Kürtlerden, silah bırakmalarını beklemek en hafif deyimiyle saflıktır.

Kürtlere doğrultulmuş namluların öncelikli olarak indirilmeyeceği herhangi bir "silahsızlanma" çağrısı ve beklentisi abesle iştigaldir.

Ta ki, hakların silahlarla kazanılıp korunmadığı bir dünya var olana dek...


ANF

Erdoğan: ''Devlet Olarak Görüşüyoruz''

Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la ‘devlet mekanizması olarak’ görüştüklerini belirterek, “Daha önce başladığımız süreci devam ettirmek niyetindeyiz. Devletin en önemli enstrümanı istihbarat teşkilatıdır. Bu adımı attık, atıyoruz, atacağız” dedi. Erdoğan, hükümet olarak “görüşmenin içinde olmadık, olmuyoruz” diyerek, Öcalan’a ev hapsi ve genel af gibi konuların söz konusu olamayacağını belirtti.

Afrika seyahati öncesinde havaalanında açıklama yapan Türk Başbakan Erdoğan, İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmeleri doğrulayarak, gayretlerinin ''PKK ile mücadelede başarılı olmak'' olduğunu söyledi. Erdoğan, “Yeni başlamış bir süreç değil. Tüm gayretimiz terörle mücadelede başarılı olabilmek, ülkemize huzur ve refahı tam manasıyla getirebilmek” dedi.

“Daha önce başladığımız süreci devam ettirmek niyetindeyiz” diyen Erdoğan ''ancak kendilerinin görüşme içinde olmayacakları'' iddiasında bulundu. Erdoğan, “Devletin en önemli enstrümanı istihbarat teşkilatıdır. Bu adımı attık, atıyoruz, atacağız. Bu gelişmeler esnasında bizler siyasetçi olarak böyle bir görüşmenin içinde olmadık, olmuyoruz” diye konuştu.

Türk Başbakan Erdoğan, ‘terörle mücadele, siyasetçiyle müzakere’ söylemini tekrarlayarak, Oslo benzeri müzakereler sürecinin de gündeme gelebileceğini söyledi. Erdoğan, "Şu an bir takım gelişmeler var. Terörle mücadele ederiz, siyasetçi ile müzakere ederiz. Bu görüşmeler yapılır, görüşmeler sürecinde müzakereler yapılır. Biliyorsunuz daha önce Oslo vardı. Şimdi gündemimizde Oslo yok. Ama önünü de kapamıyoruz, Oslo olmaz başka yer olur. Biliyorsunuz Avrupa örgütün siyasi ayağıdır" diye konuştu.

Görüşmeler sürecinde, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve medyadan gerekli desteği görmediklerinden yakınan Erdoğan, "Biz el ele verirsek başarılı oluruz. Şu ana kadar olduğu gibi el ele değiliz. Ne basından ne STK'lerden destek alıyoruz. Herkesin üzerine düşeni yapması gerekir" dedi.

Gazetecilerin yeni süreçte "provokasyon gibi durumları bekleyip beklemedikleri" yönündeki sorusuna yanıt veren Erdoğan, "Bu devam eden bir süreç zaten. Yeni bir süreç değildir" diye belirtti. Görüşmeler kapsamında "terör" suçlarından cezaevinde bulunanların serbest bırakılıp bırakılmayacağı yönündeki soruya cevap veren Erdoğan, "4. Yargı Paketi çalışmalarımız devam ediyor. En kısa zamanda Meclis gündemine getireceğiz. Ama teröre bulaşmış olanları bağışlayan, genel af gibi bir şey asla söz konusu değildir. İmralı için ev hapsi gibi bir durum asla mümkün değildir. AKP iktidarında böyle bir şey olamaz" diye konuştu. Müzakereler çerçevesinde somut talepler olup olmadığı sorusunu yanıtlayan Erdoğan, "Her şeyi paylaşamam, paylaşacaklarım var, paylaşamayacaklarım var. Ama bunların çoğunu da uygulamada zaten görürsünüz" diye belirtti. 


ANF

Batı Kürdistan Halk Savunma Birlikleri (YPG) Ordulaşma Kararı Aldı

“Temel amacımız, Batı Kürdistan’da, hiçbir fark gözetmeksizin, Kürt halkı yanı sıra, Arap, Süryani ve diğer halklar ile Hıristiyan ve diğer din mensuplarını savunmak, tüm gençleri saflarımıza dahil etmektir. Rojava Kürtleri ile diğer halkların tümünü YPG bayrağı altında savunabiliriz. Bunun yanı sıra biz YPG ordusu olarak sadece Batı Kürdistan için değil, sadece Kürtler için değil, demokratik bir Suriye içinde mücadele veriyoruz. Bundan sonrada bu amaç doğrultusunda mücadelemizi sürdüreceğiz”
DERİKA HEMKO - Batı Kürdistan Halk Savunma Birlikleri (YPG) Genişletilmiş Askeri Meclis Toplantısını gerçekleştirdi. Yüksek Kürt Konseyi ile değişik parti ve halkların temsilcilerinin de hazır bulunduğu toplantıda, YPG’nin Batı Kürdistan’daki tüm halkları saldırılara karşı korumakla mükellef halk savunma gücü olduğu vurgulanarak, nitel ve nicel olarak büyütülerek ordulaşma karar verildi. Toplantıda ayrıca Cenevre Sözleşmesi kabul edilerek, YPG’nin tüzüğü oluşturularak, bayrağı değiştirildi.
Batı Kürdistan Halk Savunma Birlikleri (YPG) genişletilmiş Askeri Meclis toplantısını 1-5 Ocak tarihleri arasında Derika Hemko’da gerçekleştirdi. Toplantıya, Dêrik, Dirbêsiyê, Qamişlo, Serêkaniyê, Amudê, Kobanî, Efrîn, Heleb, Bab ve diğer birçok bölgeden komutan ve savaşçılardan oluşan 336 delege katıldı. Toplantıya gözlemci olarak ise, Şehit Xebat ailesi adına ağabeyi, Yüksek Kürt Konseyi sözcüsü Ahmed Sileman, Sol Parti Başkanı Mihemede Muse, PYD Eşbaşkanı Salih Muslim, Birlik Partisi Başkanı Mehyedin Şeyh Ali, Halk Meclisi Eşbaşkanı Abdulselam Ahmed, İlerici Parti Başkanı Omer Cafer, Kürdistan Liberaller Hareketi’nden Kamiran Hisen, Sol Demokrat Parti’den Hisen Mihemed Sid, Kürt Gençlik Hareketi’nden Abdulmecid, Suriye Kürdistanı Hareketi’nden Kawa Melek, Şehit Aileleri Kurumu’ndan Ebu Fener, Suryani Birlik Partisi’nden Evran İbrahim, Kürdistan Komunist Partisi Başkanı Necim Mele Omer ve Mele Mihemed katıldı.

‘TEMEL AMAÇ, BATI KÜRDİSTAN’DAKİ TÜM HALKLARI SAVUNMAKTIR’

Misafir ve gözlemcilerin askeri törenle karşılanması ardından toplantı salonuna geçilerek saygı duruşu ile başlayan toplantıda açılış konuşması YPG Anakarargahı adına Sipan Hemo tarafından yapıldı. Sipan Hemo 2004 yılından bu yana büyük bedeller ödeyerek bugüne geldiklerini belirttikten sonra, “Temel amacımız, Batı Kürdistan’da, hiçbir fark gözetmeksizin, Kürt halkı yanı sıra, Arap, Süryani ve diğer halklar ile Hıristiyan ve diğer din mensuplarını savunmak, tüm gençleri saflarımıza dahil etmektir. Rojava Kürtleri ile diğer halkların tümünü YPG bayrağı altında savunabiliriz. Bunun yanı sıra biz YPG ordusu olarak sadece Batı Kürdistan için değil, sadece Kürtler için değil, demokratik bir Suriye içinde mücadele veriyoruz. Bundan sonrada bu amaç doğrultusunda mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.

Sipan Hemo’nun açılış konuşması ardından divan seçimi ile gündemdeki konulara geçildi. Siyasi durum değerlendirmesinde, Batı Kürdistan ve Suriye’deki gelişmelere dikkat çekilirken, YPG’nin Batı Kürdistan halkının savunmasının teminatı olduğuna vurgu yapıldı. YPG güçlerinin Halep, Efrin ve Serekaniye’deki direnişi Kürt halkının elde ettiği başarıların yükseltilmesi olarak tanımlandı.

YPG’NİN BÜYÜTÜLMESİNE KARAR VERİLDİ

Siyasi durum değerlendirmesi ardından örgütsel durum değerlendirmesine geçilerek, YPG’nin örgütlü olduğu tüm bölgelerin tek tek raporları okunarak, alanlardaki örgütlenmelerin nasıl güçlendirileceği, halk ordusuna nasıl kavuşulacağı üzerinde yoğun tartışmalar yapıldı. Tartışmalarda öne çıkan temel konulardan biri YPG’nin büyütülmesi olurken, toplantı sonucunda bu hedef karar altına alındı.

YPG TÜZÜĞÜ OLUŞTURULDU

Toplantıda, YPG’nin ordulaşarak Batı Kürdistan’daki tüm halkları kucaklayarak savunma gücüne dönüşebilmek için tüzük oluşturuldu. Tüzükte, YPG’nin hiçbir siyasi güce bağlı olmadığı vurgulanırken, Yüksek Kürt Konseyi kararlarına göre hareket edeceği kaydedildi.

Tüzükte YPG’nin amacı şöyle ifade edildi: “Başta Kürt Halk ve Batı Kürdistan olmak üzere, din, dil, kimlik ve cins ile siyasi görüş gözetmeksizin, demokratik ve ulusal çıkarlar doğrultusunda, Batı Kürdistan’daki tüm halkların özgürlüğü için örgütlenir, her türlü dış ve iç saldırıya karşı meşru savunmayı görev bilir. Çünkü YPG bir ulusal savunma gücüdür, hiçbir siyasi güce bağlı değildir ve ulusal çıkarların koruma çerçevesinde Yüksek Kürt Konseyi kararlarına göre hareket eder.”

Toplantıda ayrıca yoğun tartışmalar ardından, Batı Kürdistan halkının tümünü temsilini sembolize eden bayrak değişimine gidildi. Ayrıca, YPG güçlerinin kent ve kasabalarda örgütlenme, eğitim, lojistik ve konumlanmasına ilişkin kararlar alındı.

YPG CENEVRE SÖZLEŞMESİNİ RESMEN KABUL ETTİ

YPG genişletilmiş Askeri Meclis toplantısında ayrıca Cenevre Sözleşmesini ele alarak, YPG olarak bundan böyle bu sözleşme esaslarına göre mücadele yürüteceklerini vurgulayarak, sözleşmeye taraf olduklarını ilan etti.

Birçok parti, örgüt ve halk adına katılan gözlemcilerin yaptıkları konuşmalarla destek verdikleri YPG Genişletilmiş Askeri Meclis toplantısı, “Biji YPG” ve “Şehit Namirin” sloganları ile son buldu. Resmi toplantının sonuçlanması ardından kutlama yapıldı. Kutlamada yüzlerce YPG’li toplu şekilde halaylar çekti. 


ANF

İmralı Görüşmeleri; Müzakere mi, Dayatma mı?


Günay ASLAN

Öcalan’ın merkezinde olacağı yeni bir ‘görüşme’ sürecinin başlayacağı bekleniyordu. Bunun ilk işareti Şemdinli’de şiddetli çatışmaların yaşandığı temmuz başında verilmişti. Başbakan Erdoğan o günlerde BDP Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana’yla bir araya gelmişti. Zana, Erdoğan’a Kürt sorununun çözümü için Öcalan’ın üstleneceği rolün ‘hayati’ olduğunu söylemiş ve adres olarak Öcalan’ı işaret etmişti. Bu görüşmeyle ilgili çok süpekülasyon yapıldı. Zana’nın PKK Lideri Öcalan’ın talebi üzerine Erdoğan’la görüştüğü iddia edildi. İddia teyit edilmese de hafızalara yerleşti. Zana-Erdoğan görüşmesinin tartışıldığı günlerde BDP Diyarbakır’da (14 Temmuz) ‘Öcalan’a Özgürlük’ mitingi düzenledi. Avrupa’da ise ‘Öcalan’a Özgürlük Nöbeti’ için start verildi. (Nöbet devam ediyor.) Ardından Hükümet Sözcüsü  Bülent Arınç’tan, ‘PKK silah bırakırsa Öcalan’a ev hapsi konuşulur’ açıklaması geldi.

Bu arada çatışmalar hız kesmedi. 2012 yazı şiddetli çatışmalarla geçti ve AKP’nin 2011 sonunda devreye koyduğu ‘güvenlik konsepti’ iflas etti. Buna Suriye Kürtlerinin Batı Kürdistan’da yönetimi ele geçirmeleri de eklenince PKK’nin, dolayısıyla Öcalan’ın konumunu daha da güçlendi. Nitekim eylül başında Başbakan Erdoğan, ‘Öcalan’la yeniden görüşülebileceğini’ söyledi. Erdoğan’ın bunu söylediği günlerde Kürt tutsakları, anadilde savunma hakkının tanınması ve PKK lideri Öcalan’a uygulanan tecritin kaldırılması amacıyla açlık grevi eylemi başlatmışlardı. Eylem içeride ve dışarıda geniş bir dayanışma sağladı ve 68’inci gününde de Öcalan’ın devreye girmesiyle sonlandı. Bunun ardınan İmralı’da yeni bir sürecin hazırlanmakta olduğu mesajı daha sık verilmeye başlandı.

Mehmet Ali Birand, Öcalan’ın gelecekte özgür kalacağını ve hatta Meclis’te siyaset yapacağını yazdı. Eş zamanlı olarak AKP Hükümeti’nin ‘ara bulucu’ misyonu yüklediği Güney Kürdistan liderliği de Öcalan’ın etkin rolüne vurgu yaptı. Hasan Cemal’i kabul eden Mesud Barzani gibi, Celal Talabani de, ‘Öcalan’la görüşülsün’ çağrısı yaptı.

Bunu Türkiye’nin psikolojik savaş merkezinin yıllardır oluşturmaya çalıştığı Öcalan algısını değiştirmeye yönelik girişimler izledi. Hükümet (Bülent Arınç) Öcalan’ın gençlik arkadaşları üzerinden yeni bir algı yaratmayı denedi. Kürt tarafı buna yeni bir çıkışla karşılık verdi. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, Avrupa Parlamentosu’nda PKK Lideri Öcalan’ın ‘başmüzakereci’ olduğunu söyledi. Yazdan bu yana adım adım örülen Öcalan’lı yeni süreç, Erdoğan’ın 2012’in son günlerinde yaptığı İmralı’da görüşmeler devam ediyor’ açıklamasıyla yeni bir aşamaya evrildi. BDP Milletvekilleri Ahmet Türk ile Ayla Akat’ın önceki gün İmralı’ya gitmeleriyle birlikte de aleniyet kazandı.

Evet,uzun bir hazırlık sonrası bu günlere gelindi ancak, asıl önemli olan bundan sonrasının ne olacağı ve nasıl yönetileceğidir. Hükümet ve egemen medya ''görüşmeler olmuş bitmiş; herşey konuşulmuş, PKK ve BDP devre dışına çıkarılmış ve Öcalan’la uzlaşılmış''  gibi bir algı yaratıyor ki bunun çok riskli olduğunu söylemem gerekiyor. Zira henüz ortada olmuş, bitmiş bir şey yok. Yeni bir müzakere de yok. Sadece buna hazırlık var. Kaldı ki PKK müzakerelerin yeniden başlayabilmesi için Öcalan’ın İmralı’dan çıkarılması gerektiğini söylüyor. Aynı şekilde ellerin karşılıklı olarak tetikten çekilmesini, çift taraflı ateşkesin sağlanmasını, KCK adı altında sürdürülen operasyonlara son verilmesini ve rehin alınan Kürt tutsakların salıverilmesini talep ediyor.

Ciddi manada zedelenen güven ortamının yeniden tesis edilmesi ve sürecin ilerleyebilmesi açısından ilk elden bu adımların atılmasını isteyen PKK, ‘silah bırak’ talebineyse, ‘Kürtlerin ulusal varlığı kabul edilmeden ve özgürlükleri garanti altına alınmadan olmaz’ yanıtını veriyor. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Kürt meselesinin bu temelde çözülmemesi halinde silah bırakmanın ‘teslimiyet ve ihanet’ olarak görüleceğinin altını çiziyor. Bayık, ‘halk çocuklarını, varlığı ve özgürlüğü için feda etti; kimse bu fedakarlığa ihanet edemez’ diyor.

PKK, yeniden İmralı’nın kapısını çalan AKP Hükümeti’nin ‘müzakere’ değil, ‘dayatma’ peşinde olduğunu ileri sürüyor. Öcalan’ın bu dayatmalara boyun eğmeyeceğini ve tek taraflı adımlar atmayacağını belirtiyor. Dolayısıyla yeni sürecin de kesintiye uğramaması için AKP’nin kendi çalıp, kendi oynamaktan vazgeçmesi, Kürtlerin meşru taleplerini karşılaması, bunun adımlarını atması gerekiyor.
.

Adım adım Roboski'den Keşan'a Kaçakçılık Çilesi…










































Nudem ATEŞ-ANF

Roboski'de Türk F-16'larının bombardımanı sonucu 34 Kürt köylüsünün yaşamını yitirdiği katliamın yaşandığı yerleri adım adım gezdik. Ortasu, Gülyazı ve Ortaköy'den, ölümü göze alarak Güney Kürdistan topraklarına giderek oradaki kaçakçılardan çay, şeker, un, mazot ve sigara getirip bunları satarak yaşam mücadelesini veren köylülerle görüştük.

Bölgenin tek geçim kaynağı olan kaçakçılığı askerler de biliyor. Geçiş güzergahımızdaki tepelerde bulunan askerler değil dürbün ile çıplak gözle bile giden kaçakçı gruplarını görüyordu. Ve ölümü göze alarak yapılan kaçakçılık, sınır kesimlerinde devletin bilgisinde yapılıyor.

Sınırda kaçakçılık güzergahında 34 kişinin bombalanarak katledildiği yolu takip ediyoruz. Geçen yıl yapılan bombardımanda telef olan katırların kemikleri, semerler, mazot bidonları halen yerinde duruyor. O katliamda kardeşini, abisini, babasını yitirenlere, henüz 13 yaşındaki çocuklara, yaşlı köylülere rastlıyoruz.

Hepsinin tek amacı var. Karşıdan getirecekleri mazot, şeker ve sigara gibi maddeleri satarak 70-100 TL kazanmak. Bazen haftada bir, bazen ayda iki üç kez aynı işi yapıyorlar.

Sınırı geçerken ve Güney Kürdistan'dan aldıkları 'kaçak' mallarla dönerken onlarla birlikteyiz. Ve soruyorlar, "Geldiniz gördünüz. Ne taşıyoruz görüyorsunuz. Eroin mi, esrar mı, silah mı taşıyoruz. Tek derdimiz çocuklarımızın, ailemizin geçimini sağlamak. Ekmek parası kazanmak. Korkuyoruz. Ama mecburuz."

Kendileri dışında çizilen sınırların ardında kalan ve doğa şartları nedeniyle tek geçim kaynağı olarak sınırları aşıp oradan getirdikleri çay, şeker, un, mazot ve sigara gibi eşyaları satarak yaşamak zorunda kalan kaçakçılarla birlikte, 34 kişinin katledildiği güzergahı takip ederek yola çıkıyoruz kaçakçı gruplarıyla. Roboski'den, Ortaköy'den, Gülyazı'dan katırlarıyla gelen köylüler hepsi. Aralarında 13 yaşında çocuklar var. Katliamda kardeşini, babasını, abisini kaybedenler var.

Yol güzergahının bir bölümü rahat. Katırlarla yola çıkıyoruz. İlerleyen saatlerde dağlık alana geldiğimizde her taraf karla kaplı. Katırlar bile zorla yol alabiliyor. Karşı tepelerde askeri üs bölgeleri görünüyor. Çıplak gözle askerleri görebiliyoruz, onlar da bizi...

Kaçakçılar gruplar halinde yolculuk yapıyor. Her grubun arasındaki mesafe 200-300 metre kadar. Yolculuk yaptığımız kaçakçılara, 'askerler bizi görüyor, nasıl geçebiliyorsunuz' dediğimizde, onlar çok rahat. "Asker görüyor bizi. Kaçakçı olduğumuzu, oradan mazot, çay, şeker getirdiğimizi biliyor. Bu kaçakçılık Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri sürüyor. Ağrı'dan Hatay'a kadar sınır hattında hep böyle. Çünkü insanların geçim kaynağı yok. İş yok. Yaşamak zorundayız. Yaşamak için de tek geçim kaynağımız bu kaçakçılık. Mecburuz" diyorlar.

Zor doğa koşulları altında yürüyoruz kaçakçı grupları ile birlikte. Türkiye ile Güney Kürdistan sınırını belirleyen 15 nolu sınır taşını geçiyoruz. Yaklaşık 20 metre mesafede semerler ve ölen katırlara ait kemikler halen duruyor. 28 Aralık 2011 tarihinde yapılan ikinci hava saldırısı tam burada olmuş. Yani tam sınırın sıfır noktasında.

"İlk hava saldırısı ileride, ikincisi tam bu noktada yapıldı. 18 insanımız burada katledildi diyor" bir kaçakçı. Bu katliamda kardeşi Seyithan'ı kaybetmiş. "Yaşamımız, işimiz budur, bakın birlikte olduklarımıza, hepsi köylümüz akrabamız. Bu tek yapılan iş sadece budur. Ne fabrika var, ne hayvan yetiştirmek için uygun arazi var. İmkanımız yok, sadece elimizde mevcut olan budur, yaptığımız bu iş de devlet kontrolünde. Geldiğinizde tepelerde askerleri siz de gördünüz. 34 insanımızı uçaklarla katlettiler. Biz sağ oldukça hakkımızı arayacağız" diyor.

Başka bir kaçakçı ile konuşuyoruz. 60 yaşlarında. "İş vardı da biz mi çalışmadık. Arazi vardı da biz mi ekmedik. Hayvan vardı da biz mi beslemedik. Devlet ne yapmış bize cumhuriyetten bu yana. Babam da, dedem de kaçakçılık yapıyordu. Ben de yapıyorum. Mecburuz, çünkü başka geçimimiz yok. Ya açlıktan öleceğiz, ya göç edeceğiz ya da ölümü göze alarak bu işi yapacağız. Karşıdan mazot getireceğim. Kazandığım para 100 TL. On kişilik aileye bakıyorum. Öğrencilerimiz var, hastalarımız var. Ben size soruyorum ne yapalım. Haftada bir kez ya da on günde bir kez gider geliriz ölümü göze alarak. Biz de normal bir yaşam sürmek, çalışmak isteriz. Ama gelin görün ki yok. İşte 34 kişi öldü. Aynı yolu takip ediyoruz. Aklımızı ekmek peynirle mi yemişiz bizler. Bunca riski, ölümü göze alarak bu işi yapıyoruz.

Siz de burada yaşasaydınız sizde aynı işi yapardınız" diyerek tepkisini dile getiriyor.

Zaman zaman kaçağa gittiklerinde tepedeki askerlerin uyarı ateşi açtığını kaydeden kaçakçılar, ancak askerlerin de buna engel olamadığını anlatıyorlar.

Roboski katliamında sağ kurtulan 3 kişiden biriyle görüşüyoruz. İlk saldırının yapıldığı Güney Kürdistan topraklarındaki grubun içindeymiş. "Önce uçak sesi geldi, ardından büyük bir patlama. Bulunduğumuz yer etrafı dağlarla çevrili çanak şeklinde bir yerdi. Füzelerin vurmasıyla ben kendimi görmedim. Basınç nedeniyle fırladım karın içine. 20 dakika kadar kendime gelemedim. Katırlar, insanlar hepsi parçalanmıştı. İnsanlar ile katırların organları birbirine karışmıştı. Basınçtan dolayı etkilenmiştim, yaralı değildim. Bir yandan ağlıyor bir yandan ne yapacağımı düşünüyordum. Yürüyerek tepeye kadar çıktım. Oradan telefon çekiyordu. Köyü aradım. Askerler bizi bombaladı, herkes öldü dedim. Bana inanmadılar, 'asker uyarı ateşi açmıştır, abartma' dediler. Yardım istedim ama köylüler inanmadı. 20 dakika sonra önümüzdeki grup tam sıfır noktasında onlar da vuruldu. Katliamda 3 kişi tek sağ kurtulduk. Önce sıfır noktasına asker indirmişler, ilk giden grubun önünü kesmişler. Öndeki gruptaki arkadaşlar da, 'asker uyarı amacıyla önümüzü kesmiş, az sonra çekilirler' diyerek beklemişler bir süre. Ardından asker çekildikten sonra önce arkadaki bizim grup ilk bombalandı. Sonra da ilerideki grubu bombalıyor uçaklar" şeklinde konuşuyor.

"Aynı yoldan bazen ayda bir iki kez kaçağa gidiyorum. Ölen arkadaşlara ait ayakkabılar, ölen katırların kalıntıları, semerler, mazot bidonları halen duruyor. Bunları görüyorum gidip gelirken. Ve her gidişimde o anları yaşıyorum. Bunu bana nasıl izah edersiniz. Akıl karı mı bunlar. Katliamı yaşadım, yine ölüm gidiyorum. 100 TL için. Siz söyleyin nedir bunun çözümü. Gidersem ölüm var önümde, gitmezsem açlıktan öleceğim. Elimden başka iş gelmiyor. Ne fabrika var, ne iş. Biz ne yapalım şimdi siz söyleyin" diyerek yaşadığı hayatı anlatıyor.

Kaçağa gelen 15 yaşındaki Murat ile konuşuyoruz. Bir yıldır bu işi yapıyor. Yani Roboski katliamından sonra başlamış bu işe. "9 kişilik aileme bakıyorum. Babam iş yapmıyor, aileyi ben geçindiriyorum. Bizim aileden ölen yok, ancak akrabalardan çok var. Bu işi yapmak çok zor ama seçeneğimiz yok. Öğrenciyim, 6. sınıfta okuyorum. Biz keyif için buraya gelmiyoruz. Çok soğuk oluyor, donma tehlikesi atlatıyoruz bazen. Hazırlık yapıp geliyoruz. Evimizde içecek ve içeceğimiz olsaydı biz niçin buraya gelecektik. Bu da devletin ayıbıdır. Tüm milleti buraya muhtaç hale getirmişler" diyor.

Yolda Serkan ile konuşuyoruz. 3 yıldır kaçakçılık yapıyor. Henüz 16 yaşında. Katliamda 3 dayısının oğlu, iki kuzenini ve 6 arkadaşını kaybetmiş. "Sınırın sıfır noktasına geldiğimizde yaşanan olay gözlerimizde canlanıyor, hergün aynı şeyi görüyoruz. Hem korkuyoruz, hem üzülüyoruz. Aynı akıbete uğrarım diye korkmuyorum, çünkü mecburum bu işe yapmaya, başka iş yok çünkü.

15 yıldan bu yana kaçakçılık yapan biri ile konuşuyoruz. 14 yaşından beri başlamış kaçakçılığa. Amcasını sınırda mayın patlaması sonucu kaybetmiş. Katliamda 13 yaşındaki Orhan ve 16 yaşındaki Zeydan adlı iki kardeşini kaybetmiş. Kaçağa gidenlerin hepsinin korucu yakını olduğunu, yaşamak için bu işi yaptıklarını anlatıyor. Ayda 3-4 kez gidiyor kaçağa. Aylık geliri 400-500 TL.

Devletten iş alanı yaratmasını beklediklerini anlatarak şunları söylüyor: "İşimiz olsa biz kendi canımızı riske atamayız. Mayına basacağız, asker bizi vuracak, havan, uçak bizi vuracak diye korkuyoruz. Keyfimizden gelmiyoruz, çok zor durumdayız. 100-200 lira için canımızı tehlikeye atıyoruz. Çocuklarımız için. Burada hayvancılık yok, fabrika yok. Siz burada yaşasanız ne yaparsınız" diyor.

1999 yılında hava saldırısından zor kurtulduklarını anlatan kaçakçı o tarihte yaşananları ise şöyle anlatıyor:

"1999 yılında da aynı şey oldu. Yine bir grup kaçakçı ilerliyordu sınırın öte tarafından. Bombalamak için Kobra helikopterleri kalkmış. Gülyazı Alayını bilgilendirmişler, Gülyazı komutanlığından da muhtar aranmış. Muhtar’da ‘onlar bizim çocuklarımız’ dedikten sonra bombalamadan vaz geçildi ama bu sefer farklı oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nden böyle bir şeyi düşünemiyorduk. 13 yaşındaki çocuğun ne günahı vardı. O okul harçlığı için gitmişti, başka amacı yoktu."

Yaklaşık 5 saat süren zorlu bir yolculuktan sonra aynı kaçakçılarla birlikte tekrar yola koyuluyoruz. Sınırın öte tarafından aldıkları eşyaları katırlara yüklüyorlar. Geri dönüş yolunda katliamın yaşandığı yerden geçiyoruz. Ölenlere ait ayakkabılar, battaniye parçaları, ölen katırların kemikleri, nallar, semerler halen duruyor.

Hava kararmadan 3 ayrı köyden gelen kaçakçılarla birlikte Türkiye sınırlarının içine giriyoruz. Gidişimiz gibi, dönüşümüzü de yine askerler tepeden izliyorlar.


ANF