AKP’nin PKK’yi tasfiye stratejisi bütünlüklü
olarak çöktü. Gerillanın geliştirdiği ‘Alan Hakimiyet Askeri
Stratejisi’, sistemi özellikle askeri olarak işlevsizleştirdi. Bir başka
hedefi ise ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürt toplumunu fiilen
örgütsüzleştirmekti. Bu da sonuçsuz kaldı. Tutuklanan binlerce
kadrolarının yeri, doğal akışı içinde dolduruldu.
2013 yılının çok daha karmaşık bir politik atmosfer içinde geçeceği hemen herkesin farkında olduğu bir durum. Kürt sorunu bu politik denklemin ilk sırasını oluşturacak. Ortadoğu’da haritaların değişeceğine dair çok önemli veriler bulunuyor. Kürtler bakımından çok daha kapsamlı değişimlerin yaşacağını, bölgesel ve uluslar arası aktörlerin de gördüğü bir realitedir. 2013 yılı bir bakıma Kürtlerin yılı olacak. Buna dair çok önemli veriler ortaya çıkmış durumda.
Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ve BDP Milletvekili Ayla Akat’ın İmralı’da Öcalan’ı ziyaret etmeleri, Kürt soruna ilişkin gelişmelerin önemini olacağını gösteriyor. Bu bakımdan, Türkiye’nin iç politikasında da Kürt sorunu politik gündemin ilk maddesi olmaya devam edecek. Bu sadece iç politikada değil aynı zamanda bölgesel ilişkiler bakımından da son derece önemli bir noktayı oluşturuyor. Ayrıca Türkiye, Kürt sorunun çözümünde somut bir yönelim içerisine girmez veya giremezse, çok daha kapsamlı sorunlarla karşı karşıya kalacağının farkındadır. Özellikle son birkaç yıldır çok yönlü geliştirdiği ve ekonomik, politik, askeri ve psikolojik saldırıları en üst düzeyde uygulamaya koydu.
2011-2012 kış aylarında, çok kapsamlı geliştirdiği askeri saldırılarla ''PKK’nin artık tasfiye noktasına geldiğine'' inandılar ve hatta 'PKK mirasının paylaştırılması' için sofralar kurdular, erkenden 'zafer'lerini ilan ettiler. ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürtlerin 6 Milletvekili, 75 Belediye başkanı, yüzlerce Belediye Meclis üyesi, yerel yöneticilerinin nerdeyse yüzde 80 tutuklandı veya rehin alındı. Ayrıca AKP Devleti, Batı Kürdistan olarak tanımlanan Suriye’de Kürtlerin kendi bölgelerinde yönetimi ele alarak, ‘özerk’ yapılarını kurmaya yönelik geliştirdikleri ‘sessiz devrim’i boğmak için çok yönlü saldırılara yöneldi. Kürt bölgesinde adeta bir savaşa hazırlandı. Böylelikle, Kürtleri bütünlüklü olarak 'tasfiye edeceğine' inandı. Bütün strateji bunun üzerine kuruldu. Erdoğan ve çevresi bunan inandı veya inandırıldı. Bu nedenle Erdoğan, söz konusu politikaların başarıyla sonuçlanacağına olan güvenle, ‘Kürt sorunu bitmiştir, gündemde Kürt sorunu yoktur’ açıklamalarını süreklileştirdi. ‘PKK etkisizleştirildi, yakında tasfiye edilecek noktaya geldi ve Öcalan’ın da artık işlevi bitmiştir ve ömür boyu İmralı’da kalacak’ biçimindeki açıklamalar AKP’nin politikasının ana eksenini oluşturdu. Öyle ki çok daha ileri giderek, ‘tek bayrak, tek millet, tek devlet’ argümanlarını sık sık tekrarladı ve “ben milliyetçiyim var mı bunun ötesi” naralarını attı.
AKP’nin ve devletin politikası çöktü
Peki, ne oldu? AKP’nin Kürtlerin ve özellikle PKK’nin tasfiye stratejisi bütünlüklü olarak çöktü. Birincisi, gerillanın geliştirdiği ‘Alan Hakimiyet Askeri Stratejisi’ ile Kürt coğrafyasının belirli bir bölgesinde önemli oranda hakimiyet kurdu. Sistemi, özellikle askeri olarak işlevsizleştirdi. En az 400 KM uzunluğundaki bir alan gerillanın alan hakimiyeti olarak ilan edildi. Bu bölgelerde Türk ordusu çok önemli kayıplar vermekle kalmadı, aynı zamanda askeri savaş kabiliyetini önemli oranda kaybetti. Birçok askeri bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Kara hakimiyeti de Kürt gerillalarına geçti. Bunun için askeri sevkiyatlarını uçaklarla ve helikopterlerle yapmaya başladılar. Bunun en somut biçimi, Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun Genelkurmay başkanlarıyla birlikte gidip fotoğraf çektirdikleri ‘Gedikli Tepe’ gerillanın denetimine girdi. Bir daha ne bir general, ne de bir politikacı buraya gidemedi.
Murat Karayılan, Erdoğan’ı Gedikli Tepe’ye davet etti; “Buraya gelir bir kez daha resim çektirirsen, dediklerinin tamamı doğrudur, gelemezsen benim dediklerim doğrudur.” Genelkurmay Başkanı Özel, 7 özel komando taburuyla, buraya saldırıp yeniden gele geçirmek istedi. Bir adım atamadan büyük kayıplar vererek geri çekildi. Erdoğan, hala Gedikli Tepe’ye gitme hayalinde. Belki bu kış koşullarından yararlanır gider. Ayrıca PKK’nin geliştirdiği ‘Alan Hakimiyeti Askeri Stratejisi’ aynı zamanda gerillanın sadece askeri savaşma gücünü arttırmadı aynı zamanda gerillaya katılımların çok üst boyuta çıktığını gösterdi.
AKP devletinin saldırısının bir başka hedefi Kürtlerin örgütsel kurumları oldu. Amaç, Kürt toplumunu fiilen örgütsüzleştirmekti. 'KCK operasyonları' adı altında yaptığı bu oldu. Bu da sonuçsuz kaldı. Tutuklanan binlerce kadrolarının yeri, kendi doğal akışı içinde dolduruldu. Kürtler kendi kadrolarını yürüttükleri mücadelenin içinden çıkartmayı başardılar. Devlet saldırdıkça, Kürtlerin politikleşme süreci çok daha fazla artıyor ve sahiplenme bilinci bir üst noktaya çıkıyor. Bunun iki somut örneğini gördük. Birisi Kürt tutsaklarının başlatmış olduğu süresiz açlık grevinin Kürt halkında toplumsal bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir duruma gelmesi oldu. Diğeri, yakın dönemde Roboskî katliamının yıl dönümünde Kürtlerin ortaya koyduğu tutumdur. Her ikisinde de yüz binlerle ifade edilen protesto eylemleri, Kürtlerin toplumsal gücünü ve politik sahiplenme bilincini ortaya koydu. Bu iki süreç, yeni dönemin kadrolarının oluşturulmasında önemli pozitif bir rol oynadı. Bunu gören devlet, yeniden saldırdı, açlık grevleri sonrası ön plana çıkan insanları tutuklamaya yöneldi.
Kürt halkında Öcalan’a olan bağlılık arttı
Ayrıca AKP devleti, Öcalan’ı bütünlüklü olarak işlevsizleştirmek istedi. Öcalan ile bütün iletişim kanallarını kesti ve tamamen izole etti. Böylelikle hem PKK ve gerilla üzerindeki etkisini, hem de Kürt halkı üzerindeki otoritesini kırmak istedi. Devletin çok yönlü bu tür faaliyetleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Tersine Kürt halkında ve PKK’de Öcalan’a olan bağlılık arttı. Tasfiye’nin merkezinde Öcalan’ın olduğunu çok bilinçli bir politikayla ön plana çıkarttı. Öcalansız bir çözümün söz konusu olmadığı özellikle vurgulandı. Devlet, Süresiz Açlık Grevlerini bitirmek için son çare Öcalan’a gitti. Ortaya çıkan tablo; Öcalan’sız bir çözümü gerçekleştiremeyeceğini bir kez daha gördü.
AKP devletinin bölgesel politikası da çöktü ve en güvendiği ABD tarafından esasen devre dışı bırakıldı ve yalnızlaştırıldı. Öyle ki, ABD, Barzani’yi, ‘Türkiye ile öyle sıkı ilişkilere girmemesi konusunda’ uyardı. Batı Kürdistan’da yani Suriye bölgesi Kürdistan’da Kürtler Özerklik sürecini, bütün ekonomik ve politik zorluklara rağmen inşa etmeye devam ediyorlar. Bu bakımdan bölgesel ilişkilerde Türkiye, Kürtler karşısında politik bakımdan çok açık bir yenilgi aldı.
Bütün bu veriler yan yana konulunca, AKP bütün gücünü en üst sınırda kullanmasına rağmen, Kürtler karşısında esasen yenilmiştir. Askeri güç ilişkilerinde ibre PKK’ye döndü, AKP politik olarak önemli oranda başarısız kaldı. Öyle ki, çaresizlikten idam, dokunulmazlık gibi politik tehditlere yöneldi. Kürt coğrafyasında toplumsal tabanını ciddi oranda kaybetti. Son kamuoyu yoklamalarında, Kürt bölgelerinde, AKP’nin oy oranı yaklaşık olarak yüzde 5 gerilemiş durumda.
Bu bakımdan AKP’nin belirlediği bütün stratejiler ve politikalar önemli oranda başarısız kaldı. 2013 yılının çok daha sert ve çatışmalı geçeceğini de fark etti. Kürtlerin askeri ve politik hamleleri karşısında izlenen her politikaların başarısız kalacağını gördü. Öyle ki, Erdoğan ve danışmanları; “PKK, 2012 yılında bazı şehirlerin yönetimlerini ele geçiremedikleri için başarısız kaldılar” açıklamasını yapabiliyorlar. Bu açıklamanın kendisi çok açık olarak bir psikolojik yenilgi tanımıdır ve bu sürecin çok daha derinleşeceğinin de farkındadırlar.
AKP yeni oyalama taktiklerine başvuracak
Bu nedenle, 2013 yılının daha ilk günlerinde, devletin yeni manevralara hazırlandığına dair veriler ortaya çıktı. Hem devlet kurumlarını ve siyasal partilerini, hem de medyayı bütünlüklü olarak bu sürece hazırladıkları ve hazırlayacakları anlaşılıyor. Aslında yumuşak bir geçişle geçmişte izlenen politikaların bir tekrarını uygulamaya çalışacak. Yapılan açıklamalar bunu ortaya koyuyor. Sorunun çözümü değil, yeniden oyalama, beklentiye sokma planını işletmeye çalışacağını ilk işaretlerini verdi.
Ayrıca hepimizin bildiği gibi 2014 ile 2015 seçimleri gündemde. Bu iki seçim, hem Erdoğan, hem de AKP’nin İslami devletleşme sürecinin son halkası olarak önemlidir. Bu bakımdan izlenen politika, Kürt sorununu çözmek değil, ihtiyaçlarına göre planlanan zaman kazanma taktiğini bir kez daha ön plana çıkarma olasılığı oldukça yüksektir. AKP’nin geçmişte izlediği politikalar dikkate alındığında benzer bir sürecin ortaya çıkması hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Önemli bir sürece girileceğine dair, özellikle medyada önemli tartışmalar yapılıyor. Ama AKP’nin Kürtlerin mevcut taleplerine ilişkin hiçbir somut çözüm önerisi gündemde yok.
Guardian yazarlarından Hooper, “AKP’nin 2011 yılında sahip olduğu halk desteğinin düştüğünü; partinin, ülkenin güneydoğusunda, PKK sempatizanı partilerle doğrudan oy yarışına girdiğini, Türkiye’de iki yıla kadar seçimler yapılacağı için de Başbakan Erdoğan’ın PKK’yle konuşuyormuş gibi görünmek istediğini” söylüyor. Sanırım uluslararası güçler ve kurumlar da AKP’nin oyununu görmüş durumdalar.
Örneğin; Erdoğan, Kürtleri tehdit ediyor: “Ya teslim olacaksınız ya da bu ülkeyi terk edip gideceksiniz.” Esasen PKK şahsında Kürtleri tehdit ediyor ve topraklarından kovuyor ve hala Roboskî katliamını da ısrarla savunuyor.
Beşir Atalay, “Entegre bir strateji izliyoruz. Bütün enstrümanların birbiriyle entegre biçimde kullanıldığı çok boyutlu bir çalışma yürütüyoruz. Bu entegre stratejinin hedefi silah bıraktırmaktır. İmralı bu strateji içindeki enstrümanlardan biridir” açıklamasını yaptı. Öcalan’ı bir çözüm gücü olarak görmüyor, kullanılan her hangi bir ‘estrüman’ olarak değerlendiriyor yani aşağılıyor.
HAS Parti’yi terk ederek Erdoğan’ın dümen suyuna giren Kurtulmuş’un ‘Anadilde Eğitim’e bakış açısı AKP’nin mantığını ele veriyor: “Hiç kimsenin Türkçenin resmi dil, yazışma ve resmi eğitim dili olduğunda en ufak tereddüdü yoktur, bu tartışılamaz bile. Çünkü aksi takdirde bir ülke olmaz. Bu çerçevede ana dilde eğitimi devlete değil de özel okullara verdirebilir. Bu özel okullara bir takım destekler de verilebilir. İnanın bu yapıldığı takdirde az sayıda okul açılır ve bu okulların belki bir yıl devam etmesi zor olur” diyor. Böylelikle Kürtler bakımından son derece önemli olan ana dilde eğitim talebinin AKP tarafından nasıl boşa çıkartacağını açıklamış oluyor.
Bu veriler çok açık olarak gösteriyor ki, Kürtlerin stratejik taleplerine yönelik hiçbir somut adım yok. Böyle bir bakış açısı yok. Çözüme dair belirlenen bir plan yok, ama tasfiyenin derinleştirilmesi de sürekliliğini devam ettiriyor. Bu bakımdan AKP ve Erdoğan’ın Kürt sorunu çözüm politikası bulunmuyor. Kamuoyuna yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Adalet Bakanlığının 4. Paket hazırlığı bulunuyor. 'Demokratikleştirmeye dair bir kısım maddeler bulunacak'mış! Ayrıca Türkiye’nin uzun yıllardır imzalamayı reddettiği ‘Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul edecekmiş! Konuşulan başka bir şey bulunmuyor.
Bu karmaşık politik atmosfer içerisinde AKP’nin Öcalan ile görüşerek ‘yeni’ bir adım atması ve Öcalan’ı yeniden çözüm gücü ve aktörü olarak görmesi, esasen 2012 yılını askeri ve politik olarak kaybettiğinin itirafıdır.
Kürt tarafı müdahil dahil olmalıdır
Bütün bu sorunlara rağmen devlet, 'yeni bir süreç başlatma kararı' aldığına göre PKK veya Kürt tarafı, olası bir müzakereye dahil olmalı mıdır? Kürtler bundan kesinlikle kaçınmamalıdır. Kürtler bugün politik olarak oldukça avantajlı bir konumda bulunuyorlar. Bölgesel ve uluslararası denklem hesaba katıldığında Kürtlerin konumu oldukça güçlüdür. Bu bakımdan müzakere masasına oturmalarından hiçbir yanlışlık yok. Önemli olan, masaya neyi koyacaklar ve hangi koşullarda müzakereye başlayacaklardır.
Kürtler mevcut politik dengeleri hesapladıklarında, önerileriyle çok açık ve net bir şekilde sürece katılmalıdır:
Birincisi, PKK, bu sürecin merkezinde duruyor. PKK olmaksızın Kürt sorunu çözümlenemez. Kürt tarafı bunu deklare etmelidir. Devletin taktiği, PKK ile Öcalan’ı karşı karşıya getirmek. Bu basit oyun net bir şekilde deşifre edilmelidir.
İkincisi, 'Silahsızlandırma' ve 'PKK yöneticilerinin üçüncü, dördüncü ülkelere gönderme' gibi tasfiyeci ve aşağılayıcı öneriler kesin bir dille reddedilmelidir. Bu tür psikolojik savaş yöntemlerine izin verilmemelidir.
Üçüncüsü, Müzakereler doğrudan taraflar arasında yapılmalıdır. Koşulları uygunsa iki tarafından belirlediği heyetler yürütmelidir.
Dördüncüsü, Eğer Kürtler adına baş müzakereci Abdullah Öcalan olacaksa, Öcalan’ın bu sürece daha aktif olarak katılmasının fiziki ve sosyal koşulları yaratılmalıdır.
Beşincisi, Alan Hakimiyeti’nin sağlandığı bölgelerdeki konumlanma olduğu gibi devam etmeli ve gerillanın sınır dışına çekilmesi gibi öneriler kesinlikle reddedilmelidir. Tek taraflı ateşkes kabul edilmemelidir. İki tarafın da onayladığı ortak bir ateşkes devreye girmelidir.
Altıncısı, Müzakerelere başlanacaksa, bu çok açık olarak, Oslo sürecinin ötesinde olmalıdır.
Yedincisi, İdari/yönetimsel Özerklik, Ana Dilde Eğitim ve Kültürel Özeklik gibi Kürtlerin stratejik taleplerinde hiçbir geri adım atılmamalıdır. Tersine, müzakerelerin temel gündem maddeleri olmalıdır. Kürtlere yönelik stratejik taleplerin Anayasal güvenceye alınmasında en ufak bir geri adım atılmamalıdır.
Sekizincisi, İyi niyet belirtisi olarak, tam bir politik soykırım dönüştürülen KCK operasyonları durmalı ve bu davalardaki tutsaklar serbest bırakılmalıdır. İlk adım olarak rehin alınan Kürt Milletvekilleri ve Belediye Başkanları hemen bırakılmalıdır. Ayrıca Roboskî katliamı için devlet Kürtlerden özür dilemelidir. Ayrıca, devlet, Batı Kürdistan’a yönelik çok yönlü saldırılarına ve faaliyetlerine son verilmelidir ve iç işlerine hiçbir şekilde karışmamalıdır.
Dokuzuncusu, bütün bunlar somut olarak bir takvime bağlanarak yürütülmeli, asla belirsizlik içine sokulmamalıdır. Buna benzer önemli hassas noktalar kesinlikle göz önünde tutularak, yeni bir sürecin başlatılmasında hiçbir sakınca söz konusu olmaz. Devletin amacının çözüm olmadığı unutulmamalıdır. Bu bakımdan devlet’in oyun yapmasına izin verilmemelidir.
AKP ve devlet hilelere baş vurmamalıdır
Kendisini 'Padişah' gören Erdoğan, Kürt sorununu çözümünde şimdiye kadar yaptığı gibi yine hilelerle başvurursa ne olur? Bunun yanıtını PKK yöneticileri vermiş.
Karayılan; “Ben onun gibi ağzımı bozmayacağım ama tüm söylediklerini ona aynen iade ediyorum. Erdoğan bilmeli ki biz Kürdistanlıyız, bu ülkeyi çok seviyoruz ve bu ülke için çok bedel verdik. Erdoğan diyor ki ya 'Türkleşerek tek milleti kabul edeceksiniz ya da nereye gidiyorsanız gidin'. Ben de diyorum ki sizin ne işiniz var ülkemizde. Burası Kürdistan’dır. Bizim ülkemizdir. Asıl siz çekin gidin ülkemizden. Kürt halkı üzeride silahlı baskı ve siyasi soykırım olduğu sürece bu özgürlük gerillası ve Kürt halkının direnişi de olacaktır. Bunu herkes iyi bilmelidir.”
Bahoz Erdal, “Bizi zayıf, güçsüz göstermeye çalışanlara ve 'final, minal yapamazsınız' diyenlere söylemek istediğimiz ise şudur; Kürdistan’da tek bir savcınız, hakiminiz, kaymakamınız, valiniz olduğu, işgalci ordunuz Kürdistan’da konumlandığı, faşist polis sürüleriniz Kürdistan’da terör estirdiği müddetçe sizi rahat uyuyacağınız bir geceye hasret bırakacağız. Her gece bunlara kabus yaşatacağız. Kürdistan’ı onlara yaşanmaz hale getirecek, cehenneme dönüştüreceğiz. Bu sömürgeciliğin ve faşizmin faturasını ağır ödeteceğiz.
Erdoğan, bir Kürdistan şehrine geldiğinde binlerce asker, polis ve zırhlı araç eşliğinde gelebilecek, her saatte, her gün ve vesilede buranın Kürdistan olduğunu gözlerine sokarak, yaşatarak hissettireceğiz. Sömürgecilere ve işbirlikçilere gölgeleri kadar yakın olacağız. Erdoğan’ı Amed veya Hakkari’ye binlerce koruma ve zırhlı araç olmadan ziyaret etmeye hasret bırakacağız. Sonuç olarak sömürgeci Türk devleti azdıkça ve saldırıları arttıkça direnişimiz de güçlenerek devam edecek ve karşılık verilecektir. Her zaman olduğu gibi HPG, Önder Apo’nun, hareketimizin ve halkımızın emrinde olacak, üzerine düşeni layıkıyla yapmaya çalışacaktır.”
Kürtler eşit, onurlu barış istiyor, demokratik bir çözüm istiyor, kan dökülmesin istiyor, kendi topraklarında diğer halklarla özgürce yaşamak istiyor, kendi kendilerini yönetmek istiyor, Demokratik Özerklik istiyor. Bu bakımdan, tekrarlamaktan yarar var: Yeni süreç, Kürtlerle dans edildiği bir dönem olmasın. Demokratik çözüm olsun. Yoksa yukarıda söylenenler devreye girer.
Karar vermesi gereken Erdoğan’dır.
DR. MUSTAFA PEKÖZ
gokyuzu9@aol.com
2013 yılının çok daha karmaşık bir politik atmosfer içinde geçeceği hemen herkesin farkında olduğu bir durum. Kürt sorunu bu politik denklemin ilk sırasını oluşturacak. Ortadoğu’da haritaların değişeceğine dair çok önemli veriler bulunuyor. Kürtler bakımından çok daha kapsamlı değişimlerin yaşacağını, bölgesel ve uluslar arası aktörlerin de gördüğü bir realitedir. 2013 yılı bir bakıma Kürtlerin yılı olacak. Buna dair çok önemli veriler ortaya çıkmış durumda.
Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ve BDP Milletvekili Ayla Akat’ın İmralı’da Öcalan’ı ziyaret etmeleri, Kürt soruna ilişkin gelişmelerin önemini olacağını gösteriyor. Bu bakımdan, Türkiye’nin iç politikasında da Kürt sorunu politik gündemin ilk maddesi olmaya devam edecek. Bu sadece iç politikada değil aynı zamanda bölgesel ilişkiler bakımından da son derece önemli bir noktayı oluşturuyor. Ayrıca Türkiye, Kürt sorunun çözümünde somut bir yönelim içerisine girmez veya giremezse, çok daha kapsamlı sorunlarla karşı karşıya kalacağının farkındadır. Özellikle son birkaç yıldır çok yönlü geliştirdiği ve ekonomik, politik, askeri ve psikolojik saldırıları en üst düzeyde uygulamaya koydu.
2011-2012 kış aylarında, çok kapsamlı geliştirdiği askeri saldırılarla ''PKK’nin artık tasfiye noktasına geldiğine'' inandılar ve hatta 'PKK mirasının paylaştırılması' için sofralar kurdular, erkenden 'zafer'lerini ilan ettiler. ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürtlerin 6 Milletvekili, 75 Belediye başkanı, yüzlerce Belediye Meclis üyesi, yerel yöneticilerinin nerdeyse yüzde 80 tutuklandı veya rehin alındı. Ayrıca AKP Devleti, Batı Kürdistan olarak tanımlanan Suriye’de Kürtlerin kendi bölgelerinde yönetimi ele alarak, ‘özerk’ yapılarını kurmaya yönelik geliştirdikleri ‘sessiz devrim’i boğmak için çok yönlü saldırılara yöneldi. Kürt bölgesinde adeta bir savaşa hazırlandı. Böylelikle, Kürtleri bütünlüklü olarak 'tasfiye edeceğine' inandı. Bütün strateji bunun üzerine kuruldu. Erdoğan ve çevresi bunan inandı veya inandırıldı. Bu nedenle Erdoğan, söz konusu politikaların başarıyla sonuçlanacağına olan güvenle, ‘Kürt sorunu bitmiştir, gündemde Kürt sorunu yoktur’ açıklamalarını süreklileştirdi. ‘PKK etkisizleştirildi, yakında tasfiye edilecek noktaya geldi ve Öcalan’ın da artık işlevi bitmiştir ve ömür boyu İmralı’da kalacak’ biçimindeki açıklamalar AKP’nin politikasının ana eksenini oluşturdu. Öyle ki çok daha ileri giderek, ‘tek bayrak, tek millet, tek devlet’ argümanlarını sık sık tekrarladı ve “ben milliyetçiyim var mı bunun ötesi” naralarını attı.
AKP’nin ve devletin politikası çöktü
Peki, ne oldu? AKP’nin Kürtlerin ve özellikle PKK’nin tasfiye stratejisi bütünlüklü olarak çöktü. Birincisi, gerillanın geliştirdiği ‘Alan Hakimiyet Askeri Stratejisi’ ile Kürt coğrafyasının belirli bir bölgesinde önemli oranda hakimiyet kurdu. Sistemi, özellikle askeri olarak işlevsizleştirdi. En az 400 KM uzunluğundaki bir alan gerillanın alan hakimiyeti olarak ilan edildi. Bu bölgelerde Türk ordusu çok önemli kayıplar vermekle kalmadı, aynı zamanda askeri savaş kabiliyetini önemli oranda kaybetti. Birçok askeri bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Kara hakimiyeti de Kürt gerillalarına geçti. Bunun için askeri sevkiyatlarını uçaklarla ve helikopterlerle yapmaya başladılar. Bunun en somut biçimi, Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun Genelkurmay başkanlarıyla birlikte gidip fotoğraf çektirdikleri ‘Gedikli Tepe’ gerillanın denetimine girdi. Bir daha ne bir general, ne de bir politikacı buraya gidemedi.
Murat Karayılan, Erdoğan’ı Gedikli Tepe’ye davet etti; “Buraya gelir bir kez daha resim çektirirsen, dediklerinin tamamı doğrudur, gelemezsen benim dediklerim doğrudur.” Genelkurmay Başkanı Özel, 7 özel komando taburuyla, buraya saldırıp yeniden gele geçirmek istedi. Bir adım atamadan büyük kayıplar vererek geri çekildi. Erdoğan, hala Gedikli Tepe’ye gitme hayalinde. Belki bu kış koşullarından yararlanır gider. Ayrıca PKK’nin geliştirdiği ‘Alan Hakimiyeti Askeri Stratejisi’ aynı zamanda gerillanın sadece askeri savaşma gücünü arttırmadı aynı zamanda gerillaya katılımların çok üst boyuta çıktığını gösterdi.
AKP devletinin saldırısının bir başka hedefi Kürtlerin örgütsel kurumları oldu. Amaç, Kürt toplumunu fiilen örgütsüzleştirmekti. 'KCK operasyonları' adı altında yaptığı bu oldu. Bu da sonuçsuz kaldı. Tutuklanan binlerce kadrolarının yeri, kendi doğal akışı içinde dolduruldu. Kürtler kendi kadrolarını yürüttükleri mücadelenin içinden çıkartmayı başardılar. Devlet saldırdıkça, Kürtlerin politikleşme süreci çok daha fazla artıyor ve sahiplenme bilinci bir üst noktaya çıkıyor. Bunun iki somut örneğini gördük. Birisi Kürt tutsaklarının başlatmış olduğu süresiz açlık grevinin Kürt halkında toplumsal bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir duruma gelmesi oldu. Diğeri, yakın dönemde Roboskî katliamının yıl dönümünde Kürtlerin ortaya koyduğu tutumdur. Her ikisinde de yüz binlerle ifade edilen protesto eylemleri, Kürtlerin toplumsal gücünü ve politik sahiplenme bilincini ortaya koydu. Bu iki süreç, yeni dönemin kadrolarının oluşturulmasında önemli pozitif bir rol oynadı. Bunu gören devlet, yeniden saldırdı, açlık grevleri sonrası ön plana çıkan insanları tutuklamaya yöneldi.
Kürt halkında Öcalan’a olan bağlılık arttı
Ayrıca AKP devleti, Öcalan’ı bütünlüklü olarak işlevsizleştirmek istedi. Öcalan ile bütün iletişim kanallarını kesti ve tamamen izole etti. Böylelikle hem PKK ve gerilla üzerindeki etkisini, hem de Kürt halkı üzerindeki otoritesini kırmak istedi. Devletin çok yönlü bu tür faaliyetleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Tersine Kürt halkında ve PKK’de Öcalan’a olan bağlılık arttı. Tasfiye’nin merkezinde Öcalan’ın olduğunu çok bilinçli bir politikayla ön plana çıkarttı. Öcalansız bir çözümün söz konusu olmadığı özellikle vurgulandı. Devlet, Süresiz Açlık Grevlerini bitirmek için son çare Öcalan’a gitti. Ortaya çıkan tablo; Öcalan’sız bir çözümü gerçekleştiremeyeceğini bir kez daha gördü.
AKP devletinin bölgesel politikası da çöktü ve en güvendiği ABD tarafından esasen devre dışı bırakıldı ve yalnızlaştırıldı. Öyle ki, ABD, Barzani’yi, ‘Türkiye ile öyle sıkı ilişkilere girmemesi konusunda’ uyardı. Batı Kürdistan’da yani Suriye bölgesi Kürdistan’da Kürtler Özerklik sürecini, bütün ekonomik ve politik zorluklara rağmen inşa etmeye devam ediyorlar. Bu bakımdan bölgesel ilişkilerde Türkiye, Kürtler karşısında politik bakımdan çok açık bir yenilgi aldı.
Bütün bu veriler yan yana konulunca, AKP bütün gücünü en üst sınırda kullanmasına rağmen, Kürtler karşısında esasen yenilmiştir. Askeri güç ilişkilerinde ibre PKK’ye döndü, AKP politik olarak önemli oranda başarısız kaldı. Öyle ki, çaresizlikten idam, dokunulmazlık gibi politik tehditlere yöneldi. Kürt coğrafyasında toplumsal tabanını ciddi oranda kaybetti. Son kamuoyu yoklamalarında, Kürt bölgelerinde, AKP’nin oy oranı yaklaşık olarak yüzde 5 gerilemiş durumda.
Bu bakımdan AKP’nin belirlediği bütün stratejiler ve politikalar önemli oranda başarısız kaldı. 2013 yılının çok daha sert ve çatışmalı geçeceğini de fark etti. Kürtlerin askeri ve politik hamleleri karşısında izlenen her politikaların başarısız kalacağını gördü. Öyle ki, Erdoğan ve danışmanları; “PKK, 2012 yılında bazı şehirlerin yönetimlerini ele geçiremedikleri için başarısız kaldılar” açıklamasını yapabiliyorlar. Bu açıklamanın kendisi çok açık olarak bir psikolojik yenilgi tanımıdır ve bu sürecin çok daha derinleşeceğinin de farkındadırlar.
AKP yeni oyalama taktiklerine başvuracak
Bu nedenle, 2013 yılının daha ilk günlerinde, devletin yeni manevralara hazırlandığına dair veriler ortaya çıktı. Hem devlet kurumlarını ve siyasal partilerini, hem de medyayı bütünlüklü olarak bu sürece hazırladıkları ve hazırlayacakları anlaşılıyor. Aslında yumuşak bir geçişle geçmişte izlenen politikaların bir tekrarını uygulamaya çalışacak. Yapılan açıklamalar bunu ortaya koyuyor. Sorunun çözümü değil, yeniden oyalama, beklentiye sokma planını işletmeye çalışacağını ilk işaretlerini verdi.
Ayrıca hepimizin bildiği gibi 2014 ile 2015 seçimleri gündemde. Bu iki seçim, hem Erdoğan, hem de AKP’nin İslami devletleşme sürecinin son halkası olarak önemlidir. Bu bakımdan izlenen politika, Kürt sorununu çözmek değil, ihtiyaçlarına göre planlanan zaman kazanma taktiğini bir kez daha ön plana çıkarma olasılığı oldukça yüksektir. AKP’nin geçmişte izlediği politikalar dikkate alındığında benzer bir sürecin ortaya çıkması hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Önemli bir sürece girileceğine dair, özellikle medyada önemli tartışmalar yapılıyor. Ama AKP’nin Kürtlerin mevcut taleplerine ilişkin hiçbir somut çözüm önerisi gündemde yok.
Guardian yazarlarından Hooper, “AKP’nin 2011 yılında sahip olduğu halk desteğinin düştüğünü; partinin, ülkenin güneydoğusunda, PKK sempatizanı partilerle doğrudan oy yarışına girdiğini, Türkiye’de iki yıla kadar seçimler yapılacağı için de Başbakan Erdoğan’ın PKK’yle konuşuyormuş gibi görünmek istediğini” söylüyor. Sanırım uluslararası güçler ve kurumlar da AKP’nin oyununu görmüş durumdalar.
Örneğin; Erdoğan, Kürtleri tehdit ediyor: “Ya teslim olacaksınız ya da bu ülkeyi terk edip gideceksiniz.” Esasen PKK şahsında Kürtleri tehdit ediyor ve topraklarından kovuyor ve hala Roboskî katliamını da ısrarla savunuyor.
Beşir Atalay, “Entegre bir strateji izliyoruz. Bütün enstrümanların birbiriyle entegre biçimde kullanıldığı çok boyutlu bir çalışma yürütüyoruz. Bu entegre stratejinin hedefi silah bıraktırmaktır. İmralı bu strateji içindeki enstrümanlardan biridir” açıklamasını yaptı. Öcalan’ı bir çözüm gücü olarak görmüyor, kullanılan her hangi bir ‘estrüman’ olarak değerlendiriyor yani aşağılıyor.
HAS Parti’yi terk ederek Erdoğan’ın dümen suyuna giren Kurtulmuş’un ‘Anadilde Eğitim’e bakış açısı AKP’nin mantığını ele veriyor: “Hiç kimsenin Türkçenin resmi dil, yazışma ve resmi eğitim dili olduğunda en ufak tereddüdü yoktur, bu tartışılamaz bile. Çünkü aksi takdirde bir ülke olmaz. Bu çerçevede ana dilde eğitimi devlete değil de özel okullara verdirebilir. Bu özel okullara bir takım destekler de verilebilir. İnanın bu yapıldığı takdirde az sayıda okul açılır ve bu okulların belki bir yıl devam etmesi zor olur” diyor. Böylelikle Kürtler bakımından son derece önemli olan ana dilde eğitim talebinin AKP tarafından nasıl boşa çıkartacağını açıklamış oluyor.
Bu veriler çok açık olarak gösteriyor ki, Kürtlerin stratejik taleplerine yönelik hiçbir somut adım yok. Böyle bir bakış açısı yok. Çözüme dair belirlenen bir plan yok, ama tasfiyenin derinleştirilmesi de sürekliliğini devam ettiriyor. Bu bakımdan AKP ve Erdoğan’ın Kürt sorunu çözüm politikası bulunmuyor. Kamuoyuna yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Adalet Bakanlığının 4. Paket hazırlığı bulunuyor. 'Demokratikleştirmeye dair bir kısım maddeler bulunacak'mış! Ayrıca Türkiye’nin uzun yıllardır imzalamayı reddettiği ‘Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul edecekmiş! Konuşulan başka bir şey bulunmuyor.
Bu karmaşık politik atmosfer içerisinde AKP’nin Öcalan ile görüşerek ‘yeni’ bir adım atması ve Öcalan’ı yeniden çözüm gücü ve aktörü olarak görmesi, esasen 2012 yılını askeri ve politik olarak kaybettiğinin itirafıdır.
Kürt tarafı müdahil dahil olmalıdır
Bütün bu sorunlara rağmen devlet, 'yeni bir süreç başlatma kararı' aldığına göre PKK veya Kürt tarafı, olası bir müzakereye dahil olmalı mıdır? Kürtler bundan kesinlikle kaçınmamalıdır. Kürtler bugün politik olarak oldukça avantajlı bir konumda bulunuyorlar. Bölgesel ve uluslararası denklem hesaba katıldığında Kürtlerin konumu oldukça güçlüdür. Bu bakımdan müzakere masasına oturmalarından hiçbir yanlışlık yok. Önemli olan, masaya neyi koyacaklar ve hangi koşullarda müzakereye başlayacaklardır.
Kürtler mevcut politik dengeleri hesapladıklarında, önerileriyle çok açık ve net bir şekilde sürece katılmalıdır:
Birincisi, PKK, bu sürecin merkezinde duruyor. PKK olmaksızın Kürt sorunu çözümlenemez. Kürt tarafı bunu deklare etmelidir. Devletin taktiği, PKK ile Öcalan’ı karşı karşıya getirmek. Bu basit oyun net bir şekilde deşifre edilmelidir.
İkincisi, 'Silahsızlandırma' ve 'PKK yöneticilerinin üçüncü, dördüncü ülkelere gönderme' gibi tasfiyeci ve aşağılayıcı öneriler kesin bir dille reddedilmelidir. Bu tür psikolojik savaş yöntemlerine izin verilmemelidir.
Üçüncüsü, Müzakereler doğrudan taraflar arasında yapılmalıdır. Koşulları uygunsa iki tarafından belirlediği heyetler yürütmelidir.
Dördüncüsü, Eğer Kürtler adına baş müzakereci Abdullah Öcalan olacaksa, Öcalan’ın bu sürece daha aktif olarak katılmasının fiziki ve sosyal koşulları yaratılmalıdır.
Beşincisi, Alan Hakimiyeti’nin sağlandığı bölgelerdeki konumlanma olduğu gibi devam etmeli ve gerillanın sınır dışına çekilmesi gibi öneriler kesinlikle reddedilmelidir. Tek taraflı ateşkes kabul edilmemelidir. İki tarafın da onayladığı ortak bir ateşkes devreye girmelidir.
Altıncısı, Müzakerelere başlanacaksa, bu çok açık olarak, Oslo sürecinin ötesinde olmalıdır.
Yedincisi, İdari/yönetimsel Özerklik, Ana Dilde Eğitim ve Kültürel Özeklik gibi Kürtlerin stratejik taleplerinde hiçbir geri adım atılmamalıdır. Tersine, müzakerelerin temel gündem maddeleri olmalıdır. Kürtlere yönelik stratejik taleplerin Anayasal güvenceye alınmasında en ufak bir geri adım atılmamalıdır.
Sekizincisi, İyi niyet belirtisi olarak, tam bir politik soykırım dönüştürülen KCK operasyonları durmalı ve bu davalardaki tutsaklar serbest bırakılmalıdır. İlk adım olarak rehin alınan Kürt Milletvekilleri ve Belediye Başkanları hemen bırakılmalıdır. Ayrıca Roboskî katliamı için devlet Kürtlerden özür dilemelidir. Ayrıca, devlet, Batı Kürdistan’a yönelik çok yönlü saldırılarına ve faaliyetlerine son verilmelidir ve iç işlerine hiçbir şekilde karışmamalıdır.
Dokuzuncusu, bütün bunlar somut olarak bir takvime bağlanarak yürütülmeli, asla belirsizlik içine sokulmamalıdır. Buna benzer önemli hassas noktalar kesinlikle göz önünde tutularak, yeni bir sürecin başlatılmasında hiçbir sakınca söz konusu olmaz. Devletin amacının çözüm olmadığı unutulmamalıdır. Bu bakımdan devlet’in oyun yapmasına izin verilmemelidir.
AKP ve devlet hilelere baş vurmamalıdır
Kendisini 'Padişah' gören Erdoğan, Kürt sorununu çözümünde şimdiye kadar yaptığı gibi yine hilelerle başvurursa ne olur? Bunun yanıtını PKK yöneticileri vermiş.
Karayılan; “Ben onun gibi ağzımı bozmayacağım ama tüm söylediklerini ona aynen iade ediyorum. Erdoğan bilmeli ki biz Kürdistanlıyız, bu ülkeyi çok seviyoruz ve bu ülke için çok bedel verdik. Erdoğan diyor ki ya 'Türkleşerek tek milleti kabul edeceksiniz ya da nereye gidiyorsanız gidin'. Ben de diyorum ki sizin ne işiniz var ülkemizde. Burası Kürdistan’dır. Bizim ülkemizdir. Asıl siz çekin gidin ülkemizden. Kürt halkı üzeride silahlı baskı ve siyasi soykırım olduğu sürece bu özgürlük gerillası ve Kürt halkının direnişi de olacaktır. Bunu herkes iyi bilmelidir.”
Bahoz Erdal, “Bizi zayıf, güçsüz göstermeye çalışanlara ve 'final, minal yapamazsınız' diyenlere söylemek istediğimiz ise şudur; Kürdistan’da tek bir savcınız, hakiminiz, kaymakamınız, valiniz olduğu, işgalci ordunuz Kürdistan’da konumlandığı, faşist polis sürüleriniz Kürdistan’da terör estirdiği müddetçe sizi rahat uyuyacağınız bir geceye hasret bırakacağız. Her gece bunlara kabus yaşatacağız. Kürdistan’ı onlara yaşanmaz hale getirecek, cehenneme dönüştüreceğiz. Bu sömürgeciliğin ve faşizmin faturasını ağır ödeteceğiz.
Erdoğan, bir Kürdistan şehrine geldiğinde binlerce asker, polis ve zırhlı araç eşliğinde gelebilecek, her saatte, her gün ve vesilede buranın Kürdistan olduğunu gözlerine sokarak, yaşatarak hissettireceğiz. Sömürgecilere ve işbirlikçilere gölgeleri kadar yakın olacağız. Erdoğan’ı Amed veya Hakkari’ye binlerce koruma ve zırhlı araç olmadan ziyaret etmeye hasret bırakacağız. Sonuç olarak sömürgeci Türk devleti azdıkça ve saldırıları arttıkça direnişimiz de güçlenerek devam edecek ve karşılık verilecektir. Her zaman olduğu gibi HPG, Önder Apo’nun, hareketimizin ve halkımızın emrinde olacak, üzerine düşeni layıkıyla yapmaya çalışacaktır.”
Kürtler eşit, onurlu barış istiyor, demokratik bir çözüm istiyor, kan dökülmesin istiyor, kendi topraklarında diğer halklarla özgürce yaşamak istiyor, kendi kendilerini yönetmek istiyor, Demokratik Özerklik istiyor. Bu bakımdan, tekrarlamaktan yarar var: Yeni süreç, Kürtlerle dans edildiği bir dönem olmasın. Demokratik çözüm olsun. Yoksa yukarıda söylenenler devreye girer.
Karar vermesi gereken Erdoğan’dır.
DR. MUSTAFA PEKÖZ
gokyuzu9@aol.com