12 Ocak 2012 Perşembe

Önce İran, Sonra Kürdistan

Ortadoğu yeni bir savaşa sürükleniyor. İran ile Amerika arasındaki gerilim giderek sıcak bir çatışmaya dönüşüyor.

Yeni yaptırım paketinde petrol satışının engellenmesine yer verilmesi sebebiyle Hürmüz Boğazı’nı kapatacağını ilan eden ve Basra ile Afganistan sınırında tatbikatlara başlayan İran krizi tırmandırıyor.
Amerika ise boğazın kapatılmasına izin vermeyeceğini, İran’ın nükleer silah sahibi olmasını da engelleyeceğini söylüyor. 

Tarafların savaş hazırlığı karşılıklı restleşmeler eşliğinde sürüyor. 2012 yılına daha şimdiden İran damgasını vurdu.

İran’la olası bir savaş çok şiddetli geçecek ve bölgedeki bütün dengeleri de alt üst edecektir. Savaş sonrasında eskisinden çok farklı bir Ortadoğu gündeme gelecektir.

Tırmanan Amerika-İran gerginliği Ortadoğu başta olmak üzere bütün dünyayı yakından ilgilendiriyor ve herkesi şöyle ya da böyle etkiliyor ama, Kürtlerle Türkleri daha derinden ve daha sarsıcı etkiliyor.

Bu etki daha bugünden kendisini hissettiriyor!

Hem savaşın ortasında kalmaktan hem de savaş sonrasında ortaya çıkacak olan tablodan korkan Türkiye, daha şimdiden ciddi sarsıntılar geçiriyor.

Türkiye’nin en büyük korkusu Kürtler ve Kürdistan. O bu yüzden sarsılıyor. Suriye ve İran Kürtlerinin de özgürleşme olasılığı Türk devletinin uykularını kaçırıyor.

Türkiye bu yüzden itfaiye eri gibi elinde hortum oradan oraya koşturup duruyor. Saddam’la yapamadığını, Ahmedinejat’la yapmaya; İran’a geri adım attırarak statükoyu korumaya çalışıyor ancak, buna gücü yetmiyor.
Bunu kendisi de biliyor. Bildiği içindirki ağırlığı Kürtleri baskı altında tutmaya veriyor. Aslında Türk devleti kendi cephesinden savaşı başlatmış da bulunuyor.

Kazan Vadisi ve Uludere katliamları bunu gösteriyor. 

Türkiye, bölgesel savaş öncesi Kürtleri baskılama ve bastırma konsepti uyguluyor. Katliamları bu yüzden yapıyor. Kendince ‘ayağınızı denk alın’ mesajı veriyor.

Açık ki Türk devleti korkuyor. Korktuğu için katliam yapıyor.

Ne var ki geçen yazımda da belirttiğim gibi bu yolla bu kez sonuç alması mümkün görünmüyor. Türk devleti aslında bu katliamlarla kendi kuyusunu kazıyor; sonunu yakınlaştırıyor. Zira, hem Kürtlerin mücadele birikimleri hem de dünyanın ve bölgenin değişen dengeleri Kürtleri tepelemesine bu kez izin vermiyor. Tarih artık tekerrür etmiyor.

Bu durumda Türk devletinin önünde Kürtlerle uzlaşmaktan başka bir yol kalmıyor. Ancak buna da iç dengeleri el vermiyor.

Türkiye, Kürtleri kabul etmesi, onlarla eşitliğe ve özgürlüğe dayalı yeni bir ilişki kurması gerektiğini biliyor.
Aksi durumda egemenliğini ve stratejik önemini yitireceğini de görüyor ancak, yine de bunun tersini yapıyor.
Kürtlere zulüm ederek kendinden uzaklaştırıyor. Düşmanlığı derinleştiren politikalar uyguluyor.

Kadim bir halk kendi ülkesinde dilini kullanamıyor. Ordu vatandaşlarına sözde ‘terörist’ demek istemiyor ama özde onlara karşı kimyasal silah kullanıyor.

 Bedenlerini paramparça ediyor. Ayak bastıkları yerleri yangın yerine çeviriyor. Cezaevleri derseniz dolmuş taşıyor; toplu mezarlardan ise çığlıklar yükseliyor.

Tabii, Türk devleti istiyorsa böyle devam edebilir. Ederse olacaklar bellidir. Dolayısıyla ‘kendisi bilir’ demek ve Türk devletini zulmüyle baş başa bırakmak gerekir.

Kürtlere gelince; Ortadoğu’da Kürdistan’ı sömürgeleştiren statükonun çöküyor olmasının yarattığı fırsatlar kadar, riskler de Kürtlerin önünde duruyor.

Son 10 yıla baktığımızda bütün parçalardan Kürt siyasetinin bunun farkında olduğu, halkın istem ve beklentilerine uygun bir duruş sergilediği gözleniyor.

Yüz yıl öncesi ülkesi elinden alınan, tarihsel hakları yok sayılan ve katı inkar-imha politikalarına maruz kalan Kürt halkı, Kürt siyasetinden ödediği bedellere uygun sonuçlar almasını istiyor.

Kürt siyaseti de genel hatlarıyla buna uygun davranıyor.

Bu yüzden Güney’de Barzani, ‘bağımsızlık’ sinyalleri veriyor. Bu yüzden Kuzey’de PKK yoğun baskıya, kuşatmaya ve kimyasal katliama rağmen direnmeye devam ediyor.

Bu sayede Suriye Kürdistanı pratik olarak Kürtlerin eline geçiyor.

İran Kürtlerinin direnişi ve yükselişi de buradan kaynaklanıyor! Ve artık bunun önünde durmak, Kürtleri yeniden tarihin karanlığına gömmek mümkün görünmüyor.

Sonuç olarak; yeni bir dünya kuruluyor. Yeni dünyanın temelleri Ortadoğu’da atılıyor. Irak, İran, Türkiye ve Suriye’nin ‘içinde’ bir ülke olan Kürdistan burada kritik önem arz ediyor.

Ortadoğu’nun odağından bir Kürdistan yükseliyor.

Günün sorusu şu; Müstakbel Kürdistan, Türkiye ile birlikte Türklerin ve Kürtlerin vd. ortak ülkesi mi olacak; yoksa Türklerin komşu ülkesi mi?

Hayat yakında bu sorunun cevabını verecek!

GÜNAY ASLAN
gunayaslan@hotmail.de