4 Mayıs 2012 Cuma

1 Mayıs ve Cici Sendikanın Savaş Tamtamları

Dün, 1 Mayıs’tı. Dünya emekçilerinin savaşa ve her türlü zulme karşı dayanaşma günü…

Tepeden inmeci buyurganlıkla zulüm, talan ve hırsızlığın din haline getirilmek istendiği TC’de, dindarlığı temsil iddiasındaki çarşaflı kadınlar kalabalığının İstanbul’da “hırsız Müslüman istemiyoruz” diye bağırmaları, “Türkler bile uyandı” anlamında umut vericiydi.

Ama, AKP iktidarının “dindar, hem de kindar yeni nesil Türk” olan çocuklarının sendikal kesiminin Ankara’daki gösterileri, onlara, dahası dünyaya yabani, yer yüzünün garip, gariban cevabıydı. 

Rejimin sendikacıları, işçilerin evrensel gününü, devletin savaşkan ruhunu temsil eden mehter marşlı savaş tamtamlarıyla kutluyordu.
 
Ne kadar ayıp demeyin. Bu ilk sınıfsal ayıp değil, devlet çocuklarının başlattığı geleneğin devamıydı. Hizmete karşılık, ödül kapma yarışı...

Yarışta ilk olmanın şerefi, Türk “işçi sınıfı”nın sendikal örgütü Türk-İş’e aitti.

Türk-İş’in doğumundan beri, bugündür güce hizmetkar sendikal Baronlar “cici çocuk”, gerisi marjinaldir. O nedenle, günümüzde KESK marjinal dolayısıyla sırtında kötek eksik değildir. Liderleri için hapishane meskendir.

Türk-İş’in ayıplı serüveni soğuk savaş yıllarında başlar.

Çünkü o, Amerikan yardım kuruluşu (AİD)’nin parasal yardımı ve devletin desteğinin çocuğu olarak doğdu.

Yer yüzünde başka bir eşi, benzeri var mı bilemiyorum, ama aldığını hak etmek istercesine 1960’larda düzenlediği Komünizmi Kınama (telin) Mitingiyle, Hitler ve Musolini dönemi faşizminden sonra, yer yüzünün ilk sendikal hareketi olarak tarihe geçti.

Bununla, emir ve komuta altında ispatlanmış “sarı sendika” olarak, devlet nezdinde en yüksek himayeye mazhar oldu, ama ortasından da bölündü. 1980 darbesine kadar işçi sınıfının gerçek yüz akı olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) bu olaydan sonra tarih sahnesine çıktı.

DİSK’in Faşizan sistemle mücadelesi dal, budak salmaya başlayınca, sistemin bekçileri MHP ve bugünkü AKP’nin babası Necmettin Erbakan’ın cephesinde de derin himayeli sendikal örgütlenmeye gittiler. MHP konumuz dışında, ama Erbakan’ın ki Hak-İş’ti. Hak-İş, daha sonra Erbakanı devirip, tabanına oturan bugünkü AKP saflarında yer aldı. Başkanı Salim Uslu bügün AKP’den milletvekili. Sendikası da, kaymak götüren yandaş...
 
1 Mayıs günü, dünyada savaş karşıtı gösterilerin haykırışları helezonlaşarak göğe çıkarken, Hak-İş Ankara’nın Tandoğan meydanındaydı.

Ancak bir farkla:

Müslümana Müslümanlık satan AKP, İslamın kitabında yazılı olmadığı, peygamberin kelamında olmadığı halde orduya “Peygamber Ocağı” diyor, militarizmi (ordu gücü gölgesinde iktidarı) kutsiyordu.

Baron, besleyen efendiden geri duracak değildi ya, Hak-İş de işçi sendikası, herhalde Kürdistan’a göz dağı niyetine, mehter takımının çaldığı kelle uçurtma marşları eşliğinde savaş çığırtkanlığı yapıyordu. Ankara’nın ortasındaki Tandoğan meydanında savaş naraları patlatıp, haykırışlarıyla kan fışkırtarak ortalıkta dört döneniyor “kolbastı” oynuyor, Veysi Sarısözen’in deyimiyle “talana çıkan Osmanlı’nın Yeniçeri ordusu”nun ruhunu şad eyliyorlardı.

Yadırgamayın, savaş karşıtı olması gereken bir işçi sendikası yöneticilerinin mehter marşı eşliğinde göbek atmalarını. Burası TC. Vicdanlar derin uykuda, beyin ve bilinçler ırkçı afyonla uyuşuk. Hak-İş de TC’nin bir gerçeği.

İnsani olan bütün değerlerin kirletildiği bir yerde, o da kendine yakışanı yapıyordu.  

İşçi sınıfı adına savaş davullarının tokmaklandığı, borazanların ötüttürüldüğü, “Allah Allah” sesleriyle ölüm ve öldürme ruhunun bilendiği bayram gününde Türk ordusu karadan ve havadan Kürdistan dağlarını bombalıyor, polisi askeri darbe günlerini aratmayan Kürt avında, şehir ve kasabalarda  ana, baba çocukları tutuklayarak zaferden zafere koşuyorlardı.

Bu arada Cizre’de insan avına çıkan polis tepkisiyle karşılanıyordu. Düne kadar, kelepçelemeye gelen polise bileklerini uzatıp, boyun eğenlerin direnişiydi, bu.

Ama bu ilk değildi. İlk direniş, 34 evladı bir arada katledilen Roboskî köylüleri başlatmışlardı. Roboskîliler, evlatlarının yasını tutarken, havadan inecek AKP Bakanları için alkışlama törenini düzenlemeye gelen Uludere Kaymakamını anladığı dille kovunca, 60 kişi hakkında soruşturma başlatılmış, ifade vermeye gidenler tutuklanmış, köylüler bundan sonra çocuklarını vermeme konusunda direnişe geçmişlerdi.

Her ilk gibi Roboskîlilerin direnişi de bir başlangıç, devamı Cizre’ye sıçramıştı. Buna alışık olmayan Türk medyası olayı “Cizre’de gergin gece” diye duyuruyordu.

Demek ki, Kürdistan’ın yeni direniş şekline alışmaları yakındır...

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

AKP’ye PKK Dersleri

Kürt meselesi AKP’yi giderek sıkıştırıyor. Bu sıkışmayı gören AKP, kendisine yakın gazetelerden “PKK ile görüşmeler yeniden başladı” şeklinde haberler yayıyor. “Tutuklu vekiller vb” konulardaki girişimleri de kendisine göre sunmaya çalışıyor. Ancak PKK cephesinde AKP’nin bu yaklaşımlarının “özel psikolojik savaş haberleri” olduğu belirtiliyor. Zaten Kürt meselesi merkezli olarak 2012 yılının sert mücadele yılı olacağı geçtiğimiz yıldaki gelişmelerden rahatlıkla okunuyordu. AKP vargücü ile Kürt muhalefetinin askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarına yüklendi. Diplomatik alandaki ilişkilerinde ABD’ye dayanıp, bölgesel konjonktürü de kendisine göre yorumlamaya çalıştı. Ancak AKP istediği sonucu alamadı.

AKP bu kez de Kürtler arasındaki ilişkilere girmeye başladı. PKK’yi muhatap almak istemediğinden, Güney Kürdistan üzerinden çeşitli müdahalelerle kendisini etkili kılmaya çalışıyor. AKP’nin etkili olmak istediği alan ise Kürtler arasında gerçekleştirilmesi düşünülen Ulusal Kongre ya da Konferans. AKP Türk devlet politikaları ile etkisizleştiremediği PKK’yi Kürtler için önemi olan Ulusal Konferans zemininde sıkıştırıp, silahsızlandırmak ve tasfiye etmek istiyor.

İşte AKP’nin Kürt meselesinde anlamadığı, görmediği ve en büyük zaafiyeti bu nokta oluşturuyor. AKP Kürt meselesi içinde istediği gibi at koşturacağını sanıyor. Ancak Kürt siyasal hareketinin geldiği düzey, bölgesel şartlar ve güçlerin dağılımı AKP’nin bu politikasına hiç mi hiç şans vermiyor. PKK’nin tasfiyesini amaçlayan bir konferans ne Kürt Ulusal Konferansı olabilir ne de Kürtler için meşruiyet zemini bulabilir. Bu günümüzdeki Kürt siyasal hareketinin doğasına ve varlık koşullarına aykırıdır.

AKP’nin Kürt politikası yanında yer alacak herhangi bir Kürt siyaseti, ister KDP, YNK olsun ister başka bir siyasal güç olsun Kürtler arasında meşruiyeti sorgulanır düzeye gelir. Kaldı ki Kürt Ulusal birliği için kongre ve konferans girişimlerinin en istekli yapısını PKK oluşturuyor. PKK öncülüklü Kürt siyasal hareketi kuruluşundan günümüze bu konferansı temel hedef olarak önüne koymuş durumdadır. Dolayısıyla KDP ya da herhangi bir gücün eliyle PKK’yi etkisiz hale getirmeye çalışmak ve tasfiye etme girişimleri 1990’larda Ergenekon-JİTEM yapılanmalı Türk devlet politikasının bir devamı sayılacaktır. Ancak o dönemin hiçbir politikası Türk devletine hiçbir şey kazandırmadı. Hatta PKK lideri Abdullah Öcalan bir savunmasında Türk devletinin bu politikalarının “Güney Kürdistan’daki Federe Kürdistan’ın oluşmasına ebelik ettiği”ni belirtmişti.

Şimdi AKP öncülüklü Türk devlet politikalarının Kürtleri bölmek yerine daha da birleştirebileceğini de iyi görmek gerekiyor. Bölgesel konjöktür, Kürtlerin örgütlülük düzeyi ve topladıkları güç başka devletlere yaslanarak gelişmeyi değil; ulusal birlik hattında kalarak güçlenmeyi gerektiriyor. Bu PKK için de KDP ve YNK için de diğer Kürt siyasal yapıları için de geçerlidir. Aksi durum Kemal Burkay gibi ortalıkta kalmayı beraberinde getirir.

Dolayısıyla AKP kendi Kürt meselesi üzerinden yaşadığı sıkışmayı Kürtlerin arasına girerek aşamaz. PKK’yi sıkıştıracağını düşündüğü bütün girişimler PKK’yi daha fazla güçlendirecektir. Çünkü PKK’nin esas aldığı temel politikalar örgütsel yapısını ulusal birlik üzerinden güçlendirirken diğer yanı ile bölgesel siyasal yapıda temel bir dinamik haline gelmiş durumdadır. AKP Kürtler arasına girerek PKK’yi zayıflatma planı yaparken; Kürt özgürlük hareketi 1 Mayıs’ta görüldüğü gibi Türkiye’de demokratik güçlerle kitlesel buluşmayı kalıcı örgütlenmeye dönüştürüyor. Suriye’de Demokratik Özerklik’in inşaasını yaparken kendi statüsünün hangi ölçüler içerisinde olduğunu da ortaya koyuyor. 

PKK, Güney Kürdistan’da temel siyasal merkez konumunu sürdürüyor. Doğu Kürdistan’da en etkili yapılanma. Avrupa’da dinamik, kitlesel ve sonuç alıcı bir durumda. PKK, askeri alanda daha da derinleşerek mücadelesini sürdürme kararlılığında. Ne PKK lideri Abdullah Öcalan, ne siyasal ve askeri örgütlenme AKP önünde ilkesel duruşlarından bir milim bile geriye gitmiyor.

Sonuç olarak AKP’nin tasfiyeyi içeren her adımı PKK’yi her alanda daha fazla güçlendirecektir. Yakın tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur. AKP’nin PKK dersine daha iyi çalışması ve ciddi olması gerekiyor. En önemlisi de Erdoğan’ın danışmanlarının çürük tezlerle sağlam projeler yapamayacağını artık görmelerinin zamanı geldi. Çünkü AKP’nin göstermelik hareketleri, kendine göre Kürt okumaları Kürt mahallesinde ciddiyetsizlik olarak tanımlanıyor. Ve Kürtlerde sadece öfke biriktiriyor. AKP’nin Kürt dersini iyi çalışması gerekiyor. 

BAKİ GÜL

Sütü Bozuk AKP Örtbas Peşinde

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü ''Okul Sütü Akıl Küpü'' projesi kapsamında ilk gün dağıtılan sütleri içen öğrenciler zehirlendi. Türkiye çapında 32 bin 500 okulda dağıtılan sütler ilk günde 13 şehirde yaklaşık bin 500 öğrenciyi hastanelik etti.

Arınç: Büyütmeye gerek yok!

Devlet yetkilileri ise daha çocuklar hastanedeyken sütleri savunmaya başladı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, yaşananların zehirlenmeden değil, süte karşı hassasiyetten kaynaklandığını söyledi. Hemen ardından Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç teşhisi koydu: "İlk kez içildiğinden, aşırı doz nedeniyle rahatsızlanmış olabilirler. Büyütülecek bir şey yok."
 
Akdağ: Hazımsızlık

Sağlık Bakanı Recep Akdağ da okullarda süt dağıtımı sonrası rahatsızlanan çocuklarla ilgili, "Bizdeki veriler, genel anlamıyla süt hassasiyetine, süt şekerine karşı hazımsızlığa işaret ediyor" dedi.

Yetkililerin açıklamaları tepki toplarken, birçok kentte il milli eğitim müdürlükleri ve valilik kararıyla süt dağıtımı durduruldu. Tarım Bankalığı süt dağıtımı ile ilgili teknik ve idari inceleme başlatıldığını açıkladı.

BDP: Meclis araştırsın

BDP Bingöl Milletvekili İdris Baluken, ihale aşamasından dağıtım aşamasına kadar tüm evrelerinin incelenmesi amacıyla Meclis Başkanlığı'na Meclis Araştırması açılmasını önergesi verdi. Baluken, önergesinin gerekçesinde Diyarbakır Valisi ve Bülent Arınçı'ın açıklamalarına da yer verererek eleştirdi. Süt dağıtımı başlamadan önce Gıda ve Tarım Bakanlığı'nın yaptığı açıklamada piyasa arz fazlası sütün dağıtılacağının ifade edildiğine işaret eden Baluken, "Bozuk sütün dağıtılmış olma ihtimali de bu açıklama göz önüne alınınca artmış bulunmaktadır’’dedi.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Sosyal Politikalar Sağlık Grubu da bozuk sütlerle ilgili "Hükümet yandaşlara yeni bir rant alanı oluşturmak adına çocuklarımızın sağlığını tehlikeye atıyor" dedi.

Bakan istifa etsin

AKP'ye Türk Tabipleri Birliği ve Eğitim Sen de tepki gösterdi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Halk Sağlık Kolu Başkanı Cavit Işık Yavuz, okullarda dağıtılan sütten kaynaklı zehirlenmelere ilişkin, "Her gün binlerce çocuk evlerinde süt içiyor, ancak hastanelik olmuyor. Okullarda çocuklar sütü içtikten sonra hastanelik oluyorlar ise süt sorunludur" derken, Eğitim Sen ise Bakan Ömer Dinçer'in yaşanan sorunlardan dolayı istifa etmesini istedi. Sendika, Okul Sütü Akıl Küpü projesininin de mevsimsel süt arzı fazlalığını gidermek ve süt üreticileri ile sanayisini desteklemek amacını da taşıdığına dikkat çekti.

İstanbul'da ise Halkevleri üyeleri, tepkilerini Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması yaparak gösterdi. Eylemde açılan Başbakan Erdoğan ve Eğitim, Sağlık ve Tarım bakanlarının fotoğrafları ile bir ineğin fotoğrafının yer aldığı "Suç sende değil, bunlarda" yazılı döviz dikkat çekti. Grup adına konuşan Maside Şengül, "Dağıtılan sütler yandaş firmaların fazlası" dedi. 

Kayıt Dışı Ekonominin Arka Bahçesi Güney Kürdistan mı?

Cahit Mervan
 
 
Geçtiğimiz günlerde Albaraka-Türk adlı bankanın Hewler şubesinin açılış töreni nedeniyle Federal Kürdistan Sanayi ve Ticaret Bakanı Sinan Çelebi’nin yaptığı konuşma, Türkiye’nin ‘Kürdistan sevgisinin’ nereden kaynaklandığını anlamamız için hayli öğretici oldu. Çelebi’nin verilerine göre Federal Kürdistan’da bulunan yabancı firmalar içinde Türk firmaların payı yüzde 52.7. Yani Güney Kürdistan’da her yabancı firmadan en az birisi Türk ‘kökenli’. Türkiye’yi ikinci sırada İran izliyor.

Çelebi’nin verdiği bilgiye göre çok kısa bir zaman dilimi içinde 6-7 Türk bankası daha faaliyete başlayacak. Veriler gösteriyor ki, Federal Kürdistan sadece ABD ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler için değil, daha çok Türkiye için ‘bakîr’ bir pazar alanı oluşturuyor. Veriler doğru ise- ki doğru- Güney Kürdistan giderekten Türkiye’nin ‘ikinci ekonomisi’ için, yani kayıt dışı ekonomisi için, paha biçilmez bir ‘arka bahçeye’ dönüşmüş durumda.

AKP KÜRDİSTAN’I TÜCCAR GİBİ SEVİYOR

Türkiye bir taraftan ret ve inkar üzerine oturttuğu geleneksel Kürt politikasını devam ettirmek, içte Kürtleri baskı altına alıp, ezmek istiyor. Diğer taraftan, dünyanın ciddi bir ekonomik krizle boğuştuğu bu zor günlerde, kendi ekonomisi için taze para akışı sağlayan ve adeta Türkiye ekonomisi için ‘can simidine’ dönüşen Güney Kürdistan ile sıkıla sıkıla bir ‘ilişki’ oluşturmaya çalışıyor. Yani anlayacağınız tek eliyle her an düşüp parçalanma ihtimali olan iki karpuzu bir arada tutmak istiyor. Hem de Ortadoğu gibi coğrafyada.

Mesele sadece bu kadarla kalmış olsa sorun değil. Irak’taki merkezi yapının yerli yerine oturmaması, Hewler-Bağdat arasında kopma düzeyine gelen ilişkiler, Kürt-Suni, Kürt-Şii ilişkileri, İran’ın bölgede ki ekonomik-politik çıkarları, Suriye’deki iç savaş ve bütün bunlarla birlikte Kuzey Kürdistan özgürlük hareketinin tasfiye edilememesi, Türkiye’nin Kürdistan için kurduğu tatlı rüyaların, her sabah yeniden kabusa dönüşmesine neden oluyor.

Çünkü Türkiye Kürdistan için öngördüğü sömürgeci-işgalci politikadan vazgeçmeden, konjonktürün kendisine sağladığı ilişkileri paraya çevirmeye, aç gözlü bir tüccar gibi Kürdistan’ın bu parçasını tekrardan ‘işgal’ etmeye kalkıyor. Bunun için envai türlü alavere-dalavere çeviriyor.

Hakkını teslim etmek gerekirse, Türk hükümeti bu konuda, bulduğu her türlü malzemeyi iyi kullanıyor. Sınırın bu ‘tarafındaki’ elamanları kafi gelmediği zaman, halk değimiyle ‘elinde tuzluk, her gördüğü hıyarın peşinde koşan’ tipleri, bu kez sınırın ‘ öte tarafından’ transfer ederek konuşturtuyor. Ancak para etmiyor. Çünkü Kürt hareketine karşı yürütülen bu psikolojik savaşın etkisi, yaşadığımız bu iletişim çağında bir-iki saat içinde, saman alevi gibi sönüp gidiyor.

Dahası gelişmeler Türkiye’nin sömürgeci-tüccar mantığının çok ötesine geçmiş durumda. Türkiye’nin tek eliyle taşımaya çalıştığı karpuzlar, Newton’un ‘yer çekimi yasasına’ uygun olarak ağılaşıyor. Her an düşüp, parçalanacak gibi duruyor. Tek tek düşüyor da.

TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL POLİTİKALARI ÇÖKÜYOR

Türkiye’nin Suriye politikası çökmüştür. Türkiye, Baas rejimini dönemindeki siyasal ve ekonomik imkanlarını, Kürt düşmanlığı üzerinden elde ettiği ‘imtiyazlarını’ yitirmiştir. Ve Türkiye açısından daha da kötüsü yeni kurulacak Suriye ile ilişkiler, ona bir önceki rejim dönemindeki gibi olanaklar sağlayamayacaktır.

Kaldı ki AKP hükümeti KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık’ın dikkat çektiği gibi Suriye’de İhvan-ı Müslim hareketini esas alarak, ona destek vererek stratejik bir hata yaptı. Kısmen ABD ve Avrupa Birliği’nin yeni kurulması düşünülen Suriye’ye ilişkin politikalarıyla açıktan olmasa da, alttan bir çatışmaya girdi.

Türkiye’nin Irak politikası da çökmüştür. Bağdat ile hiçbir zaman olmadığı kadar ipleri germiştir. Federal Kürdistan yönetimiyle, tüccar mantığıyla kurulan ilişki, dönemsel olarak bir işe yarasa da, gelecek açısından Türkiye’yi açmaza itmiştir. Gelinen aşamada Türkiye, Kürdistan ile olan ilişkilerini yarı-meşru, yarı-illegal tarzda artık yürütemez. Ya Federal Kürdistan’ı meşru olarak tanıyacak, onunla kurduğu ikili, çok taraflı ilişkilerde protokol neyi gerektiriyorsa onu uygulayacak ve dahası olası bir bağımsızlık ilanında, kem küm etmeden onu tanıyacak yada şuan zirvede görünen ‘iyi ilişkiler’ yerini çatışmaya kadar gidebilecek bir krize bırakacak.

GÜNEYİN GELECEĞİ KUZEYDEN GEÇİYOR

Ancak Türkiye’nin Federal Kürdistan’ı içine sindirmesi, Hewler’de banka şubesi açmaktan geçmiyor. Amed’ten, Botan’dan, Dersim’den Serhat’tan, İmralı’dan ve Qandil’den geçiyor. Türkiye, Kürtlerin kendi geleceğini belirleme hakkı çerçevesinde çözüm için adım atmadan, Kürtlerin ‘öz yönetim’ hakkı da dahil olmak koşuluyla, kolektif haklarını tanımadan, Federal Kürdistan’ı içine sindirmesi mümkün görünmüyor. Bu iş öyle tüccar kafasıyla yarı illegal, yarı meşru, yarı protokol uygulayarak geçiştirilecek bir durum değil artık.

Fakat AKP kurmayları gerçeği algılama, kabul etme yerine, onu öldürmeyi tercih ediyorlar. Mesela PKK’yi Federal Kürdistan’ın tehdit eden bir oluşum gibi sunmaya çalışıyorlar. PKK’nin varlığı, Federal Kürdistan için asla bir tehdit unsuru değildir. Bunun böyle olduğunu iddia eden tek güç AKP iktidarı ve onun özel savaş koordinatörleridir. Bunun tam tersi daha doğrudur.

Yani Kürdistan Özgürlük Hareketi hem Federal Kürdistan’ın iç dengeleri açısından, hem de dış tehdit açısından temel istikrar aktörlerinden birisidir. PKK’nin varlığı ve etkisi her şeyden önce PDK ve YNK’nin altını oymaya çalışan Türkiye-Suudi Arabistan tarafından desteklenen siyasi İslamcı güçlere karşı önemlidir. Kürdistan Özgürlük Hareketinin siyasal duruşu, dışa bağımlı ve esas olarak ta Güney Kürdistan’ı istikrarsızlığa itmek isteyen, işbirlikçi siyasi İslamcıların etki alanını daraltmaktadır.

İkincisi Kürdistan Özgürlük Hareketi, Federal Kürdistan’a dıştan gelebilecek saldırıya karşı hem bir ‘öne cephe’ işlevine sahip, hem de caydırıcı bir aktördür. Federal Kürdistan’ın güvenliği açısından, elde edilen kazanımların koruması ve geliştirilmesi açısından stratejik bir role sahiptir. Kerkük sorunu başta olmak üzere, Bağdat yönetiminin nüfus alanını genişletmek için bir oldu bittiye karşı en önde direnecek bir güçtür. Türkiye’nin, Kürdistan'ın bu parçasına yönelik gizli ajandası PKK’den dolayı uygulanamaz hale gelmiştir.

PKK BAĞIMSIZLIĞA KARŞI DEĞİL

Üçüncüsü, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bağımsızlık ilanına karşı olduğu veya karşı çıkacağı tümüyle bir safsatadan ibarettir. PKK’nin son on yılı aşkındır ideolojik olarak ‘ulus-devlet’ modelinden yana olmadığı, bunu bir çözüm modeli olarak görmediği biliniyor. Kendi çözüm modeli için çaba sarf ettiği de bir gerçek. Ancak PKK reel politik parametreleri iyi okuyan bir örgüttür. Bu nedenle Irak’taki son durumu yakından takip etmektedir. Kendisinden bağımsız olarak gelişecek koşullara göre politik tavır alacaktır.

Yani, Bağdat merkezi yapısı tümden çöker, Suni ve Şiiler ararsındaki çatışma Kürdistan’ı için alacak şekilde genişler ve Kürtler birleşik Irak içinde kalamaz duruma düşer, Kürt halkı ve siyasi güçleri de bağımsızlık yönünde bir karar alırlarsa, bunu ilk destekleyen ve ortaya çıkacak bu yeni kazanımı savunanın en önemli güçlerin başında Kürdistan Özgürlük Hareketi olacağını söylemek bir müneccimlik olmasa gerek.

Bu nedenle bazı çevrelerinin Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni olası bağımsızlık ilanına karşı göstermeleri doğru değil. Kaldı ki ortada bugünden yarına bir bağımsızlık ilanı da söz konu değil. Bu bir süreçtir. Ucu açık bir süreçtir. Birden fazla bölgesel ve uluslar arası faktörün bir araya gelmesiyle, şartların ya kaçınılmaz olarak, ya da olgunlaşmasıyla mümkün olabilir. Bu nedenle Kürtlerin ve Kürdistan’ın kendi geleceği belirleme hakkı üzerinden, Kürt hareketini karşı karşıya getirme çabaları son derece art niyetli girişimlerdir.

Dördüncüsü, AKP’nin psikolojik savaş koordinatörleri işi o kadar zıvanadan çıkardılar ki nerdeyse Kürdistan Ulasal Kongresi’ni Kürtler adına onlar toplayacaklar. Gündemini onlar belirleyecek. Alınacak kararları ve sonuç bildirgesini onalar yazacaklar. Bu konuda bir kaşık suda fırtına koparmaya çok meraklılar. Ama boşuna bir çaba içindeler. Kürdistan siyasi güçlerinin geldiği politik düzey ve tecrübe sömürgeci güçlerinin inisiyatifinde gerçekleşecek bir Kongreyi neredeyse olanaksız kılıyor. Bin kez söylendi bir kez daha söyleyelim. Kürdistan Kongresi toplanacaksa eğer bu Türkiye veya başka bir devletinin politikalarını onaylamak için toplanmayacak. Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı hiç, ama hiç toplanmayacak. Hiç kimse bu konuda ne hayal kurmalı, nede beklenti içinde olmalıdır.

ANF NEWS AGENCY

Cemil Bayık: Türkiye Güney Kürdistan'a Muhtaç

KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, Kürtlerarası ulusal kongrede Güney Kürdistan’ın devletleşmesi önerisinin de tartışılabileceğini belirtirken, bağımsızlık ilanına peşinen karşı olmadıklarını söyledi. Bayık, PKK’nin yer almayacağı bir kongrenin anlamının olmayacağını da belirtirken, Türkiye-Güney Kürdistan ilişkilerinde çarpıcı bir tespitte bulundu: Güney Kürdistan Türkiye’ye muhtaç değildir, Türkiye Güney Kürdistan’a muhtaçtır… Güney Kürdistan’dan gelen milyarlarca dolar başka yerlere aksa Türkiye’deki ekonomik dengeler sarsılır…”

ANF ve Yeni Özgür Politika’ya mülakat veren Cemil Bayık, Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye ziyareti, Erdoğan’ın açıklamaları ve ulusal kongre konusunda önemli değerlendirmelerde bulundu.

*Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye’deki görüşmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bölgesel Kürt yönetiminin Türkiye ile siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ilişkiler sürdürmesine biz bir şey diyemeyiz. Bu konuda görüşmeler yapabilirler. Geçmişte de yapıyorlardı. Zaten yoğun ekonomik ilişkileri var. Önemli olan görüşmelerin içeriği, amacı ve neye hizmet ettiğidir. Bu noktadan bakıldığında özellikle görüşmeye yaklaşım, görüşmenin içeriği, görüşme sonrası yapılan açıklamalar yalnız hareketimizi değil, tüm Kürt halkını ilgilendirmektedir.

Daha bu görüşmeler başlamadan önce Türk basını Güney Kürdistan yönetimiyle ilgili değerlendirmeler yaptı. Güney Kürdistan yönetiminin bir kongre yapıp PKK’ye silah bırakma çağırısı yapacağını işledi. Öyle ki yeni bir tasfiye planından ve bu planda Barzani’ye verilen rolden söz edildi. Bu yönlü paneller, tartışmalar oldu. Güney Kürdistan hükümetinin, KDP’nin Kürt Özgürlük Hareketi'ni sıkıştıracağı, AKP hükümetiyle birlikte yeni bir Kürt konseptini pratikleştireceği gibi tartışmalar yapıldı. Bir yönüyle daha Barzani Türkiye'ye gitmeden önce Sayın Mesut Barzani’ye, KDP’ye, bölge yönetimine bu yönlü roller verildi. Yıllardır tasfiye edemedikleri Kürt Özgürlük Hareketi’ni Barzani’ye verilecek roller çerçevesinde halledilebileceklerini, PKK’ye silah bıraktırılabileceklerini ciddi ciddi tartıştı. Eskiden de KDP’ye, YNK’ye, Mesut Barzani’ye, Talabani’ye PKK karşıtı roller verilmeye çalışırlardı. KDP üzerinden, Güney Kürdistan yönetimi üzerinde baskı kurarak, Kürt Özgürlük Hareketi’yle Güney Kürdistan yönetimini karşı karşıya getirme istekleri, çabaları, özlemleri olurdu. Ancak her nedense bu defa bu yönlü değerlendirmeler çok fazla oldu. Neredeyse KDP’nin yürüteceği bütün politikaların çerçevesi çizildi. KDP Türkiye’ye geldiğinde hangi gündemlerle tartışma yapılacağı basına yansıdı. Sadece gündemler değil, bu gündemler çerçevesinde yapılacak tartışmaların içeriği ve tartışmalardan çıkacak sonuçlar bile önceden basında değerlendirildi. Sanki Mesut Barzani Türkiye’ye gelecek, AKP ile ortak bir planlama yapıp PKK tasfiye edilecek! Görüşmeye böyle bir hava ve rol verildi.

MEDYA BARZANİ ÜZERİNDE BASKI OLUŞTURMAYA ÇALIŞTI

Yine ulusal kongreyle ilgili değerlendirmeler yapıldı. Hatta Mesut Barzani Türkiye’ye gitmeden önce Taraf gazetesi “Kürt konferansına bir iki” diye manşet attı. Basın, bütün bu değerlendirme ve manşetlerle KDP ve Mesut Barzani üzerinde baskı kurma, bu baskı altında yapılacak görüşmelerde PKK aleyhine sonuçlar çıkarma konusunda verilen rolü oynamaya çalıştı. Mesut Barzani Başbakanla, Cumhurbaşkanıyla, Dışişleri bakanıyla, BDP ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerde MİT müsteşarı da bulunmuş. Yine Türkiye’nin Irak’ta Güney Kürdistan ile ilgili özel temsilcisi olan bürokrat da bu görüşmelere katılmış. Katılan bürokratların niteliği ve basındaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere esas olarak Kürt sorunu, Kürt sorunu bağlamında PKK sorunu ve bununla bağlantılı konular konuşulmuş. Bunun yanında Suriye ve Irak’taki durum da konuşulmuştur.

EN YAKICI GÜNDEM SURİYE GÜNDEMİYDİ

Tabii ki bu görüşmenin olduğu süreçte en yakıcı gündem Suriye gündemiydi. Suriye’deki durumla Türkiye yakından ilgilenmektedir. KDP de, Mesut Barzani de yakından ilgilenmektedir. Türkiye Suriye ile birkaç nedenle ilgilenmektedir. En önemli nedenlerden biri değişecek, yeniden yapılanacak Suriye’de Kürtlerin siyasal statü kazanmasının önüne geçmek istemesidir. Çünkü Suriye’de Kürt sorunu siyasal statü kazanma temelinde çözülürse Türkiye’nin kendi Kürtleri açısından mevcut politikayı yürütmesi zorlaşacaktır. Kürtlerin siyasal statüsünü kabul etmeyen, bir toplum olarak muhatap almayan, toplumsal haklarını tanımayan politikasının çökeceğini; Kürtleri bir toplum olarak muhatap almak, özyönetimini, anadilde eğitimini tanımak zorunda kalacağını düşündüğünden Suriye’de Kürtlerin bir siyasal statü kazanmasını kendisi için bir tehlike ve bir iç sorun olarak görmektedir. Suriye’deki Kürtlerin statü kazanması Türkiye’deki bir iç sorun haline dönüşecektir. Başbakan Erdoğan Suriye bizim iç sorunumuzdur derken esas olarak kastettiği buydu. Yoksa Suriye’nin hangi sorunu Türkiye’nin iç sorunu olabilir?

GÜNEY KÜRDİSTAN’DAN MİLYARLARCA DOLAR TÜRKİYE’YE AKIYOR


Irak’ta yaşanan bir tecrübe vardır. Irak müdahalesine dahil olamadığından orada bir Güney Kürdistan federasyonu oluştu. Sık sık Türkiye müdahale içinde yer alsaydı belki orada böyle bir oluşumu engelleyebilirdi ya da en azından çok zayıf ve kendisine olumsuz etkide bulunmayacak durumda tutabilirdi tartışmaları yapılmıştır. Şimdi güya Suriye’ye erken müdahale ederek böyle bir durumu engellemeye çalışmak istemektedir. Türkiye’nin Suriye’ye birinci ilgisi bundandır. İkincisi Türkiye son yıllarda Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı Pazar haline getirmiştir. Türkiye’deki ekonomik veriler bu nedenle düzelmiştir. Birçok ürettiği malı bu alanlara satmaktadır. Bunun sonucu milyarlarca dolar Türkiye'ye girmektedir. Ortadoğu’da kapitalizme Pazar olarak açılan bu yerlerde Türkiye amiyane deyimle kendine altın bulmuştur. Örneğin Güney Kürdistan'dan milyarlarca dolar Türkiye'ye akmaktadır. Güney Kürdistan'da endüstriyel üretim yok gibidir. Hatta büyük potansiyeli olan tarım üretimi bile yok düzeyine inmiştir. Her şey dışarıdan gelmektedir. Bunlar da en çok Türkiye’den gelmektedir. İnşaat alanı da önemli oranda Türkiye denetimindedir. Gıda ürünleri bile Türkiye'den gelmektedir. Bu yönüyle petrol zengini olan Irak’ın petrol gelirinin önemli bir bölümü Türkiye'ye akmaktadır.

TÜRKİYE PYD’NİN ETKİLİ OLMASINI ENGELLEMEK İÇİN KDP’DEN YARDIM İSTEMİŞTİR

Suriye de benzer bir biçimde Türkiye'ye önemli bir gelir getiren kapı olmuştur. Öte yandan Suriye üzerinden Arap dünyasına açılmıştır. Türkiye Suriye’de böyle bir kriz çıkınca önemli bir ekonomik imkanı da kaybetmiştir. Yine Arap dünyasına açılan kapı kendisine kapanmıştır. Bu açıdan hem Suriye’deki ekonomik imkanları ele geçirmek hem de Suriye üzerinde siyasi etkisini kullanarak, Arap dünyasını kontrol etmek ve etkilemek açısından Suriye ile yakından ilgilenmektedir. Tarihte de Ridaniye savaşını kazandıktan sonra bütün Arabistan, Kuzey Afrika Osmanlının önüne açılmıştır. Türkiye şimdi Suriye'yi de böyle görmektedir. Bu açıdan Suriye ile ilgilenmektedir. Barzani ile görüşmesinde Suriye önemli bir gündem maddesi olmuştur. Herhalde Türkiye PYD’nin, Önder Apo etkisinde olan Kürt toplumunun Suriye’de etkili olmasını engellemek için KDP’den yardım istemiştir. KDP’ye PKK’nin etkisini birlikte kıralım, biçiminde bir teklif yapmıştır. Çünkü Güneybatı Kürdistan’da PYD’nin etkisini bilmektedir. Bu etkiyi Türkiye'nin durdurması mümkün görünmemektedir. Acaba KDP üzerinden PYD’nin etkisini kırabilir miyim hesapları yapmıştır. Biz Mesut Barzani’nin Türkiye'deki görüşmelerinde Türkiye'nin bunu gündeme getirdiğini düşünüyoruz. Kuşkusuz bu sorunlu bir konudur. Türkiye Kürtlerin kazanım elde etmesini istemeyen yaklaşımıyla KDP’yi nasıl ikna edecek bu zor bir konudur. Çünkü Güneybatı Kürdistan'da ister KDP etkisinde olsun, ister YNK etkisinde olsun, ister PYD’li olsun, ister başka partili olsun kim olursa olsun bütün Kürtler bir siyasi statü izlemektedir. Öyle Türkiye’nin Kuzey Kürdistan'da olduğu gibi siyasi statü tanımayan, işte TRT 6 gibi bir TV ve dil kursları açarım, dil ve kültür konusunda biraz yumuşama yaparım, bu sorunu çözerim yaklaşımıyla Suriye’de Kürt halkının taleplerinin karşılanması ve sorunun çözülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu görüşmede Türkiye ile Barzani’nin ne kadar anlaştığı konusunda bir şey söyleyemeyiz. Çünkü Türkiye'nin mevcut politikalarına KDP’nin kendini yedeklemesi, buna onay vermesi kolay değildir.

BARZANİ’NİN SURİYE AÇIKLAMASI

Herhalde bu nedenle olacak ki Mesut Barzani bu görüşmelerden sonra Suriye’deki Kürtlerin haklarının tanınması biçiminde bir ifadede bulunmuştur. Bu; siz Suriye’de Kürtlerin taleplerine karşı çıkmazsanız, biz o zaman Türkiye'nin Suriye konusundaki politikalarına destek verebiliriz anlamına gelmekte, dolayısıyla Türkiye'nin Suriye politikaları konusunda ortak hareket edebiliriz, biçiminde bir mesajı içermektedir. Mesut Barzani’nin Suriye ile ilgili açıklamasını böyle değerlendirmek mümkündür. Ama böyle bile olsa Türkiye'nin KDP ile oradaki Kürt halkının en etkili gücü olan PYD’nin etkisizleştirilmesi konusunda ortak davranmaları, ortak bir tutum takınmaları yine de gerçekleşecek bir şey değildir. Böyle bir duruma girmek KDP açısından çok zor olacaktır. Çünkü böyle bir durum KDP’yi orada Kürtlerle karşı karşıya getirir. Biz Sayın Barzani’nin böyle bir yaklaşım içinde olacağını beklemiyoruz.

KÜRTLER NASIL TAVIR TAKINIRSA SİYASAL GELİŞMELERİ O YÖNDE ETKİLER

Ancak Türkiye’nin çeşitli dış güçlerin desteğiyle birlikte KDP üzerinde böyle bir baskı yaptığı, böyle bir dayatma yaptığı görülmektedir. Oradaki Kürtleri, Kürt sorununda bir çözüm politikası olmayan, Kürtlerin siyasi özerkliğini tanımayan, Ulusal Meclise destek verir konuma getirmek için Mesut Barzani’ye bu yönlü dayatmalar yaptığını tahmin ediyoruz. Çünkü Kürtler Kürtlerin statüsünü, haklarını tanımayan Ulusal Meclise mesafeli bir yaklaşım içindeydiler. Kürtler de Suriye'deki rejimin değişmesini istiyorlar, ama bu rejim değişecek, Kürtlere hak tanınmayacaksa Kürtler niye bir iktidar gitsin diğer iktidar gelsin biçimindeki bir tahterevallinin bir parçası olsunlar. Kürtler böyle bir yaklaşım içinde olamazlar. Şimdiye kadar Ulusal Meclisin Kürtlere yaklaşımı olumsuzdu, bundan dolayı Kürtler mesafeliydi. Bu da tabii Ulusal Meclisin Suriye'de etkili olmasını engelliyordu. Çünkü Kürtler Suriye'deki en dinamik demokrasi gücüdür. Nasıl tavır takınırlarsa bütün siyasal gelişmeleri o yönde etkilemektedirler. Sanırız böyle bir gerçek bulunduğundan Türkiye Barzani üzerinden Kürtleri ulusal meclise bağlama, yedekleme çabası içinde olmuştur. Bu konuda nasıl bir sonuç çıktığını bilmiyoruz. Türkiye'nin Suriye'deki istekleri konusunda KDP ne cevap vermiş, koşulu ne olmuş, hangi konuda anlaşmışlar bunları pratikte göreceğiz.

GÖRÜŞÜLEN DİĞER KONU PKK

Görüşülen diğer önemli bir konu ise PKK’nin durumudur. Bu her zaman konuşulmaktadır. Türkiye dünyanın neresine giderse gitsin PKK’yi konuşuyor. Avusturya’ya da gittiğinde, Güney Afrika’ya da gittiğinde PKK'yi konuşuyor. Bu açıdan Güney Kürdistan Federasyonu yönetimiyle zaten her zaman birinci derecede konuştuğu konu PKK olmaktadır. Türk devleti otuz-kırk yıldır Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye edememiş, gerilla karşısında başarılı olamamıştır. Türkiye kendine göre Güney Kürdistan yönetimini yanına çekerek Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme hesabı yapmakta ya da kendi tasfiye politikasına KDP’yi, Güney Kürdistan yönetimini yedeklemeye çalışmaktadır. Bu çabanın yıllardır verildiğini biliyoruz. Bu nedenle son görüşmelerde de Türkiye’nin bu yönlü talepleri, baskısı, istemleri olduğu açıktır. Zaten basın önceden bunları ortaya koymuştur. Ancak PKK ayrı bir örgüttür, KDP ayrı bir örgüttür. KDP yönetimi PKK yönetimi değildir. KDP yönetimi, yetkilisi PKK hakkında bir karar alamaz, PKK’nin politikasını, stratejisini, taktiğini belirleyemez. Bu açıdan yapılan konuşmaların, alınan kararların PKK açısından bir değeri de bağlayıcılığı da olamaz. Bunu herkes bilmektedir.

PKK’Yİ EN İYİ TANIYAN ÖRGÜT KDP’DİR

KDP PKK’yi en iyi tanıyan örgüttür. Öyle Türk devleti istedi diye PKK hakkında karar alacak, PKK’ye silah bırak dayatması yapacak, bırakmazsa tehdit edecek; bunun olmayacağını en iyi bilebilecek olan Mesut Barzani’dir. Kaldı ki böyle bir konuda Türkiye’ye dayatma yapacak, KDP de, sayın Mesut Barzani de kabul edecek; bu da olmayacak bir şeydir. Böyle bir duruma düşmek bir Kürt partisi olarak sadece KDP ve Mesut Barzani’nin değil, herhangi bir Kürt partisinin de kendi varlık nedenini inkar etmesi olur. Bu açıdan biz tabii ki Türkiye'nin birçok dayatma yaptığını, belki tartışmaların da olduğunu ama bu tartışmalardan sonra KDP'nin Türkiye ile oturup ortak planlama, ortak karar alması gibi bir durumun gerçekleştiğini sanmıyoruz. Daha doğrusu olmaması gereken bir durumdur ve olmadığını da düşünüyoruz.

Diğer bir konu da tabii ki Irak’ı tartışmışlardır. Irak sorunu sadece Güney Kürdistan'ı ilgilendiren bir sorun değildir, Türkiye'yi de ilgilendirir hale gelmiştir. Mevcut durumda zaten KDP ile Irak’ın sorunları vardır. Birçok sorunlarını çözmüş değillerdir. Türkiye Irak ile çelişkilidir. Son zamanlarda Türkiye'nin İran ile ilişkilerinin bozulması doğrudan Irak’ı da etkilemektedir ya da İran ile ilişkilerinin bozulmasının bir nedeni de Irak’tır. Bu açıdan Türkiye Irak konusunda da Güneyli güçlerin sıkıntılarını bilerek, kendi İran ve Irak politikasını güçlendirmek istemiştir. Sanırız Güneyliler de Türkiye'nin Irak ile çelişkilerini bildikleri için kendi sorunlarını çözme açısından, Irak’ı zorlama açısından Türkiye ile ilişkileri kullanmaya çalışmaktadır. Bu konuda KDP’nin ve Türkiye'nin karşılıklı birbirlerini kullanma gibi bir politika izlediği söylenebilir. Ama kim kimi ne kadar kullandı, kim kime ne kadar söz verdi, bunları bilmemekle birlikte sayın Mesut Barzani’nin “biz bir mezhep çatışması içinde olmayacağız” biçimindeki bir yaklaşımı olmuştur.

KÜRTLERİN MEZHEP ÇATIŞMASI İÇİNDE YER ALMASI ÇOK TEHLİKELİ OLUR


Gerçekten de Kürtlerin bölgede bir mezhep çatışması içinde yer alması kadar tehlikeli bir şey olamaz. Kürtler açısından böyle bir mezhep çatışması içine girmek tehlikeli olduğu gibi, böyle bir mezhep çatışması içine girmek Kürtlerde gelişen demokratik kültüre ve demokratik zihniyete de ters bir durumdur. Bu açıdan Kürtlerin böyle bir mezhep çatışması içinde olması düşünülemez. Kürtler politikalarını kararlarını ve tutumlarını ulusal-demokratik hakları ve talepleri doğrultusunda ortaya koyarlar. İster şu mezhepten olsun, ister bu mezhepten olsun; önemli olan kendi ulusal-demokratik talepleri konusunda nasıl yaklaştıklarıdır. Kürtlerin ulusal varlığına, özgürlüğüne, demokrasisine ne kadar saygılı olduklarıdır. Kürtler bunu esas alırlar. Kendi ulusal-demokratik haklarını kazanmaları açısından, esas olarak da Türkiye, İran ve Suriye ile ilişkilerin değil de hem Güney Kürdistan’daki birliğin hem tüm parçalardaki örgütlerle kurulacak birliğin güçlendirilerek kendi sorunlarını çözmelerinin daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Doğru yaklaşım da budur.

* Barzani’nin görüşmelerden sonra yaptığı açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bu açıklamaların basına yansıtılışı farklı oldu. Nitekim Sayın Mesut Barzani Güney Kürdistan’a döndükten sonra yaptığı basın toplantısında Türk basınına yansıyan sözlerinin doğru olmadığını, çarpıtıldığını söyledi. Daha çok silahlı mücadelenin zamanı geçmiştir, dediğini belirtti. Bu açından biz tabii ki Türk basınının yansıtma biçimini değil, sayın Mesut Barzani’nin Güney Kürdistan’da basına verdiği demeçleri esas alacağız. Ancak bizim için ve Kürdistan halkı için rahatsız edici durum şu olmuştur: Gerçekten de bu görüşmenin Türkiye basınına yansıması, Kürtler için kabul edilmeyecek düzeyde her Kürt için onur kırıcı, incitici olmuştur. KDP’yi de Mesut Barzani’yi de küçük düşüren, neredeyse bir işbirlikçi gibi gösteren, Türkiye’nin her istediğini yapacak bir politikacı gibi yansıtan bir yayıncılık ortaya konulmuştur. Bu aslında bütün Kürtlere yaklaşımdır. Hala birileri politika belirler, Kürtler de evet der, Kürtler de boyun eğer, biçimindeki bir algının hala Türkiye’de hakim olduğunu, bunun siyasetçilerden basına kadar yansıdığını görmekteyiz. Belki de Sayın Mesut Barzani’nin Türkiye’de yaptığı görüşmelerden çıkarılması gereken en büyük sonuç budur. Çıkarılması gereken diğer bir sonuç da Türkiye’yle görüşmeler yaparken Kürt siyasetçilerinin, bu ister PKK olabilir, ister KDP olabilir, ister YNK olabilir, bu yaklaşımları görerek, bunu dikkate alarak görüşmeler yapmaları ve açıklamalarda bulunmaları gerektiğidir.

KÜRT ÖRGÜTLERİN KENDİ SORUNLARINI ANKARA VE TAHRAN’A GÖTÜRMESİ DOĞRU DEĞİL


PKK’nin de devletle görüşmeleri olmuştur. Oslo görüşmelerine yaklaşım da benzerdi. Başbakan “istihbaratçılar görüşmüştür, bilgi almak için gittik görüştük, istihbaratçı gider bilgi alır, ona göre hareket ederiz” gibi açıklamalarda bulunmuştur. Kürtler görüşmelere ciddi yaklaşsa da Türk devleti hala zihniyet değişmediğinden bu tür görüşmeleri baskı yapmak ya da aldatmak için yaptığı görüşmeler olarak ele almaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi toplumu ve devleti çözüme hazırlayabiliriz yaklaşımıyla ateşkesler yapmış ve görüşmelerde bulunmuştur. Ama Başbakan “istihbaratçıların görüşmeleridir, bilgi alıyoruz ona göre politika üretiyoruz, oyalıyoruz, idare ediyoruz” biçiminde değerlendirmeler yaparak görüşmelere nasıl gayriciddi yaklaştıklarını göstermiştir. Benzer bir yaklaşım Mesut Barzani görüşmelerinde de ortaya konulmuştur. Bu görüşmeler ortaya çıkarmıştır ki, artık Kürtleri ilgilendiren konularda çeşitli ülkelere, devletlere konuşma fırsatı vermemek gerekiyor, konuşma zemini yaratmamak gerekiyor. Buna dikkat edilmesi gerektiği de bu görüşmede açığa çıkmıştır.

Tabii ki Kürt sorununun çözümü konusunda ABD de, Avrupa da, Rusya da Çin de pozitif rol oynayabilir. Türkiye'nin, İran’ın, Suriye’nin, Arap ülkelerinin de pozitif rol oynamaları istenebilir. Kürt sorununun demokratik yollardan müzakereyle çözümü istenebilir. Bütün ülkelerin çözüme katkı sunacak yaklaşım içinde olmaları isteriz. Özellikle bölge ülkelerinin çözüme doğru yaklaşmaları istenir. Bizim de geçmişten beri bölge ülkeleriyle görüşmelerimiz olmuştur. Her görüşmede Kürt sorunun çözümü konusunda doğru bir politika sahibi olmaları istenmiştir. Ama Kürt sorununu doğrudan ilgilendiren, Kürt örgütlerinin kendi içinde çözmesi gereken sorunların, kendilerinin tartışıp değerlendirmesi gereken konuların Ankara’da, Tahran’da, Şam’da ya da başka bir yerlerde konuşulması gerçekten de doğru bir yaklaşım değildir. Artık Kürt siyasi partileri, politikacıları kim olursa olsun, görüşmelerini yaparken muhataplarını hem konuşmalarında hem de istek ve taleplerde bulunmalarında ölçülü ve saygılı davranmalarını sağlatmaları gerekir. Ama Türkiye son görüşmede de görüldüğü gibi, Kürt halkını ve Kürt siyasetçilerini irade olarak tanımayan, hangi konuları konuşursa konuşsun hiçbir ahlaki kurala, diplomatik siyasi kurala bağlı kalmayan, Kürt siyasi partileri, şahsiyetleri üzerinde baskı uygulayan politikalar izlemektedir. Sayın Mesut Barzani’den PKK'nin silahsızlandırması ya da mücadele edemez hale getirilmesinin istendiği anlaşılmaktadır.

TÜRKİYE HALEN GÜNEY KÜRDİSTAN’I KULLANILABİLECEK BİR AKTÖR OLARAK GÖRÜYOR

PKK’nin mücadele edemez hale getirilmesi, kontrol edilmesi, daha doğrusu devletin, AKP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme politikası vardır. Bu tasfiye etme politikasında KDP’nin, Mesut Barzani’nin, Kürdistan yönetiminin Türkiye'ye yardımcı olmasını istemişlerdir. Tabii bunu birçok biçimde istemiş olabilirler. Silah bıraktırma, mücadelesiz konumda tutma, Kürt toplumuna AKP politikalarını kabul ettirme konularında KDP’nin kendilerine yardımcı olması biçiminde talepte bulundukları anlaşılmaktadır. Türk devletinin bu yönlü isteklerinin olduğu Mesut Barzani’nin açıklamalarında da görülmektedir.

Mesut Barzani’ye birçok soru sormuşlardır. Sorulan bir soruya “PKK beni dinlerse iyi olur, dinlemezlerse sonucuna katlanırlar” biçiminde bir cevap vermiştir. Türk basınının ve Türk devletinin PKK üzerinde bir tehdit, şantaj ve baskı yapılacak biçiminde değerlendirmeler yapmasına neden olan cümleler kurulmuştur. Türk basınının bu tür cevaplar üzerinden kendilerine göre yorumlar geliştirerek “PKK’yle KDP’yi neredeyse savaş haline getirecek” bir hava yarattığını görüyoruz. Biz bu açıklamalardan ve Türkiye basınındaki yaklaşımlardan yola çıkarsak bu görüşmelerin Güney Kürdistan hükümeti ve bütün Kürdistan halkı açısından çok olumlu geçtiğini söyleyemeyiz. Türkiye hala Güney Kürdistan’ı Kürt Özgürlük Hareketine karşı kullanabilecek bir aktör olarak görmektedir. Daha doğrusu Kürt sorununun çözümsüzlüğünü geçmişten beri hep böyle Kürtler arasındaki sorunlara dayandırmışlardır. KDP ile PKK arasında çelişki yaratırım, KDP-YNK üzerinden Kuzey Kürdistan’daki kimi Kürtleri etkilerim, Kürtler arasında bir parçalanma yaratırım ve buna dayanarak da Kürt sorununu çözmem yaklaşımı aslında bu görüşmelerde de görülmüştür. Yani Kürt sorununu çözümsüz bırakmak için hala Kürtler arasında çatışmalardan, Kürtleri karşı karşıya getirme politikalarından medet umdukları görülmektedir. Sayın Mesut Barzani’nin AKP için o söylediği olumlu sözleri de tabii ki Kuzey Kürdistan’da kimi Kürtleri kendi yanına çekmek, böylelikle de Kürt sorununu çözümsüz bırakan politikalarına dayanak yapmak istemektedir. Türk devletini bu tür beklentilere sokmamak için Türkiye'de yapılacak konuşmalara dikkat edilmesi gerektiği bir daha görülmüştür.

TÜRKİYE GÜNEY KÜRDİSTAN’A MUHTAÇ

Şunu özellikle vurgulamalıyız ki, Güney Kürdistan Türkiye’ye muhtaç değildir, Türkiye Güney Kürdistan’a muhtaçtır. KDP’den, YNK’den AKP için olumlu sözler duymak istemeleri ve bu beklentilerini ortaya koymaları bunun en açık kanıtıdır. KDP ve YNK desteğini kendi politikasına yönelik sağlayabileceği en büyük destek olarak görmektedir. AKP psikolojik savaşıyla, özel savaşıyla ve her türlü yöntemle Kürtleri etkileyip Kürt Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirip tasfiye etmek istiyor. AKP’nin politikasının merkezinde bu vardır. Buna dayanarak iktidarda kalıyor. KDP ve YNK yetkililerinin konuşmalarını kendi politikası için kullanıyor. Öte yandan Türkiye ekonomisinin verileri olumludur deniliyor. Buna da en fazla Güney Kürdistan’dan gelen gelirler etki etmektedir. Güney Kürdistan’dan gelen milyarlarca dolar başka yerlere aksa Türkiye’deki ekonomik dengeler sarsılır. Bazen MHP, çeşitli çevreler “Habur kapatılsın” diyor. Habur’un kapatılması Güney Kürdistan’ı hiç etkilemez; etkilenecek, zarar görecek olan Türkiye’dir. Çünkü Güney Kürdistan Türkiye'den gelen her şeyi başka yerlerden alabilir. Suriye konusunda da Türkiye gitmiş KDP’den destek istemiştir. Irak konusunda da Güneylilerin desteğini almaya çalışmaktadır. Dolayısıyla Güneyli güçlerin Türkiye karşısındaki konumları güçlüdür. Bu açıdan Türkiye’den gelen baskılara rahatlıkla göğüs gerebilirler, hayır diyebilirler.

ERDOĞAN’IN AÇIKLAMALARI GAYRI CİDDİ

*Türkiye Başbakanı’nın Barzani’yle yaptığı görüşmeden sonra “silah bırakırlarsa operasyon durur” değerlendirmesi neyi ifade ediyor?

Başbakan Erdoğan’ın bu değerlendirmeyi yapması bir yönüyle Mesut Barzani ile yapılan görüşmelerin içeriğini ortaya koymaktadır. Bu konuşmayla Mesut Barzani’ye “eğer PKK'yi mücadele eder konumdan çıkarır, etkisizleştirirseniz, operasyonları durdururuz” mesajı verilmiştir. Tabii ki Türk devleti, AKP Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek istemektedir. Bu söylem de tasfiye politikasının açık ifadesidir. 40 yıllık silah zoruyla, psikolojik savaşla yapmaya çalıştıkları silah bıraktırmayı şimdi de bu yolla gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Silah bırakmazsanız operasyonlar devam eder denilmektedir. Bırakalım silahın bırakılacağı dönemi ateşkesler sürdüğü zamanlar bile operasyonlar bitmemiştir. 12 Haziran Seçimlerinden önce ateşkes olmasına rağmen 4-5 aylık süreçte 60’tan fazla gerilla yaşamını yitirmiştir. Bu açıdan bu değerlendirme, nereden bakılırsa bakılsın demagojidir, savaştaki ısrardır. Kürt politikasında çözümü olmayanların her zaman söyledikleri sözlerdir. Silah bırakmadığınız müddetçe operasyon olur, Türk ordusu güçlüdür, Türk ordusuna karşı savaşılamaz, savaşırsanız biz de tankımızı, topumuzu, her türlü silahımızı, kimyasal silahımızı kullanır, sizi ezeriz demektedirler. Nasıl olsa arkamızda NATO var, Amerika var, operasyonlarla sizi yok ederiz denilmektedir. Bu açıklamanın bundan başka bir ifadesi yoktur. Böyle bir açıklamanın Kürt Özgürlük Hareketi tarafından, Kürt halkı tarafından, demokrasi güçleri tarafından dikkate alınması da söz konusu değildir. Gayrıciddi açıklamalardır. Yeniliği olmadığı gibi, sanki yeni bir şeymiş gibi kamuoyuyla, dünyayla, herkesle dalga geçen, alay eden bir yaklaşım olarak görülmelidir. Kaldı ki binlerce siyasetçinin tutuklandığı bir yerde bu sözlerin hiçbir anlamı olabilir mi? Eli silahsız, hiçbir çakısı bile olmayan siyasetçiler böyle tutuklanmışken, böyle bir politika izlenirken, bu politika sahiplerinin gerillalara söyleyebileceği hangi söz olabilir? Dolayısıyla kim ciddiye alır bu sözleri?

Kürt sorununun çözümünde ciddi adım atılmadan hangi gerilim ve çatışma etkeni ortadan kaldırılabilir? Yüz yıldır çatışmalar niye oluyor, direnişler niye oluyor? Kürtler niye katliama uğratılıyor? Dersim’de niye katliama uğratılmış, Şeyh Sait neden idam edilmiş, on binlerce insan neden öldürülmüş? Tüm bu sonuçları ortaya çıkaran Türkiye’nin Kürt politikasıdır. Bütün sorunların kaynağı da, çatışmaları ve gerilimi yaratan da Türkiye’nin Kürt politikasıdır, inkar politikasıdır. Şimdi Kürt var demek bile Kürt’ü yok etmek için değerlendiriliyor. TRT 6 bile kültürel soykırımı sürdürmenin kılıfı yapılıyor. Yani bunlar Kürt sorununda çözüm adımı olarak ortaya konulmuyor. Bir projenin parçası olarak değil, psikolojik savaşı güçlendirmek, Kürtleri yeni bir inkar ve imha sisteminin içine almak için böyle psikolojik savaş araçları devreye koyuyorlar. Bu gerçekler ortadayken Erdoğan’ın silah bırakılsın çağrısının muhatabı kimdir? Binlerce siyasetçi tutuklu olacak, hiçbir faşist ülkede görülmediği düzeyde halkın gözünü korkutmak için insanlar rastgele tutuklanacak, Kürt Halk Önderi üzerinde bu kadar yoğun baskı,tecrit uygulanacak, en ufacık gösteride insanların üzerine panzerler sürülecek, gaz bombalarıyla insanlar öldürülecek, Kürt sorununun çözümünde herhangi bir proje ortaya konulmayacak ama silahlar bırakılsın denilecek! Gerçekten gayriciddi bir durumdur. Bu kadar tutuklunun olduğu, Önder Apo üzerinde bu tecridin ve baskının uygulandığı, özgürlüğü için adım atılmadığı, Kürt sorununun çözümü konusunda rolünü oynaması için fırsat tanınmadığı ve Kürt sorununun çözümü için makul bir projenin ortaya konulmadığı bir ortamda bu çağrılar boş çağrılardır. Havaya söylenmiş uçup gidecek çağrılardır.

Bu çağrının şöyle bir anlamı olabilir. Bu çağrılar Kürt sorununun çözümünde Kürt tarafı olarak kimin muhatap olduğunu göstermektedir. Her gün biz Önder Apo’yu, PKK’yi ve BDP'yi muhatap almayız demektedirler. Muhatabımız Kürt halkıdır biçiminde çok demagojik söylemler ifade edilmektedir. Ama silah bırakırlarsa operasyonları yapmayız söylemi aslında kimin muhatap olduğunu göstermektedir. Çünkü Kürt sorununu gündemleştiren de şu anda gündemde tutan da Önder Apo’nun ideolojik çizgisinde yürüyen Kürt Özgürlük Hareketidir. Yoksa öyle çağrılar olabilir miydi? Kürt sorununda Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi ciddi bir muhatap olmasaydı Mesut Barzani Türkiye’ye gittiğinde temel konu Kürt Özgürlük Hareketi olabilir miydi? Basın bu kadar Kürt Özgürlük Hareketi'nin nasıl tasfiye edileceği konusunu işleyebilir miydi? Ciddiye alınmayacak bir hareket olsa, marjinal bir hareket olsa hiç işlemezlerdi bu konuları. Gündeme bile gelmezdi. Bu çağrılar açıktan açığa muhatabın kim olduğunu göstermektedir.

AKP HÜKÜMETİ SIKIŞTI

Bu açıklamalar bir yönüyle de AKP hükümetinin Kürt Özgürlük Hareketi karşısında sıkıştığını göstermektedir. Şu anda sıkışmıştır, dardadır. Bu nedenle Mesut Barzani üzerinden silah bıraktırma çağrıları yapıyor, hatta ateşkes çağrıları yaptırıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’ni mücadelesiz bıraktırmak istiyor. Ben her türlü askeri-siyasi operasyon yaparım, her türlü psikolojik savaşı yürütürüm, Kürtler üzerinde kültürel soykırım için her türlü politikayı uygularım, seni bitirmek için her türlü yöntemi denerim, ama sen sesini çıkarma anlamına gelen politikanın Mesut Barzani üzerinden pratikleştirilmek istenmesi AKP’nin sıkıştığını göstermektedir. Biz AKP’nin tabii ki bir yok etme, tasfiye politikası izlediğini, bu konuda kararlı olduğunu biliyoruz. Kürt sorununda herhangi bir çözüm politikasının olmadığını biliyoruz. Ama tercihi Kürt Özgürlük Hareketi direnmesin, boyun eğsin, sessiz kalsın ve böyle tüketeyim, ezeyim yönündedir. Kürtler kendi politikalarına boyun eğseler, sessiz kalsalar, tasfiye politikaları konusunda hiçbir direniş göstermeseler bu tabii AKP’nin tercihi olur.

Başbakan’ın silah bıraksalar operasyon durur söylemi 40 yıldır dillendirilen arabayı atın önüne koşma yaklaşımının ifadesidir. Kürt sorununda gerilim ve çatışma Türk devletinin politikalarından dolayı yaşanmaktadır. Bu açıdan zihniyeti değiştirmesi gereken de, adım atması gereken de Türk devleti ve AKP hükümetidir. Zorla, şiddetle, silahla ve hukuk terörüyle irade kırarak tasfiye etme politikasından vazgeçmesi gereken de Türk devletidir. Bu açıdan sorgulanması gereken politikalar da Türkiye’ye aittir. Yavuz hırsız misali bütün gerilim ve çatışmaları yaratacaksın, bütün sorunların kaynağı olacaksın ama hiçbir adım atmayacaksın! Silah bırakılırsa operasyonlar durur gibi çocukların bile güleceği açıklamalar yapacaksın! Artık AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan bu ucuz politikaları bırakmalıdır. Kürt sorunu yüz yıllık bir sorundur, kökleri derindedir. Türkiye’deki herhangi bir sorun gibi değildir. Ucuz laflarla halledilebilecek bir sorun değildir. Bu açıdan köklü bir zihniyet değişimi ve politik yaklaşım gerekir. Her şeyden önce Kürtlere yaklaşımın değişmesi gerekir. Kürt siyasetçilere yaklaşım hala ortadadır. Önder Apo’ya yaklaşım ortadadır. Önder Apo’ya böyle yaklaşılacak, Kürtlerin siyasi temsilcilerine, Kürtlerin lider gördüklerine böyle yaklaşılacak, temsilcileri içeri atılacak, Kürtler bir toplum olarak görülmeyecek, muhatap tanınmayacak ama silah bırakın operasyonlar duracak denilecek! Bunların bir padişahın tebaasına söylediği sözlerden hiçbir farkı yoktur. Bu yaklaşımlarla Kürt sorunu çözülemez. Aksine Kürt sorununu da ortaya çıkaran, çatışmaları da ortaya çıkaran, gerilimi de ortaya çıkaran bu yaklaşımdır. Bu açıdan biz bu yaklaşımlara hiçbir değer vermiyoruz. Bu yaklaşımların ancak mücadele edilerek aşılacak yaklaşımlar olduğunu düşünüyoruz. Bu açıdan bu yaklaşım sahiplerinin politikalarına karşı dün olduğu gibi bugün de mücadele verilmeye devam edilecektir.

ULUSAL KONGRE HER ZAMAN BÜTÜN KÜRTLERİN HAYALİ OLDU

*Yıllardır gündemde olan ulusal Kürt kongresi konusunda tartışmalar giderek yoğunlaşmaktadır. Şimdiye kadar böyle bir kongre niye toplanamadı, bugün böyle bir kongreyi zorunlu kılan etkenler nelerdir?

Bir Kürt ulusal kongresi her zaman bütün Kürt halkının ve Kürt siyasi örgütlerinin hayali olmuştur. Aslında Kürt ulusal kongre gündemi yeni bir gündem değildir. On yılların gündemidir. On yıllardır böyle bir ulusal kongrenin toplanması, tüm parçalar için ulusal politika belirlenmesi, ulusal politika temelinde siyasi güçlerin birbirine destek sunması arzulanmıştır. Her örgüt kendisinin mücadele ettiği Kürdistan parçasında özgün politikalar izlese de genel anlamda birbirini güçlendiren, destekleyen politikalar yürütmesi ve bu politikaların pratikleşmesini sağlayacak kurumlar, araçlar ortaya çıkarılması açısından ulusal kongrenin toplanması çok önemlidir. Özellikle de Kürdistan tarihinde Kürtler arasındaki parçalanmışlıktan sömürgeciler, dış güçler çok fazla yararlanmıştır. Kürtler üzerinde tam bir böl-yönet politikası izlenmiştir. Kürt isyanlarında bırakalım bölgeleri aileler bile parçalanmış, birbirine düşürülmüştür. Mücadele eden aşiretlerin en yakınları ihanet içine sürüklenmiştir. İşte Bedirhan Bey örneği var, Dersim örneği var. Buralarda en yakınlar direnenlere ihanet etmişlerdir. Alîşêr’in öldürülmesi, Seyit Rıza’nın yeğenleri tarafından ihanete uğraması bunun en yakın örneğidir. Şeyh Sait direnişinde de birçok aile ve aşiret benzer bir ihanet içinde olmuştur. Bedirhanlar da birbirlerine düşürülmüştür. Sadece bunlar değil Kürdistan’daki birçok olayda direnişte Kürtler arası kavgalar büyük zafiyet ortaya çıkarmıştır. Kürtler eğer özgürlüklerini kazanmamışlarsa Kürtler üzerinde İran, Türk-Osmanlı ya da başka ülkeler egemenlik kurmuşlarsa bunun en temel nedeni Kürtlerin parçalanmışlığıdır. Dış güçler Kürtlerin parçalanmışlığından hep yararlanmışlardır.

En zor dönemlerde ve kritik anlarda yaşanan ihanetler ve birlik olamamanın yarattığı acılar Kürtler açısından tam bir travma yaratmıştır. İşte bu nedenle özellikle de son on yıllarda mücadelenin gelişmesi ortamında Kürt halkının bir daha bu duruma düşürülmemesi için, Kürtler arası birlik sağlanarak mücadelenin başarıya götürülmesi açısından ulusal kongre sadece siyasi örgütlerin değil toplumun talebi olarak gündeme gelmiştir. En başta da Kürt halkı istemektedir. Kürt halkı Kürt örgütlerinin birliğini, ortak hareket etmesini, ortak mücadele ederek özgürlük ve demokrasinin kazanmasını istemektedir. Kürt halkının, Kürt toplumunun en temel istemi ve kaygısı budur. Halkın bu yaklaşımı tüm Kürt siyasi güçlerini de etkilemektedir. Kürt örgütleri halkın bu talebini karşılamaları gerektiğinden ya da halkın bu talebi karşısında duramayacaklarından dolayı ulusal kongre hemen hemen tüm Kürt partilerinin programlarında yer almışlardır. Şimdiye kadar böyle bir kongreyi gerçekleştirme iradesi ortaya koyamamış olsalar da söylemlerinde ve programlarında hep bunu gündemde tutmuşlardır. Özcesi bir ulusal kongre Kürt toplumunun hep bir hayali olmuştur.

Öte yandan Kürtler 20. Yüzyılda statüsüz, egemenlik altında yaşamışlardır. Son on yıllarda Kürtler mücadeleleriyle her parçada güç olmuşlardır. Ortadoğu’da eski statükolar yıkıldığı, yeni statükoların kurulma sürecinde Kürtlerin bu güç olma durumu tarihi fırsatlar ortaya çıkarmaktadır. Eski statüko dağılmış, yenisi de yerleşmemiştir. Eğer mücadele ederlerse yeni şekillenecek Ortadoğu’da Kürtler de güçlü biçimde yer alacaktır. Bunu gören Türkiye, İran, Irak, Suriye Kürtlerin ortaya çıkan bu fırsattan yararlanmasını engellemek için ortak politika ve tutum içinde oldular. Sömürgeciler böyle davranırken statüsüz kalan Kürtlerin nasıl davranması gerektiği de açıktır. Yakın zamanda Türkiye, İran, Suriye ve Irak ilişkileri bozulsa da Kürt sorunu söz konusu olduğunda yine birbirlerini gözetmektedirler. Böyle bir ortamda yeni siyasal dengeler kurulurken, Ortadoğu yeniden şekillenirken Kürtler ancak birlik ve ortak politikayla güç olabilirler. Ulusal kongrenin ihtiyaç haline gelmesinin bir nedeni de güncel bu siyasal durumdur. Ortadoğu'daki siyasal durum kesinlikle Kürtlerin birliğini zorunlu kılmaktadır.

BU DÖNEMDE KÜRTLERİN BİRLİKTE OLMAMASI BİR İHANET DURUMUNU İFADE EDER

Bu dönemde Kürtlerin birlikte olmaması bir ihanet durumunu ifade eder. Birlik bugünlerde olmayacak da ne zaman olacak? Bu açıdan Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi sürecin karakterini iyi görerek bu dönemde Kürtlerin birliğini çok önemli ve tarihsel değerde görmüşlerdir. Ulusal kongre etrafında birliklerini güçlendirir, ortak politika ve ortak kurumlar oluşturulursa Kürtler kesinlikle Ortadoğu’da 20. Yüzyılda olduğu gibi köle ve statüsüz kalmayacaklardır. Mutlaka güçlü bir statü ile Ortadoğu’da yer alacaklardır. Kendi kendilerini yönetecek, özgür iradelerini ortaya koyacak, ulusal varlığını güvenceye alacak, özgürlüğünü kazanacak bir Kürt toplumu gerçeği, bir Kürdistan gerçeği ortaya çıkacaktır. Bunu başarmanın yolu birlikten geçer. Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği süreçte herkes kendisini etkili kılmak ve en avantajlı duruma gelmek isterken, bunun için ittifaklar kurulup ittifaklar dağılırken, herkes aktif politika izlerken Kürtler sessiz kalıp seyredebilir mi? Kürtlere düşen en önemli görev birlik olup bu sürece müdahil olmalarıdır. Aktifleşmeleridir. Çok aktif bir politika içine girmeleri gerekmektedir. Bunu da ancak birlikleriyle sağlayabilirler. Kendi aralarında sorunlarını çözemeyen, kendi aralarında didişen, birbirlerine destek vermeyen bir ortamda Kürtler bu süreçten yararlanabilir mi? Ortadoğu’nun yeniden şekillenme sürecinde Kürtler bu fırsatları değerlendirebilir mi? Değerlendiremez.

Biz bunun için ulusal kongreyi çok önemli görüyoruz. Önder Apo defalarca bu konuda öneri yaptı. 5 ilke 4 öneri sundu. Kürtlerin siyasal alanda, ekonomik alanda, kültürel alanda da güçlerini birleştirmelerini istedi. Hatta askeri güçlerini birleştirmelerini istedi. Bu politikalarını pratikleştirmek için ortak ulusal kurumlar yaratılmasını istedi. Tarihi süreç bunu Kürtlerin önüne getirmiş. Bunu yapmak zorunlu bir görevdir. Kuşkusuz kutsallık düzeyinde olan böyle bir göreve doğru yaklaşmak gerekir. Bu kongrenin amacına uygun bir yaklaşım göstermek lazım. Bu kongreyi ortaya çıkaran ihtiyaçlar bellidir. Tarihte birlik olmamanın getirdiği sorunlar var. Öte yandan yeni statü kurulurken birlik olmanın getireceği avantajlar var. Birileri istemedi diye böyle bir işlevselliği olacak kongreden vazgeçilebilir mi? Yakın zamana kadar kongre çok önemli bir ihtiyaç olmasına rağmen Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi çok fazla istemesine rağmen diğer partiler yanaşmadılar. PKK'nin böyle bir kongrede yer almasını Amerika uygun görmedi, İran, Türkiye uygun görmedi. PKK’nin yer almadığı bir kongre de ulusal kongre olamayacağından kimse bir kongreyi toplayamıyordu.

PKK’NİN YER ALMAYACAĞI BİR KONGRENİN HİÇBİR ANLAMI YOK

Kuşkusuz PKK’nin yer almayacağı bir kongrenin hiçbir anlamı yoktur. Önder Apo’nun etkisindeki siyasi güçlerin yer almadığı bir kongre ulusal bir kongre olabilir mi? Kürdistan’ın en büyük parçası Kuzey Kürdistan’dır. Kuzey Kürdistan’da PKK etkilidir. PKK yoksa neyin kongresi olacak? Güneybatı’da Önder Apo’nun düşüncelerinin etkisi ortadadır, Doğu’da ortadadır, Güney’de ortadadır. PKK’yle bir kongre yaparsak Türkiye’yle ilişkimiz bozulur, Suriye ile ilişkimiz bozulur, ABD ne der, Avrupa ne der, bilmem şu ne der, Çin ne der, Rusya ne der, yani dış güçlerin ne diyeceğine bakılmış ve ulusal kongre şimdiye kadar toplanmamıştır. Şimdiye kadar bir ulusal kongrenin toplanmamasının nedeni budur. Halbuki dünyanın, bölgenin siyasal koşulları ve Kürtlerin yürüttüğü mücadelenin geldiği düzey yıllardır böyle bir kongrenin toplanmasını zorunlu kılmaktadır. Türk devletinin, İran’ın, Suriye’nin, Irak’ın politikaları böyle bir kongrenin toplanmasını gerektirmektedir. Bir bütün olarak Ortadoğu’nun içinden geçtiği siyasal süreç bir Kürt ulusal kongresinin toplanmasını gerektirmektedir. Eğer toplanmıyorsa bu Kürtler açısından büyük bir sorumsuzluktur, tarihi bir sorumluluğun yerine getirilmemesidir.

Şu ne der, bu ne der diye böyle bir kongrenin yapılması ertelenebilir mi? Ertelenemez. Bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketi ulusal kongreyi sürekli gündemde tutmuştur. Bu konuyu YNK’yle de, KDP’yle de sürekli görüşmüştür. Bu konular sürekli tartışılmıştır. Ama zamanı değil, şöyledir, böyledir denilmiş ve bugüne kadar ertelenmiştir. Biz KDP’nin YNK’nin katılmadığı kendimize göre bir kongre toplayabilirdik ama bu tüm Kürtlerin iradesini temsil etmediği için amacına ulaşmazdı. Bu nedenle bütün Kürt örgütlerini kapsayan bir kongre toplanması gerekiyordu. Gelinen aşamada Kürtlerin ulusal-demokratik kaygılarının esas alınması gerekmektedir. Başkalarının kaygıları, hassasiyetleri Kürtleri ilgilendirmez. Kürtler tabii ki diğer siyasi güçleri, bölgeyi ve dünyayı dikkate alır. Kürtler bu kongreyi toplarken, kararlar alırken belirli politik yaklaşım da gösterirler. Kürtler de politika yaparlar, diplomasi yaparlar, bazı şeylere dikkat ederler ama bu temel ilkelerden vazgeçme anlamına gelmez. Ya da başkaları şöyle kaygılanıyor diye bir ulusal kongre kendi amacından farklı ele alınamaz. İçeriği boşaltılamaz.

*Hareket olarak son yıllarda ulusal kongrenin yapılması konusunda ısrarlı oldunuz. Bu konudaki ısrarınızı KDP’ye de YNK’ye de bütün Kürt örgütlerine de ilettiniz. Kongreyi gündemde tutma çabalarınıza rağmen son zamanlarda bu kongre neredeyse Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye edilmesi için bir araç haline getirilmek isteniyor.Bunlar özellikle Türkiye basınında sık sık gündeme getiriliyor. Sizin çok önem verdiğiniz böyle bir kongreye böyle bir yaklaşım gösterilmesini nasıl karşılıyorsunuz?

Kürt ulusal kongresine farklı anlamlar verilmek istendiğini görüyoruz. Biz bunu 2009’da da gördük. 2009’da da gündemdeydi. Yani PKK’nin dışlanacağı bir ulusal kongre yapılması düşünülüyordu. Plan şöyleydi: 2009’da seçimler olacak, 2009’daki seçimlerde Kürt demokratik hareketi DTP zayıflayacak, bu ortamda Kürt özgürlük hareketinin de siyasi etkisi kırılmış olacak, bunun sonucu olarak kongre toplanıp Kürt Özgürlük Hareketi'ne silah bırakma dayatması yapılacaktı. Böyle bir kongre planlanmıştı. Hatta 29 Mart seçimleri öncesi Hewlêr’de Abant Platformunun yaptığı bir toplantı vardı. Hewlêr’de toplanan bu platformun amacı kendine göre Kürt sorununu tartışacaklar ve bu çerçevede ortaya çıkacak sonuçlar dayalı bir Kürt kongresi toplanacaktı. Toplanacak kongrede bireysel haklara dayalı bir çözüm gündeme konulacak ve PKK’ye silah bırakma dayatması yapılacaktı. PKK bunu kabul etmezse bütün Kürtleri karşısına alan bir örgüt durumuna düşürülecekti. Bu durumda da bütün Kürtleri karşısına alan bir örgüt olan PKK’nin üzerine daha rahat gidilip kuşatılarak tasfiye edilecekti. Böyle bir plan geçmişte yapılmıştı. Ama Kürt demokratik hareketi 29 Mart yerel seçimlerinde başarılı olunca, Kürt Özgürlük Hareketi'nin siyasi etkisinin-gücünün olduğu görülünce böyle bir kongre yapmanın siyasi zemini kalmadı. Çünkü böyle bir kongreyi kim yaparsa yapsın başarısız olurdu. Böyle bir kongre hiç kimse tarafından ciddiye alınmazdı. Güney Kürdistan’da yapılsa bile Güney Kürdistan halkı böyle bir kongreyi kabul etmezdi.

Biz her zaman doğru bir anlayışla halkımızın tarihsel nedenlere dayalı özlemlerine, güncel politik ihtiyaçlara cevap vermek için ulusal kongre talebini gündemde tuttuk. Bu konuda diğer örgütlerle görüşmeler yaptık. Kongrenin bir an önce toplanması için BDP’nin bu yönlü yaptığı görüşmeleri destekledik. Ancak son zamanlarda yine ulusal kongreye farklı anlamlar ve farklı roller yükleme gibi farklı tartışmalar ve değerlendirmeler oluyor. Ulusal kongre olacak, Kürt Özgürlük Hareketi'ne silah bıraktırılacakmış! Kürt Özgürlük Hareketi silah bırakmazsa ya da ateşkes yapmazsa kongre olmazmış! Yani kongrenin olması da koşullara bağlanıyor. Kongre yapılırsa da şöyle hedefleri olan, koşulları olan bir kongre olacakmış! Böyle bir ulusal kongre olabilir mi? Kongre tartışmaları böyle yapılabilir mi? Kongre bütün parçalardaki halkın özgürlük mücadelesini geliştirmek için birbirine güç vermek için yapılır. İlgili devlet ya da başka bir güç istedi diye herhangi bir parçadaki Kürt halkının özgürlük mücadelesinin programını değiştirmesini, mücadele yöntemlerini değiştirmesini, açıkça teslim olmasını isteyen bir kongre toplanabilir mi? Toplansa da o kongre Kürt ulusal kongresi olabilir mi? Önce belirttiğimiz o tarihsel ve güncel ihtiyaçlara cevap veren bir kongre olur mu? Çünkü herkes de biliyor ki, böyle bir toplantıya kimse ulusal kongre diyemez. O tür kongreler ulusal kongre değil, belli güçlerin dayatması çerçevesinde bazı güçlerin bir araya gelerek bazı siyasi çıkarlar için yaptığı bir toplantı ve aldığı kararlar olabilir. Ulusal çıkarları gözeten değil, bir parçanın dar çıkarları, bir partinin çıkarlarını ifade eden tartışmalar ve kararlar olabilir. Bunların da meşruiyeti olamaz. Bu açıdan biz bu tür tartışmaları ciddiye almıyoruz.

Türk basınında tartışılanlar olmayacak şeylerdir. Gerçekten neden bu kadar gündeme getiriliyor anlaşır değil. Onların düşündüğü gibi bir kongre olabilir mi? Ulusal kongre olacak PKK’ye silah bıraktırılacakmış! Bu tür değerlendirmeler kongrenin ciddiyetini azalmaktadır. Belki de ulusal kongrenin itibarını daha baştan zedelemek için bu tür şeyler gündeme getirilmektedir. Ulusal kongrenin gündemini ve alacağı kararları Türk basını mı belirleyecek, Türkiye, İran, Suriye ya da herhangi bir dış güç mü belirleyecek? Açıktır ki, kongrenin gündemini de, alacağı kararları da tüm parçalardaki Kürtlerin çıkarları belirleyecektir. Daha da ötesi bu kongreyle Kürtler arasındaki dayanışma gelişecek ve birbirlerini destekleyeceklerdir. Dolayısıyla yapılacak kongre tüm parçalardaki Kürt halkının özgürlüğünü, demokrasisini destekleme ve dayanışma kongresi olacaktır. Bu kongrede özgürlük ve demokrasi esas alınacaktır.

Türkiye hala Kürdistan kelimesini kabul etmiyor, hala Kürtleri muhatap olarak kabul etmiyor, bir halk olarak kabul etmiyor. Ne idüğü belirsiz bireysel haklardan söz ediyor. Böyle bir Türkiye ortadayken PKK silah bırakacakmış! Önder Apo’ya yaklaşım ortadadır. Herhangi bir Kürt önderine yaklaşım böyle sürdüğü müddetçe söz konusu ülke kongreye nasıl yaklaşır? Şerefkendi katledildi, Qasimlo katledildi. Bu katliamlar yapılırken Kürtler bunu yapanlara bir tutum almaz mı? Kaldı ki Kürt Halk Önderi Önderi Apo’yla kıyaslandığında bu önderlerin örgütlenmeleri de mücadeleleri de daha dardır. Bir Kürt Önderine gösterilen yaklaşım ortadayken AKP’nin politikalarına kim iyi diyebilir? Bu kadar siyasi tutuklu varken kim AKP politikalarına iyi diyebilir? Her gün Kürt gençleri şehit düşerken AKP’nin politikalarına kim iyi diyebilir? Bu politikalar karşısında kim Kürt Özgürlük Hareketi'ne mücadeleyi bırak diyebilir? Bu açıdan bu yönlü tartışmaların ciddiye alınacak bir yanı yoktur.

*Öte yandan bu yıl kongrenin yapılacağı yönünde tartışmalar da var. Hazırlıklar ne aşamada? Siz bu hazırlıklara ne düzeyde katılıyorsunuz, katkı sunuyorsunuz? Bu kongreye nasıl bir yaklaşım içinde katılacaksınız?

Tabii ki biz bu yıl yapılmasını istiyoruz. Bu yönlü tartışmalar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Böyle bir kongre KDP’nin, YNK’nin, PKK’nin ya da herhangi bir gücün tek başına toplayacağı bir kongre değildir. Her şeyden önce kongrenin ortak iradesi ve bileşenleri tarafından meşru görülecek bir hazırlık komitesi olur. Bu komite bileşenlerin düşüncelerini de alarak kongrenin gündeminin ne olacağını ve zamanını belirler. Hangi bileşenler, nasıl katılacak bunların hepsi böyle bir komitenin çalışmasıyla belirlenir. Yoksa PKK ya da başka bir güç, biz şöyle gündem tespit ettik, hangi bileşenlerin ne oranda katılacağını tespit ettik diyerek bir kongre çağrısı yapamaz. Hala tartışmalar sürüyor. Bu tartışmalar sonucunda bir hazırlık komitesi ortaya çıkacaktır. Tabii ki tartışmalar sürüyor, bir hazırlık komitesi ortaya çıkacaktır. Şu anda ortada böyle bir komite hala yoktur. Ancak bir kongrenin hazırlıklarının yapılması konusunda bir irade ortaya çıkmıştır. Bizim de böyle bir irademiz vardır, KDP’nin de böyle bir iradesi vardır, YNK’nin de böyle bir iradesi vardır. Zaten Kürt halkı ve Kürt kamuoyu açısından böyle bir kongre büyük bir özlemdir. Zaten Bütün Kürt siyasi örgütlerinin hemen hemen tümünün programında ulusal kongrenin toplanması hedefi vardır. Dolayısıyla böyle ulusal kongrenin gerekli olup olmadığı konusunda herhangi bir kuşku yok. Bu bakımdan iyi çalışılırsa, hazırlık komitesi de kurulur ve tartışmalar çok uzun zamana yaymadan böyle bir ulusal kongre de toplanır.

SİYASAL VE TOPLUMSAL ALANDA EN BÜYÜK GELİŞMELER KUZEYDE YAŞANDI

Bizim tabii ki Kongreden beklentilerimiz fazladır. Bugün Kürtler on yıllardır yürüttükleri mücadeleyle önemli bir siyasi güç olmuşlardır. Güney Kürdistan'da somut bir siyasi statü vardır. Ama diğer parçalardaki halkın mücadelesi de çok önemi boyutlara ulaşmıştır. Özellikle Kuzey Kürdistan'daki Özgürlük Mücadelesi sadece siyasal alanda değil, toplumsal alanda da çok büyük gelişmeler ortaya çıkarmıştır. Bugün ulusal devrimin, sosyal devrimin, kültürel devrimin, siyasal devrimin en fazla gerçekleştiği parça Kuzey Kürdistan’dır. Kuzey Kürdistan'daki gelişmelerden bütün parçalar güç almaktadır. Yine Güneybatı Kürdistan'da Kürt halkı statü kazanmak için önemli bir fırsat yakalamış durumdadır. Doğu Kürdistan da Kürdistan'ın ikinci büyük parçasıdır. Orada da halkımızın özgürlük özlemi büyük boyutlara ulaşmıştır. Her ne kadar İran devletinin baskısı nedeniyle belki güçlü bir toplumsal hareket yoktur, ama son yıllarda PJAK’ın mücadelesinde görüldüğü gibi Kürt halkı orda da gelişen Özgürlük Mücadelesine büyük ilgi duymaktadır. Kaldı ki Doğu Kürdistan ilk Kürt cumhuriyetinin kurulduğu yerdir. Ömrü 6 ay da olsa böyle bir gelenek vardır. Özgürlük özlemi, ulusal varlığını güvenceye alma istemi orada da fazladır. Kongre bunların hepsini dikkate alacaktır; bunlara karşı sorumluluk duyacaktır. Bütün parçalardaki gelişmelerin birbirini tamamlaması, birbirini güçlendirmesi ve her parçada özgürlüğün ve demokrasinin güvenceye alınması için gerekli tartışmaları yapıp kararlara ulaşacaktır. Yani ulusal kongre sadece bir parçadaki siyasal durumu gözetmeyecektir; bütün parçaları gözetecektir. Kaldı ki birlik zaten bütün parçaları gözetmek demektir. Birlik yaratıldığı ve ortak politika izlendiğinde bundan bütün parçalar güç ve destek alacaktır.

KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GÜVENCESİ ORTADOĞU’NUN DEMOKRATİKLEŞMESİ

Bizim yaklaşımımız şöyledir: Kürtler Ortadoğu'da en temel demokrasi gücüdür. İran'ı da demokratikleştirecek olan Kürtlerdir, Irak’ın da, Suriye'nin de demokratikleşmesinde en büyük dinamik güç Kürtler olacaktır. Esas olarak da Kürtlerin ulusal varlığının ve özgürlüğünün güvencesini biz Ortadoğu'nun demokratikleşmesinde görüyoruz. Güvenceyi Kürt toplumunun kendini demokratikleştirerek, bu demokratikleşmeyi başta komşu halklar olmak üzere bütün Ortadoğu'ya yaymasında görüyoruz. İran, Irak, Suriye demokratikleşirse güvence budur. Kesinlikle ABD'nin desteği, İngiltere’nin ya da başka bir gücün desteği güvence değildir. Kürtlerin ulusal varlığını ve özgürlüğünü güvenceye alacak strateji Kürt toplumunun kendini demokratikleştirerek Irak'ı, İran'ı, Suriye'yi, Türkiye'yi, dolayısıyla da Ortadoğu'yu demokratikleştirmesidir. Demokratikleşen bir Ortadoğu'da Kürtler hem varlığını ve özgürlüğü güvenceye alınır hem de en büyük gelişme imkanlarını bu ortamda bulurlar. Bir kere biz kongrenin bu perspektifle yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Yani Kürtlerin kendi gücünü görmeleri gerekiyor. Kendilerinin demokratikleşmesinin bütün Ortadoğu'yu demokratikleştireceğini görmeleri gerekiyor.

KONGRE DEMOKRATİK KARAKTERDE OLACAK

Kongre her şeyden önce demokratik karakterde olacaktır. Başta kendisi demokratik yaklaşımda bulunacaktır. Kürt toplumunun demokratikleşmesini esas alan, Kürt toplumunun demokratik iradesini esas alan bir kongre olacaktır. Çünkü bir toplumun gücü demokratikleşmesinden geçer. Eğer bir ulusal kongre esas olarak Kürtlerin gücünü ortaya çıkaracaksa, Kürt toplumunun gücünü etkili kılacaksa, tabii ki kongre tartışma ve kararlarıyla Kürt toplumunun demokratikleşmesini, siyasetin demokratikleşmesini, kendi aralarındaki ilişkinin demokratikleşmesini esas alacaktır. Bu kongreye en başta da bu temelde yaklaşmak gerekiyor. Doğru sonuç alması açısından da böyle bir yaklaşım gerekmektedir. Biz bu yönüyle Kürtlerin en temel stratejisinin demokratikleşme stratejisi olması gerektiğini düşünüyoruz. Bizim yaklaşımımız budur.

GÜNEY’DEKİ BAĞIMSIZLIK İLANINA PEŞİNEN KARŞI DEĞİLİZ

Tabii ki hareket olarak devletçi bir paradigmamız yok; ama Güney’deki bağımsızlık ilanı tartışmalarına da peşinen karşı değiliz. Kürtleri bir devletleşmeye zorlayan koşullar da ortaya çıkabilir. Ama biz Kürtlerin esas stratejisinin devletleşmeden çok demokratikleşmeye dayalı, bölge ülkelerini ve bütün Ortadoğu'yu demokratikleştirecek bir politika olması gerektiğini düşünüyoruz. Özgürlüğü ve demokrasiyi sınırlarda değil, toplumun güç yapılmasında görüyoruz. Bu da her şeyden önce Kürt toplumunun kendisini demokratikleşme temelinde bölgeyi demokratikleştirme temelinde gerçekleşebilir. Günümüzde sınırlar anlamsız hale gelmektedir. Nitekim Avrupa’da giderek sınırlar aşılıyor. Ortadoğu'da da böyle bir yaklaşım esas alınmalıdır. Dünyadaki genel eğilimde de görüldüğü gibi sorun sınırlar sorunu, devlet olup olmama sorunu değildir; sorun, demokrasi içinde güçlenmiş, demokratik toplum olarak ulusal varlığını güvenceye alma, özgürlüğünü kazanma konusudur. Bizim tabii ki kongreye giderken temel felsefemiz, temel yaklaşımlarımız bu yönlüdür.

GÜNEY KÜRDİSTAN’IN DEVLETLEŞMESİ ÖNERİSİ DE TARTIŞILABİLİR

Güney Kürdistan'ın devletleşmesi önerisi de gelebilir, bu da tartışılabilir; buna bir şey demeyiz. Ama Kürtler gücünü esas olarak kendi toplumunun ve bölge ülkelerinin demokratikleşmesi temelinde kullanırlarsa daha büyük kazanırlar. Bu bakımdan demokratikleşme gücü olan Kürtlerin daha büyük düşünmesi gerektiğini düşünüyoruz. Daha doğrusu özgürlüğünün, demokrasisinin güvencesinin burada olduğunu görüyoruz. Küçük bir devletleşmenin kazandıracağının on katı, yüz katı kazanmayı, ülkelerin demokratikleşmesi, Ortadoğu'nun demokratikleşmesinde görüyoruz. Bizim genel felsefi ve politik yaklaşımımız böyledir. Bu açıdan Kürtlerin esas olarak da demokratik zihniyetle birliğini, yine demokratik zihniyet içinde bütün parçaların birbirleriyle ilişkilerinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

PARÇALAR ARASINDA DAYANIŞMA OLMALI

Bu demokratik zihniyetle birlik içinde, sınırları sorun yapmadan da Kürtler kendi aralarında siyasal olarak, ulusal olarak, kültürel olarak birliklerini yaratarak her parçada özgürlüklerini ve demokrasilerini güvenceye alacaklarını düşünüyoruz. Bu yönüyle bütün parçalar arasında siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik dayanışmanın birliğinin olması gerekiyor. Doğrusu budur. Sınırlar buna engel değildir. Öte yandan komşu ülkeler de Kürt halkının bu türlü dayanışmasını kendileri açısından bir olumsuzluk olarak görmemelidirler. Sınırları fetişleştirerek sorun kaynağı haline getirmemelidirler. Eğer en güzel amaç halklar arası birlikse, birliği geliştirmekse, birbirinden kopmamaksa o zaman Kürtlerin de birbirlerinden kopmamasını, ortak davranmasını sorun yapmamaları gerekir. Türkiye de, İran da, Suriye de, Irak da bunu sorun yapmamalıdır. Kürtler de birlik olmak açısından ille de sınırlar kalksın bir devlet olalım biçiminde yaklaşmamalıdırlar. Bu açıdan sınırları sorun yapmadan bütün parçalarda Kürtlerin birlik olacağını düşünüyoruz. Kürtlerin buna halkları vardır. Hiç kimse Kürtlerin bir ulusal kongreyle ulusal, siyasal, ekonomik, kültürel birliğini, dayanışmalarını, güçlendirmelerini kendileri için tehlikeli göremez. Görürlerse bu sömürgeci zihniyettir, eski anlayışın bırakılmamasıdır. Biz bu anlayışı kabul edemeyeceğimiz gibi, sınırları da Kürtlerin birliği açısından bir engel olarak görmüyoruz. Bütün parçalardaki Kürtler ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ilişkilerini sıkılaştırabilirler, ortak davranabilirler. Biz kongrenin böyle bir perspektifle bunu gerçekleştireceğine inanıyoruz. Yeter ki irade olsun.

*Bu kongre hangi ilkeleri esas almalı ve bunları gerçekleştirecek hangi kurumlaşmaları sağlamalıdır? Özcesi bir bütün olarak beklentileriniz nedir?

Bu kongre her şeyden önce bütün parçaların ulusal varlığını ve özgürlüğünü dikkate alacaktır. Bütün parçalardaki halkımızın ulusal varlığına ve özgürlüğüne gelen tehdidi bütün Kürtler kendine gelmiş olarak görecektir. Bir kere bunun esas olması gerekiyor. Bu yönüyle duyguda, düşünce bir ortaklaşmanın yaratılması gerekiyor. Derler ya üzüntüde ve kıvançta bir olmak! Üzüntüde ve kıvançta bir olan bir duyguyu, bir kültürel yaklaşımı gerçekleştirmek gerekiyor. Bu aslında gelişti. Şu anda bir ulusal kongre yapılmamış olsa bile Kürtlerin bu yönlü konumları on ya da yirmi yıl öncekinden farklıdır. Bütün parçalardaki halkın birbiriyle dayanışması, duygu birliği gelişmiştir. Bunu geliştirmede Önder Apo'nun, PKK'nin büyük katkısı vardır. Önder Apo ve PKK bir devletleşmeden söz etmiyor. Belki geçmişte bağımsızlıktan söz ediyordu, ama bu siyasal anlayıştan öte tutumlarıyla, politikalarıyla, yaklaşımlarıyla bütün parçalarla ilgilendi. Hiçbir zaman ben Irak'taki sorunlarla ilgilenirsem, İran'daki sorunlarla ilgilenirsem Suriye'deki sorunlarla ilgilenirsem bu ülkeler ne der diye düşünmemiştir. Bu tür bir kaygıyla hareket etmemiştir. Kuşkusuz dikkat ettiği konular olmuştur, ama İran’la ilişkisi olduğu zaman da, Irak’la, Suriye’yle ilişkisi olduğu zaman da bu parçalardaki Kürt halkının özgürlük ve demokrasi sorunlarıyla ilgilenmiştir. Kürtlerin özgürlük ve demokrasisini düşünürken bir parçayı esas almamıştır. Tabii ki mücadelenin esasını, büyüğünü Kuzey Kürdistan'da yürütmüştür. Ama özgürlük anlayışını, demokrasi anlayışını, Kürtlerin ulusal birliğini, ruh birliğini bütün parçalarda yaratma çabası göstermiştir ve büyük oranda da başarılı olmuştur. Şu anda Kürtler hiçbir dönemde olmadığı kadar duygu ve düşüncede birdirler. Ortak duygu içindedirler, ortak tepki vermeye hazırdırlar. Bir parçadaki durum bütün parçadaki halkımızı hemen etkilemektedir. Geçmişte de böyle duyarlılıkların olduğu söylenebilir, ama bu hassasiyetler, bu duygular bu düzeyde toplumsallaşmamıştı. Şimdi bütün Kürtler açısından böyle bir hassasiyet vardır.

İLKELER

Bu açıdan kongre ulusal, siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda ortak tutum, ortak kurumlar yaratmada önemli bir zemine sahiptir. Bunu bu kongre gerçekleştirebilir. Biz bu kongreden bunu gerçekleştirmesini bekliyoruz. Ortak kurumlar oluşturmasını bekliyoruz. Siyasal alanda, sosyal alanda, kültürel alanda, diplomatik alanda ortak ilkeler belirlenir. Öte yandan bunları pratikleştirecek kurumlar oluşturulur. Önder Apo bunları beş ilke, dört öneri olarak sundu. Bunları savaş ve barış ilkesi, birlik ilkesi, demokratik çözüm ilkesi, kültürel, sosyal ve ekonomik ilke, demokratik siyaset ilkesi biçiminde ifade etmiştir. Pratik öneriler de diplomatik kurumlaşma, icra organı ve meşru savunma güçlerini birleştirmeyi esas almaktadır. Kuşkusuz tüm bunlar tartışılarak sonuca bağlanacaktır. Biz bunların hepsine hazırız. Zaten biz hareket olarak halk savunma kuvvetlerini bütün parçalardaki halkımızın savunma gücü olarak görüyoruz. Bütün parçalardaki halkımıza yönelik saldırı hareketimize yönelik saldırıdır. Belki mücadele bugün asıl olarak Türkiye'ye karşı yürütülüyor, ama Irak'ta olabilir, İran'da olabilir, başka bir yerde olabilir, halkımıza yönelik saldırı olduğu zaman kesinlikle ne PKK buna duyarsız kalır ne de HPG buna duyarsız kalır.

Ulusal kongre tabii ki tüm parçalardaki halkımızın özgürlüğünü ve demokrasisini nasıl kazanacağı konusunda tutumunu ortaya koyacaktır. Bugün Kuzey Kürdistan'da önemli bir Özgürlük Mücadelesi vardır. Bu Özgürlük Mücadelesi önemli bir aşamaya gelmiştir. Bütün parçaları etkilemektedir. Büyük sosyal devrim, ulusal devrim, kültürel devrim yaşanmıştır. Eğer ulusal birlik politikası ortaya çıkarsa bu Kuzey Kürdistan'da Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunacaktır. Çünkü Kürt sorununun çözümsüzlüğünde Türk devleti esas olarak da Kürtler arası birliğin yetersizliğinden cesaret almaktadır. Çözümsüzlükte ısrar etmesinin nedeni budur. Eğer Kürtler arası birlik sağlanırsa Türk devleti kesinlikle çözümsüzlükte ısrardan vazgeçecektir. Bu sadece Türkiye açısından değil, bütün parçalar açısından geçerlidir. Türkiye açısından Kürt halkının özgürlüğünü ve ulusal varlığının güvenceye alınmasını nasıl olduğunu ortaya koyacaktır. Bu sağlanmadığı müddetçe mücadelenin meşru olduğunu söyleyecektir. Hakeza İran’da da halkımızın bir özgürlülük ve demokrasi mücadelesi vardır. Orada da mücadele önemli boyutlara ulaşmıştır. Belki İran’ın baskıcı politikalarından dolayı kendini tam ifade edemiyor, ama son yıllarda PJAK etrafındaki hareketlenmede görüldüğü gibi doğu Kürdistan halkı ulusal varlığını ve özgürlüğünü korumada istekli ve kararlıdır. Kongre Doğu Kürdistan'da özgürlüğün ve demokrasinin ilkelerinin ne olduğunu ortaya koyacaktır. Eğer bu parçalarla ilgili ortaya konulan ilkeler ve çözüm programı gerçekleşmediği takdirde mücadelenin meşru olduğu kongre kararı haline gelecektir. Bu tutum bu parçalardaki halkımızın Özgürlük Mücadelesine güç katacaktır.

GÜNEYBATI HALKI STATÜ KAZANMAYA YAKINDIR

Bugün Güneybatı Kürdistan'da somut bir durum var. Güneybatı halkı statü kazanmaya yakındır. Böyle bir durumda sorumsuz yaklaşılabilir mi? Bu parçada bütün Kürt örgütlerinin birlik olmaları ve ortak bir politika belirlemeleri gerekir, talep ettikleri statüyü ortaya koymaları gerekir. Demokratik özerklik olur, federasyon olur ne istedikleri konusunda ortak tutum koyarlar ve bu isteklerinin kabul edilmesini isterler. Bu temelde Suriye'de birlikte yaşanacağını ortaya koyarlar. Böyle ortak bir tutum takınıldığında Suriye'de statü kazanma gerçekleşir. Ama ortak davranılmazsa, PYD ayrı KDP ve YNK etkisindeki örgütler ayrı, başkaları ayrı davranırsa bu açıktan açığa statü kazanma imkanlarını sabote etmek olur. Toplum Kürt siyasi güçlerinin bir statü talebi etrafında ortak hareket etmesini istemektedir. Toplumun sesine kulak verilirse, temel ilkeler etrafında birlik yaratılırsa bu kesinlikle Güneybatı Kürdistan'da özgürlük demektir, statü demektir. Kongre bunun ilkelerini de belirleyebilir. Kongre demokratik ulusal birlik yaklaşımı içinde olduğunda hiçbir örgüt bunun dışında kalamaz. Kürtlerin güvencesi kendilerinin demokratikleşmesi ve birlikleridir. Şu güvence, bu güvencenin çok fazla geleceği yoktur. Dış politikada, diplomaside ancak Kürtler arası birlik olursa anlamlı olur. Tabii ki Kürtler politika da yapacaklar, diplomasi de yapacaklar, taktik de yapacaklar, ama bunlar birlik olunduğunda sonuç verecek enstrümanlardır. Birlik olunmazsa bu tür enstrümanlardan da istenilen sonuç alınamaz.

KONGRE BÖLGE ÜLKE ÜLKELERİNE KARŞI DEĞİLDİR

Öte yandan bu kongre tabii ki Kürtlerin özgürlüğünü ve demokrasisini isteyen kongre olacaktır. Ama bölge ülkelerine ve bölge halklarına karşı değildir. Bölge halklarını, bölge ülkelerini zayıflatma üzerine kurulu bir kongre olmayacaktır. Aksine bu kongrenin ilkelerine dayalı Kürt sorununun çözümü Irak'ı da, İran'ı da, Suriye'yi de Türkiye'yi de güçlendirecektir. Bu temelde bütün Ortadoğu’da özgürlüğün ve demokrasinin sembolü olacaktır. Bütün Ortadoğu'yu rahatlatacaktır. Bütün Ortadoğu'daki sorunların çözümünü sağlatacaktır. Biz 7. Kongrede Kürt sorununun çözümsüzlüğünün kötülük tanrıların Ortadoğu'ya verdiği ceza gibidir demiştik. Kürt sorununu çözemeyen ülkelerin iflah olması mümkün değildir. Irak Kürt sorununu demokratikleşme temelinde çözseydi, Irak şimdi bugünkü durumda olabilir miydi? Kürtlerin ulusal varlığını ve özgürlüğünü tanımak ne Irak'ın, ne İran'ın, ne Türkiye'nin ne de Suriye'nin aleyhinedir. Aksine Kürt sorunu çözüldüğünde Irak da, Suriye de, İran da, Türkiye de tam güçlenecektir. Tek tek ülkeler değil, bir bütün olarak Ortadoğu da güçlenecektir. Dolayısıyla bu kongre bölge ülkelerine karşı değildir, aksine bölge ülkelerinin yaşadığı tıkanıklık için çözüm ortaya koyacaktır.

Bölge ülkeleri Kürtlerin kendi aralarında birliğini anlayışla karşılamaları gerekir. Devletlerin sınırları sorun yapmadan Kürt sorunu çözülebilir, bütün ülkeler demokratikleşebilir. Bu Ortadoğu'yu da etkiler. Bu yönüyle ulusal kongrenin bölge ülkelerine bırakalım karşı olması, bölgenin sorunları açısından halkların kardeşliğini, refahını yaratma açısından çok önemli bir platform olarak görülmelidir. Böyle bir kongrenin ortaya koyacağı ilkeler eğer pratikleşirse, bu temelde Kürt sorunu çözülürse bundan en az Kürtler kadar Farslar da, Araplar da Türkler de kazanç sağlayacaktır. Biz kongreyi böyle ele alıyoruz. Yoksa kongreyi herhangi bir devletle birleşip şu ya da bu devleti zayıflatmak için toplanmış bir çalışma olarak görmüyoruz. Özcesi böyle bir kongre Kürtlerin kendi demokrasi ve özgürlük sorunlarını çözme kongresidir. Zaten Kürt sorununun çözümsüzlüğü bölge ülkelerini sorunlarla uğraştırmaktadır. Bu yönüyle de bölge ülkelerinin yaşadığı tıkanıklığı aştırma kongresidir.

ANF NEWS AGENCY