28 Ekim 2012 Pazar

Biz Kürtler ‘Akdoğan’ları İyi Tanırız!

Aysel TUĞLUK / Van Bağımsız Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı

Başbakan’ın başdanışmanı ve AKP Milletvekili Yalçın Akdoğan, 26 Ekim Cuma günü Star gazetesindeki köşesini, nihayet yüzlerce Kürt tutsağın insani taleplerle Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü için bedenini ölüme yatırdığı açlık grevlerine ayırdı. Yazıyı henüz okumamış olanlara acele tarafından peşinen belirtmekte fayda var. Sanmayın ki Akdoğan insani ve vicdani bir saikle kalemine sarılarak olası üzücü sonuçların önüne geçmek için kaygılanıyor. Sanmayın ki tutsakların hayati tehlikeleri ile dertleniyor. Hani danışmanı olduğu Başbakan Erdoğan çoğu kez yüksek sesle söylüyor ya: “dert, başka deeert!”.

Evet dert başka. Dert, ortada geri dönüşü olmayan üzücü sonuçlara adım adım yaklaştığımız yürek parçalayıcı sorunun çözümü için kolaylaştırıcı olmak değil. Diğerkamlık, karşısındakini anlamak hiç değil. Aksine sütunlara taşınmış olan ön almaya yönelik, apolojist, gerekçe beyanlarıyla bezeli devlet merkezli katı bir savunma anlayışı. Hem de en alasından! Hem de en devletlusundan! Hem de iktidarın ta içinden konuşan bir dille!


Evet Kürtlerin payına düşen yine o zehirli dil. İktidarın kibirli, bahşedici ve buyurgan dili. Acıma hissiyle bakıp merhamet dağıtan efendinin kıyak illüzyonu. Tutsakları devletin emanetleri ve namusu olarak gören o paternalist anti demokratik dil. Hepsinden de öte, “ben devletim”in koskoca haykıran puntolarla ilanı. Ve tabii ki sömürgeciliğin o hiyerarşi taslayan bildik havası. Üst perdeden bakan ve yanıt verme tenezzülünde bulunduğu yanılgısıyla malul o devletlu bakış. Her hak arama mücadelesini demokrasinin doğasına yoran bir normaliteyi değil, iktidara karşı komplo olduğunu zanneden iktidarizm patolojisi.


Biz Kürtler, bu dili çok iyi biliyoruz. Biz Kürtler gözümüzün içine doğru parmak sallayan bu sömürgeci yaklaşımı çok iyi biliyoruz. Biz bu köleleştirici zihniyeti ve onun semptomlarından biri olan bu söylemleri yakından tanıyoruz. Önceleri bu dilin mutlak sahibi Kemalistlerdi, Ergenekonculardı. Şimdilerde ise neo-Kemalist AKP onları koltuğundan edecek ciddi bir yarışmacı. Hatta görünen o ki neo-Kemalist AKP, söz konusu Kürtler ve Kürt sorunu olunca Kemalistlere de rahmet okutmaya niyetli. Ne de olsa AKP de 10 yılını devirmek üzere. E ona da bir 10. Yıl nutku yakışır artık. Zaten Akdoğan bu yetkinliği söz konusu köşe yazısıyla somut bir biçimde göstererek rüştünü ispatlıyor. O mini nutuktan da Kürtlerin payına gökten yine elmalar değil bombalar düşüyor. Zira Akdoğan’ın yazısında devletçi ve dolayısıyla ataerkil bakış her bir harften fışkırıyor, sözcük aralarından çağıl çağıl çağlıyor.


Bu devletlu kibirli dili biz başka yerlerden de hatırlıyoruz. Sayın Yalçın Akdoğan, “muhtar bile olamaz” manşetleri ile “sahte oruç kanlı iftar” manşetlerini atanların aynı zihniyetten olduklarını hatırlatmaya gerek var mı? Yüzlerce tutsağın bedenini ölüme yatırmış olması ve her geçen saniye ölüme daha da yaklaşıyor olmaları Akdoğan’a inandırıcı gelmiyor. Tıpkı söz konusu manşeti atanlar gibi. İnanmak istemiyor. Açıkçası biz de başbakanın başdanışmanının yazdıklarına inanmak istemiyoruz. Çünkü Akdoğan’ın Kürt hareketinin tarihinden ve mücadele geçmişinden bihaber oluşu, cehaletle de açıklanması mümkün görünmediğinden gerçekten can sıkıcı. Kürt hareketine ilişkin en sıradan, ısmarlama ve taraflı bir kitapta bile Kürt hareketinden birçok gencin 12 Eylül döneminde Diyarbakır cezaevinde faşizme karşı insanlık onurunu savunmak için gözlerini kırpmadan bedenlerini ateşe verdiklerini, ölüm oruçlarında gencecik yaşamlarına son verdiklerini yazar. “Yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevdiklerini” ifade eden feda kuşağının evlatları, bedenleriyle özgürlük manifestosunun mottosunu yazmışlarken, ardından defalarca kitlesel açlık grevi eylemleri yapılmışken nasıl oluyor da “30 yıldır akledilmeyen bir yöntem”den söz edebiliyor. Pes doğrusu! İlaveten EGM’nin TEM’in hazırlattığı kamu spotu mantığını aşamayan “kandırılmış gençler” retoriğini halen işitiyor olmak, AKP rejiminin siyaset aklının kalibresini ele vermesi açısından gerçekten üzücü. Akdoğan inanmak istemiyor ve anlamıyor. Yüzlerce Kürt tutsağın niçin gözlerini kırpmadan bedenlerini ölüme yatırdıklarını kavrayamıyor. Akdoğan’ın sözleri, Süleyman Demirel’in kendi cumhurbaşkanlığı döneminde söylediği “Türkiye’de aç insan yok” sözlerini anımsatıyor. Maşallah her şey güllük gülistanlık! Ne kadar da benzer değil mi? Demek ki iktidarizm hastalığı zalimleri benzeştiriyor, kendi cenderesine sokup tektipleştiriyor.


KCK adı altındaki operasyonlarla tutuklanan aralarında seçilmiş siyasetçilerin de bulunduğu 10 bin kişiye ne demeli? Ya anadilde savunma ve “o kadar da değil” denilen anadilde eğitim hakkının tanınmıyor oluşu? Ya 450 günü aşkın bir süredir gayrı ciddi gerekçelerle uygulanan evrensel hukuka ve insan haklarına aykırı yoğunlaştırılmış tecrit? Demokratik siyasetin kapısı Kürtlerin mücadele etmeleri için ardına kadar açıktır diyenlere sanırız yeter de artar bile?


Bugün en demokratik bir pasif direnişi bile devlete şantaj olarak algılayan demokratik taleplere alerjen hastalıklı bir bünyeyle karşı karşıyayız. Bugün Kürt inkarcılığı en rijit bir biçimde farklı enstrümanlarla sürdürülmekte. Kürt legal siyasetini bitirmek için 10 bin kişi içeri alınmışken, zamanın ruhundan dem vurarak anlam skalası devşirmeye çalışmak mevcut durumu tahlil edememekle eşdeğerdir. Yalçın Akdoğan unutmamalıdır ki, sıkıyönetim dönemlerinde bile ve hatta 12 Eylül faşizminin o zifiri karanlık günlerinden bile bu kadar çok Kürt siyasetçi tutuklanmamıştı. Üzerlerinden çakı dahi çıkmayan insanlar, sadece siyaset akademilerinde ders verdi ya da ders aldı diye yıllarca cezaevlerine tıkılmamıştı. Bu nasıl bir inkar ve imha yaklaşımıdır? AKP artık karar vermek zorundadır, basit iktidar ve koltuk hesaplarıyla MHP’lileşme sürecini nihayete erdirip anti-demokrasi yolunda uçurumdan intihara mı gidecektir, yoksa köprüden önce son çıkışı kullanıp direksiyonu Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözüm için müzakere yoluna mı kıracaktır. Üzerine basa basa ifade etmek gerek, biz Kürtler için açlık grevlerine yönelik tutum tam da söz konusu güzergahı belirleyen trafik tabelası olacaktır.


Bilmem hatırlatmamın gereği var mı? Devletin bekası obsesyonu, her türden siyasi olayda devlet bakiyesine yönelik iktidar muhasebesi yapılması kaygısı demokrasi değil, faşizmdir. Açlık grevi gibi demokratik, şiddete referans vermeyen bir sivil itaatsizlik eylemi için, vicdanlara seslenen samimi bir haykırış için devletin vicdanını(!) öne sürüp lakayt ve hakaret dolu sözcükler sarf etmek nasıl bir çıldırmışlık halidir! Görünen o ki iddia edildiği üzere İdris Naim Şahin kişiliği, AKP yapısındaki bir sapma değil, bilakis bizzat AKP’nin gen haritasını ifade ediyor. İdris Naim Şahin’in Kürt hareketine karşı kullandığı küfür mekanizmasının butonunun kimlerin elinde olduğu şimdi daha da açığa çıkıyor. Kürtlere yönelik küfür söylemlerinin ve zehirli dilin beyninin kimler olduğu belirginleşiyor. Kullanılan kelimelerin ortaklığı bunu ele veriyor.


Yalçın Akdoğan’a diyeceğimiz odur ki, siyasi iktidarın Kürt sorunu yoktur diye başlayıp, bizlere dönük her türlü aşağılama, hakaret ve nefret ve kibir dolu söz ve davranışlarını, ardı arkası kesilmeyen siyasi ve askeri operasyonlarına öyle sessiz, sakin ve naif kalmamız beklenemezdi. Herkes gibi bizim de bir insan onurumuz, siyasi kimliğimiz ve savunulacak güzel hayallerimiz var. Biz bu hayallerde ısrar ediyoruz hepsi bu. Bugün bedenlerini ölüme yatıran tutsaklar da işte bu hayaller için açlık grevindeler.


Başbakanın açıklamalarını bir çözüm  programı gibi  sunmak, “söylenecekler zaten söylendi” demeye getirmek gerçekten de sorunun çözümüne ilişkin hiçbir şey söylememiş olmanın başka bir versiyonudur. “İleri demokrasi” iddiasındaki AKP rejimi, kendi döneminde anadilde eğitim ve savunma hakkı gibi insani taleplerin karşılanmaması nedeniyle cezaevlerindeki birçok tutsağın hayatını kaybettiği bir iktidar olarak tarihe geçmek istemiyorsa, Kürt tutsakların insani taleplerini bir an önce yerine getirmelidir. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için ortaya bir proje koymalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve toplumu Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün önünü açacak düzenlemeye daha fazla gecikmesizin karar vermelidir. Kalıcı ve nihai çözüm için bu elzemdir.


Buradan uyarma gereği duyuyorum; bu halk daha fazla ölümü, öldürmeyi kaldıramaz artık. Ya buna son verilir ya da emin olsunlar ki, bu halk bunca ölüm içerisinden özgür ve onurlu bir yaşamı yaratmayı ne pahasına olursa olsun başaracaktır.


Özgür Gündem

Ölümler Nasıl Önlenir? Ve 30 Ekim Çağrısı


Veysi SARISÖZEN

Adalet Bakan’ı “mesaj” alındı demiş...

Bin direnişçi, bu açlık greviyle kime, neden mesaj veriyor?


Onlar PKK önderinin sağlık, güvenlik ve özgürlüğü talebiyle, Kürtçe savunma talebiyle, ana dilde eğitim talebiyle kime sesleniyor?


Hükümete mi?


Onlar, Başbakan’a “ölmemizi istemiyorsan bu talepleri yerine getir” mi diyorlar?


Hayır!..


Çünkü Erdoğan, bin direnişçi’ye “terörist” diyor ve “biz teröristlerin ölümüne ağlamadık, ağlamayız, ağlamayacağız” diye açık bir nefret duygusuyla konuşuyor.


Bin direnişçi Başbakan’ı tanıyor.


O nedenle onların açlık grevi, hükümete seslenmiyor; “ölümüne” ileri sürdükleri talepler, hükümetten beklenmiyor.


Zindan, kendi insanına sesleniyor.


Zindandakiler, kendi annelerine, babalarına, kardeşlerine, akraba ve hısımlarına, kendi halklarına ve bu halkın dostlarına, sosyalistlere, feministlere, yeşillere, demokratlara, liberallere, özgürlükçü Müslümanlara “ölümüne yükselttiğimiz taleplere bizi ölümden döndürecek bir güçle sahip çıkın” diyor...


Zindandaki direniş, sokaktaki direnişe çağrıdır. Hükümete mesajı sokak verecek... Taleplerin yerine getirilmesini hükümetten milyonlar isteyecek...


Bu çağrının önemini anlamak için sorulacak soru şu: Zindanda bulunanlar kim?


AKP, onun İçişleri Bakanı, polis şefleri ve mahkemeler, bu soruya çok açık yanıt veriyorlar: Diyorlar ki, ''biz bu kitlesel tutuklamalarla, Kürt halkını “sokağa çıkamaz” hale getirmeyi amaçladık, onu örgütleyen, onu aydınlatan herkesi hapse attık, onların yerini alanları da hapse attık, şimdi de onların yerini alanları ve almaya hazırlananları hapse atıyoruz ve atacağız...” demekteler.


Zindandakiler, şu son on yıl boyunca yaşanan bütün serhildanların legal örgütleyicileri... Peş peşe kazanılan seçimlerin legal planlayıcıları... BDP’yi kitleselleştiren ve sokakları özgürleştirenler...


İşte onlar bu ölümüne yürüdükleri yolda diyorlar ki; “AKP hükümetinin bu zorbalığını boşa çıkarma kararı verdik; onlar bizim halkın bağrında örgütlenme, aydınlatma çalışmalarımızı önlediklerini sanıyorlar; halkımızın sokağa çıkmasını bu yolla engelleyeceklerini hesaplıyorlar; aldanıyorlar; işte şimdi biz, yani on bin tutsak, yeniden görev başındayız; ölüm orucumuzla halkımızın örgütlenmesine, aydınlatılmasına, sokakları özgürleştirmesine, yeniden katkıda bulunuyoruz; demokratik taleplerimiz için mücadeleyi örgütlememizi engellemek isteyen hükümete cevap veriyoruz: Görev başındayız.”


Onlar böyle diyorlar.


Ölüm orucuna yatanlar, özgürken yaptıklarını bu yolla yapıyorlar.


“Ölüm orucuyla talepte bulunmaya” karşı konuşan pek çok aptal var.


“Ölümü kullanmak” olur muymuş? Bu “şantajmış”...


Ne kullanması? Ölmek üzereler.


Bu utanmaz koroya ne denebilir?


Bin direnişçi, zindana girmeden önce de “ölümüne bir yürüyüş” içinde değil miydi? Onlar halkın hakları için canlarını sokakta, yolda, dağda, ovada ölüm pahasına ortaya koymuyorlar mıydı? Meclise girip de sokakta kurşunlanan Kürt vekil Sincar “ölüm” pahasına direniş içinde değil miydi? Ahmet Türk defalarca ölümle yüz yüze gelmedi mi? Pervin Buldan, Ayla Akat Ata, Gültan Kışanak her demokratik gösteride polisin öldürücü saldırılarından kıl payı kurtulmadı mı? Zindan’da ölüm orucuna yatan çocuklar gösterilerde kurşunlanıp öldürülmedi mi?


Sokakta ölümü “kavga” ederek göğüslüyor bu halk.


Zindanda ise ölümü “açlık grevi”nde göze alıyor.


“Ölüm!”


Bu tercih ne dağdakilerin, ne ovadakilerin, ne serhildanlara katılanların, ne de zindanda ölüm orucuna yatanların tercihi değil. Türk devletinin bütün güçleri ve kurumlarının Kürt halkına dayattığı, onu haklarını istemekten vazgeçirmek için onların önüne koyduğu, göz korkutmak, sindirmek, boyun eğdirmek, onursuzlaştırmak için yüz yıldır Kürt insanının yaşamına karşı dayattığı “akibet” değil mi?


“Ya sus, ya öl!” diyen kim Kürtlere?


Kürt halkını en basit hakları için ölümü göze almaya mecbur eden “örgüt” mü, yoksa devlet mi?


“Örgüt emriymiş”!


Utanın!..


Şimdi “örgüt” 30 Ekim’de tüm Kürdistan’da “ölümleri durdurmak” için, milyonları sokağa çağırıyor işte... Ve halk milyonlarla sokakları doldurduğu, tüm yaşamı 30 ekim günü durdurduğu zaman, yani ovada “silahsız devrimci halk direnişi” süreci başladığı zaman, işte o zaman zindanlardaki direnişçiler “örgütleyici, aydınlatıcı, harekete geçirici” doğal görevlerini yerine getirmenin vicdan rahatlığı içinde “hayata döneceklerdir.”


Zindanda “hayat” için sokağa!..


Özgür Gündem

Kürtlere Karşı ABD İle Gizli Plan

Kürt sorununu çözümsüz bırakmak için her türlü oyunu sergileyen ABD ile Türkiye’nin Kürtlere karşı kirli planları sürüyor. Dempsey’in, Suriye Kürdistanı’na ve PKK’ye karşı “birlikte Türkiye’yle plan yaptık, ekip gönderdik” sözlerini, TSK onaylar gibi yalanladı. Ancak Clinton’un açıklamaları da planların varlığını bir kez daha doğruladı.

Rojava’ya ve PKK’ye karşı ABD ile gizli savaş planı...


ABD’nin askeri bir ekip gönderdiğini doğrulayan Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklama şöyle: “Dost ve Müttefikimiz ABD Silahlı Kuvvetlerinin; 11 Aralık 1980 tarihinde imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) kapsamında İncirlik/Adana’da, 14 Eylül 2011 tarihinde imzalanan protokole göre Kürecik/Malatya’da ve ABD’nin Ankara Büyükelçiliği nezdinde faaliyet gösteren Savunma İşbirliği Ofisi (ODC) Başkanlığında askerî personeli görev yapmaktadır. Yukarıda belirtilen askeri personelin dışında, Suriye’de meydana gelen gelişmeler kapsamında ülkemizde görevlendirilen ABD askeri personeli ve birliği bulunmamaktadır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”


‘PKK’ye karşı ekip gönderdik’


ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey, önceki gün “Türkiye’ye, Suriye ve PKK ile ilintili bazı terörle mücadele kaygıları konularında birlikte planlamalar yapmak için ekipler gönderdiğimiz zamanlar oldu” demişti.


Karayılan söylemişti


Öte yandan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin “PKK’ye karşı Bin Ladin Yöntemi” şeklindeki açıklamalarının ellerindeki istihbarat bilgilerini doğruladığını kaydetmişti. ABD’nin çatışmanın sürmesinden yana olduğunu belirten Karayılan, Ricciardone’nin sözlerindeki mesajın da bu olduğunu söylemişti. Karayılan, “ABD, PKK ile devlet arasında diyalogla çözüme gidilmesine karşı” diye sözlerine eklemişti.


Hertling de PKK’ye karşı kışkırttı


ABD’lilerin bugünlerde PKK’ye karşı savaş kışkırtıcısı demeçlerine bir yenisi daha eklendi. ABD’li komutan Hertling, Suriye’den Türkiye’ye düşen top mermilerinin ''kimin tarafından atıldığının net olmadığını'' ileri sürerek provokatif bir tarzda PKK’yi hedef gösterdi. Kahniye Xezalan’a (Akçakale) düşen top mermileri, 1 anne ile 3 çocuğu ve başka bir kişinin ölümlerine neden olmuştu. ABD’nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Mark Hertling, Suriye sınırından Türkiye’ye düşen top mermilerinden söz etti. Hertling, Kahniye Xezalan’da 5 kişinin ölmüne neden olan ve arkası kesilmeyen top mermilerinin kimden geldiğine yönelik kafa karışıklığı bulunduğunu iddia etti.


Hertling şunları söyledi: “Bu mermilerin Suriye güçlerinden mi Türkiye’yi işin içine daha fazla dahil etmek için muhalif gruplardan mı yoksa Suriye’deki PKK’den mi geldiği noktasında kafa karışıklığı bulunuyor.”


ABD’nin yine PKK düşmanlığı depreşti!


ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Türkiye hükümetine gönderdiği “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamasında,” NATO’dan söz ederek, bayram yerine, “PKK’ye karşı işbirliğini
kutlaması dikkat çekti. PKK’yi 'Bölgesel Güç' olarak tanımlayan Clinton, yayınladığı mesajda, şunları ifade etti: “Bu özel günde, uluslarımız arasındaki güçlü ortaklığı ve dünyada barış ve güvenliği destekleme, ekonomik refahı geliştirme ve demokratik dönüşümleri teşvik etmeye dönük ortak arzumuzu tekrar teyit ediyoruz. Bu yıl, ayrıca Türkiye’nin NATO üyeliğinin 60. yıl dönümünü ve (bu kapsamda) PKK gibi bölgesel tehditler de dahil olmak üzere terörle mücadele ve küresel güvenliğin derinleştirilmesi yönündeki işbirliğimizi kutluyoruz.”

Özgür Gündem

Halep’te Tutulan Sivillerden 150’si Serbest Bırakıldı

YPG Güçleri Batı Kürdistan'da yaşayan bütün halkların güvenliğini sağlıyor
Suriye’nin Halep kenti Eşrefiye mahallesinde yaşanan çatışmalar ardından, Helep-Efrin yolu üzerinde, kendilerini Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olarak tanıtan silahlı gruplar tarafından tutulan Kürtlerden 150’si serbest bırakıldı.

Halep’in Eşrefiye mahallesine giren bir grup 26 Ekim günü mahalleye girişlerini protesto eden halka ateş açarak 10 kişiyi öldürmüş, 25 kişiyi de yaralamıştı. Saldırı ardından misilleme eyleminde bulunan YPG güçleri, gruptan 19 kişiyi öldürerek, mahalleden çıkarmıştı.

Çatışmalar ardından kendilerini Özgür Suriye Ordusu olarak tanıtan gruplar Halep-Efrin yolu üzerinde kurdukları kontrol noktalarında 300 Kürt sivili tutuklamıştı. Taraflar arasında yapılan görüşmeler ardından bugün 150’den fazla sivilin serbest bırakıldığı öğrenildi. Diğer kalan sivillerin de kısa zamanda serbest bırakılacakları bildirildi.

Öte yandan, Eşrefiye mahallesine saldıran gruptan ölenlerin cenazelerinin teslim edilmesi sırasında, grup tarafından gözaltına alınan kadın YPG’li için de müzakerelerin devam ettiği öğrenildi. YPG kaynakları, söz konusu YPG’linin gözaltına alındığı aynı yerde serbest bırakılmasının istendiğini aktardı. Bunun karşılığında YPG’nin de elinde bulunan esir ve cenazeleri teslim edeceği öğrenildi. 


ANF

YPG Komutanı Hemo: Saldırıda Azadi Partisi’nin Parmağı Var

Batı Kürdistan'ın Givenlik ve Asayişini sağlayan Halk Savunma Güçleri(YPG)
Halk Savunma Birlikleri (YPG) Komutanı Sipan Hemo, Halep’in Eşrefiye mahallesindeki saldırı düzenleyenler arasında Azadi Partisi’ne yakın kişilerin bulunduğunu belirterek, “Bu kişilerden 7’si öldürüldü, 2’si tutuklandı. Eğer bu Azadi Partisi bu konuya açıklık getirmezse sert tutum alacağız” uyarısında bulundu. Komutan Hemo, ayrıca saldırıyı düzenleyenlerin çete olduklarını belirterek, “Özgür Suriye Ordusu olarak görmüyoruz” dedi.

Halk Savunma Birlikleri (YPG) Komutanı Sipan Hemo, Halep’te yaşanan saldırı ve çatışmalarla ilgili Ronahi TV’ye açıklamalarda bulundu. 25 Ekim günü, Halep’in Şeyh Meqsud ile Eşrefiye mahallerine giren silahlı bir grubun, yürüyüş düzenleyerek mahallelerinden çıkmalarını isteyen sivil halkı tarayarak 10 kişiyi öldürüp, 25 kişiyi de yaraladıklarını hatırlatan Sipan Hemo, “Hem rejim, hemde silahlı gruplar Kürtleri savaşın içine çekmeye çalışıyorlar. Bu silahlı grupların bazılarının devletle ilişkilerinin olduğu yönünde elimizde bilgiler mevcut” dedi.

SALDIRI ÇETELERİN İŞİDİR

Halep’teki saldırının, Halep ve Efrin çevresinde yerleşmiş olan, kendilerini Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olarak tanıtan ‘çetelerin’ işi olduğunu belirten YPG komutanı Hemo, söz konusu ‘çetelerle’ bazı Kürt partilerinin de ilişkilerinin olduğunu söyledi. Komutan Hemo, “Bunlardan biri Kürt Azadi Partisi’dir. Saldırgan grubun içinde bu partiye yakın Kürtler vardı. Ölenlerin arasında –YPG’nin düzenlediği misilleme eyleminde 19 kişi ölmüştü- 7 Kürt de (6’sı Efrin’den, 1’i Kobani’den) var. Biz onların siyasi ilişkilerini de biliyoruz. Esir aldığımız 7 kişi arasında da 2 Kürt bulunuyor” dedi.

Adı geçen partilerden olaya açıklık getirmelerini isteyen Sipan Hemo, “Eğer açıklama yapmasalar, onlar katliamın ortağı olacaklar ve onlara karşı tutumumuz daha da sertleşecektir” dedi.

'SALDIRGAN GRUBU ÖSO OLARAK GÖRMÜYORUZ'

YPG Komutanı Hemo, saldırgan grubu Özgür Suriye Ordusu olarak görmediklerini de söyledi. Hemo, “Biz onlara saygılıyız. Onlara başarılar diliyoruz. Ancak kendilerini Selahaddin Eyubi Tugayı olarak tanımlayan bu grup ayrıdır. Hiçbir ilke ve ahlakları yoktur. Çetedirler” dedi.

Sipan Hemo, ayrıca saldırgan gruptan ölenlerin cenazelerinin teslim edilmesi sırasında, Halep güçlerinin sorumlularınan bir bayanın saldırgan grup tarafından tutulduğu, ayrıca Halep-Efrin yolunda çok sayıda sivilin de tutulduğunu söyledi. Hemo, söz konusu tutulanlar konusunda görüşmelerin başladığını belirtti.

Komutan Hemo, Kürt halkının savunma güçleri olduklarını belirterek, hiç kimseye karşı saldırı düzenlemediklerini, ancak halka karşı saldırı gelişmesi durumunda sert karşılık vererek halkı koruyacaklarını sözlerine ekledi.

ÖSO: BAZI KÜRT ÇEVRELER SEBEB OLDU, EŞREFİYE’YE GİRME YANLIŞTI

Bu arada, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) komutan yardımcısı Malik El Kurdi, Eşrefi’ye mahallesine girilmesinin yanlış olduğunu söyledi.

Elkurdiyenews internet sayfasına açıklamalarda bulunan El Kurdi, çatışmalar ardından bizzat devreye girerek krizin çözümü için görüşmelerde bulunduğunu belirtti. El Kurdi, söz konusu çatışmanın büyümesinin önüne geçmek için üçüncü bir taraf üzerinden YPG ile ilişkiye geçtiklerini aktardı. Çatışmalar ardından Halep-Efrin yolunda 400 sivilin tutulduğunu, bunların serbest bırakılması için girişimlerini sürdürdüklerini söyledi.

Çatışmaya neden olan Eşrefiye mahallesine girişin yanlış bir şey olduğunu belirten Malik El Kurdi, çatışmaya bazı Kürt çevrelerin sebebiyet verdiğini söyledi. Bu kesimlerin kimler olduğu sorusuna El Kurdi, “Kürt partilerine bağlı bazı güçler sebebiyet verdi. Siyasi ve askeri çevreler. Özellikle de Selahhadini Eyubi Taburu. Bu tabur ÖSO içinde, “Mahalle üzerindeki PKK kontrolünü ortadan kaldırmalıyız” söylemlerini yaymıştı. Gözlemciler ile mahalle halkı, bu taburun bizzat ÖSO ile işbirliği yaptığını ve onlardan silahlı olanların öldüğünü söylüyorlar” dedi. 


ANF