Nuray Mert Milliyet'te yayınlanan bugünkü
yazısında, AKP'nin uygulamalarına karşı sinerek sessiz kalan kesimleri
eleştiriyor. "Unutmayın, 'demokrasi bir cesaret rejimidir', daha
önemlisi yalnız cesur insanlar özgürdür." diyen Mert'in yazısını
yayınlıyoruz:
Özgürlük, her şeyden önce, insanın doğru bildiği şekilde
yaşayabilmesi, değer verdiği ve doğru bulduğu şeyleri ifade edebilmesi
ve peşinden gidebilmesi demektir. Demokratlık, insanın kendisinin
doğruları dışında, farklı tercihlerin özgürlüğüne saygı duyması, onlar
ile kavgasız bir şekilde, birlikte yaşamanın yollarını bulma çabasıdır.
Bir toplumda yaşayan insanlar, özgürlüklerinden ne ölçüde fedakârlık
edebiliyor veya etmiyorsa, özgürlüğün sınırı oradan çizilir. Farklı
kimlik, düşünce veya siyasi tercihte olanların özgürlüğüne dokunulmasını
ne ölçüde içine sindirebiliyor veya sindirmiyorsa demokrasinin sınırı
orada çizilir.
Demokraside ısrarın ölçüsü
Özgürlükler ve demokrasi, yemek tarifi gibi reçete yazmakla, vaaz
vermekle hayata geçmez. Gün gelir, özgürlük ve demokrasi iddiası zora
girebilir, türlü baskılar ile karşılaşabilir, bu baskılara karşı
durmanın bedeli ağırlaşabilir. O durumda, demokrasi ve özgürlüklerin
seyrini belirleyecek olan, özgürlük ve demokraside ısrarın ölçüsüdür.
Türkiye'nin son günlerde içinde bulunduğu ve giderek ağırlaşan
türbülansın açığa çıkardığı tablo hiç de iç açıcı değil. İktidar partisi
ve onu destekleyen toplumsal kesimin başkalarının özgürlüğü ile pek
ilgilenmediği iyice ortaya çıktı. Ama, demokrasi krizimizin tek nedeni
bu değil, bu gidişe karşı ciddi bir itirazın olmaması. Kimse kusura
bakmasın ama, dayatmalar karşısında bu denli kolay pes eden bir toplum,
otoriter siyasetlerden siyaset beğenmek durumunda kalır.
Ağzından çıkacak lafı, iktidarı gücendirmemek, dikkat çekmemek adına
bunca ölçüp biçenler bu denli çok oldukça iktidarlar, 'biraz daha ölç,
biç' demekte tereddüt etmezler. Mesela, basın tarihimiz bir özgürlük
mücadelesi tarihi mi ki, bugün basın özgürlüğü kısıtlanamasın? Dün 28
Şubat paşalarına uyum sağlanmadı mı? Doğrudan uyum içinde çalışmayanlar
da, 'bizi bu işlere karıştırmayın' diye işin içinden sıyrılmadı mı?
Baskı yapanı ve baskıları sorun etmek yerine, 'ama İslamcılar da
demokrat değil!' bahanesi ile baskı altında olanı suçlama, eleştirme
yoluna gidilmedi mi? Şimdi aynı insanlar, aslında tam da aynı şeyi
yapmıyorlar mı? Kendi özgürlüklerinden çoktan vazgeçmiş olanlar, bir
büyük itirazın sesi olan Kürt siyasal hareketine karşı aslında dün
yaptıklarını tekrarlıyorlar, şaşılacak bir şey yok. Yani demokrasi
cephesinde değişen bir şey yok.
Sindirme hareketine giden yol
Bugün KCK operasyonları ile, BDP ve topyekün tüm Kürt siyasal
çevrelerine karşı uygulanan sindirme hareketine giden yolun
döşenmesinde, bu ülkenin aydın ve demokratlarının, sanıldığından çok
payı var diye düşünüyorum. Demokratik sürecin işleyebilmesi için
'silahlı siyasal hareketin, örgütün' devre dışı kalması gerektiğini
söylemek başka şey, 'silahlıları' demokratik siyasetten uzaklaşmanın
bahanesi yapmak başka şey iken, kendine demokrat diyenlerin çoğu bu
bahaneyi besleyip büyütmeye katkı sunmadı mı? Zaten sorun, demokratik
siyasetin 'silahlı siyaset'in yerini alması için gerekenlerin yapılması
değil miydi? Silahlı siyaset çağrı yapmakla sona erseydi, zaten bu
noktada olmazdık. Hal böyle iken, dostlar iş başında görsün diye
demokratik zeminin oluşmasına yoğunlaşmak yerine, silahlılara çağrı
yapmayı öncelemek, nasıl bir akıldı?
En önemlisi, 'silahlı siyaseti benimsememek, eleştirmek' başka şey,
adını koymak başka şey değil mi? 'Terör', 'terörist', resmi ve yasal
tanımlar, toplumsal-siyasal meseleleri bu tanımlar çerçevesinde
anlamamız ve çözüm üretmemiz mümkün değil. Demokratik siyasetin, silahlı
bir hareketi meşru sayması mümkün değil, ama bir silahlı hareketin bu
denli toplumsal taban kazanmış olması 'terör' diye geçiştirilebilecek
şey hiç değil. Demokratik zeminin yeniden inşası için, önce
tanımlarımızı sorgulamak gerekmiyor muydu? Bunu yapmadığımız sürece,
tabanı silahlı mücadeleye sempati duyan BDP çizgisindeki tüm Kürt
siyasal çevrelerini, 'terör' ile bağlantı ile itham edip, 'terörle
mücadele' kapsamında sindirmeye girişmek beklenmeyecek şey miydi?
Terör deyip geçmeyeceğiz
Derdimiz, toplumsal barış, demokrasi ve özgürlükler ise, cesur
olacağız; illa beğenmemiz, tasvip etmemiz gerekmiyor, terör deyip
geçmeyeceğiz, önce adını koyacağız, muhatap alacağız, sonra karşımıza
alıp tartışacağız, konuşacağız, anlaşacağız, başka yolu yok. Veya var,
askeri operasyonlar var, cezaevleri var, yetmezse, yenilerini inşa etmek
var, ikna edemediğimiz milyonların içinden binlercesini tutuklayıp,
diğerlerini sindirmek, yıldırmak var, var da var.
Son olan bitene timsah gözyaşı dökmenin alemi yok, ayrıca sadece
Leyla Zana'ya, milletvekillerine, seçilmişlere ayıp olmuyor, en önemlisi
seçenlere ayıp oluyor. Örgütle, parti ile, şu veya bu dernek ile değil,
öncelikle milyonlarca insanla muhatabız, kaçak güreşmeyi bırakalım,
dönüp onlara söyleyecek sözümüz var mı ona bakalım. Tabii sahiden
özgürlükler, demokrasi, haysiyet gibi bir derdimiz varsa.
Evet, en çok da haysiyet gibi bir derdimiz varsa, haysiyet doğru
bildiğinin peşinden gitmektir, iktidar kendi doğru bildiğinin peşinden
gidiyor. Ses çıkarmayan veya fısıltı ile yetinenlere gelince, ya sizin
doğrularınız iktidarın doğruları ya da doğru bildiğinizin arkasında
durmaya cesaretiniz yok. Unutmayın, 'demokrasi bir cesaret rejimidir',
daha önemlisi yalnız cesur insanlar özgürdür. Özgürlük sıradan
'serbesti' değildir, özgürlüğünden fedakârlık edilip serbest
kalınabilir, belli ki çoğumuzun tercihi bu yönde.
Nuray Mart