Anılarını “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı” adıyla kitap
halinde yayımlayan Osman Nuri Gündeş, Ağca’nın uyarıya rağmen
kaçırıldığını, Gülen okullarında CIA ajanlarının öğretmen olarak görev
yaptığını, Abdullah Öcalan’ın İtalya’dan itibaren MİT’in kontrolünde
olduğunu, ASALA ile savaşacak elemanlar için Çankaya Köşkü’nün altında
atış poligonu oluşturulduğunu yazdı…
Önemli ipuçları taşıyor
Osman Nuri Gündeş 85 yaşında bir eski istihbaratçı…
1964-1986 yılları arasında Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışmış.
1977-1984 arası, yani 12 Eylül’e uzanan fırtınalı dönemde ve 12
Eylül sonrasında İstanbul’da MİT Bölge Başkanı olarak görev yapmış.
Tansu Çiller döneminin Başbakanlık İstihbarat Başdanışmanı olarak tanıyoruz kendisini…
Gündeş, teşkilatın en çok tartışılan isimlerinden biri…
Adı, Hiram Abas-Mehmet Eymür’le çekişmeleri ve yeraltı dünyasıyla ilişkili olduğu iddialarıyla sık sık gündeme gelmişti.
Gündeş, 1950’li yıllardan başlayan anılarını “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı“ adıyla kitaba döktü.
500 sayfalık bu anılarda kendisinden “Başkan“ diye söz eden Gündeş,
kitabında 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül döneminin önemli olaylarına
yer veriyor; bu arada MİT içindeki hesaplaşmaya da geniş yer ayırıyor.
Cevabı merakla beklenen bazı soruların cevapları yine verilmemiş
olsa da, Mumcu, Kışlalı, Aksoy, Üçok gibi birçok cinayet, sadece
zikredilip “sır verilmeden” geçilmiş olsa da, yazım ve dizgi
hatalarının yanı sıra, Oktar Cerit diye Yılmaz Özdil‘in fotoğrafının
basılması gibi hatalar bulunsa da Gündeş‘in anıları önemli ipuçları
taşıyor.
Yakın tarihin bir istihbaratçı tanığının sunduğu bu ipuçlarından bazılarını buraya almak istedim.
GÜLEN OKULLARI
‘CIA ajanları öğretmen maskesiyle görev yapıyor’
Gündeş, kitabında Fethullah Gülen hareketini Moon tarikatına benzetiyor.
Amerikalıların Kore’yi işgal ettikten sonra, Güney Kore’yi
sömürgeleştirebilmek için Hıristiyan Moon tarikatını kurduklarını,
böylece nüfusu Budistlikten vazgeçirip Hıristiyan yaptıkları gibi
tarikat aracılığıyla dünyada komünizm karşıtı bir blok oluşturduklarını
söylüyor. Gülen‘in de Komünizmle Mücadele Derneği’nden yola
çıktığını, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkelere öncelik
verdiğini hatırlatıyor.
“Sonra CIA, cemaatin faaliyetlerini Rusya’ya yönlendirdi” diyor.
Şu satırlar kitabın “Fethullah Gülen gerçeği“ bölümünden:
Fethullah Gülen gerçeği
“Gülen cemaati tarafından özellikle de Türk cumhuriyetlerinde açılan
okullarda diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları ‘İngilizce
öğretmeni’ diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye’de yapılan üst
düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi
tarafından itiraf edildi. Toplantıda MİT temsilcisi de bulunduğu halde,
olay karşısında sessiz kalındı. Durum, devletin resmi olarak
yayımladığı kitapla da belgelendi.”
Öğretmen kılıklı CIA ajanları
“Yer: Ankara’daki Başkent Öğretmen Evi…
Ev sahibi: Milli Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Eğitim-Öğretim Genel Müdürlüğü…
Konu: Yurtdışında açılan Türk okullarının sorunları…
Toplantıya başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor.
Dahası Başbakanlık’tan, MİT’ten, Dışişleri Bakanlığı’ndan temsilciler ve yurtdışında okul açmış bazı kimseler de var.
Bu toplantıda Özbekistan’da 18 okul açmış bir şirket sahibi
okullardan bahsederken ‘Fethullahçılara ait okullar’ dedi; Türk Milli
Eğitimi buna seyirci kaldı. Bu arada okulların müdürü, Amerika’nın
Özbekistan’daki bir uygulamasını dile getirdi:
‘ABD, “dostluk köprüsü“ adı altında getirdikleri 70 kişilik öğretmen
grubuna diplomatik statü kazandırmış. Özbekistan’da diplomatik
pasaportla bulunan ABD’li öğretmenlerin çoğu, Gülen cemaatinin
okullarında çalışmaktadır. “İngilizce dil öğretmeni” olarak gözükmekte
iseler de esasen Amerikan Gizli Servisi’nin güdümünde görev yaptıkları
ve çalıştıkları ülkelerde Pentagon’da üretilen Amerikan
politikalarının uygulamasının baş ajanları görevlerini
sürdürmektedirler. Onların İngilizce hocalığı sadece maske
görevleridir. Örneğin Kırgızistan’da da 60 kadar Amerikalı “öğretmen”
vardır.’”
ÖCALAN’IN YAKALANIŞI
‘Apo İtalya’dan itibaren MİT’in kontrolündeydi’
Gündeş anılarında Öcalan’ın Türkiye’ye getiriliş sürecine de
değiniyor. Burada tanıklığı yok; ancak “ilk ağızdan öğrendiği“ ilginç
bir bilgiye yer veriyor.
İşte o satırlar: “Yunan yetkililer, Şubat 1999’da Kenya’da
Yunanistan Büyükelçiliği rezidansından Öcalan’a sığınma sağlanmasıyla
ilgili sorumluluğu kabul ettiler. Ama MİT’in bu işte rolünün büyük
olduğunu unutmamak gerekir. Başkan’ın ilk ağızdan öğrendiğine göre
Öcalan, İtalya’dan itibaren MİT elemanlarının kontrolüne girmiştir.”
“Öte yandan her şeyi iyi hesap eden Pentagon acaba Öcalan’ı Türkiye’nin başına bela etmek için mi teslim etmeyi planlamıştı?”
“Bunu zaman gösterecektir.”
BAY PİPO
Çankaya Köşkü’nün altındaki atış poligonu
Gündeş’in kitabındaki önemli bölümlerden biri de ASALA ile mücadele için istihdam edilen “şahıslar”la ilgili…
12 Eylül döneminde Çankaya Köşkü’nde, Devlet Başkanı Evren‘in damadı
Erkan Gürvit’in sorumluluğunda ASALA ile mücadele için MİT’ten
bağımsız bir birim oluşturulduğu biliniyordu. Gündeş, bu birime
ilişkin ilginç ayrıntılar veriyor. Bu arada burada görevli şahısları
angaje edenler arasında “Bay Pipo“ namlı Hiram Abas‘a da ismini
vermeden atıf yapıyor. Okuyoruz:
MİT’teki Özkurt
“Bir akşam Atatürk Havaalanı’nda iken, MİT Bölge Başkanlığı
havaalanı sorumlusu, telaş içinde Osman Başkan’ı buldu. ‘Özkurt’
adında bir Türk gencinin yurtdışından girişte pasaport polisine
takıldığını ve ‘Ben MİT’in Beyrut elemanıyım’ dediğini söyledi.
Başkan, bu meçhul adama Beşiktaş’ta eski Çırağan Oteli’nde yer
ayırtıp oraya götürmeleri emrini verdi. Teşkilatın her bölümüyle temas
kuruldu; yurtiçi ve yurtdışında takma adla da olsa teşkilatın böyle
bir elemanı yoktu.
Kola kapaklarından hedef
“İlk mülakat sonucu alınan ham bilgilere göre bu genç adam hakikaten
birileri tarafından ASALA ile mücadele için angaje edilmişti.
‘Özkurt’ adındaki bu genç ve birkaç arkadaşına Çankaya’da eğitim
yaptırıldığı, hatta orada bodrum katında geniş bir salonun atış
poligonu gibi kullanılmak için hazırlanmış olduğunu, bu uydurma
poligonda kendilerine koka kola kapaklarını hedef yapıp tabancayla
atış eğitimi yaptırdıklarını anlatmıştı. Kendilerini angaje eden
şahısları tarif ediyordu. Aralarında pipolu ve teneke sesli olanı
tespit edilmişti:
O, Bay Pipo’ydu.
Gündeş ayrılmak istemiş
“Osman Başkan hemen Ankara’ya gitti ve bunun sakıncalarını anlattı.
Ekipler birbirini tanımadan karşılıklı çatışmaya bile girebilirlerdi.
Bu, bir skandal yaratabilirdi. Hatta ülkemize çok büyük zararlar
verebilirdi. Osman Başkan:
‘Böyle münferit ve sorumsuz hareketlere devam edilecekse beni bu görevden bağışlayınız’ diye samimi bir istekte bulundu.
Bu, sinsi bir hesap işiydi. Güya burada kazanacakları başarı, istifa
edip ayrıldıkları teşkilata yeniden dönmek için bir basamak
olacaktı.”
Taşeronlar
Bu arada Gündeş, isim ve ayrıntı vermeden Abdullah Çatlı ve
arkadaşlarının ASALA’ya karşı eylemlerde kullanılmaları olayına da
değiniyor. MİT içinde istihdam edilen “bir grup taşeron”un Fransa’ya
gidip ASALA’ya karşı 40 kadar eylem düzenlediklerini söylüyor.
Abdullah Amca’nın kuşu uçtu
Abdi İpekçi‘nin katili Mehmet Ali Ağca‘nın Maltepe Askeri
Cezaevi’nden kaçırılışı, aradan 31 yıl geçtiği halde hâlâ tartışılıyor.
Hâlâ yeni tanıklıklar ortaya çıkıyor.
Gündeş‘in anılarında da bu konuda önemli bir ayrıntı var. Kitaptaki
anlatımdan, MİT’in bir kuşku üzerine Maltepe’de görevli bir astsubayı
dinlemeye aldığı anlaşılıyor.
Kitapta ismi verilmeyen bu astsubay, Ağca‘nın kaçırıldığı gece nöbetçi olan Yusuf Hududi…
Hududi’nin bir telefon konuşmasının değerlendirmesinden Ağca’nın
hapishaneden kaçırılacağı anlaşılıyor. Sonrasını Gündeş şöyle
anlatıyor:
“Telefon görüşmesinin metni ve başkanlık değerlendirmesini içeren
bilgi raporu, Bölge Başkan Yardımcısı emekli Albay Cevat tarafından
ivedilikle İstanbul Sıkıyönetim Savcısı Hava Hâkim Albay Nevzat
Beygo’ya bizzat teslim edildi.”
Gündeş bu uyarı üzerine Sıkıyönetim Komutanı Org. Necdet Üruğ’un “çok üstün güvenlik önlemleri” aldırdığını söylüyor.
Ancak bir süre sonra Maltepe Askeri Cezaevi’nde aynı astsubaya gelen bir telefon görüşmesinde şu cümleler kaydediliyor:
“Abdullah Amca’nın kuşu yuvadan uçtu; yarın sabah meydana çıkacak.”
MİT, bu konuşmadan “kaçan kuş”un Ağca olduğunu anlıyor.
Nitekim sabah yoklamasında Ağca’nın kaçtığı anlaşılıyor.
Şeytani bir plan yapıyorlar
Akıl alır gibi değil:
MİT, Ağca‘nın kaçırılacağını günler öncesinden bir telefon dinlemesinden öğreniyor. Kimin kaçıracağına kadar bildiriyor.
Ancak yine de kaçırma önlenemiyor.
Kitabı okuduktan sonra Nuri Gündeş‘i aradım.
“Bu nasıl mümkün olabilir? Siz kimi sorumlu tutuyorsunuz” diye sordum.
“Samimi olarak söyleyeyim; ortada bir sorumlu veya hata yok, şeytani
bir plan var. Üruğ Paşa çok önlem aldı, ama o kadar güzel bir plan
yapılmış ki, engellenemedi” dedi.
“Güzel plan”dan kasıt, orada askerliğini yapan Bünyamin Yılmaz adlı
erin Ağca‘ya er üniforması giydirip nöbetçilere parolayı söyleyerek
kaçırmasıydı.
Telefonda bahsi geçen “Abdullah Amca“ ise, ülkücülerin avukatıydı.
MİT, ‘kuş’un peşinde
Gündeş sonrasını şöyle anlatıyor:
“Org. Üruğ telefonla Başkan’ı aradı. Çok üzgündü. Ağca’nın
cezaevinden kaçtığını söyledi. Bu, onun için bir onur meselesiydi.
Mutlaka Ağca’yı bulmak gerektiğini belirtiyordu. MİT merkezine iki
hâkim yüzbaşı göndereceğini, bunlarla işbirliği yaparak bu işin
mutlaka çözülmesini istiyordu.
“12 Mart döneminde bu kabil faaliyetlerde sorguların Bölge
Başkanlığı bünyesinde yapılmasının MİT içinde yarattığı yıpratıcı
etkilerden sıyrılabilmek için Üruğ Paşa’dan tensip edildiği takdirde
karargâh dışında bir yerde sorgulama yapılması ricasında bulunuldu.
“Paşa hemen emir verdi. Sorgulama 66. Tümen’de yapılacaktı. Konuyu
en iyi bilen şube elemanı ile sorgu tekniğine sahip iki memur, iki
hâkim yüzbaşı ile 66. Tümen’e gönderildi.”
Askeri başsavcının itirazı
Gündeş, kitapta bu ekibin Bünyamin Yılmaz’ı sorguya aldığını, fakat
Yılmaz çözülmeye başladığı sırada 1. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı
Başsavcısı Hâkim Albay Refik Kara’nın sorgu yerine gelip MİT’ten iki
kişiyi görünce “Benim hukuk anlayışım MİT ile birlikte sorgu
yapılmasına engeldir“ diyerek tepki gösterdiğini anlatıyor.
MİT sorgucularının bu uyarı üzerine odayı terk ettiklerini, bunun da
zaman kaybına yol açtığını, Ağca’nın bu arada bölge dışına kaçtığını
söylüyor.
Böylece “Ağca muamması”nda söz sırası yeniden dönemin askeri savcılarına geçiyor.
(Can Dündar / Milliyet)