Ne kadar sinsice düşünseniz de Özgür Kürdistan düşü gerçek olacak |
Kürtler, AKP'nin hırçınlığı ve Batılı güçlerin sessizliğine aldanıp
dünyada kovulmuş bir halk psikolojisine girmemeleri gerekiyor.
Ortadoğu'nun kanlı, kirli ve karanlık perdesi biraz aralandığında, Özgür
bir Kürdistan ile Kürt ulusunun doğuşuna tarih tanıklık edecektir.
1. ABD doktrinleri önce karşıtını doğurur: ABD tarihi bir bakıma siyasal doktrinler tarihidir.
"Yeni dünya teorisi" ile Amerika'nın keşfi, 1798 Amerikan bağımsızlık
savaşı ile "özgür dünya ile kölelere eşitlik bildirgesi" 19. yüzyılda
"izolasyon doktrini" Pearl Harbor saldırısı ile "Aktif savunma
stratejisi", II. dünya savaşı sonrası "Monreo doktirini" Sovyet
tehdidine karşi, "Hür dünya" ve daha sonra "yeni dünya düzeni" 11 eylül
ile birlikte "terörizme karşı güvenlik stratejisi", Irak ve Afganistan
müdahelesi ile "yeni Ortadoğu projesi" ve en son ABD'nin Irak'tan
çekilmesi ile birlikte, bölgelere "gardiyan tayin etme stratejisi"
olarak adlandırılan, izafi olarak yeni bir "izolasyon doktrini."
Dünyamızın son asrında eğer bir dünya tarihi varsa, ABD tarihi ve
ürettiği doktrinler incelendiğinde, ''bu dünya tarihini anlatmaya
yeterlidir'' dersek, abartma sanılmasın.
Öncelikle, ABD dünya egemenlik stratejisi, önce karşıtını var
ettikten sonra dostunu oluşturuyor. Karşıtını var eden sistem, sonradan
zorunlu ittifaklarını geliştiriyor. Bunu derken, tüm karşıtları ABD
üretiyor türünden banal bir iddiamiz yok. Ancak, ABD karşıtlığı üzerine
oluşmuş hareketlenmelerin çogu, son tahlilde ABD'nin çıkar menziline, ya
da mecrasına sürüklenmiş olmaları da tarihsel bir gerçektir.
Örnegin, Sovyetlerin nükleer silahlanma yarışı, ABD'nin bir
politikasıydı. Sovyetlerin totaliter, eşitlik adına özgürlügün olmadığı
tek düze bir sisteme karşı, "Hür dünya" teorisi ile bu tuzağa çekildi ve
karşıt politikaya sürüklendi. Sovyetlerin karşıtlığı eğer rosyonalist
bir tarih bilinci ile değerlendirilirse, ABD'nin işine yaramıştır.
Saddam'ın Küveyt'e girişi ve Irak savaşı, ABD'nin çıkar formatları
üzerine kuruludur. Saddam, Baas milliyetçiliğinin gururu ve aldatılmanın
ruh hali ile ABD uşaklığından karşıtlığına sürüklenerek, Ortadoğu'nun
yeniden şekillendirilmesinin basamağı olmuştur.
Ve en son İran. İran tarihsel olarak, Mekke hidivinin sahte
islamcılığına bir alternatif olarak islam ve Şii birliğini temsil
etmede, ruhani bir model olarak, Ortadoğu'nun temel bir durağını işgal
ettiği kesin.
Ancak, ABD terörizme destek veren ülkelerin başında İran'ı
görmektedir. Yine son dönemlerde, İran'ın nükleer silahlanma iddiası,
İran'a müdahale tehdidini gündeme getirmiştir. İran'ın bu iki pozisyonu,
ABD'nin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme politikasına önemli düzeyde
zemin sunmaktadır.
İran Anti-Amerikancılık politikası ile bağnaz islamcılığını
sürdürmeye heveslenirken, asıl olarak bu tutumu ile islam reformasyonu
önünde engel teşkil etmektedir. Mezheplere bölünmüş ve içinde bağnaz
gericiliği barındıran sunni yada şii mezhebçiliği, özünde demokratik
islamın gelişmesinin önünde en büyük iki engeldir.
Kısacası, sunni islamın Amerikan işbirlikçiliği ile şii anti-Amerikancılık, özünde aynı limanda buluşmaktalar.
Bu açıdan İran, ABD sistemini koruyan beslemelik bir düşmandır dersek, sanırım bazı aydınlar itiraz ederler.
Ancak, ABD'nin dünya egemenlik politik doktrinleri incelendiğinde,
"politikalara hizmet eden bir düşman en zengin dosttan daha yararlıdır"
tespiti görülecektir.
Onun için İran'a müdahale olur mu olmaz mı, bu denklemde bakmak gerekiyor.
2. Vietnam ve Irak deneyimi, "İzolasyon Politikası"
ABD tarihinde iki önemli müdahele vardır. Bir Vietnam, ikincisi Irak ve Afganistan.
Vietnam, kanlı bir deneyim ile ABD'nin gerilla mücadelesine karşı düzenli ordu ile savaşın iflas ve yenilgi tarihidir.
Ancak, Keneddy'den sonra gelen Johnson, ABD'nin bu iflasını asgariye
düşürmek için, Vietnam'ı karış karış bombalayarak teknik-taktik
üstünlükle barış masasına çekmekti.
Vietnam bağımsızlığını kazanmıştı, ama talan edilmiş harabe bir ülke olarak.
Bu deneyim, ABD için çok can kaybı ve ekonomik külfete yol açmıştı.
Bir diplomat, "savaşlarda Amerikan çocuklarının ölmesini engellemeliyiz"
diyerek, Keneddy politikasını eleştirmişti. Bunun için yeni bir
politikaya ihtiyaç duyuluyordu. Truman doktirini ile Yunanistan ve
Türkiye ye ekonomik yardım, Monreo doktrini ile ordaki siyasal
hükümetleri, ABD'nin tayin edilmiş bir karakolu olarak kullanmak.
Bu politika ile, artık Amerikan çocuklarının yerine, başka ülkelerin
çocukları ABD çıkarları uğruna faşizmin idealist argümanları ile
öleceklerdi!
İki, Irak ve Afganistan müdahalesi ise, ABD'nin dünya egemenlik
stratejisinin olmazsa olmaz anlamında bir koşuluydu. Dünya ölçeğinde
itibarını ve ekonomik gücünü kaybeden ABD'nin yeni bir çıkış elde etme
deneyimi olmuştu.
Afganistan ve Irak savaşıyla birlikte ABD küresel insiyatifini bir
kez daha ele almıştı. Bu küresel insiyatif iki mecrada ilerleyecekti.
Bir, radikal islami terörizm ilan edip savaş gerekçesi saymak; iki, şii
islamı denetime alabilecek liberal islam akımını Türkiye öncülügünde
Mısır ve Ürdün destekli geliştirmek.
Ancak, bu savaş ABD'ye ciddi bir asker kaybına ve ekonomik krize yol
açacak kadar önemli bir savaş bütçesine, dolayısıyla mali krize neden
olmuştu.
ABD, bu krizi Irak'tan geri çekilerek atlatmaya çalısması, yine bölge
gardiyanı olarak Türkiye'yi atamış olması, ABD'nin 19. Yüzyıl benzeri
bir izolasyon politikası izlediği tartışmalarını gündeme getirmiştir.
ABD'nin 19. yy. izolasyon politikası, kendi içine çekilip, dışa aktif
müdahalede bulunmama olarak varsayılıyor. Görünüşte pasifist ancak
özünde aktivist olan bu politikanın günümüze uydurulmuş biçimi,
merkezine çekilerek kukla olarak atanan güçleri çıkarı için
görevlendirmek olarak şekillenmektedir.
Dönemin Rus liderleri, ABD'nin bu politikasını halkların üzerinde
dövüleceği örs ya da vurulacağı bir çekiç olma olarak, tanımlamıştı.
Yeni izolasyonizm politikası para ve asker zaiyatı vermeden aktif
müdahaleden ziyade ''halkları üzerinde dövebileceği örsü yaratma ile
vurdurabileceği çekici bulma politikası''dır.
ABD'nin Ortadoğu üzerinde sürdürdüğü gerginlik ve istikrarsızlık
politikasının olası bir çatışma ya da savaşa dönüşmesi sonucu ölen ve
öldürenin Amerikan askerlerinin olmayacağı anlamına geliyor.
3. İzolasyon politikasında AKP aktör mü, gardiyan mı olacak?
Ortadoğu, çeliskileri itibari ile özellikle İran ve Suriye bir örs
olma adayı iken, en vurucu güç olan çekiç ise Türkiye seçilmiş durumda.
AKP'nin yıllardan beri Ortadoğu için hazırlanması esas olarak, bu rol nedeniyledir.
ABD Irak'tan çekilirken, Türkiye üç rol üstlenmiş oldu.
Bir, Irak'taki Kürtleri kabullenmesi şartı ile Irak'ın güvenliğini sağlama!
İki, Suriye'ye olası iktidar değişiminde taktik vurucu güç olma,
Üç, İran'ı nötrleştirip, İran'nın ruhani islam liderliğinin rolünü kapma.
Türkiye'nin ve özelde AKP hükümetinin ''Ortadoğu'da aktör olma'' hayaline
dalıp Kürt halkına karşı hırçınlaşması bu nedenledir. Ortadoğu'da
aktörlük rolü kapacağını düşünen AKP, Kürtleri bu güç içinde
ezebileceğini ve hatta Güney Kürtlerini kendine bağlayacağını, Misak-i
Milli'nin de-facto biçimlenmesini hayal etmektedir anlaşılan.
ABD, Ortadoğu politikalarında Türkiye yi görevlendirirken, Türkiyenin
Ortadoğu politikalarını da belirlemiş oluyor. Ancak Kürt sorunu
karşısında ABD'nin politikalarını -stratejik olarak olmasa da güncel
itibariyle- Türkiye'nin belirlediği saptamasını yapmak hiç de yanlış
olmayacaktır. ABD ve Batılıların güncel olarak sessizliği ve hatta AKP
vahşetini onaylamaları bunun kanıtı olarak görülebilir.
AKP, ABD'nin El-Kaide türü örgütler şahsında terörizme karşı
mücadelesinin yanı sıra liberal islam politikasını çok kötü biçimde
kopye ederek, Kürt sorununa indirgemeye çalıştığı görülmektedir. PKK'ye
karşı mücadele, ancak Kürt halkı ile müzakerecilik politikası olarak
ortaya atılan "yeni plan" ABD'nin Ortadoğu'ya uydurmaya çalıştığı islam
politikasının karikatürize edilmiş biçimidir.
Konjüktürel akımın hevesiyle, tarihin doğru ilerlediğine inanan AKP
eksenli Türk dış politikasının göremediği tek şey, halkların direnişinin
bu konjüktürü tamamıyla tersine çevirebilecek güçte olduğudur.
Yine ABD'nin AKP'ye biçtiği misyon bir "gardiyanlık" görevi iken, AKP
bunu "Bölge Aktörü" olma olarak yorumlamaktadır. Önümüzdeki süreçte bu
çatlak giderek derinleşececektir.
Bunun için, könjüktürel durum, sanıldığı gibi bir plan silsilesi
değildir. Çelişkilerin derinliği ve çıkar ilişkisi konjüktürü
belirliyor. En derin çelişkiyi yaşayan Kürtler, yarın çıkarların
ilişkisi olduğunu kimse görmezden gelemez.
Bu gün, Batının rüzgarına yelken açmış Türkiye AKP'sinin, yarın
halkların Doğu -Kürd direnişi- ile karşılaşırsa o zaman, iki rüzgarın
çarpışmasından oluşan hortumla savrulacağı bir hayal olmasa gerek.
4. Kürtler konjüktürde yer almasını başaracak mı?
Dünya ve Ortadoğu yeni bir değişim sürecine girmişken, Kürtlerin, ABD ve
Sovyet çarpışmasından arta kalan kavramlarla kendini idare etmesi
anlaşılır değildir.
Kürtlerde Demokratik Ulusalcılık kuramı yerine kavramcılık gelişerek,
saptamalarda eklektik ve determinist olma adeta bir yazgı olarak
görülüyor.
Kürtlerin uluslaşma ya da ulusal özgürlük kuramları varmı sorusunu
sorduğumuzda, ya sol jargonla "halkların kardeşliği", "Türkiyelileşme",
"Anayasal vatandaşlık" gibi Kürt ulusunu Türk devletine yamayan sol
kavramcılık; ya da islami Kürtçülükten gıdasını alan aşiretçi bir
ilkellikle AKP'nin verdiği kırıntılar ile yetinen bir kavramcılık
karşımıza çıkıyor.
Yine, parçalanmış Kürdistan'ın parçalı siyasetleri geçmişteki gibi
"kardeş kanı dökmeyeceğiz" demeleri ne kadar olumlu ise, Ulusal
konferans geliştirebilecek kapasiteden yoksun olmaları ise o kadar
olumsuz bir durumdur.
Ancak tüm bunlara rağmen, daha önceki bir yazımızda da vurguladığımız
gibi, Kürtler Ortadoğudaki gelişmeleri engelleyecek güçte değiller,
ancak gelişmeleri -siyaset masasında hata yapmamaları kaydı ile-
yönlendirebilme gücüne sahiptirler.
Kürtlerin dört parçadaki parçalı duruşları, konjüktürel durum
açısından değerlendirildiğinde, bu durum Kürtler için bir zaaftan öte
önemli bir güce dönüşmektedir. İşte bu güç, Ortadoğu'daki gelişmeleri
yönlendirme kabiliyetine sahip en temel güçtür. Çünkü Ortadodoğu'da
değişim ve dönüşüme girmesi gereken dört ülkenin çeliskilerinin
aktörüdür Kürt ulusu.
Demografik olarak, Ortadoğu'nun neredeyse ikinci ulusu olan Kürtler
Siyasal taleplerinde birleşip ulusal bir güç olarak ortaya çıkarsa o
zaman konjüktür rüzgarı Kürtlerin lehine de eser.
Kürtler, AKP'nin hırçınlığı ve Batılı güçlerin sessizliğine aldanıp
dünya da kovulmuş bir halk psikolojisine girmemeleri gerekiyor.
Ortadoğu'nun kanlı, kirli ve karanlık perdesi biraz aralandığında, Özgür
bir Kürdistan ile Kürt ulusunun doğuşuna tarih tanıklık edecektir.
Bazılarının iddia ettiği gibi, ne zamanın ruhu, ne de konjüktür Kürtlere karşıdır.
Tek sorun, Kürtlerin konjüktür içinde yer almasını başarıp başaramayacağıdır.