7 Ağustos 2011 Pazar

Belgelerle 'Deniz Fenerleri Kardeşliği



Türkiye’deki Deniz Feneri, Almanya’da başlatılan soruşturmanın hedefindeki Deniz Feneri e.V. ile hiçbir ilişkisi olmadığını söylüyor. Hadi isim ve amblem benzerliğini geçtik, iki dernek arasında transfer edilen ve buharlaşan milyon dolarlara ne demeli? Deniz Feneri bu paraları aktarabilsin diye yapılan acil yasa değişikliğine ne demeli? Ortak yöneticilere, ortak çalışanlara, Firdevsi Ermiş’in bu paralarla AKP seçim kampanyalarının desteklendiği iddialarına ne demeli? 20 kilo sahte belgeye, naylon faturalara ne demeli?

Türkiye Deniz Feneri’nin eski başkanı Uğur Arslan’ın gözaltına alınmasıyla, Almanya ve Türkiye ‘Deniz Fenerleri’ arasındaki ilişki tekrar gündeme geldi. Türkiye Deniz Feneri’nin durumunun netleşmesi ve mevcut ilişkilerinin açığa çıkartılması Ankara’da soruşturması süren dava bakımından oldukça önemlidir. Ayrıca Frankfurt’ta devam eden ve ikinci bir dava açılma olasılığı olan Deniz Feneri Soruşturması için de önemli veriler ortaya koyacaktır.


İki Deniz Feneri derneği olduğunu biliyoruz. Bunlardan birinin başında ‘Almanya’ diğerinin başında ‘Türkiye’ yazıyor. Ama ikizdirler. Birbirleriyle iç içe çalışmaktadırlar. Türkiye Deniz Feneri Derneği, Almanya’da dahası Avrupa’da, “Deniz Feneri” isminin kullanılmasına izin veriyor. İlginç olan ise Almanya Deniz Feneri hakkında dava açılınca, Türkiye Deniz Feneri hemen bir açıklama yaparak, Frankfurt Deniz Feneri ile hiçbir ilişkilerinin olmadığını açıkladı. Sadece isim benzerliği olduğunu belirtti.


Tuhaf olan, Türkiye Deniz Feneri’nin başkanı Uğur Arslan bir Kanal 7 çalışanı ve patronu da Zekeriya Karaman; yani Almanya Deniz Feneri’nden gelen paraların gelip toplandığı merkez. Gizli muhasebe kayıtları da Uğur Arslan’ın çalıştığı Kanal 7’de bulunuyor. “Deniz Feneri” ismi kullanılıyor, bütün yöneticilerinin gelip gittiği yer Kanal 7 oluyor. Kanal 7, merkez işlevi görüyor.


Almanya Deniz Feneri yöneticilerinin tamamını tanıyordu. Sık sık görüşüyordu. Uğur Arslan hiç merak etmedi mi? Neden Deniz Feneri ismini kullandılar? Bu konuda kendisinden bir fikir aldılar mı?


Türkiye’dekiler “ilişkimiz yok” diyor

Deniz Feneri Derneği Genel Başkanı Av. Mehmet Cengiz, Almanya’da görülen Deniz Feneri e.V. davasıyla ilgili olarak şunları söylemişti: “Alman yasalarına göre kurulup oradaki resmi mercilere karşı sorumlu olan Almanya Deniz Feneri e.V. hakkında Nisan 2007 yılında Almanya’da başlayan hukuki süreç ve devamında Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından Almanya uyruklu kuruluşla ilgili olarak bir soruşturma başlatılmıştır. Bu konu ülkemizde bazı medya grupları ve kimi iş çevreleri tarafından istismar edilmiş, isim benzerliğinden yola çıkılarak, Deniz Feneri adı üzerinden, milletin değerlerine açıkça saldırılmış, kamu vicdanı haksız olarak yaralanmıştır.

“Hakkında yargılama yapılan Almanya’daki kuruluşla Deniz Feneri Derneği arasında, resmi prosedürlerle yapılan yardımlar dışında, hukuki ve kurumsal bir bağ mevcut değildir…


“Derneğimizin yurtdışında temsilcilik ya da şubesi bulunmamaktadır. Almanya’da tamamlanmış olan mahkeme sonrası Ankara’da bir soruşturma başlatılmış olmakla birlikte, aynı kapsamda Türkiye Deniz Feneri hakkında yürütülen bir soruşturma yoktur.”[1]


Belgeler ilişkileri ortaya koyuyor

Şimdi bu para transferine geçmeden önce bir noktaya açıklık getirelim. Deniz Fenerleri arasında çok yakın bir ilişkinin olduğuna dair dosyadaki 1251-1300 arasındaki sayfalara bakıldığında çok geniş bilgi ve belge bulmak mümkün. Bu bakımdan “ilişkimiz yok, sadece isim benzerliğidir” söylemi tamamen bir yalandır.

Ayrıca “hukuki ve kurumsal bağ yoktur” söylemiyle işin içinden sıyrılmaya çalışılması işin esasını değiştirmez. Hukuki bazı kılıflar bulunabilir ama pratik durum, yaşanan ilişkiler, bağlantılar esas alınması gereken gerçeği oluşturur.


Örneğin iki Deniz Feneri’nin amblemi de hemen hemen aynı. Normal koşullarda herhangi bir parti, vakıf veya derneğin amblemini bir başka kuruluş kullanamaz. Almanya Deniz Feneri aynı amblemi kullanmaya karar verdiğinde, Türkiye Deniz Feneri’ne sordu mu? Bilgisini ve onayını aldı mı? Almamışlarsa haklarında herhangi bir hukuki işlem başlattılar mı? Bildiğimiz kadarıyla böyle yapılmadı. Çünkü iki derneğin yöneticileri birbirlerini çok iyi tanıdıkları gibi bazı isimler de iki derneğin ortak yöneticileridir. Şimdi ikizler arasında ‘hukuki’ bir bağ yok gibi görünüyor ama aslında tek bir dernek gibi çalışıyorlar. Hangisi gerçek, hangisi doğruyu yansıtıyor?

İki Deniz Feneri’nin yakın temas halinde olduklarını gösteren belgeler



Ayrıca, Türkiye Deniz Feneri ile arasında hiçbir bağ yoksa Almanya Deniz Feneri adına toplanan paraların en çok aktarıldığı ünlü şirket ‘YENİ DÜNYA İLETİŞİM A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı kim?
Uğur Arslan’ın patronu olan Zekeriya Karaman. Peki, bu şirketin Mali İşler Daire Başkanı kim? Harun Kapıyoldaş. Yani 20 kilo sahte belgeyi Kanal 7’den alıp Almanya Deniz Feneri’ne getiren kişi.



İlginç olan şu;
Harun Kapıyoldaş aynı zamanda Türkiye Deniz Feneri’nin muhasebecisi. Deniz Feneri dosyasının kilit isimlerinden biri olan Harun Kapıyoldaş’ın Türkiye Deniz Feneri’nin muhasebe, daha doğrusu para işlerini kontrol etmesi, öylesine tesadüfî bir olay değildir.


Türkiye Deniz Feneri, bu soygun şebekesinin içindedir. Olmadığını söylemek çok açık, bilinçli bir yanıltmadır. Türkiye Deniz Feneri hakkında dava açılır mı? Bunu bilemeyiz. Yargı buna nasıl karar verir? Pek de ilgilendiğim bir konu değil. Ancak somut veriler, ilişki sistemi, kurulan soygun şebekesi içindeki bağlantılar, Almanya Deniz Feneri-Türkiye Deniz Feneri- Yeni Dünya İletişim A.Ş., arasında çok açık bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan Türkiye Deniz Feneri hakkında davanın henüz açılmamış olması, soygun şirketinin içinde olmadığı anlamına gelmez. Belki hiç dava açılmaz, ama bu mevcut gerçeği ve ilişkileri ortadan kaldırmaz.


Almanya Deniz Feneri ile Türkiye Deniz Feneri arasında ciddi bir para transferi yaşandığı gerçektir. Almanya’daki dosya ikizler arasında ciddi bir ilişkinin olduğunu belirtmektedir. Almanya Deniz Feneri üzerinden aktarılan paranın toplam miktarı 18 milyon Euro’dur.


Türkiye Deniz Feneri’nin bu parayı nerede kullandığına dair hiçbir somut veri bulunmadığı gibi hangi bankadan ne zaman ne kadar gönderildiği de bilinmiyor. İfadeleri dosyada geçen
Firdevsi Ermiş, bu paraların bir kısmının seçimler döneminde AKP’nin desteklenmesi için kullanıldığını diğer miktarın ise ne olduğunu bilmediğini belirtiyor. Türkiye Deniz Feneri, ikiz kardeşinden gelen parayı nereye aktardığına dair somut belgeleri sunamamaktadır. Her ne kadar ‘bizim hesaplarımız açıktır’ denilse de gerçek böyle değildir. Bir sonraki yazımızda değineceğimiz gibi Almanya Deniz Feneri adına kesilen ve milyonlarca Euro değerindeki sahte faturaların olduğu gerçeğini hesaba kattığımızda, ikiz kardeşi Deniz Feneri’nin bu tezgahın içinde olduğuna dair önemli kuşkular bulunuyor.

Almanya ve Fransa Deniz Fenerleri olarak Türkiye’deki kardeşlerine para transferini hiç kimse gizlemiyor. Yardım amacıyla yapıldığı iddia edilen bu para transferinde iki örnek verelim.






Almanya’dan Türkiye Deniz Feneri’ne para transferinde bir kısım sorunlar oluştuğunu yapılan yazışmalardan anlamak mümkün. Dernekler yasasında bir kısım kurallar bulunuyor. Bu bürokratik işlem, paranın alınmasında sorunlar yarattığı için, AKP hükümetinin çok acilen bir kısım yasalarda değişikliğe gittiğini yine dosyadaki belgelerden anlıyoruz. Ayrıca gelen paraların hızlı bir şekilde çekilmesi için yasal düzenleme yapılana kadar paraların ödenmesi gerektiğini belirten müsteşar imzasıyla gönderilen genelge dahi hazırlanmış. 5253 sayılı Dernekler Kanunu 23/11129 - 9- ve 25649 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giriyor ve Kanununun 21. maddesi de değiştiriliyor. Herhangi bir yasanın değiştirilmesi aylar alırken, Deniz Feneri’nin paraları alması için yangından mal kaçırır gibi ‘yasal’ değişiklikler dahi beklenmeden müsteşar imzasıyla paranın ödenmesi gerektiği belirtiliyor. Çünkü yasa değişikliği arkadan gelecek. BELGE-6






Deniz Feneri e.V.’nin ikiz kardeş olan Türkiye Deniz Feneri hakkında ciddi bir araştırma yapılması bir bakıma zorunluluk haline gelmiştir. Frankfurt davasında önemli bir yer işgal eden iki Deniz Feneri ile Yeni Dünya İletişim A.Ş., arasındaki ilişkilerin açığa çıkartılması, soygun şirketinin nasıl işlediğine dair önemli veriler ortaya çıkaracaktır.


Son bir soru: Türkiye Deniz Feneri eski başkanı
Uğur Arslan'ın YİMPAŞ’ta görevli Mustafa Arslan ile bir akrabalığı var mı? Yoksa tesadüfi bir soyadı benzerliği mi?


Dipnot:

[1] http://www.denizfeneri.org.tr/icerik.aspx?KOD=tekder-ziyaret 

Mustafa Peköz

Kalkan: İran'ın Operasyonu Taşerondur



İran devletinin Kandil'e yönelik başlatmış olduğu operasyonun Sri Lanka’nın Tamil’e yaptığı ile aynı esas amacı taşıdığını belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan operasyonun sadece İran'ın değil birçok gücün birlikte yürüttüğü bir saldırı olduğunu kaydetti. Kalkan yaşananları uluslararası komplonun ikinci versiyonu olarak nitelendirdi.

Medya Savunma Alanlarında İran operasyonu ve son dönemde yaşanan gelişmelere ilişkin olarak değerlendirmelerde bulunan Kalkan, 15 Temmuz akşamı Kandil'in doğu sınırındaki Dola Koke ile Şehit Ayhan bölgelerinden başlayan kara saldırısına katılan İran güçlerinin ya Türkler tarafından eğitildiğini ya da Türk özel güçleriyle İran askerlerinin birlikte operasyonu gerçekleştirdiğini söyledi.

10 Temmuz tarihinde Doğubayazıd'dan büyük bir askeri konvoyun İran tarafına geçtiği yönündeki bilgileri hatırlatan Kalkan, gerilla tarafından çatışmalarda vurulan 5 askerin de Türk ordusu mensupları olduğu bilgisinin ellerinde olduğunu ifade etti.

Kandil saldırısının 14 Temmuz günü Demokratik Özerkliğin ilan edilmesinin hemen ardından yaşandığını anlatan Kalkan şunları belirtti: “Tayyip Erdoğan ‘yeni stratejiler uygulayacağız’ dedi ardından İran’dan saldırı oldu. Demokratik Özerklik ilanına cevabı İran’dan aldık. Bu gayet nettir. Biz de bir siyasi mücadele ve silahlı savaş da yürütüyoruz. Neyin ne anlama geldiğini biraz bilebilecek durumdayız. Demokratik Özerklik hamlemize karşılık Türkiye’den de saldırılar geldi. Mesela linç girişimleri geldi. Hemen psikolojik savaşa başladılar. ‘PKK bölündü, bilmem şu kanat oldu, bu kanat oldu, Demokratik Özerkliği kabul edenler oldu, etmeyenler oldu’ diye yoğun bir propaganda başlattılar. Bu bir cevaptı. Türkiye’den böyle karşılıklar aldık. Fakat bunlar hepsi değildi. Tayyip Erdoğan’ın yeni stratejisi bu olamazdı. Belki bir boyutu ‘Özel Harpçileri göreve çağırıyoruz’ idi. 90’lı yılların Özel Savaşını yeniden uygulayacaklarını ifade etti. Bir boyut o olabilir; ama hepsini öyle görmemeli. Esası aslında İran üzerinden Kandil ve Xınerê’ye dönük saldırı oldu. Saldırının ilk amacı Doğu Kandil’i ele geçirmekti, hala başaramadılar. Saldırı kırıldı, ilerleyemediler. Duruyorlar, yığınak yapıyorlar.”

Türkiye'nin Güney Kürdistan'ı PKK'yi imha sürecinde yanına çekmek konusunda yoğun bir çaba içerisinde olduğu ve bunun için Erdoğan'ın bizzat Barzani'nin ayağına gittiği değerlendirmesinde bulunan Kalkan şunları ifade etti: “Varılan anlaşmayı hayata geçirmek için işte PKK’nin siyasi gücü var mı, yok mu onu sınamak üzere 12 Eylül 2010 anayasa değişikliğini içeren referandum yaptılar. Eğer AKP orada gerçekten yüksek bir oy oranı alsaydı seçimler 12 Haziran’da değil, Kasım sonu veya Aralık’ta olacaktı. Dolayısıyla kışta saldıracaklardı. Yani bu Kandil’e, Güney’e dönük saldırı planı, Sri Lanka’nın Tamil saldırısına benzer bir saldırı planını Türkiye ve İran 2010 yılının güzünde yapacaklardı. Fakat referandumdan o sonucu alamayınca, hükümet bu durumu 12 Haziran seçimlerine erteledi. Seçimlerden istediği, umut ettiği sonuçları almak istedi.

AKP cephesi açısında seçimlerle elde edilmek istenen hedefler nelerdi? Üç yıldır üç seçim oluyor. 2009 seçimleri, 2010 seçimleri, 2011 seçimleri. Her seçime referandum diyorlar. Nerede referandum? Kürdistan'da referandum. Ne referandumu? Kürtler PKK'ye oy veriyorlar mı, vermiyorlar mı referandumu. Birisinde az oy çıksa, yüzde ellinin altında, o zaman diyecek ‘bak Kürtler PKK'yi desteklemiyor, PKK terör örgütüdür’ onun üzerine Tamil’e nasıl saldırı yapıldıysa PKK’ye de saldırı yapacaklar. Niye o zamanı bekliyorlar? Çünkü dış güçlerden, bölgesel güçlerden destek almaları gerekiyor. Bu sonucu onlara göstermeleri lazım ki destek alabilsinler. En son 12 Haziran seçiminde de onu yapmak istediler ama kaybettiler” dedi.

AKP’nin seçimde anayasayı tek başına değiştirecek sonucu elde edemediğinin altını çizen Kalkan, AKP’nin seçim stratejisini iki boyutu olduğunu ifade ederek: “Bir; BDP’yi seçim dışına düşürerek, PKK'nin, Kürtlerin çoğunluğunun oyunu alamadığını göstermek, ‘terör örgütü’ diye uluslararası alanda propaganda edecek bir zemin yakalamak. İki; tek başına anayasa yapabilecek bir meclis çoğunluğu elde etmek. Bunun için yüzde on barajını düşürmedi. O kadar eleştiriye rağmen düşürmüyorum dedi. Ona dayanarak BDP’yi seçim dışı tuttu.

AKP ikisinde de başarılı olamadı. Ne Kürdistan'da oy oranı arttı, BDP’yi seçim dışı bırakmasına rağmen milletvekili sayısını azaltabildi, ne de umut ettiği tek başına anayasa yapacak bir meclis çoğunluğunu elde edebildi. Tersine, eskisinin altına düştü milletvekili sayısı. 2007 seçimlerinde 342 vekil çıkarmıştı, şimdi 326’a düştü. 330’un altına da düştü. Daha önce 330’un üstündeydi. İstediği değişikliği yapamasa da doğrudan yapamasa da, referanduma götürebiliyordu. Örneğin 12 Eylül referandumu öyle oldu. Şimdi yalnız başına referanduma götürme gücünü de kaybetti. Aslında AKP seçimden çok zarar görmüş olarak çıktı. Tayyip Erdoğan’ın stratejileri seçim stratejisi tamamen başarısız kaldı.”

“AKP’NİN SİYASİ İRADE KIRMA OPERASYONU BOŞA ÇIKTI”


Gelinen noktada AKP’nin yeni anayasayı yapabilmesi için muhalefetin iradesini kırma ve etkisizleştirmeyi hedeflediğini belirten Kalkan devamla şunları belirtti: “AKP onu umut etti ve Önder Apo’nun hukuk komplosu dediği olaylar böyle gelişti. Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürdüler, tutuklu milletvekillerinin tahliyesini engellediler, böylece bir irade kırma saldırısı yaptılar. Öyle bir saldırıyla başta BDP olmak üzere muhalefeti iradesiz kılıp ona dayanarak istediği anayasayı yapacak bir ortamı yakalamayı hedefledi. Bir taraftan da CHP’yle görüşmeler yaptılar. AKP tek başına istediği milletvekilliğine ulaşamayarak yapamadığı anayasa değişikliğini CHP’yle anlaşarak yapmayı da hedefliyor. Fakat açığa çıktı ki, 13 Haziran’dan itibaren CHP’yle yürüttükleri görüşmelerden istedikleri sonucu alamadılar. CHP’nin isteklerini, ön ilkelerini AKP kabul edemedi. Diğer yandan siyasi irade kırma saldırısına karşı da direnç gelişti. Mesela BDP boykot etti. CHP muhalefet yalnız BDP’ye kalmasın, gerekçesiyle de olsa yemini boykot etti. Bir direnç oluştu. Tayyip Erdoğan bu direnci kırabilirim, tükürdüklerini yalatırım diye üzerlerine giderken, Önder Apo direnci güçlendirecek açıklamalar yaptı. Bu durumun bir siyasi irade kırma operasyonu olduğunu söyleyerek, milletvekillerinin boykot kararına destek verdi, halkı buna karşı direnişe çağırdı, sahip çıkmaya çağırdı. Bu AKP’nin oyununu bütünüyle bozdu.

Önder Apo onunla da sınırlı kalmadı. Siyasi hamleyi daha da ileri götürdü. İmralı’da yürüttüğü görüşmelerin sonuçlarını açıkladı. Bu protokolleri hazırladıklarını, KCK’nin onayladığını, hükümete de sunduğunu ve 15 Temmuz’a kadar cevap beklediğini söyledi. Bundan çok rahatsız oldular. Önder Apo’nun bu açıklamayı yaptığının ertesi günü Milli Güvenlik Kurulu toplantı. Ertesi gün de heyet İmralı’ya Önder Apo ile görüşmeye gitti. Önder Apo daha sonraki açıklamalarında var. Niye açıklama yaptın diye tartıştılar tabi. Çünkü açıklama AKP’nin siyasi irade kırma operasyonunu boşa çıkardı, yerle bir etti. Önder Apo protokollerini açıklayarak kamuoyuna şu mesajı verdi: biz işte tartışmada karar aşamasına geldik. Siyasi sürecin nabzı İmralı’da atıyor. Aslında ne sandıktır, ne meclistedir, nelerin uygulanacağını İmralı’daki görüşmelerle belirleniyor. İnisiyatif bizde, diyerek aslında AKP’nin inisiyatifi tümden elde tutuyorum biçiminde yaratmaya çalıştığı izlenimi kırdı. AKP buna öfkeliyken, buna karşı saldırıya hazırlanırken, Demokratik Toplum Kongresi de 14 Temmuz’da Demokratik Özerkliği ilan etti. KCK Yürütme Konseyi, KNK, Kongre Gel, herkes destek verdi.

İşte bu son saldırılar kesinlikle buna karşı gelişiyor. Bu konuda elimizde somut bilgiler de var. Bir yorum filan değil. Hem Önder Apo’nun o iki hususu açıklaması, hem de demokratik özerklik ilanının çok büyük rahatsızlık yarattığı, AKP’nin bütün siyasi numaralarını yıktığı yönünde bilgiler geliyor. Hatta artık başarısız oldu diyenler var.”

“SRİ LANKA’NIN TAMİL SALDIRISINA BENZER BİR SALDIRI”

AKP hükümetinin bozulan hesaplarının yanı sıra Kürt tarafını oyalamaya çalışıp Sri Lanka’nın Tamil benzeri bir saldırı için de hazırlık yaptığını ifade eden Kalkan devamla: “AKP bir taraftan siyasi irade kırma operasyonunu yürütürken CHP ile ittifak yapmaya, bizi de oyalamaya çalışıyordu. Bütün çabaları; oyalayarak zaman kazanmak, demokratik siyasetin iradesini kırarak veya CHP ile anlaşarak kendi planını uygulamak. Bir yandan bize karşı oyalama yürütürken, diğer yandan da olası hamlelerimize karşı saldırı yürütmek üzere siyasi-askeri hazırlık yapıyorlardı. En sonunda Önder Apo’nun açıklamalarını engelleyemeyince, demokratik özerklik ilanı engellenemeyince- ki bu bir siyasi hamle ilanı oluyor- işte oyalama siyaseti tümden boşa çıktı, bunun üzerine saldırıyı devreye koydular. Buna göre de hazırlanmışlardı. AKP’nin özel harpçıları göreve çağırması, devlet destekli bu linç girişimleri, psikolojik savaşın yoğunlaştırılması, Tamil saldırısını AKP basınının, Fetullahçıların sürekli dillendirmeleri buradan kaynaklanıyor ve İran üzerinden Kandil’e dönük saldırı, bu karşı saldırının en önemli stratejik ayaklarından bir tanesi oluyor. Kandil saldırısını sadece oraya yapılan bir saldırı olarak görmemek lazım. Kandil düşse ikinci adım Xinêre ve Xakurkê olacak. Zaten onu sağlatmak üzere Xakurkê Xinêre sınırında da yığınaklar yapıyorlar. İran’ın askeri hazırlık merkezi Şîno’dur. Şîno’da tümüyle Xakurkê’ye, Xinêre’ye dönük bir askeri hazırlık var. Kandil ortadan kalkarsa, bu sefer kuzeyden ve doğudan İran güçleriyle, batıdan Türkiye'nin doğrudan, fiili güçleriyle birlikte oraya saldıracak, orayı kaldırmaya çalışacaklar. Tabi bu onunla sınırlı kalmayacak. Oradan başlatılan bu cephe kuzeyden Türkiye'nin, 2011 güzünde bütün Medya Savunma Alanlarına dönük geliştireceği askeri saldırıyla desteklenecek. Sri Lanka’nın Tamil saldırısına benzer bir saldırı böyle ortaya çıkacak. Kandilden yapılan saldırı saldırının hepsi değil, başlangıcıdır. Oradan başlayarak en stratejik noktadan başlayarak bütün Medya Savunma Alanlarını tasfiye etmeyi, böylece gerillayı tasfiye etmeyi, yönetimi tasfiye etmeyi öngörüyorlar. Gerillayı tasfiye etmenin önüne yönetimi tasfiye etmeyi koyuyorlar” dedi.

Kandil’e yönelik gelişen saldırıların hedefinde 9 Ekim 1998 yılında olduğu gibi Kürt özgürlük hareketinin yönetimi olduğunu ve yaşananları ikinci komplo olarak ifade eden Kalkan devamla şunları ifade etti: “Bu bildiğimiz bir stratejidir. 9 Ekim 1998’de uluslararası komplo saldırısı diye tanımladığımız saldırının hedefi Önderlik ve genel yönetimdi. Ona dayanarak PKK tasfiye edilmek istendi. Şimdi de Kandil ve Xinêre hedefleniyor. Genel yönetim etkisiz kılınarak gerilla ve hareketin tasfiye edilmesi, ezilmesi öngörülüyor. Eğer Kandil ve Xakurkê’de sonuç alırlarsa veya hareketi zayıflatırlarsa, o Tamil saldırısına benzer bir biçimde bütün Medya Savunma Alanlarına dönük kapsamlı bir askeri operasyon yapacaklar. Bu hâlâ gündemdedir. Aslında İran Türkiye ittifakının planı budur. Sadece Kandil’i almak değil. Bu tümüyle Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye etme hedefini öngören bir plandır. Askeri boyutu da bu çerçevededir. Bu hâlâ yürürlükte, gündemde olan bir plandır.

“BU BİR İKİNCİ KOMPLODUR”

İlk hamlesi istedikleri gibi olmadı. Henüz dirençle durduruldu, ama gündemden çıkmış değildir. Onun için İran saldırıyı durduramaz. Yani sadece İran’ın yürüttüğü bir saldırı değil ki bu. Birçok güç içinde var. Uluslararası komplo güçlerinin hepsi içinde var. Aslında bu bir ikinci komplodur. Uluslararası komplonun ikinci versiyonunun saldırıya geçirilmesi oluyor. Tamamen o kapsamda gelişen bir saldırı; amaçlarıyla, hedefleriyle, yöntemleriyle, içerdiği güçler bakımından uluslararası komployu tümden içeriyor. Komplonun içerdiği özelliklerin hepsini bünyesinden taşıyor. Yoksa öyle PJAK’a saldırma falan değil. Sadece bir Medya Savunma Alanına saldırı da değil, bir bütün harekete saldırıdır. Aslında PKK’nin tasfiyesini öngörerek Kürt soykırımını başarıya götürmeyi hedefleyen bir saldırıdır. Bundan hiç kuşku duymamak lazım. Bu bir uluslararası komplo saldırısıdır, stratejik bir saldırıdır. O halde stratejik direniş lazım. Kandil’de, diğer Medya Savunma Alanlarında da, kuzeyde direnmek gerekli. Savaş Şemdinli’de bitmiyor, Kandil'e kadar uzanıyor.”

“ŞİMDİ TÜRKİYE’DE GÜNDEM SAVAŞTIR”

Kandil'e yönelik gelişen saldırıların AKP planları doğrultusunda geliştiğini ve bölge ülkelerinin tarihte de Kürtlere karşı bir ittifak içinde olduklarına vurgu yapan Kalkan: “AKP İran’a tavizler verdi. Önder Apo son görüşme notunda eleştiriyor bunu. Böyle bir destek güç İran’dan alabilmek için İran’a ne verdi? Türkiye o Tamil benzeri bir operasyonu bu biçimde başlatmış oluyor. AKP böyle bir çatışmaya girdi. Öyle barış olacak, bilmem siyaset işleyecek, anayasa yapılacak, bunlar hikaye. Bunların hepsi gündemden düştü. Şimdi Türkiye'de gündem savaştır. Hem de Sri Lanka, Tamil benzeri bir ezme ve imha etme operasyonu. Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı tamamen böyledir. Çillerleşmek diyorlar buna. Artık ne denirse densin, ama tümüyle bir ezme ve imha etme hamlesi içerisine girdiği tartışmasız. Bu konuda yanlış hesap yapmamak, farklı beklentiler içinde olmamak gerekiyor.

Şimdi bu saldırının önemli bir ayağı İran oluyor. İran niye işin içinde? Çeşitli nedenleri var. Tarihsel olarak da Kürt isyanlarını birlikte bastırdılar. En çatışmalı oldukları dönemde bile Osmanlı ve İran imparatorlukları Kürt isyanı olunca onu bastırmak için birleştiler. 20. yüzyılda Türkiye-İran-Irak-Suriye, Türkiye ile İran ABD yanlısı, Irak ile Suriye Sovyet yanlısıydı, bir dünya savaşı neredeyse yaşanıyordu. Ama dördü birlikte Bağdat Paktıyla, Cento’yla Kürdistan'ı ortak yönettiler, yürüttüler. Başka hiçbir konuda bir araya gelemeyen güçler, bu konuda geldiler. Aslında İran en az Türkiye kadar inkar ve imhacı. Onu da anlamamız gerekiyor. Böyle Kürtlere dost kavim gibi görünüyor, yakın kavim, akraba kavim. Sanki Kürt, Kürdistan diyor, böyle hep çözüm yaratacakmış, Kürtlerle dostmuş gibi görünüyor, ama Kürt iradesini kabul etmiyor, hem de zalimce eziyor. Bu konuda çok gözü karadır. Sanki o Kürt Kürdistan sözü çözüm yaratacakmış beklentisini ortaya çıkartması bu imhasına ortak hazırlıyor, yanıltıyor. Şimdi bu Tayyip Erdoğan’ın, AKP’nin yürüttüğü Kürt politikası, açılım politikası aslında İran’ın yürüttüğü politikanın Türkiye'ye uyarlanması oluyor. İran sanki biraz bunu başarılı yürütüyor gibi gördü. AKP de oradan aldı aynı şeyi yürütmeye çalışıyorlar. Yoksa İran’ın tarihi daha kanlıdır. Daha fazla iktidarcıdır, devlet geleneği çok daha güçlüdür. Sadece Kürt karşıtı değil, İran çok despotik, aslında mutlakiyetle yönetiliyor. Hiçbir karşı irade tanımak istemiyor, yani demokrasi hiç yok. bu kadar zalim, saldırgan olmasının bir boyutu da budur” şeklinde ifade etti.


“OSMANLI-KÜRT İTTİFAKI KATLİAMDAN SONRA GELİŞTİ”

Kürt-Osmanlı ittifakının İran devletinin imhacı politikaları sonucunda geliştiğini ve İran devletinin günümüzde de imhacı politikalarda ısrar ettiğine dikkat çeken Kalkan: “16. yüzyılın başında da Kürdistan'a dönük Osmanlı tehlikesi belirdiğinde Kürt beyleri İran’ın yanına gittiler ‘Osmanlılara karşı anlaşma yapalım, karşı duralım’ dediler, İran şahı o görüşmeye gidenlerin kafalarını kestirdi. Tıpkı Seyit Rıza’nın durumuna düştüler. Ondan sonra geri kalan ve kafasını kurtarmış olan Kürt beyleri Osmanlıyla anlaştı. Osmanlı-Kürt ittifakı o katliamdan sonra gelişti. Şimdi yirminci yüzyılın ikinci yarısında da Avrupa’da Kürt liderlerini katletti, hem de Avrupa’nın göbeğinde bu yönetim katletti. Kimse de ses çıkaramadı. Kasımlo’yu öldürdü, Şerefken’diyi öldürttü. Almanya’da soruşturma yaptılar, İran istihbaratının yaptığı kesin, açık, ama hâlâ Avrupa bile alamıyor hiçbir tavır alamıyor. Son iki-üç yıldır da idam ediyorlar. Dünyada PKK’li idam eden tek devlet İran’dır. Kendinde o kadar güç görüyor. İran’a göre Türkiye ve diğerleri yumuşak davranıyor. Sert davranıp ezdi, dolayısıyla imha etti, yani idam etti. İdam etmenin ne olduğu biliniyor. Ali Hamaney’in, kararıyla, onayıyla, imzasıyla idam yapıldı. Öyle cephede iki gücün çatışmasıyla insanlar birbirini vurmuyor. Devletin bütün organları karar verdiler. En üstü de onay verdi, imzaladı ve idam öyle yapıldı. Bu şu anlama geliyor: PKK'yi imha etmenin, idam etmenin onaylanmasıdır, imzalanmasıdır. Bu kararı vermiş oldular. Demek ki İran böyle bir stratejik karşıt tutum içindedir” dedi.

“İRAN TAŞERON HALİNE GELDİ”

İran’ın Kandil operasyonuyla taşeron haline geldiğine dikkat çeken Kalkan devamla şunları belirtti: “İran’ın bir de güncel politika açısından da bazı şeyleri var, Suriye düşerse ABD İran kapısına dayanacak. Sözde Kandil operasyonuyla sınırı güvence altına almak istiyor. AKP ile anlaşmış, güya Türkiye'den ABD saldıramayacak. Maliki’yle de anlaşmış, Irak’tan da saldırı yapamayacak. Geriye PKK'nin kontrol ettiği sınır kalmış. YNK’yle de anlaşmalı. Bu sınırı da ele geçirmek istiyor. O da onun bir güvenlik siyaseti olabilir. Kandil’i, Helgort’u, Kelaşin’i, Xınere, Xakurkê’yi tamamen ele geçirmek istiyor ki, dağ tamamen elinde olsun, ova kalsın, ovadan gelebilecek saldırıya karşı savunma yapabilsin.

Diğer yandan ise, biraz içinde bulunulan koşulları kendisi açısından uygun gördü. Amerika saldırıyor, Türkiye saldırıyor, PKK zordadır, saldırırsak istediğimizi alırız hesabı yaptılar. İran da bu hesaplarla bu saldırı içine girdi. PKK'yi imha etme ihalesini üslendi. Taşeron haline geldi.”


İran’ın Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’a yönelik geliştirilen uluslararası komployu yürüten güç olduğunu belirten Kalkan devamla: “Önderliğin Suriye’den çıkartılmasında rol oynayan iki devlet oldu. Bir Mısır cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, çok çalıştı ve Amerikan siyasetini hayata geçirdi. Bir de İran dışişleri bakanı. Biri Ankara’ya gitti, diğeri Şam’a gitti. Sonunda Önderliği Şam’da çıkardılar. Önderlik Roma’dayken Roma’ya en çok giden devlet adamı İran dışişleri bakanıdır. Önderlik Roma’da denetimden çıkar, özgür hale gelir diye korkuyorlardı. Onu engellemek için her türlü çabayı yaptılar. Önderliğin İran üzerinden Kürdistan'a gelmesine izin verilmesi talebinde bulunduk, İran ret etti, o zaman sınırlarını kapattı. 15 Şubat’tan sonra da PKK'yi tasfiye etmek için Türkiye-İran-YNK anlaşma yaptılar. 2000 yılının Mayıs’ından itibaren YNK’nin Kandil’i kuşatma operasyonu aslında bir İran operasyonuydu. Biz o zaman YNK ile savaş da yaşadık. O savaşı yürüten askeri güç YNK’ydi de yöneten siyasi güç İran’dı” diye ifade etti.

Bugünkü saldırıya Irak devleti Maliki, İran yanlısı YNK de destek veriyor diyen Kalkan, Amerika’nın da saldırıya yeşil ışık yaktığını ifade ederek şunları belirtti: “ 2010 Ocak’ındaki toplantıda İran temsilcileri YNK’den memnuniyetle söz ediyorlar. Diyorlar ki YNK, ne PKK'ye, ne de başka bir doğu Kürdistanlı örgüte hiçbir çalışma izni vermiyor. Aslında şu saldırıda YNK gizli destek veren konumunda. Zaten sınırını kapattı, peşmergelerini harekete geçirdi. İşte asker yığmış.

“AMERİKA YEŞİL IŞIK YAKTI”

Olayın içerisinde ABD de var. Amerika’dan yeşil ışık almazsa İran, Irak’a böyle saldıramaz, top atışlarında bile Amerika’nın onayı var. Türkiye'den destek almasaydı İran bu saldırıyı yapmazdı. Türkiye de ABD’nin onayı olmazsa İran’a destek vermez. Mümkün mü? ABD ile İran güya çatışma halinde. Hiç Türkiye ABD’den onay almadan destek verebilir mi? Derhal Türkiye'nin üzerine giderler. O saldırıdan iki gün önce ABD’nin dışişleri bakanı Clinton, Ankara’ya geldi, görüşmeler yaptılar. CIA başkanı geldi görüşmeler yaptılar. “PKK’ye karşı mücadelemiz sürecek” açıklaması yaptılar. O gelişlerin, görüşmelerin hepsi bu planı tartışmaktı. ABD de onay verdi. ABD Türkiye–İran ittifakıyla PKK'nin üzerine gidilsin diye onay verdi. Ama ABD’nin politikası yalnız bu değil. ABD’nin politikası şimdi şunu gerektiriyor: PKK de gerilesin, İran da gerilesin. Şimdi İran ile PKK savaşıyor, çatışıyor, birisi yenilir diğeri galip gelirse güçlenecek. ABD istiyor ki ikisi de galip gelmesin, ikisi de gerilesin. PKK’nin geriletilmesi için Türkiye üzerinden İran’la ittifak yaptırıyor. İran’ın güçlenmemesi için de KDP’yi ve Irak yönetimini uyardı. Behram Salih’in “İran saldırılarını durdursun” açıklaması ABD’nin talimatıyla oluyor. İran güçlenir diye korkuyorlar. Tabi İran PKK'yi yenerse, farzedelim ki saydığım dağların hepsini İran aldı, bu İran’ı çok güçlendirir. Bugün PKK'yi yenen devleti kimse yıkamaz. Öyle basit bir örgüt değil ki PKK. Oysa ABD Suriye’yi düşürüp ardından İran’ı da düşürmek istiyor. Tutumu, amacı, stratejisi o. O bakımdan gerçekten de çok riskli bir plan. Taraflar açısından nasıl başarılacağı belli değil. İran, ABD ve Türkiye desteğine dayanarak PKK'ye saldırmış. Halbuki ABD kendisini yıkmak istiyor. Çelişkisi çok olan bir saldırıdır. Bu saldırıda saldıran tarafların başarı kazanmaları çok zordur. Saldıranlar açısından Uluslararası komploya göre, çok fazla çelişki ve büyük riskler taşıyan bir saldırıdır. Şimdi PKK için oldukça meşru bir savaş konumu çıkıyor. PKK de kazansa, İran da kazansa ABD zorlanacak. ABD siyaseti ancak ikisi de kazanmazsa yürür. Bu savaştır, iki güç savaşa girmiş, baktın biri diğerini yendi. Ne olacak o zaman? O bakımdan onlar açısından riskler çok.”

Türkiye askeri olarak zayıfladığı için Kandil’e operasyon ihalesini İran’a verdiğini belirten Kalkan, devamla şunları ifade etti: “Türkiye'nin askeri gücü bizim için tehlike arz etmiyor mu? Öyle olsaydı ihaleyi İran’a vermezlerdi. Onun karşılığında kim bilir ne verdiler. Önderlik “İran’a ne kaptırdıklarını farkında bile değiller” diyordu. Tabi İran bütün Ortadoğu'yu ele geçirmek istiyor. Türkiye, AKP bu politikayla neredeyse kendini İran’a bağlıyor. Kürt siyasetini İran’dan aldı, PKK'ye saldırıyı da oraya veriyor, İran merkez hale geliyor. Diğer yandan askeri gücü olsa yapmazdı bunu. İşte demek ki güçsüz ki bu kadar taviz verdi. Zor durumdadır. AKP biraz güç kazandı, ama Türkiye siyasetini henüz yapılandıramadı. Hegemonik iktidar sistemini kuramadı. Ordunun hali ortadadır. Bir sürü general hapiste, bir kısmı istifa etmek zorunda kaldı. Şimdi alt generaller birdenbire en üst rütbeye görevlendiriliyorlar. Türk ordusu tarihinin en dağınık dönemlerinden birini yaşıyor. Şimdi ordunun yaşadığı II.Mahmut’un Yeniçeri’leri dağıttığı döneme benziyor. Yine I. Dünya Savaşı içinde içine düştükleri durum vardı, birçok cephede yenilmişti, şimdi birçok generalin durumu öyle. MHP başkanı Devlet Bahçeli açık söyledi, ‘bu tutum orduyu PKK karşısında yenilmiş kabul etme tutumudur, biz bunu kabul edemeyiz’ dedi. Ordudan Ergenekon davası adı altında, niye PKK karşısında yenildiğinin hesabı soruluyor.

O bakımdan AKP saldırıya hazırlanıyor. Ama içteki çelişkiler ve dağınıklık çok fazla. Şimdi İran’ı kullandı, ama İran’a ne kadar destek verecek? Bu ABD desteğiyle oluyor, ABD buna ne kadar onay verecek? Bazıları diyor, ABD Türkiye üzerinden Saddam’ın Kuveyt’e saldırısı gibi İran’ı Kürtlere saldırtıyor ki ondan sonra kafasına vursun. Yani bize karşı ittifak yapmış durumdalar. Öyle sadece İran’la ABD yok Ortadoğu'da, başka güç odakları da var. Onu düşünenler o güç odaklarını görmüyorlar. Ama gelişmeler öyle bir şeye de yol açabilir. O da olmaz değil.”

Fenerli Anter'e Yasak, Burkay'a Serbest!



Kemal Burkay’a göre…

'12 Eylül darbesi olmasaydı

Türkiye solu silahlı mücadeleye başvurmasaydı

PKK çıkmasaydı

Kürdistan Sosyalist Partisi yasallaşabilseydi

Bütün belediyeleri alırdık', diyor!

Şair Burkay 31 yıl sonra Stockholm’ü terk edip geri döndü/getirildi.

Ahmet Hakan, Oral Çalışlar Kemal Burkay birlikte sohbet ettiler. Biz de oturup izlemek zorunda kaldık.

Aynı saatlerde TRT’de o kadar oscarı hiç hak etmeyen Titanik vardı. Filmin sonunda Titanik batıyor!

‘Bir devlet projesi olmadığını söylüyor Burkay.

Ama İstanbul’a iner inmez artistler gibi karşılanan Burkay’a Valilik 4 koruma veriyor.

Bakanlar tek tek görüşüyor. Arınç, Burkay için ‘evine hoş geldin’ diyor.

Daha Stockholm’deyken İçişleri Bakanı telefonla arayıp ‘hala gelmeyi düşünmüyor musun’ diye soruyor.

Musa Anter'in oğlu Anter Anter. O da İsveç’te sürgün…

Anter Anter, İstanbul’da öğrenciyken 1969’da olaylara karıştığı için Ape Musa tarafından İsveç’e gönderilmiş. O zamandan beri İsveç’te. Kasımpaşa, Fenerbahçe’de profesyonel top koşturmuş. Hürriyet'in haberine göre Anter Bayern Münih’te ve Upsala takımlarında oynamış.

Dün Dicle Haber Ajansı’na konuşan Anter, "Türkiye’ye gitmek istiyorum ama izin vermiyorlar. Şimdiye kadar da hiçbir gerekçe göstermediler. Neden beni bırakmadıklarını da bilmiyorum" diyor.

Anter Anter hem Atatürk Hava Limanı'nda hem de Habur Sınır Kapısı'nda engellenerek Türkiye’ye sokulmasına izin verilmediğini söylüyor.

Gazeteler, Burkay’ın boğazda ne yediğini nereleri gezdiğini yazıyor.

Türk medyası el üstünde tutuyor.

Gazeteci Rawin Sterk, Zaman gazetesinin Burkay’a köşe yazarlığı teklifini yaptığını söylüyor.

Burkay, CNN Turk’te PKK ile farklı olduğunu anlatıyor.

Burkay’a göre…

'Biz PKK’den önce vardık.

Abdullah Öcalan yanıma geldi, fikirleri mi aldı.

PKK şiddetle büyüdü biz küçüldük.

Toplum bizi unuttu.

Gençler sadece PKK'yi tanıyor.

Bugünkü kazanımlar da bizim kazanımlarımız' diyor…

İsveç'te 31 yıl oturup da Diyarbakır'da bir bildiri dağıtmadan nasıl kazanımlara sahipleniyor...

Kürdistan’da 40 bin Kürdü öldürmesinden 3 milyon insanın topraklarından sürülmesinde devleti değil PKK’yi sorumlu görüyor.

PKK olmasaydı ‘meydana bize kalacaktı’ demeye getiriyor Burkay…

Bütün soruları darbe olmasaydı diyerek cevaplıyor.

Burkay aşırı fırsatçı biri. PKK lideri Öcalan Türkiye’ye kaçırılıp teslim edildiğinde Burkay partisine ‘bunlar bitiyor hazırlıklı olalım’ talimatı vermişti.

Şimdi de devlet PKK’ye karşı ‘yeni yöntemlerin’ uygulanacağını açıkladı. Asker ve polis PKK’ye karşı büyük bir savaşa hazırlanırken, yeni KCK operasyonlarının işaretleri verilirken, Burkay ‘açılıma katkıda bulunmak için geldim’ diyor.

Türkiye’ye geldiğinden bu yana Burkay hükümeti bir kez eleştirdi. O da Ahmet Altan hakkında açılan davalar nedeniyle. 2500 Kürt siyasetçi içerdeyken Burkay'ın Altan’a açılan davaları örnek göstermesi ayıp olmuyor mu?

Şimdi sırada diğerlerinde Yaşar Kaya, Şiwan Perwer vs. vs.

Anter’in avukatı Hasip Kaplan, "Anter’in Türkiye'ye girişine Stokholm'de katıldığı 1 Mayıs İşçi Bayramı gerekçe gösteriliyor’’ diyor.

Burkay’a açılan kapılar futbolcu Anter’e açılmıyor.

Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ağır hasta. Çapa Tıp Fakültesi’nden “ABD’de tedavi umudu var” raporu almasına rağmen yurtdışına çıkamıyor. Diyarbakır 4 ve 6. Ağır Ceza Mahkemesine 4 kez başvuru yapmasına karşın yasak kaldırılmıyor.

ABD’de tedavi olma umudunun olduğunu söyleyen Demirbaş, “Pradaxa adlı ilacın kullanımı için genetik test şartı var. Ancak mahkeme bırakmıyor. Ölüm riski her an için var. Sağlığım gün geçtikçe kötüye gidiyor ailem çok üzülüyor” diyor.

Şimdi anlaşıldı mı Burkay’ın neden Türkiye’ye getirildiği?

AYGÜL YILDIZ

Demirtaş: DTK’ye Karşı Operasyon Hazırlığı Var


 
Demirtaş ‘DTK’ye yönelik operasyon hazırlığı var. Gazeteler de hedef göstererek buna zemin hazırlıyor’ dedi

Wan’da gündemdeki konuları değerlendiren BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, DTK’nin hedef gösterilmesinin nedeninin siyasi operasyon hazırlığı olduğunu söyledi. Taraf gazetesinin “Silah zoruyla özerklik ilan ettiler” haberine dikkat çeken Demirtaş, “Önümüzdeki süreçte DTK’ye bir siyasi operasyon hazırlığı olduğu anlaşılıyor. Savcılar da buna hazırlık yapıyor. Bu gazete hedef göstererek bu operasyonun psikolojik zeminini hazırlıyor” dedi.
 
Demirtaş: DTK’ye karşı operasyon hazırlığı var

BDP’nin 4 Eylül’de yapacağı olağan kongresi öncesi Wan’da düzenlenen toplantıya katılan BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, Yeni Anayasa, Yüksek Askeri Şura (YAŞ), DTK’ye yönelik basında çıkan haberler, yaşanan kadın cinayetleri ve Kemal Burkay’ın Türkiye’ye dönüşüne ilişkin açıklamalarda bulundu. BDP’nin 4 Eylül tarihinde olağan kongresini gerçekleştireceğini kaydeden Demirtaş, BDP’nin bu kongre ile güçlü bir çıkış yapacağını belirtti.

‘Biz uzlaşma taraftarıyız ama...’

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in “BDP yemin ederse görüşürüz” şeklindeki açıklamasına değinen Demirtaş, “Doğrusu bunu söyleyen siyasetçi ya demokrasinin ne olduğunu bilmiyor ya da halkı aptal yerine koyuyor. AKP kendini merkez olarak kabul ederek çalışma yürütüyor. AKP bu şekilde bir çalışma yaparsa özgürlükçü bir anayasa ortaya çıkmaz. Yeni anayasa Kürt sorunu gibi bir sorunun çözümüne katkı sağlamayacak ise o zaman yeni bir anayasa yapmaya ihtiyaç yoktur. Böylesi bir anlayışı kabul etmiyoruz. Doğrusu biz uzlaşma içerisinde yapılması taraftarıyız ama bu yaklaşımlar süreci geri çeken yaklaşımlardır. Anayasa çalışmalarının başında yer alan bir kişi böyle konuşuyorsa zihniyetlerinin ne olduğu anlaşılmıştır” diye konuştu.

Taraf  DTK’yi hedef gösterdi

Geçtiğimiz günlerde Taraf Gazetesinde “Silah zoruyla özerklik ilan ettiler” başlığıyla verilen ve Lale Kemal imzası ile yayınlanan “Demokratik Özerkliğin ilanı, silahların gölgesinde alındı. Toplantı salonuna, belinde silah olan iki genç geldi, silahlarını masaya koydular, özerklik ilanını dikte ettirdiler. Pek çok toplantıda, benzer şekilde silah zoruyla bize karar aldırtıyorlar...” haberini ‘DTK’ye karşı operasyona psikolojik zemin hazırlama’ diye değerlendiren Demirtaş, “Hükümete yakın bir gazetenin bunu ciddi bir haber olarak yayınladığını öğrendiğimizde şok olduk. Tabii haberin kaynağını açıklasalar belki daha net konuşuruz. DTK’yi hedef haline getirmek çözüm zihniyetini yansıtmaz. Bu son derece yanlış bir anlayış. Önümüzdeki süreçte Demokratik Toplum Kongresi’ne bir siyasi operasyon hazırlığı olduğu anlaşılıyor. Savcılar da buna hazırlık yapıyorlar. Bu gazete hedef göstererek bu operasyonun psikolojik zeminini hazırlıyorlar. Yüzlerce tutuklama ve gözaltı olursa, bu yayınların buna hizmet ettiği anlaşılır” dedi.

Operasyon işaretleri

Bölge’deki birçok cezaevinden Karadeniz ve Türkiye’nin değişik bölgelerine nakillerin yapılarak yer açılma çalışmalarının yapıldığını aktaran Demirtaş, bunun da önümüzdeki süreçlerde operasyonlar yapılacağına dair işaretler olduğunu belirtti. Bu operasyonların çözüme zerre kadar katkı sunmadığını, hatta çözümsüzlük ve gerilime neden olduğunu söyleyen Demirtaş, “Yeni siyasi operasyon yaparak aynı hataya işlemeyi düşünüyorlar ise bu operasyon yapanlara kaybettirir. DTK ve BDP olarak çalışmalarımız büyük bir özgüvenle yürüyor. Bu önerilerimizi değerlendirmek yerine, siyasi operasyonlar ve tutuklamalar yapılırsa emin olun ki biz kaybetmeyeceğiz” dedi.

Başbakan kadın katliamlarına sessiz

Bölge’de son zamanlarda yaşanan kadın intiharları ve cinayetlerine ilişkin de konuşan Demirtaş, BDP’nin bugüne kadar bu konu ile ilgili defalarca kampanyalar düzenlediğini, bu cinayetlerin durması konusunda çok ciddi çalışmalar yaptıklarını belirtti. AKP hükümeti döneminde kadın cinayetlerinde önemli bir artışın olduğuna dikkat çeken Demirtaş, “Başbakan’ın, kendi döneminde yaşanan katliamlara ilişkin tek bir açıklaması yoktur. Herhangi bir kadın öldürüldüğünde Başbakan tek bir açıklama yapmamıştır. Yıl içerisinde yüzlerce kadın katliamına karşı Başbakan sessiz duruyorsa bu bir onaylamadır. Biz her kadın cinayetinden sonra Başbakanı açıklama yapmaya davet ediyoruz” dedi.

AKP’nin omurgası yok

“Genelkurmay Başkanlığı’na seçilen Necdet Özel’in PKK’lilere yönelik kimyasal silah kullandığı”na ilişkin soru üzerine Demirtaş, “AKP’nin bu konuda bir omurgası yok. Jandarma Genel Komutanı da Ergenekon’da ismi geçen biriydi. Ama bu iddialar yenilir yutulur cinsten değildir. Biz de bu konuda gerekli girişimleri başlatacağız. Kimyasal silahlar ilk kez gündeme gelen bir şey değil. O kişinin Genelkurmay Başkanı olması suç iddialarını değiştirmez ve onun yargılanmasının önüne geçmez” dedi.

Burkay’a çağrı yaptı

Kemal Burkay’ın Türkiye’ye dönüşü ile ilgili soruya ise Demirtaş, “Her sözümüze ve her söylediğimiz şeye karşı dava açılırken, Kürt siyasetçileri de kendilerinin kullanılmasına karşı dikkatli olmalıdırlar. Ben buradan Sayın Kemal Burkay’a da çağrıda bulunmak istiyorum. Yurt içinde binlerce Kürt siyasetçinin tutuklu olduğu, yurtdışında binlerce siyasetçinin sürgün edildiği bir dönemde kendisinin bakanlar tarafından karşılanmasını hayra yormamalıdır. Sayın Burkay halkının çıkarlarına zarar verecek bir konumda olmamalıdır. Önümüzdeki günlerde fırsat olursa kendisi ile görüşebiliriz. Türkiye’ye geldiği zaman da kendisini arayıp ‘hoş geldin’ demiştik. Önümüzdeki süreçte kendisi ile görüşebiliriz. Türkiye’nin özgür olduğu ve Kürt siyasetçilerinin özgürce siyaset yaptığını söylemek hala çok erkendir” diye konuştu.

AKP Neden Özel Savaş Arayışında?


Bu soruyu herkesin ciddi biçimde sorması ve kafa yorması gerekir. Türkiye’nin geldiği nokta değişim ve Kürt sorununu çözme aşamasıdır. Koşullar oldukça elverişlidir. Kürt tarafı bunu ilerletecek irade ve olgunluğa sahiptir. 

Durum bu kadar açık ve herkes çözüm beklentisindeyken AKP neden Özel Birlikler, “Terör Zirveleri”leriyle zaman öldürmektedir. Sayın Öcalan “Meclis veya Başbakan çağrı yapsın, çözüm iradesi ortaya koysun, ben gerilla güçlerini bir alana çekeyim ve çatışmazlık kalıcı hale gelsin” dedi. Çatışmayı tümüyle sonlandıracak ve güven ortamını tesis edecek kalıcı ve köklü yollar varken, AKP Hükümeti neden zaman, mal ve can kaybına yolaçacak yöntemlere başvuruyor?

Kaldı ki hükümetin başvurmaya kalktığı yollar daha önce denenmiş ve çözüme yol açmamıştır. Acıları ve yıkımı artırmış ve güvensizliği derinleştirmiştir. Türkiye bu dönemlerin eseri olan toplumezarlar, kimyasal silahlar ve faili meçhuller sorununu çözemedi. Böyle kirli ve kanlı bir döneme dönüşü çağrıştıracak arayışlara girmenin kimseye faydası olmayacaktır.

Türkiye’yi yönetenler o dönem “daha fazla şiddet ve korku yayarsak kitleleri sindirir ve PKK’yi ezeriz” diye hesap yapıyorlardı. Biraz da geçmiş isyan ve devletin kötü geleneğine dayanıyorlardı. Ancak hesapları tutmadı. Çünkü karşılarında da örgütlü bir güç vardı ve direniş iradesini bilemişti. Aynı şeyle Türkiye’nın karşılaşacağı kesin. Sonucun ne olacağı belli olmayan ama acı ve yıkımı kesin olan bir çatışma ortamına Türkiye’yi tekrar sürüklemek akıl karı değildir. 

Türkiye istendi mi daha kolaya değişim yönünde ilerletilebilir. Son generallerin istifasında da bu kısmen görüldü. Basın biraz daha dikkatli yaklaştı ve ciddi krize dönüşmedi. Tabii ki koşullar da değişmişti. Aynı şey Kürt sorunu için daha da olgunlaşmıştır. Kürt sorunu son iki yıldır daha açık tartışılır hale geldi. Sayın Öcalan’ın girişim ve arayışlarıyla hem çatışmalar büyük oranda durdu hem de ortam daha yumuşadı. Öyle ki hükümet İmralı ile görüşüldüğünü açıkladığında bile ciddi bir tepki ortaya çıkmadı. Türkiye’de kitleler sorun çözülecekse Öcalan’la da görüşülebilir fikrini benimsedi.

AKP yüzde ellilik bir oyla tekrar iktidar oldu. Kürt tarafı da seçimden daha güçlenerek çıktı. Tüm beklenti ve dikkatler yeni bir anayasa ve demokratikleşme üzerine çevrilmişken süreç tam tersinden yönlendirildi. Bunu yapan da esas olarak AKP Hükümeti ve yandaşı basın oldu. Onlar demokratikleşme yerine devletin geri kalanını nasıl ele geçirecek ve önlerinde kim engel görülüyorsa onları bertaraf etmeyle uğraştılar. Sayın Öcalan kendileriyle yapılan protokollerin artık onaylanmasını ve pratikleşmesi gerektiğini ısrarla belirtti. Konuşulacak herşeyin konuşulduğunu, artık pratik adımların atılması gerektiği vurgulandı. Ancak hükümet bu gelişmelere gerektiği gibi karşılık vermedi. Askeri operasyonlar giderek artırıldı. Çatışma ve ölüm haberleri arttıkça da “terör” söylemini tekrar piyasaya sürdü. Yandaş basını da her taraftan gerçekleri perdelemeye ve ortalığı karanlığa ve teröre boğmaya çalıştı. 

Basın hükümeti denetleme ve sorunun çözümü için cesaretlendirip eleştirme rolünü oynasaydı durum şu anki kritik noktada olmazdı. Özellikle Zaman gibi gazeteler büyük bir iştahla özel polis birliklerinin örgütlenmesini savundu. Açıkça da PKK’nin ezilmesi gerektiğini savundular. Sen bir gücü ezmeyi savunursan o gücün de kendisini ezdirmeme yoluna başvuracağını hesaplayacaksın. Kaldı ki PKK kendisini ezdirmemek için çok ağır ve yıkıcı dönemleri göğüsledi. Şimdi daha büyük bir kitle gücüne ve deneyime sahipken kendisini niye ezdirsin? Hem PKK ezme ve ezdirme değil silahları bırakalım, birlikte barış içinde bu sorunu çözelim, diyor.

Karşında barış ve çözüm için çabalayan bir hareket varken, onu dikkate almamak ve iradeni tek yanlı dayatmak doğal ki, iyi niyetle açıklanamaz. Bu tartışma ve savaşı tercih etmekten başka bir anlama gelmez. Durum bu kadar açıkken yavuz hırsız misali Kürt tarafını suçlamak basit bir kara propaganda yönteminden başka anlama gelmez. 

Durum oldukça nettir. Türkiye ve onu yönetenler ya Kürt halkının varlığını ve haklarını kabul edecekler ya da bir biçimde inkar edip savaş ve şiddeti seçecekler. Ben Kürtleri kabul ediyorum ama onun adına herhangi bir örgütlü gücü ve iradeyi tanımıyorum, demek egemenliği tek yanlı tesis etmekten başka bir anlama gelmez.
 
AKP Hükümeti savaş yöntemleri ve örgütleri yerine barışın araçlarını geliştirmeye bakmalıdır. Bu herkese kazandıracak olan yegane yoldur. Diğer yollara başvurmak zaman ve insan kaybına neden olur, eğer Kürtleri yenemezseniz yine dönüp geleceğiniz yol budur. Savaşın ve şiddetin tüm yolları doksan yıldır denendi. Artık bundan vazgeçip barışın ve demokrasinin yoluna girilmelidir.

MUZAFFER AYATA

Burkay Gelsin, Anter Gelmesin!


 
İsveç'te sürgünde yaşayan Kürt bilgesi Musa Anter'in oğlu Anter Anter, Türkiye'ye gelme girişimleri hem Atatürk Hava Limanı'nda hem de Habur Sınır Kapısı'nda engellendi.

Hükümetin
sürgünde bulunan Kürt aydınlarından bir kaçını Türkiye'ye getirme girişimleri devam ededursun, İsveç'te sürgünde yaşayan Kürt bilgesi Musa Anter'in oğlu Anter Anter, Türkiye'ye gelme girişimleri hem Atatürk Hava Limanı'nda hem de Habur Sınır Kapısı'nda engellendi. Anter, "Türkiye gitmek istiyorum ama izin vermiyorlar. Şimdiye kadar da hiçbir gerekçe göstermediler. Neden beni bırakmadıklarını da bilmiyorum" dedi. Avukatı Hasip Kaplan ise, AKP'nin konuyla ilgili çifte standart uyguladığını söyledi.

AKP
Hükümeti'nin Avrupa ülkelerinden sürgünde yaşayan birkaç Kürt aydını Türkiye'ye getirme girişleri devan ederken, 31 yıl İsveç'te sürgünde yaşayan Kemal Burkay, Türkiye'ye döndü, devlet erkanı tarafından karşılandı ve şimdilik bakanlar düzeyinde "el üstünde" tutuluyor. Tüm bunlar yaşanırken İsveç'te sürgünde yaşayan Kürt bilgesi Musa Anter'in oğlu Anter Anter'in de Türkiye'ye girişi yine Burkay'ın üzerinde propaganda yapan hükümet tarafından engelleniyor.

Şimdiye
kadar 3-4 defa İstanbul Atatürk Hava Limanı'nda Türkiye'ye giriş yapmak istediğini, ancak her defasında geri çevrildiğini belirten Anter, " Şimdi de yine gitmek istiyorum, izin vermiyorlar. Şimdiye kadarda hiçbir gerekçe de göstermemişler. Neden beni bırakmadıklarını da bilmiyorum? Şimdiye kadar her türlü yol ve yöntemi denedim ama resmi bana tek bir cevap vermemişler. İsveç'in Başkenti Stockholm'daki Türk makamlarına vatandaşlık için başvurdum yine cevap vermediler" dedi.

'Burkay hükümete yardım için gitti'


Kemal
Burkay'ın AKP hükümetine yardım etmek için Türkiye'ye gittiğini belirten Anter, "Ben AKP hükümetine yardım etmeyeceğim ve onların yardımını da istemiyorum. Cüneyt Zapsu benim dayımın oğlu, ben onun da yardımını istemiyorum. Buna da ihtiyacım yoktur. Ben her vatandaş gibi kendi ülkeme gitmek istiyorum. Suçum nedir? Şayet suçum Kürtlük yapmak ise evet yaptım, yapacağım ve ölünceye kadarda yapacağım. Bu davadan asla vazgeçmek olmayacaktır. Kürt olduğum için ne yapmam gerekiyor. Şayet İtalyan olsaydım İtalyanım diyecektim ama Kürt doğmuşum ve Kürdüm ne yapayım. İnkâredeyim yani Kürt olduğum halde Kürt değimiyim diyeyim."

'Şimdiye kadar babamın mezarını bile görmedim'


Avrupa'da
yasal yollarla davacı olacağını ifade eden Anter, "Çünkü şuana kadar babamın mezarını bile görmemişim. Orada köyümüz, tarlamız ve bağ-bahçemiz var oraları görmek ve yaşamak istiyorum. Başka hiçbir amacımın olmadığını bildikleri halde beni bırakmıyorlar. Onların temel korkusu sanki ben Türkiye'ye döndüğümde parti kuracağım v.b çalışmaların içine girmemden korkuyorlar" dedi.

'Habur Sınır Kapısı'nda da girişi engellendi'


Avukatlarının
da Türkiye'de yaptıkları başvurulardan bir sonuç alamadığını kaydeden Anter, son olarak geçtiğimiz gün Federal Kürdistan Bölgesi sınırındaki Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye giriş yapmak istedi, ancak yine gerekçesiz bir şekilde "giremezsiniz" denilerek engellendi. "Bu nasıl hükümet, bu nasıl kanun ve yasalardır. Anlamış değilim. Ben Türk gümrük kapısına giderek 'suçum varsa, bana dava açın, beni tutuklayın' dedim. Onu da yapmıyorlar. Sadece söyledikleri tek şey Türkiye'ye giremezsiniz diyorlar" diye konuştu.

Kaplan: İçişleri Bakanlığı açıklama yapmalı


Anter'in
avukatı BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, daha önce de Anter Anter için açtıkları davalarda hukuk yolları tıkandığı için AİHM'e başvurduklarını belirterek, ancak henüz bir sonuç almadıklarını söyledi. Anter Anter'in babasının mezarını bile ziyaret edemediğine işaret eden Kaplan, "Türkiye'ye girişine Stokholm'de katıldığı 1 Mayıs İşçi Bayramı gerekçe gösteriliyor. Bakanlar düzeyinde de bile görüşmeler yapıldı. Ancak AKP konuyla ilgili çifte standart uyguluyor" diyerek, Anter Anter'in her başvurusunda çeşitli gerekçelerle Türkiye'ye girişinin engellendiğini kaydetti. İçişleri Bakanı'nın konuya ilişkin açıklama yapması gerektiğine değinen Kaplan, vatandaşlıktan çıkmış olsa bile Türkiye'ye girişinin engellenmemesi gerektiğini söyledi.