28 Temmuz 2015 Salı

Demirtaş Anlatıyor: Müzakereden Çatışmaya Nasıl Gelindi (Ezgi Başaran'ın Ropörtajı)

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ateşkes sürecinin unutulan detaylarını anlattı ve polislerin öldürülmesiyle ilgili ilk kez konuştu: ‘O polislerin kardeşleri kardeşlerim, çocukları çocuklarım gibidir. Kandil ile bizim barış sürecini yürütmeyle ilgili farklı tarzlarımız olabilir.

2013 Newroz’unda Diyarbakır meydanında Öcalan’ın silahlı mücadele devri bitmiştir şeklindeki mektubuyla başlayan, Çözüm Süreci vahim bir duraklamaya girdi. Son 10 gün içerisinde Suruç Katliamı yaşandı. Ardından PKK iki şehirde polisleri infaz etti ve Türkiye hem Kandil’e hem de Suriye’deki IŞİD hedeflerine hava operasyonu düzenledi. Ülkede ciddi ve sarsıcı bir savaş hali. Bu noktaya nasıl geldiğimizle ilgili herkesin bir kronolojisi, bir iddiası var. Son bir kaç gündür sessiz kalan HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı bekliyordu herkes. Ne diyecek, nasıl davranacak? Demirtaş’a tüm iddiaları sordum, daha önce hiç söylemediği detayları bizlerle paylaştı. Tüm Türkiye’nin bir çok bakımdan bana göre tarihi olan bu röportajı dikkatle okuması gerekir, diyerek sözü bırakıyorum.

Ateşkesin nasıl bittiğine, masadan kimin kalktığına dair herkesin farklı bir ‘çözüm süreci’ kronolojisi var. Sizinki nedir?

-2013’ten bugüne kadarki süreç Dolmabahçe mutabakatına hazırlık sürecidir, onun ön tartışmalarıdır. Asıl Dolmabahçe mutabakatı nasıl hazırlandı, ona bakmak lazım.

Ondan önce, sürecin mihenk taşlarından biri olan Türkiye’den PKK’lilerin çekilmesi meselesi var. Başbakan iki gündür yaptığı açıklamalarda buna vurgu yapıyor ve Kürt tarafı çekilmedi, sözünü tutmadı diyor. Çekilme döneminde ne olmuştu, detaylarını bize hatırlatır mısınız?

-Benim de katıldığım İmralı görüşmelerinin ilk zamanlarında Öcalan geri çekilmenin çok hızlı olması gerektiğini düşünüyordu. ‘Bu iş gecikmemeli, devletle anlaştık ve çekilme için gerekli yasayı çıkaracaklar… Biz de çekilmeyi hızla gerçekleştirmeliyiz ki provokasyonlar yaşanmasın.’ Böyle diyordu. ‘Biz devlet heyetiyle anlaştık, yasa çıktı çıkacak’ diye ifade ediyordu.

Bu yasanın özelliği neydi?

-Şöyle anlatayım… Dağlarda silahlı insanlar var değil mi… Çekilme demek bu insanların şehirlerden, köylerden, kasabalardan geçerek bir yere ulaşması demek. Peki bu kişileri gören güvenlik güçleri ne yapacak? Hakim, savcı, kaymakam, vali ne yapacak? Kafasını öte yana mı çevirecek, çevirmezse ne olacak? Çevirirse yarın bir gün önünden silahlı insanlar geçti sen niye müdahale etmedin demezler mi? İşte tüm bu nedenlerden çekilmenin bir yasası olmalı idi. Ve devlet bu yasayı çıkaracağına söz verdi.

Kime söz verdi, Öcalan’a mı?

-Evet. Biz de İmralı’dan döndükten sonra devlet heyetiyle bir toplantı yaptık. ‘Siz İmralı’da böyle bir çekilme yasası çıkaracağınızla ilgili mutabakata varmışsınız’ dedik, ‘Doğrudur’ dediler. Bunun üzerine gittik, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile görüştük. Sadullah Bey dedi ki, ‘Şu anda yan odada hukukçu arkadaşlarımız bu yasa üzerinde çalışıyor.’ Ben de ‘Bizim hukukçlarımız da çalışıyor, ortaya çıkan metinleri parlamentoya geri çekilme yasası olarak sunalım’ dedim. Bakın, Abdullah Öcalan o dönemde bu silahlı çekilmenin illa Kandil’e çekilmesi konusunda da diretmemişti. Türkiye sınırları içinde bir yerde de tüm grupların toplanabileceğini söylemişti. Çünkü zaten şöyle kurgulamıştı: O sırada başka bir yasa daha çıkacak ve dağdakiler de inecek.

Sadullah Ergin çok uğraştı ama yasa çıkmadı

Bu noktadan nasıl dönüldü?

-İşte bütün detayları paylaşıyorum ki halkımız bilsin. Bakan Ergin’le konuşmamızdan sonra Kandil’e gittik ve hem Bakanlık hem biz çalışıyoruz, yasa çıkacak dedik. Bunun üzerine Murat Karayılan çıkıp ‘Biz geri çekilme kararı verdik, yasa çıkar çıkmaz geri çekilmeyi başlatacağız ve en hızlı çekilde sonlandıracağız.’ dedi. Sonraki süreçte yasanın çıkması için biz de Adalet Bakanı Sadullah Ergin de çok uğraştı fakat iş geldi dönemin Başbakanı Erdoğan da tıkandı. ''Yasa masa yok'' dedi Erdoğan. Bunun üzerine kriz çıktı. Biz tekrar Kandil’e gittik, devlet heyeti de İmralı’ya. Sayın Öcalan yasa olmadan çekilmenin risklerini anlattı ama sonra anladık ki bu yasa çıkmayacak. Bunun üzerine bir sonraki görüşmede Abdullah Öcalan ‘Bu yasanın önemini kavratamadık oysa söz vermişlerdi. Ben yine de geri çekilme olsun istiyorum’ dedi. Sonra Erdoğan ''silahlarını gömerek çekilsinler'' dedi. Ama yasa yok birşey yok, kim nereye silahları gömecek, nasıl gömecek? Bu krizle de birlikte geri çekilme 45 gün uzadı. Oysa anlaşma gereği yasa hemen çıkacak, çekilmenin tamamı 45 gün içerisinde tamamlanacaktı.

Sonra geri çekilme basının da bir bölümüne tanıklık etmesine izin verilerek başlamıştı fakat tamamlanmadı, değil mi?

-Kandil çok riskli bulmasına rağmen Öcalan’ın yine de başlayın sözleriyle çekilmeye başladı. Türkiye’deki tüm güçlerin toplanıp çekilmesiyle ilgili bir takvim öngörmüşlerdi. Üç ay kadar bir süre hesaplamışlardı. Biz bu takvimi hükümete ilettik, hükümet de memnuniyet duyduğunu açıkladı. Çekilmenin başlamasının üzerinden birkaç gün geçmişti ki hükümet sözcüsü Bülent Arınç bir basın toplantısında bir soru üzerine ‘Cehennemin dibine kadar yolları var, buyursunlar istedikleri yere çekilsinler’ dedi. Bu açıklama Kandil’de şok etkisi yarattı. O zamanlar ben de gidip geldiğim için bizzat şahit oldum.

Arınç’ın o sözü Kandil’de şok etkisi yarattı

Arınç’ın sözü mü mesele oldu Kandil’de?

-Samimiyetimle söylüyorum şok oldular. Çünkü ortada yasa yokken, sadece Öcalan’ın ‘Biz yine de çekileceğiz, hemen sonrasında da çözüm olacak’ sözüne güvenerek çekilmeye başlamışlardı. Zaten çok tedirgin ve güvensizdiler. Bu açıklamaya çok sert tepki göstermelerine karşın süreci durdurmadılar. Fakat sonrasında Kandil ve bölge ziyaretlerimizde hep şunlar konuşuldu: ‘Bizim boşalttığımız gerilla alanlarına hızla kalekollar yapılmaya başlandı. Madem çözüm olacak, madem biz dağdan iniyoruz, bu dağların başına kalekollara ne lüzum var…’

Başbakan ise bir devletin baraj ve karakol yapması son derece doğaldır diyor. Burada asıl mesele nedir?

-Evet Başbakan bunu anlamıyor, anlatmak istiyorum. Yaptıkları şey sulama veya enerji için kullanılacak bir baraj değil. Askeri bir baraj. Gerillanın dağları ovaları kullanarak geçiş yapmasını engellemek için oraları suyla doldurmak için yapılan bir baraj. Dağın tepesine yapılan askeri yollar… Duble yol değil bunlar.

Yalnız Kandil bu baraj ve kalekol yapımını daha sürecin ilk dönemlerinde biliyor ve şikayet ediyordu. Fakat buna rağmen süreç yürüdü. Sonra niye bu konu gündeme geldi?

-Geri çekilme esnasında mesele oldu bunlar yeniden, o şekilde gündeme geldi. Özellikle sınır hattına dağın zirvesine askeri araçların geçebileceği beton yolların yapılması… ‘Biz geri çekiliyoruz ama devlet bunları yapıyorsa barış niyetleri yok, biz çekileceğiz onlar savaş başlatacak’ diye yorumladı Kandil bunları. Bu tartışmalar Kandil’de ‘Çekilme yavaşlamalı’ tartışmalarını başlattı. Biz de bu durumu hükümete aynen ilettik. Tam bu döneme denk gelen bir Gezi direnişi süreci yaşandı. Ve hükümetin Gezi’deki gençlere verdiği tepki Kürt tarafındaki güvensizliği iyice arttırdı. ‘Böyle davranan bir hükümet bizimle barış istiyor olabilir mi’ denildi.

Öcalan’ın da Gezi olaylarının çok iyi anlaşılması gerektiğiyle ilgili bir açıklaması olmuştu o dönemde…

-İşin doğrusu daha Öcalan o açıklamayı yapmadan Kandil çekilmeyle ilgili frene basmıştı. Ardından Öcalan, ‘Elbette böyle bir durumda çekilme devam edemez’ diyerek onların tutumunu pekiştirdi. Çekilmenin hikayesi budur. Kim kime ne sözü verdi, kim niye tutmadı detaylarını incelemeden olayları öne çıkarmak çarpıtmaktır.

Sözünü ettiğiniz çekilme yasası çıkmış olsaydı, ne olurdu?

-Ne diyordu biliyor musunuz Sayın Öcalan? ‘Ben kamyonlarla, otobüslerle gerillalar çok hızlı biçimde bir yere taşınacak ve biz bir an önce müzakereye başlayacağız.’ Hep böyle hayal ediyordu. O yüzden ‘Murat Karayılan bana bu iş 3 ay sürer dediğinde ben kızıyordum, çok hızlı olması lazım bu işin çünkü devletle böyle konuştuk’ diyordu. Eğer hükümet vermiş olduğu sözü tutsaydı, otobüsle kamyonla PKK gerillaları çekilmeyi yapsaydılar, çekilme bitmiş, büyük ihtimalle silahsızlanma dönemi başlamış olacaktı. Yasayı çıkarmayan bellidir.

Ama yasasız başlanmış olan çekilme süreci bir şekilde devam ettirilemez miydi?

-Bu elbette HDP’nin vereceği bir karar değil ama bu kadar hassas bir süreç böylesine bir anlaşma bozmayı, böylesine bir güvensizliği kaldıramıyor işte.

Anlaşma ta o noktada bozulduysa, Dolmabahçe’de neyin mutabakatını yaptınız?

-Şimdi gelelim o noktaya… O mutabakat için buluşuldu, herşey hazırlandı çünkü aslında çekilmenin büyük bir kısmı tamamlanmıştı. Yoksa mümkün mü? Çok az bir PKK’li grup Türkiye içinde kalmıştı. Hükümet bunu çok iyi biliyor, çekilmenin büyük kısmı tamamlandığı için geri kalanları problem etmedi. Ve görüşmelere devam edildi. Hükümet o noktada çekilme yüzde yüz tamamlanıncaya kadar görüşmem demedi. İmralı’ya gidip gelindi.

Dolmabahçe mutabakatına giden günler ve haftalarda ne konuşuldu İmralı’da?

-Şöyle sözler verildi İmralı’da: Geniş heyetler, gazeteciler, başka siyasetçiler hatta Kandil’den temsilciler gelecek Öcalan ile görüşmeye.

Kim diyor bunu?

-Öcalan ile görüşen devlet heyeti. Bu arada İmralı’da konuştuğumuz herşeyi biz Ankara’ya gelip teyit ettik hep. ‘Böyle konuşmuşsunuz, biz bunları tutanağa yazdık, bu tutanaklar Kandil’e de gidiyor, Kandil bu konuda uzlaşma sağladığınızı kabul edecek, teyit ediyor musunuz’ dedik. ‘Evet ediyoruz’ dediler. Hem bakanlık hem de devlet heyeti.

Dolmabahçe’deki oturma krizini Cumhurbaşkanı çözdü

Bu arada tüm bu diyalog sürecinde İmralı’yla görüşen HDP heyetinden bir çok defa Öcalan’ın devlet heyetine ve MİT müsteşarının çözme gayretine güvendiğini söylediği ifade edilmişti. Doğru mudur?

-Doğrudur. MİT’in de içinde bulunduğu devlet heyeti ''biz mutabık kaldık ama siyasetçilerin kaygıları başka, ikna edemedik'' diyordu. Fakat biz İmralı’da Öcalan’ın ''uzlaştık'' dediği her konuyu sonrasında Ankara’da teyit ettik. Bunları da Kandil’e bildirdik. Ankara’ya, Kandil’e ve İmralı’ya güven vermek üzere çok gayret sarfetti HDP heyeti.

Dolmabahçe’de açıklanan izleme heyetinde çoğunluğu hükümete yakın gazeteci ve siyasetçiler vardı. Onların İmralı’ya gitmesi sözkonusuydu. Cumhurbaşkanı niye sinirlendi bu oluşuma?

-Siz görünen şeyi soruyorsunuz haklı olarak ama olayların gelişimine baktığınızda sinirlendiği şeyin ne izleme heyeti ne de mutabakattaki sözler olduğunu anlayacaksınız.

Cumhurbaşkanı Dolmabahçe mutabakatı toplantısının ardından ‘Doğru bulmuyorum’ demedi mi? ‘İzleme heyetine ne lüzum var’ demedi mi?

-Buradaki sıralama da, o toplantının yapıldığı güne kadar yaşadığımız süreç de çok önemli. Kamuoyunun anlaması için detaylara girmem gerekecek.

Elbette, buyrun dinliyorum…

-Ben Kanada’dayken, Şubat’ın başı, İmralı heyetimiz telefonla aradı ve Öcalan ile anlaşılan metni hazırladıklarını, hükümete sunacaklarını söyledi. Bana da gönderdiler, uygundur dedim. Sonra bu metin hükümete gitti, onlar incelediler. Ve ‘kabul edilemez’ diyerek kendileri bir metin önerdi. Fakat onların gönderdiği metinde sadece hükümetin istekleri ve beklentileri vardı. Ve İmralı’da konuşulan metin değildi.

Çok mu farklıydı?

-Çok farklıydı. Bizim hazırladığımız metin müzakere için gereken başlıkları da içeriyordu, silahsızlanma çağrısını da. Onlarınkinde ise sadece silahsızlanma çağrısı vardı. Müzakere filan yok. Aynen şunu söyledim: ‘Biz de PKK’nin silah bırakmasını arzuluyoruz. Fakat bu yöntemle olmaz. PKK’yi yada Öcalan’ı kandırarak olmasın. Güvensizlik oluşturmayalım. Çünkü metne karşılık alamazsak, Kandil bu nereden çıktı derse süreç tuzla buz olur.’ Bunun üstüne bizim heyetimizi hükümetin metnini iletmek üzere Kandil’e gönderdik. Siz bu metne olumlu cevap verecekseniz hemen açıklayalım dedik. Kandil de ‘Hayır İmralı’da konuşulan bu değil, tutanaklar bizde de var, böyle bir çağrı yapılırsa uymayız’ dedi. Heyetimiz tüm bunları hükümete iletti, ‘gelin herkesin kabul edebileceği bir metin hazırlayalım’ dedik. Bunun üstüne devletin heyetiyle bizim heyetimiz birlikte İmralı’ya gitti.

Bu iki farklı metin konusunu iletmek üzere mi?

-Tabii ki. İki metni de gösterdik. Bunun üstüne Öcalan 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de açıklanan mutabakat metnini önerdi. Bunun üzerine hükümet yetkilileri Cumhurbaşkanı ile görüştü.

Bundan emin misiniz?

-Tabii ki. Metin budur denildi ve Cumhurbaşkanı’nın onayı alındı. Açıklamanın Dolmabahçe’de yapılması kararlaştırıldı vesaire. Tüm bunlar açıklamayı 22 gün geciktirdi. Çünkü o metin krizi o kadar sürdü. Şimdi Cumhurbaşkanı ya da Başbakan diyor ki, ‘Öcalan silah bırak çağrısı yaptı ama HDP buna engel oldu.’ Bu süreci referans alarak söylüyorlar o lafı.

PKK ve İmralı’yı aldatmamız istendi

Bu kısmı biraz açar mısınız?

-Bizim onların metnini kabul etmememiz kısmını söylüyorlar. Halbuki o noktada aslında bizden Öcalan ve PKK’yi bir nevi aldatmamız istendi. Biz de, ‘Böyle yaparsak süreç çok yıpranır sil baştan başlamak gerekir’ dedik. Asıl AKP’yi öfkelendiren budur.

Tüm bunlara rağmen Dolmabahçe açıklaması yapıldı ama…

-Her adımda, -oturma düzeni dahil- her adımda Cumhurbaşkanı’ndan onay alındı. Oturma krizindeki son noktayı da sayın Cumhurbaşkanı koydu. O kadar sürecin içindeydi yani. Zaten ardından Cumhurbaşkanı’nın ilk tepkisi şu oldu: ‘Uzun süredir beklediğimiz bir açıklamadır. Gecikmiştir ama sevindiricidir.’ Yani ilk açıklaması ‘Doğru bulmuyorum’ şeklinde değildi. Bu gözden kaçıyor hep. İlk açıklamada beğenmediği şey benim yaptığım açıklama idi yoksa mutabakatla ilgili bir sıkıntı ifade etmemişti henüz. Fotoğraf yanlıştır yahut mutabakat yanlıştır demedi.

Sonra ne oldu da doğru bulmadı?

-Bu ilk açıklama ile ‘Doğru bulmuyorum’ açıklaması arasında geçen süre zarfında AKP’nin oylarının artmadığını hatta düşürdüğünü ama HDP’nin oylarının arttığını gördü. Anket şirketleri böyle bir bilgi vermiş.

Siz nereden biliyorsunuz?

-Biz içeriden, AKP’nin içinden öğrendik. Cumhurbaşkanı aynen şunu demiş ‘Bize hiç bir faydası yoksa bu işe niye girdik.’ Ve homurdanmalar başladı AKP içinde ama Cumhurbaşkanı merkezli. Dışa çok yansımıyor ama bizim heyetlerimiz birbiriyle görüşüyor. Mutabakat başlayacak ardından silah bırakma kongresi yapılacak, şeklindeydi anlaşma. Onların beklentisi ise ''Kandil hemen kongreyi toplayacak ve silahsızlanma açıklaması yapacak'' şekline dönüştü.

Aslında neydi?

-İmralı’da büyük bir masa kurulacaktı. Bizim heyetimiz, devlet heyeti ve gözlemciler konuşup tartışacaktı, aynı gün Öcalan silah bırakın çağrısı yapacaktı. İmralı buna tamam demişti. ‘Siz gelin, masaya oturduğumuz gün ben bu çağrıyı yapacağım’ diye açıklamıştı. Anlaşma buydu. Ve Dolmabahçe mutabakatından hemen 1 hafta sonra olacaktı tüm bu iş. Biz İmralı’ya gitmek için, gözlemcilerin gitmesi için başvuruları yaptık fakat hükümet tarafından bize ‘Sorun var’ denmeye başladı. Ne sorunu var, kamuoyu önünde buluştuk, konuştuk, beklenti var. Ne oluyor? Sonra anladık ki Erdoğan demiş ki ''gözlemci heyet filan da olmaz''. Halbuki isimler dahi netleşmişti. Zaten hemen sonrasında Cumhurbaşkanı sipariş bir soruya cevap olarak ‘Dolmabahçe mutabakatını doğru bulmuyorum’ dedi.

Hakan Fidan ve MİT bu noktada nasıl bir katkı yaptı, sizler hiç görüşmediniz mi kendisiyle?

-Devlet heyetinin bir parçası olarak MİT müsteşarlığı ve Kamu Güvenliği Müsteşarlığı ile sürekli görüşülüyordu. Onlar devlet heyeti olarak sözleri verdi, hükümet teyit etti ama herşey bir çırpıda reddedildi. Olan bu. Nedeni nedir tam olarak kendilerinin cevap vermesi lazım. Bunları tek yanlışı, tek eksiği tek fazlası olmadan anlatıyorum. Olaylar aynen böyle gelişti.

Kandil ile anlaşmadığımız noktalar var

Meselenin başka bir kısmına gelelim. HDP’nin kazandığı ciddi seçim başarısının ardından Kandil’den çeşitli açıklamalar geldi. Öncelikle sizin emanet oy ifadenizi beğenmediler, sonra HDP’yi pasif buldular, sonra da sizin sürecin adresi olarak Öcalan’ı göstermenizle ilgili ‘apolitikliktir’ ifadesini kullandılar. Hiç bir noktada sizin Demirtaş olarak başarınızı dile dökmediler. Bunların hepsi üst düzey örgüt yöneticilerinin ağzından çıktı. Kandil’in HDP ile ya da Demirtaş ile ilgili pozisyonu nedir şu anda?

-Ne benim onlarla ne de onların benimle kişisel bir sıkıntımız yok. Ama her konuda aynı düşünmüyoruz. Her konuda aynı düşünmek zorunda da değiliz. Ben HDP’nin eş genel başkanıyım, onlar KCK’nin eş genel başkanları. Biz ne bütün siyasi tartışmalarda örtüşmek zorundayız, ne de her konuda yüzde yüz anlaşmak zorundayız. Elbette KCK Ortadoğu’da, İran, Irak ve Suriye’de etkili büyük bir hareket. Türkiye’deki siyasi gelişmelere dair yorum yapmalarından daha doğal birşey olamaz. Bunlar ne bizim için talimattır, ne de onlar söyledi diye ille yerine getirmek zorunda olduğumuz hareket planlarıdır. Zaten talimat dediğiniz şey basın üzerinden, köşe yazıları aracılığıyla yapılmaz. Onlar fikirlerini açıklıyorlar.

Hangi konularda anlaşmıyorsunuz?

-Örneğin HDP önemli bir siyasi alan açtı. Ve bu siyasi alan henüz tamamlanmamış bir yürüyüştür. Dolayısıyla Türkiye toplumu HDP’ye büyük bir şans verdi. Ve bu şans ile ne yapacağımız, HDP’nin daralmasına mı büyümesine mi yol açacak, onu belirleyecek. O nedenle HDP’nin süreci tamamlanmamıştır, potansiyeli bunun çok ötesindedir. İktidar partisi olabilecek ruha sahiptir.

Peki nasıl ulaşacak iktidara, gerçek potansiyel dediğiniz şeye?

-Barışı sağlayarak. Çatışmasızlığı koruyarak. Bu konudaki duruşunda istikrarlı ve ilkeli mesajlar vererek. Seçim öncesi verdiği mesajları savunmaya devam ederek. HDP bir seçim partisi değildir artık, kalıcı bir harekettir. Uzun yürüyüşü Türkiye siyasetine damga vuracaktır. Dolayısıyla HDP’nin barışa dönük çağrıları, silahsızlanmaya dönük çağrıları, niyet beyanı, yöntem önerisi rolü ve görevi icabıdır. Bu apolitiklik değil, politikanın ta kendisidir. Bu konuda benim düşüncem budur.

Size göre Öcalan’ın rolü ne olmalı?

-Müzakereyi yönetmelidir. Bu Öcalan’ın üstünde bir baskı veya yük değildir. Silahsızlanma kararını nihai olarak verecek Kandil’dir zaten. Öcalan sadece çağrıyı yapabilecek konumdadır. Kendisi de aynen bunu beyan ediyor zaten. Ama Öcalan’ın dahil olmadığı bir müzakere sürecinde yapılacak silahsızlanma çağrılarının da işlerliği olmayacaktır. Kandil’in biraz daha Türkiye demokratik siyasetinden yaklaşması gerekir meselelere. Ben böyle düşünüyorum. Çünkü HDP çok büyük bir potansiyele sahip. Öte yandan Kandil de savaş delisi bir yönetim değil. Onların da çözüm ve barış istediklerinden zerre kadar şüphe duymuyorum ama buna gidiş usulü ve yöntemleri konusunda bazen farklı düşünebiliriz. Bu da normaldir.

Biz siviller savaşın iç mantığına gerekçe bulamayız

Diyarbakır ve Adıyaman’daki polisler niye öldürüldü?

-Savaşın ve çatışmanın bizim gibi sivillerin anlayamayacağı bir iç mantığı vardır. Biz savaşın bize acı ve anlamsız gelen iç mantığına müdahale edemezsek ölümleri de engelleyemeyiz. Sivil siyasetle uğraşan bir insan olarak niye öldürüldü sorusunu cevaplandıramam. Öldürülmemeleri lazımdı. Hiç kimsenin ölmemesi lazım. Bizim iç mantığımızda sivil siyaset dünyamızda böyle birşeyi açıklayamazsınız ki. Gerekçesini bulamam.

Ne diyeceğiz öyleyse anlayamıyoruz mu diyeceğiz?

-Hayır anlayamıyoruz demiyorum. Savaş mantığı içerisinde devletin yaptığının da PKK’nin yaptığının da bir tutarlılığı var. Bize anlamsız geliyor. Ama o realiteyi düşünmemiz gerekir.

Diyarbakır’daki polisler öldürülmeden önce henüz Kandil bombalanmamıştı…

-Yani hiç bir şekilde kabul etmediğimizi ifade ettim. Ben başsağlığı diledim, orada öldürülen polislerin bu halkın yoksul evlatları olduğunu dile getirdim. Bu konuda tereddüt göstermeyiz. Hangi ölüm karşısında biz Bülent Arınç gibi davranabiliriz ki? Bizim için öldürülen kişinin giydiği üniformanın, taşıdığı siyasi kimliğin hiç bir anlamı yok. Önce ortadaki cenazeye hep birlikte sahip çıkarız. Ben provakasyon olmayacağından emin olsam, o polisin cenazesine giderdim mesela. Ailesine giderdim, o insanların ailesinin elini öperdim. Yani benim annemden nasıl bir farkı var ki onların? Tabloya bakın, görüntülere bakın… Aynıdır. Onların kardeşleri benim kardeşlerim gibidir. Çocukları çocuklarım gibidir. Nasıl ayrıştırabilirsin ki bu toprağın insanlarını… Fakat bunu durdurmanın yolu kınamak, lanetlemek sonra da yerine oturmak falan değildir. Ciddi bir müzakeredir tek yol. Başka türlü bitmiyor bu iş. Tekrar tekrar yaşıyoruz bu acıları. Boğuluyoruz.

Şu anda HDP olarak sizin alacağınız pozisyonun hiç olmadığı kadar önemli olduğunu söylesem, katılır mısınız?

-Bizim barış politikamız gönül alma değil sonuç alma odaklı. Halkı aldatmadık, öyle bir niyetimiz de yok. Şirin mesajlar verip arkadan da başka işler yapmak istemiyoruz. Yapmadık, yapmayacağız. Kalıcı ve etkili olmak istiyoruz. Bunun da yolu çatışan tarafları uzlaştırmak, masaya oturtabilmekten geçer. Kamuoyu HDP’den bir barış rolü oynaması beklentisi içerisindeyse bizim bu pozisyonumuzu iyi anlaması gerekiyor. Bu pozisyon herkes için değerli bir pozisyondur. Şu anda yer yüzünde Ankara-Kandil ve İmralı ile görüşebilen tek siyasi parti biziz. Türkiye kamuoyu HDP’nin bu rolünün ne kadar işlevsel olduğunu görebilmeli. Biz pratik bir iş yapıyoruz. Yoksa sabah öğlen akşam herkesin istediği açıklamaları HDP yapsa, hiç bir pratik sonuç alamayacağız. Ölümleri durdurabilecek işler yapmak istiyoruz. Dağdakinin annesi de bizden bunu istiyor, askerdekinin annesi de.

Kürt annesi de Ankara’yla görüş bombalamasınlar diyor

Davutoğlu artık İmralı’ya gidemezler, kimle görüşüyorlarsa görüşsünler silah bıraktırtsınlar dedi. Nasıl yapmayı düşünüyorsunuz?

-HDP şu anda kime gidip ne söyleyecek? Peki biz Kandil’e gidelim, ne diyeceğiz? Teslim olun mu diyeceğiz?

‘Silah bırakın, artık sivil siyaset dönemi’ gibi Öcalan’ın dediği türden birşey bekleniyor olabilir mi?

-Öcalan ''ben böyle bir çağrıyı yapmaya hazırım'' dedi zaten. Görüşmeyi yarım bırakan hükümettir. Müzakere mukabilinde bunlar olacaktı. Bu konularda uzlaşılmıştı, neden vazgeçildi diyorum. Nedir oradaki tehlike? Dolmabahçe niye yanlıştır? Orada gayri meşru, ahlaksız bir iş yoktu. İhale pazarlığı yapmadık biz. Toplumun barışı için kutsal bir iş yaptık. Niye sahip çıkmadılar. O fotoğrafta bulunan bakanlar bile sahip çıkmadı. Neden? Bir tek Bülent Arınç çıktı ve ‘Dolmabahçe mutabakatından Cumhurbaşkanı’nın haberi vardır ve biz izleme heyetini olumlu buluyoruz’ dedi. Arkasından üstüne Ankara Büyükşehir Belediye başkanını saldılar ve ‘Konuşanın sonu bu olur’ mesajını verdiler. Ve herkes sustu. Böyle bir durum varken biz HDP olarak nasıl ilerleyebiliriz? Silah bizde değil, bizim kontrolümüzde de değil.

İnorganik bağınız olduğunu söylüyor ya Cumhurbaşkanı…

-Neyi kastediyor bilmiyorum. Biz ayrı bir örgütüz, PKK ayrı bir örgüt. Bizim PKK ile ne ast üst ilişkimiz vardır ne de ortak hareket etme gibi bir ilişkimiz vardır. Biz çözüm sürecinde kolaylaştırıcı olduk, zaman zaman ara bulucu olduk, zaman zaman kriz çözücü olduk.

Çözüm sürecinin çeşitli aşamalarında hükümet Öcalan’ın ‘olayları doğru okuduğu’ ama ‘Kandil’e söz geçiremediği’ ya da sizin sert açıklamalarınız nedeniyle sıkıntı yaşandığı söylendi. Nedir aslı?

-Evet Öcalan’ın siyasi analizleri ve iradesi çok güçlü. Barış konusunda da yapabileceği çok şey var. Ama şimdi Öcalan ile görüşme sona erdirildi. Niye dört aydır tecrit altında? Bence Öcalan’a rehine muamelesi yapmak istiyorlar, Kandil ve Öcalan da bunu kabul etmiyor. Benim görebildiğim bu.

Peki polislere yapılan infazlara bakarak PKK’nin Türkiye ile ilgili stratejisinde bir değişiklik olduğunu söyleyebilir miyiz? Çünkü Duran Kalkan ‘yeni bir mücadele’den söz etti üç gün önce.

-2013’te Öcalan’ın Newroz’da açıkladığı noktalar stratejik bir kırılmaydı, ona göre yapılması gereken Türkiye ile ittifak kurmak idi. Ben bu stratejinin değiştiğini düşünmüyorum çünkü bağrında ideolojik bir referans da barındırıyor. Konjonktürel ya da dönemsel çıkarları gözeten bir strateji değil. Öcalan 1997’den beri, daha İmralı’ya getirilmeden önce, bunları sistematik olarak söyledi. 2013 Newroz çağrısı o günlerde oluşmadığı gibi bugünlerde de değişmez. O yüzden hepimize, bunu seçime, dönemsel çıkarlara heba etmeyin dedi. Kandil için de önderlik olarak kabul ettiği Öcalan’ın stratejik pozisyonu değişmez.

Sizin HDP olarak planınız nedir şu anda?

-Savaşın faturasını bütün Türkiye ödüyor, ölen hangi taraftan olursa olsun. Çatışan taraflara acilen dur çağrısı yapmamız lazım. İki tarafı da zorlamak istiyoruz. Çünkü barış hakkı bir insan hakkıdır. Medya savaş ayarlarına dönmemelidir. Eksiklerimizi eleştirsinler ama barış dilinden vazgeçmesinler. Bizim açıklamalarımızı PKK’yi korumak, hükümete vurmak şeklinde yorumlamamak lazım. Bizim desteğe ihtiyacımız var. AKP içinde bir çok kişinin de barışı çok istediğini biliyoruz. Onlar da sesini çıkarsın.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP’nin oylarını artırdınız, genel seçimlerde o oranın da üstüne çıktınız. Son gelişmelerin bu oyları verenleri hayalkırıklığına uğrattığını düşünüyor musunuz?


-Bunu AKP’nin manüpilasyonları bu hale getiriyor. Ölümlerin hiç biri HDP’nin sorumluğundan ötürü değil. Erken seçime giderken bir kaos ortamı istendi ki halk, ''istikrarı güvenliği sağlayacak bir tek AKP’dir'' desin.

Ama kahir ekseriyetin hayatı düz mantıkla ilerler. Şöyle ki: PKK polisleri öldürdü. HDP, PKK ile görüşüyor. Dolayısıyla bunu düzeltsin. Hatalar olabilir ama bu mantığın yaygınlaşmasını gayri makul mu buluyorsunuz?

-Gayet makul ve doğrudur. Elbette biz bunu düzeltmek için uğraşmak zorundayız. PKK’nin eylemleri durmalı. Devletin operasyonları durmalı. Bir Kürt annesi de bize barış için oy verdi. O da bana şunu soracaktır: ''Biz sana oy verdik, benim çocuğum dağda, gece yarısı onun tepesine bomba yağdırılmasın, sen Ankara’yla konuşabiliyorsun. Git düzelt.'' O da haklı mı? Haklı.

90 gençliğiyim, yaşadığım her anı fazladan sayarım 

Son olarak… Parti içinde ya da Kandil’de size yönelik özel bir memnuniyetsizlik var mı?

-Bu röportajı kişiselleştirmek istemiyorum ama çok kısa cevap vereceğim. Ben siyasete girdiğimden beri parti içinde ve çevresinde küçük de olsa rahatsız olan bir kesim oldu. Çünkü siyaset tarzım ve üslubum önceki tarzlarla pek uyumlu değil. Bu konuda mütevaziliğimi bozmamaya gayret ettim ama işin doğrusu şöyle bir şeyle karşılaştım: Herkesin çıtayı belli bir seviyede tuttuğu yerde çıtayı yükselttiğiniz zaman bazılarının çıtasının düşük olduğu ortaya çıkıyor ve rahatsızlık yaratıyor. Bu öyle çok yaygın birşey değil, bir hizipleşme de yok. Halktan ve parti içinden bana destek olan çok büyük bir kesim de var. Fakat bazı kişiler benim önümü kesecek, benim şevkimi kıracak hareketler yapmaya çalıştılar. Ben çok koltuk sevdalısı değilim, her an koltuğu bırakabilirim hissini de herkese verdim. Bırakmam gereken zaman ikiletmem mesajını verdim. Fakat ben kimsenin adamı da olmadım hiç bir zaman. Diğer partilerde belki böyle bir tarz vardır. Ya uluslararası gücün adamı olur, ya bir istihbarat örgütünün adamı olur, ya parti içinde bir kliğin adamı olur. Birşeyin adamı olur yani. Ben öyle olmayınca bir çokları herhalde ‘Benim adamım değilse öbürünün adamıdır’ diye düşündü. Hiç kimse demedi ki bu halkın adamıdır. Çünkü bu memleketin siyasi geleneğinde yok. Hiç kimsenin adamı olmamamama ihtimal vermeyenler benimle uğraşıyor. Bu kadar.

Çok ciddi tehditler aldığınız söyleniyor, doğru mu?

-Öyle. Emniyetten de geliyor bilgileri. Ben 90 gençliğiyim. Bir çok arkadaşım yaşamını yitirmiştir. Biz hep kendimizi fazladan yaşamış insanlar olarak gördük. Tüm günler hanemize fazladan yazılıyor diye düşündük. IŞİD’den, kontradan korkacak insanlar değiliz ama herkesin içi rahat olsun tedbirimizi de alıyoruz. Halkın moralinin bozulmasını istemeyiz.

*Ezgi Başaran’ın bu röportajı, Radikal gazetesinden alınmıştır.