29 Haziran 2015 Pazartesi

Karayılan: Şehitlerimizin İntikamı Alınacaktır



PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, “analarımızın katliamı bizi çok derinden üzmüştür. Değerli Kobanê halkı bilmeli ki onların acısını yaşayarak paylaşıyoruz. Fakat kahraman Kobanê halkı çok üzülmesin. Onların direnişi, şehitlerin şanına yaraşır bir direniş oldu. Kobanê, şehitlerin şehri olduğunu bir kez daha bütün dünyaya gösterdi. Herkes bilmeli ki bu şehitlerimizin kanı da yerde kalmayacaktır; hesabı gerektiği gibi sorulacak ve intikamı alınacaktır” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecride ilişkin de şunları söyledi: “Mücadelemizin gelip dayandığı bu noktada en önemli konu ve acil görev, Önder Apo’nun özgürlüğünün sağlanmasıdır. Özellikle gençliğin ve kadının öncülüğünde gelişen bu süreçte, Önder Apo’nun özgürlüğünü hedefleyen etkinliklere tüm halkımızın ve tüm kurumların bütün güçleriyle katılmaları çağrısını yapıyorum.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Geçtiğimiz hafta DAİŞ tarafından Kobanê’ye yönelik çok kapsamlı bir saldırı geliştirildi. Öncelikle bu saldırı hakkında ne dersiniz?

Öncelikle hiçbir ideolojiye, hiçbir inanca ve hiçbir uygarlık anlayışına sığmayan; savunmasız-silahsız, çocuk-kadın herkesi hedefleyen bu vahşi, alçakça ve korkakça saldırıyı büyük bir şiddet ve nefretle kınıyorum. Bu insanlık dışı alçaklığın ve korkaklığın hesabı mutlaka sorulacaktır. Kobanê’de o gencecik insanlarımıza, çocuklarımıza ve annelerimize yapılmış olan bu namert saldırının hesabının sorulması ve intikamının alınması bir boyun borcudur. İnsanlığın yüzkarası olan bu vahşi çete güruhuna karşı halkımızın ve ilerici insanlığın mücadelesi daha da yükselecek; bu katliamların hesabı mutlaka sorulacaktır. Bu temelde bu katliamda yaşamını yitiren bütün insanlarımızı büyük bir minnetle anıyor, anılarının Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde yaşatılacağını vurgulamak istiyorum. Tüm şehitlerimize verdiğimiz sözü Kobanê şehitlerimiz vesilesiyle yineliyorum. Yaşamını yitiren tüm şehitlerimizin ailelerine ve Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Yaralılara acil şifalar diliyor, herkese ‘geçmiş olsun’ diyorum. Yurtsever Kobanê halkının, faşist çetelerin bu barbar saldırılarına karşı göstermiş olduğu kahramanlığı ve direnişi takdirle selamlıyorum.

Kobanê bir direniş kalesidir. Kürdistan halkının onurunu temsil eden kahramanların diyarıdır. Zozanların, Êrîşlerin, Arînlerin, Gelhatların direniş mekanıdır. Değerli Kobanê halkı ile Kobanê’nin yiğit kızları ve oğulları olan YPG-YPJ militanlarının vahşi çetelerin bu saldırıları karşısında göstermiş oldukları direniş performansı ve büyük cesareti, yine profesyonel bir biçimde DAİŞ’in bu işgal hamlesini yenilgiye uğratmaları oldukça anlamlı ve değerli bir duruş olduğu gibi, bir kez daha Kobanê’nin yenilmez bir direniş kalesi olduğunu, Kürdistan halkının ve tüm demokrasi güçlerinin onur abidesi olduğunu ispatlamıştır. Bu vahşi saldırının amacı Kobanê’yi kısa süre içerisinde boşaltmak, sindirerek denetim altına almak ve teslim almaktı ama Kobanê halkı ve savunma güçleri buna karşı direndi. Şehit verdi ama direnerek kazanmayı da bildi.
Kobanê’de bu biçimde gerçekleşen vahşi saldırı karşısında çocuklarımızın ve analarımızın katliamı bizi çok derinden üzmüştür. Değerli Kobanê halkı bilmeli ki onların acısını yaşayarak paylaşıyoruz. Fakat kahraman Kobanê halkı çok üzülmesin. Onların direnişi, şehitlerin şanına yaraşır bir direniş oldu. Kobanê, şehitlerin şehri olduğunu bir kez daha bütün dünyaya gösterdi. Herkes bilmeli ki bu şehitlerimizin kanı da yerde kalmayacaktır; hesabı gerektiği gibi sorulacak ve intikamı alınacaktır. Zafer yine Kobanê halkının olmuştur. Bu vahşi saldırı, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nden, tüm demokrasi güçlerinden ve Kobanê halkından intikam almak, o barbar kin ve öfkelerini dökmek için yapılmış bir saldırıdır. Onlar kendi vahşetlerini ortaya sermiş, yiğit Kobanê halkı da kendi kahramanlığını ve zaferini bir kez daha perçinleyerek tüm dünyaya göstermiştir. Bu yüzden “yaşasın Kobanê halkımızın bu kahramanlığı” demek gerekiyor. Çünkü gerçekten ‘yaşasın’ demeyi hak etmişlerdir.

Diğer yandan bu çetelerin, yol üstünde kontrol noktaları olmasına ve belki de Rojava’nın en fazla denetim altına alınan bir şehri olmasına rağmen Kobanê’ye girmiş olmaları bir zaafın işaretidir. Biliyoruz ki, şehrin etrafında boydan boya 5 metre derinliğinde ve 5 metre genişliğinde bir hendek vardır. Sadece üç yerde kurulan köprü ve bu köprülerin üzerindeki kontrol noktalarından şehre girilebilmektedir. Başka yerden kimse şehre giremez. Dolayısıyla nerede boşluğun olduğu, bu faşist çetelerin hangi boşluktan istifade ederek şehre girebildiği, zaafın nerede olduğu ve yetersizliğin nasıl yaşandığı Kobanê yönetiminin ve savunma güçlerinin açığa çıkarması gereken bir husustur. Belki de soruşturulması, netleştirilmesi gereken bir durumdur. Yani bu kadar direngen, savaşkan, etrafı hendeklerle çevrilmiş ve korunmaya alınmış bir şehre, bir düşman gücü sızabiliyorsa, demek ki halen boşluklar ve yetersizlikler vardır. Sanıyorum ilgili güçler zaten üzerinde duracaklardır. Bu konuda en ideal direnişi sergileyenler, yaşadıkları yetersizlikleri de en iyi bir biçimde görecek olanlardır. Bu onların işidir.

Bu saldırının arka planı hakkında neler söylenebilir?

Bu saldırı, bir konsept temelinde geliştirilen bir saldırıdır. Uzun süreden bu yana ve en çok da geçen yıldan bu yana Suriye’de, Rojava’da YPG öncülüğünde DAİŞ’e karşı verilen mücadele, DAİŞ’i çöküş noktasına getirmiştir. Özellikle 15 Eylül 2014 tarihinde TC Devleti ile DAİŞ ortak bir konsept temelinde Kobanê’yi düşürme planı çerçevesinde Kobanê şehir merkezinde 4 buçuk ay kıyasıya sürdürülen savaş ardından DAİŞ’in yenilgiye uğratılması ve sonrasında da operasyonların kırsal alanda sürdürülmesi DAİŞ için bir dönüm noktasıdır. Bunun hemen ardından Cizîrê Kantonu’ndaki YPG güçlerinin Til Hemîs-Til Berak hamlesini başarılı bir biçimde sonuçlandırması, DAİŞ’in Haseki-Til Temir hattında yaptığı tüm karşı saldırıların kırılarak püskürtülmesi ve ardından YPG’nin Kizwan Dağı’na karşı kapsamlı bir operasyon geliştirerek o civardaki 220 köyle birlikte gerçekleştirilen hamle temelinde büyük bir başarı elde etmesi, DAİŞ’in düşüşünü daha da perçinlemiştir. Bütün bunların ardından Komutan Rûbar Qamişlo Hamlesi ve Komutan Gelhat Cûdî hamleleri çerçevesinde YPG’nin Cizîre ve Kobanê’den eş zamanlı bir hamleyle Girê Spî’ye yönelmesi ve her ikisinin 15 Haziran tarihi itibarıyla Girê Spî’de buluşarak büyük bir zafere imza atmaları ve ardından da Reqqa’ya doğru ilerleyerek Eyn Îsa’yı almaları DAİŞ’e ölümünü göstermiştir. DAİŞ, başkentleri olan Reqqa’nın düşmesinden korkarken, Erdoğan ve AKP hükümeti de DAİŞ ile Türkiye’nin arasının kesilmesinden korkmaya başladı. Yani YPG güçlerinin Cerablus’a yönelerek Kobanê ile Efrîn kantonlarının birleşme durumundan ürkmeye ve korkmaya başladı. Bu her iki gücün ortak korkusunun onları yeniden ortak bir konsepte yönelttiği açıkça görülüyor.

Bu gelişen saldırı dalgası çok kapsamlıdır. Sadece Kobanê’ye karşı geliştirilen vahşi bir katliam saldırısı değildir. Aynı anda Reqqa’dan Girê Spî’ye karşı tanklar desteğinde bir hamle de başlatılıyor. Yine Haseki’nin sadece rejim güçlerinin elindeki kısmına karşı değil, YPG güçlerinin denetim sahasındaki Aziziye Mahallesi’ni de kapsamına alacak şekilde şehri tümden ele geçirme planının uygulamaya geçirilmesi durumu vardır. Yani aynı anda üç yerde kapsamlı bir saldırı söz konusudur. Bu saldırıların amacı, YPG güçlerinin Cerablus’a veya Reqqa’ya doğru ilerleyişini durdurmadır. Çünkü daha fazla ilerlemesinden Türkiye de çok rahatsızdır. Zaten Türkiye’deki havuz medyasının işlediği konular ve Eroğan’ın söyledikleri ile DAİŞ yetkililerinin ifade ettikleri birbirlerine benzer şeylerdir. YPG’nin ve beraberindeki Burkan El Fırat Güçleri’nin direnişinin yarattığı korku, endişe ve rahatsızlık vardır. İşte bunun önüne geçmek için böyle üç koldan kapsamlı bir saldırıyı gündemleştirmişlerdir. Kobanê’ye dönük saldırının geliştiği günlerde diğer iki cephede de şiddetli çatışmaların olduğunu biliyoruz.

Peki, çeteler Kobanê’ye kaç koldan ve nasıl girebildiler?

Kobanê’ye tek bir koldan sızma suretiyle girmiş değiller. Bir kol Sirîn’den hareket ederek YPG ile DAİŞ arasındaki sınırı tek tek araçlarla geçiyor. Sonra bir yerde buluşup önlerindeki Berxbotan Köyü kontrol noktasını imha ediyor. Burada 6 Asayiş üyesini şehit ediyorlar. Ardından ise bir grup katliam geliştirmek üzere köye dalarken, ana grup ise Kobanê’ye ilerliyor. Belirtildiği gibi ÖSO güçlerinin elbiselerini giyme, bayrağını açma ve benzeri bir görüntü altında oradaki Asayiş’e şüphe uyandırmayacak şekilde geçişi sağlıyorlar. Bu tabii ki güçlü bir istihbarata sahip olduklarını gösteriyor. Belli ki yandaşları oldukça istihbarat imkanı da sağlamışlar. İçlerinde 12 Kürdün ve şehri bilenlerin olduğu bilgisi vardır. Türkiye’den yürüyerek gelip katılanlarla birlikte bu kolun toplam sayısı 90’ı aşıyor. Belli ki aralarında çok büyük bir koordine var; Türkiye’den gelenler ile Sirîn’den gelenler rahatlıkla buluşup planlarını uyguluyorlar. Ayrıca beraberlerinde her türlü iletişim teknikleri olduğu da anlaşılmıştır.

İkinci kol ise Cerablus’tan kayıklarla nehri geçerek orada bulunan Şêxler Nahiyesi’ne saldırıyor. Bu basına fazla yansımadı ama esas büyük çatışma orada oldu. O nahiye boştur; halk yoktur, YPG güçleri vardır.

Yine diğer bir kol ise güneyden, Qarakozak, Mêjber ve Sepeta Ereban denilen köylerden ilerlemek istiyor. Buralarda da büyük çatışmalar yaşanıyor. YPG güçleri ilk gün çeteleri durduruyor ama ikinci gün daha kapsamlı bir saldırı gelişiyor ve YPG güçleri bir kademe geri çekilmek zorunda kalıyorlar. DAİŞ orada iki köyü ve bir tepeyi ele geçiriyor.

DAİŞ bu saldırıyla neyi amaçlamaktaydı? Bu amacına ulaşabildi mi? 

Amaç, şehre giren grubun, Türkiye’den gelen ve kendisiyle cephane getirenlerle birleşerek önceden planlanmış bir tarzda önemli stratejik yerleri ele geçirmesidir. Bir grup hemen şehre hakim olan Miştenûr Dağı’na çıkıyor. Bir grup da sürekli almak istedikleri ama bir türlü alamadıkları sınır kapısına direk saldırıyor. Diğer gruplar da şehrin diğer önemli-stratejik yerlerini ele geçirmeye yöneliyorlar. Bu gruplar sokakta ilerlerken önüne çıkan kadın-erkek, yaşlı-genç kim varsa onları vurarak ilerliyorlar. Bununla amaçları toplumu korkutmak, ürkütmek ve halkın aynı gün şehri terk etmesini sağlamaktır. Çünkü şehri ele geçirmeyi arzuluyorlar. Bir kaç gün şehri ellerinde tutacaklar, Cerablus’tan çıkan kol ile Qarakozak’tan saldırıya geçen kol ise ilerleyerek Kobanê’ye ulaşacaklar. Plan budur. Böylece Kobanê ile Cerablus’u kendileri birleştirecekler; Reqqa’ya doğru ilerlemiş olan YPG güçlerinin arkasındaki Kobanê’yi ele geçirmiş olacaklar ve hem DAİŞ’in hem de Türkiye’nin ürktüğü bu tehlikeyi bertaraf etmiş olacaklar. Yani hem güçlerin muhtemel Cerablus’u alıp Efrîn’le birleşmesini önlemiş oluyorlar, hem de muhtemel Reqqa’ya ilerlemeyi de durdurmuş oluyorlar. Yani başarsalar, karşı gücün en stratejik cephesi olan Kobanê’yi hem de katliamla fethetmiş olacaklar. Onların bu kadar vahşi ve alçakça yönelmelerinin nedeni, bu amaca ulaşmak içindir. İnsanları korkutmak, ürkütmek ve korkuyu ortama salarak alana hakim olmaktır. Amaç budur.

Burada Kobanê halkının göstermiş olduğu metanet, cesaret ve direniş; yine YPG-YPJ güçlerinin sonradan da olsa müdahale ederek çok profesyonelce şehrin tümüne operasyon uygulayarak çeteleri dar noktalara sıkıştırmayı ve ardından da imha etmeyi başarması önemli bir sonuçtur. Şêxler’den gelenler Şêxler’in dışına ilerleyemedi. Onlar da YPG güçleri tarafından dün sabaha karşı saat 4 buçuk itibarıyla yok edildiler. Yine dün itibarıyla Qarakozak ve Mêjber’den ilerleyen güçler de tümüyle püskürtüldü. Aynı gün Kobanê’dekiler zaten etkisizleştirilmişti; bazı kaçan grupları da bir gün sonra etkisizleştirildiler. Bu kaçan gruplardan 7 kişi tekrar Türkiye’ye dönmüş. Bu da tespitli bir durum. Kısaca böylesine hem halkın kararlılığı ve cesareti; hem de YPG güçlerinin göstermiş olduğu performans sayesinde bu güçler amaçlarına ulaşamadılar, kendileri yok oldular. Ancak şu da bir gerçek ki güçlü bir istihbarata dayanıyorlar. Gerçekten de o zaman YPG güçleri şehirde yokmuş. Lojistikçi, cephaneci gibi hizmet işlerini yürüten bir kaç küçük birim varmış. Onlar hemen direnişe yönelmişler; bazıları şehit düşmüş. Tabi şehirdeki TEV-DEM kadroları ve halk da müdahale etmiş. Yani bir kez daha görüldü ki YPG gibi profesyonel bir güç olmazsa bile, halkın direngenliği karşısında bunlar fazla ilerleyemez. Yoksa bunların amacı sadece 230 kişiyi değil, binlerce kişiyi katletmedir. Bir kaç bin kişiyi katledip diğerlerini de aynı gün şehrin dışına atmayı hedeflemişlerdir. Fakat bunu başaramadılar. Bu saldırısıyla DAİŞ, bir kez daha YPG’den tarihin büyük şamarını yemiştir.

Peki Haseki ve Girê Spî’ye dönük saldırılar...

Reqqa’dan Girê Spî’ye dönük olarak başlattığı harekat da bozguna uğramıştır. Fakat şimdi Haseki’deki çatışma devam ediyor. Belli ki uzun da sürecek. Çünkü hem Irak’taki DAİŞ güçleri Haseki’ye takviye gönderiyor, hem de Palmyra’dan takviye geliyor. Belli ki DAİŞ Haseki’de ısrar edecek ve buradaki savaş gelişecek. Burada rejim güçlerinin de Haseki’de tuttuğu mevzileri savunamaması DAİŞ’e büyük kolaylık sağlıyor. Fazla direnmeden alanlarını bırakıyorlar ve böylece oradaki halkı zora sokmuş oluyorlar. Yine YPG güçleri de onların bulunduğu yere giremediği için savunma görevini yeterince yapamıyor. Böyle bir sorun ve karmaşıklık da var. Zaten şimdi aldığımız bilgilere göre Haseki kenti şu an itibarıyla çok karmaşık bir vaziyette. Güçlerin hepsi iç içe geçmiş. Belli ki burada yoğun bir çatışma ve direniş süreci gelişecek ama açık ki eğer YPG Suriye Devrimi yolunda ilerleyecekse ve DAİŞ’i bertaraf edecekse, ne olursa olsun Haseki’yi onlara bırakmaması ve onları oradan söküp atması gerekiyor. Bu çerçevede belli ki Haseki’de hesaplaşma devam edecek.

Sivillerin de hedef alındığı bu saldırıyı yapan çetelerin bir kısmının Türkiye’den geldiğini siz de belirttiniz. Bu yönlü çok ciddi bulgular olmasına rağmen AKP yetkilileri ve Cumhurbaşkanı bırakalım reddetmeyi, saldırı pozisyonuna geçmiş durumda. Bu konuda ne dersiniz? 

Evet. Şimdi Erdoğan ve Türk devleti DAİŞ’le olan ilişkilerini inkar ediyorlar. Fakat şimdiye kadar DAİŞ ile AKP hükümetinin ilişkisini belgeleyen ve doğrulayan onlarca belge ve görüntü ortaya çıktı. Nisan 2015’te de halen ilişkilerinin sürdüğü Girê Spî’de ele geçen bir belgede açıkça görülüyor. Girê Spî’nin düşüşünden bu yana AKP yetkililerinin ve yandaş medyanın kullandıkları dil ve Rojava’ya karşı geliştirdikleri düşmanlık bu resmi tamamlıyor. Erdoğan, ‘hiç kimse bizi DAİŞ’le aynı parantez içinde gösteremez’ diyor ve gösterenlere de küfrediyor. Tamam da sen kendi kendini DAİŞ’le aynı parantez içine koymuşsun. Kimse seni koymamış. Çünkü Türkiye’yi DAİŞ’le aynı kefeye koyan kendisidir; başkası değil. AKP’nin Kürt karşıtlığı, Rojava düşmanlığı, Türkiye’yi bu biçimde dünyanın en vahşi, çağ dışı, faşist örgütüyle aynı parantez içine koymuştur. Elbette ki Türkiye halklarının geleceği böylece karartılıyor; Türkiye lekeleniyor ama bunun sorumlusu Erdoğan ve AKP hükümetidir. Bu bir iftira değildir. Somut olarak bu son katliama Türkiye’den gelen grupların da dahil oldukları yönünde bulgular var. DAİŞ Kobanê’de Mürşitpınar Sınır Kapısı’nı almak için iki araçla intihar saldırısı yaptı. Eğer sınır kapısını alsaydı kim bilir kaç grup daha geçerdi. Ama 4 kişilik bir timin kuzey tarafından gelip çatışmaya katıldığını ve Kobanê tarafına geçtiğini orada çatışanlar görmüşler. Belki geçip de görünmeyenler de olmuştur. Kaldı ki ölenler üzerinde yakalanan kimlik bu kişilerden bazılarının AFAD kamplarında kaldıklarını belgelemektedir. Bu bir.

İkincisi, resmi olarak Türkiye sınırı olan kısma yakın olan Kaniya Kurda Mahallesi’ne güneyden gelen çeteler geçmemişler. Oraya gelip katliam yapanlar Türkiye’den yürüyerek gelenlerdir. Şunu da söyleyelim: Türkiye işini istihbarati bir şekilde yapıyor ve sonuçta da üstlenmiyor. Türkiye’den araçla gelme yok; yürüyerek gelme var; cephaneyi getirme var. Kaniya Kurda Mahallesi’nde 50 kişi katledilmiş. Çoğu çocuktur. Bu katliamı yapanların Türkiye’den gelme ihtimali çok yüksektir. Çünkü başka bir yerden kimse oraya gelip de katliam yapamaz.

Şimdi Erdoğan ve AKP yetkilileri, Kürt siyasetçilerini ve bizleri suçlayacaklarına ve de sağa sola küfredeceklerine ellerini biraz vicdanlarına koysunlar. Küçük bebeklerin kafasını kesen, çoluk çocuk demeden herkesi biçen bu vahşi uygulama acaba kendi vicdanlarını sızlatmıyor mu, bunu düşünsünler. İktidara ve çıkara bağlanarak yüreklerini her şeye kapatan kişiler bunu düşünmeyebilir ama vicdanı olan herkesin Kobanê’de uygulanan bu vahşet karşısında mutlaka vicdanı sızlayacaktır. Çünkü savunmasız, sivil insanları bu biçimde hedeflemek kimsenin tahammül edebileceği bir şey değildir. Açık ki buna ortak olma durumu vardır. Yani bunu böyle reddederek ve sağı solu tehdit ederek değil, hatasından dönerek telafi etmeleri gerekiyor. ‘PYD DAİŞ’ten daha tehlikelidir’ diyen anlayış varlığını sürdürdükçe bu tür katliamlara ortak olma da yaşanır. Çünkü bu anlayış DAİŞ’in anlayışıdır. Kendi halkını savunan, öz savunmasını yapan, kendi bulunduğu köyü ve şehri savunan bir yapı ile bu vahşi çeteleri kıyaslamak mümkün değildir ama ondan da öte, ‘bu yapı çetelerden daha tehlikelidir’ demek açıkça bir Kürt düşmanlığıdır ve her şeyi göze alma durumudur. Kısaca AKP yetkilileri önce bu bindikleri attan inmeli, bu uğursuz siyasetten vazgeçmeli ve Kürt halkıyla düşmanlık değil dostluk yollarını aramalıdır. Nitekim Rojavalı tüm siyasetçilerin ve yetkililerin çağrıları da hep bu yöndeydi; Türkiye halkının esas istemi de budur. AKP’nin Suriye’deki siyasetinin çökmesinin tek nedeni Rojava düşmanlığına endekslenmiş olmasıdır.

Erdoğan bu saldırı sonrası yapmış olduğu açıklamalarda sık sık, ‘Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına ne pahasına olursa olsun müsaade etmeyeceğiz’ dedi. Erdoğan’ın bu sözlerini nasıl anlamak gerekiyor?

Bu söz Erdoğan’ın zihniyetini ve Türk devletinin yaklaşımını ele veren bir tutumdur. Oradaki insanlar çetelere karşı kendi yurtlarını savunuyorlar. Kendi çoluk çocuklarını savunmaya alıyorlar. Ortada bir devlet olmadan ziyade kendini savunma vardır. Ama DAİŞ yenildikçe bunlar rahatsızlıklarını ifade ediyorlar. Bu resmen DAİŞ’i sahiplenmedir; DAİŞ’in yenilgisine karşı tepkisini bu biçimde ifade etmedir. Bir de Kürt halkına ne kadar karşı olduklarını da göstermektedir. Orada bir kere bir devletten ziyade Kürt halkının öz yönetim biçimi olan kantonlar kuruluyor. Doğru; orada bir devlet inşa edilecek ama bu devlet Demokratik-Federal Suriye Devleti olacak. Girê Spî’nin alınmasının en önemli sonucu, artık demokratik Suriye mücadelesinin yolunun açılmış olmasıdır. Yani kimse orada ayrı bir devlet kurma durumunda değil. Bunu Erdoğan da çok iyi biliyor ama bunu böyle gösterip kendi müdahalesine gerekçe hazırlamış oluyor. Bütün suçlamalarını böylece kanıtlamaya çalışıyor. En önemlisi de Erdoğan’ın bu mezhepçi, El Kaide çizgisiyle bütünleşen politikasına karşı olup da Kürtlere karşı hassasiyeti olan bir takım milliyetçi çevreleri de arkasına toplamak istiyor. Yani böylece çökmüş olan kendi politikasını kurtarmaya çalışıyor. Gerçek şu ki çökmüş olan bu siyaseti kurtarmak artık mümkün değildir. Kısaca biraz önce de belirttiğim gibi bu bir düşmanlıktır ve Kürt halkının Rojava’da kendisini savunma ve kantonlarını kurmasına karşı düşmanlığını perdeleme sözleridir.

Bugün de yapılacak olan MGK’den bölgeye askeri müdahale yapılması kararı çıkacağı belirtiliyor. Bu karar ne anlama gelir? Böyle bir karar alınırsa Kürt halkının tavrı ne olur?

Karar almaları öyle kolay değil. Bölgesel ve uluslararası konjonktürel durum da var, dengeler konusu da. Türk devleti öyle her dilediğini yapamaz. Bu Türkiye’yi daha ciddi durumlarla karşı karşıya getirir. Ancak belli ki Erdoğan ve AKP, seçimdeki yenilgisinin temel nedeni olarak Kürtleri görüyor. Bunun için de Kürtlere ve Kürt Halk Önderliği Başkan Apo’ya karşı bir tutum içerisindedir. Özellikle de Kobanê direnişinden dolayı kaybettiğini düşünüyor. Bunun yüzden de bu faşist çetelere Kobanê’de büyük bir katliam yaptırarak öfkesini ve tepkisini boşaltmak istiyor. Ama şunu belirteyim: Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı AKP’yi bitirecek bir sorundur. Şimdiye kadar Kürt düşmanlığında ısrar eden hiçbir siyasetçi başarılı olmamıştır. Çünkü Kürt toplumu bir hakikattir. Bu hakikate karşıtlık kişiyi bitirir. Diğer bir şey de Kürt Halk Önderi Başkan Apo, Erdoğan ve AKP’ye her zaman demokratik yolları önerdi. Kürt sorununun çözümünde, Rojava sorununa yaklaşımında, Türkiye meselelerine el atmada tek çözüm olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi olduğunu hep söyledi; ısrarla bunu dayattı. Ama onlar bunda değil kendi anti demokratik tutumlarında ısrar ettiler. Onları bu hale getiren Kürt dostluğu değil Kürt düşmanlığıdır. Bu halden çıkmak istiyorlarsa düşmanlığa son vermeleri gerekir. Yani yanlış yoldalar. Düşmanlıkta bu biçimde derinleşmeleri onları daha fazla yanlışa sürükleyecektir.

Diğer bir şey de eğer bugünkü MGK toplantısında veya başka mercilerde Rojava’daki kantonlara müdahale kararını alırlarsa ve böylesi uğursuz bir yönelime girerlerse, bu müdahale Rojava’ya değil, tüm Kürt halkına karşı yapılmış bir müdahale olacaktır. Ha Kobanê’ye müdahale etmişsin, ha Amed’e müdahale etmişsin. Hiç farkı yoktur. Hele hele son 2-3 yılda Rojava ile Kuzey’in bu kadar duygusal bütünleşmesinin olduğu bir ortamda Rojava’ya müdahale etmesi karşısında Kuzey’in duracağını mı düşünüyorlar. Açıkça söyleyeyim: Eğer onlar Rojava’ya müdahale ederlerse biz de onlara müdahale ederiz; o zaman Türkiye’nin tümü bir savaş sahasına dönüşür. Türkiye yetkilileri bu konuda akıllarını başlarına toplamalı, halkımızın 6-7-8 Ekim’deki kalkışını unutmamalıdır. Halkımızın o büyük başkaldırısını, içinde geliştiği ortamı uygun görmeyen Önder Apo’nun ancak durdurabildiği iyi biliniyor. Açık ki bu halk böyle bir müdahaleye müsaade etmez. Eğer siz Kürtlerle birlikte ortak yaşamak istiyorsanız bu tür şeylerden uzak duracaksınız. Düşmanlığa son vereceksiniz. Artık son merhaleye gelinmiş bulunuyor. Böyle bir müdahale Türkiye’nin bir iç savaşa girmesi müdahalesi olur. Başka bir şey olmaz. Bunu tüm halkımız ve kamuoyu bilmeli; Türk devletini bu tür düşmanca girişimlerden vazgeçirtmek için herkes üzerine düşen sorumlulukların gereğini yerine getirmelidir. Hani siz, ‘Kürt kardeşlerim’ filan diyordunuz. Peki Rojava’daki 3 milyon Kürdün kendi kendini yönetir hale gelmesinden niye bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Niye, ‘DAİŞ’ten daha tehlikelidir’ diyorsunuz? Niye Kobanê’deki bu katliam karşısında göstermelik kınama yaptınız ama aslında seviniyorsunuz? Bu katliamı gündemleştireceğinize, katliamı önleyen güçlere müdahaleyi tartışıyorsunuz. Demek ki siz de katliamdan yanasınız ve siz de bu katliamın içindesiniz. Şimdi diyor ki ‘DAİŞ’le ilişkimiz yok.’ Sözde ilişkin yok ama her tarafın ilişki halinde. Her tarafın aynı şeyi söylüyor. Bu kadar hedef göstereceksin ve bu kadar karşıtlık yapacaksın; katliam yaşanacak ama sen katliamı yapanlara değil katliamı önleyenlere karşı müdahale etmeyi tartışacaksın; bir de diyeceksin ki ‘ben DAİŞ’le birlikte değilim.’ Kimi kandırıyorsunuz! Gerçeğiniz açıkça ortada.

Kısaca böyle bir müdahale kararı Türkiye için stratejik bir karar olur, Kürt halkı için de yeni bir dönem başlamış olur. Biz bu konuda kimseye yalvaracak değiliz. Kendileri bilir. Yaparlarsa Kürt halkı olarak elbette bizim de yapacaklarımız olur.

Kobanê saldırısında YPG üyesi olan 60 yaşındaki Sinoplu Rıfat Horoz (Karker Kobanê) da yaşamını yitirdi. Rıfat Horoz’un anısına neler belirtmek istersiniz?

Evet, biz de 60 yaşındaki değerli insan, büyük enternasyonal Karker Kobanê (Rıfat Horoz)’nin DAİŞ’in bu vahşi saldırısına karşı direniş esnasında şehit düştüğünü büyük bir üzüntüyle duymuş bulunuyoruz. Rıfat Horoz’u Kobanê direnişinin en zor dönemlerden geçtiği bir aşamada işini gücünü bırakarak Pirsûs’a gelip oradaki direnişe katıldığı süreçte basına dönük yaptığı açıklamalardan tanımış olduk. Bu yönüyle kamuoyuna mal olmuş bir kişiliktir. O yaşına rağmen büyük bir emekçi, bir enternasyonal, bir demokrat, Türk halkının yüz akı, kardeşliğin sembolü olan bir kimsedir. Rıfat Horozlar gibi Kürt halkının mücadelesiyle dayanışma içerisinde bulunan yiğit ve değerli insanları gördükçe ve tanıdıkça, kardeşlik duygularımız daha fazla kamçılanmış oluyor. Aslında bütün bu yolda yürüyen yoldaşlar, Kürt-Türk halkları arasındaki kardeşlik bağlarını perçinleyen Kemal Pirlerin ve Haki Karerlerin takipçileridir.

Rıfat Horoz da Karadenizli bir kişi olarak bu Karadenizli iki devrimci önderin de büyük takipçileri haline gelmiş bir kişiliktir. O bizim bir şehidimizdir. Onun anısı, halkların özgürlük, kardeşlik ve demokrasi mücadelesinde yaşatılacaktır. Bu vesileyle bu değerli enternasyonal insanın, yoldaş Rıfat Horoz’un ailesine ve tüm Türkiye halkına başsağlığı diliyorum. Rıfat Horozların büyük bir emek ve yiğitlikle sergilemiş olduğu bu ulvi insani duruş, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde kararlılıkla yürümede, halkların kardeşliğini ve demokratik ulus perspektifini uygulamada büyük bir güç kaynağı olacaktır. Rıfat Horoz’un Pirsûs’ta sergilemiş olduğu sivil direniş ardından, orayı bırakarak Kobanê’ye gelip hizmet etmesi ve Kobanê halkıyla dayanışması; adını da ‘işçi’ anlamına gelen ‘Karker’ ve ‘Kobanê‘ koyması çok değerli ve asil bir insani tutumdur. Bu değerli tutumu saygıyla selamlıyor, bir kez daha büyük insanlık duruşunu anıyorum. Rıfat Horoz’un Türk halkıyla Rojava halkı arasında kardeşliğin sembolü olmasını diliyorum. Umarım mücadelede böyle bir sembol olma doğrultusunda tüm güçler ve tüm devrimci, demokrat, enternasyonal insanlar üstüne düşen sorumluluklarının gereğini yapacaktır. Böylesine değerli, yüce ve saygın duruşlara karşı bizlerin de sorumluluğumuz ve borcumuz vardır. Bu değerli insanlara karşı insanlık borcumuz vardır. Onların çizgisinde yürümeyi ve arzu ettikleri büyük özgürlük yürüyüşünü, demokratik kardeşleşmeyi gerçekleştirmek için daha fazla çaba içinde olacağımızı ve Rıfat Horozları bu biçimde yaşatacağımızı önemle vurgulamak istiyorum.

Kobanê’deki son direniş dalgasında 233 sivilin yanı sıra 15 YPG ve Asayiş üyesi yaşamını yitirdi...

Bu son Kobanê direnişinde çok sayıda değerli insan şehit düşmüştür. Direniş sürecinde büyük bir kahramanlıkla direnen 7 YPG militanı 8 Asayiş üyesi şahadete ulaşmıştır. Bunlar bütün Kürdistan halkının kahraman şehitleridirler. Bu şehitlerin ailelerine ve Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Onlar Kobanê’de büyük bir katliamın önüne geçen kendilerini siper eden Kürdistan halkının fedaileri ve büyük kahramanlardır. Yine aldığımız bilgilere Suriye Kürtleri Sol Partisi Politbüro Üyesi Îsmail Xelîl Kinco da şehit düşenler arasındadır. Orada şehit düşen insanlarımız, değerli insanlardır. Hepsinin bu uğurda sarf ettikleri çabayı, sergiledikleri direnişi biz kendi mücadelemiz için de bir emir ve talimat olarak görüyor, bütün bu insanların ailelerine başsağlığı diliyoruz. Onların direnişleriyle bize bıraktığı mesajlarını doğru algılayacağımızı ve anılarını mücadeleyi yükselterek yaşatacağımızı bir kez daha vurgulamak istiyoruz.

 Kobanê’yle denk gelen günlerde yine DAİŞ tarafından Tunus ve Paris’te de saldırılar düzenlendi. Bunlar için ne belirtirsiniz?

Bu katliamları da şiddetle kınıyor, yaşamını yitirenlerin ailelerine ve Tunus ile Fransız halkına başsağlığı diliyoruz. Açık ki bu insanlık düşmanı çeteler, tüm insanlık için büyük bir tehlikedir. Bunlara karşı verilen mücadele de bir insanlık mücadelesidir. Tabii bu uluslararası mücadelenin daha da güçlü verilmesi gerekiyor. Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak bu insanlık mücadelesinde üzerimize düşenleri yerine getireceğimizi belirtmek istiyorum.

‘ACİL GÖREV ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SAĞLANMASIDIR’

Kürdistanî kurum ve kuruluşların son dönemde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne dönük başlatmış oldukları kampanyalar var. Bu kampanyalar hakkındaki mesajınız nedir?

Mücadelemizin gelip dayandığı bu noktada en önemli konu ve acil görev, Önder Apo’nun özgürlüğünün sağlanmasıdır. Bu amaçla yola çıkmış, kampanyayı başlatmış, buna katılan veya daha katılacak olan tüm kurumları ve çalışanları saygıyla selamlıyorum. Özellikle gençliğin ve kadının öncülüğünde gelişen bu süreçte, Önder Apo’nun özgürlüğünü hedefleyen etkinliklere tüm halkımızın ve tüm kurumların bütün güçleriyle katılmaları çağrısını yapıyorum.

Özellikle Kuzey’de ve tüm Kürdistan’da halkımızın temel gündemi Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele olmalıdır. Önder Apo özgürleşmeden Kürt halkının özgürleşmeyeceği bilinen bir husustur. Özellikle de 7 Haziran seçimlerinde elde edilen siyasal zafer ve yine Rojava’da sağlanan başlarılar ardından; halkımızın mücadelesinin yükseliş kazandığı ve artık zirveyi yaşadığı bu aşamada Önder Apo üzerindeki tecridin kaldırılmasını istemek, sürece cevap olamayacak bir istemdir. Tecridin kaldırılması değil, Önder Apo’nun özgürleşmesi ancak sürece cevap olacaktır. Bu seçim ve diğer başarıların sağlanmasından önceki söylemlerin ve isteklerin bugün için bir geçerliliği yoktur. Gelinen noktada tek bir istem ve tutum doğru olacaktır. O da Önder Apo’nun özgürlüğü tutumudur. Önder Apo’nun özgür bir biçimde müzakerelere dahil olmasını istemek, dönemin en devrimci ve olması gereken mücadele amacıdır. Biz artık hareket ve halk olarak bu kadar değer yaratmış olan Önder Apo’nun Türk devletinin zindanlarında tutulmasını kabul etmiyoruz, bunun artık sona ermesi gerekir. Eğer Türk devleti Kürt halkıyla birlikte yaşamak istiyorsa ve parçalanmak istemiyorsa, halkımızın bu istemini dikkatle ele almak ve Önder Apo’yu özgürleştirmek durumundadır. Önderliğimiz zaten 17 yıldır zindandadır. Orada rehin tutulma sürecine son verilmelidir. Unutulmamalı ki rehin tutulan Önder Apo şahsında tüm Kürt halkıdır. Önder Apo orada rehin haldeyken, biz hiçbir biçimde Türk devletiyle bir arada barış içinde yaşayamayız. Gelinen noktada bu kesin bir olgudur.

Bununla birlikte tecrit özünde bir savaştır. TC devleti, 3 aydır kendi oluşturduğu hukuku ve haklara ilişkin kanunları çiğnemektedir. Türkiye’de rehin tutulan ve tutuklanan bir kişinin çeşitli hakları vardır. Ailesiyle ve avukatlarıyla görüşme hakkı da bunların önde gelenlerindendir. Bu haklar ancak savaş, vb. olağanüstü durumlarda askıya alınabilir. Mevcut durumda Türk devleti, Önderliğimiz için kendi kanunlarının hepsini askıya almıştır. Bu bize karşı bir savaş kararıdır. Biz de hareketin yönetimi olarak bu durumu gündemimize almak ve tartışmak durumundayız. Nasıl ki dediniz ya, ‘onlar Suriye’ye, Rojava’ya müdahaleyi tartışıyorlarmış’; biz de Önderliğimize karşı yapılan bu hukuk ve insanlık dışı uygulamaları tartışmak durumundayız. En acil konu budur. Ve biz Önder Apo’nun özgürlüğüne kilitlenmiş olan HPG güçlerini daha fazla tutamayız. Bizim de üzerimizde baskı vardır: “Madem ki daha önceden ilan edilmiş, ‘Önderliğimiz üzerindeki tecrit bir savaş gerekçesidir’; o zaman niye savaşmıyoruz!” diye bir dayatma vardır. Nihayetinde bizim bunu tartışmamız, gündemleştirmemiz ve acilen bir sonuca bağlamamız gerekmektedir. Yani bu biçimde duyarsız bir durumun sürdürülmesi tarafımızdan kabul edilemez bir tutumdur. Kürdistan gençliğinin öncülüğünde Önderliğin özgürlüğü için başlatılan kampanya çok yerinde ve isabetli bir tutumdur; barışçıl demokratik bir kampanyadır fakat konu daha da acil bir hal aldığından dolayı hareket ve gerilla olarak bizim de devreye girmemizi gerektiren durumlar söz konusudur. İşte biz bunu tartışıyoruz.

Devletin bu uygulaması bir düşmanlıktan mı kaynağını alıyor; yoksa siyasi bir tutum mudur? 

Siz Önder Apo’nun sayesinde son 3 yıldır Türkiye’yi yönetiyorsunuz, onun sayesinde bu istikrarı ve asayişi sağlıyorsunuz. Önder Apo olmasaydı, 2012 yılının sonunda bu savaşı durdurmaya ve ateşkesi geliştirmeye dönük yeni süreci geliştirmeseydi, şimdi Türkiye’de taş üstünde taş kalmazdı ve AKP çoktan iktidardan düşerdi. Tüm AKP yetkilileri bilmeli ki Önder Apo’ya karşı aldıkları bu gayrı insani tutum, her şeyden önce bir nankörlüktür. Önder Apo, Kürt halkına karşı sorumluluklarının gereklerini yerine getirdiği kadar, Türkiye halklarına karşı da sorumluluklarının gereğini yerine getirmiştir. Türkiye halklarını bir arada yaşatmak, bunun için gereken ideolojik, teorik ve siyasi zemini oluşturmak, yine savaşın daha da ilerlememesi, tahrip edici düzeye gelmemesi için, ateşkeslerle bunun önünü almak gibi en değerli çabaları ve emekleri sergileyen Önder Apo’ya karşı bugünkü tutum gayrı insanidir, nankörlüktür ve esasen Önderliğimizin halen içeride tutulması da kabul edilemez bir durumdur.

Dolayısıyla Önderliğin özgürlüğü için Türkiye’yi seven, Türkiye’de demokrasiden, birlikten ve kardeşlikten yana olan herkesin çaba göstermesi gerekmektedir. Önder Apo’nun esaret altında tutulması sorunu, artık sadece PKK’nin bir sorunu değildir ve sadece Kürt halkının da bir sorunu değildir. Tüm Türkiye halklarının bir sorunudur ve tüm Türkiye halklarının öz temsilcileri, bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmeli, Türk devletinin bu biçimdeki politikasına karşı mücadele ederek artık buna son verilmelidir. Biran önce Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde müzakerelere başlanmalı, gerekli komisyonlar kurulmalı, tahkim edilmiş ateşkes için gerekli şeyler yapılmalı, yine Rojava’ya karşı düşmanlığa son verilmelidir. Kürtlerle gerçek anlamda kardeşlik ve dostluk böyle gelişebilir. Türkiye, içinde yaşadığımız 1-2 haftada ya bu yola girecek ya da savaş hükümetiyle karşımıza çıkacak. Eğer savaş hükümetiyle karşımıza çıkarsa, hem Rojava’ya hem de Kuzey’e karşı politikasında ısrar ederek şiddeti dayatmış olacak ki o zaman biz de üzerimize düşeni yapmak durumunda kalacağız. Seçeneklerimiz vardır; seçeneksiz değiliz ama öncelikli seçeneğimiz Demokratik Ulus perspektifidir, halkların bir arada yaşama seçeneğidir. Buna gelinmezse biz de diğer seçenekleri tercih etmek durumunda kalırız. Bunu herkesin bilmesi gerekmektedir.

Son olarak belirtmek istedikleriniz nelerdir?

Evet. Bugün 29 Haziran; Şêx Sait ve 46 arkadaşının TC devleti tarafından idam edilişlerinin 90’ıncı yıldönümü. Bildiğiniz gibi 29 Haziran 1999’da Türk devleti Önderliğimiz hakkında da idam kararı verdi. Bu açıdan 29 Haziran günü önemli bir gün. Bugün şehit edilen Şêx Sait ve yanındaki tüm değerli insanları büyük bir saygıyla anıyorum. Onların anılarını yaşatmanın bir gereği olarak kurulmuş olan hareketimiz, bu topraklar üzerinde şehit düşen bütün kahramanların vasiyetini yerine getirecektir.

Yarın ise 30 Haziran; Önder Apo’ya ve hareketimize dönük saldırılar karşısında Zîlan (Zeynep Kınacı) yoldaşın Dersim’de gerçekleştirdiği fedai eylemin 19’uncu yıldönümü.

2 Temmuz ise Sivas Madımak Oteli’nde çok değerli Alevi aydın ve sanatçıların yakılarak katledilişinin 22’inci yıldönümü.

Bu vesileyle fedai-komutan Zîlan yoldaş şahsında Kürdistan’ın özgürlüğü ve Türkiye’nin aydınlık geleceği uğruna canını veren tüm kahramanları ve yürekli insanları anıyorum. 2 Temmuz Sivas Şehitleri başta olmak üzere bütün şehitlerimizin anısını, halklarımızın özgürlük mücadelesini başarıya taşıyarak ve aydınlık yarınları kurarak yaşatacağımızın sözünü bir kez daha veriyor ve tüm halkımızı selamlıyorum.

Kaynak:  http://www.firatnews.com/kurdistan/karayilan-sehitlerimizin-intikami-alinacaktir

15 Haziran 2015 Pazartesi

Tel Abyad Gerçeği: Türkiye'den IŞİD'e 'Canlı Kalkan' Desteği!



Dikenli sınır telleri, onlar için ölümle yaşam arasındaki son çizgi.
Toz toprak ve kan ter içindeler.

Tüm hayatlarından arta kalanları bir denke, bir çuvala doldurup Akçakale sınır kapısına dayanmışlar.

Kimileri Arap, kimileri Türkmen.

Arkalarında amansız bir vahşeti, çağlar öncesinin karanlıklarından bu güne taşıyan İslamcı IŞİD çeteleri var.

Güneşin alnında, aç susuz bekliyorlar Türkiye'nin sınır kapısını açmasını.

Ellerindeki pet şişeleri kaldırıyorlar "su" diye.

Yanlarındaki çocukları dikenli tellerin üzerine doğru havalandırıyorlar:

"Alın bizi içeri!"

Karşılığını önce "geri çekilin" anonsuyla veriyor Türkiye.

Sonra, sınırdan uzaklaşmaları için askeri TOMA'lar su sıkıyor üzerlerine, askerler havaya ateş açıyor.

Bu görüntüleri de çoğu yandaş haber kanalları "Serinlemeleri için üzerlerine su sıkıldı" dış sesiyle veriyor.

Susuzluktan kırılanlara, dünyanın en insanlık dışı yöntemiyle "su vermeyi" icat ediyor AKP iktidarı.

Herhalde onları kaçırtmak için açıldığını sandığımız ateş de sınıra yığılan Türkmen ve Arapların vücutlarındaki demir ihtiyacını karşılamaya dönüktü!

Sonuçta kapıyı açmıyor Türkiye.

Tel Abyad halkı IŞİD zulmünden kaçmaları için yakaladıkları son fırsatı da yitiriyorlar.

Elleri silahlı, yüzleri vahşi, gülüşleri yılık çeteler geliyor birazdan.

Sınırda bekleyen Türk Silahlı Kuvvetleri'ne mensup askerlerin önünden, bütün sivil halkı; kadın erkek, yaşlı, genç, demeden silah zoruyla götürüyorlar Tel Abyad'a doğru.

"Canlı kalkan" yapacaklar, kendilerini süpürmeye gelen PYD ve Burkan El Fırat güçlerine karşı.

Bugüne kadar cihatçı çetelere silah ve mühimmat göndermekle, çete mensuplarına "cihat turu" yaptırmakla kalmıyor AKP iktidarı, bu kez de "canlı kalkan" hediye ediyor.

Suriye'nin kanlı bir iç savaşa sürüklenmesinde büyük bir sorumluluk sahibi olanlar, gönderdikleri silahları "Türkmenlere insani yardım" diye yedirmeye çalışanlar bu kez Arapların yanı sıra Türkmenleri de IŞİD çetelerine "canlı kalkan" olarak ikram ediyorlar.

Türkiye'nin IŞİD'e bu "kıyağı" ancak iki günden biraz fazla sürüyor. Bir insanlık suçuna dönüşen bu direnişinden sonunda vazgeçmek zorunda kalıyor.

Ama bu noktaya kadar yaşananlar Türkiye'nin "suçüstü" yakalanmasına da yetiyor.

'Tel Abyad düştü, düşecek' telaşı

Doğusundaki Cizire ve batısındaki Kobane kantonlarından PYD ve Burkan El Fırat büyük bir temizlik harekatı başlatmış IŞİD vahşilerinin elindeki Tel Abyad'a doğru.

IŞİD karşıtı koalisyon güçlerinin uçakları IŞİD mevzilerini havadan vuruyor, PYD ile Burkan El Fırat güçleri de karadan "süpürme" yapıyor.

Mezraları, köyleri, kasabaları IŞİD çetelerinden temizleye temizleye hem doğudan, hem batıdan ilerliyorlar.

Türkiye'nin Akçakale'sinden IŞİD'in kalbi Rakka'ya giden yol üzerinde Tel Abyad. Türkiye-Suriye sınırının tam sıfır noktasında. Bu yüzden stratejik önemi çok büyük.

Tel Abyad'ın IŞİD'ten temizlenmesi bu savaşta iki önemli sonuca yol açacak.

Birincisi, Rojava'nın Cizire Kantonu ile Kobane Kantonu birleşecek.

İkincisi de, IŞİD'in Türkiye ile sınır komşuluğu birkaç nokta dışında sıfıra inecek.

Bunun için olsa gerek, daha dün "Kobane düştü, düşecek" diye sevinç çığlıkları atanlar, bugün "Tel Abyad düştü, düşecek" telaşındalar.

Zaten biz o "stratejik derinlik" mevzuundaki "komşularla sıfır sorun" meselesini de yanlış anlamışız. Meğer meseleninin aslı "cihadist derinlik" perspektifinde "komşu IŞİD'le sıfır sorun"muş.

Ama bir utanç duydukları yan olmalı. "Kürt karşıtı koalisyon güçleri" bütün açıklamalarında, haberlerinde IŞİD'i gizliyor. Sanki "koalisyon" uçaklarının vurdukları, PYD ile Burkan El Fırat güçlerinin savaştıkları, Suriye'nin Türkmenleriyle Araplarıymış gibi göstermeye çalışıyor.

7 Haziran seçimlerinden sonra ancak 10 Haziran'da ilk kez halkın karşısına çıkabilen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konudaki rahatsızlığını dile getirirken bakın bakalım söyledikleri içinde hiç "IŞİD" geçiyor mu:

"İşte buyurun, bakın sınırımızda Tel Abyad’da, Arapları ve Türkmenleri uçaklarla vuran batı, ne yazık ki onların yerine terör örgütü PYD ve PKK’yı yerleştiriyor. Buna biz nasıl olumlu bakabiliriz? Bu batıya biz nasıl samimi olarak bakabiliriz."

Daha önceki gün Bakü'den dönerken uçağına aldığı yandaş gazetecilere çok net bir dille, IŞİD'le komşu olmaktan bir sıkıntı duymadığını, ancak Kürtlerle komşuluğu pek hayra yormadığını anlatıyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan:

"Tel Abyad bölgesinde, Araplar ile Türkmenlerin hedef alındığı gibi bir hava var. O bölgeden yaklaşık 15 bin Arap ve Türkmen Türkiye tarafına geçti. Onların boşalttığı yerlere, PYD ve PKK yerleştiriliyor. Bu pek hayra alamet değil. Zira bu, sınırımızı tehdit edebilecek bir yapı oluşmasına yol açılması demek. Bu hayra alamet değil. Sınırda bir tehdit oluşuyor. Bu konudaki hassasiyetlerimizi herkesin göz önünde bulundurması lazım. "

Evet, "Batı", Tel Abyad'da IŞİD mevzilerini havadan bombalıyor; YPG, YPJ (siz bunu isterseniz PKK olarak okuyun) ile Burkan El Fırat güçleri (bunu da IŞİD karşıtı Araplar olarak okuyabilirsiniz) karadan temizliyor.

Kürtlere karşı aşırı 'hassasiyet'

İşte bu harekata karşı herkese "hassasiyetlerimizi göz önünde bulundurun" çağrısı yapan Erdoğan'ın aslında gerçek "hassasiyeti"nin "Kürt alerjisi"nden kaynaklandığı da Tel Abyad'da yaşanan son durum nedeniyle bir kez daha gün gibi ortaya çıktı.

Daha üç yıl öncesinde, örneğin Tel Abyad'ı ele geçiren El Nusra çetelerinin şu yaptıklarına ilişkin hiç de AKP iktidarının bir "hassasiyeti"ne tanık olmamıştık.

"El Nusra, Tel Abyad'ı tanklarla bombalıyor. El Kaide bağlantılı El Nusra'nın, Tel Abyad kentinde Kürt mahallelerine yönelik Cumartesi akşamı başlattığı saldırılar devam ederken, camide Kürtlerin katledilmesi ve yaşadıkları yerlerin yağmalanması çağrısı yapıldı. ANF'nin haberine göre Tel Ebyad kentinde, Kürtlerin katledilmesi ve her şeylerinin yağmalanması çağrısı ardından, birçok Kürt mahallesi önce bombalandı, ardından yağmalanmaya başladı."

Daha sonrasında Tel Abyad'ı ele geçiren ve son bir buçuk yıldır neredeyse Kürtlere karşı "etnik temizlik" uygulayan IŞİD'e karşı da bir "hassasiyet" göstermemişti AKP iktidarı.

Aslında bu çok açık bir mantığın yansıması:

"Ezilen, zulüm gören, kanı dökülen Kürtler ise görmezden gel ve sus. Yok eğer Kürtler haklarını alıyor, topraklarına dönüyor, halkların kendi kendilerini yönetecekleri ortak yaşam alanları kuruyorlarsa yani Kürtler kazanıyorlarsa, o zaman karşı çık, 'ama bizim hassasiyetimiz' diye itiraz et."

Aslında yaşananlar başka gerçeklerin de ortaya çıkmasını sağlamıştı.

İki milyon Suriyeli mültecinin kabul edilişinin nedeni bir insanlık durumundan çok, zulüm gören insanların kurtarılmasından çok, Esad'ı devirmek için tüm dünyaya karşı bir koz elde etme planıymış. Esad'a karşı kullanılacak Suriyeli mülteci sayısı istiap haddini doldurmuş demek ki.

Yoksa, milyonlarca insan kabul eden Türkiye, islamcı çetelerin katliamından kaçan birkaç bin Suriyeliyi iki günü aşkın süre sınırda bekletmez, Esad'dan kaçanlara gösterdiği "insanlığı", IŞİD'den kaçanlara da gösterirdi. Birincisi bu.

İkincisi de, seçimden önce "CHP, Suriyelileri zalim Esad'a teslim edecek" diye dertlenen, ancak seçimden sonra Suriyeli Türkmenleri ve Arapları IŞİD'in insafına bırakanların da gerçek yüzü ortaya çıktı.

Hem de YPG Genel Komutanlığı'nın, sınırda bekleyenlere Cizire Kantonu kentine gelmeleri, her tür ihtiyaçlarının karşılanacağı ve Tel Abyad özgürleştikten sonra köylerine dönecekleri çağrısını yaptığı günlerde...

Bir çağrısı daha vardı YPG Genel Komutanlığı'nın:

"Arap ve Türkmenlere katliam uygulandığı, yurtlarından edildiği doğrultusundaki bilgiler dezenformasyondur. Tüm uluslararası kurumlar Cizire Kantonuna gelerek inceleme yapabilir."

IŞİD yenilince 'etnik temizlik'

 

İşte bütün bu olan bitenin çoğundan habersiz Türkiye kamuoyunun büyük bölümü, Tel Abyad'da ABD uçaklarının birilerini bombaladığını; Kürtlerin, Türkmenleri ve Arapları yerlerinden yurtlarından sürdüğünü, bu yüzden insanların sınır kapılarına dayandığını sanıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan yandaş medyasına, hatta 'Kürt karşıtı' koalisyonun doğal müttefiki haline gelen "ulusolcu"lara kadar herkes özenle, Tel Abyad'da yaşanan savaşın IŞİD'e karşı verildiğini gizliyordu.

Sadece Erdoğan değildi "Tel Abyad’da, Arapları ve Türkmenleri uçaklarla vuran batı, ne yazık ki onların yerine terör örgütü PYD ve PKK’yı yerleştiriyor" diyerek bu "denklemde" IŞİD'i gizleyen.

"Havuz medyası"ndan Sabah'ın birinci sayfa başlığı:

"Tel Abyad'dan kaçan kaçana"

Bu da alt başlığı:

"Uluslararası koalisyonunun hava bombardımanından ve YPG milislerinden kaçan 5 bin Suriyeli, Akçakale sınırına dayandı"
Gelelim spotuna:

"ABD liderliğindeki koalisyonunun desteğini arkasına alan YPG milisleri, Tel Abyad'a yaklaştı. Evlerinden çıkarılan Arap ve Türkmenler canlarını kurtarmak için büyük gruplar halinde Türkiye sınırına geldi."

Siz hiç bu başlıkta, alt başlıkta, spotta "IŞİD" gördünüz mü? Elbette hayır!

Bir de yandaşlardan Yeni Şafak'ın sürmanşetine bakalım:

"ABD destekli etnik temizlik"

Alt başlığı:

"ABD'nin hava desteğini arkasına alan PYD, Suriye'nin kuzeyindeki dört Türkmen köyünü daha işgal etti. Binlerce Türkmen ve Arap sınıra doğru kaçmaya başladı."

Spotunda da yok ABD'nin kimi bombaladığı:

"Suriye Türkmen Milli Hareket Partisi Başkan Yardımcısı Tarık Sula Cevizci şu bilgileri verdi: Tel Abyad'ı ele geçirmeyi planlıyorlar. Emellerine ulaşırlarsa burası Kobani ve Cizire kantonuyla birleşecek. Böylece uluslararası çerçevede sıkça konuşulan Kuzey Suriye Projesi yolunda ilk adım atılmış olacak."

IŞİD'i gizle, HDP'yi Suriye'ye sür! 

 

Havuzu, yandaşı böyle de Kürt karşıtı koalisyonunun Aydınlık'ı farklı mı sanki!

Manşetin üst başlığı:

"Koridor planı hazırlandı, Türkmenler isyanda:"

Bu da Aydınlık'ın manşeti:

"ABD havadan, PKK karadan"

Anlaşılan o ki "havadan ABD, karadan PKK vuruyor" demek istiyorlar ama "nereyi" sorusuna bir türlü yanıt veremiyorlar. Yani "Kürt düşmanlığı"ndan mesleğin en temel ilkelerinden 5 N 1 K'yı bile unutmuşlar. Alt başlıkta da "IŞİD" diyemiyorlar bir türlü:
"Suriyeli Türkmenler anlattı: PKK/PYD, ABD bombalarının desteğiyle Tel Abyad kentindeki 11 Türkmen köyünü ele geçirdi. Türkmenler göçe zorlanıyor, bölgeye Kürtler yerleştiriliyor"
Haber kaynağı aynı kişi ama Yeni Şafak'taki "dört Türkmen köyü", Aydınlık'ta 11'e çıkmış.

Artıran yoksa spotuna bakalım Aydınlık'ın:

"Suriye Türkmen Milli Hareket Partisi Başkan Yarımcısı Tarık Sülo Cevizci'nin anlatımları, ABD'nin Kürt koridoru planını hızlandırdığını gözler önüne serdi. ABD uçaklarının desteğiyle Dedeler, Babıl Hava, Bilal Çete ve Sirt gibi 11 köy, cuma günü itibariyle ilk defa PKK/PYD kontrolüne geçti. Bölgedeki 12 bin Türkmen'in çoğu Türkiye'ye sığındı."

İkinci spotunda hiç IŞİD'den bahsetmiyor Aydınlık ama Allah nazardan saklasın, meseleyi HDP'ye bağlama konusunda büyük bir gazetecilik örneği veriyor:

"Muhalif Türkmen komutan Ömer Dede, ABD desteğiyle ilerleyen YPG (PYD'nin silahlı kolu) tarafından 'Köyleri boşaltın' tehdidi aldıklarını açıkladı. Aydınlık'a bilgi veren güvenlik kaynakları, PKK/HDP'nin de aynı proje kapsamında Meclis'e sokulduğuna dikkat çekti. Askerin gelişmeleri yakından izlediği ve bazı önlemler aldığı öğrenildi."

Bravo valla! ABD'nin IŞİD'i bombaladığı Tel Abyad'daki savaşın haberini verirken IŞİD'den söz etmeden, lafı "bilgi veren güvenlik kaynakları" ve "gelişmeleri yakından izleyen askerler" üzerinden HDP'ye bağlamak tam Politzerlik bir gazetecilik başarısı!

Bu kadar "canla başla çalışan kalkanı" varken IŞİD'in ayrıca neden başka "canlı kalkan"lara ihtiyaç duyduğunu anlayamadım.

 Celal Başlangıç

Kaynak:  http://t24.com.tr/yazarlar/celal-baslangic/tel-abyat-gercegi-turkiyeden-iside-canli-kalkan-destegi,12132

5 Haziran 2015 Cuma

8 Haziran’da Ortaya Çıkacak Olası Politik Tablo

Mustafa Peköz

8 Haziran sabahı Türkiye’yi yeni bir süreç bekliyor. Seçimlerinin ortaya çıkartacağı sonuçlar hem içte, hem de uluslararası ve bölgesel ilişkilerde dikkatle izleniyor.

Sistemi temsil eden farklı güçler arasındaki saflaşma aynı zamanda iktidar ve güç ilişkilerini de belirleyecektir. Bu bakımdan toplumun alt katmanlarından çok sistemin ekonomik, politik ve kurumsal ilişkilerindeki ayrışma çok daha öncelikli olarak ön plana çıkıyor.

Seçimlerin öncelikli olarak HDP ile iktidar partisi AKP arasındaki bir rekabete dönüşmesi, esasen bu iki gücün alacağı sonucun Türkiye’nin politik geleceği bakımından belirleyici olmasından ileri geliyor. HDP’nin başarı düzeyinin, sistemin iç politik dengelerini şekillendirmede önemli bir etkide bulunacağına dair kanı giderek kabul görmeye başladı.

Devletin önemli merkezlerini elinde tutan AKP, bütün gücüyle seçimleri kazanmaya kilitlenmiş durumda. Bir bakıma sistem içi güç ilişkilerinin bir tarafını tek başına temsil ediyor. Karşıda ise sistem içi muhalefetin bütün katmanları bulunuyor. CHP ve MHP sistemin stratejik kurumsal güçleri olarak nispeten etki gücü artan partiler olarak AKP’ye karşı tutum almış durumdalar. Sistem içi politik ilişkiler içerisinde yer alan ama devletin kurumsal bir gücü olmayan HDP ise dengeleri değiştirecek bir konumda bulunuyor. AKP karşısında MHP’nin ve CHP’nin yüzde kaç oy alacağından çok HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı seçimin ana meselesini oluşturuyor. Böylelikle AKP’ye karşı olan politik, ekonomik ve toplumsal güçlerin çok önemli bir kısmı, HDP’nin barajı aşmasını istiyor. Bu istem stratejik bir tutum olmayıp bütünüyle taktik ve dönemsel çıkarlara dayanıyor. Bu bakımdan geçmişte ekonomik ve politik projeler üzerinde seçim çalışmalarını örgütleyen AKP, bu kez stratejisini HDP’nin barajı aşmaması üzerine kurdu.


Kamuoyu yoklamaları HDP’nin barajı aşacağını çok net olarak ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dahil çok sayıda AKP kurmayının HDP’nin oy oranının yüzde 6-8 civarında olduğunu belirtmeleri, HDP’ye yönelik bir seçim operasyonunun olacağını ve 7 Haziran seçimlerinin doğal bir ortamda olmayacağını gösteriyor.

HDP’nin % 10 baraj altında bıraktırılmasının politik sonuçları neler olabilir?


Birincisi, AKP bugüne kadar kendi politik ihtiyaçları için yürüttüğü ‘barış’ sürecini fiilen bitirecektir. Parlamentoda yer almayan bir HDP ile görüşmeler kesilecek, Dolmabahçe gibi açıklamalar bütünüyle rafa kaldıracaktır. Kandil’in politik etki gücünü kırmak için Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı çok daha kapsamlı bir savaş başlatacaktır. Hiçbir görüşme ve müzakere olmaksızın, PKK’ye silahların bıraktırılması için İmralı üzerindeki tecrit ve baskı yoğunlaştırılacaktır. Türkiye yeniden savaş sürecine girerken, bunun büyük kentlerdeki etkisinin çok daha derin ve sarsıcı olacağından kimse kuşku duymasın.

İkincisi, Kürt illeri esas olmak üzere İstanbul, Mersin, Adana, Gaziantep gibi illeri kapsayan ‘Olağanüstü Hal’ ilanı gündeme gelebilir. Bu bir bakıma bir “sıkıyönetimin” biçimi olarak,  CHP ve MHP dahil olmak üzeren muhalefetin baskı altına alınması ve tasfiye edilmesinin bir aracı haline getirilecektir. AKP, Anayasa Referandumu için bir çoğunluk elde edilemezse dahi, Erdoğan fiilen başkanlık sistemini uygulayacaktır.

Üçüncüsü, Gülen Cemaati ile Erdoğan arasındaki çatışma artarak devam edecek ve Cemaat’e yönelik operasyonların kapsamı genişleyecektir. Erdoğan, iktidar gücünü fiilen devletleştirmek için başta ordu olmak üzere sistem kurumlarındaki hâkimiyetini arttırmaya devam edecektir.

Dördüncüsü, AKP’nin Suriye politikasında askeri güç çok daha fazla ön plana çıkacaktır. ABD’nin onayı olmadan Rojava ve Suriye’ye askeri bir müdahaleye karşı çıkan Genelkurmay üzerindeki baskı çok daha arttırılacaktır. Böylelikle hem Rojava’daki özerk yapının tasfiyesi, hem de Halep’in işgal edilmesi için ordunun içerisinde yer aldığı askeri operasyonlar söz konusu olabilir.

Beşincisi, Suriye’de ve Irak’ta askeri ittifak dahil olmak üzere Radikal İslamcı hareketlerle ortak hareket planlarının oluşturulması ve bugüne kadar ‘gizli’ yürütülen operasyonların ‘yasallaştırılması’ için yeni bir sürecin başlatılması yüksek bir olasılıktır.

Altıncısı ve belki de en önemli noktalardan biri, Türkiye’nin çok ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya olmasıdır. Seçimlerden sonra ekonomik krizin topluma yansıması çok daha belirgin olarak görülecek ve hissedilecektir. Politik krizin derinleşmesi, ekonomik krizin etki alanının çok daha gelişmesine yol açacaktır. Ülkeyi terk etmeye başlayan küresel sermayenin güvenli olmayan bir bölgede kalmak istemediği biliniyor. Dolardaki artışa paralel olarak, çok daha büyük şirketlerin iflası ve küresel sermayenin kaçışı hızlanacaktır. Savaş koşullarının derinleşmesi, Suriye ve Irak gibi bölgelerde artan istikrarsızlık, Türkiye’yi doğrudan etkileyecektir. Önümüzdeki süreç ekonomik krizin çok güçlü hissedileceği bir dönem olacaktır.

Bütün zorluklara ve engellemelere rağmen HDP’nin % 10 seçim barajını aşmasının olası politik yansımaları neler olacaktır.

Birincisi, HDP’nin beklendiği gibi barajı aşarak parlamentoda yer alması, AKP’nin politik gücünde önemli bir kırılmaya yol açacak, iktidardan devletleşmeye yönelik stratejisi önemli oranda darbe alacaktır. AKP ya tek başına hükümet kuramayacak ve koalisyon süreci başlayacak ya da 280 civarındaki milletvekili grubuyla çok zayıf bir hükümet kuracaktır.

Her iki durum, AKP’nin iç dinamiklerindeki kırılmayı, içteki bölünmeyi ve rekabeti derinleştirecektir. Yerli ve uluslararası sermayenin desteğini alabilecek olan Gül’ün yeniden bir aktör olarak çok daha fazla ön plana çıkartılması gündeme gelecektir.


İkincisi, Erdoğan’ın kendi yönetim tarzına uygun kurmak istediği başkanlık sistemi büyük bir olasılıkla gündemden çıkacaktır veya Türkiye’nin ekonomik, politik ve toplumsal gerçeğine uygun bir başkanlık sistemini kabullenecektir. HDP’nin barajı aşması özellikle Erdoğan’ın politik gücünü ve inisiyatifini önemli oranda kıracaktır. Kendisini iktidar partisi lideri olarak gören Erdoğan’ın cumhurbaşkanı görevini yürütmesi de oldukça zor olacaktır. Özellikle iktidar gücünü önemli oranda kaybetmiş AKP üzerinde varlığını devam ettirmekten zorlanan Erdoğan’ın politik geleceği ciddi bir risk altına girecektir.

Üçüncüsü, AKP’nin devam ettirdiği Suriye politikası önemli oranda işlevsizleşecektir. Türkiye’nin özellikle Suriye ve Irak politikasında belli bir değişim gündeme gelme olasılığı,  Radikal İslamcı Hareketlerin özellikle sınırlardaki hareket kabiliyetini ciddi oranda kısıtlayacak olan bir kısım pratik politikaların uygulanmaya konulması, zorunlu olarak gündeme gelecektir. Politik olarak zayıf bir AKP, Suriye ve Irak stratejisini değiştirmek zorunda kalacaktır.

Dördüncüsü, HDP’nin çok daha güçlü bir şekilde parlamentoda olması, barış ve demokratikleşme sürecinde önemli bir rol üstlenecektir. Başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere, toplumun ezilen kesimlerinin sistem içi demokratik taleplerinin gündemleştirilmesinde ve çözümünde belirgin bir rol üstlenecektir. Böylelikte farklı toplumsal kesimleri temsil eden HDP’nin barış politikası daha stratejik bir olgu olarak kabul görecektir.

Beşincisi, zayıf bir AKP’ye karşı, nispeten güçlü bir muhalefet, sistem içerisinde Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde ve yeni bir anayasanın hazırlanmasında önemli bir etki gücü kazanacaktır. HDP, bu sürecin dinamik gücü olarak ön plana çıkacaktır.

Altıncısı, Türkiye’nin iç politik dengeleri ve ittifak ilişkileri yeniden şekillenecektir. Erdoğan’ın Cemaat’e yönelik artan baskılarında belirli bir kırılma oluşacaktır. Cemaat de devlet içerisindeki gücüne yeni bir dizayn yapmak zorunda kalacaktır. Cemaat eskisi gibi politik bir güç olarak çok fazla ön plana çıkmayacaktır ve mevcut konumunu korumayı esas alacaktır.

Yedincisi, AKP 276 milletvekilini kazanamadığı takdirde koalisyon süreci başlayacaktır. Parlamentoda “yeni” ittifaklar oluşacaktır. Örneğin MHP-CHP, AKP-MHP ve hatta AKP-HDP ittifakı gündeme gelebilir. CHP-HDP eksenli bir oluşum orta vadede mümkündür. Bütün ittifakları belirleyecek temel olgu, Türkiye’nin politik dengelerinin nasıl şekillendirileceğidir. Parlamentodaki güç ilişkileri dikkate alındığında HDP’nin politik çizgisi ve temel ilkeleri kendisini çok daha fazla hissettirecektir.

Küresel güçler de Türkiye’de bir değişimin zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu görüyorlar ve politik tercihlerini de mevcut realiteye göre yapmak istiyorlar. Bu bakımdan politik istikrar için AKP’nin dışında kalan belirli güçlerin inisiyatifi almalarını ve ön plana çıkmalarını bekliyorlar.

HDP’nin baraj altında bırakılması, doğrudan politik kaos yaratılması ve savaş politikalarının devreye konulması olarak okunmalıdır. Böylesi bir durum istikrarsızlığın derinleşmesi anlamına gelir. 

HDP’nin bütün engellemelere rağmen barajı aşması ise politik gücü zayıflamış bir AKP’nin varlığı anlamına gelir. Böylesi bir durumun pek uzun sürmeyeceği de açıktır. Her iki durumda da politik kriz büyük bir olasılıkla, 2016’da bir erken genel seçimi zorunlu kılabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi politik geleceğini de dikkate alarak böylesi bir sürece karar verebilir.

Burada hiçbir politik olasılık tek başına etkili olamaz. Mevcut politik gelişmeler dikkate alındığında çok yönlü sonuçlara hazır olunması gerektiğini ortaya koyuyor. 2016’da politik dengeler tahmin edilenden çok daha farklı bir rotada ilerleyecektir. HDP süreci doğru okursa, ciddi kazanımlar elde edecektir.

gokyuzu9@gmail.com

Kaynak: http://www.sendika.org/2015/06/8-haziranda-ortaya-cikartacak-olasi-politik-tablo-mustafa-pekoz/

1 Haziran 2015 Pazartesi

AKP Seçimleri Kazanırsa Savaşı Dört Parça Kürdistan’a Yayacak



Sonucu ne olursa olsun Türkiye’nin ve dört parça Kürdistan’ın geleceğini yakından ilgilendiren 7 Haziran seçimlerinde geri sayım başladı. Kararsızların bir kısmının tutumunu netleştireceği seçimin son düzlüğündeyiz ancak Kürtler için son günler de engebeli geçeceğe benziyor. Kürt siyaseti, seçimlerin yapılacağı güne kadar AKP’nin provokasyonlarına karşı tetikte olmak zorunda.
 
En büyük başarıyı ve kendi geleceğini HDP’nin barajın altında bırakılmasına endeksleyen AKP, hedefine ulaşmak için var gücüyle çabalıyor. Anket şirketleri HDP’nin barajı 10.0 ile geçmesi durumunda bile AKP’nin maksimum 276-277 milletvekili çıkarabileceğini söylüyor. Bu, şu demek: AKP’nin başkanlık arzusu hayal olacak. Dahası AKP tek başına iktidar olamayabilir. Bu sonuç AKP için bitişin başlangıcı demek.

AKP için her şeyi değiştirecek olan olasılık ise HDP’nin baraj altında bırakılmasıyla gasp edilecek olan 60- 70 milletvekiliyle TBMM’deki sandalye sayısını 336-346’ya kadar yükseltecek olan sonuç. İşte Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın “süper” diye tabir ettiği durum bu...

 
Böylesi bir sonuca ulaşmak için AKP’nin HDP’nin yarattığı sinerjinin sandığa yansımasını engellemesi gerekiyor. İzlenen strateji şu: Birincisi Ege’den Karadeniz’e, Trakya’dan İç Anadolu’ya, Toroslara ve Akdeniz’e uzanan bölgedeki seçmeni HDP’den kaçırtmak! AKP’nin provokasyon harekatının ikinci ayağı ise HDP’nin zor da olsa sağladığı Kürt birliğini dağıtmak!

Seçimlere az bir süre kala AKP bütün kozlarını oynuyor. Ağrı Diyadin’deki provokasyonda hedef Türkiye’ye asker cenazelerinin gitmesiyle oluşacak infiali oya dönüştürmekti ancak provokasyon sonuç almadı. Batıdaki provokasyon HDP’yi “terörize etme” şeklinde devam ediyor. Mersin ve Adana’da HDP binalarının bombalanmasıyla amaçlanan ise HDP’lilerin katledilmesi ve sonuçta oluşacak Kürt infialinden nemalanmaktı. Bu provokasyon da şans eseri de olsa sonuç vermedi.

AKP son kozunu oynuyor: Hedef Kürt birliğini dağıtmak!

Kur’an, diyanet-din tartışmalarıyla dindar Kürtlerin HDP’ye yöneliminin önüne geçmeyi hedefleyen AKP hükümeti, sahada cevabını alınca bu sefer de HDP’nin sağladığı Kürt birliğini dağıtmaya yöneldi. Öyle ki HDP, bir kısım marjinal Kürt örgütü ve bir avuç AKP işbirlikçisi Kürt dışında Kürtlerin ezici çoğunluğunu bir araya getirmeyi başarmış durumda. AKP bu birliği dağıtmayı ve Rojava’nın yarattığı etkinin sandığa yansımasını engellemek istiyor.

Kürdistan’da HDP’nin mitinglerinde en dikkat çeken şehirler, önceleri Kürt siyasetinin etkisinin görece zayıf olduğu alanlar oluyor. Adıyaman, Maraş, Antep, Malatya, Urfa, Bingöl, Bitlis, Erzurum ve Elazığ, HDP’nin sürpriz yapacağı muhtemel seçim bölgelerinin başında geliyor. Amed, Garzan, Botan, Serhat, Dersim, Hakkari gibi ezici çoğunluğa bu seçim bölgelerinden gelecek oyların eklenmesi durumunda HDP’nin barajı aşması işten bile olmayacaktır.

AKP’nin son dönemlerde PKK-HDP eşitlemesi yaparak “zorla oy topluyorlar, bulundukları alanlarda başka Kürt örgütlerinin çalışmasına izin vermiyorlar” tarzındaki kara propagandanın akabinde yaşanan iki gelişme manidar olduğu kadar Kürtlerin nasıl bir oyunla karşı karşıya olduğunu göstermesi açısından önemli.

Sınır ötesi provokasyonda AKP şüphesi!

Hem PKK’nin seçimin selameti için gerilimi düşüren açıklamaları ve gerillaların çatışma riskini minimalize etmek için gösterdiği azami özen hem de HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın verdiği kardeşlik mesajları sayesinde AKP’nin gerilim siyaseti boşa çıktı yorumlarının yapıldığı bugünlerde dikkat çeken iki gelişme yaşandı.

Önce İran Kürdistanı Demokratik Partisi (İ-KDP) harekete geçirildi ardından AKP’nin desteğiyle yeniden palazlandırılarak hortlatılan ve R T Erdoğan ile yaveri Bülent Arınç’ın olağanüstü çabaları ve algı operasyonlarıyla Kürt cilası vurulmak istenen Hüda-Par yeniden sahneye çıkarıldı. Halep’te ise AKP beslemesi olan El Nusra, Kürtlerin yaşadığı Şex Mahsut mahallesini kuşatmış durumda. Aynı dönemde üç gücün harekete geçmesi aynı elin düğmeye bastığı kuşkusunu destekleyen veriler oluyor.

Barzani ne demişti?

Bir kaç gündür İ-KDP güçlerinin Medya Savunma Alanları’na yönelik tacizleri Kürt medyasında yer buluyor. Yerel kaynaklara göre 100-150 arasında bir sayıda olan ve kendilerini İ-KDP olarak tanıtan bu güçler, gerilla alanları ile Güney Kürdistan Hükümetine bağlı peşmergelerin kontrolünde bulunan ara bölgede kalan tampon bölgede konuşlanmış durumda. Bölge halkı bu gücün varlığından rahatsız. Çünkü daha önce benzer grupların halkın can ve mal güvenliğine kastettiği olayların sıkça yaşandığı biliniyor. PKK’nin bölgenin denetimini eline almasından sonra çetevari olayların son bulduğu doğu Kürdistan’ın Piranşehir ve Şino şehirleri ile Güney Kürdistan’ın Sidekan kasabasının kırsalına düşen ve Xınere-Kelaşin olarak adlandırılan bölgeler gerillaların tam kontrolünün olduğu yerler.

2012 yılında gerillalarca gerçekleştirilen devrimci hamle sürecinde Türk ordusunun kara harekatı için gözünü diktiği bu alanlara yönelik Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani o günlerde, “oralarda 5 yıl peşmergelik yaptım. Coğrafyası sarptır. Bir kaç bin kişiyle bile oraya girmek kolay olmaz. Bir iki yüz peşmergeyle Saddam’ın ordusuna geçit vermemiştik” demişti.

1992 Eylül’ünde Türk ordusu önüne I-KDP’yi katarak bir saldırı başlatmış, tarihe güney savaşı olarak geçen ve yaklaşık iki ay süren savaşta gerillalar hem ordu güçlerine hem de peşmergelere ağır kayıplar verdirmişti. O günden bugüne bölge kesintisiz bir biçimde gerilla denetiminde bulunuyor.

Peki, gerilla denetiminin böylesine yoğun olduğu ve tabir yerindeyse gerilladan habersiz kuş uçmayan topraklara İ-KDP’nin güç göndermesinin amacı ne olabilir? Aynı günlerde Hüda-Par’ın provokasyonlara başlaması ve El Nusra’nın saldırıları bir konsepte mi işaret ediyor?

İ-KDP kimden emir alıyor?

Üç gelişmenin birbiriyle bağlantılı olma olasılığı çok yüksek. Öyle ki PKK’nin, İ-KDP eliyle gerçekleştirilmek istenen provokasyonun arkasında “hangi güçlerin ve ne tür emellerin olduğunun açığa çıkarılması gerekir” açıklamasından sonra İ-KDP şu ana kadar da Kürtleri tatmin edecek her hangi bir açıklama yapmadı.

Bölge halkından edindiğimiz bilgiler, buralara konuşlandırılan peşmergelerin güney Kürdistanlı olduğu şeklinde. Ayrıca bölgede yaşayan halka göre buradaki gücün içinde KDP Özel Kuvvetleri’nin (Zirawan) olduğu yönünde. Çatışmada yaşamını yitiren ve yaralanan peşmergelerin güneyli olduğu belirtiliyor. Bölge halkına göre bu güçler günübirlik olarak güney Kürdistan’dan koordine ediliyor. Bu önemli veriler ışığında olaya bakmakta fayda var.

İ-KDP’nin Irak Kürdistan’ı Demokrat Partisi ile geçmişten beri yaygın ilişkileri biliniyor. Öte yandan çatışmanın yaşandığı günün ertesinde Türkiye Kürdistanı Demokratik Partisi (T-KDP) Genel Sekreteri Sertaç Bucak, Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü gibi isimlerin, Rudaw TV’nin de aralarında bulunduğu bir kısım Türk medyasının “Kürtler arası kavga” yaygarası koparması, bu çevrelerin böylesi bir ihtimal için avuçlarını ovuşturduğunu gösteriyor.

PKK karşıtlığında üst akıl AKP

Resmin bütününe baktığımızda, bu çatışmanın ve Kürt örgütleri arasındaki gerilimin egemen devletlerin ve işbirlikçilerinin işine yaradığı açık. Dolayısıyla İdil’de, Halep’te ve doğu-güney Kürdistan sınırında yaşanan provokatif gelişmeler Türk devletine işaret ediyor. Türk devletinin buna benzer provokasyonlarla Kürtleri yeniden birbirine düşürerek güçten düşürmeyi amaçladığı, kontra güçleri devreye koyarak halkı sindirmek istediği ve bu olayların yaratacağı olumsuz etkiyle Kuzey Kürdistan’daki Kürt birliğini zayıflatmayı hedeflediğini anlamak zor değil.

İran’a karşı mermi sıkmayan İ-KDP ne yapmak istiyor?

Mahabad serhildanlarından hemen sonra gelişen olaydan bir kaç gün sonra ise Salmas kırsalında HPG gerillaları saldırıya uğradı. KCK, İ-KDP’den açıklama istedi. Yıllardır İran ordu güçlerine karşı hiçbir eylemi olmayan İ-KDP’sinin son bir haftada iki defa PKK ile karşı karşıya gelmesi düşündürücü. Medya Savunma Alanlarındaki olayla Salmas kırsalındaki olay, İran’ın devrede olduğunu akla getiriyor.

Türkiye-İran, Hüda-par ve ‘KDP’ler’

İran’ın yönlendirmesi sonucu doğu-güney Kürdistan sınırında kargaşa çıkarma ve bu kargaşadan yararlanma olasılığını göz ardı etmemek gerekiyor. İran, benzer olayların devam etmesi durumunda İ-KDP’yi tehdit unsuru olarak görüp gerilla bölgelerine yönelik saldırı bahanesi yapabilir. Eğer Salmas olayının faili İ-KDP ise, bu durum İ-KDP’nin İran devletiyle bağlantılarını gözler önüne sermiş olacak.

İ-KDP olayında olduğu kadar İdil olayının da arkasında İran olabilir. Hizbul-kontra’nın devamı olan Hüda-Par’ın İran İstihbarat Örgütü (İtlahat) ile geçmişten beri ilişkili olduğu biliniyor. Kuzey Kürdistan’da Hizbul-kontra’ya yönelik yaygın kanaat; bu çetenin İran ajanı olduğu şeklinde. Daha önceki seçimlerde AKP’yi destekleyen Hüda-Par’ın bu seçimlere bağımsız adaylarla katılması İran etkisi olarak yorumlanıyor.

Bahsi geçen her iki gücün de hem İran hem de Türk devleti tarafından kullanılma olasılığı bulunuyor.

AKP’nin yeni savaş konseptine ABD yeşil ışık yakacak mı?

Yaşanan gelişmeler, Türkiye-İran-“KDP’ler” üçgeninde PKK’ye yönelik yeni ve topyekün bir saldırı konseptinin işareti de olabilir. Öyle anlaşılıyor ki Türk devleti seçimlerde istediği sonucu elde ederse, Rojava’yı işgal harekatını yeniden gündeme alacak. Eğit donat projesinde Türk medyası “başladı” dese de ABD Türk devletini oyalamaya devam ediyor. ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerin “şimdilik bekle” yaklaşımının HDP’nin barajın altında kalması durumunda “yeşil ışığa” dönüşme olasılığı söz konusu. Sürekli ertelenen Musul operasyonuna Türk devletinin müdahil olma arzusu göz önünde bulundurulduğunda konseptin ana ekseni daha net anlaşılıyor: Savaşı Kürdistan’ın her yerine yaymak!

7 Haziran’ın belirleyiciliği

Sonuç olarak, Kürdistan’ın bir parçasında yaşanan gelişmeler direkt ve eş zamanlı olarak diğer parçaları etkiliyor. 7 Haziran seçimlerinin Kürdistan’ın diğer parçalarını ve egemen güçlerin Kürdistan politikalarını etkilemek kadar bölgesel politik dengeleri de altüst etme potansiyeli var.

HDP’nin barajı aşması durumunda egemen güçlerin hesaplarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacağı açık. Aksi durumda ise Türk devleti öncülüğünde yeni bir saldırı ve savaş konsepti devreye girebilir. Tüm Kürt partilerinin ve Kürt halkının çok duyarlı ve dikkatli olması gereken bir süreçteyiz. Büyük kazanımlar kadar büyük tehditler ve tehlikeler de olasılık dahilinde bulunuyor.

Bu açıdan 7 Haziran seçimlerinin sonucu bütün Kürtler ve Türkiye için olduğu kadar komşu ülkeler olan Suriye, İran ve Irak’ın yanı sıra bölgemiz Ortadoğu için de kader tayin edici bir öneme sahip.

Kaynak: http://www.firatnews.com/secim-2015/akp-secimleri-kazanirsa-savasi-dort-parca-kurdistan-a-yayacak-cihan-ozgur