21 Mart 2011 Pazartesi

Küba hiç değişmiyor!

 

 
Küba'ya gidenlerin ortak söylemidir, "Zaman burada sanki durmuş!" derler. Bu cümleyi genellikle, 1950'lerin Amerikan arabalarını görünce, Malecon'daki koloniyel evlerin önünden yürürken, kalınan evlerin bazılarında Sovyetler Birliği'nden kalma nostaljik buzdolapları kullanıldığında ya da sokaklardaki "Ya Sosyalizm ya da Ölüm", “Venceremos”, “Her şey Devrim İçin” sloganlarını gördüklerinde söylerler.

Küba’yı ilk defa görenlerin edindikleri ilk birkaç izlenimden bazıları böyle olsa da, 2003'ten bugüne, beş defa Küba'yı ziyaret ettikten sonra bence kesin olan şu ki; Küba’da bazı şeyler sanki hiç değişmiyormuş gibi gözükse de aslında hiç değişmeyen, adanın sürekli değişim içinde olduğu gerçeği!


50 yıllık ABD ablukası yüzünden işler zaman zaman yavaş da ilerlese, ülke yöneticileri Küba insanına daha iyi ekonomik koşullar sağlamak için çeşitli denemeler de yapsalar, genel gidişin iyiye doğru olduğu apaçık ortada.


Birkaç örnek;


Uluslararası konuşmak zor da olsa adada cep telefonunun çekmediği yer yok. Bu konuda tek pratik sorun, teknik problemler nedeniyle sizi arayanların numarasının görünmemesi. Buna hazırlıklı olmanız gerekiyor.


Başta Havana’da olmak üzere oldukça fazla yeni konut yapılmış ya da yenilenmiş durumda. Havana–Trinidad arasında giderken Venezüella ile ortak yapılmış yepyeni yerleşke projeleri gördüm. Ayrıca Havana National Hotel'in hemen yanındaki toplu konut bloku tamamlanmış, insanlar taşınmış bile. En son 2005'te gittiğim Vinales kasabası hem o tertemiz sadeliğini ve basitliğini koruyor, hem de ana caddesi boyunca yepyeni evler, Küba'nın doğasına, insanına, dokusuna uygun olarak inşa edilmiş veya yenilenmiş.


Adadaki otobüs seferleri arttırılmış. Turistlere yönelik hizmet veren Viasul otobüs şirketinin güzergahları çeşitlenmiş. Havana'da artık "Deve" olarak adlandırılan, TIR'dan dönüştürülmüş otobüsler gitmiş, yerlerini Çin malı körüklü otobüsler almış. Gökyüzü alabildiğine geniş, geceleri yıldızlar pırıl pırıl çünkü konutlar yapılırken ne görsel kirlilik var ne de aşırı dikine yapılaşma. Işıklı veya ışıksız reklâm da olmadığından görsel kirlenme hiç yok.


Pazar yerlerindeki sebze ve meyve çeşitliliği artmış, domateslerin rengi yeşilden, kırmızıya dönmüş. Papaya, mango vb. tropik meyveler, fasulye, pirinç, yeşil biber, patates, kabak, havuç, mısır bol. Vinales’te tarlalarda Türkiye’de olmayan Yuka sebzesi ile tanıştım yeni olarak. Patates gibi yetişen, çok lifli, çok doyurucu, Güney Amerika’ya ve bu enlemde bulunan bütün sub-tropik ülkelere özel, dünyada karbonhidrat zengini üçüncü sebze.


Sanatın bütün dalları Küba'da çok yaygın, özellikle resim sanatı. Havana bu konuda en başta gelse de gittiğiniz her yerde Kübalı sanatçıların galerilerini, sergilerini görmek mümkün. Havana’daki Devrim Müzesi’nin hemen arkasındaki Ulusal Sanat Müzesi kaçırılmaması gereken bir yer. Devrim öncesi dönemden başlayıp, Batista Dönemi, Devrim Dönemi ve günümüz sanatçılarına ait resimlere bakarken bu sanatın gelişimini ve Devrim’in sanatçılar üzerindeki etkisini görebiliyorsunuz. Serginin bir bölümü çocuklara ayrılmış; çocukların gözünden Küba!


Ortalama maaşın 20 CUC, yani yaklaşık 16 Euro olduğu Küba'da, ev kiraları evin durumuna göre yarım veya bir CUC olarak değişiyor. Yani gelirin en fazla 20’de 1’i kadar. Sağlık ve eğitim parasız, gaz, elektrik, su ve telefon gibi giderler de en fazla bir CUC gibi; temel gıdalar devlet tarafından karne sistemi ile karşılanıyor.


50 yaşındaki Devrim’in kazanımlarına kapitalist sistem ve gelişmiş olduğu söylenen ülkeler ne kadar sırtını dönse ve görmezden gelse de Birleşmiş Milletlerin İnsani Gelişmişlik Raporu’nda Küba hep üst sıralarda, “Yüksek Gelişmişlik Sınıfı”nda yer aldı.[1]

Havana’daki 20. Uluslararası Kitap Fuarı’nı son gününde yakalayabildik. 11 milyoncuk ülkede, binlerce insanın fuarı ziyaret etmesi, bu gelişmişliğin göstergelerinden biri değil de nedir? Ne yazık ki, Türkiye’den bir yayınevini de gözlerimiz çok aradı ama bulamadı.


Vinales’teki “Casa de la Abuelo”da, büyük anne ve büyük babaların sosyal kulüplerinde, duvarda Fidel’in fotoğrafı ile şu söz var: “Yaş sadece yaşla ilgilenenleri ilgilendir, ben sadece yaşamaya bakarım.”


Yaşlılarına ve çocuklarına sahip çıkan, onları koruyan kollayan devlet, geçmişine de, geleceğine de sahip çıkar. Küba'nın okullarında, pırıl pırıl giyinmiş, aydınlık yüzlü öğrencilerin neşeli yüzlerinde, doğum kontrol ve gözetim istasyonlarında anne adaylarına sunulan özenli hizmetlerde, büyükanne ve büyükbabaların sabah evlerinden alınıp, akşam da yeniden evlerine bırakıldığı sosyal kulüplerinde hep bu sahiplenilmenin, geleceğe duyulan güvenin izlerini gördüm.


Vinales’te bizi evinde ağırlayan tütün işçisi Suibo’nun, 75 yaşındaki, yeşil tütün işçisi tulumu giyen çelik gibi babası ile tanıştığımızda, Pinar Del Rio Üniversitesi’nde tıp okuyan oğluyla, Küba ve dünya üzerine sohbet ettiğimizde hep mutluluğu ve güveni gördük.


Küba'ya her giden kendi Küba'sını keşfeder. İnsanına, sokaklarına, evlerine baktığınızda gördüklerinizi, yaşadığınız kapitalist sistemin kirlenmişliğinden arınmaya çalışarak, Küba’nın kendi şartlarını göz önüne alarak değerlendirmeye çalışın. Havana’da sizden 1 CUC isteyen bir Kübalıya rastladığınızda, bu durumun neden Vinales’te, Trinidad’da, Baracoa’da gerçekleşmediğini düşünün.

"Basit yaşayacaksın, mesela susayınca su içecek kadar basit."


Küba’daki yaşamın, Yalçın Ergir’in bu sözlerindeki gibi basit, sade yaşandığını, bütün insanlığa örnek olacak kadar da yeterli olduğunu ve zenginliğini görmeye çalışın. Çok tüketmek değil, akıllı üretmenin ve tüketmenin, beraberce topyekûn kalkınmanın, gelişmenin, ortak kaderi beraber tayin edip paylaşmanın, dayanışmanın, kendi kendine yetme iradesinin bütün izleri orada…


Siz de keşfedin...


Cuba Si!


dipnot:

[1]. Türkiye bu raporlarda “Orta Sınıfta” yar almaktadır. 2010 raporunda 83. sırada yer bulmuştur. Bu Index’e göre İnsani Gelişmişlik olarak bizden daha ileride olan Küba’dan başka listede yer bulan bazı ülkeler Iran Islam Cumhuriyeti, Venezuela, Hırvatistan, Romanya, Trinidad ve Tobago göze çarpmaktadır.

Cuneyt.Goksu@Gmail.com

NATO’nun Önlenemez Savaşı


Mısır ve Tunus’ta yaşananların aksine Libya, Afrika İnsani Gelişme Endeksi’nde ilk sırada yer almaktadır ve kıtada yaşam beklentisinin en yüksek olduğu ülkedir. Devlet, eğitim ve sağlığa özel bir önem atfetmektedir. Nüfusun kültürel düzeyinin de hiç kuşkusuz en yüksek olduğu yerdir. Libya’nın sorunları başka türdendir. Nüfus aç değildi, temel toplumsal hizmetlerden yoksun değildi. İddialı üretim ve toplumsal gelişme planlarını yürütebilmek için çok sayıda yabancı emek gücüne ihtiyaç duyuyordu.

Bu nedenle, Mısır, Tunus, Çin ve diğer ülkelerden yüz binlerce işçiye iş sağladı. Tüketim mallarına ve hatta bugün Libya’yı insan hakları adına işgal etmek isteyen ülkelerce sağlanan gelişmiş silahlara, yine aynı zengin ülkelerin bankalarında biriken serbest döviz rezervlerine ve muazzam bir gelire sahipti.


Kitle iletişim araçlarıyla pompalanan büyük yalan kampanyası dünya kamuoyunda büyük bir kafa karışıklığına neden oldu. Libya’da gerçekten ne olduğuna ilişkin bir fikir oluşturabilmemiz ve ortaya saçılan gerçek olguları yalan olanlardan ayırabilmemiz için biraz daha zaman geçmesi gerekecek.


Telesur gibi ciddi ve prestijli yayın şirketleri gerçekten olan biteni gösterebilmek için karşıt iki grubun eylemlerini yayınlayacak kameraman ve muhabir gönderme sorumluluğunu duydular.


İletişim engellendi, dürüst diplomatik görevliler yaşananları aktarabilmek için mahallere girmek, gece gündüz eylemleri gözlemlemek için hayatlarını tehlikeye attı. İmparatorluk ve çok sayıdaki müttefiki ise, insanların içinden gerçek bilgi kırıntılarını çıkarması gereken malumatı yaymak için en gelişmiş medyayı kullandı.


Hiç kuşkusuz, Bingazi’de protestolara katılan gençlerin, erkeklerin, türbanlı ya da türbansız kadınların yüzleri en samimi öfkeleri yansıtıyordu.


Nüfusun yüzde 95’inin dürüstçe paylaştığı İslamî inanca rağmen bu Arap ülkesinde kabileye ait unsurların hala etkili olduğunu görmek güç değil.


Gelişmiş ve zengin ülkelerin tüketim ekonomisini finanse eden petrolün büyük kısmının elde edildiği Arap dünyasında açığa çıkan devrimci dalgadan gerçekten endişe eden emperyalizm ve NATO, askeri müdahale başlatmak için Libya’da açığa çıkan bu iç çatışmadan yararlanmadan edemedi. Birleşik Devletler yönetimince ilk andan itibaren yapılan açıklamalar bu nedenle kategoriktir.


Şartlar daha elverişli olamazdı. Kasım seçimlerinde, Cumhuriyetçi sağ kanat bir söylem uzmanı olan başkan Obama’ya ses getiren bir darbe indirdi.


İdeolojik olarak Çay Partisi’nin köktencileri tarafından desteklenen faşist “misyon başarıldı” grubu mevcut başkanın rolünü dekoratif bir role indirmeyi başardı. Öyle ki, sağlık programı ve müphem iktisadi iyileşme bile bütçe açıkları ile tarihsel rekor kıran ve kontrol edilemeyen kamu borçlarının sonucu olarak tehlikeye girdi.


Yalan seline ve yaratılan kafa karışıklığına rağmen ABD, İnsan Hakları Konseyi’nde o an ulaşmayı umduğu amaçlar için onay alsa da, Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya Federasyonu’nu Libya’ya müdahale konusunda ikna edemedi. Bir askeri müdahaleye ilişkin olarak Dışişleri Bakanı şüpheye yer bırakmayacak bir açıklamada bulundu: “Hiçbir seçenek göz ardı edilmiyor.”


Gerçek olan şu ki, Libya bir iç savaşa sürüklendi ve öngördüğümüz gibi Genel Sekreteri’nin yangının üzerine dikkate değer miktarda benzin dökmesi dışında Birleşmiş Milletler bunu engelleyecek hiçbir şey yapamadı.


Muhtemelen faillerin hayal edemedikleri sorun isyancı liderlerin olası tüm dış müdahaleleri reddederek tabloyu karmaşıklaştırmaları oldu.


Çeşitli haber ajansları Devrim Komitesi sözcüsü Abdelhafiz Ghoga’nın 28 Şubat Pazartesi günü söylediği şu sözleri duyurdu: “Libya’nın geri kalanı Libya halkı tarafından özgürleştirilmeli.”


İsyancı kuvvetlerin eline geçmiş kentleri temsil etmek üzere kurulan “Ulusal Konsey”in ilanı sırasında Ghoga “ordunun Trablus’u özgürleştireceğine güveniyoruz” açıklamasında bulundu.


Trablus’un 1000 km doğusunda bu kentte bir gazeteciyle karşılaştığında şöyle söyledi: “İstediğimiz şey istihbari bilgi, ama ne havada, ne karada ne de denizlerimizde egemenliğimiz bundan etkilenmeyecektir.”


AFP’nin geçen Pazartesi yayınladığı rapora göre “muhalefetin liderlerinin ulusal egemenlik konusundaki inadı pek çok Libya vatandaşının Bingazi’de uluslararası basına kendiliğinden ifade ettiği fikri yansıtıyor.”


Aynı gün Bingazi Üniversitesi'nden bir siyaset bilimi profesörü olan Abeir Imneina şunları söyledi:


“Libya'da çok güçlü bir ulusal duygu var.”


Demokrasi götüreceği varsayılan –ki bu varsayım gerçeklerle bütünüyle çelişiyor, 2003 Amerikan istilasına atıfla “dahası, Irak örneği, bir bütün olarak Arap dünyasına ve ardından bulaşıcı bir hastalık gibi bölgeye korku salıyor”, diye vurguluyor.


Profesör şöyle devam ediyor:


“‘Irak'ta ne olduğunu biliyoruz, tam bir istikrarsızlık... Ve gerçekten bu yolu izlemek istemiyoruz. Amerikalıların ağlayarak Kaddafi'ye gitmek zorunda kalmasını istemiyoruz’, diye devam ediyor bu uzman.”


“Ama Abeir Imneina'ya göre, ‘bunun bizim devrimimiz olduğu ve onu bizim gerçekleştirmemiz gerektiği duygusu da var’.”


Bu haberin yayınlanmasından birkaç saat sonra, Birleşik Devletler'in başlıca iki basın organı;
The New York Times ve The Washington Post bu yaklaşımın yeni versiyonlarını sunma telaşına düştüler; DPA ertesi gün, yani 1 Mart’ta konu hakkında şu bilgileri verdi: “ABD basınının bugün verdiği bilgilere göre Libya muhalefeti, silahlı kuvvetlerin Başkan Muammer Kaddafi'ye sadık stratejik pozisyonlarını Batının hava bombardımanına tutmasını isteyebilir.”

‘The New York Times’ ve ‘The Washington Post’ internet ortamındaki yayınlarında konunun Libya Devrimci Konseyi içinde tartışıldığını belirttiler.”

The New York Times, bu tartışmaların, Kaddafi'nin yeniden iktidarı ele geçirmesi olasılığı karşısında isyanın liderleri cephesinde büyüyen hüsranı ortaya serdiğini belirtiyor”.

The New York Times'ın aktardığına göre, konsey sözcüsü, hava harekatlarının Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde gerçekleştirilmesi durumunda, söz konusu harekatların uluslararası müdahale anlamına gelmeyeceğini belirtti”.

“Konsey avukatlardan, akademisyenlerden, hakimlerden ve Libya toplumunun önde gelen üyelerinden oluşuyor.”


Habere göre: “
The Washington Post tarafından yayınlanan ifadelerine göre, isyancılar, Batının desteği olmazsa Kaddafi'ye sadık kuvvetlerle savaşın uzun süre devam edebileceğini ve pek çok insanın canına mal olabileceğini düşünüyorlar.”

Burada dikkate değer olan, ne bir işçiden, köylüden ya da bir yapı ustasından bahsedilmiyor oluşu. Gösterilerde yer alan maddi üretimle ilişkili herhangi biri, genç bir öğrenci ya da savaşçı bu haberin konusu değildir. Neden toplumun önde gelen üyeleri olarak isyancılar ABD’nin ve NATO’nun bombalarıyla Libyalıların öldürülmesini talep eden kişiler olarak sunulmaya çalışılıyor?


Bir gün gerçeği Bingazi Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü gibi insanlar sayesinde anlayacağız. Bu profesör etkileyici bir biçimde Irak’ta öldüren, evleri yok eden, milyonlarca insanı işsiz bırakan ve göçe zorlayan deneyimi anlatıyor.


Bugün, 2 Mart’ta, EFE haber ajansı isyancı kuvvetlerin iyi bilinen sözcülerinden birinin Pazartesi günü yapılan açıklamalarla bana göre hem uyuşan hem de çelişen beyanatına yer veriyor: “Bingazi (Libya), 2 Mart. Libya isyancı liderliği bugün BM Güvenlik Konseyi’ne Muammer Kaddafi rejiminin paralı askerlerine karşı hava saldırısı başlatma çağrısı yaptı.”


Bingazi’de bir basın toplantısında isyancıların sözcüsü Abdelhafiz Ghoga “Ordumuz savunma rolü gereği paralı askerlere karşı bir saldırı başlatamaz” dedi.


Libya’daki çatışmaya dış müdahaleyi reddettiklerini her defasında gösteren muhalefetin sözcüsü “Stratejik bir hava saldırısı bizim reddettiğimiz bir dış müdahaleden farklıdır” diye vurguladı.


Emperyalist savaşların hangisi buna benziyor?


1936’da İspanya’daki mi? 1935’te Mussolini’nin Etiyopya’da sürdürdüğü savaş mı? George W. Bush’un 2003’te Irak’ta başlattığı mı, yoksa 1846’da Meksika’nın istilasından 1982’de Falkland Adaları istilasına kadar ABD’nin Latin Amerika halkına karşı yürüttüğü onlarca savaş mı?


Tabi, 16 Nisan’da yeni bir yıldönümüne girecek olduğumuz Domuzlar Körfezi’nin paralı ABD askerleri tarafından istilasını ve 50 yıldır devam eden ülkemize dönük ablukayı unutmamak gerekir.


Milyonlarca hayata mal olan Vietnam gibi savaşlarda en utanmazca gerekçeler ve uygulamalar söz konusu oldu.


Libya’da yaşanabilecek kaçınılmaz bir askeri müdahaleye ilişkin içinde şüphe taşıyan herhangi biri için, iyi bilgilendirildiğine inandığım AP haber ajansı bugün şöyle bir manşet yayınladı: “Diplomatların verdiği bilgiye göre NATO ülkeleri, uluslararası toplumun Libya üzerine bir hava ambargosu uygulama kararı vermesi durumunda, 1990’larda Balkanlar üzerinde kurulan yasak uçuş bölgesi modeline uygun bir olası plan üzerinde çalışıyorlar.”


Daha da ileri gidilerek şöyle deniliyor: “Konunun hassasiyeti nedeniyle ismini vermek istemeyen yetkililer konu hakkında gözlemlenen fikirlerin hareket noktasının 1993’te Güvenlik Konseyi’nin güdümünde Batılı askeri ittifakın Bosna’daki uçuşa yasak bölge uygulaması ve NATO’nun 1999 Kosova bombalaması olduğuna işaret ettiler.”


Yarın devam edeceğim.


Fidel Castro Ruz

2 Mart 2011
20:19
NATO’NUN ÖNLENEMEZ SAVAŞI (İkinci Bölüm)


Kaddafi, yalnızca 27 yaşındayken, Libya ordusundaki bir albay sıfatıyla, Mısırlı meslektaşı Abdül Nasır'dan esinlenerek 1969 yılında Kral I. İdris'i tahtından ettiğinde, tarım reformu ve petrolün ulusallaştırılması gibi devrimci önlemlere başvurdu. Artan gelirler iktisadi ve sosyal kalkınmaya ayrıldı; özellikle de çok az tarım arazisi içeren devasa çöl ülkesinde yaşayan azalmış Libya nüfusuna yönelik eğitim ve sağlık hizmetlerine ayrıldı.


O çölün altında fosil sulardan oluşan muazzam genişlik ve derinlikte bir okyanus uzanıyordu. Deneysel bir tarım alanı hakkında bilgi edindiğimde, bunun gelecekte petrolden daha yararlı olacağı izlenimine kapılmıştım.


Müslüman halkların niteliği olan sıcaklıkla vaaz edilen din, bu Arap ülkesinde hala yaşayan güçlü aşiret eğilimini dengelemeye kısmen de olsa yardımcı oldu.


Libyalı devrimciler, Küba’nın bir ilke olarak saygı gösterdiği yasal ve siyasal kurumları ile ilgili olarak kendi fikirlerini oluşturup benimsediler.


Libya önderliğinin sahip olduğu kavrayışlara ilişkin fikirler beyan etmekten bütünüyle kaçındık.


Birleşik Devletler ve NATO’nun temel endişesinin Libya olmadığını; fakat Arap dünyasında ortaya çıkan devrimci dalga olduğunu açıkça görüyoruz. Ortaya çıkan bu devrimci dalgayı her ne pahasına olursa olsun engellemek isteyecekler.


ABD ve NATO üyesi müttefikleri ile Libya arasındaki ilişkilerin, son yıllarda, Mısır ve Tunus’ta isyancıların belirmesine dek, mükemmel olduğu reddedilemez bir gerçek.


Libya ile NATO liderleri arasındaki üst düzey toplantılarda Kaddafi ile kimsenin sorunu yoktu. Bu ülke en iyi kalite petrol, doğalgaz ve hatta potasyum için güvenli bir tedarik kaynağı idi. İlk on yıllarda aralarında ortaya çıkan sorunların üstesinden gelinmişti.


Petrol üretimi ve dağıtımı gibi stratejik sektörler kapılarını yabancı yatırıma açtılar.


Pek çok kamu işletmesi özelleştirme kapsamına girdi. IMF bu operasyonların orkestra şefliğini üstlenerek rolünü oynadı.


Doğal olarak, Aznar Kaddafi’yi övgülere boğdu ve Blair, Berlusconi, Sarkozy, Zapatero ve hatta benim dostum İspanya Kralı, Libyalı liderin alaycı bakışları altında geçit töreni yaptılar. Mutlulardı.


Alaycı gibi görünsem de durum bu değil; yalnızca neden şimdi Libya’yı istila etmek ve Kaddafi’yi Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi önüne çıkarmak istediklerini merak ediyorum.


Günün 24 saati onu silahsız göstericileri vurmakla suçluyorlar. Neden Libya’nın sahip olduğu silahların ve özellikle de karmaşık baskı araçlarının Birleşik Devletler, Büyük Britanya ve Kaddafi’nin diğer meşhur düşmanlarınca sağlandığını dünyaya açıklamıyorlar?


Libya’nın istilası ve işgalini meşrulaştırma girişimi çerçevesinde şimdi kullandıkları sinizm ve yalanlara karşıyım.


Kaddafi’yi son ziyaretim 2001 Mayıs’ında gerçekleşti. Bana 15 yıl önce Reagan’ın saldırıda bulunduğu oldukça mütevazı evinin ne halde olduğunu göstermek için beni oraya götürmüştü. Doğrudan havadan vurulmuştu ve ciddi biçimde hasar görmüştü. Üç yaşındaki küçük kızı bu saldırıda öldü; Ronald Reagan tarafından öldürüldü. NATO, İnsan Hakları Konseyi ve hatta Güvenlik Konseyi tarafından alınmış saldırıyı önceleyen bir karar yoktu.


Daha önceki ziyaretim 1977 yılında gerçekleşti; Libya’nın devrimci sürecinin başlamasından sekiz yıl sonra. Trablusgarp’ı ziyaret ettim; Sebha’daki Libya Halkları Kongresi’ne katıldım; devasa fosil suları denizinden çekilen suların kullanıldığı ilk deneysel çiftlikleri gezdim; Bingazi’yi gördüm ve sıcak bir karşılanma yaşadım. Son dünya savaşının tarihi muharebelerine sahne olmuş efsanevi bir ülkeydi burası. Aynı zamanda nüfus ancak altı milyona dayanmıştı ve sahip oldukları devasa hafif yağ ve fosil suyu miktarından habersizdiler. O tarihe kadar eski Portekiz Afrika kolonileri özgürleştirilmişti.


Angola’da, Birleşik Devletler tarafından kabile temellerine dayanarak örgütlenen paralı asker çetelerine, Mobutu hükümetine ve iyi silahlanmış ve eğitilmiş ırkçı apartheid ordusuna karşı 15 yıl savaşmıştık. Bugün bildiğimiz üzere Birleşik Devletler’den gelen talimatları izleyen bu ordu, 1975 yılında bağımsızlığına kavuşmasını önlemek için Angola’yı istila etti ve motorize birlikleriyle Luanda’nın eteklerine ulaştı. Pek çok Kübalı eğitmen bu vahşi istilada hayatlarını kaybettiler. Acilen kaynak sevk ettik.


Kübalı birlikler ve Angolalılar tarafından Güney Afrika tarafından işgal edilen Namibya sınırına sürülüp ülkeden çıkarılana kadar, 13 yıl boyunca, ırkçılar, Angola’daki devrimci süreci likide etme misyonunu üstlendiler.


Birleşik Devletler ve İsrail’in arka çıkmasıyla nükleer silahlar geliştirdiler. Kübalı ve Angolalı birlikler kara ve hava kuvvetlerini Cuito Cuanavale’de yenilgiye uğratıp riskleri göze alarak ve geleneksel taktikler ve silahlar kullanarak Namibya sınırına ilerlediklerinde bu silaha çoktan sahiptiler. Burada apartheid birlikleri direnmek istediler. Tarihlerinde ikinci kez birliklerimiz bu tür silahlarla saldırıya uğrama riski altındaydı: 1962 Ekim’inde ve güney Angola’da. Fakat bu ikinci kez, Güney Afrika’nın sahip olduğu silahları kullanmasına fırsat vermeden bu tiksinti veren sistemin sonuna işaret eden zaferi kazandılar. Bu olaylar Birleşik Devletler’de Ronald Reagan ve Güney Afrika’da Pieter Botha hükümetleri zamanında oldu.


Kimse bundan bahsetmiyor ve kimse emperyalist sömürünün çaldığı yüz binlerce yaşamdan söz etmiyor.


Arap halklarının etrafında bir başka büyük risk dolaşırken bu gerçekleri hatırlamaktan üzüntü duyuyorum, çünkü yağma ve baskının kurbanları olmaya devam etmekten kendilerini kurtaramıyorlar.


ABD ve NATO’nun son derece büyük bir korku duyduğu Arap dünyasındaki devrim, tüm imtiyazları kullananların karşısında haklarından mahrum olanların devrimidir ve bu nedenle Bastille’in ateşe verildiği 1789’da Avrupa’da patlayan devrimden beri yaşanan en köklü devrimdir.


Devletin kendisi olduğunu iddia eden 14. Louis bile Suudi Kralı Abdul kadar ayrıcalığa sahip değildi. 14. Louis, bu çöller ülkesindeki yeraltında yatan muazzam zenginliğe sahip değildi. O zenginlik ki, yanki ulusötesi şirketler tarafından çıkarılıyor ve dünya fiyatları da aynı şirketler tarafından belirleniyor.


Libya’daki kriz ile birlikte Suudi Arabistan’dan çıkarılan petrol günlük bir milyona ulaştı. Asgari bir masraf karşılığında ülkenin ve ülkeyi kontrol edenlerin gelirleri de günlük milyar doları buldu.


Hiç kimse elbette Suudi halkının para içinde yüzdüğünü hayal edemez. Çok düşük maaşlara günde 13-14 saat çalışan inşaat işçilerinin hayat koşulları üzerine okuduklarımız yürek parçalıyor.


Yemen, hatta Bahreyn ve yüksek gelirli Arap Emirlikleri, yüksek Suudi hiyerarşisi mevcut yağma düzenini sarsan devrimci dalganın alarmıyla, sadece Mısır ve Libya’daki işçi olaylarının değil, ama aynı zamanda Ürdün’deki işsiz gençliğin, Filistin’deki işgal altındaki toprakların tedirginliği içindedir.


Arap halkları diğer zamanlardan farklı olarak ilk kez anbean olağanüstü derecede maniple edilmiş bilgilerle olsa da olaylardan haberdar oluyor.


Ayrıcalıklı kesimlerin statükosu için en kötü olan, yaşanan sert olayların gıda fiyatlarındaki artışla ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkisiyle çakışmış olmasıdır. Böyle bir durumda bile dünyadaki en büyük mısır üreticisi ABD bu sübvanse ürünün yüzde 40’ını ve soyanın önemli bir bölümünü otomobilleri beslemek için yakıt üretmek üzere harcıyor. Tarım ürünleriyle ilgili en iyi bilgiye sahip Amerikalı ekolojist Lester Brown tabii ki bize şu anki gıda durumu ile ilgili daha iyi bir fikir verebilir.


Bolivarcı başkan Hugo Chávez Libya’da NATO müdahalesi olmadan bir çözüme ulaşmak için cesur bir hamle yapıyor. Müdahale gerçekleştikten ve halklar Irak’ta yaşanan vahşi tecrübenin tekrarını diğer ülkelerde yaşadıktan sonra değil, müdahaleden önce, geniş bir fikir hareketi yaratılabilmiş olsaydı, Chavez’in amacına ulaşma ihtimali yükselirdi.


Görüşün Sonu.


Fidel Castro Ruz

3 Mart 2011
22:32

Libya: Medya Neyi Gizliyor ?

Bingazi’deki gösterilerde, CIA tarafından finanse edilen örgüte Libya Ulusal Kurtuluş Cephesi dendi.


(Fotoğrafta, İngiltere tarafından taç giydirilen Kral İdris’in fotoğrafını ve monarşinin bayrağını taşıyan göstericiler görülüyor)


Bingazi ve Trablusgarp'taki ilk gösterilerden sonra, Libya üzerine dezenformasyon kampanyasıyla dünyada karmaşa yaratılıyor.


Devam etmeden önce, kesin bir saptama: Bu olayın Mısır ve Tunus’taki olaylarla bir benzerliği yok. İki komşu ülkenin sokaklarındaki protestoların tetikleyici olduğu aşikâr fakat Libya sürecinin kendine has özelliklere sahip, emperyalizmin komplo stratejisinden ayrılamaz ve onun lider metâmorfozu olarak tanımlanabilir.


Muammar Kaddafi, Bin Ali ve Hüsnü Mübarek’in tersine, 1969 yılında iktidara geldiği zaman anti-emperyalist bir pozisyon aldı. Kukla monarşiyi kaldırdı ve on yıllarca petrolün millileştirilmesi ile başlayan bağımsız bir politika yürüttü. Onun tuhaflıkları ve dini fanatizmi, korkunç sosyal eşitsizlikleri azaltan ve ekonomik gelişmeyi teşvik eden stratejisini engellemedi. Libya, Siyonizme ve kapitalizme karşı mücadele eden hareketler ve ülkelerle de müttefik oldu.


Kaddafi üniversiteler kurdu ve sanayi geliştirdi ve çölün kumlarında gelişmekte olan bir tarımı yarattı, yüz binlerce vatandaş ilk defa layık olduğu konutlarda yaşama hakkına sahip oldu.


1986 yılında, USAF tarafından Bingazi ve Trablusgarp’ın bombalanması olayı, Beyaz Saray'daki Reagan’ın, Libya liderini yok edilmesi gereken bir düşman olarak belirlediğini gösterdi ve bu ülkeye sert yaptırımlar uygulandı.


Kaddafi, İkinci Körfez Savaşı'ndan itibaren IMF taleplerine teslim oldu. Onlarca şirketi özelleştirdi ve ülkeyi uluslararası petrol devlerine açtı. Libya’da yolsuzluk ve adam kayırma kök saldı. Washington, Kaddafi’yi diyalog kurulacak bir lider olarak görmeye başladı. Özel onurla Avrupa’ya kabul edildi. Sarkozy, Berlusconi ve Brown hükümetleriyle muhteşem sözleşmeler imzaladı. Ama fiyat artışları Libya’nın büyük şehirlerinde huzursuzluk dalgası yaratınca emperyalizm fırsatı kaçırmadı ve her zaman rahatsızlık veren lider Kaddafi’den kurtulma anının geldiğine karar verdi.


Tunus ve Mısır'ın isyanları, Bahreyn ve Yemen'deki protestolar, Libya'daki ilk gösteriler için çok elverişli koşullar yarattı. İsyanın merkezi olarak Bingazi’nin ortaya çıkması tesadüf değil. Büyük uluslararası petrol şirketlerinin faaliyet gösterdiği yer Sirenayka’dır; boru hatları ve boru hatları terminalleri burada bulunur.


İlk halk ayaklanmalarından sonra özellikle Bingazi’de yayılmaması için Kaddafi tarafından baskılar artırıldı. CIA tarafından finanse edilen Libya Ulusal Kurtuluş Cephesi denilen organizasyonun, bugün Bingazi’deki gösterilerde önemli bir rol oynadığı bilinmekte. İtalyanlar kovulduktan sonra İngiltere tarafından taç giydirilen Senussi kabile şefi, ölmüş Kral İdris’in portreleri ve monarşinin eski bayrakları ile bu şehirde hızlı bir şekilde sokaklara dökülmeleri manidardır. Hatta röportaj veren bir Senussi “prens” bile ortaya çıktı.


Avrupa Birliği ve Amerika’nın büyük medya gruplarının Libya halkının isyanıyla dayanışması açıkça ikiyüzlüdür. Büyük küresel finansın sözcüsü Wall Street Journal, başyazısında (23 Şubat tarihli), “ABD ve Avrupa, Kaddafi’nin rejimini devirmek için Libyalılara yardımcı olmalıdır” önerisinde bulunmakta tereddüt etmedi.


Obama, beklenti içinde, Libya konusunda altı gün boyunca sessiz kaldı; yedinci günde şiddet olaylarını kınadı ve yaptırım çağrısında bulundu. Bunu BM Güvenlik Konseyi’nde acil bir toplantı izledi ve yaptırım paketi beklemede.


Bazı ilerici Latin Amerika liderleri, NATO’nun hemen bir askerleri müdahalede bulunacağı konusunda uyarıda bulundular. Beklenmedik bir senaryo, çünkü böyle tehlikeli ve aptalca bir girişim, Arap dünyasında, kitlelerin gizli antiemperyalist duygularını güçlendirerek olumsuz etkilere neden olacaktır. Ve askeri açıdan müdahale gereksiz çünkü görünüşte Libya rejimi çöküyor.


Kaddafi, şiddetli baskıyı artırdı, hatta paralı askerleri tchadianlara (Arapça konuşmayan yabancılar) başvurarak önde gelen uluslararası büyük medyanın kampanyasını artırmasına yardımcı oldu ve o bir katil, bir paranoyak olarak sunulurken isyanın organizatörleri kahramanlar gibi gösterildi.


Ayrıca Libya liderinin saldırgan ve sorumsuzca yaptığı son konuşmalar, yıllardır onu takdir eden ve saygı gösteren halktan giderek daha fazla uzaklaştırmak, diplomatları ve bakanları istifa ettirmek ve onu kötülemek için medya tarafından ustaca kullanıldı.


Afrika'nın en büyük üçüncü petrol üreticisi, bugünlerde yarını öngörülemeyen Libya, artık serveti büyük ölçüde emperyalizm tarafından kontrol edilen bir ülke.


[La Haine’deki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]

Libya, İsyan, Emperyalizm

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devam eden mücadeleler açısından çözümü en zor olan Libya’dır .

Alınan bilgilere göre doğudaki Bingazi şehrini kontrolüne almış olan Kaddafi rejimi muhaliflerinin yapısı nedir?

Ayaklanmanın Libya’nın en zengin petrol yataklarının olduğu yerin hemen kuzeyindeki Bingazi’de başlaması bir rastlantı mı? Bingazi aynı zamanda Libya’nın petrol ve gaz borularının, rafinerilerinin çoğuna ve Sıvılaştırılmış Doğalgaz limanına çok yakın. Ülkeyi bölmek için bir plan mı var?


Tüm bölgedeki halklara en büyük tehlike olacak Emperyalist bir askerî müdahale riski nedir?


Libya Mısır gibi değildir. Ülkenin lideri Muammer Kaddafi, Hüsnü Mübarek gibi bir emperyalist kukla değildir. Yıllardır, Kaddafi emperyalizmle mücadele eden ülke ve hareketlerle yandaştı. 1969’da askerî bir darbeyle başa geçti ve Libya’nın petrolünü ulusallaştırdı ve bu yolla elde ettiği geliri Libya ekonomisini kalkındırmaya harcadı. Halk için yaşam şartı büyük ölçüde gelişti.


Bu yüzden emperyalistler Libya’nın burnunu sürtmeye karar verdiler. 1986’da ABD, Trablus ve Bingazi’ye içlerinde Kaddafi’nin bebek kızının da olduğu 60 kişiyi öldüren hava saldırıları düzenledi. Bu olaylar şirket medyalarında pek yer almaz. Libya ekonomisini mahvetmek için ABD ve BM tarafından müthiş bir abluka işleme kondu.


2003’te ABD Irak’ı işgal edip Pentagon’un coşkuyla “şok ve dehşet” adını taktığı bir bombalamayla Bağdat’ın çoğu yerle bir edildikten sonra, Kaddafi Libya’yı tehdit eden saldırılardan korunmak için emperyalistlere ekonomik ve siyasî tavizler verdi. Ekonomiyi yabancı bankalara ve şirketlere açtı; “yapısal uyarlama” öneren IMF taleplerini kabul ederek pek çok devlet şirketlerini özelleştirdi ve gıda ve benzin gibi temel maddelere devletin sübvansiyonunu kesti.


Libya halkı başka yerlerde baş gösteren ayaklanmaların nedeni olan yüksek fiyatlar ve işsizlikten olduğu gibi, dünya çapındaki kapitalist ekonomik krizden de aynı şekilde muzdarip.


Şüphe yok ki, Arap dünyasını kasıp kavuran siyasî özgürlük ve ekonomik adalet mücadeleleri Libya’da da yerini buldu. Halkın önemli bir bölümünü harekete geçirenin Kaddafi’ye karşı hoşnutsuzluk olduğundan hiç şüphe yok.


Ancak, ilericiler iyi bilmeli ki, batıda muhalefet liderleri olarak tanıtılan kişiler uzun zamandır emperyalizmin ajanlarıdırlar. BBC, 22 Şubatta, Bingazi’de kalabalığın cumhuriyetin yeşil bayrağını indirip, İngiliz ve Amerikan emperyalizminin bir kuklası olan düşük Kral İdris’in bayrağını çektiklerini gösterdi.


Batı medyası sorgulanması gereken haberlerinin çoğunu, yurt dışında olan ve ABD’nin (casus örgütü) CIA tarafından finanse edilen
Libya Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden almaktadır. Bu ismi, yani National Front for the Salvation of Libya + CIA’yı Google’da ararsanız bu konuda yüzlerce referans bulacaksınız.

Şubat 23 tarihli Wall Street Journal, başyazısında, “ABD ve Avrupa Libyalılara Kaddafi rejimini devirmeleri için yardım etmelidirler” diye yazdı.
Washington’daki koridorlarda ya da idare odalarında Kuveyt’in, Suudi Arabistan’ın ya da Bahreyn’in halkına diktatör yöneticilerini yıkmaları için yardım yapılması yönünde bir konuşma yoktur. Her ne kadar bölgeyi sarsan kitle ayaklanmalarına salt sözde destek gösterilse de, böyle bir şey düşünülemeyecek bir olaydır. Mısır ve Tunus’ta ise emperyalistler kitleleri sokaklardan boşaltmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.

İsrail tarafından bombalanıp, ablukaya alınıp, işgal edildiklerinde, Gazze’de ölen binlerce Filistinli için
ABD’nin Filistinlilere yardım için müdahalesi hiç konuşulmamıştı. Tam tersine, ABD, Siyonist göçmen devletin kınanmasını önlemek için müdahale etti.

Emperyalizmin Libya’ya ilgisinin nedenini bulmak zor değil.
22 Şubat’ta Bloomberg, Libya’nın Afrika’daki üçüncü büyük petrol üreticisi olmakla kalmayıp, kıtadaki, 44.3 milyar varil kapasiteyle, en büyük petrol yataklarına da sahip olduğunu yazdı. Göreceli küçük bir nüfusa sahip ama dev petrol şirketlerine müthiş kârlar sağlayacak bir ülke Libya. Aşırı zenginler işte olaya böyle bakıyorlar ve işte onların Libya’daki halkın demokratik mücadelesine ilgisinin altında yatan ve kendi sözleriyle anlattıkları kaygıları da bunlardır.

Kaddafi’den ödünler koparmak emperyalist petrol zenginleri için yeterli değil. Onlara baştan aşağı sahip olabilecekleri bir hükümet gerekiyor.
Monarşiyi yıkıp petrolü ulusallaştırdığı için Kaddafi’yi asla affetmediler. Küba’dan Fidel Castro, “Yansımalar” adlı köşesinde, emperyalizmin petrole iştahını yazıyor ve ABD’nin Libya’ya askerî bir müdahalesinin temellerinin atıldığı ikazını veriyor.

ABD’de bazı güçler böyle bir ABD müdahalesini desteklemek için bir sokak kampanyası çabasındalar. Buna tamamen karşı çıkmalı ve iyi niyetli kişilere ABD’nin Irak ve Afganistan’a müdahalesinde öldürülen milyonlarca kişiyi anımsatmalıyız.


İlerici kişiler, Libya’da halk hareketi olarak gördüklerine sempatiyle bakmaktalar. Böyle bir hareketi aynı anda, hangi şekilde olursa olsun, emperyalist müdahalelere karşı çıkarak ve halkın adil taleplerini destekleyerek yardım edebiliriz. Geleceklerine ancak Libya halkı karar verecektir.


[Global Research'teki İngilizce'sinden Mehmet Bayram tarafından çevrilmiştir]

Kaddafi ve CIA'nin 'Petrol Darbesi'


Kaddafi´ye karşı yapılan darbenin şifresi, ABD´nin 1969 Devrimi ile kontrolünü kaybettiği (1979 yılında İran´da olduğu gibi) Libya petrolünü ele geçirmektir.

Libya'da bunun olacağı söyleniyordu. Ortadoğu ve Afrika'da, CIA, MOSSAD, müttefik servisler tarafından silahlandırılan ve organize edilen "halk isyanları" tablosunda en büyük ikramiye Libya. ABD, Mısır ve Tunus'taki yıpranmış diktatörlüklerini kovarak "demokratik" yeniden yapılandırma projesine başlattıktan sonra Afrika askeri jeopolitik kontrol mekanizmasında stratejik bir pozisyon almak ve Libya petrolüne sahip olmak için oraya gidiyor.


ABD ve küresel emperyal güç merkezleri için Afrika, "Rusya-Çin" ekseni ve "batılı" ABD-Avrupa Birliği bloğuyla arasında, kalıcı bir ihtilaf içinde Orta Asya ve Ortadoğu'da patlamaya hazır istikrarsızlığı dengeleyen, güvenli bir petrol kaynağıdır. “Soğuk savaşın” bir parçası olarak enerji, Putin'in Rusya'sı ve Çin ile Amerikan emperyal güç ve onun çokuluslu şirketleri, askeri çatışmalar kavşağında patlamaya hazır bir İran ve Ortadoğu karşısında, Afrika'yı bir tür güvenli enerji yatağına dönüştürmeye çalışıyorlar.


Petrol tedarikçisi merkez güçler için Afrika kilit önemdedir. Dünyada tüketilen petrolün yüzde 12´sini üretiyor ve dünya üretiminin yüzde 25'ini ABD tüketiyor ve Afrika´da üretilen petrolden daha fazlasını Suudi Arabistan´dan ithal ediyor.


“Terörizme karşı savaşın” jeopolitik ve stratejik çerçevesinde, kapitalist sistemin, lokomotif gücü ABD ve güçlü Avrupalı ortakları, doğal kaynaklar ve enerji rezervleri kontrolünde pozisyon almak için Afrika kıtasını fethetme projelerinde ilerliyorlar.


Bu proje, 2008 yılında tüm bölgede aktif olarak faaliyete başlayan “terörizme karşı savaş” komutuyla, Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığını (AFRICOM) kuran Bush yönetiminin kararına karşılık veriyor.


Günlük petrol üretimi 12 ile 14 milyon (2012 tahminleri için) varil olan Afrika kıtasının jeopolitik ve askeri denetimi, bu ülkelerdeki askeri müdahaleleri haklı göstermek için ABD´ye kâfi derecede manevra marjı ve güvenlik sağlıyor.


Washington tarafından finanse edilen ve korunan “savaş senyörleri” ve Oligarşi tarafından kontrol edilen Afrika hükümetleri, Afrika Boynuzu ve Somali'de olduğu gibi uluslararası yağmayı engelleyen silahlı milliyetçi hareketler üzerindeki kontrollerini giderek daha fazla kaybediyorlar.


Bu senaryo içinde Pentagon; 2006 Şubat'ında, Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporunun revizyonuyla dayatılan yeni doktrin uyarak kuzey ve güneyin özellikle maden ve temel enerji bölgelerinde, "terörle savaşta" yerel birliklerin antrenmanı ve eğitimine ayrılan özel birimler oluşturarak bütün Afrika toprağı üzerinde üst düzey askeri operasyonlar geliştirmeye başladı.


Yürürlükte olan strateji "terörizme karşı savaşta": ilgili kuvvetlere silah temini ve yüksek bir teknoloji sağlamayı; Amerikan ordusu tarafından çekilen uydu fotoğraflarıyla yer belirlemeyi; keşif uçaklarıyla sistematik uçuşlar yapmayı; ortak eğitim ve askeri tatbikatlar gerçekleştirmeyi; Pentagon´un yetkilileri ve subaylarıyla bölge ülkelerden gelen kurmaylar arasında yapılacak toplantıları içeriyor.


Pentagon'un Afrika'daki stratejisi iki amaca hizmet ediyor: jeopolitik- askeri ve ekonomik. Üstelik bölgede "terörizm"e karşı askeri operasyonlarını artıran Pentagon müteahhitlik hizmetlerine silah sağlama iş de yapılıyor. Afrika ve onun bölgeleri, Amerika´nın 2015 yılında tüketeceği petrolün yüzde 25'ini, sadece bir on yıl içinde temin edebilecekleri tahmin ediliyor.


Bu doğal kaynakların kontrolüne sahip olmak, Washington ve pentagon tarafından korunan şirketler için temel bir stratejik hedef haline geldi.


Afrika kıtası için ABD´nin yeni askeri komuta rolü ve temel misyonu, Afrika´nın enerji kaynaklarını yanı sıra küresel dağıtım sistemlerini (boru hatları, tankerler ve yollar) izlemek ve kontrol etmek.


Nijerya ve Yemen gibi onun “ortağı” kukla hükümetlerin ve ABD birliklerinin yapmakta oldukları şey, “terörist” gruplarla mücadele argümanı altında, savunmasız halka ve isyancılara karşı kitle imha silahları kullanmak.


İmparatorluk askerlerinin temel görevi, Afrika ve Fars Körfezi petrol akışının, Amerikalılar için "yaşamsal bir çıkar" olduğunu keşfettiği zaman, 1980 yılı ocak ayında, ilk defa Başkan Jimmy Carter tarafından açıklandı.


Nobel "barış" ödülü aldıktan sonra Carter, bu stratejik doğal kaynakları abluka altına almak için “düşman” bir gücün herhangi bir girişimini etkisizleştirmek ve karşı koymak nedeniyle ABD´nin silahlı kuvvetler dâhil her türlü aracı kullanması gerektiğini söyledi.


Afrika'daki (AFRICOM) askeri operasyonlar için yeni birleşik komuta oluşturulması, 2007 yılı Şubat ayında, Savunma Sekreteri Robert Gates tarafından ilan edildi, Washington ve onun petrol şirketleri “terörizme karşı savaş” cephesi ardına sığınarak, siyah kıtanın stratejik kaynaklarını ve petrolünü ele geçirme ve bütünüyle kontrol etme planına başladılar.


Libya'da Kaddafi'ye karşı yapılmakta olan kanlı iç darbe, Ortadoğu ve Afrika'da CİA tarafından organize edilen “halk isyanlarını” bu senaryo çerçevesinde okumak lazım.


Libya'da "Petrol Darbesi"


Libya'daki olaylar, CIA ve "müttefiki" istihbarat servisleri tarafından sızdırılan "İslam Arap dünyasındaki halk protestoların" aksine; İsrail-AB-ABD kapitalist ekseni ile Rusya-Çin kapitalist ekseninin etki alanlar (askeri ve ticari) nedeniyle yeni "Soğuk Savaş" çerçevesinde, İran'da Ayetullahçıları yıkmaya çalışan "reformist" isyanın veya Birmanya ve Tibet'in "Budist darbelerin" ya da eski Sovyet bölgesindeki "Turuncu Devrimlerin" operasyonel modellerinden biridir.

Kaddafi'ye karşı yapılan darbenin şifresi, Kaddafi'nin 1969 yılında Libya liderliğine gelişiyle birlikte kaybettiği (1979 yılında İran olduğu gibi) Libya petrolünü ele geçirmek ve onu kontrol etmektir.


Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi ve günlük 1,8 milyon varil petrol üreten, yaklaşık 42.000 milyon varil hammadde stoku olduğu sanılan Libya; Nijerya, Cezayir ve Angola´dan sonra Afrika´nın en büyük dördüncü petrol üreticisidir.


Enerji hakkında bilgi veren Amerikan ajansına (EIA) göre Libya, Nijerya (günlük 2,211 milyon varil), Cezayir (günlük 2,125 milyon varil) ve Angola'dan (günlük 1,948 milyon varil) sonra Afrika´da 2009 yılında en büyük dördüncü petrol üreticisiydi.


Libya aynı zamanda doğalgaz üretimini geliştirmek istiyor, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC´in verilerine göre bu sektörde tahminen 1,540 milyar m3 rezervine sahip.


Ülke üç yıl içinde doğalgaz ihracatını yaklaşık iki katına çıkardı. Yine OPEC'in istatistiklerine göre 2005 yılında 5.400 milyon m3 olan ihracatını yıllık 10.000 milyon m3'ten daha fazlasına çıkardı.


Libya petrolü en fazla İtalya, Almanya, İspanya ve Fransa da dâhil olmak üzere Avrupa ülkelerine ihraç ediyor ve Amerikalılar petrol işlerine katılmalarına rağmen bu ülkeden ham petrolü pazarlama ve ekstraksiyonunda hiçbir egemenliğe sahip değil.


Bu bilgi, Afrika ve Ortadoğu'da diktatörlük rejimlerine karşı "Arap isyanları" cephesine bindirilen Libya'da CIA´nin başlattığı iç darbeyi anlamak için bir anahtardır.


"Halkların protestolarının" politik rehberliğini yönlendirme ve benzer gizli operasyonlarla İran´ın istikrarını bozmaya çalıştığı gibi Washington aynı şekilde, "şer üçgeni" içinde tutulan ülkelerden biri olan ve Avrupa ile imtiyazlı ilişkileri bulunan, "istikrarsız" bir müttefik olan Kaddafi'yi devirmek amacıyla, ulusal bir hareket başlatmak için bu olaydan yararlanıyor.


1969 yılında Albay Kaddafi iktidara geldiğinde, çoğunluğu Amerikalı olan şirketler, Libya topraklarında günlük 2 milyondan fazla varil petrol çıkarıyorlardı. Ama Libya lideri çok hızlı bir şekilde petrolü devletleştirdi ve üretimi sınırladı. Petrolün pazarlanması ve çıkartılmasını Amerikalı ahtapotların elinden aldı ve azınlık hissesi yabancı şirketlerden oluşan, ortak bir girişimle Ulusal Petrol Şirketi´ni (NOC) kurdu.


Tecritten yirmi yıl sonra Kaddafi rejimi enerji kaynaklarını ve Libya petrolünü AB olmak üzere batının hırslı petrol şirketlerine yeniden açtı. İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, Trablus'ta Batı'nın "eski düşmanı" ile el sıkışan ilk kişi oldu. Bunu yaparken de Londra Menkul Kıymetler Borsası´nda işlem gören Royal Dutch/Shell y BAE Systems´in kollarına onu attı ve finansal marjinallik dışında Libya´yı yönlendirmeye başladı.


2003 yılından bu yana da İtalyan şirketi ENI, Fransız TOTAL, İspanyol REPSOL YPF ve Hollandalı Royal Dutch Shell, Libya´ya yerleştiler ve Libya petrol pastasına giriş yapabilmek için ABD´nin ticari yaptırımları kaldırmasını üç yıl beklemek zorunda kaldılar.


Uluslararası Enerji Ajansı (AIE), 2010 yılı, Ocak-Kasım döneminde, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü Avrupa üyesi ülkelerin, Libya'nın ortalama 1,06 milyonluk banka poliçesini satın aldıklarını açıkladı.


Avrupalılara ile ilgili olarak Amerikan petrol konsorsiyumlarının (Libya´da egemen değiller) bu senaryo içinde göreceli “gecikmesi”, Libya´da darbeler ve mevcut istikrarsızlaştırıcı operasyonların önde gelen güç liderlerinden birini işaret ediyor.


Libya'daki bu mevcut senaryo: Çin, Rusya ve eski Sovyet ülkelerine yaymakla tehdit ettiği; Afrika ve Ortadoğu'da yaydığı, "İslami Arap isyanları" denilen bu son olanlar; Tibet ve Güneydoğu Asya'daki "Budist isyanları"; eski Sovyet ülkelerindeki "turuncu devrimler" gibi farklı isimler altında, küresel ölçekte kopyalanarak tekrarlanan, ABD darbe operasyonlarını ve bilinen uluslararası oyuncuların varlığını teyit ediyor.


Bir yanda Kaddafi ve onun 40 yıldır uluslararası medyaya sınırlarını kapayan rejimi, "batılı servisler" ve CIA tarafından finans edilen ve silahlandırılan "muhalif" grupları askeri gücüyle kanlı bir şekilde bastırırken öte yanda, "demokratikleştirme" bloğu ABD, AB, BM ve CIA´nın sivil toplum kuruluşları, Kaddafi'yi bitirmek ve Washington tarafından kontrol edilebilen bir "demokratik devlet" kurmak için içeride ve uluslararasında gerekli koşulları yaratıyorlardı.


Eski stratejiler, eski operasyonlar, eski bildik aktörler. Stratejik hedef her zaman aynıdır: jeopolitik kontrol, askeri bölgeler, hükümetin kontrolü, stratejik kaynakların kontrolü, piyasa denetimi.


Libya'da, Kaddafi'yi devirme girişiminin temel amacı petroldür. Kapitalist sistemin ilk emperyal gücünün hegemonik kontrol stratejisi şu ana kadar "kapanmış" değil. Yıpranmış başkanlara ve liderlere karşı CIA´nin iç darbelerinin, bölgesel savaşlarının ve askeri işgallerinin büyük hareket dinamiği, piyasa ve "siyah altın" olan petrol kaynaklarıdır. Merkez güçlerin gelecekte hayatta kalmaları için elzem bir kaynak (ve bu onlarda yok).


*Manuel Freytas: araştırmacı gazeteci, iktidar yapıları analisti, stratejik iletişim ve istihbarat konularında uzman.


[Lahaine.org´daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevirilmiştir]

Libya ve İnsancıl Emperyalizmin Geri Dönüşü


Bütün ekip gene ortalıkta: Avrupa solunun partileri (Avrupalı “ılımlı” komünist parti grubu), şu anda Daniel Cohn-Bendit ile birlik olan, yaşamı boyunca beğenmediği tek bir ABD-NATO savaşı görmemiş olan “Yeşil” Jose Bose, birkaç Troçkist grup ve tabii Bernard-Henry Levy ve Bernard Kouchner… Tümü Libya’ya “insancıl müdahale”de bulunulmasını istiyor veya tutumları çok daha makul olan Güney Amerika solunu “Libyalı zorba”sının “yardımcı ahmakları” olmakla suçluyor.

On iki yıl sonra Kosova tekrarlanıyor. Yüz binlerce ölü Iraklı; NATO, Afganistan’da çıkışı olmayan bir durumda; ve bunlardan hiçbir ders almamışlar! Kosova savaşı var olmayan bir soykırımı durdurmak, Afganistan savaşı kadınları korumak (şimdiki durumlarına gidip de bir bakın) ve Irak savaşı da Kürtleri korumak için yapılmıştı. Bütün savaşların gerekçesinin her zaman insancıl bir bahane olduğunu ne zaman anlayacaklar? Hitler bile Çekoslovakya ve Polonya’ya “azınlıkları korumak için” girmişti.


Öte yandan, Robert Gates gelecekte, ABD Cumhurbaşkanı’na Asya ve Afrika’ya asker göndermesini öneren bir savunma bakanının hemen bir “kafa doktoruna muayene olması” gerektiğini öneriyor. Amiral McMullen aynı şekilde, dikkatli olmayı salık veriyor. Savaş yanlısı grup, insancıl savaşçılarla beraber Yeşiller, feministler ve tövbekar komünistler dahil neo-con ve liberaller koalisyonu iken, barış hareketinin merkezinin Pentagon ve Dışişleri Bakanlığında olması günümüzün en büyük paradoksu.


Bugünlerde herkes küresel ısınma nedeniyle tüketimini kısıtlamak zorunda ama emperyalizm sürdürülebilir kalkınmanın bir parçası olmuş ve NATO savaşları de geri dönüşümlü.


Tabii ABD’nin savaşa başlama veya başlamama nedenleri savaş yanlısı solcuların öne sürdüğü tavsiyelerden bağımsız. Verilen kararda petrolün de önemli bir rolü olacağa benzemiyor çünkü Libya petrolünü satmak zorunda ve Libya’nın gücü petrol fiyatlarını önemli bir ölçüde etkileyecek miktarda değil. Tabii Libya’da karışıklık hakkında çıkan spekülasyonlar fiyatları biraz etkiliyor ama bu başka bir konu. Siyonistler Libya konusunda belki ikili düşünüyor: Kaddafi’den nefret ediyorlar ve en utanç verici bir şekilde devrilmesini isterler ama onun muhaliflerini de beğeneceklerinden emin değiller (ve bildiğimiz kadarıyla beğenmeyecekler).


Savaş yanlılarının savundukları ana düşünce, eğer sonuç kolay ve kısa sürede alınırsa, Irak ve Afganistan yüzünden imajı sönükleşen NATO ve insancıl müdahaleyi eski konumuna döndürmek. Yeni bir Grenada veya hiç olmazsa, yeni bir Kosova tam da gereken bir şey. Müdahale için bir başka neden isyancıları daha iyi denetlemek için, onlar zafere doğru giderken onları “korumak.” Ama pek olası değil: Afganistan’da Karzai, Kosova’da ulusçular, Irak’ta Şiiler ve tabii İsrail gerekince Amerikan yardımını kabul etmeye ve ondan sonra kendi işlerini istedikleri gibi sürdürmeye razılar. Ve “kurtuluştan” sonra Libya’nın tam bir askeri işgalinin sürdürülemez olması ABD açısından müdahaleyi çekici olmaktan çıkarıyor.


Öte yandan, işler kötüye giderse, bu muhtemelen Amerikan imparatorluğunun çöküşünün başlangıcı olacaktır. Bu nedenle başta olan ve işi Le Monde’da makale yazmak ya da ekranda diktatörlere saldırmaktan ibaret olmayan sorumlular uyarmaktadır.


Sıradan yurttaşların Libya’da olan bitenleri tam anlamıyla bilmesi çok zor çünkü batı medyası Irak, Afganistan, Lübnan ve Filistin’de saygınlığını tümden yitirdi ve alternatif medya da her zaman güvenilir değil. Bu, tabii, savaş yanlısı solun Kaddafi hakkında yayınlanan en kötü haberlere, 12 yıl önce Miloseviç’te olduğu gibi, doğru diye inanmalarını engellemiyor.


Yugoslavya’da Kosova davasında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde olduğu gibi, şimdi de Uluslararası Mahkeme’nin olumsuz etkisi açıkça görünüyor. Tunus ve Mısır’da fazla kan dökülmemesinin nedenlerinden biri, Bin Ali ve Mübarek için bir çıkış yolu olmasıydı. Ama “uluslararası adalet” Kaddafi ve belki de yakınları için böyle bir çıkış yolunu kapatmak istiyor ve bu nedenle sonuna kadar savaşmaya kışkırtıyor.


Avrupa solunun dediği gibi eğer “başka bir dünya mümkün” ise, o zaman bir başka batı da mümkün olmalı ve Avrupa solu bu yolda çalışmaya başlamalı. Bolivar Birliği’nin son zamanlarda yapılan toplantısı örnek alınabilir: Latin Amerika solu barış istiyor ve Amerikan müdahalesine karşı çıkıyor çünkü Amerika’nın kendilerine göz diktiğini ve kendi sosyal değişimlerinin her şeyden önce barış ve bağımsızlık gerektirdiğini biliyorlar. Bu nedenle, hükümet ve isyancılar arasında görüşmeleri başlatmak için mümkünse Jimmy Carter (hiç de Kaddafi kuklası değil) önderliğinde bir uluslararası delege gönderilmesini öneriyorlar. İspanya ilgilendi ama Sarkozy tabii hemen reddetti. Bu öneri hayali gelebilir ama eğer Birleşmiş Milletler tüm gücüyle destek olsaydı öyle olmayabilirdi ama Amerika ve Batı’nın etkisiyle bu artık imkânsız. Ama şimdi veya yakın gelecekte Rusya, Çin, Latin Amerika ve bazı başkaları dahil müdahale dışı bir koalisyon beraberce çalışıp Batı müdahaleciliğine karşı inanılır alternatifler yaratabilir.


Latin Amerika solundan farklı olarak, zavallı Avrupa solu politika nasıl yapılır duyusunu tamamıyla yitirmiş. Sorunlara çözüm için somut öneriler ileri süremiyor, sadece diktatörler ve insan haklarının çiğnenmesine karşı tantanalı bir ahlaki tutum alıyor.


Sağı birkaç yıl geriden izleyen sosyal demokratik solun kendine özgü düşünceleri yok. “Radikal” sol sık sık Batı hükümetlerini birçok yönden suçluyor ama aynı hükümetlerin dünyanın her köşesinde demokrasiyi korumak için müdahale etmesini istiyor. Bu politik düşünme yetersizliği onları yalan haber yayma kampanyasına karşı savunmasız bırakıyor ve NATO-ABD savaşlarının pasif şakşakçıları yapıyor.


Bu solun tutarlı, kolayca anlaşılır bir programı yok ve bir tanrı onları iktidara getirse, ne yapacaklarını bilemeyecek. Bu soldakiler Chavez ve Venezüella Devrimini “desteklemek” yerine –ki bu bazılarının sıkça tekrarlamaya bayıldığı gibi, anlamsız bir iş- alçakgönüllülükle onlardan öğrenmeli ve öncelikle politikanın nasıl yapıldığını yeniden öğrenmeli.


Jean Bricmont,
Belçika’da fizik öğretiyor ve Brüksel Mahkemesinde bir üye. Kitabı “Humanitarian Imperialiasm” Monthly Review Press tarafından yayınlandı. Bricmont@uclouvain.be adresinden iletişim kurulabilir.

[Counterpunch’taki İngilizce orijinalinden Emine Kunter tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]

Küresel Kapitalist Barbarların Libya Operasyonu


Libya uluslararası barbarların saldırısına uğradı. Fransa, İngiltere, ABD’nin öncülüğünde yürütülen saldırının ana hedefinin, bölge halklarının yürüttüğü haklı direnişe sahip çıkmakla hiçbir ilişkisi olmadığı hemen herkesin bildiği bir gerçek. Afganistan’ın ve Irak’ın işgali neyse, Libya’ya yönelik saldırının mantığı aynıdır.

Birleşmiş Milletler işgalci gücünü temsil eden Güvenlik Konseyi’nden çıkan karar doğrultusunda saldırı hamlesini başlatan barbar ülkelerin liderleri ve küresel kapitalist sistemin kurumları Paris'te bir araya geldi. Toplantıya BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiltere Başbakanı David Cameron, AB, Afrika Birliği ve Arap Birliği temsilcileri de katıldı. Fransa’nın bu süreçte çok istekli bir şekilde aktif rol alması, ilk saldırıyı gerçekleştirmesinin bir başka yönü de, Sarkozy’nin yerlerde sürünen prestijini yeniden kazanma çabasıdır. Aynı durum İngiltere Başbakanı için de geçerlidir.


Ancak Afrika Birliği ve Arap Birliği’nin temsilcilerinin toplantıya çağrılıp saldırının dikte ettirilmesi, saldırıyı geçerli kılacak bir zemin oluşturmaktır. Özellikle Arap ve Afrika halklarının gözünde saldırıya bir meşruluk kazandırmaktır.


İzlenen saldırı stratejisi çok yönlü politik hesaplar üzerinde yapılmaktadır. Bunun en önemli halkası, Kuzey Afrika’dan İran’a kadar yayılan ve kapitalist sistem bakımından ciddi bir tehlike oluşturan Ortadoğu halk ayaklanmalarını yeniden küresel sistem içine çekmektir. Böylelikle, gelişmekte olan ve gerici barbar rejimleri sarsan halk hareketlerini kendi lehlerine kullanarak Ortadoğu’nun denetimini daha kolay bir zeminde yapmak istemektedirler.


Küresel barbarlarının demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi bir sorunu olmadığının hemen herkes farkında. Kapitalistler için yaramaz çocuk olarak gösterilen Kaddafi’ye yönelik askeri operasyon yapılırken, insanlıktan hiç nasibini almamış aşiret-kral devletlerine yönelik en ufak bir saldırı söz konusu değil. Örneğin sülale rejimiyle yönetilen Bahreyn’de aynı durum söz konusu olmasına rağmen küresel barbar devletlerin hiçbirinden ses çıkmıyor. Bahreyn nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 65’i Şii kökenli olmasına rağmen, ekonomik ve politik haklardan tamamen yoksundurlar, bir bakıma modern köleler statüsüne sahiptirler. Kraliyet askerleri göstericilere ateş açtı, onlarca insan öldürüldü. İlginçtir bu ülkeye yönelik hiçbir operasyon yapmak veya bir kısım kararlar alıp dayatmak kimsenin aklına gelmiyor. Aynı şekilde, Suudi Arabistan, Kuveyt, Ürdün, Sudan vb ülkelerde aynı durum söz konusu olmasına rağmen hedefe Libya’nın oturtulması, küresel sermayenin stratejik çıkarlarıyla bağlantılıdır.


Libya birkaç bakımdan önem kazanmaktadır. Birincisi Kuzey Afrika’nın en önemli ülkesidir. Doğudan Mısır, güneydoğudan Sudan, güneyden Çad ve Nijer, batıdan Cezayir ve Tunus ile komşu olması bir bakıma Orta Afrika’ya kadar uzanan bölgenin denetim altına alınması bakımından ciddi bir öneme sahiptir. İkincisi Akdeniz’de önemli bir jeo-stratejik rolü bulunuyor. Hem Akdeniz sahasının güvenliği hem de Cebelitarık Boğazı’nın denetimi bakımından tarihin her döneminde önemli bir üst olarak işlevi olmuştur. Bu rolü esasen devam etmektedir. Üçüncü nokta, özellikle Afrika’dan Avrupa’ya akan göçlerde merkez işlevini görmektedir. Malta Adası, İtalya ve İspanya gibi yerlere yakınlığı nedeniyle insan ticaretinin çok kapsamlı olarak örgütlendiği yer olarak ön plana çıkmaktadır. Dördüncüsü ve belki de en önemlisi, çok büyük enerji yataklarına sahip olmasıdır. Libya belki de dünyada yeryüzüne çıkartılmamış en geniş petrol yataklarına sahip olan ülkedir. Ülkenin denize yakın bölgelerinde çıkartılan petrol pazarlanmaktadır. Özellikle çöl bölgesinin içlerinde tespit edilen petrol yatakları henüz işletilmiş değildir. Küresel sermayenin bu bölgeyi bütünlüklü olarak denetlemek istemesinin asıl nedeni enerji yataklarıdır.


Irak ve Afganistan’daki gibi olmasa da Libya’ya yönelik uygulanan emperyalist saldırının politik arka planı esasen bu ülkenin tarihsel gelişimiyle de ilişkilidir. Bu nedenle küresel emperyalist barbarların saldırısının nedenlerini anlamak bakımından Libya’nın mevcut durumunu analiz etmek gerekir.


Libya’nın Coğrafik ve Sosyal Durumu

1.775.500 kilometrekare yüz ölçümüyle Ortadoğu coğrafyasının üçüncü, dünyanın on altıncı büyük ülkesi olup toprakların yaklaşık olarak yüzde 85’i çöllerle kaplıdır. Ülke nüfusu yaklaşık olarak 6,5 milyondur, ayrıca ülkede 1,5 milyonun üzerinde bir göçmen nüfusu bulunuyor. Libya’daki bu düşük nüfus aynı zamanda oldukça gençtir. Nüfusun yüzde 33,4’ünü 0-14 yaş grubu oluşturuyor. 15-64 yaş grubu yüzde 62’4’ünü ve 64 üzeri nüfus ise yüzde 4,2’yi oluşturmaktadır. Nüfusun yüzde 65'i şehirlerde yaşamakta olun ortalama yaşam süresi 62 yıldır. Çocuk ölümlerinin oranı binde 82'dir. Kilometrekare başına düşen insan sayısı 2.57, nüfus artış hızı yüzde 2.9’dur.

Libya’da 3000 ilkokul, 1600 genel ortaöğretim kurumu, 200 mesleki ortaöğretim kurumu, 6 üniversite, 7 yüksek okulu, 2 araştırma enstitüsü bulunuyor. Ayrıca çok sayıda meslek yüksek okulu bulunmaktadır. Üniversite çağındaki gençlerin yüzde 10'u üniversiteye kayıt yaptırmaktadır. Okuma yazma bilenlerin oranı da yüzde 64'tür.


Ayrıca 70 hastane, 6630 doktor, 500 diş doktoru, 7450 hemşire mevcuttur. Yaklaşık olarak her 630 kişiye bir doktor düşmektedir.


Libya nüfusunun yaklaşık yüzde 92’si Berberi ve Araplardır. Yüzde 3’ü ise Yunan, Maltalı, İtalyan, Mısırlı, Pakistanlı, Türkiyeli, Hintli ve Tunuslulardan oluşmaktadır. Araplardan sonra en kalabalık grup Berberilerdir. Berberilerin toprakları Libya, Fas ve Cezayir tarafından işgal edilmiştir. Nüfusun geri kalanını oluşturan Kulaflılar yüzde 2, Tebular yüzde 1, Beriler yüzde 1 civarındadır. Ayrıca Avrupa asıllı Hıristiyanlar yüzde 0.8, yerli Yahudiler yüzde 0.5’lik bir oranı oluşturmaktadır.


Libya’da resmi dil Arapça olmakla birlikte Berberice başta olmak üzere bazı etnik diller de konuşulmaktadır. İlkokuldan itibaren öğretilen İtalyanca ve İngilizce toplumun çok önemli bir kesimi tarafından bilinmekte ve günlük yaşamda yaygın olarak kullanılmaktadır.


Ayrıca resmi din İslâm'dır. Müslümanların büyük çoğunluğu ise Sünnidir. Az miktarda da, Hariciyye mezhebinin bir kolu olan İbadiye mezhebi mensupları bulunmaktadır.


Ekonomik Durum

Topraklarının ancak yüzde 10’u tarıma elverişli olan Libya’nın ekonomisi tamamen enerji kaynaklarına dayanmaktadır. Dünya petrol üretiminde önemli bir yere sahip olan ülkede yıllık üretim yaklaşık olarak 150 milyon varildir. Libya’nın petrol rezervlerinin yaklaşık 48 milyar varil, doğalgaz rezervlerinin ise yaklaşık 1,7 trilyon metreküp olduğu tahmin edilmektedir. 2009 yılında, 79 milyar dolar olan GSMH’nin yaklaşık olarak yüzde 80’i petrol ve doğalgaz gelirlerinden geliyor. Yani ihracatının tamamı enerji kaynaklarına dayanıyor. Kişi başına düşen GSYİH yaklaşık olarak 8 bin 800 dolar olup 2007 yılında yıllık büyüme hızlı yüzde 5.5 olarak gerçekleşti.

Ayrıca Libya'da 2009'da 24 milyar 500 milyon kw/saat elektrik üretilmiştir. Elektrik enerjisinin tamamı termik santrallerden elde edilmektedir. Kişi başına yıllık elektrik tüketimi ortalama 6142 kw/saattir.


Kapitalist sisteme entegrasyonu konusunda küresel sistemin kurumlarına ekonomik reformlar sözü vermesinden sonra, özellikler petrol üretimi günlük olarak iki katı arttı. Ekonomik reformların en önemli yanını enerji yataklarının uluslararası şirketlere çok daha kapsamlı olarak açılması oldu. Daha önce Libya’da Çin, Rusya, Brezilya menşeli şirketler faaliyet yürütürken özellikle 2004 yılından sonra Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya ve hatta ABD menşeli şirketler çok kapsamlı yatırımlara yöneldiler.


Libya ithalatının yüzde 70’ini gıda ürünleri oluşturmaktadır. Topraklarının çok az bir kısmının tarıma elverişli olması nedeniyle tarımsal-gıda ürünleri, tekstil, elektrik ve elektronik kullanım aletleri ve otomotiv araçlarının tamamı ithal edilmektedir. Böylelikle sadece enerji yatakları bakımından değil aynı zamanda başka noktalarda da uluslararası şirketlerle bağımlılık ilişkileri içerisindedir.


Askeri Durumu

Bugün kuşatıp vurmaya başladıkları Libya’ya başta Fransa ve Rusya olmak üzere çok sayıda küresel kapitalist güç silah sattı. 1996-2009 yılları arasında, Libya’da silahlanmaya aktarılan para 74,5 milyar dolardır. Libya 76 bin askere, 40 bin milise, 3050 zırhlı araca, 420 uçağa, 175 savaş helikoptere ve 80 tane küçük veya orta büyüklükte savaş gemisine sahiptir. Petrol gelirlerinin önemli bir kısmı silahlanmada kullanılmaktadır. Örneğin Libya’da kişi başına düşen askeri harcamaların yıllara göre ortalaması 1980’de 10 bin dolar, 1990’da 3 bin dolar, 2000 yılında 1.800 dolar, 2007’de ise 2.400 dolar olarak belirlenmiş. Asker başına yapılan harcama ise 10.000-14.000 dolar arasında değişmektedir. Ayrıca askeri harcamaların GSMH içinde payı ise yıllara göre değişken olmakla birlikte 1980-2007 yılları arasındaki ortalama oran yüzde 7,8 olarak belirlenmiş. Libya’da hükümet harcamalarının yüzde 22’si silahlanmaya gitmektedir.

Kuzey Afrika’nın önemli askeri güçlerinden biri olan Libya, küresel güçler tarafından bir bakıma terbiye edilerek kontrol altına alınmak istenmektedir.


Libya’nın Devlet Yapısı

Özellikle 1960’ların ortalarında gelişen sosyalist hareketinin Arap dünyasında yarattığı etki sonucu, Kaddafi ülkedeki politik ilişkilerin merkezine ‘İslam Sosyalizmi’ dediği sistemi oturttu. Muammer el-Kaddafi tarafından yazıldığı iddia edilen ‘Yeşil Kitap’ hem bir anayasa hem bir ceza hukuku olarak işlev gördü.

‘Devrim Lideri’ olarak görülen Kaddafi devlet yönetiminde tek yetkili kişidir. İkinci sırada Genel Halk Kongresi sekreteridir. Genel Halk Kongresi'nin 750 üyesi bulunuyor. Kongre üyeleri halk meclisleri tarafından yönetiliyor. Halk Kongresi karar mekanizması özelliğine sahiptir. Genel Halk Komitesi Başkanı aynı zamanda başbakan görevini sürdürür. Bakanlar da doğrudan Halk Meclisi tarafından seçilir ve Devrim Lideri konumundaki Kaddafi tarafından onaylanması ile göreve başlar. Libya’da farklı politik partiler bulunmamaktadır. Daha doğrusu hiçbir parti bulunmuyor.


Ayrıca Libya’da 25 belediye bulunuyor. 13 bölgede bulunan belediler: Ajdabiya, Al 'Aziziyah, Al Fatih, Al Jabal al Akhdar, Al Jufrah, Al Khums, Al Kufrah, bir Nuqat al Khams, Kül Shati', Awbari, Az Zawiyah, Bangazi, Derne'de , Ghadamis, Gharyan, Misratah, Murzuq, Sabha, Sawfajjin, Surt, Trabulus, Tarhunah, Tubruq, Yafran, Zlitan. Ayrıca bu belediyelere bağlı 1500 yerel birim bulunuyor.


Libya’da İslamcı Örgütler

Libya nüfusunun yüzde 95’inin Müslüman olması nedeniyle iç politikada, İslam, Kaddafi rejimi bakımından önemli bir faktör olarak işlev gördü. Ancak, darbe ile iktidara gelen ve ‘yeşil sosyalizm’ tezini savunan Kaddafi’nin devlet yönetimi İslamcılar tarafından hiçbir zaman kabul görmedi. 1970’lerin uluslararası siyasal koşullarının etkisiyle güçlü bir konumda olan ve içteki sorunları daha çok şiddet uygulayarak durduran Kaddafi’nin toplumsal tabanı zamanla zayıfladı. Bölgede gelişen politik İslamcılığın kendisine çok daha geniş bir toplumsal taban bulduğu söylenebilir. ABD, ‘yeşil kuşak’ ekseninde Libya’da Kaddafi rejimine karşı İslamcı hareketleri desteklemeye başladı. Özellikle 1990’dan sonra, uluslararası ilişkilerdeki hızlı değişim, Libya’nın iç politik sorunları çok daha derinleşti.

Senusi cemaati Libya'daki İslâmi hareketler en eskisi olup nispeten bir etki gücüne sahipti. Kaddafi, bu hareketi ‘İslam dışı’ ilan ettikten sonra, cemaat açık faaliyetlerini önemli oranda durdurdu. Ortadoğu’nun birçok ülkesinde olduğu gibi Libya’da da eşzamanlı kurulan Müslüman Kardeşler, Kaddafi rejimine yönelik en büyük muhalif güçlerden biriydi.


Kaddafi 1973'te başlattığı ‘Yeşil Kültür Devrimi'yle Müslüman Kardeşler başta olmak üzere Hizbu't-Tahrir, İslâmi Cihad gibi diğer İslâmi örgütlerin faaliyetlerini de askıya aldı ve yasa dışı ilan etti. Cemaatlerin özellikler ordu içinde örgütlenmeye başlamaları, bütünlüklü olarak tasfiye edilmelerinde önemli bir faktör oldu.


Kaddafi, Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında İslamcı hareketlerin çok ciddi olarak gelişmeye başlamasını fark eden liderlerden biri oldu. Bir yanda kendisine karşı olan İslamcı hareketlere yönelik saldırılar yaparken aynı zamanda ‘İslâm'a Davet Cemiyeti’ gibi örgütler kurdurarak bir denge oluşturmaya çalıştı. Son yıllarda İslamcılığa vurgu yapması ve özellikle devlet yönetiminde kullanılan ‘yeşil kitap’ için dini öğeleri ön plana çıkartması, Libya’da gelişen İslamcılıkla ilişkilidir. El Kaide’nin Libya’da bir örgütlenmesi olduğu biliniyor. Kaddafi, bu durumu özellikle küresel güçlerie karşı bir şantaj olarak kullanmaya çalışmaktadır.


Libya Sürekli İşgalci Güçlerin Saldırısına Uğradı

Geçmişten beri aşiretsel yapıya dayanan küçük emirliklerin yaygın olarak kurulduğu Libya 600’lü yıllarda Hz. Ömer tarafından işgal edilerek Kuzey Afrika’nın İslamlaştırılması uzun sürecine dahil edildi. 1100’lü yıllarda Libya bu kez İspanyolların işgalinde kaldı. Bu da bir bakıma Hıristiyanlaştırma politikasının bir yansımasıydı.16. yüzyılın başlarında Bingazi bölgesinin Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal edilmesiyle yeni bir tarihsel süreç başladı ve Kuzey Afrika’nın önemli bir kısmı Osmanlıların işgalinde kaldı. Birinci Dünya Savaşıyla Avrupa’nın işgalci devletleri Libya’yı yeniden işgal ettiler. İtalyanlar Libya'yı 4 Ekim 1911 tarihinde işgal etti. Bölgenin yerli halklarından olan Senusiler direnişte önemli bir rol oynadılar ve İtalyanların işgaline karşı ciddi bir mücadele örgütlediler.

Önemli bir tarihsel geçmişi bulunan Libya, II. Dünya Savaşı sırasında Ocak 1943'te, İtalyan faşist askeri kuvvetleri Libya topraklarını işgal etti. Daha sonra Trablusgarb ve Bingazi bölgeleri İngilizler, Fizan bölgesi de Fransızlar tarafından işgal edildi. Senusi emirlerinden İdris es-Senusi Libya halkını yeniden bağımsızlık mücadelesine çağırdı. 24 Aralık 1951'de Libya'nın bağımsızlığını ilan etti.


Kaddafi’nin İktidara Gelişi

1 Eylül 1969'da, Albay rütbesinde olan Kaddafi, Kral İdris es-Senusi’yi gerçekleştirdiği askeri darbe ile yönetimi ele geçirdi. 42 yıldır iktidarda olan Kaddafi ile uluslararası güçler arasında sürekli bir çatışma yaşandı. Uluslararası ilişkilerinin merkezine Sovyetler Birliği’ni oturttu. Baas rejimlerinin bölgesel politikaları bakımından ABD’den çok Sovyetler Birliği’yle yakın durdular. Libya bu politikanın öncülerinden biri oldu. Avrupa ülkeleri içerisinde ise Fransa ile yakın ilişkiler kurdu. Özellikle savaş gücünü, Fransız silahlılarıyla güçlendirmeye çalıştı. Ancak Kaddafi yönetimi uluslararası ilişkilerde genelde çatışmalı oldu. Küresel sermayenin Libya’da istediği gibi hareket edememesi, ülkenin enerji kaynaklarını istediği gibi kullanamaması politik krizlerin en önemli noktasını oluşturuyordu. Bu nedenle özellikle ABD ile Libya arasındaki çatışma sürekli var olmaya devam etti.

Kaddafi, bir dönem Arap devletleri arasında bir birlik gerçekleştirmeye çalıştı. Arap Baas Sosyalizmi olarak ortaya çıkan rejimlerle tek merkezde hareket etmek için bir kısım politikalar geliştirmeye çalıştı. Örneğin Mısır-Suriye-Libya birleşmesine yöneldi. Mısırda Nasır’ın öldürülmesi ile bu süreç sona erdi. Daha sonra Çad-Tunus ve hatta Cezayir ile bütünleşme çalışmaları yürüttü. Birleşmeye çalıştığı Çad ile çatışmaya girdi, Fas ve Tunus ile ilişkilerinde önemli bir gerilim yaşadı. Birleşme süreçlerinin tamamı başarısız olunca bu kez Afrika Birliği’ne yöneldi. Kendisini bir Arap olarak değil, Afrikalı olarak gördü. Avrupa Birliğine benzer şekilde Afrika Devletler Birliğini oluşturmak için yoğun çaba sarf etti.


Libya, BM, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü), Arap Devletleri Birliği, Afrika Birliği Örgütü, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı), Uluslararası Para Fonu (IMF), İslâm Kalkınma Bankası gibi uluslararası örgütlere üye olmakla birlikte, küresel sermaye için sorunlu ülkeler kategorisinde bulunmaktaydı.


Bugün başta ABD, Fransa ve İngiltere olmak üzere kapitalist devletlerin Libya’ya yönelik saldırıları aslında geçmişten beri çok yönlü bir biçimde kesintisizce devam etti. ABD, Ağustos 1981 tarihinde Sirte körfezinde iki Libya yolcu uçağını düşürdü, 1986’da ABD savaş uçakları Kaddafi karargahını bombaladı. 1988 yılında PAN-AM Havayollarına ait bir uçağı düşürmekle suçlanan iki Libyalının ABD veya İngiltere'ye teslim edilmesi gerekçesiyle yapılan saldırılarla devam etti. ABD ve İngiltere etki gücünü kullanarak BM’ye, Libya’ya ambargo uygulattı. Burada küçük ama ilginç bir ayrıntı dikkat çekmek gerek. Libya’ya ambargo uygulanmasından önce, Libya, ithalatının önemli bir kısmını ABD’den yapmaktaydı. Daha sonra İspanya, İtalya, İsveç geliyordu.


Sonuç

Dünyanın barbar kapitalist güçlerinin Libya’ya yönelik saldırılarının demokrasi gibi bir amacı yoktur. Bu saldırı Büyük Ortadoğu Projesi ile başlattıkları, fakat başaramadıkları küresel projeyi yaşama geçirmenin bir parçasıdır. Ortadoğu’nun küresel sürece dahil edilmesi için bölgenin ‘yaramaz’ adamı olarak gösterilen Kaddafi'ye yönelik operasyon bölgenin işgal edilmesinin bir başka yöntemidir.

Kapitalist barbarların saldırı güçleri, birkaç projeyi birlikte yaşama geçirmek istemektedirler. Birincisi, Libya’yı bölmek ve Bingazi bölgesinde kendilerine bağımlı ikinci bir yapay devlet oluşturmak. Bunun başarılı olma şansı oldukça zayıftır. Bu nedenle ikinci olasılık ön plana çıkmaktadır. Kolu kanadı kırılmış bir Kaddafi ile anlaşmak ve kendi ekonomik-politik kararlarını dikte ettirerek teslim almak.


Küresel güçlerin, Libya’ya yönelik doğrudan kara hareketli bir operasyona girmeleri oldukça zor. Hava harekatı ile askeri gücünü zayıflatmak ve ‘İsyancı’ olarak adlandırdığı güçlere destek sunarak, iç savaşı yoğunlaştırmayı hedefliyorlar. Böylelikle Libya halkını yoğunluklu bir iç savaşın içine çekerek, bölgenin denetimini daha güçlü bir şekilde sağlamak istemektedirler.


Kapitalist saldırganların planları hiçbir şekilde tutmadı. Bu planın da pek tutma şansı bulunmuyor.


Kapitalist sistem güçlerinin demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda sicillerinin çok kirliği olduğu biliniyor. İsrail Siyonist devletinin Filistin halkına yönelik katliamlarına hiçbir şekilde ses çıkarmayan, Türk devletinin Kürtlere yönelik katliamlarını destekleyen bir gücün amacının insan hakları olamayacağını politikadan az çok haberi olan herkes bilir.


Dünya kapitalist barbarlarının bombaları Arap halklarının köleleştirilmesine yöneliktir. Amaç bölgenin zenginliklerini ele geçirmektir. Tarihsel deneyimler bunu onlarca kez kanıtlamıştır. Çıkarları için her oyunu oynamaktadırlar.


Tek çözüm halkların birlikteliğini sağlamaktır. Bölge halkları hem kendi diktatörlüklerine hem de kapitalist barbarlara yönelik mücadeleyi geliştirdiklerinde kazanacaklardır ve özgürleşeceklerdir. Tarih bunu hep böyle yazdı.