21 Aralık 2018 Cuma

Karayılan: Siyaset ve Savaş Öz Güçle Yapılır, Kazanılır


Sterk TV’de yayınlanan Özel Programa konuk olan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan Şengal ve Maxmur’a yapılan saldırılardan, Türk devletinin Rojava’ya dönük tehditlerine, ulusal birlikten Kürt halkının direnişine ve açlık grevi eylemlerine dair önemli açıklamalarda bulundu.


Sterk TV’de katıldığı programda gündemdeki birçok konuda soruları yanıtlayan karayılan, Türk devletinin Kuzey Suriye’ye dönük saldırı tehditlerine ilişkin ise, “Aslında bu saldırıların gelişeceğini çok önceden tahmin ediyorduk” diyerek, iyi örgütlenilip halkın da mücadeleye dahil edilmesiyle, Türk devletinin kırıma uğratılabileceğini, belirtti.

“Sömürgeci soykırımcı Türk devleti eskiden sadece Bakur Kürdistan'ında saldırıyor ve Başurê Kürdistan'ı da bombalıyordu. Ama bakın Suriye’ye girdi, Cerablus, Bab, Ezaz, Efrîn’e kadar geldi ve şimdi de esas olarak Rojava’nın tümünü hedeflemek istiyor. Bu sadece Rojava’nın hedeflenmesi de değildir, tüm Kürdistan'ın hedeflenmesidir. Bu konseptin tek bir amacı vardır: Kürtler statü sahibi olmamalıdır! Çünkü şöyle bir tespite ulaşmışlar; ‘Kürtler herhangi bir yerde statü sahibi oldukça Türkiye sınırları içerisindeki Kürtleri soykırımdan geçirip tam olarak eritemeyiz.’ Bu nedenle Başurê Kürdistan’daki federasyon oluştuğu zaman bu sürece müdahil olmadıklarını, sessiz kaldıklarını, bunun da ciddi bir hata olduğunu söylüyorlar. Şimdi Rojava’nın da benzer şekilde bir statüye kavuşmaması için elden gelen her şeyi yapmak gerektiğini belirtiyorlar. Türkiye’nin yeni konseptinin içeriği budur.”

Şengal ve Maxmur şehitleri devrim şehitleridir

“Bu çerçevede Şengal ve Maxmur’a yapılan saldırılarda yurtsever 4 sivil Kürt kadını ve Şengal’de de oraya ekonomik amaçla çalışmak için giden Kobanêli sivil 3 insanımız şehit edildiler. Öncelikle hem Maxmur hem de Şengal şehitlerinin aileleri ve tüm Kürt halkı için, Şengal ve Maxmur halkı için başsağlığı diliyorum. Bu şehitlerimiz devrim şehitleridir. Bu şehitler şahsında tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Onların anısını yaşatmanın ve kanlarını yerde bırakmamanın sözünü bir kez daha yineliyoruz.”

Kalleş bir düşmanla karşı karşıyayız

“Korkakça, alçakça yapılan bu saldırılar karşılıksız kalmayacak, gereken cevap verilecektir. Hiçbir insanımızın kanı yerde kalmayacak, intikamları alınacaktır. Düşmanımız o kadar kalleş ki, savaş tamtamlarıyla Maxmur ve Şengal’deki sivil halkımıza saldırdı. Bunu da bir gurur payesi olarak görüp başarılı olduklarını, 20 tane uçağı bir kereden havaya kaldırdıklarını, birçok Türk yetkilisinin de bu saldırıyı birebir izleyip yönettiğini söylüyorlar. Peki ne oldu? Sonuçta günahsız 7 insanımız şehit düştü. Sivil insanlarımıza ve özellikle de kadınlara saldırıp hiç utanmadan başarılı olduklarını söylüyorlar. Erdoğan bir de “tepelerindeyiz” demektedir. Kürt halkının öldürülmesini kendisi için bir başarı sayıyor. Kürt ister sivil olsun, ister kadın olsun, isterse çocuk olsun fark etmiyor, hepsini öldürüyor. Biz böyle bir düşmanla yüz yüzeyiz. Sivil, günahsız Kürt halkını öldürdüğüyle övünüyor. Gördüğümüz kadarıyla düşman bu tarz kalleşçe saldırılarını sürdürecektir. Buna karşı halkımızın direnişi ve savaşımımız sürecektir.”

Birileri saldırılara kapı aralıyor

“Maxmur ve Şengal’e yapılan saldırıları soykırımcı Türk devleti tek başına yapmamıştır. Eğer destek verilmese, onaylanmasa bu kadar içeride olan alanlara 20 uçakla saldırmaları zordur. Zaten birkaç dakika içinde gerçekleşen saldırılardır. Birilerinin bu saldırıya kapı araladığı, göz yumduğu anlaşılıyor. Bunu biliyoruz ve halkımızın da bilmesi için ifade ediyoruz. İşgalci, sömürgeci devletlerin Kürt halkına reva gördüğü bu kalleşçe saldırılar Kürdistan tarihinde çokça görülmüştür, günümüzde yaşanan da aynısıdır. Şimdi faşist Ankara rejimi diyor ki, ‘PKK’yi vurduk.’ Ama saldırıların yapıldığı Şengal’de HPG yoktur. Şengal’in öz savunma gücü olan, oradaki Êzidî halkımızın evlatlarından oluşan YBŞ örgütü vardır. Buna rağmen Şengal’e saldırıyor. Maxmur Kampı sivil halkın yerleşim yeridir. Eğer Maxmur halkı kendini DAÎŞ vb. çete yapılardan korumak için çevresinde bir savunma oluşturmuşsa faşist Türk devleti niye buna saldırıyor?”

DAİŞ ve Ankara’nın yol haritası birdir

“Bu saldırılara baktığımızda çarpıcı ve dikkat çekici bir husus karşımıza çıkıyor. DAÎŞ ilkin Şengal'e saldırdı, oradan Maxmur’a saldırdı, Kerkük’e saldırdı ve ardından dönüp Kobanê’ye saldırdı. Şimdi dikkat edin aynı yerler bugün Erdoğan tarafından da hedeflenmektedir. 2014 sürecinde DAÎŞ bu yerlere saldırdığında da onu yöneten güç faşist Ankara rejimiydi. DAİŞ’in ve Ankara rejiminin planları, yol haritası birdir. Birisinin eliyle başarılamayan, diğeri tarafından gerçekleştirilmeye çalışılıyor.”

Yeni konsept Kürt soykırımı konseptidir

“Bu çerçevede Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük tehditleri önemlidir. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; bu yerlere saldırmak öyle kolay değildir. Hem siyasi, hem askeri açıdan Fırat’ın doğusuna saldırmanın faşist Ankara rejimi için birçok zorluğu bulunmaktadır. Bu tehditler Kürt halkına karşı savaş ilanıdır. Sadece Rojava halkına dönük değildir. Sömürgeci soykırımcı Türk devletinin genel konsepti budur. Üç yıldır zaman zaman dile getiriyoruz, dışımızdakilerle özellikle de Başurê Kürdistan yetkilileriyle kendimiz paylaşıyoruz. Türk devleti artık yeni bir konsepte ulaştı. AKP-MHP-Ergenekon ve adına Kızıl Elmacılar denen ulusalcılar kendi aralarında bir ittifaka giderek bu konsept dahilinde hareket ediyorlar. Bu konseptin içeriği Kürt halkına karşı sadece Türkiye sınırları içerisinde değil, sınır dışında da saldırmak, işgal etmek ve kontrol altına almaktır.”

Amaçları Kürtlerin statü sahibi olmasının engellemek

 “Biz hareket olarak Ortadoğu bölgesinde bir savaş olduğunu, bunun yeni bir dizaynla sonuçlanacağını ve Kürt halkı olarak bizim de bunda yer almamız gerektiğini söylüyoruz. İşte yeminli Kürt düşmanları olan faşist Ankara rejimi de diyor ki, ‘bölgede savaş var, savaş sonrası yeni bir dizayn gelişecek, biz de Türkiye olarak eli bağlı oturmayalım, saldıralım. Eğer bunu yapmazsak Kürtler statü sahibi olur, bir Kürdistan oluşur, bu da Türkiye’nin parçalanmasıdır. Bu nedenle tüm Kürtleri kontrol altına almalı, bu yeni dizayndan yararlanarak Misak-ı Milli sınırlarını ele geçirmeliyiz.’ Peki Misak-ı Milli sınırı nedir? Halep’ten Şengal’e, Musul ve Kerkük’e kadar uzanan bölgedir. Bu konsept ve amaç üzerinden hareket ediyorlar. Sömürgeci soykırımcı Türk devleti eskiden sadece Bakur Kürdistan'ında saldırıyor ve Başurê Kürdistan'ı da bombalıyordu. Ama bakın Suriye’ye girdi, Cerablus, Bab, Ezaz, Efrîn’e kadar geldi ve şimdi de esas olarak Rojava’nın tümünü hedeflemek istiyor. Bu sadece Rojava’nın hedeflenmesi de değildir, tüm Kürdistan'ın hedeflenmesidir. Bu konseptin tek bir amacı vardır: Kürtler statü sahibi olmamalıdır! Çünkü şöyle bir tespite ulaşmışlar; ‘Kürtler herhangi bir yerde statü sahibi oldukça Türkiye sınırları içerisindeki Kürtleri soykırımdan geçirip tam olarak eritemeyiz.’ Bu nedenle Başurê Kürdistan’daki federasyon oluştuğu zaman bu sürece müdahil olmadıklarını, sessiz kaldıklarını, bunun da ciddi bir hata olduğunu söylüyorlar. Şimdi Rojava’nın da benzer şekilde bir statüye kavuşmaması için elden gelen her şeyi yapmak gerektiğini belirtiyorlar. Türkiye’nin yeni konseptinin içeriği budur.”

Hedefte tüm Kürtler var

 “Bundan 3 yıl önce faşist Türk devletinin konseptinin böyle olduğunu herkese söyledik. Üzerinden geçen süreç bu öngörümüzü doğruladı. Ankara rejiminin şu anda Kürt halkına dönük yağdırdığı tehditler bu tespitimizi ispatlamıştır. Biz bu gerçekleri 3 yıl önce söylerken bazıları diyordu ki, ‘PKK’ye saldırıldığı için PKK, saldırının herkese dönük olduğunu söylüyor.’ Değil ki biz söylüyoruz, hayır, işin aslı, gerçeği budur. İşgalci Türk devleti hedefinin PKK olduğunu söylüyor ve böylelikle tüm Kürtlere saldırmak istiyor.”

Demokratik Ulus sistemini hedefliyorlar

“Soykırımcı Türk devletinin şu anda Rojava’ya dönük saldırı planlarının birinci amacı; Kürtlerin statü sahibi olmaması, bölgede bir güç olmamasıdır. Kürdün iradeleşmesini, statü kazanmasını istemiyor.”

İkinci amacı ise; Rojava’da geliştirilen sistemdir. Şu anda Rojava’da yepyeni bir demokratik sistem kuruluyor. Halkların kardeşliği, halkların birliği, demokratik ulus paradigması somutlaşarak gelişiyor. Bu yeni bir çizgidir. Klasik bir ulusçuluk değildir, demokratik ulustur. Kürtlerin, Arapların, Asuri, Süryan ve hatta Türkmenlerin bir araya gelip bir sistem oluşturması faşist Türk devletinin aklının alacağı bir şey değil. Bu yüzden çok şaşırmış ve kızmış durumda. ‘Bu Kürtler nasıl olurda ayağa kalkar, özgürlüğüne kavuşur ve üstüne üstlük bunu Araplarla birlikte yapar?’ diyorlar. Erdoğan diyor ki; ‘Minbic’in %90’ı Arap’tır, Kürtlerin orada ne işi var?’ Gelişen demokratik ulus sistemini hazmedemedikleri ve oldukça korktukları, kızdıkları anlaşılıyor. Aynı zamanda herkese de bunun APOCU bir çizgi olduğunu, sadece Türkiye için değil tüm kapitalist modernist güçler için tehlikeli olduğunu propaganda ediyorlar. Bu kapitalist güçler de bu çizgiden korkuyorlar. Bu nedenle Kürt halkına karşı yapılan Efrîn saldırısına ses çıkarmadılar, bir nevi onaylayıp teşvik ettiler; sonra bizim hakkımızda bilinen kararı aldılar. Uluslararası devletlerin de halkların bu demokratik, özgürlükçü demokratik ulus paradigmasından çekindikleri anlaşılıyor. Fakat bundan, yani halkların kardeşliğinden ve sisteminden en çok korkan faşist Türk devletidir. Bu nedenle şu anda Rojava’ya dönük gelişen saldırılar sadece Kürtlere dönük de değildir, Arap, Süryani ve Asur halkına da yöneliktir. Çünkü hedefledikleri şey halkların bu demokratik sistemidir. Şimdi bir yanı budur. Diğer bir yanı ise; Ortadoğu bölgesinde son 600 yılda hegemonyasını sürdüren Osmanlı devleti, şu andaki adıyla T.C. devleti ve İran vardı. Bu her iki güç kendilerini bölgenin sahibi görüyor, hegemonyalarını geliştirmeye çalışıyor ve birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Bugün de böyledir, çünkü tarihten beri süregelmektedir. Asur, Süryani, Ermeni ve Kürt halklarının tümünü ezdiler, özgürlüklerine ulaşmalarına izin vermediler.”

Gelişen yeni Arap Birliği önemlidir

“Şu anda Ortadoğu’da yeni gelişmeler yaşanıyor. Eskiden Cemal Abdulnasır döneminde Arap halkının birliğini sağlamaya dönük bazı çabalar vardı, ama sonuca gitmedi. Bu dönemde ise Suudi Arabistan ve Mısır öncülüğünde Körfez devletlerinin de katıldığı bir birlikle Arap halkının birliğini tesis ederek, iradeleşmesini istiyorlar. Hatta ortak bir ordu da kurmak istiyorlar. Artık Osmanlı veya İran’ın gölgesinde yaşayarak değil de, bir inisiyatif, irade olmak istiyorlar. Bu yeni bir durumdur. Kürt siyaseti olarak bu yeni durumu görmeli, anlamalı ve değerlendirmeliyiz. Türk devleti Arap ve Kürt halkının Rojava’da geliştirdiği birliktelikten korkmaktadır. Özellikle Suudi Arabistan Rakka’nın yeniden inşası için maddi yardımlarda bulundu. Bunu bankalar yoluyla resmi bir şekilde yaptılar. Faşist Ankara rejimi bu temelde gelişebilecek olan daha büyük birlikteliklerden, halkların iradeleşmesinden müthiş korkmaktadır. Bu nedenle Rojava ve Kuzey Suriye’ye saldırmayı hedefine koyarak demokratik ulus sistemini ortadan kaldırmak istiyor.”

Erdoğan bir milyon insanın ölümünden sorumludur

“Bu saldırılarının üçüncü amacı ise; Türk devleti bu konsepti kararlaştırdığında kendilerine en yakın dost ve müttefik olarak belledikleri Selefilerdi. Zaten zihniyet olarak, fikren birbirlerine çok uzak değiller. Selefi örgütleri yani El kaide’yi kullanarak bölgeyi karıştırmayı, etkinlik kurmayı ve böylece hâkim olmayı hedeflediler. Mesela Suriye’yi böyle karıştırdılar, herkesi birbirine düşürdüler. Erdoğan hep Suriye’de 1 milyon halkın öldüğünü, Beşar Esad’ın bundan sorumlu olduğunu söylüyor. Halbuki asıl sorumlu ve katil Erdoğan’dır. Oradaki çeteleri besleyen, destek veren, yönlendiren ve Suriye’yi bu şekilde kaosa sürükleyerek altüst eden Türk devleti ile Katar’dı. Tüm bunları Selefiler üzerinden yaptılar. Selefilerin önde olan iki kanadı Daîş ile El Nusra’dır. Bunlarla ilişki içerisindedirler, müttefiktirler. Bu nedenle yukarıda dedik ki, daha önce Daîş’in saldırdığı Şengal, Maxmur ve Rojava’ya şimdi Türk devleti saldırıyor. Bu çetelerin İdlib’de yenilip biteceğini görünce çetebaşı olarak hemen devreye giren Erdoğan tavizler verdi, Rusya ile anlaşmalara gitti ki El nusra tasfiye olmasın.”

Erdoğan DAİŞ çetelerine isim değiştirdi, hepsini yanına aldı

“Peki Cerablus, Ezaz ve Bab’daki o kadar terörist nereye gitti? Hepsi bir anda yok olup gitti mi? Hayır, isimlerini değiştirerek hepsini yanına aldı. Şimdi QSD güçlerinin ve uluslararası koalisyonun Hecin’de geliştirdiği hamle Daîş’i bitirecektir. Türk devleti bunu engellemek, çetelere bir nefes borusu açıp nefes aldırmak için Rojava’ya dönük saldırıları ve tehditlerini gündemleştirdi. Dikkat edilirse, Rakka operasyonu gündeme girdikten sonra Türk devleti YPG-YPJ’yi terör örgütü listesine koydu ve düşmanca siyasetini geliştirdi. Kısacası; Türk devleti DAÎŞ’in, El-Nusra’nın tasfiye olmasını, bitmesini istemiyor. İhvan-ı Müslimin zaten AKP rejiminin dostudur, bu nedenle tasfiye olmasını istemiyorlar. Bu Selefi çizgiyi ve oluşturdukları çete örgütlenmelerini korumak istiyorlar. QSD, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’ye bu kadar saldırmalarının bir sebebi de budur. Bu gerçeği dile getiren Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye yetkilileri doğru söylüyorlar, bir hakikati dile getiriyorlar. Pratik gelişmeler bu gerçeği kanıtlar niteliktedir. Erdoğan canhıraş bir şekilde bu çeteleri koruma, kurtarma peşindedir. Erdoğan şu anda bir çete başı konumundadır. Onları bire bir yönetip yönlendirmekte, bazılarının yönünü Avrupa’ya vermektedir. Bu çeteler eliyle Avrupa’yı tehdit ediyor, tavizler koparmaya çalışıyor. Böylelikle yeni Osmanlı hayallerini gerçekleştirmek istiyor. Bunu gerçekleştirmek için dışarıda Selefi çizgiyle, İhvan-ı Müslümin ve çete yapılarıyla, içeride de tüm ırkçı, faşist odaklarla ittifaka gitti.”

Erdoğan’ın seçim stratejisi şovenizm üzerine kurulu

Dördüncü nedeni ise; yaklaşan seçimlerdir. Seçimlere böyle bir atmosfer içerisinde gitmek istiyor. 24 Haziran seçimlerine Efrîn savaşıyla gitti. 31 Mart seçimlerine de bir savaş süreciyle gitmeyi hedeflemektedir. Her türden savaş politikaları geliştirerek seçim mitinglerinde, sahnelerde boy gösterirken ‘işte bakın bu kadar Kürt öldürüyorum, siz de oylarınızı bana verin. Çünkü Kürtler devletimiz için büyük tehlikedir’ diyerek şovenizmi şahlandırarak daha fazla oy almak istemektedir. Erdoğan’ın seçim stratejisi budur. Bu nedenle Rojava’ya ve Kuzey Suriye’ye saldırıyı gündemine almıştır.

“Bu söylemlerin şantaj olan yanları vardır ama gerçek olan yanları da vardır. Tabi bunu gerçekleştirebilmeleri öyle kolay değildir. Hem askeri, pratik olarak, hem de siyasi olarak bu hedefini gerçekleştirebilmesi kolay değildir. Bu tür politikalarla önünü açmak istiyor. Kimi güç ve devletleri baskı altına almak, gündem oluşturmak, sanki hemen bugün yarın saldıracakmış gibi algı yaratmak istiyorlar. Ama gerçekler öyle değildir.”

Türk devleti kendini parsel parsel satmakta

“Sömürgeci soykırımcı Türk devleti bununla kendisine zemin açmaya çalışıyor. Konseptlerinin içeriği budur. Bu nedenle tüm bunların sadece seçimler için olduğunu sanmak, şantaj olduğunu düşünmek yanlıştır. Hayır, Türk devleti fırsat bulsa her an saldırmak istiyor. Kürt, Arap, demokrat çevreleri, Erdoğan’ın faşist Turani yaklaşımını ciddiye almalı, gerekli tedbirleri almalıdır. Elbet hemen kolaylıkla gerçekleşecek değildir. Ancak çok kolay olduğunu, rahatlıkla gerçekleştirebilecekleri havasını yaratmaya çalışıyor. Zemin yaratıp, dış güçlerin nabzını ölçerek ne kadar tepki geleceğini, karşı çıkılacağını öğrenmek istiyor. Türkiye kendisini çok onursuzca piyasaya sürmüş, Türkiye’nin jeostratejik konumunu kullanarak pazara çıkarmıştır. Kendisini parsel parsel satmaktadır. Bir tarafta Amerika, bir tarafta Rusya, bir taraftan da Avrupa’ya sunmaktadır. Tüm bunları yapmaktaki amacı da Kürtlere karşı pozisyon kazanmaktır, bu konseptini başarıya götürmek için kendisine imkân elde etmektir. Bu nedenle Rusya’ya birçok taviz verdi ve Rusya da önünü açtı. Rojava’ya el uzatıp müdahale etmesinin arkasında Rusya vardır. Bunlara karşılık İdlib’i Rusya’ya açacağını söyleyenler var, belki bu temelde anlaşmış da olabilirler. Eğer böyle bir anlaşma yoksa bile Rusya Türkiye’yi bu yönlü teşvik etmektedir, çünkü çıkarları için elverişlidir. Amerika’ya da dayatmalarda bulunup ‘ben senin müttefikinim, ya beni ya da Kürtleri tercih edeceksin’ diyor. Böylece sonuca gitmek istiyor.”

Faşist Ankara her istediğini yapamaz

“Kürt halkının karşısında böyle bir düşman gerçeği vardır. Kürt halkı karşısında başarı kazanmak için her şeyini satabilecek kadar onursuz, Türkiye halkının çıkarını düşünemeyecek kadar gözü kara, soykırım ve katliamlarda sınır tanımayacak kadar faşist bir zihniyetle, yani sömürgeci soykırımcı Ankara rejimi ile karşı karşıyayız. Çünkü ırkçı, faşist bir sistemdir. Türkiye Cumhuriyet’i Bakur Kürdistan'ın inkarı üzerinden kuruldu. O zaman Kürdistan’ın diğer parçaları İngiliz, Fransız ve İran’ın elindeydi. Erdoğan şu anda Türkiye devlet sistemini yeniden yapılandırarak tek adam sistemine çeviriyor. Bu sistemi sadece Bakur değil, Rojava ve Başûr’da dahil, fırsat bulursa Rojhılat’ı da ekleyerek tüm Kürtlerin inkarı üzerinden kurup yükseltmek istiyor. Bu nedenle Kürt soykırımını tamamlamayı kendileri için ciddi bir mesele olarak ele almaktalar. Ama kuşkusuz bu, her istediklerini yapabilecekleri anlamına gelmiyor. Çünkü biz de artık bir ulusuz, gücümüz var, imkanlarımız var ve bölgedeki konumumuz da güçlüdür. Zaten onlar da bundan korktukları için bu saldırıları yapmaktalar. Faşist Ankara rejiminin böyle bir konsepti var ama her istediğini yapacak pozisyonda değildir.”

Ulusal birlik derhal sağlanmalı

“Ulusal birlik için şimdiye değin çok şey söyledik, birçok kez önemini vurguladık. Ama binlerce kez olsa da tekrarlamalıyız. Şimdi Kürdistan’ı işgal eden, sömüren devletlere bakalım: Birbirlerine düşmandırlar, birbirlerinin kanını içmekteler ama mesele Kürt ve Kürdistan oldu mu bir araya gelip anlaşabilmekteler. Suriye ve Türk devleti 7 yıldır birbirlerine karşı savaş halindedirler ama şu anda birbirleriyle görüşmeler yapmakta, bazı konseptlerde anlaşmaktalar. Ama biz Kürtler aynı gemide olmamıza rağmen ortak bir programda, ortak bir platformda bir araya gelemiyoruz. Bu bizler için ciddi bir eksikliktir, hatta ayıptır. Tüm dünya 21. Yüzyılda sorunlarını tartışıp diyalogla çözerken, kendisini Kürtlerin ve Kürdistan’ın siyasetçileri olarak görenlerin ortak bir platformda buluşamaması önemli bir eksikliktir. Eğer düşmanlarımız bize bu kadar saldırıyor, bizleri hiçe sayıyorlarsa bu eksikliğimizden kaynaklıdır. Türkiye-İran, Türkiye-Irak birbirlerinden çok uzaktılar, aralarında ciddi çelişkiler vardı. Hatta Irak devleti Türklerin Başika’dan çıkmasını resmen istedi, bu nedenle araları açıldı. Peki onları birleştiren ne oldu? Başûrê Kürdistan’da referandum gerçekleştiğinde hemen Kürtlere karşı birlik oldular ve aralarındaki tüm çelişkileri bir anda kenara verdiler. Karşıtlarımız bize karşı birlik olurken, biz neden bir olamıyoruz? Bunun herhangi bir izahı yoktur, hiç kimse de izah edemez. Bu durumu artık sonlandırmalıyız, buna bir çare bulmalıyız.”

Ulusal birlik olsa Türk devleti saldıramazdı

“2013’te bir adım attık. Önce KDP ile tartıştık, sonra YNK ile tartıştık ve ondan sonra da diğer Kürt örgütleriyle tartıştık ve tarihi bir süreç gelişti. Eğer o ulusal birlik süreci başarıya ulaşsaydı şimdi bambaşka olurdu. Her bir Kürt örgütü kendi adına ya da Kürdistan'ın bir parçası adına değil de, 45 milyon Kürdün adına konuşan ortak bir kurumumuz olurdu, 45 milyon Kürdün adına konuşan bir başkanlığımız olurdu. Elimiz daha güçlü olurdu. Birliğimiz olsaydı Kerkük böyle olur muydu, Türk devleti Kürdistan'a böyle el uzatabilir miydi? Belki şimdiki parçalı siyasetin bazı örgütlere bir getirisi olabilir. Ama bizim her şeyden önce ulusal çıkarlarımız var. Her ne kadar gecikmiş olsak da ulusal birliği gerçekleştirmek için henüz geç değildir. Çünkü ulusal birlik Kürt halkı için acil bir ihtiyaçtır. Neden? Çünkü Ortadoğu bölgesi adeta kaynamaktadır, yeni bir durum doğmuştur. Bu durum halkımız için imkân ve fırsatlar doğurmuştur. Eğer bunları değerlendiremezsek her şey elimizden gider. İşte karşımızdaki düşmanlar bu fırsatlardan yararlanmak istiyor. İşgalci Türk devleti bu nedenden dolayı meydana inmiş durumdadır. Kılıcını çekmiş ve Kürt halkına karşı savaş ilan etmiştir. Türk devletinin yaptıkları tüm Kürtlere karşı yapılan bir savaş ilanıdır. Eğer biz bu tarihi fırsatları halkımızın çıkarları doğrultusunda değerlendiremezsek tarih bizi yargılayacaktır. Şunu da söylemeliyim: eğer değerlendiremezsek Kürdistan’da hiç kimse ayakta kalamaz. Bu da bilinmelidir. Bu imkanları kullanabilmemiz için gizli veya açık bir biçimde birlik olmamız gerekiyor.”

Erdoğan yaptıklarıyla tüm katliamcıları solladı

“Türk devletinin işgalci, sömürgeci özelliği ve Erdoğan’ın faşist karakteri bugün herkesçe görünür, bilinir durumdadır. Erdoğan Kürtlere karşı tarihte yapılan bütün düşmanlıkları aşarak İsmet İnönü’yü de geçti. Kürdistan’ın tüm katliamcılarını solladı. Ve bunu da bir övünç payesi olarak görüp her gün propaganda etmektedir. Kürt kadınlarını, sivillerini, işçilerini öldürmekte ve bununla övünmekte herhangi bir beis görmemektedir. Erdoğan böyle birisidir. En dinsiz, en vicdansız, tüm insani değerlerden uzaklaşmış olan Türkiye’nin faşist Ankara rejimi ve onun başı Erdoğan’dır. Dinden, imandan çokça bahsetmesi yalandır.

Türkiye’nin aynası Erfîn’dir

“Türkiye’nin aynası Efrîn’dir. Birisi Türkiye’yi tanımak istiyorsa Efrîn’e baksın, oradaki çeteler eliyle neler yapıldığını görsün. Efrîn’de etnik temizlik uyguluyorlar, bugün dünyada eşi benzeri görülmeyen her şeyi Erdoğan orada yapıyor. ENKS Türkiye ile ilişki içindedir, birçok ENKS yöneticisi şu anda Türkiye’dedir, İstanbul’da otellerde kalmaktadırlar. ENKS öyle sanıyordu ki, Türkiye Efrîn’i işgal ettiğinde onları ya iktidar yapacak ya da iktidar ortağı. Böyle umuyorlardı. Ama öyle olmadı. Çünkü Erdoğan Efrîn’e gittiğinde PYD’yi tasfiye etmek için gitmedi, tüm Kürtleri tasfiye etmek için gitti. İnsan ham hayalci olmamalı, gerçekçi olmalı, karşısındakini tanımalı. Eskiden PYD eşbaşkanı da Türkiye’ye gidip devletle görüşüyordu. Ama Türk devletinin amacı Efrîn’i tüm Kürtler’den almaktır. Bu apaçık ortaya çıktı. Türk devletinin Efrîn’deki uygulamalarından sonra gerçekler artık anlaşılmalı. Ama halen Türkiye’ye tutunma, yaranma çabasındadırlar. Ulusal birlik böyle olmaz. Artık oralardan gelinmeli, düşmanla birlikte olunmamalıdır. Çünkü Türkiye’nin elini güçlendirmekten, soykırımcı siyasetini meşrulaştırmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Herkes siyaset ve diplomasi yapabilir ama düşman parasıyla kendini yaşatıp, düşmana sırtını dayayarak halkına karşı durmak siyaset yapmak değildir. Ağır sözler kullanmak istemiyoruz ama bu köleliktir. Beklentimiz bu durumdan çıkılmasıdır. Düşmanın yanından gelsinler, birlik olsunlar.”

Rojava tüm Kürt siyasetinde bir düzeltme yapmalı

“Birlik olamamanın bir boyutu ENKS’dir ama bir diğer boyutu da PYD ve diğer örgütlerdir. Onların yürüttüğü siyaseti de doğru bulmuyorum. Bugün Rojava’da öncülük yapan her kimse onların siyaseti de doğru değildir, yetersizdir.  Birliklerini şimdiye kadar oluşturmalıydılar. Sağlayamamışlarsa demek ki onlarda da yanlışlık, yetersizlik, kendinde ısrar vardır. Madem ki Rojava özgürleşti, o zaman ortak bir koalisyon oluşturulmalı ve o koalisyon yönetmeliydi. Bunun için de iki şey önemlidir. Birincisi; Kürtlerin kendi ulusal birlikleridir. İkincisi; Kürt, Arap, Asur ve Süryani halkların birliğidir. Bu her iki birlik sağlanarak demokratik ulus inşa edilmelidir. Eğer bu tam sağlanamıyorsa ilgililer sorumluluklarını görmelidir. Rojava örgütlerinin tümü bu süreçte sorumlulukla davranmalıdır. Çünkü Rojava’dan dolayı kaynaklanan çelişkiler Kürdistan’ın genel siyasetini de olumsuz etkiledi. Rojava tüm Kürdistan siyaseti için bir düzeltme yapmalıdır, düzeltme ne kadar erken yapılırsa o kadar etkiler, olumlu sonuç yaratır.”

Siyaset öz güçle yapılır

 “Saldırılar karşısında birileri hemen bir araya gelip siyaset yapalım, diplomasi yapalım ve saldırıları engelleyelim diyorlar. Kürt halkının kazanımları sadece siyaset ve diplomasi ile korunamaz. Kendini güç haline getireceksin, irade olacaksın. Öz gücüne dayanarak yürüteceğin siyaset ve diplomasinin anlam ve değeri ancak o zaman olur. Kendisini güç ve irade yapamayan toplumların yaşam hakkı yoktur. Çünkü bir başkası sana bu hakkı vermez, gözünün yaşına bakmaz. Önce kendini irade haline getirip güç olacaksın, toplumunu örgütleyeceksin, direneceksin ve onun üzerinden siyaset yapacaksın.”

PYD değil ENKS de olsa Türk devleti saldıracaktır

“Şimdi Rojava’da bu güç vardır, direnebilir. Bundan dolayı Rojava’da olabilecek herhangi bir yönelimden korkulmamalı. Göğsünü germeli ve karşılamalıdır. Açıkça söyleyeyim: Türk devletinin bir gün Rojava’ya saldıracağını çok önceden biliyorduk. Çünkü konsepti, zihniyeti, planı bellidir. Anlaşılmayacak bir şey yoktur. Bazıları diyor ki, PYD Rojava’da olduğu için Türk devleti saldırıyor. Hayır! Rojava’nın yönetimi ENKS’de olsaydı da Türk devleti saldırırdı. Başûr’da referandumu yapan PKK veya PYD olduğu için mi Türk devleti saldırdı? İşte gördük, referandum için Türk devleti tanklarını Silopi sınırına yığıp Irak devletine ‘ya sen müdahale et, ya da biz edeceğiz’ dedi. Bugün Rojava’ya dönük yaptığı tehdit ve saldırıların aynısını Başur'a karşı da yaptı. Burada mesele PKK, PYD veya başka bir örgüt değildir, asıl mesele Kürt halkının statüsüdür. Bunu herkes bilmelidir. Kürtlerden birileri gelip Türklerin saldırısının önüne engel olamaz. Çünkü sen de Kürtsün ve Türk devleti seni de düşman olarak görüyor, hangi partiden veya parçadan olduğun fark etmiyor. Eğer tüm Kürt halkı bir olursa, kenetlenirse dünya kamuoyu da arkamızda olur, destekler ve elimiz güçlenir. Birlik olmak için hiç kimse kendinde ısrar etmemeli, ortak çıkarlar temelinde birlik olunmalıdır. Birlik önce Rojava’da, sonra da tüm Kürdistan’da sağlanmalı.”

Türk devletinin gücünün ne olduğunu biliyoruz

“Türk devleti ve özellikle de Erdoğan yoğun bir psikolojik savaş yürütmektedir. Çok büyük bir devlet olduklarını, çok büyük bir tekniğe sahip olduklarını ve nereyi isterlerse orayı alabileceklerine dair propaganda yapıyorlar. Kendilerini abartıp büyük göstermeye çalışıyorlar. Ama hakikat öyle değildir. 40 yıldır T.C. devletine karşı savaşıyoruz, gücünün ne kadar olup olmadığını iyi biliyoruz. Nusaybin direnişinin nasıl olduğunu Rojava halkı kendi gözüyle gördü. Türk devleti 9 ay boyunca Nusaybin’e giremedi. Türk ordusu Nusaybin Sendromu yaşadı. Şırnak öyleydi. Cizre’de ancak direnişçilerin cephanesinin bittiğini anlayınca girebildiler. Sur’da komutan Çiyager öncülüğünde 60 arkadaş Türk ordusunu 105 gün boyunca durdurdu. Eğer karşısında iradeli durulursa Türk devleti hiç de güçlü değildir.”

Gelhat ve Arinlerin ruhu kesin kazandırır

“Efrîn’in ve Rojava genelinin durumu aynı değildir. Efrîn üç yandan kuşatma içindeydi, dar bir alandı. Türk devletinin avantajları çoktu. Fakat şimdi Rojava’da 500 kilometrelik bir sınır var. Türk devleti nereden girerse girsin çembere girecek olan odur. 40 yıllık askeri tecrübemize dayanarak belirteceğimiz; hazırlıkların iyi yapılması önerisidir. Rojava’nın yönetimi, komutanları açıklamalar yaptılar, hazırlıklı olduklarını söylediler. Böyle olduğuna inanıyoruz. Gerçekten de doğru bir taktik çerçeve ile yaklaşmaları halinde kazanırlar. Çünkü Arap ve Kürt halkı birliktedir, imkanları daha çoktur. Kamuoyu da onları destekleyecektir, YPG-YPJ’nin direnişi dünyada ses getirdi. Çünkü bu güç DAİŞ’in başkenti olan Rakka’yı düşürenlerdir. Bugün halen Hecin’de DaîAİŞ’e karşı en etkili mücadeleyi verenlerdir. Dünya kamuoyu ve tüm Kürtler kendilerini destekleyecektir. Biz sonuna kadar destekleriz. Kobani’nin direniş ruhu, ulusal birlik ruhu sağlanırsa, Gelhatların, Arin Mirkanların ruhu QSD, YPG, YPJ güçleri içerisinde hâkim olursa kesin kazanırlar.”

Savaş başlarsa tüm halk dahil olmalı

“Ama savaş dar ele alınmamalı. Siyasi ve diplomatik boyutu üzerinde durulmalı. Savaş başlasa bile diplomasi ve siyaset yoğun devrede olmalı. Bir diğer önemli olan husus ise yerel halk rol oynamalı. Efrîn’deki halkın tümü yurtseverdi ama savaş içinde örgütlendirilemedi, hepsi Efrîn’e toplandı. Esasen bu yanlıştı. Ama şimdi herkes kendi köyünde, kasabasında olmalıdır. Halk olduğu yerde kalmalı adeta canlı kalkan gibi olmalıdır. Savaşçıların başarması için elinden geleni yapmalıdır. Savaşçılar da bunun hakkını vermelidir.”

Türk ordusu kırıma uğratılabilir

“Askeri güçlerin yeniden yapılandırılmasından çokça bahsediyoruz. Bu yeniden yapılanma sadece bizim, HPG için geçerli değildir. Tüm askeri güçler için geçerli olan bir husustur. Büyük kitleler halinde değil, timler halinde araziye dağılarak en büyük devlet orduları karşısında fazla kayıp verilemeden savaşılabilinir. Mevcut durumda Arap ve Kürtlerin konumu daha güçlüdür. 70 binlik askeri güçten bahsediyorlar, asayiş vb güçler de eklendiğinde eğitilmiş, silahlı 100 bin kişi oluyor. Bu, az bir güç değildir. Belirttiğimiz gibi Arinlerin, Avestaların, Gelhatların şahsında Rojava’da büyük bir cesaretle savaşan kahramanların ruhu esas alındığında Türk ordusunu kırıma uğratabilirler.”

Çağın Direnişinden gereken dersler çıkarılmalı

“Biz Kürtler şunu iyi bilmeliyiz: Türk devleti Kürtlere karşı ne olursa olsun savaşacaktır. Biz bu savaşın Botan dağlarında olmasını isterdik, zaten onun mücadelesini veriyoruz. Ama düşman savaşı ovaya taşıdı. Ovanın imkân ve avantajlarından da yararlanmak gerekiyor. Efrîn’de yapılmayan şimdi yapılmalıdır. Efrîn’de düşmanın arkasına sarkarak savaşılmadı, şehir savaşı pek olmadı. Efrîn direnişi büyüktü, Çağın Direnişi’ydi ama tek ayak üzerinde kaldı. Halk istendiği gibi örgütlendirilemedi. Eğer Rojava güçleri Efrîn tecrübesinden gerekli dersleri çıkarır, ona göre mevzilenip hazırlıklarını yaparlarsa Türkiye elini nereden uzatırsa elini orada kırarlar. Bunun imkanı, mecali vardır.”

Savaş öz güçle kazanılır

“Kendini küçük görmenin anlamı yok, 100 bin silahlı kuvvet az bir güç değildir. 4-5 milyon insanın arkasında olması, onu desteklemesi sıradan bir şey değildir. ‘Kendi öz gücümüze güvenmeli, direnmeli ve mutlaka kazanmalıyız’ demeliler. Böyle kararlıca yaklaştıklarında kazanacaklardır. Tüm Kürt halkı, Türk, Arap, Fars demokrat halkı kendilerini destekleyecektir. Çünkü Türkiye’nin bu müdahalesi tüm bölge halkları için tehlikedir. Faşizme karşı halkların direnişini ve birliğini getirecektir. Efrîn’den farkı budur. Zaten şimdi Efrîn’de sürdürülen bir direniş vardır, o zaman orada da direniş yükselir ve Efrîn’den Derik’e uzanacak bir direnişe halkımız hazır olmalıdır. Eğer özgürlüğü istiyorsak elimizi taşın altına koymalı, tüm zorluklara göğüs germeli ve direnerek bu faşizm dalgasını kırmalıyız.”

Önder Apo’ya tecrit tüm halklar üzerinde tecrittir

“Ankara rejiminin İmralı’da yürüttüğü siyaset dile getirdiğimiz soykırım konsepti dahilindedir. Kürt soykırım konseptinde karar kılındığında İmralı’daki tecrit başladı. Konseptin önemli bir bölümü İmralı'daki tecrittir. Bakur’daki siyasi soykırımlar, Rojava’ya dönük saldırılar, Başûr’a olan saldırılar, İmralı’daki tecrit birbiriyle bağlantılı olarak geliştirilmekte ve birbirini tamamlamaktadır. Bu da göstermektedir ki, halk olarak bir bütünen direneceğiz. Bu nedenle çok önemli ve stratejik bir süreçte olduğumuzu belirttik. Artık zamanı geldi, kimin heybesinde ne varsa çıkarıp pratikleştirmeli. Böylesi bir süreçte açlık grevlerinin gelişmesi anlamlı ve önemlidir. ‘Önder APO üzerindeki tecrit tüm Kürt halkına tecrittir’ sözü bir hakikattir. Bu anlamda tecrite karşı durmak çok devrimci ve onurlu bir duruştur”.

Leyla Güven’in eylemi işaret fişeği oldu

“Leyla Güven siyasetçi bir Kürt kadını, DTK eşbaşkanı, Hakkari milletvekili olarak kendi kararıyla önemli bir rol oynadı. Bir işaret fişeği olup bu direnişi geliştirdi. Leyla Güven’den 4 gün önce Elazığ’ın Harput cezaevinde 6 kadın arkadaş süresiz-dönüşümsüz açlık grevi başlattı. Emine İnan, Remziye Karadağ ve diğer kadın arkadaşlar zaten greve başlamışlardı. Ama fazla gündeme girmedi. Kuşkusuz Leyla Güven parlementerdir, kararını mahkemede açıkladı ve öncü bir rol üstlendi.”

Eylemin şekli değişmeli

“Bu grev dalga dalga yayıldı. En son zindandaki 30 arkadaş süresiz-dönüşümsüz açlık grevi başlattı. Avrupa Strasburg’da tanınan, öncü konumda olan, farklı farklı kurumlardan değerli kişilerden oluşan bir grup eylem başlattı. Bu eylemler gittikçe ciddileşmeye başladı. Artık bıçak kemiğe dayanmış durumda. Leyla Güven ve diğer arkadaşların sağlık durumları kritik seviyededir. Bu nedenle desteklemek için dönüşümlü eylem olabilir ama dönüşümlü-süresiz eylem süreci aşıldı. Artık dönüşümsüz-süresiz eylemleri başlatma ve yayma aşamasına geldi. Halkımız bu eylemcilere sahip çıkmalı.”

Amed Zindan Direnişi bir kez daha kazanacaktır

“Amed zindanında Leyla Güven öncülüğünde başlatılan direniş bir kez daha toplumsallaşıp kitleselleşerek yayılacaktır. Başûr’da, Rojava’da, Bakur’da ve Avrupa’da destek eylemleri var. Türk devletinin bu vahşetini, zulmünü tüm dünyaya göstermeliyiz. Kürt halkının Önderi’ne karşı bugün işkence uygulanmaktadır. Türk devleti Kürt halkının kazanımları üzerinde göz göre göre terör estirmektedir, şiddet uygulamaktadır. Faşist Ankara rejiminin bugün yaptıkları en büyük terörizmdir. Kendisini Kürtlerin ölümü için planlamış, hazırlamış ve buna kilitlenmiş bir düşmanla yüz yüzeyiz. Bu faşizmi açlık grevleriyle, siyasi eylemlerle, toplumsal direnişlerle, silahlı mücadeleyle ve her türden yol-yöntemle durdurmalı, boşa çıkarmalıyız. Bunun imkanları vardır, halkımızın direnişi yükselecektir. Erdoğan’ın esip gürlemesi, tehditler savurması kimseye geri adım attırmaz, korkutamaz. Yenilecek olan onlardır.”

Haksızdırlar, zayıftırlar, bunun için korkuyorlar

“Şimdi niye bu kadar pervasızca saldırıyorlar? Çünkü korkuyorlar. Fransa’daki Sarı Yelekliler benzeri bir eylemin Türkiye’de gelişmesinden müthiş korkuyorlar. Daha böyle bir şey olmamışken dahi Erdoğan herkesin üzerine yürümekte, saldırmakta, polisi her yerde devreye sokarak önlemeye çalışmaktadır. Faşist diktatöryal bir sistemdir ve her türlü halk eylemliliğinden korkmaktadır. Çünkü faşizmin sonunu getirecek olanın halk eylemliliği, direnişi olduğunu çok iyi bilmektedirler. Haksızdırlar, zayıftırlar ve bu nedenle bu kadar saldırgandırlar.”

Tüm eylemcileri selamlıyoruz

“Eğer biz Kürt halkı olarak, demokratlar olarak Türkiye’de, Suriye’de ve her yerde demokrasi, özgürlük ve eşitlik için birlik olup mücadele edersek bu faşizm dalgasını kırıp özgürlük ve demokrasi davasını zafere ulaştırabiliriz. Bunun imkanları vardır. Bu temelde süreci kararlılıkla sürdürmeliyiz. Son olarak şunu belirtmek isterim: bugün her yerde yükseltilen açlık grevi eylemlerini, Leyla Güven şahsında bütün eylemcileri saygıyla selamlıyor, başarılar diliyorum. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, faşist Ankara rejimi karşısında zafer halkımızın olacaktır.”

Kaynak: ANHA

http://www.hawarnews.com/tr/haber/karayilan-siyaset-ve-savas-oz-gucle-yapilir-kazanilir-h9309.html