Marksist Dünya Tarihi serisinin ikinci bölümünde Neil Faulkner, çok eski atalarımızın inanılmaz yenilenmelerini ve uyumluluklarını, dil ile imgelemi emsalsiz biçimde bir araya getirişlerini, kültürün farklı ortamlara ayak uydurmak için nasıl şekillendiğini gözler önüne seriyor.
Bundan 200 bin yıl önce, Afrika’da bir yerlerde bugün yeryüzündeki tüm insanların ortak atası olan bir kadın yaşamış. Biz, onu “Afrikalı Havva” olarak biliyoruz. O, türünün ilk örneğiydi: Homo Sapiens–günümüz insanı.
Bunu ortaya çıkaran DNA analizleridir. DNA, organik yaşam için şablon sağlayan, hücrelerin içindeki kimyasal kodlamadır.
Yaşam biçimlerinin ne kadar yakından ilişkili olduğunu görmek için benzerlikler ve farklılıklar üzerinde çalışılabilir.
Mutasyonlar olur ve hayli kalıcı oranlarda birikir. Bu, genetisyenlere türler içinde ve arasında biyolojik çeşitliliği ölçme imkânı sağlamakla kalmaz. Aynı zamanda, iki grubun ayrılmasının ve melezlenmenin sona ermesinin üzerinden ne kadar zaman geçtiğini hesaplamalarına da yardımcı olur.
DNA’larımızdaki mutasyon bu sebeple, yaşam dokumuzun içindeki geçmişin “fosil” kanıtını oluşturur.
Afrikalı Havva’nın DNA tarihi, bilinen ilk Homo Sapiens’in dönemi ile eşleşir. 1967 yılında Etiyopya-Omo’da bulunan iki kafatası ve bir kısmi iskelet, günümüzden 195 bin yıl öncesine aittir.
Yeni türler farklı görünüyordu. Eski insanlar uzun, zayıf kafataslarına, eğimli alınlara, çıkık kaşlara ve güçlü çenelere sahipmiş. Günümüz insanları büyük, kubbe şeklinde kafatasına, daha yassı surata ve daha küçük çeneye sahip.
Değişim temel olarak büyüyen beyin boyutuyla ilişkili: Homo Sapiens bir hayli zeki. Büyük beyinler, bilgiyi depolamayı, yaratıcı düşünceyi, karmaşık yöntemlerle iletişim kurmayı olanaklı kılıyor. Bunun anahtarı ise dil.
Dünya, sözcükler vasıtasıyla sınıflandırılmakta, analiz edilmekte ve tartışılmakta. Afrikalı Havva, durmadan konuşan biriymiş. Bu nedenle, evrimsel ifadeyle, uyum sağlayabilen ve devingenmiş.
Homo Sapiens, şu benzersiz özelliklere sahipti: diğer hominidler de dâhil olmak üzere, tüm hayvanlardan faklı olarak, biyolojisi tarafından sınırlı bir mekân menzili ile kısıtlanmamıştı.
Düşünüp taşınarak, üzerine konuşarak ve birlikte çalışarak, Homo Sapiens neredeyse her yerde hayata uyum sağlayabilir.
Biyolojik evrimin yerini kültürel evrim aldı. Ve değişimin temposu hız kazandı. El baltası kullanan Homo Erectus, 1.5 milyon yıl boyunca Afrika’da kaldı.
O zamanın bir kesitinde, Afrikalı Havva’nın soyundan gelenle hareket halindeydi. Ya da bazıları öyleydi.
Genetik kanıtlar şunu gösteriyor ki, Asya, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtalarının tamamına, üç bin nesil önce, yani günümüzden yaklaşık 85 bin yıl önce Afrika’yı tek eden avcı-toplayıcı tek bir gruptan soyundan gelenlerce yerleşilmişti.
Güney Asya ve Avustralya’da 50 bin yıl önce, Kuzey Asya ve Avrupa’da 40 bin ve Amerika’da 15 bin yıl önce kolonileşilmişti.
İnsanlar neden taşındılar? Hemen hemen kesinlikle, avcı-toplayıcılar olarak kaynak azalması, nüfus sıkışıklığı ve iklim değişikliği karşısında yemek arayışına çıktılar. Buna uyum sağladılar –uyuma uyum sağladılar.
Uzun mesafeli intikale uygun tasarlanmışlardı: yürüme ve koşmaya dayanıklı. El becerileri, onları kusursuz alet üreticileri yaptı. Büyük beyinleri onları soyut düşünebilir, detaylı planlama yapabilir, dilsel iletişim kurabilir, sosyal örgütlülüğe uygun hale getirdi.
Küçük, birbirine sıkı sıkıya bağlı, işbirliği yapan topluluklar oluşturdular. Bunlar, gevşek ama akrabalık, takas ve karşılıklı destek üzerine temellenmiş geniş çaplı ağlarla birbirine bağlandı.
Tam anlamıyla “kültürlü”ydüler: gıda temin yöntemleri, bir arada yaşamaları, görev bölüşümleri, alet yapımları, kendilerini süslemeleri, ölüleri gömmeleri ve başka birçok şey konusunda gruplar içinde mutabıktılar.
Homo Sapiens’in baskın özellikleri, kültürel uyumluluk ve planlanmış kolektif çalışmaydı. Yeni insanlar nereye giderlerse gitsinler uyum sağladılar. Kuzey kutbunda rengeyiği avladılar. Donmuş ovalarda mamut. Çayırlarda yaban geyiği ve at. Tropik bölgelerde domuz, maymun ve kertenkele.
Alet takımları, sorunlara göre farklılaştı. Basit el baltaları ve taş parçalarının yerine bir dizi “kılıç” ürettiler –genişliklerine göre uzun olan keskin ağızlı taş aletler.
Koşulların gerektirdiği biçimde giysiler ve barınaklar da yaptılar. Isınmak, yemek pişirmek ve korunmak için ateşi kullandılar. Ve avladıkları hayvanların resimlerini ve heykellerini hazırladılar.
Hepsinden öte, deney yaptılar ve yenilik getirdiler. Başarılar paylaşıldı ve kopyalandı. Kültür durağan değil, değişken ve birikimseldir. Homo Sapiens, çevresel zorluklarla işi yapmanın yeni yollarıyla karşılaştı ve aldığı dersler, giderek büyüyen bilgi ve ustalık deposunun parçası haline geldi.
Çevresel koşullar değiştiğinde günümüz insana olduğu şekilde biyolojik olarak evrimleşmek ya da nesli tükenmek yerine, Homo Sapiens daha iyi barınaklarla, daha sıcak tutan giysilerle veya daha keskin aletlerle çözümler buldu. Doğa ve kültür karşılıklı etkileşim içindedir ve bu etkileşim vasıtasıyla insanlar geçimini sağlama konusunda devamlı daha iyi hale geldi.
Yeri geldikçe, kısa bir süre için Homo Sapiens eski insanlarla birlikte var oldu. Günümüzden 30-40 bin yıl önce Avrupa’da hem günümüz insanları, hem de Neandertaller ikamet etti. Melezlenip melezlenmediklerine veya öyle ya da böyle etkileşim içine girip girmediklerine dair bulgu yoktur.
Muhtemelen Neandertallerin nesli tükendi, çünkü iklim değişirken, Homo Sapiens nüfus artarken ve tüm hominidlerin bağımlı olduğu hayvanlar aşırı avlanırken bunların karşısında uyum sağlayamaz ya da onunla mücadele edemezler.
Taş alet teknolojisi, bu türlerin yerinden edilmesini izlemiş gibi görünüyor. Neandertal fosilleri “Mousterian” parçaları ile birliktedir. Kro-magnon fosilleri (Avrupa arkeolojisinde ilk Homo Sapiens’lerden kalanlara verilen isim) bir dizi komplike “Aurignak” kılıcıyla birliktedir.
Hepsi bu değil. Yeni kültür çeşitli ve devingendi, zaman içinde mızrak atıcı, zıpkın ve yay yaptı. Köpekler evcilleştirildi ve ava katıldı. Neandertaller besin zincirinin en tepesinde olmuştur, ancak yeni gelenler onları kazanamayacakları bir “kültürel silahlanma yarışı”na sokmuştur.
Somerset’te bulunan Gough Mağarası, klasik bir Homo Sapiens yerleşimidir. İnsan kalıntıları, hayvan kemikleri, binlerce taş alet ve kemikten, boynuzdan yapılmış şeyler sunmuştur.
Tarihi, günümüzden 14 bin yıl önceye dayanıyor ve at avcılarından oluşan bir topluluğa aitmiş. Mağara, bir barınak ve vahşi at ve geyik sürülerinin düzenli olarak geçtiği boğaza bakan bir gözetleme noktası sağlıyormuş.
Burada, çok spesifik bir ekolojik mevkiye uyum sağlamış bir Homo Sapiens topluluğu varmış: son büyük buzullaşmanın ikinci kısmı süresince vahşi hayvanların göç yollarına doğal kanal olan bir mevki.
Alet yapımının başladığı 2.5 milyon yıl önceden, günümüzden 10 bin yıl öncesine kadar olan periyot “Eski Taş Çağı” ya da “Paleolitik” olarak biliniyor.
Son aşaması olan “Üst Paleolitik”, Homo Sapiens’lerin dönemidir. Bu, önceki aşamalarla devrimci bir kopuşu temsil eder.
Üst Paleolitik Devrim hem biyolojik, hem kültüreldir. Süper-hominid’in yeni bir türü, Afrika’dan ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır.
Bu ilk küreselleşmede, tür, birçok ayırt edici “kültür” yaratarak –alet dağarcığı, iş yapma yöntemi, toplumsal gelenekler ve ritüel uygulamaları- farklı ortamlara ve durumlara adapte olmuştur.
Ancak bugünden 10 bin yıl önce bir sorun vardı. Büyük hayvanlar ortadan kalkıyordu. Yerküre ısınıyor ve açık düzlükler, yeniden canlanan ormanın altında yok oluyordu. Ve hominidler fazla başarılı olmuşlardı: mamutlar, dev geyikler ve vahşi atlar soyları tükenene dek avlanmıştı.
Üst Paleolitik dünya, bir çıkmaza gelmişti. Üretimin sürmekte olan biçiminin varlığını sürdürmesi artık kesin olamazdı. Homo Sapiens, evrimsel elverişliliğin en büyük imtihanıyla yüz yüze gelmek üzereydi.
http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/4840-a-marxist-history-of-the-world-2-the-upper-palaeolithic-revolution adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Çeviriyi yapan: http://gercegingunlugu.blogspot.com/2012/07/marksist-dunya-tarihi-bolum-2-ust.html
Gerçeğin Günlüğü emekçilerine gecikmeli teşekkürümüzden dolayı özür diliyor, çalışmalarında başarılar diliyoruz. Bu tür değerli çalışmaların çok daha fazla okur tarafından okunup hak ettiği karşılığı alabilmesi için yetiştirebildiğimiz ölçüde sayfalarımızda yer vermeye çalışacağız.
Bundan 200 bin yıl önce, Afrika’da bir yerlerde bugün yeryüzündeki tüm insanların ortak atası olan bir kadın yaşamış. Biz, onu “Afrikalı Havva” olarak biliyoruz. O, türünün ilk örneğiydi: Homo Sapiens–günümüz insanı.
Bunu ortaya çıkaran DNA analizleridir. DNA, organik yaşam için şablon sağlayan, hücrelerin içindeki kimyasal kodlamadır.
Yaşam biçimlerinin ne kadar yakından ilişkili olduğunu görmek için benzerlikler ve farklılıklar üzerinde çalışılabilir.
Mutasyonlar olur ve hayli kalıcı oranlarda birikir. Bu, genetisyenlere türler içinde ve arasında biyolojik çeşitliliği ölçme imkânı sağlamakla kalmaz. Aynı zamanda, iki grubun ayrılmasının ve melezlenmenin sona ermesinin üzerinden ne kadar zaman geçtiğini hesaplamalarına da yardımcı olur.
DNA’larımızdaki mutasyon bu sebeple, yaşam dokumuzun içindeki geçmişin “fosil” kanıtını oluşturur.
Afrikalı Havva’nın DNA tarihi, bilinen ilk Homo Sapiens’in dönemi ile eşleşir. 1967 yılında Etiyopya-Omo’da bulunan iki kafatası ve bir kısmi iskelet, günümüzden 195 bin yıl öncesine aittir.
Yeni türler farklı görünüyordu. Eski insanlar uzun, zayıf kafataslarına, eğimli alınlara, çıkık kaşlara ve güçlü çenelere sahipmiş. Günümüz insanları büyük, kubbe şeklinde kafatasına, daha yassı surata ve daha küçük çeneye sahip.
Değişim temel olarak büyüyen beyin boyutuyla ilişkili: Homo Sapiens bir hayli zeki. Büyük beyinler, bilgiyi depolamayı, yaratıcı düşünceyi, karmaşık yöntemlerle iletişim kurmayı olanaklı kılıyor. Bunun anahtarı ise dil.
Dünya, sözcükler vasıtasıyla sınıflandırılmakta, analiz edilmekte ve tartışılmakta. Afrikalı Havva, durmadan konuşan biriymiş. Bu nedenle, evrimsel ifadeyle, uyum sağlayabilen ve devingenmiş.
Homo Sapiens, şu benzersiz özelliklere sahipti: diğer hominidler de dâhil olmak üzere, tüm hayvanlardan faklı olarak, biyolojisi tarafından sınırlı bir mekân menzili ile kısıtlanmamıştı.
Düşünüp taşınarak, üzerine konuşarak ve birlikte çalışarak, Homo Sapiens neredeyse her yerde hayata uyum sağlayabilir.
Biyolojik evrimin yerini kültürel evrim aldı. Ve değişimin temposu hız kazandı. El baltası kullanan Homo Erectus, 1.5 milyon yıl boyunca Afrika’da kaldı.
O zamanın bir kesitinde, Afrikalı Havva’nın soyundan gelenle hareket halindeydi. Ya da bazıları öyleydi.
Genetik kanıtlar şunu gösteriyor ki, Asya, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtalarının tamamına, üç bin nesil önce, yani günümüzden yaklaşık 85 bin yıl önce Afrika’yı tek eden avcı-toplayıcı tek bir gruptan soyundan gelenlerce yerleşilmişti.
Güney Asya ve Avustralya’da 50 bin yıl önce, Kuzey Asya ve Avrupa’da 40 bin ve Amerika’da 15 bin yıl önce kolonileşilmişti.
İnsanlar neden taşındılar? Hemen hemen kesinlikle, avcı-toplayıcılar olarak kaynak azalması, nüfus sıkışıklığı ve iklim değişikliği karşısında yemek arayışına çıktılar. Buna uyum sağladılar –uyuma uyum sağladılar.
Uzun mesafeli intikale uygun tasarlanmışlardı: yürüme ve koşmaya dayanıklı. El becerileri, onları kusursuz alet üreticileri yaptı. Büyük beyinleri onları soyut düşünebilir, detaylı planlama yapabilir, dilsel iletişim kurabilir, sosyal örgütlülüğe uygun hale getirdi.
Küçük, birbirine sıkı sıkıya bağlı, işbirliği yapan topluluklar oluşturdular. Bunlar, gevşek ama akrabalık, takas ve karşılıklı destek üzerine temellenmiş geniş çaplı ağlarla birbirine bağlandı.
Tam anlamıyla “kültürlü”ydüler: gıda temin yöntemleri, bir arada yaşamaları, görev bölüşümleri, alet yapımları, kendilerini süslemeleri, ölüleri gömmeleri ve başka birçok şey konusunda gruplar içinde mutabıktılar.
Homo Sapiens’in baskın özellikleri, kültürel uyumluluk ve planlanmış kolektif çalışmaydı. Yeni insanlar nereye giderlerse gitsinler uyum sağladılar. Kuzey kutbunda rengeyiği avladılar. Donmuş ovalarda mamut. Çayırlarda yaban geyiği ve at. Tropik bölgelerde domuz, maymun ve kertenkele.
Alet takımları, sorunlara göre farklılaştı. Basit el baltaları ve taş parçalarının yerine bir dizi “kılıç” ürettiler –genişliklerine göre uzun olan keskin ağızlı taş aletler.
Koşulların gerektirdiği biçimde giysiler ve barınaklar da yaptılar. Isınmak, yemek pişirmek ve korunmak için ateşi kullandılar. Ve avladıkları hayvanların resimlerini ve heykellerini hazırladılar.
Hepsinden öte, deney yaptılar ve yenilik getirdiler. Başarılar paylaşıldı ve kopyalandı. Kültür durağan değil, değişken ve birikimseldir. Homo Sapiens, çevresel zorluklarla işi yapmanın yeni yollarıyla karşılaştı ve aldığı dersler, giderek büyüyen bilgi ve ustalık deposunun parçası haline geldi.
Çevresel koşullar değiştiğinde günümüz insana olduğu şekilde biyolojik olarak evrimleşmek ya da nesli tükenmek yerine, Homo Sapiens daha iyi barınaklarla, daha sıcak tutan giysilerle veya daha keskin aletlerle çözümler buldu. Doğa ve kültür karşılıklı etkileşim içindedir ve bu etkileşim vasıtasıyla insanlar geçimini sağlama konusunda devamlı daha iyi hale geldi.
Yeri geldikçe, kısa bir süre için Homo Sapiens eski insanlarla birlikte var oldu. Günümüzden 30-40 bin yıl önce Avrupa’da hem günümüz insanları, hem de Neandertaller ikamet etti. Melezlenip melezlenmediklerine veya öyle ya da böyle etkileşim içine girip girmediklerine dair bulgu yoktur.
Muhtemelen Neandertallerin nesli tükendi, çünkü iklim değişirken, Homo Sapiens nüfus artarken ve tüm hominidlerin bağımlı olduğu hayvanlar aşırı avlanırken bunların karşısında uyum sağlayamaz ya da onunla mücadele edemezler.
Taş alet teknolojisi, bu türlerin yerinden edilmesini izlemiş gibi görünüyor. Neandertal fosilleri “Mousterian” parçaları ile birliktedir. Kro-magnon fosilleri (Avrupa arkeolojisinde ilk Homo Sapiens’lerden kalanlara verilen isim) bir dizi komplike “Aurignak” kılıcıyla birliktedir.
Hepsi bu değil. Yeni kültür çeşitli ve devingendi, zaman içinde mızrak atıcı, zıpkın ve yay yaptı. Köpekler evcilleştirildi ve ava katıldı. Neandertaller besin zincirinin en tepesinde olmuştur, ancak yeni gelenler onları kazanamayacakları bir “kültürel silahlanma yarışı”na sokmuştur.
Somerset’te bulunan Gough Mağarası, klasik bir Homo Sapiens yerleşimidir. İnsan kalıntıları, hayvan kemikleri, binlerce taş alet ve kemikten, boynuzdan yapılmış şeyler sunmuştur.
Tarihi, günümüzden 14 bin yıl önceye dayanıyor ve at avcılarından oluşan bir topluluğa aitmiş. Mağara, bir barınak ve vahşi at ve geyik sürülerinin düzenli olarak geçtiği boğaza bakan bir gözetleme noktası sağlıyormuş.
Burada, çok spesifik bir ekolojik mevkiye uyum sağlamış bir Homo Sapiens topluluğu varmış: son büyük buzullaşmanın ikinci kısmı süresince vahşi hayvanların göç yollarına doğal kanal olan bir mevki.
Alet yapımının başladığı 2.5 milyon yıl önceden, günümüzden 10 bin yıl öncesine kadar olan periyot “Eski Taş Çağı” ya da “Paleolitik” olarak biliniyor.
Son aşaması olan “Üst Paleolitik”, Homo Sapiens’lerin dönemidir. Bu, önceki aşamalarla devrimci bir kopuşu temsil eder.
Üst Paleolitik Devrim hem biyolojik, hem kültüreldir. Süper-hominid’in yeni bir türü, Afrika’dan ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır.
Bu ilk küreselleşmede, tür, birçok ayırt edici “kültür” yaratarak –alet dağarcığı, iş yapma yöntemi, toplumsal gelenekler ve ritüel uygulamaları- farklı ortamlara ve durumlara adapte olmuştur.
Ancak bugünden 10 bin yıl önce bir sorun vardı. Büyük hayvanlar ortadan kalkıyordu. Yerküre ısınıyor ve açık düzlükler, yeniden canlanan ormanın altında yok oluyordu. Ve hominidler fazla başarılı olmuşlardı: mamutlar, dev geyikler ve vahşi atlar soyları tükenene dek avlanmıştı.
Üst Paleolitik dünya, bir çıkmaza gelmişti. Üretimin sürmekte olan biçiminin varlığını sürdürmesi artık kesin olamazdı. Homo Sapiens, evrimsel elverişliliğin en büyük imtihanıyla yüz yüze gelmek üzereydi.
http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/4840-a-marxist-history-of-the-world-2-the-upper-palaeolithic-revolution adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Çeviriyi yapan: http://gercegingunlugu.blogspot.com/2012/07/marksist-dunya-tarihi-bolum-2-ust.html
Gerçeğin Günlüğü emekçilerine gecikmeli teşekkürümüzden dolayı özür diliyor, çalışmalarında başarılar diliyoruz. Bu tür değerli çalışmaların çok daha fazla okur tarafından okunup hak ettiği karşılığı alabilmesi için yetiştirebildiğimiz ölçüde sayfalarımızda yer vermeye çalışacağız.