29 Kasım 2012 Perşembe

Karayılan: Serêkaniyê Direnişi AKP Planını Bozdu

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türk devletinin Batı Kürdistan’daki Kürt zeminini ortadan kaldırılmak istediğine dikkat çekerek Serêkaniyê’deki YPG öncülüğündeki direnişin bu planı bozduğunu belirtti. Karayılan, “Planları Serêkaniyê’den sonra Dirbesiye, Cizir bölgesini ele geçirmekti. YPG’nin direnişi önemli bir işlev gördü. En azından bu planı durdurdu. Türk devletinin silahlı gruplar eliyle yürütmek istediği bu projenin önüne geçti” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, dün akşam Sterk tv’de yayınlanan özel programda Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri de değerlendirdi. Suriye’de geçmişte en çok zulüm gören, rejimin baskılarına maruz kalanın Kürt halkı olduğunu söyledi.

Toplumun diğer kesimlerinin de belli düzeyde zulüm gördüğünü hatırlatan Karayılan, “Ama şurası kesin ki, en ağır zulmü gören Kürt halkıdır. Gelişen süreçle birlikte Kürt halkı da bu mücadele içerisinde kendisini belli ölçüde bilinçlendirmiş, örgütlendirmiş bir halktır. Ve Kürt Halkı, mücadelesini silahla değil, siyasal yöntemlerle yürütüyor” dedi.

Suriye muhalefetinin siyasi gösteriler ile siyasi sürece başlattığını da söyleyen Karayılan şunları belirtti: “Sonra bu silahlı muhalefete dönüştü. Silahlı muhalefete dönüşünce, iki taraf birbiriyle çatışırken, Kürtler dedi biz silahlı mücadele yürütmüyoruz, siyasi muhalefet yürütüyoruz. Biz muhalefetin bir parçasıyız, demokratik Suriye için mücadele ediyoruz. Demokratik Suriye içerisinde Özerk Kürdistan bölgesini savunuyoruz. Biz Suriye’nin bir parçasıyız, ama silahlı mücadeleye dâhil olmayacağız dediler. Bu biçimde Kürtler kendi mücadelelerini siyasal yöntemlerle yürütmeyi kendi çıkarlarına daha uygun gördüler. Ama bu arada silahlı mücadele giderek kapılarına doğru dayandı. Onlar da kendi içlerinde kendilerini hazırlamışlar demek ki. Savunma güçlerini kurmuşlar, yani tecrübeden geliyorlar. Belirli düzeyde örgütlülük düzeyleri söz konusudur. Silahlı muhalefet Halep kazalarında iktidarı ele geçirince Kürtler de kendi bölgesinde ele geçirdi.”

‘AKP KÜRTLERİN STATÜ KAZANMASINA KARŞI’

Türkiye’nin amacının Kürtlerin Batı Kürdistan’da statü kazanmasını engellemek olduğunu söyleyen Karayılan, bunun için de başta siyasi muhalefet üzerinde baskı uyguladığını belirtti. Serêkaniyê’ye saldıran gruplardan Guraba El Şam’ın Selefiler grubu olduğunu söyleyerek Türkiye’nin bu grubun her türlü ihtiyacını temin ettiğini kaydeden Karayılan, ikinci grubun ise El Nasra Cephesi olduğunu belirtti. Bu ikinci grubun da El Kaide çizgisinde bir grup olduğunu söyleyen Karayılan, “Bu iki grup Serêkaniyê’ye girdi. Kürtler karışmadı, kendi mahallesinde oturdu. Onlar rejim güçleriyle çatıştılar, rejim güçleri orayı terk etti. Sonra Kürtlere yöneldiler. Kürtler diyalog geliştirdi. Hatta Serêkaniyê Şehir Meclisi Başkanı çatışma ortamına, müdahale ediyor, gidiyor, onu da vuruyorlar” diye konuştu.

Kürt düşmanlığının açığa çıktığını söyleyen Karayılan, benzer durumların Halep ve Afrin’de de görüldüğünü söyledi. Karayılan’ın Serêkaniyê saldırısına ilişkin yorumu ise şöyle: “Bu sefer de Serêkaniyê’de tamamen Türkiye’ye dayalı, yani bu güçlerin, hepsi araçlarıyla, silahlarıyla, geliyor çatışıyor, akşam gidiyor, Türkiye tarafında dinleniyor. Sınır diye bir şey yok. Karargahını Ceylanpınar’da kurmuş.”

Buradaki ilişkinin temelinin Kürt düşmanlığı üzerine kurulduğunu söyleyen KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, “Kaldı ki kendileri diyorlar, biz Türkiye ile her şeyi aynı düşünmüyoruz. Ama Türkiye bize destek veriyor, Türkiye de sizi istemiyor, onun için biz de sizi istemiyoruz. Planladıkları Serêkaniyê’den sonra Dirbesiye daha sonra Kürdistan’ın Cizir bölgesini ele geçirmek” dedi. Karayılan, böylece Kürt zemininin ortadan kaldırılmasının hedeflendiğini ifade etti.

AKP hükümetinin bu silahlı güçlere sadece yardım, destek vermediğini, bizzat silahlandırdığını, eğitini ve yönlendirdiğini sözlerine ekleyen Karayılan, bunu da “çok ileri düzeyde bir ilişki durumu söz konusu” cümlesiyle değerlendirdi. Karayılan, yaşanan bütün gelişmelerin Türkiye toplumundan gizlendiğini vurguladı.

‘YPG GÜÇLERİNİN DİRENİŞİ ÖNEMLİ BİR İŞLEV GÖRDÜ’


Karayılan, Türkiye destekli bu güçlerin Serêkaniyê’deki başarısızlığında Batı Kürdistan’daki Kürt halkının oluşturduğu savunma güçleri sayesinde olduğunu kaydetti. Karayılan, şöyle konuştu: “YPG’nin direnişi gerçekten önemli bir işlev görmüştür. En azından bu planı durdurmuştur. Türk devletinin bu silahlı gruplar eliyle yürütmek istediği bu projenin önüne geçmiştir. Bu açıdan ben Serêkaniyê’de Batı Kürdistan halkımızın sergilemiş olduğu o kahramanlığa büyük bir saygı duyuyorum ve onları kutluyorum.”

‘TÜRKİYE KÜRT-ARAP ÇATIŞMASINI HEDEFLİYOR’

Kürtlerin kurduğu birliğin öneminin de altını çizen Karayılan, Türk devletinin birliği parçalamayı hedeflediğini de söyledi. Birlik kurulur kurulmaz, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Hewler’e gelerek, “Bu birlik yanlıştır” biçiminde bir yorumda bulunduğunu ifade eden Karayılan, Davutoğlu’nun o yorumuna ilişkin ise şunları belirtti:

“Nasıl oluyor, bir toplum, bir sürü siyasi gücü bir araya geliyor, birlik kuruyor. Yanlışmış, seni niye ilgilendiriyor ki?” Kürtler arasında kurulan birliğin önemine dikkat çeken Karayılan, “Bir birlik kurmuş, Türkiye’nin işi gücü bu birliği parçalamaktır. Diyor ki bu PYD’yi dışlayın ben size değil, otonomi, federasyon hakkını bile tanımak için çaba sergiliyorum. Peki, onlar PYD’yi nasıl dışlayacak. PYD en büyük kitlesel güç, diyor ki çatışın birbirinizle ben size orada federasyon veririm, bunu dışişleri bakanı bizzat söylemiştir. Siz orada PYD’yi dıştalayın, hedefleyin, zayıflatın, biz size federal sistemi veririz demişlerdir. Sanki kendisi Suriye’nin hakimi. Bu açık söylenmiş bir sözdür. Yani nedir, işte siz eğer PYD’yi dışlarsınız bunu yaparız.“

AKP’nin Kürtler arası çatışma yaratmayı hedeflediğini de belirten Karayılan, bu olmayınca da Kürtlerle Arapları çatıştırmaya çalıştığını söyledi. Karayılan bölgedeki Arap güçlerine ise şu çağrıyı yaptı: “Türk devletinin böyle histerik bir biçimde Kürt düşmanlığının yörüngesine girmeyin. Kürt halkı orada en mazlum halktır, rejimden en çok zarar gören halktır. Rejime karşıyasınız, Kürt halkı ile ittifak yapmanız gerekir. Gidip Türk devleti ile ittifak temelinde oradaki Kürt halkına saldırmanız nasıl izah edilecek… Siz Allaha inanıyorsanız, Allah böyle mi emreder. Allah demez mi mazlumlardan yana olun, zorbalardan yana değil.”

‘ÖCALAN’IN FELSEFESİNİN ETKİSİNİ KİMSE YADSIYAMAZ’


Batı Kürdistan’da yurtseverlik bilinci, toplumun örgütlü olduğunu söyleyen Karayılan, “Artık Kürtlerde bir güçlenme var, Kürtlerde fedailik gelişmiş. Önder Apo’nun oradaki etkisini, felsefesinin etkisini kimse yadsıyamaz. Bu var diye orda PKK var anlamına gelmiyor. Ama şunun görülmesi önemli, Önder Apo’nun Kürdistan’da geliştirdiği çizgi, tüm Kürt gençliği ile Kürt insanında kendine güveni ve fedailiği geliştirmiştir. Batı Kürdistan gençliği direnir. Ben ona inanıyorum. Kendi başına ordulara karşı direnecek potansiyele sahiptir” dedi. 


ANF

Karayılan: Yoğun Biçimde Silahlanma Çabası İçindeyiz

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, silahsızlanmanın gündemlerinde olmadığını belirterek, “Gündemimizde olan şey, silahı bırakma değil yoğun bir biçimde silahlanma sorunudur. Biz şu anda daha yetkin biçimde silahlanma çabası içerisindeyiz. Ortadoğu bölgesi kaynıyor” dedi. Karayılan, “AKP kendisi Suriye’deki muhalifleri silahlandırarak grup grup içeri gönderiyor. Biz niye silah bırakalım?” diye ekledi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan dün akşam Sterk TV’de yayınlanan özel programa konuştu. PKK’nin 34. Yılının büyük bir mücadele yılı olarak geçtiğinin altını çizen Karayılan, 35. yılın çözüm yılı, Kürt sorununun çözümünde sonuç alma yılı olacağını belirtti.

PKK’NİN 34. YILI GERİLLANIN HAMLE YILI OLDU

Karayılan’ın değerlendirmeleri şöyle: “2011 yılının ortalarına kadar çözüm demokratik yöntemlerle çözüm ihtimali vardı. Daha o zaman Oslo süreci gündemdeydi. Protokoller verilmişti. Seçimlerin sonucu bekleniyordu. Seçimler sonrası Başbakan’ın cevap vermesi bekleniyordu. Temmuz ayının sonunda Başbakan olmuş bir olayı gerekçe göstererek süreci askıya aldı. Ardından hareketimize karşı topyekün bir savaş gündemleştirildi. Başta Önderliğimize karşı tecrit, siyasi soykırımın derinleştirilmesi yaygınlaştırıldı. Avukatlar gazetecilere kadar boyutlandırıldı. 2011 yılı kışı itibariyle operasyonlarla hareketimiz hedeflendi. Bunun karşısında biz direniş mücadelesini daha da boyutlandırma gereğini gördük. Gerillanın hamlesel çıkışı gerçekleşti. Alan hakimiyeti temelinde daha yoğunluklu bir savaş durumu pratikleşmek durumunda kaldı. Hemen belirteyim, 2012 başlarında da ve yıl boyunca da Türk devletinin saldırıları sürekli gündemde oldu. Ancak gerillanın hamleleriyle buna karşı gereken cevaplar verildi. Dolayısıyla gerillada bir büyüme, bir sıçrama gelişti. Ve birçok yerde önemli sonuçlar elde etti. Bu anlamda yıl bir gerilla hamle yılı oldu. Aynı biçimde bütün faşizan baskılara saldırılara rağmen halkımızın direnişi serhildan biçimindeki duruşu da özellikle son aylar itibariyle çok daha yükselerek gereken düzeyi yakaladı.

AÇLIK GREVİ DİRENİŞİ GERİLLA HAMLESİNİ TAMAMLADI


İşte mesela 17 Kasım’da cezaevindeki açlık grevlerini desteklemek amacıyla yapılan toplumsal açlık grevi direnişi her şeyi ortaya koymaktadır. Kürt halkının sürekli kendini yenilediği, militan ürettiği, hiçbir zaman öncüsüz kalmayacağı, açıkça ortaya çıktı. Zaten 2012 yılında partimizin 34. Yılında gerçekleşen diğer bir olay da gelişen savaş sürecinin tırmanış göstermesi, serhildan hareketinin gelişim kaydetmesi cezaevlerini de mücadele sürecine katmayı beraberinde getirdi. Cezaevinde başta 600-700 kadronun geliştirdiği daha sonra yayılarak on bini aşan açlık grevi direnişi tümüyle süreci tamamladı. Hem gerillada hem kitlede hem zindanlarda hem de Kürdistan’ın diğer parçalarında özellikle Batı Kürdistan’daki devrimsel çıkış, yine diğer parçalardaki diyelim kazanımları daha da ilerletme ulusal bilincin gelişmesi, uluslar arası alanda yürütülen Öcalan’a Özgürlük İmza kampanyası ve bunun gibi gelişmeler gösterdi ki 34. Yıl aslında bir zirve yılıdır. En fazla güçlü olduğu en fazla kitleleri mücadeleye yönlendirdiği en çok kamuoyunu etki altına aldığı yıldır. 35. yıl artık giderek sonuç alma yılı olacaktır. Mevcut uluslar arası bölgesel koşullar Mücadelemizin dayandığı süreç artık bunu dayatıyor. 35. yılda bir çözüm süreci olabilir diye düşünüyoruz. Çözüm süreci olabilmesi için halkımızın toplumsal kalkışı direnişi daha da kapsamlılaşacak, eğer sömürgeciliğin konumunda herhangi bir değişiklik olmazsa gerilla çok daha ileri düzeyde bir hamleyle sürece cevap verecektir. Çünkü Ortadoğu kaynıyor. Ortadoğu’da gelişen süreç birçok şeyi alt üst edecek bir süreçtir. Kürt halkı da kendi doğal hakları için verdiği mücadeleyi yükseltecektir. Bunun iç ve dış etmenleri mevcuttur. Bu anlamda mücadelemizde 35. Yıl büyük yükselişin olduğu bir yıl olacak. Ya çözüm olacak, ya da toplumsal direnişin yükseldiği özgürlük mücadelesinin yükseliş kazanarak artık bir irade güç haline geldiği bir yıl olacaktır.”

AÇLIK GREVLERİNDE MESAJ YERİNİ BULDU

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan cezaevlerinde 68 gün devam eden ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla sona eren açlık grevlerinin ortaya çıkardığı sonuçları da değerlendirdi.

“Cezaevi direnişinin gündeme girmesinin temel amacı, sürece müdahale etmekti. Yani bu tamamen zindandaki arkadaşların kendi inisiyatifleriyle gelişti. Süreç tıkanmış, çatışmaya dönüşmüş ve çatışma yaygınlaşmaktaydı. Bu arkadaşlar talepleriyle süreci farklı bir yöne evriltme gayretiyle, barışı getirmek, demokratik çözüm sürecine yol vermek için kendi bedenlerini ortaya koydular. Büyük bir fedakarlıkla, büyük bir insani duruşla bunu gerçekleştirdiler. Ama AKP Hükümeti bunu görmedi. Özellikle AKP Lideri, Başbakan bunu hiç görmek istemedi. Amaç neydi, Önderliğin özgürlüğü ve üzerindeki tecritin kaldırılması, anadil eğitim hakkı ve savunma hakkı. Şimdi bunlar gerçekleşirse çözüm süreci gelişmez mi barış gündeme girmez mi, girer. Burada strateji nedir çözüm sürecini dayatmadır. Önemli bir düzey kazandı, yüksek kararlılık ve fedakârlık sergilendi. Her ne kadar Başbakan bir sürü yakıştırma yaptı tahrik edici bir üslup kullandıysa da, onlar da herkes de anladı ki bu iş ciddi bir iştir bunu yapanlar kararlıdır. Mesaj yerini buldu. Eylem amacına ulaştı. Doğru, belki bugün şunu diyemeyiz demokratik süreci gündemleştirdi, geliştirdi diyemeyiz. Ama öyle bir sürecin gelişmesi için zemin yarattı. Bir yerde Önder Apo’nun üzerindeki tecrit özgürlük sorunu anadil hakkını uluslar arası gündeme oturttu. Dolayısıyla demokratik çözümün gündemleşmesi için zemin oluşturdu. Bu ne kadar değerlendirilir değerlendirilmez ayrı bir konu.”

TUTSAKLAR ÖLÜM ORUCU YAPACAKTI BİZ ÖNÜNE GEÇTİK

Karayılan, Türk devletinin propagandasının aksine açlık grevi sürecinde daha büyük bir krizin önüne geçmek için çaba harcadıklarını ifade etti. Tutsakların açlık grevini ölüm orucuna dönüştürme kararlarının olduğunu belirten Karayılan şu açıklamalarda bulundu:

“Cezaevindeki arkadaşlar bunu ölüm orucu biçiminde tasarlamışlardı. Kendilerinin görüşü ölüm orucu biçiminde geliştirmeydi. Ölüm orucu biliyorsunuz şartlarını ortaya koyar, gerçekleşmezse sonuna kadar gider. Ama açlık grevi ucu açıktır. Tartışmaya açıktır. Sanırım 50. günündeydi. Tekrar bir öneri getirildi. Önceden 40 arkadaşın belirlendiği, bu arkadaşların kademeli bir biçimde açlık grevlerini ölüm orucuna dönüştüreceklerini, bu işin sonuca doğru götürülmek üzere kararlı olduklarını yansıtan yazılı bilgilendirmeleri bize ulaştı. Biz düşündük. Eğer süreç bu biçimde boyutlanırsa ki kademeli ölüm oruçları gündemleşecek. Ve aylar sürecek peş peşe şahadetlerin yaşanması gündeme gelecek. Karşı taraf, Erdoğan her gün tahrik ediyor biz de ‘siz bilirsiniz’ desek süreç giderek daha da büyük bir kriz ve çatışmaya dönüşecekti. Her gün cezaevinde şahadetlerin yaşandığı yerde gerilla eli kolu bağlı kalamaz, Kürt gençliği eli kolu bağlı kalamaz. Zaten toplum ayağa kalkmış. Çatışma daha da büyüyecek hatta toplumsal bir çatışmaya dönüşecekti. Bu nedenden dolayı biz yönetim olarak yumuşatmaya çalıştık. Ölüm orucuna geçilmemesi açlık grevi biçiminde sürdürülmesi konusunda ısrar ettik. Yani bir nevi biz yumuşattık. Sonra da Önderliğimiz yaptığımız çağrı ile sonlandırdı. Türk devleti ise, PKK’nin militanlık gerçeğini, PKK’de oluşan sorumluluk duygusunu herkesin kendi inisiyatifi ve iradesiyle mücadelenin en ağır yükünü omuzlama isteğini görmediği için Kandil’den talimat gelmiş dediler.

Belki son dönemde Türk devleti içinde belli kesimler de işin ciddiyetini gördü, onların da çabaları oldu. Ama esas olarak Önderliğimiz bu süreci en iyi gözlemleyen izleyen ve bu sürecin bir yerde temel direği haline gelen bir kurumsal kişilik olarak sürecin önüne geçme inisiyatifini kullandı. Açlık grevinin bırakılması yönünde yaptığı çağrı çok önemlidir. Birçok şeyi kurtarmıştır. Bunun değerinin iyi görülmesi burada önem taşımaktadır. Şunu da herkes iyi bilmeli; PKK kadrosu dediğini yapan insandır. Sözünü çiğnetmeyen kimsedir. Eğer dünya âlem karşısında söz verilmişse asla o sözü çiğnetmez. Ve hepsi sonuna kadar giderdi. Önderlik de kendi kadrosunun yüksek kararlılığını bildiği için sona erdirin dedi. Sonuç nedir, Türkiye’yi daha fazla geren çatışmayı daha fazla tırmandıran bir sürecin önüne Önder Apo geçmiş oldu, Hareketimiz bunun zeminini sağladı. Artık top karşı tarafa geçti, onlar ne yapar yakın süreçte göreceğiz.”

‘NİÇİN SİLAH ALDIK NİÇİN BIRAKACAĞIZ?’

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın “silah bırakırlarsa başka ülkelere gidebilirler” şeklindeki sözlerini değerlendirdi ve “yeni bir ateşkes gündemde mi” sorusunu da yanıtladı.

“Mevcut durumda gündemimizde olan şey, silahı bırakma değil yoğun bir biçimde silahlanma sorunudur. Biz şu anda daha yetkin biçimde silahlanma çabası içerisindeyiz. Ortadoğu bölgesi kaynıyor. AKP kendisi Suriye’deki muhalifleri silahlandırarak grup grup içeri gönderiyor. Biz niye silah bırakalım? Niçin silahı aldık ve şimdi niçin bırakacakmışız? Bir amaç için aldık. Şimdi de herhangi bir zorluğumuz yok. Bu silahlı mücadeleyi yürütmek için koşullar her zamankinden daha fazla elverişlidir. Neden bırakacakmışız? Öyle yağma yok. Kimse çocuk değil. Batı Kürdistan’daki Kürtler eğer erkenden durumu fark edip silahlanmamış olsalardı, kendi savunma örgütünü kurmamış olsalardı şimdi o silahlı grupların kölesi olurlardı. Ama erkenden fark edip silahlandıkları için bir irade durumundadırlar. Kürt halkı her yerde tarihin bu döneminde irade olmada ısrar edecektir. Herhangi biçimde gerileme, teslim olma, pasif durma asla olmayacaktır. Bunu herkes bilmeli. O açıdan silahları bıraksınlar, yurtdışına yaşayabilirler bunlar çok bayat şeyler. Gelişen süreci doğru okuyan siyasetçiler daha doğru konuşabilir. Biz öyle siyasetçilerin ortaya çıkmasını bekliyoruz” diye konuştu.

Türk devletinin diyalog süreci ile bu sorunu çözelim demesi halinde buna da hazır olduklarını beyan eden Karayılan, Kürt sorununun çözümünde muhatap olarak Kürt Halk Önderi Öcalan’ı gördüklerini yineledi. Karayılan şöyle konuştu:

"Kendisinin güvenlik, sağlık ve serbest hareket etme olanaklarını geliştirin. Diyalogla çözmek üzere köklü biçimde çözmek tümden silahları devre dışı etmek üzere diyalog sürecine böylece imkan verin deriz. Türkiye’yle bir arada yaşama Türkiye sınırları içerisinde demokratik eşit özgür bir biçimde bir yaşamı geliştirme stratejisinden vazgeçmiş değiliz. Ama eğer bu değil de işte öteden beri Türk devletinin Kürt halkına onun özgürlük mücadelesine ‘terördür terör şiddetle yok edilecek’ diyerek üzerimize gelmeye devam edeceklerse de bizim zaten tutturduğumuz bir mücadele stilimiz var. Herkes yolunda yürür. Ama bizim tercihimiz elbette ki cezaevindeki yoldaşların da ortaya koyduğu gibi yeni demokratik bir çözüm sürecinin gündemleşmesidir. Eğer Türk tarafı buna kani olmuşsa, eskisi gibi öyle oyalama kandırma taktikleriyle gelinecekse kimse hiç buna teşebbüs etmesin. Bizim bu tür şeylere karnımız tok. Ama yok gerçekten bu süreci siyasal diyalog yöntemlerle çözmeye karar kılmışlarsa bu konuda zihinsel bir oluşum süreci gelişmişse biz buna varız. Şimdi bu zindan direnişleri ardından gelişen bir yumuşama ortamı vardır. Ama bize yansıyan açık resmi bir şey söz konusu değildir. Biz ortamdan bahsediyoruz. Zemininin oluşmuş olmasından bahsediyoruz. Kimse farklı durumlar mı var gibi bir arayışa girmemeli. Bizim açımızdan öyle bir şey yok. Somut şeyler olursa ortaya konulur. Fakat bir zemin var. Bazı yumuşatıcı sinyaller var. Bunlar ne kadar gerçeğe dönüşür bilemeyiz. Biz mücadelemizi yürütmek zorundayız. Her şeyden önce Önderliğimiz üzerinde tamı tamına 486 gündür kanunsuz bir tecrit uygulaması vardır. Bu kadar şey ortadayken birileri bizden adım bekliyorsa yanılıyor. Bu büyük bir haksızlık olur. Hele hele Önderliğimiz çatışmaya doğru tırmanışın önüne geçtikten sonra tekrar bizden adım beklemek yanlıştır. Bu konuda top tamamen karşı taraftadır.”


ANF

Benlisoy: AKP, Kürt-Arap Gerilimi Yaratmak İstiyor


Suriye'de yaşanan gelişmelere ilişkin ANF'nin sorularını yanıtlayan araştırmacı tarihçi Foti Benlisoy, AKP'nin bölgede Kürt-Arap geriliminin zeminini hazırladığına dikkat çekti.

Araştırmacı tarihçi Foti Benlisoy, Türkiye'nin Suriye'ye ilişkin tüm planlarının arkasında Kürt sorununun olduğunun altını çizdi, Güney Kürdistan tarzı travmatik deneyimi Batı Kürdistan'da yaşamak istemediğini belirtti. Benlisoy, "Dolayısıyla Türk hükümetinin Güney Kürdistan'a yönelik müdahalesine de Batı Kürdistan'a yönelik müdahalesine de karşı çıkmadan onun Suriye meselesine yönelik angajmanına karşı çıkmanın anlamı yok" dedi.

AKP'nin Kürt-Arap geriliminin zeminini hazırladığına dikkat çeken Benlisoy, Suriye'deki siyasal ve askeri çatışmanın giderek mezhebi bir karakter kazanmasının yanında bir etnik karakter kazanmasının, ayaklanmanın kendi kendini bacağından vurması anlamına geleceğini söyledi, "Çünkü Esad rejiminin dağıtılıp daha demokratik bir rejim yaratılabilmesinin tek koşulu Suriye'de Kürtlerin demokratik siyasal özlemlerini tatmin edebilen siyasal bir form tarif edilmesi" dedi.

Araştırmacı yazar Foti Benlisoy, Suriye ve Batı Kürdistan'da yaşanan gelişmelere ilişkin olarak ANF'nin sorularını yanıtladı.

Libya'da 8 ayda iktidar düştü. Suriye için de ilk beklenti buydu. Ancak böyle olmadı. Suriye'de hesaplar tutmadı mı?

Suriye meselesine fazlasıyla Libya merkezli bakılıyor. Baştan beri Libya kıyası hakim oldu.

Bu bakış doğru değil mi?
Pek doğru değil. Libya'da başka dinamikler söz konusuydu. Örneğin, emperyalist merkezler tarafından Libya petrolünün çok önemli olması nedeniyle, bugün Suriye'de yaşanan uzun süreli istikrarsızlık orada göze alınamazdı. Bir başka özellik Arap devrimci süreci içinde Libya, emperyalist aktörlerin süreci kontrol edemediği bir dönemden çıkışın da işaretiydi. Emperyalist aktörlerin, Libya'daki ayaklanmayı çalması, yani oradaki halk hareketini kendi kontrolüne alması sadece Libya'ya değil, bütün Arap devrimci sürecine ilişkin bir müdahaleydi.

Suriye’de ise baştan itibaren emperyalist aktörlerin uluslararası askeri müdahale seçeneğini masaya koymadı, böylesi bir yönelim söz konusu olmadı.

YEMEN FORMÜLÜ ARANACAK

Neden?

Esad rejiminin Libya’nın tersine ABD ile ilişkileri iyi değildi. Libya'da Kaddafi rejimi, 2000 yıllardan itibaren ABD, İngiltere ve Fransa ile herhangi bir sorun yaşamayan bir rejimdi. Esad rejimi böyle değil; ancak buna rağmen askeri müdahale seçeneğinin açıkça gündeme gelmediğini görüyoruz. Bu Suriye'nin bölgedeki özgün konumuyla ilgili. Suriye'ye yönelik askeri bir müdahalenin yaratacağı bölgesel deprem emperyalist aktörler açısından ürkütücü. Özellikle ABD Suriye’ye açıktan bir askeri müdahalenin askeri, siyasi ve ekonomik maliyetini kaldırabilecek durumda değil. Ortada Libya’daki gibi petrol akışının devamlılığını garantiye almak gibi bir aciliyet de yok. İkincisi, Suriye'de Esad sonrasına dair garantiler yok. Suriye kapalı bir kutu.

Mesala Mısır'da Mübarek devrilmeden önce aşağı yukarı hangi politik aktörlerin güçlü olduğunu, Mübarek devrilirse eğer, hangi politik aktörlerin öne çıkabileceğini öngörmek belki mümkündü. Suriye'de ise böyle bir açıklık yok. Suriye'de şimdi devasa bir hareketlilik görüyoruz, yeni toplumsal ve siyasal akımlar ortaya çıkıyor. Yani emperyalist aktörler açısından ciddi bir belirsizlik söz konusu.

İsrail'in Suriye rejimiyle sürekli bir ihtilafı olmasına rağmen, Suriye onun için kestirilebilir, hatta 'güvenilir' bir rakipti. Şimdi oluşmakta olan siyasal, sosyal, askeri istikrarsızlık İsrail açısından dahi kaygı verici. Dolayısıyla bir açık müdahale seçeneği yok ortada. Bence emperyalist aktörlerin temel stratejik yönelimi, hem Beşar Esad rejiminin yorulması, yıpranması hem de onun karşısında oluşmuş muhalefetin yorulması yıpranması. Bunun sonucunda emperyalist aktörler bir tür aracı konumunda ortaya çıkarak, Yemen'de olduğu gibi diktatörün çekildiği ama diktatörlük kurumlarının mümkün mertebe ayakta kaldığı bir uzlaşı formülü uygulamaktı.

Emperyalist aktörler bu plana yakın mı?

Bir bakıma evet. Suriye’de tarafların yıprandığı, güçsüzleştiği bir hal var. Ancak emperyalistler açısından mevcut durum kontrolden çıkabilecek bir hal de alabilir. Hillary Clinton'un son açıklamasındaki, "Suriye Ulusal Konseyi, içerdeki muhalefeti ne kadar kapsıyor?" sorusu, onların tasavvurlarının, alanda cereyan eden mücadeleler açısından geçerli olmadığını ortaya koyuyor. Doha'da oluşturulan çatı örgütünün ne kadar kapsayıcı olacağı tartışmalı. Bizde Suriye'deki çeşitli muhalif grupların emperyalizmin bir piyonu olduğu düşüncesi hakim. Ancak Clinton'un açıklaması bir dizi müdahalelerine rağmen ABD’nin dahi o çatışma içerisinde tasarımlarını tam olarak hayata geçiremediğini gösteriyor. Bunda Esad rejiminin beklenenden daha sert ve kararlı çıkmasının etkisi de var.

TÜRKİYE GÜNEY KÜRDİSTAN TRAVMASINI TEKRARLAMAK İSTEMİYOR

Suriye ile ilgili tartışmalarda Batı Kürdistan çok özgün bir yerde duruyor. Bir özerklik ilanı da söz konusu oldu. Türkiye bu gelişimin önüne geçmeye çalışıyor. Batı Kürdistan'ın gelişimi engellenmesine uygun bir siyasi konjonktür var mı?

Güney Kürdistan tarzı bir travmatik deneyimin Batı Kürdistan'da yaşanması kaygısı, Türkiye'nin baştan itibaren Suriye'deki gelişmelere bu kadar aktif bir şekilde katılmasını beraberinde getirdi. Bu yüzden de Türkiye, Suriye Ulusal Konseyi'nin oluşturulmasında Kürt demokratik taleplerinin mümkün mertebe yansıtılmamasına çalıştı. Suriye Ulusal Konseyi (SUK) içinde Müslüman Kardeşler etkiliydi. Türk hükümetinin, Suriye Müslüman Kardeşleri ile ayrıcalıklı bir ilişkisi var. Türkiye'nin Suriye'de arkasında durduğu temel politik aktör, Müslüman Kardeşler. Bu nedenle Kürt muhalefetini SUK’a entegre etmek Türkiye açısından önemliydi. Fakat, Kürt muhalefetinin, Türkiye'nin denetim altında tuttuğu yapıya monte edilemediğini gördük. Suriye'deki Kürt muhalefeti derken, sadece PYD'den bahsetmiyorum, Kürt Ulusal Konseyi'ndeki tüm Kürt siyasal partilerinden bahsediyorum.

Türkiye'nin alternatifleri var elbette. Özellikle PYD'nin, Batı Kürdistan'da etkin olmaya başlaması, Türkiye'nin farklı stratejileri devreye sokmasını beraberinde getiriyor. Örneğin, Esad'ın PYD ve PKK ile gizli bir anlaşma yaptığı söylemi, sadece iç tüketime dönük bir söylem değil. Aynı zamanda Suriye'deki çatışmada da Türkiye'nin öne sürdüğü bir argüman. Türkiye, Suriye'deki değişik muhalif siyasal akımlarla görüşürken, onları kendi denetimi altına almaya çalışırken, aynı zamanda onlarla PYD ve Kürt muhalefeti arasındaki açıyı daha da büyütmeye çalışıyor. Bunu yaparken, bu söylemi onlar üzerinde de yeniden üretmeye çalışıyor. Bunda, yani Arap muhalefetinde PYD’ye dair şüphe oluşturmakta etkili olduğunu görüyoruz.

Üzerinde daha önce çok durmadığımız bir başka faktör de şu: Türkiye'nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) üzerinden Kürt bölgesindeki gelişmeleri tayin etmeye girişmesi. Türkiye'de ÖSO'nun emir-komuta zinciri içinde merkezi bir yapısının olduğu yönünde bir hayal var. Oysa ÖSO farklı siyasal yönelimleri olan yerel askeri birimlerden oluşan heterojen bir yapı.

SELEFİ/İSLAMİ DALGA YÜKSELİYOR

Bunun anlamı ne? Ne önemi var?

Değişik siyasal aktörlerin bu yerel ve parçalı silahlı birimleri kendi yedeklerine alma ihtimalini daha da kuvvetlendiriyor. Türkiye'nin kendine yakın bulduğu, lojistik destek sağladığı ya da finanse ettiği silahlı birimler aracılığıyla –bunlardan kimisi ÖSO etiketini kullanıyor, kimisi kullanmıyor- bir takım provokasyonlara giriştiği ortada. Haseki vilayetindeki bir dizi çatışmayı buna bağlamak gerekiyor. Türkiye bölgede bir Kürt-Arap geriliminin zeminini oluşturmaya çalışıyor adeta. Bu çok tehlikeli bir şey. Suriye'deki ayaklanmanın karşı karşıya olduğu en büyük sorun, dış aktörlerin, ayaklanmayı, kendi jeostratejik çıkarları doğrultusunda esir alması ve kullanmaya çalışması. Bu nasıl sonuçlar yaratıyor? Örneğin Katar ve Suudi Arabistan, kendilerine yakın silahlı grupları desteklerken, Suriye'deki halk hareketi içindeki İslami güçlerin gücünü artırıyor. Bu da Suriye'de son dönemde güçlendiği görülen Selefi/İslami dalgayı yaratıyor.

Suriye'de İslamcılığın güçlenmesi ne anlama geliyor?

Bu, ayaklanmanın başında neredeyse hiç olmayan mezhebi bir söylemin, halk hareketi içinde yaygınlaşması demek. Ayaklanmanın başında, hiçbir zaman mezhep ayrımlarının halk hareketi içinde ifade edilmediğini görüyoruz. Edildiği durumda bile çok sınırlıydı. Beşar Esad rejimi daha çok bu ayrımlara sarıldı. Yakın dönemde ise Katar ve Suudi Arabistan'ın finansal, siyasal, diplomatik manevralarıyla birlikte Suriye'deki muhalif hareket içindeki siyasal çatışmayı, mezhepsel terimlerle okuyan - örneğin şöyle: Nusayri-Safevi diktasına karşı Sünni ezilen halk adına cihat yapıyoruz- bir söylem yaygınlaştırılıyor.

Türkiye bu durumda nasıl bir pozisyon alıyor?

Türkiye de buna simetrik bir şey yapıyor. Müslüman Kardeşler ile özel ilişkisi dolayısıyla daha “ılımlı” İslami söylemi zaten yaygınlaştırıyor. Ama aynı zamanda bir Kürt-Arap geriliminin de zeminini yaratıyor.

KÜRTLER BAASÇI REJİMİN EN BÜYÜK KURBANLARI

Böyle bir gerilimin tarihsel gerilimi var. Güncel olarak, Kürt-Arap gerilimi planı tutar mı?

Dediğin gibi tarihsel olarak zemin var. 1960'larda yapılan nüfus sayımı ile yaklaşık 100-120 bin Kürt'ün vatandaşlık hakkından mahrum bırakılması, kamusal hayatta yer alamaması, dillerini kullanamaması, Araplaştırma politikaları sonucunda sürgüne maruz kalmaları, gayrimenkul alıp satamamaları... Bunlara karşı kendisini Arap milliyetçisi olarak tanımlayan bir rejim var.

Bunun yanında, muhalefet dediğimiz siyasal akımların önemli bir oranda kalkış noktası da bir tür Arap milliyetçiliği. Kürtlerin bireysel kimliklerini tanımaya dönük bir söylem varsa da, Kürt ulusal özlemlerinin, kendi kendini yönetme arzusunun, kolektif düzeyde kültürel hakların tanınmasının söz konusu olmadığını görüyoruz muhalefette de. Dolayısıyla da PYD'nin ya da Kürt Konseyi'ni oluşturan Kürt siyasal partilerinin muhalefetle de arasındaki soğukluğun temel kaynağı, muhalefetin de bu Arap milliyetçiliği geleneğini şu ya da bu biçimde benimsemiş olması. Bu yüzden de Kürt muhalif yapılarının, Suriye muhalefetine entegrasyonu söz konusu olamadı.

Ama şunu abartmamak gerekiyor. Türkiye'de özellikle AKP'nin öne sürdüğü gibi Kürtler eşit mesafe de almıyor. Kürtler Baasçı Esad rejiminin en büyük kurbanlarından biri. Onlar zaten sistematik olarak uzun yıllar boyunca Esad rejiminin muhalifi olarak kaldılar. 2004 Qamışlo Katliamı hatırlardadır. Dolayısıyla Esad rejiminin dağılmasından en çok sevinç duyacak topluluk Kürtlerdir. Kürtlerin tereddüdü, yeni oluşacak Suriye'de kendi ulusal taleplerinin karşılanıp karşılanmayacağı meselesi.

Bu sorunun şu an için yanıtı yok değil mi?

Yok. SUK'un bir önceki başkanı Kürt'tü. Demin bahsettiğim soğukluğu bertaraf etmeye dönük kimi girişimler oldu ama ara kapanmış değil. Hatta Serêkaniyê'deki çatışmalarda gördüğümüz değişik silahlı gruplar arasında PYD'nin Esad rejimi ile işbirliği yaptığı algısı da pekişmiş gözüküyor. Bu Türkiye kanalının yaygınlaştırdığı bir algı aynı zamanda. Bu mesafe daha da mı açılır, yoksa kapanır mı, onu göreceğiz. Burada Türkiye'nin tavrı çok kritik. Siyasal ve askeri çatışmanın giderek mezhebi bir karakter kazanmasının yanında bir etnik karakter kazanması, Kürtlere karşı değilse bile Kürtleri dışlar hale gelmesi, aslında ayaklanmanın kendi kendisini bacağından vurması olacaktır. Çünkü Esad rejiminin dağıtılıp daha demokratik bir rejim yaratılabilmesinin tek koşulu Suriye'de Kürtlerin demokratik siyasal özlemlerini tatmin edebilen siyasal bir form tarif edilmesi. Bu yapılamadığı takdirde, Beşar Esad rejimi yerine başka bir rejim gelecektir, o rejim de Kürtler açısından pek farklı olmayacaktır.

DİĞER HALKLARLA BERABER KALICI BARIŞ KOŞULLARI OLUŞTURULMALI

Esad rejimi devam ettiği ya da değiştiği durumda -bugünkü muhalefet yapısına bakıldığında- ilk hesaplaşacakları yerin Batı Kürdistan olduğunu düşünüyorum.

Olabilir. Bugün Irak'ta yaşadığımız sürece bakalım. Maliki rejimi ile Irak bir toparlanma yaşadı. Adeta bu derlenmenin doğal bir yan ürünü olarak Irak hükümeti ile Güney Kürdistan yönetimi arasında ciddi bir gerilim yaşanmakta. Dolayısıyla Kürtlerin kendi demokratik sosyal ve siyasal taleplerini bölgede gerçekleştirmesinin yolu oradaki diğer halklarla kalıcı barışın koşullarını oluşturabilmek.

Kürt tarafının niyeti böyle mi? Diğer halkları sürece kattıklarını düşünüyor musunuz?

Kürt tarafı da çok çeşitli. Arap kamuoyunda, Kürtlerin Irak’ta ABD işgalinin bir aktörü olarak değerlendirildiğini unutmamak gerekiyor. Maliki de bu algı üzerine giderek, Kürt düşmanlığına oynayarak, Şii ve Sünni toplulukları Arap milliyetçiliği aracılığıyla birleştirmeyi öngörüyor. Dolayısıyla bu gerilimin arkasında böyle bir tarihsellik de var.

Unutmayalım bölgenin tarihinde benzer durumların çok örneği vardır. Siyasal rejimin şu ya da bu nedenle çözüldüğü ya da zayıfladığı koşullarda Kürtlerin kendi kendilerini yönettiği yapılar kısa süre için oluşmuştur. Ama söz konusu devletler kendini toparladığı andan itibaren bunların, dediğin gibi, ilk vurduğu da Kürtler olmuştur. Dolayısıyla ulusal özlemlerin karşılık bulduğu kalıcı bir barışı inşa edebilmek konjonktürel başarıların ötesinde bir şey gerektiriyor. Suriye'deki Kürtlerin siyasal kazanımlarının kalıcı olabilmesi Suriye'nin daha demokratik, özgür olabilmesiyle mümkün. Böyle bir Suriye için farklı unsurları kapsayan demokratik bir çerçevenin tarif edilebilmesi gerek.

Suriye'den Türkiye'ye gelelim. Suriye'ye yönelik emperyalist müdahalelere karşı çeşitli eylemler yapıldı. Bu eylemlerde Batı Kürdistan'a yönelik Türk devletinin müdahaleleri söz konusu olmadı. Neden böyle?

Umarım bir tercih değildir. Tercih değilse şu demektir: AKP iktidarına karşı çeşitli tepkiler söz konusu. Bu tepkilerle kolaycı bir ittifak aranıyor olabilir. Kürt meselesini görmeden Suriye politikalarına itiraz ederek CHP tipi itirazla çok rahat bir araya gelinebilir. Herhangi bir pürüz olmaz. Muharrem İnce'nin Meclis'te yaptığı konuşma vardı, Güney Kürdistan'a yapılan müdahaleyi meşrulaştıran tezkere için "ne güzeldi" diyordu. Yeni tezkereye ise karşı çıkıyordu. Bu söyleme teslim oluruz savaş karşıtı hareket olarak. Oysa bizim sürekli iki tezkerinin söz konusu olduğunu vurgulamamız gerek.

Türkiye'nin Suriye'ye ilişkin müdahale, mahipülasyon ya da angajmanının arkasında hep Kürt meselesi var. Dolayısıyla Türk hükümetinin Güney Kürdistan'a yönelik müdahalesine de Batı Kürdistan'a yönelik müdahalesine de karşı çıkmadan onun Suriye meselesine yönelik angajmanına karşı çıkmanın anlamı yok.

Belli ki Türkiye'de çok geniş bir kesimde, Suriye'ye yönelik askeri maceraya karşı tepki var. Büyük ihtimalle, AKP'ye oy vermiş birçok insanın da paylaştığı bir kaygı bu. Dolayısıyla, Suriye ile doğal olarak birbirine bağlı Kürt meselesini birbirine iliştirmek, muhalefeti buradan örmek, bize ek bir enerji de sağlayacaktır. Kürt meselesinde de barışı talep edebilmek için oradan bir kanal açacaktır. Kürt meselesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yürüttüğü savaşa karşı tepkileri çoğaltmak için Suriye’deki savaş politikasının, aslında buradaki savaş politikasının bir uzantısı ve devamı olduğunu savunmak bizim açımızdan faydalı olacaktır. Yani sonuçta bugüne kadar çoğu kez yapılanın tam tersini yapmak gerekir. Bunu yaparsak, yani Suriye konusuyla Kürt meselesini ne kadar ilişkilendirirsek, Kürt halkının taleplerini karşılayan bir barışı savunmak açısından daha olumlu bir konumda olacağımızı düşünüyorum.

AKP'NİN SURİYE POLİTİKASI ABD DAYATMASINDAN İBARET DEĞİL

Güncel politikaya bakarak soruma yanıt verdin... Sol, sosyalist hareketin genetik kodlarındaki Kemalizm'le hesaplaşmanın etkisi nedir bu tutumda?

Daha derinde bulunan nedenler var tabi... Suriye eylemlerinde temel slogan, "Katil ABD, Ortadoğu'dan defol". Sanki AKP’nin Suriye politikası ABD’nin bir dayatmasından ibaret. Esas itibariyle kendi hükümetini, kendi hükümetinin dış politika tercihini çok da odağına almayan bir söylem. Aslında Suriye meselesinde solun politik hedefi Türkiye sermayesi, onun kolektif aklı olarak Türkiye devleti değil. ABD ve ABD'nin piyonları ya da ajanları olarak gördüğü yerel elemanlar, taşeronlar sadece. Türkiye sosyalist hareketin emperyalizmi nasıl algıladığı, kapitalizmin gelişimini nasıl anladığıyla alakalı bir durum bu. Tabi ki, bahsettiğin milli girdi, milliyetçi girdiyle de alakalı. Sosyalizm derken azımsanmayacak bir bölümümüzün antikapitalist boyutu olmayan, bağımsızlık çerçevesine sıkıştırılmış bir “sosyalizmi” kastetmemizle de alakalı. Sosyalist hareket içinde bu kadar bağımsızlık, bu kadar yurtseverlik vurgusu, antikapitalizmden arındırılmış antiemperyalist vurgu oldukça Kürt meselesi ile barışması çok zor olacaktır. Önemli bir bölümü yurtseverlik diliyle konuşan Türkiye sosyalist hareketi neoliberalizmin ve savaşın ikili basıncı altında ezilmiş Kürt halkına ne kadar değebilir ki.

MESELE SADECE İDEOLOJİK VE KÜLTÜREL SÖYLEM DEĞİL

Son olarak, "yeni osmanlıcılık" konusunu konuşmak istiyorum. Türkiye dış politikasında "yeni osmanlıcılık" tutar mı?


Mesele keşke bir ideolojik ya da kültürel söylem olarak Osmanlı emperyal nostaljisiyle sınırlı olsa. “Osmanlıcılık” söyleminin ardındaki daha temel dinamiklere bakalım: ABD'nin bölgedeki gücü, 2000'li yılların başındaki gücü değil. Bu yüzden ABD bir takım, alt emperyal aktörler aracılığıyla hareket ediyor, onların politik hamlelerini daha fazla gözetmek zorunda kalıyor. Mesela bu yüzden daha fazla Katar ismini duyuyoruz. Irak'ı işgal ederken, Katar ismini bu kadar çok duymuyorduk. ABD politikaları paralelinde hareket eden bölgesel aktörlerin, hareket sahasının arttığı bir dönem bu. Türkiye de bir altemperyal aktör olarak bu sahadan istifade etmek istiyor. Davutoğlu'nun diliyle söylersek, "bir oyun kurucu aktör" ya da bölge gücü olarak devreye girmek istiyor. Dolayısıyla bölge gücü olarak temayüz etmek arzusundaki Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi aktörler arasında işbirliği olduğu kadar rekabet de söz konusu oluyor. Türkiye'nin aktifleşen dış politika tercihleri arkasında böyle bir dinamik de var.

Bir başka husus, Türk sermayesinin, eski Osmanlı coğrafyasını oluşturduğu söylenen topraklarda, hatta daha ötesinde Orta Asya'da etkin bir aktör olmasının adımları Özal döneminde atıldı. Güney Kürdistan meselesini Türk sermayesinden bağımsız tartışmamız mümkün değil. Türkiye sermayesi Güney Kürdistan'ın yeniden inşaası sürecinde etkin bir rol aldı. Barzani'nin AKP kongresinde konuşma yapması Erdoğan'a kişisel sempatisinden kaynaklanan bir şey değil. Türkiye ile Güney Kürdistan arasında oluşan çok ciddi iktisadi bağlar söz konusu. AKP hükümeti Barzani yönetimini mutlak anlamda kontrol edemez ancak üzerinde basınç oluşturacak ciddi bir iktisadi nüfuza sahip. Türk sermayesi daha geniş bölgede, Suriye'de örneğin çok etkin bir aktör haline gelmişti. Mısır ve Libya'da buna dahil.

Yani AKP'nin dış politikasının zeminini oluşturan daha yapısal dinamiklerden bahsederken, ABD'nin son 10 yıl içinde bölgedeki gücünün gerilemesi ve Türk sermayesinin daha aktif hale gelmesine bakmak gerekiyor.

Bu Türk dış politikasını bölgede daha etkin bir rol almaya doğru itiyor. Osmanlı meselesi bunun sosu. AKP, İslamcı bir kökenden geldiği, milliyetçi-muhafazakar olduğu için böylesi bir dış politika uygulamıyor. İdeolojik tercihler dolayısıyla ortaya çıkmış bir dış politika yönelimi değil bu. Elbette etkisi vardır ideolojik tercihlerin. Ancak, az önce de bahsettiğim gibi daha yapısal, temel dinamikler söz konusu.


ANF