17 Kasım 2012 Cumartesi

Karayılan'dan Türk Devleti'ne 'Kobani' Uyarısı


KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP hükümetinin bölgede çok tehlikeli bir politika yürüttüğünü belirterek, Batı Kürdistan’ın Kobani kentine yönelik müdahale koşullarının yaratılmak istendiğini kaydetti. "Kobani Serêkaniyê’ye benzemez" diyen Karayılan, "Bu biçimde savaş sadece Kobanî’de ve Batı Kürdistan’da değil, bütün Kürdistan’da yaygınlaşacaktır" dedi.

ANF’ye konuşan Karayılan, Kürtlerin artık Ortadoğu’daki yerlerini alacağını söylerken, Türk devletinin bunu engellemek için her şeyi yaptığını ifade etti. Karayılan, 8 Kasım’da Türkiye üzerinden yüzlerce silahlı kişinin Serêkaniyê (Rasul Ayn) kentine girişi konusunda da çarpıcı bir açıklamada bulundu. Türkiye’nin bu hamle için gruplara 2 milyon dolar para verdiğini söyleyen Karayılan, “Açık ki her türlü desteği sunarak Kürt bölgesinde karışıklık yaratmaya çalışıyor” dedi. Karayılan AKP rejiminin Türk devletini “Kürtlerle savaşır hale getireceği” konusunda uyarıyor.

KÜRTLER ORTADOĞU’DAKİ YERLERİNİ ALACAK

* Halep ve Afrîn’le başlayan gerginlik Serêkanî’ye (Resul Eyn) sıçradı. Son olarak Türk devleti Kobanî sınırına tanklar yığarak, sınırdaki köyleri boşalttı. Türk devleti neden Batı Kürdistan ve Suriye’deki bu değişim sürecine müdahale etmek istiyor? Nasıl değerlendiriyorsunuz

Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Bölge çok önemli bir süreci yaşamaktadır. Bölgede altüst olma süreci devam edecek ve bu temelde Ortadoğu bölgesi yeniden yapılanırken Kürtler de artık yerlerini alacaktır. Yani Kürtlerin yok sayılması ve bir halk olarak tanınmaması süreci aşılıyor ve aşılacaktır. Kürt halkının bir halk olmaktan kaynaklı doğal hakları vardır. Bu hakların başında ise kimlik ve statü hakkı gelmektedir. AKP hükümeti ise, “bu süreci nasıl barajlarım, Kürtlerin bundan yararlanmaması için ne yaparım” hesabı içindedir. Bu hesaptan hareketle bir taraftan hareketimize karşı şiddet ve savaşı geliştirirken, öbür taraftan Güney Kürdistan’ı da siyasi ve ekonomik ilişkilerle kontrol altına almaya çalışmaktadır. Fakat bölgedeki gelişmelerin bir sonucu olarak Suriye’de yaşanan gelişmeler temelinde Suriye Kürdistanı’ndaki Kürt halkı kendi sistemini kurma ve haklarına kavuşma olanağını elde etme sürecine girmiştir. AKP hükümeti şimdi ise “nasıl yaparım da, Batı Kürdistan’daki Kürt halkının herhangi bir statü kazanmasını engellerim” diye planlar geliştirmektedir. Çünkü Kürdistan’ın en küçük parçasının statü hakkını elde etmesi karşısında Kürdistan’ın en büyük parçasında hiçbir hak tanımak istemeyen AKP’nin zorlanacağı, Türk sömürgeciliğinin de geri adım atmak zorunda kalacağını bilmektedirler. Bunun için Kürtlerin Suriye’de statü hakkı kazanmaması için AKP hükümeti her türlü çabayı sergilemeyi önüne koymuştur.

AKP HÜKÜMET KÜRTLERİ ENGELLEMEK İÇİN HERŞEYİ YAPIYOR
AKP Hükümeti bu amaçla başta Suriye muhalefetini İstanbul’a çekti, kararları üzerinde etkili olmaya çalıştı. Suriye muhalefetinin Kürt haklarını resmen tanımaması, Kürtlerin burada bir statü elde etmemesi için baskı uyguladı. Ama DeFacto bir biçimde Kürtler, Kürt şehirlerinde giderek kendi sistemlerini geliştirmeye başladılar. AKP hükümeti, bunun önüne geçmek için de çeşitli çabalar sergiledi. Her şeyden önce, “orada PKK vardır, PYD PKK’nin bir koludur” savını ortaya attılar. Bu tutmayınca bu sefer de “orada PYD denetiminde bir sistemin gelişmesine karşıyız” diyorlar. Bu konuda Türk istihbarat teşkilatının ve Dışişleri Bakanlığı’nın çok özel çabalar sergilediğini, büyük paralar döktüklerini biliyoruz. Niye PYD’ye bu denli düşmanlar? PYD, Türkiye sınırları içinde Türkiye’ye karşıt bir askeri-siyasi faaliyet mi yürütmüş ya da yürütüyor? Hayır. PYD, oradaki Kürt halkının oluşturduğu bir siyasi partidir. Esad döneminde yasaklıydı, üyeleri cezaevine atılıyordu, öldürülüyordu. Suriye’deki bu süreçle birlikte yeniden dinamizm kazanarak Kürt halkının iradesi adına daha güçlü siyaset yapan bir parti durumuna geldi. Ya benimlesin ya düşmanımsın misali PYD’ye böyle bir dayatmada bulunmasının hiçbir anlamı yoktur. Türkiye, önce, “Özgür Ordu-PYD nasıl karşı karşıya getiririm” diye planlamalar yaptı. Bu konuda Halep’te ve Afrîn’de bazı girişimlerde bulundular. Öbür yandan ise bazı marjinal-işbirlikçi Kürt kesimlerine dayanarak “Kürtler arası bir çatışma yaratabilir miyim” hesabı içine girdiler. Bütün bunlarla birlikte sınıra yakın Kürt şehirlerine, “Özgür Suriye Ordusu” adı altında bir takım güçlerle müdahale etme planını hazırlamış bulunuyorlar. Yani AKP hükümeti, Batı Kürdistan’daki halkımızın kültürel, kimlik ve statü haklarına kavuşmaması için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyor.

PYD’NİN DIŞLANMASI MÜMKÜN DEĞİL

Bu parçada Kürtler kendi birliğini kurdu, Türk Dış İşleri Bakanı ise hemen resmi olarak Hewlêr’e giderek bu birliğin yanlış olduğunu söyledi. Ahmet Davutoğlu, PYD dışındaki partilere “siz PYD’yi dışlayın, biz değil özerklik, federasyon hakkınızı bile destekleriz” demiş. Bu, büyük bir yalandır. Çünkü biliyor ki Batı Kürdistan’da en büyük kitlesel güç olan PYD’nin dışlanması mümkün değildir. Dışlanmak istenirse iç çatışmanın yaşanacağı kesindir. Esas amaçları Kürtlere federasyon veya başka statü hakkını tanıma değil, Kürtler arası çatışma yaratmaktır. Bu gerçeği Batı Kürdistan’daki tüm partiler ile Güney Kürdistan’daki güçler iyi görmelidir. Bu bir abartma değil, kesin bir olgudur. Türk devleti, Batı Kürdistan’a statü hakkını engellemek istiyor. Bunun için Kürtler arası çatışmayı dayatıyor, Kürtlerle Araplar arasındaki çatışmayı kışkırtıyor. Yaptığı budur. Ancak AKP hükümeti, yaptığı bu uygulamaların büyük çoğunluğunu Türkiye kamuoyundan gizliyor. Arkasında bir medya ordusu var, Türkiye’de oluşturduğu baskı atmosferi var. Kimse yazıp çizmeye ve farklı haberler yapmaya yönelmiyor, çünkü korkuyor. Oysa öyle dolaplar dönüyor ki, bütün bunlardan Türkiye kamuoyu habersizdir.

AKP EL-KAİDE ÇİZGİSİNDEKİ GRUPLARLA İTTİFAK YAPTI

İşte en son Serêkanî’deki (Resul Eyn) mevcut yaşanan çatışma süreci buna örnektir. Öncelikle belirtmek isterim ki, biz, özgürlük için mücadele yürüten insanlara karşı değiliz, Özgür Suriye Ordusu’na karşı değiliz. Kürtlerin kendisinin oluşturduğu YPG adındaki savunma gücü, Kürt halkının özgür ordusudur. Oradaki Kürt halkı da Suriye devrim hareketinin bir parçasıdır. Bu nedenle biz Özgür Ordu’ya karşı değiliz. Ama Özgür Ordu adına hareket eden onlarca değişik grup türemiş bulunuyor ve AKP, El-Kaide çizgisindeki bazı İslami gruplarla ittifak yaptığı gibi, daha değişik bu grupların bir kısmına para ve silah olanakları yaratarak kendine bağlı birer paramiliter güç gibi kullanmak istemektedir. Örneğin Afrîn köylerine saldıran ve Azaz bölgesinde egemen olan grup, böyle bir gruptur. Özgür Ordu ise bu grubu kendine bağlı bir grup olarak görmemektedir.

TÜRKİYE SINIRLARI SAVAŞIN GERİ CEPHESİ OLARAK KULLANILIYOR

Serêkanî’de yaşanan çatışma süreci, bu şekilde örgütlenen iki ayrı gruptan oluşan toplam 600 kişilik bir gücün silah, araç ve uçaksavarlarla donatılması suretiyle Türkiye’den (Ceylanpınar) giriş yapmasıyla başlatıldı. Şimdi de zaten bu insanlar çatışıyorlar, Ceylanpınar hattını ve Türkiye sınırlarını da savaşın geri cephesi olarak kullanıyorlar.

Şimdi Türkiye var gücüyle Suriye’de yürütülen savaşa destek vermekte ve bir taraf durumundadır. Günümüzde hiçbir yerde bir devlet kendi komşusu olan başka bir devlete karşı muhalif güçleri bu denli desteklememiştir. Ama bugün Türkiye bunu çok yoğun bir biçimde yapıyor. Burada Türkiye’nin amaçları vardır. Evet, belki Suriye’ye dönük bir takım hayalleri olabilir ama esas olarak orada Kürtlerin haklarına kavuşmaması için yoğun bir çaba sergilemekte, bu konudaki amaçlarına ulaşmak için bu kadar güce para, pul ve silah dağıtmaktadır.

TÜRKİYE SEREKANİYE HAMLESİ İÇİN GRUPLARA 2 MİLYON DOLAR VERDİ

Somut bilgi olarak şunu belirtiyorum: Türkiye bu Serêkanî hamlesi için bu gruplara 2 milyon dolar para vermiştir. Bu nettir. Açık ki her türlü desteği sunarak Kürt bölgesinde karışıklık yaratmaya çalışıyor. Özgür Suriye Ordusu’na genelde yardım etse, Suriye’de rejimin devrilmesi için çaba sergilese kimse buna bir şey demez, kendi bilecekleri iştir. Ama bunu Kürtlerin orada haklarını almaması için yapmaktadır. İşte problem bu noktadadır.

Türkiye’nin Serêkanî’ye dönük bu hamlesinin diğer bir amacı da Doha’da yapılan “Suriye Muhalif Güçleri Toplantısı”dır. Çünkü artık toplantı İstanbul değil de Doha’ya kaydırıldı. ABD ve diğer bölge güçleri muhalefeti belirli oranda Türkiye denetiminden çıkarma çabalarını sergiliyorlar. Türkiye de Doha’da yapılan düzenlemeye karşı çıkmadı, içinde yer aldı ama tepkilidir ve kendi etkisini göstermek için bu çıkışı yaptırdı. Belli ki bir plan temelinde benzer çabaları daha da gelişecektir. Burada Türkiye’nin düşündüğü muhalefet güçleri filan değildir; kendi hegemonyası ve çıkarlarıdır.

ÖSO’YA ÇAĞRI: TÜRKİYE’NİN OYUNLARINA GELMEYİN


Şuan Halep bölgesinin Türkiye’ye sınır olan hiçbir yerinde Suriye rejim güçleri yoktur. Aslında mevcut durumda Suriye rejim güçleri sınır hattında sadece Qamişlo merkezinde vardırlar. Diğer bütün alanlarda ya Kürtler ya da Araplar tarafından Suriye rejim güçleri çıkarılmışlardır. Kobanî bölgesinde hiçbir rejim gücü yoktur. Kendi bölgelerini kendi denetimlerinde tutan Kürtlerin, Araplarla veya Özgür Suriye Ordusu’yla hiçbir sorunları yoktur. Fakat Türk devleti, Özgür Suriye Ordusu’na müdahaleyi dayatıyor ve çelişki yaratmak istiyor.

Ben burada gerçek anlamda Özgür Suriye Ordusu olarak hareket eden yönetim güçlerine şunu söylemek istiyorum: “Türkiye’nin oyunlarına gelmeyin. Türkiye, Osmanlı anlayışıyla Suriye’yi kendi eyaleti haline getirmek istiyor. Türkiye’nin bu politikasına prim vermeyin. Özellikle Türkiye’nin yürüttüğü ‘Kürt Düşmanlığı’ politikasına alet olmamalısınız. Suriye’de en çok baskı gören, zulüm altında kalan toplumsal kesim, Kürt toplumudur. Kürt halkı Demokratik Suriye’nin bir parçası olarak özgürlük ve demokrasi mücadelesinde etkili bir muhalefet gücüdür. Türkiye sizlerle Kürtleri çatıştırarak Kürtleri ezmek istiyor ve böylece sizi de kendine muhtaç kılmaya çalışıyor. Bu nedenle AKP devletinin bu sömürgeci faşist politikalarına dikkat etmeli ve Kürt halkıyla çatışma değil, kardeşçe-birlikte mücadele etme yolunu esas almalısınız. Sadece Suriyeli Kürtlerin değil, tüm Kürt halkının sizden beklentisi budur.”

TÜRKİYE KOBANİ’DEKİ KAZANIMLARI BERTARAF ETMEK İSTİYOR

* Peki, şimdi Kobanî karşısında bu kadar tank yığılmasının ve köylerin boşaltılmasının nedeni nedir? AKP neyin peşinde?

Kobanî’de rejim güçleri yoktur, karşıt güçler yoktur. Buna rağmen Türkiye’nin burada bir panik havası yaratmak istemesi gösteriyor ki, bizzat Türkiye’nin planladığı ve haberdar olduğu bir plan söz konusudur. Türkiye, Kobanî’deki Kürt kazanımlarını bertaraf etmek için iç karışıklık yaratmak istemektedir. Türkiye diyor ki, “Özgür Ordu müdahale edecek, savaş olacak, bunun için tedbir alıyoruz.” Özgür Ordu’nun müdahale edeceğini nereden biliyor? Özgür Ordu neden ve kime müdahale edecek? Burada barış içinde yaşayan, kendi düzenini kurmuş Kürt halkı vardır, müdahale ne için yapılacak? Bunun kararını kim vermiştir? Türkiye nasıl bu karardan haberdardır? Bütün bu soruların cevabı gerçeği açığa çıkaracaktır. Açık ki Türkiye’nin bazı hesapları var. Burada bulunan marjinal bir Kürt grubu aracılığıyla karışıklık çıkarmak istemesinin nedeni de böyle bir plana bir zemin hazırlamak içindir. Belli ki iç çatışma görüntüsü yaratıp örgütlediği silahlı grupları Kobanî alanına yönlendirebilmenin bir yolunu bulmanın peşindedir. Alçakça bir plan, Kürt halkına tam olarak bir düşmanlık zihniyetinin bir sonucu olarak düzenlenmiş bir komplo ve provokasyon planlaması vardır.

TÜRKİYE’YE UYARI: KOBANİ SEREKANİYE’YE BENZEMEZ


Öncelikle belirtmeliyim ki, burada yapılacak böyle alçakça bir girişim çılgınlık olur. Çünkü Kobanî öyle Serêkanî’ye benzemez. Kürtler orada, kendi düzenlerini kurmuş ve kendi içlerinde Özgür Ordu, vb. güçleri kabul etmeyeceklerini ilan etmişlerdir. Buna rağmen Türkiye buralara da bir takım paramiliter güçleri aktarmayı planlayarak çatışma yaratmak istiyor. “Oradaki Kürtler arasında çelişkiler varmış” diyorlar. Orada öyle bir çelişki yok. Bu bir abartmadır. Olsa bile bu, AKP devletinin sorunu değildir, işi değildir. Kobanî de Türk devletine bağlı bir yer değildir. Üstelik Kobanî sınırında Türkiye’ye karşı tehdit içeren bir konuşlandırılmış güç mü var? Hayır! Kendine bağlı bir takım ajanlar yoluyla, bir takım provokatif olaylar tasarlıyor ve müdahale koşullarını yaratmak istiyorlar. Bu nedenle şimdiden Suruç’un Hurşitpınar ve bazı sınır köylerini boşaltmışlar. Bu bir hazırlığa işaret ediyor.

AKP ÇOK TEHLİKELİ BİR POLİTİKA YÜRÜTÜYOR

AKP, çok tehlikeli bir politika yürütmektedir. Kürt bölgelerine dönük hesapladığı bu politikalardan vazgeçmelidir. Vazgeçmezse AKP Türk devletini Kürtlerle savaşır hale getirecek ve bu biçimde savaş sadece Kobanî’de ve Batı Kürdistan’da değil, bütün Kürdistan’da yaygınlaşacaktır. Bu konuda bel bağladığı bazı marjinal, işbirlikçi, ruhunu satmış gruplara güvenerek bu tür çılgınlıklara girmesi kesinlikle Türk devletine kaybettirecektir. Ancak anlaşılıyor ki şuan yapmak istedikleri budur.

DAVUTOĞLU’NUN PROJESİ KÜRTLERİ BİRBİRLERİYLE ÇATIŞTIRMAK


Belli ki bu konuda Ahmet Davutoğlu’nun öngördüğü bir proje vardır. Bu proje, Kürtleri birbiriyle çatıştırmak, olmadıysa Araplarla çatıştırmak, o da olmadıysa müdahale ederek sonuç almaktır. Hesapları budur. Ancak bu hesapları tutmayacaktır. Suriye’de herkes özgür oluyorsa oradaki Kürt halkının da özgür olma hakkı vardır. Ve buna başta soykırımcı AKP zihniyeti, hükümeti dahil hiçbir güç engel olamayacaktır. Buna çeşitli gerekçelerle müdahale, tüm Kürt halkının iradesine müdahale olur. Ve asla kabul edilemeyecek Kürtlere düşmanca bir tutum olacağı açıktır. Günümüzde böyle kaba ve düşmanca bir politikanın sonuç alması mümkün değildir. Hem bölge güçleri hem de uluslararası güçler bu konuda Türk devletinin niyetini iyi bilmektedirler. Bu açıdan bu yönlü Türk politikasının destek bulması mümkün değildir. Ayrıca Batı Kürdistan’da Kürt halkının örgütlüğü ve siyasal öncülerinin dayandığı toplumsal gerçekliği, oluşturdukları siyasi ve askeri savunma sistemi her türlü yönelime karşı büyük bir direnişi gösterecek bir potansiyele sahiptir. Dolayısıyla bu tür dünyaca teşhir olmuş, lanetlenmiş ve bir insanlık suçu, savaş suçu olarak tarihe mal olmuş halkları birbirine kırdırtma tarzındaki sömürgeci politikaların sonuç alamayacağı ve Kürt halkının kazanacağı kesindir.

KÜRTLER TARİHTEN DERS ÇIKARMAYI BİLMELİ

*Bölge üzerinde bu kadar hesabın yapıldığı bir ortamda Kürt tarafı nasıl bir tutum geliştirebilir? Bu açıdan Kürt siyasetine hangi görevler düşüyor?


Şimdi her şeyden önce Batı Kürdistan halkı şunu çok iyi bilmeli: Halkımız açısından tarihi bir fırsat yakalanmıştır. Demokratik bir Suriye’de Demokratik Özerk Kürdistan’ın yer alma koşulları doğmuştur. Kürtlerin bunu doğru değerlendirebilmesi için öncelikle kendi arasındaki birliği güçlü tutmaları şarttır. Çeşitli güçlerin politik oyunlarına gelmemelidirler. Kürtler artık tarihten ders çıkarmayı bilmelidir. Tekrar bu hain tuzağa düşmemelidirler. Unutulmamalıdır ki, Kürdistan’ın ve Kürt halkının bölünüp parçalanması, sömürgeleştirilmesi egemen devletçi güçlerin eliyle olmuştur. Batı Kürdistan’daki hiçbir Kürt siyasi örgütü, tek başına iktidar olma hevesine kapılmadan, dar hesap çıkarlarına düşmeden asıl olan Kürt halkının özgürlüğünü her şeyin üstünde tutarak en yüce amaç için güçlerini birleştirmeli ve mücadele etmelidir. Batı Kürdistan’da Kürt halkının özgürleşme koşulları vardır ve bu koşulları doğru değerlendirmek için ulusal-demokratik birliğe ihtiyaç vardır. Bu konuda geçen Temmuz ayının başlarında bir adım atıldı. Bizzat bizim de teşvikimiz ve önerimiz temelinde Batı Kürdistanlı siyasetçiler Hewlêr’de bir araya geldi ve Kürt Bölgesel Liderliği Sayın Mesut Barzani’nin de hazır bulunduğu bir protokol temelinde birliğini kurdu. Biz tüm gücümüzle bunun arkasında olduğumuzu açıkça beyan ettik ve o günden bu yana da bu politikamızı sürdürüyoruz. Fakat pratikte bu birlik güçlü bir biçimde hayata geçmedi.

BAZI PARTİLER BİRLİĞİN ZAYIFLAMASI İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPIYOR

* Neden?

Çünkü birlik içerisinde yer alan bazı partiler birliğin güçlenmesi için değil, birlik içinde bazılarının zayıflatılması ve kendilerinin güçlenmesi için çaba gösterdiler. Yani Kürt halkının ulusal çıkarlarını değil, kendi örgüt çıkarlarını esas aldılar. En önemlisi dış ilişkilerde birlik olmayı başaramadılar. Bir tarafta Kürt Yüksek Konseyi çatısı altında birlik kurulmuştur, öbür taraftan ise bu Yüksek Konsey’in çatısı altında yer alan her örgüt farklı dış ilişkileri yürütmeye devam etti. Yürütülen bu dış ilişki biçimi Kürtler arası birliği zayıflatan en önemli faktör haline geldi. Oysa yapılması gereken şey hem içte hem de dışta tüm ilişkilerini birleştirmek ve ulusal bir düzeye çıkarmaktı. Özellikle birlik içerisindeki bazı grupların Türkiye’yle sürdürdükleri özel ilişkiler birliğin zayıflatılmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu gibi nedenlerle Yüksek Konsey’in kararları uygulanmadı. Örneğin Yüksek Konsey, “Özgür Ordu’nun Kürt bölgesine gelmesine gerek yoktur, Kürtler yürütülen savaşta taraf tutmamalı, mücadelesini siyasi yöntemlerle yürütmeli. Evet, Kürtler Suriye’deki devrim hareketinin bir parçasıdır ama silahlı mücadeleye dahil olmamalı” biçiminde kararlar almıştı. Buna rağmen birlik içerisindeki bazı partiler Özgür Ordu’nun Kürdistan’a getirilmesi için var gücüyle çaba sergiliyorlar. Kısaca parçalı duruşun bu biçimde devam ettiği anlaşılıyor.

DAR-TUTUCU YAKLAŞIMLAR AŞILMALI

Bunlar, birliğin hayata geçmemesinde bir neden olurken, bir diğer neden ise pratikte herkesimin yönetim erkine ve bütün çalışmalara dahil edilmemesi durumudur. Oysa bütün bölgelerde ortak yönetimler ve ortak çalışmalar oluşabilmeliydi. Bu yapılmadı. Açıkça söylemek gerekirse, bu konuda hem PYD’nin hem de Kürt Ulusal Meclisi çatısı altındaki örgütlerin belirli yetersizlikleri ve dar-tutucu ve hatalı yaklaşımları olmuştur. Bir tarafta farklı dış ilişkileri geliştirerek farklı konseptlerle hareket ederek birliğin yürütülmesini zora sokarken, diğer tarafta ise tüm güçleri yönetime ve kurumlara dahil etmeme, paylaşımı gerektiği gibi geliştirmeme tutumu görüldü. Biz bu konuda bu yetersizliklerin aşılması gerektiğini düşünüyoruz.

Her iki tarafın da kendi hatalarını görmesi, aralarında güvensizliği değil, güveni geliştirmeleri gerekiyor. Bu konuda bize düşen ne varsa, biz gereken desteği sunmaya hazırız. Ben daha önce de belirttim; biz genel hatlarıyla partiler arasına fark koymayacağız. En azından PYD kadar diğer örgütlerle de dostluk ilişkisi içerisinde olmak istiyoruz, nitekim öyledir de. Yeri gelmişken şunu da belirteyim, Türk devletinin ve diğerlerinin PYD ile PKK’yi bir gösterme tutumu, siyasi amaçlıdır. Her şeyden önce halkın ezici çoğunluğunu temsil etme gücünde olan PYD’yi dışlamak, tek taraflı kendi politik amaçları doğrultusunda denetimi ele geçirmek, söz sahibi olabilmek için geliştirilmiş bilinçli bir saptırmadır. Hareket olarak bizim esas alacağımız şey, herhangi bir örgütü destekleme değil, büyük zulüm görmüş ve yurtseverlik mücadelesinde büyük emek sahibi olan Batı Kürdistan halkının kazanmasıdır.

Özellikle Batı Kürdistan bölgesine farklı güçlerin çağrılması veya getirilmesinin Kürt halkına çok zarar vereceğini belirtmek istiyorum. Kürt halkı kendi özgün sistemini kurmalı ve kendisini savunabilmelidir. En önemli konunun ise, Türk devletinin projesi karşısında tüm Kürt siyasi güçlerinin tutum sahibi olması olduğunu düşünüyorum.

GÜNEY KÜRDİSTAN DA DUYARLI YAKLAŞMALI

Bütün bu konularda herkes kendi yetersizliğini görürse, ulusal-demokratik birliği daha güçlü bir biçimde geliştirme koşulları henüz aşılmış değildir. Biz bu konuda tüm siyasi partilerin sorumlu yaklaşması gerektiğini, içlerinde tamamen kendini başka güçlerin kontrolüne sokmuş olanlar varsa, bunların ayıklanması, diğerlerinin de kendi aralarında güçlü bir birliği tesis etmeleri gerektiğini belirtiyoruz. Hem yönetimi herkesin paylaşması, hem de diplomaside ve dış güçlerle olan tüm ilişkilerde bütün Batı Kürdistan adına hareket eden kurumlarca yürütülmesi ve ortaklaştırılması temelinde güçlü bir birlik kurulabilir. Bunun koşulları vardır.

Bu konuda özellikle Güney Kürdistan siyasetinin de doğru yaklaşmasının büyük önemi vardır. Yani bir taraftan “birlik olun, birliği geliştiriyoruz” derken, öbür taraftan ise bazılarının birlik dışında farklı işlerle uğraşmalarına göz yummamaları gerekiyor. Birlik içinde ayrıksı hareket etmek ya da ters düşmek olmaz, o zaman adı birlik olmaz. Farklılıkların toplamından bu birlik oluşmuştur. Birlik sadece resmi görüşmelerdeki oturumlardan ibaret değildir. Pratik uygulanabilirlik durumu, birliği birlik yapar. O da ortak belirlenen prensiplerde, ilkelerde hareket etmektir. Yoksa birlik bir temenniden öteye geçmez. Oysa bu dönem, böylesi süreçler Kürt halkı için tarihi dönemlerdir. Bunun için basit, dar grup çıkar çekişmesine, sen-ben kavgasına düşmeden mazlum Kürt halkının baharını yaratma uğruna herkes büyük düşünmek, büyük adım atmak ve hassas davranmak durumundadır. Burada birlik içerisinde farklı hesapları olan güçleri görmek gerektiği gibi, birlik içindeki bazı örgütleri desteklemek değil, ulusal bir tutuma ihtiyaç vardır. Biz kendi cephemizden Batı Kürdistan’da birliğin pekişmesi için üstümüze düşeni yapmaya hazırız. Ama Güney siyaseti de bu konuda daha duyarlı yaklaşmalıdır. Çünkü eğer bu parçada birlik oluşturulmazsa ve parçalı duruş sergilenirse bundan Kürt halkı zarar görecektir.

Özellikle Türk devleti bu konuda büyük bir çaba sergilemektedir. Kürt birliğini parçalamak ve Kürtleri orada irade olmaktan çıkarmak için her türlü çabayı sergiliyor. Bunun karşısında gerek Güney, gerek Kuzey ve gerekse de Batı Kürdistanlı siyasetçilerin de burada bir iradenin oluşması için çaba sergilemeleri gerekiyor. Bu yurtseverliğin gereğidir. Eğer böyle yaklaşılırsa ben inanıyorum ki, halkımızın bu parçada elde ettiği kazanımlar daha da güçlenir ve demokratik Suriye’nin oluşumunda da önemli bir rol sahibi olur.

ÇÖZÜMÜN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL TC DEVLETİ

* Son olarak Batı Kürdistan halkına çağrınız nedir?

Ben Batı Kürdistan’daki tüm halkımıza dönük öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Türk devletinin amacı yeni Suriye’de Kürt halkının statü kazanmamasıdır. Bu amaç temelinde bazı Kürt ve Arap çevreleriyle ilişki kuruyor, onlara para veriyor. AKP hükümetinin amacı Batı Kürdistan’da halkımızın haklarına kavuşmasını engellemektir. Halkların baharı sürecini Kürt halkı için kara kışa, zindana çevirmek istemektedir. Tüm Batı Kürdistan halkı bu gerçeği çok iyi görmelidir. Bu konuda Türkiye’yle birlikte hareket eden kişilere ve gruplara kendi içinde asla yer vermemelidir. Onlara karşı tavır ve tutum sahibi olabilmelidir. Bilmeliyiz ki, eğer bugün Kürdistan 4 parçaysa ve halen Kürt sorunu çözülmemişse bunun önündeki en büyük engel TC devletidir. AKP öncülüğündeki TC devleti Kürtlere dost değildir. Kürtleri köleleştirmek için çaba sergilemektedir. İlişki kurması da, para vermesi de bu amaçladır. Bu konuda AKP’nin sömürgeci politikalarına kimse aldanmamalıdır, alet olmamalıdır. Aldananlar olursa da halkımız kendi içinde bunlara yer vermemelidir. Türk devletinin amacı iç çatışmalar yaratarak Kürtlerle Arapları çatıştırarak sonuç almaktır. Hiçbir yurtsever Kürdistanlı siyasetçi, grup veya çevre Türk devletinin bu oyununa gelmemeli kesinlikle iç çatışmalara yer vermemelidir. Var olan farklı görüş ve sorunlar demokratik tartışma ve diyalog yöntemiyle çözülmeli ve her koşul altında ulusal birlik zemini güçlendirilmelidir.
TOPLUMSAL DURUŞ VE SAVUNMA SİSTEMİ GELİŞTİRİLMELİ

Bu konuda Türk devleti Serêkanî’de, Dirbesiye’de hatta Qamişlo’da, yine Kobanî’de görüldüğü gibi Kürt halkı içinde panik yaratmak istemektedir. İşte Kobanî’de mevziler kazıyor, köyleri boşaltıyor, tankları koymuş ve korku havası yaratmak istiyor. Ve bu biçimde Kürtleri zayıflatarak amaçlarına ulaşacağını hesaplıyor. Halkımız bunun karşısında örgütlü ve bilinçli bir duruş sergilemeli, kimse yerini terk etmemeli ve herkes yerini korumalıdır. Türk devleti halkımızın meşru, demokratik ve haklı iradesi karşısında hiçbir şey yapamaz. El uzatmak istese bile başarılı olamaz. Ulusal ve uluslararası düzeyde Türk devletinin herhangi bir müdahaleyle sonuç alması mümkün değildir. Türk devleti daha çok blöf yapmakta, tehdit ve şantajla Kürt bölgelerini boşaltarak Kürt özgürlük dinamiklerini örgütlediği güçler vasıtasıyla zayıflatmak istemektedir. Böylece Kürt halkını güçten düşürmek istemektedir. Ama Türk devleti, bu beyhude çabasında yalnızdır ve güçlü değildir. Kürt sorunu karşısında Türk devleti en zayıf dönemini yaşamaktadır. Bu nedenle onların tehditlerine boyun eğmeden gerekli tedbirleri almak, örgütlü-toplumsal duruş ve savunma sistemini geliştirmek gerekiyor.

BATI KÜRDİSTAN HALKI TÜRK DEVLETİNİN TEHDİTLERİNDEN KORKACAK DEĞİL


İnanıyorum ki, sizin içinizdeki derin yurtseverlik ve yine saflarınızda örgütlenmiş bulunan Savunma Birlikleri her türlü saldırıya karşı görkemli bir direnişi geliştirecek güçtedir. Özellikle başta Kobanî olmak üzere, Batı Kürdistan’ın kahraman halkı Türk devletinin tehditlerinden korkacak değildir. Panik ortamını yaratarak bazı işbirlikçi gruplar aracılığıyla kirli politikalar peşinde olan Türk devleti, halkımızın iradesi karşısında yenilgiye mahkumdur. Bu konuda yeter ki daha fazla örgütlü olalım, kendi özgücümüze güvenelim, davamızın haklı olduğunu görelim ve kazanacağımızı bilelim. Kendi topraklarımızda daha fazla kökleşerek örgütlü direnişi geliştirme temelinde kazanmayı kesinleştiren kararlı bir tarzı esas alalım.

BÜTÜN KÜRTLER SİZİNLEDİR


Ve bilinmeli ki Türk devletinin herhangi bir biçimde saldırısı halinde bütün Kürtler sizinledir, hepimiz sizlerin arkasındayız. Burada önemli olan sizin kendi iç örgütlenmenizi sağlam geliştirmeniz, savunma sisteminizi güçlendirmeniz ve siyasi birliğinizi kurmanızdır. Hem Suriye demokratik güçleriyle ortak hareket etme, hem de kendi topraklarında kendi sistemini kurma perspektifiyle yürüteceğiniz mücadelenin kesinlikle başarıya gideceğini bilmelisiniz. Bu kadar değerli militan ve komutan yetiştirmiş, Şîlan, Rüstem ve Xebatlar gibi kahramanları içinden çıkaran yurtsever Batı Kürdistan halkının tarihin bu önemli döneminde her türlü fedakarlığı ve cesareti göstererek kazanmayı bileceğine inanıyorum. Bu temelde Batı Kürdistan’da geliştirdiğiniz devrimsel çıkışı yürekten selamlıyorum. Ya özgür yaşacağız ya da asla!

FARC’IN MESAJI ÇOK ANLAMLI VE DEĞERLİ

* Geçtiğimiz ay Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) Genel Sekreterliği, hareketinize dönük göndermiş olduğu mesajda hareketinizi Ortadoğu’nun temel devrimci dinamik gücü olarak niteledi ve Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü talep ettiklerini belirtti. Dünyanın öbür ucundan gelen bu dayanışmacı mesaj için neler diyeceksiniz?

Çok anlamlı bir mesaj. Büyük emek ve deneyimden gelen, güçlü, kahramanca direnen bir örgüt olan, kendini dünyaya kabul ettirmiş FARC örgütünden gelen bu mesaj çok değerli bir dostluk mesajıdır. Mücadele tarihimizin en önemli döneminde bulunduğumuz bu aşamada Kürdistan’da çok yoğun bir direnişin dağlarda ve zindanlarda geliştiği bugünlerde FARC’lı yoldaşların gönderdiği sıcak selam ve mesaj bize moral vermiş ve bizi daha da güçlendirmiştir. Ben de sizin aracılığınızla tüm FARC’lı yönetim, komuta ve savaşçılarına büyük bir saygı ile selam gönderiyor, kendilerine yürekten üstün başarılar diliyorum. İleride dostluğumuzun daha da gelişeceği ümidiyle direnişçi selamlar yolluyorum.

EZİLENLERİN DİRENİŞİ KARDEŞTİR


Dünyanın neresinden olursak olalım, egemenlerin haksızlığına ve zulmüne karşı ezilenlerin direnişi kardeştir ve ezilenler kendi ülkelerinde zulme karşı direnerek devrim selamlarını birbirlerine gönderirler. Bugün çağdaş gerilla mücadelesiyle birlikte toplumsal bir mücadeleyi yürüten PKK ve FARC örgütlerinin sıcak selamlaşması, ezilenlerin ortaklaşmasının en iyi bir örneğidir. “Yaşasın egemenlere karşı ezilenlerin onurlu özgürlük direnişi” diyor ve tüm ezilen halklara ve sınıflara mücadelelerinde üstün başarılar diliyorum. FARC yönetimine, gönderdiği değerli mesajdan dolayı teşekkürlerimi, saygılarımı ve içten selamlarımı iletiyorum. 


ANF

Karayılan Toplumsal Direnişe Çağırdı

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, devletin özellikle açlık grevindeki ilk grubu tasfiye etmek istediğine dikkat çekerek, toplumsal direnişe çağırdı. Karayılan, “Bu önümüzdeki 2-3 gün çok çok önemlidir. Herkes gece gündüz demeden serhildan hareketine katılım için fedakarlık yapmalıdır” dedi.

ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, açlık grevlerine ilişkin gelinen aşamayı ve hükümet yetkililerinin yaklaşımını değerlendirirken, önemli açıklamalarda bulundu.

* Türkiye cezaevlerinde Kürt siyasi tutsakların başlatmış oldukları açlık grevi 66. Gününde devam ediyor. Grev, her an zindanlardan ölüm haberlerinin gelebileceği bir aşamadayken hükümet, özellikle de Türk Başbakan Erdoğan’ın konuyla ilgili tutumu kamuoyundaki kaygıları arttırıyor. Bu süreci ve hükümetin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açlık grevi eylemi aslında şiddet içermeyen, kişinin yemek yemeyerek bir yerde adeta kendine azap çektirerek vicdanlara ve insani duygulara hitap etmeyi hedefleyen bir eylem biçimidir. Egemenlerin zülüm ve haksızlıklarına karşı kişinin hayatını ortaya koymasıyla gerçekleşen bir direniştir. Vicdanlara hitap eden zararı sadece kendisiyle sınırlı yüksek irade gerektiren bir direniş biçimidir. Bugün gerçekleşen açlık grevleri 66. gününe girmiş olmasına rağmen, yaşam güvencesi hükümetin sorumluluğunda olan ve talepleri de karşılayacak güç hükümet olmasına rağmen, hükümet ve devletin tepkisi sömürgeciliğin kapkara yüreği, duygusuz ve vicdansız duruş biçimidir. Türk sömürgeci devleti, Türk Başbakan Erdoğan’ın şahsında sergilenen tutumla devletin ve hükümetin insani duygu ve vicdandan ne kadar uzak olduğunu direnen tutsakları ve Kürdistan halkını her gün aşağılayan ve küçümseyen üslubunda görülmektedir.

ŞOV DEMEK İNSAN GERÇEĞİNE HAKARETTİR


Açlık grevi kolay bir eylem biçimi değildir. Öncelikle kararlılık ve tutarlılık ister, samimiyet ve ciddiyet ister. Bunlar olmadan bir kişi kendisini 66 gün boyunca aç bırakamaz. Çünkü o 66 gün içerisinde her gün acı çekmekte ve her gün o acıya karşı bir direniş sergilemektedir. Açlık grevine bu kadar uzun süreli girmiş olmak ciddiyetin ve tutarlılığın göstergesidir. Kişinin amacı uğruna her türlü acıyı göze alması ve hayatını ortaya koyması kadar tutarlı ve ciddi bir duruş biçimi olabilir mi? Buna şov demek, buna şantaj demek insan gerçeğine ve değer yargılarına hakarettir ve insanlık ahlakından nasibini almamaktır. En zorba bir diktatör bile amaçları uğruna ölümü göze alan insanların duruşuna saygı duyar. Sen her şeye bir şeyler yakıştırabilirsin ama 2 ay boyunca hiçbir şey yememek suretiyle bedenini ölüme yatırmış, adım adım ölüme yürüyen büyük insani ciddiyete böyle yaklaşamazsın. Ahlaki değer yargılarına sahip olan, insanlık kültüründen nasibini almış herhangi bir kimse bu kadar saygısız yaklaşamaz.

Ama ne yazık ki Türk Başbakan Erdoğan’ın sergilediği tutum, büyük bir vicdansızlık, duygusuzluk ve insanlık gerçeğine hakaret tutumudur. Sen Başbakan değil, bu dünyanın en büyük padişahı da olsan sonuçta sen de bir insansın ve bir an için empati kurabilmelisin. Bunu kuramıyorsan, o zaman bütün insani duygulardan yoksun, egemenlikçi, insanlık gerçeğinden kopuşu yaşamış bir garabet birisin. Bugün Erdoğan’ın ve AKP şahsında görülen şey budur.

ERDOĞAN ŞIMARIK

*Başbakan şov ve şantaj söylemlerinin yanında bir de idamı gündemleştirmeye başladı. Yine açlık grevcileri ve BDP’li siyasetçilere yönelik “küçültücü”, “alaycı” söylem ve hakaretlerde bulundu. Bu tavrı nasıl yorumluyorsunuz?

Sanki Cumhuriyet tarihi boyunca bu halk bu kadar idam görmemiş, bu kadar jenosit ve katliamı yaşamamış, sanki bu hareket bu idam ve katliamlara karşı tarih sahnesine çıkmamış bir hareketmiş gibi kalkıp bizi idamla tehdit ederek en büyük şantajı kendisi yapmaktadır. Bu anlamda bütün konuşmaları ve üslubu hakaret ve tehdittir. Açlık grevini başlatmış olan Kürt halkının en değerli evlatlarına karşı kullandığı üslup, küçümseme, aşağılama ve hakaret üslubudur. Yine seçilmiş Kürt halk temsilcilerine, parlamenterlerine her türlü aşağılayıcı, hakaret edici üslubu her fırsatta kullanmaktadır. Aslında böylelikle Türkiye toplumuna kültürsüzlüğü, saygısızlığı pompalamakta. Ahlak ve siyasi etikten nasiplenmemiş Başbakan’ın, ağzına geldiği gibi konuşması sadece kendi şahsına değil, temsil ettiği makam açısından topluma da bu dili, hakareti reva görmektir. İnsan varlığının sahip olduğu bu dil insanca konuşmak içindir. Başka türlü konuşuyorsan insanlığından utanmalısın. Temsil ettiği gerçek; duygusuz, hissiyatsız sömürgeci egemenlik gerçeğidir, oldukça şımarık kendisinden başka kimseyi görmeme gerçeğidir. Kürt halkını köle görme tutumudur.

Erdoğan, Filistinliler açlık grevi yaptığında böyle yaklaşmadı; neredeyse her yerde Filistin’deki açlık grevcilerinin sözcüsü kesildi. Biz Filistinlilerin yürüttüğü açlık grevine de saygı duyuyoruz; bunları Erdoğan’ın ve AKP’nin çifte standartlı yaklaşımını göstermek için belirtiyorum. Erdoğan’ın yaklaşımı tamamen egemenlikçi, ayrımcı, faşist ideolojik bir yaklaşımdır. Tutumunda herhangi bir insani boyut ve yaklaşım yoktur.

* Neden olumlu cevap vermekten korkuyor, ileri sürülen talepler çok mu ağır, karşılanamaz olan talepler midir?

Hayır, ağır olsa bile gidip müzakere yapar, devlet olarak kendisinin uygun gördüğü adımları atar. Burada sorun bunlar değildir.

KAN ÜZERİNDEN SİYASET

* Sorun nedir peki?

Zindanlardaki tutsak yoldaşların bu eylemi Kürdistan’da yürütülen savaş sürecine yapılmış bir müdahale girişimidir. Yani zindanlarda bulunan Kürt halkının siyasi kadroları, “Büyük bir sorumlulukla bizde bu mücadelenin yükünü omuzlamalıyız” diyerek Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözümünde yeni bir dönemi başlatma eylemi olarak böyle bir eylemin kararını vermişlerdir. Bugün Önder Apo üzerindeki tecrit kaldırılır ve Önder Apo’nun müzakereleri yürütme koşulları yaratılırsa ve anadilde savunma ile eğitim hakkı tanınırsa ne olur? Yeni bir çözüm süreci gündeme girer. Savaş süreci durur, artık kan dökülmez. Zindanlardaki tutsakların eylemi ve direnişi bunu hedefliyor; demokratik çözüm ve barışı hedefliyor. Bu, belki de Kürt halkı adına gerçekleşen son barışçıl çözüm arayışıdır. Bu açıdan bu eylem ve direniş çok önemli ve anlamlıdır.

Erdoğan ve AKP, Kürt sorununda barışçıl çözümü istemediği için zindanlardaki tutsakların bu anlamlı, değerli, insani ve barışçıl eylemine karşı bu denli saldırgan, inkarcı ve hakaret edici bir üslup kullanmaktadır. Bir kez daha özgürlük hareketinin barış çabalarına elinin tersiyle yaklaşmış ve reddetmişlerdir. Çünkü onlar, Kürt sorununda demokratik çözüme ve diyaloga kapıyı kapatmışlar, bu süreçte şiddetle sonuç almayı önlerine koymuşlardır.

Erdoğan ve temsilcilerinin hergün tekrarlayıp söylediği bir şey var. Sözüm ona biz arkadaşlarımızı ölüme sürmüşüz, biz insan yaşamı üzerinde siyaset yapıyormuşuz, biz kan dökme siyasetini esas alıyormuşuz. Bunlar tümüyle yalan. Tam tersidir. Bizzat Erdoğan’ın kendisi ve AKP hükümeti kan dökmek istemektedir. Kürt ve Türk halkının evlatlarının kanını dökerek saltanatını oluşturmak, hükümranlığını sürdürmek istemektedir. Bu kesinlikle böyledir. Müzakere siyasi ve demokratik çözüm arayışı bunun için Kürt halk önderliğinin rolünü özgürce oynabileceği bir ortamı yaratmak ve bunun mücadelesini vermek mi kan üzerinde siyaset yapmaktır. Yoksa Erdoğan’ın elinde idam ipiyle dolaşıp halklarımız arasındaki tüm köprüleri ortadan kaldırmaya hedefleyen zehir zemberek konuşmaları savaştan başka hiçbir şey düşünmemesi ve yapmaması mı kan üzerinde siyaset yapmaktır. Bunu vicdan sahibi Kürt ve Türk kamuoyunun taktirine bırakıyorum.

DEVLET YENİ BİR YUMUŞAMANIN PKK’Yİ GÜÇLENDİRECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR

* Bu nedenle de çözüme yanaşmıyor…

Şimdi bölgede yaşanan gelişmeler var. Devlet, bölgedeki bu gelişmeler ortamında, Kürt sorununda her hangi bir gevşemeyi yaratmak istemiyor, şiddeti devreden çıkarmak istemiyor. Yeni bir yumuşama ve diyalog sürecinin PKK’yi güçlendireceğini düşünüyor. Bölgede yaşanan gelişme ve yeniden yapılanma sürecinde Kürt halkının da iradeleşebileceğini hesaplamakta. İşte bunun önüne geçmek için şiddete dayalı olarak, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni bastırma politikasını karar altına almışlar. Bu nedenle şiddet siyasetinde kararlı davranmaktadırlar. Şiddet siyasetinde kararlı davrandıkları için cezaevlerinde gelişen bu müdahale sürecine de şiddetle karşı çıkmış, sürekli tahrik etmiş ve saldırgan bir üslupla yaklaşmıştır.

BAŞBAKAN ÖLÜM İSTİYOR

Dikkat edin, CHP, Adalet Bakanı ve yine kimi değişik çevreler, ortamı gerecek üsluptan uzak durulması gerektiğini hep ifade ettiler. Ama Başbakan’ın üslubunda herhangi bir esneme oldu mu? Hayır. Her konuşması daha fazla tahrik dolu. Çünkü ölüm istiyor. Diktatörler her zaman kendilerinin haklı olduğunu düşünürler. Ellerindeki güç ve kudreti sınırsız ve insafsız kullanırlar. Söz konusu olan Türk sömürgeciliği ve Kürtler olunca bu daha böyledir. Kürtleri muhatap almak Kürt iradesini kabul etmek onlar için kabul edilemez şeydir. Tüm hırçınlıkları ve saldırgancı tutumları bundandır.

ERDOĞAN AÇLIK GREVİNDEKİ İLK GRUBU TASFİYE ETMEK İSTİYOR

Erdoğan’ın hesabı şudur: Cezaevlerinde açlık grevini başlatan kadrolar, özellikle de ilk başlayan grup, Kürt halkının en yetenekli, en birikimli, en iyi yetişmiş kadrolarıdır. Bu kadroların bir biçimde tasfiye edilmesini hedeflemiş bulunuyor. İşte açlık grevi giderek ölüm sınırına dayanacak, ondan sonra müdahale edecek, bu müdahaleyle belki bazılarını vazgeçirtecek, en kararlı kesimini de kendi deyimiyle “telef ederek” bir kırılmayı hedeflemektedirler. Amaçladıkları budur. Ama cezaevlerindeki bu tarihsel direniş tutumu, yalnız değildir. Halkımızın ve Türkiyeli demokrasiden yana kesimlerin sahipleme düzeyi, yine dünya kamuoyunun giderek yükselen ilgisi AKP'nin planlarını boşa çıkaracaktır. En önemlisi de Kürt siyasetinde gelişen birlik ve mücadele ruhu ile halkımızın yükselen fedakarlığıdır. Bu direniş süreci Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni daha da güçlü kılmıştır. Kürt sorununu bir kez daha dünya gündeme taşımıştır. Bu direniş halkımızı ve mücadelesini güçlendirmiştir. Ama AKP devletinin hesabı bu direnişi bir kırılma ve gerileme sürecine dönüştürmektir. Bu yüzden ölümlerin yaşanmasını istemektedirler. Kan üzerinden hesap yapma tam olarak budur. Tutumlarının bu kadar sert olmasının ana nedeni de budur.

TALEPLER KARŞISINDA HÜKÜMET HİÇBİR ŞEY YAPMADI


Yoksa biz hareket olarak ortamı yumuşatmaya dönük gerekli açıklamaları yaptık ve biz gerçekten cezaevindeki yoldaşlarımızın şahadete ulaşmasını istemiyoruz. Bu konuda tüm yapımız ve halkımız büyük bir fedakarlıkla ölümlerin önüne geçmek için çaba gösteriyor. Onlar bizim yoldaşlarımız, bizim değerlerimizdirler. Bu halkın en güzide evlatlarıdırlar. Biz direnişçilerin ileri sürdükleri isteklerinin gerçekçi istekler olduğunu düşünüyoruz. Zaten halkımız da “bu istekler bizim isteklerimizdir” dedi. Bugün Kürdistan’ın neresine gidersen, bir çobandan esnafına, öğrencisinden emekçisine, aydınına kadar herkes bu taleplerin doğal talepler olduğunu söyler ve kendi talepleri olarak görür. Yani zindan direnişçilerinin talepleri bu halkın talepleridir. Ve gerçekleşebilecek taleplerdir. Biz, “tamam belki bir çırpıda hepsi gerçekleşmeyebilir” diyerek, “Önemli olan önünün açık tutulması ve makul ölçülerde isteklerin kabul edilmesi temelinde açlık grevlerinin sona erebileceğini” belirttik ve bunu ilan ettik. Bu ne demek? “Müzakere yapılabilir, görüşme yapılabilir, Önderliğimize gidilebilir, başvurulabilir, bu biçimde sona erdirilmesini istiyoruz” demektir. Ama bu konuda hükümet bir şey yaptı mı? BDP’nin o kadar çaba sergilemesine, değerli aydınların, çeşitli demokratik kurumların ve çevrelerin bu yönlü gösterdikleri çabaların hiçbirisine herhangi bir değer biçilmemiştir.

KÜRTLER İMRALI SİSTEMİNİ ASLA VE ASLA KABUL ETMEYECEK

Bu çevrelerin AKP hükümetinden istediği temel şey ise, hükümetin her şeyden önce kendi kanunlarını uygulamasıdır. Herkes de biliyor ki, Önder Apo üzerindeki tecrit yasal değildir. TC’nin yasalarına ve evrensel hukuka göre hükümlü bir kimsenin kendi ailesiyle görüşme hakkı, dışarıyla ilişkilenme hakkı, avukatlarıyla görüşme hakkı vardır ve bunlar yasaldır. Kaldı ki Önderliğimizin AİHM'de devam eden davaları vardır. Bu davalarda yapması gereken savunma için avukatlarıyla düzenli olarak görüşmesi gerekmektedir. Ama şimdi ne yapılmış? Türkiye’de yasa askıya alınmış, Başbakan’ın kararıyla 1,5 yıldır Önderliğimizin dışarıyla olan bütün bağlantıları kesilmiştir. İmralı’da uygulanan tecrit ve psikolojik işkencenin hiçbir hukuki ve ahlaki temeli yoktur. Kürt halkı, İmralı İşkence sistemini asla ve asla kabul etmeyecektir.

ÇIKMAZ DERİNLEŞTİ

Ama öncelikle uygulanan yasa dışılığı görmek gerekiyor. Yani burada istenen şey, yasal ve meşru gerçekliğin görülmesidir. Devletin yasa dışı, ahlak dışı bu korsanca tutumda ısrar etmemesidir. İstenen budur ama bütün bu çabalara değer verilmediği gibi, tersine bizzat Başbakan sürekli ortamı geren, tahrik eden bir üslup kullandı. Bu nedenden dolayı 66. güne gelinmiştir. Biz kendi cephemizde çözümleyici yaklaşmak istedik. Eminim ki zindanda direnen yoldaşlarımız da bu çerçevedeki bir yaklaşımı kabul edeceklerdi. Ama hükümet tarafından hiçbir biçimde olumlu bir sinyal verilmedi. Bir tek, “anadilde savunma hakkını meclise getiriyoruz” dediler, onun için de en son Başbakan çıktı ve “direnişçiler istediği için değil biz kendimiz getiriyoruz” dedi. Hem de yasayı nasıl getiriyorlar şurasından-burasından kırparak bir kırıntıya çevirip Kürtlerin önüne ister beğen ister beğenme dercesine sunuyorlar. Bu nedenden dolayı çıkmaz derinleşmiştir. Çıkmazı derinleştiren Başbakan’ın üslubu ve AKP’nin politikasıdır. Çünkü AKP savaş istemektedir. Tutsakların isteklerinin bir ölçüde kabul edilmesi yumuşama ortamını ve barışçıl bir süreci geliştirebilir. Onlar bunu istememekte. Evet, şiddetin durmasını istemektedirler. Tabii ki, teslim olmamız şartıyla istemektedirler, o ayrıdır. Diyalog temelinde değil, tasfiye edilmemiz temelinde istemektedirler. Savaş yanlısı politikalarından dolayı bu biçimde yaklaşmaktadırlar. Herkes biliyor ki, bu sorun köklü bir biçimde çözülmek ve savaş durdurulmak isteniyorsa, öncelikle İmralı’nın esas alınması gerekiyor. Önder Apo bu konuda en temel çözülmeyici güçtür. İşte bu kadar zaman gayrı hukuki ve gayrı ahlaki bir biçimde bir psikolojik işkence sistemine tabi tutulmasının geldiği anlam açık ortadadır.

OLASI ÖLÜMLERDEN BİZZAT ERDOĞAN SORUMLUDUR


Bütün bu gerçeklerden dolayı açıkça şunu vurgulamak istiyorum: Hem zindanda yaşanabilecek şahadetlerden, hem de dışarıda yaşanabilecek bütün olayların sonuçlarından bizzat Başbakan Erdoğan sorumludur. Çünkü Önderliğimizin barışçıl çabalarını ve açlık grevi direnişçilerinin barış amaçlı istemlerini karşılıksız bırakan ve bu konuda hiçbir biçimde çözüm zemini bırakmadan savaşı, şiddeti, ortamı germeyi dayatan bizzat Başbakan’ın kendisidir. Belli ki bilinçli bir biçimde bu süreci kararlaştırmış ve tekçi anlayışıyla götürmek ve savaşla sonuç almak istemektedir. Bununla hem Kürt toplumunu bastırmak, doğal haklarını elde etmesinin önüne geçmek hem de MHP tabanını kazanıp Cumhurbaşkanlığını garantilemeyi hedeflemektedir. Bu açıdan doğacak tüm sonuçlardan kendileri sorumlu olacaklardır.

İLK KEZ AÇIKLIYORUM: ÖLÜM ORUCU KARARINA KARŞI DEVREYE GİRDİK

* Gerek hükümet yetkilileri gerekse de yandaş medya mensupları sık sık açlık grevi talimatının Kandil’den geldiğini belirtiyorlar. Daha önceden de bu konuda kimi açıklamalarınız olmuştu ama bu konuyu tekrar size sormak istiyoruz.

Evet. Biz buna daha önce de açıklık getirdik. Bu, kesinlikle bir çarpıtma ve kendi politikalarına zemin oluşturmaya dönük kendi uydurmalarıdır. PKK hareketini, mücadele geleneğini az-çok tanıyan, inceleyen herkes bilir ki, zindanlardaki kadrolar kendi iradeleriyle karar alırlar. Bu arkadaşlarımız bizim yapmamız gereken görevleri, bedenlerini ortaya koyarak yapmaya çalışmaktadırlar. Biz kendi görevimizi kendimiz onlara havale edemeyiz. Bizim geleneğimizde öyle bir tarz ve yöntem yoktur. Bu arkadaşlarımız kendi inisiyatifleriyle karar almışlardır ve ölüm orucu şeklinde başlatmayı planladıklarını öğrendik. İlk kez açıklıyorum; arkadaşlarımızın almış olduğu ölüm orucu kararına karşı biz devreye girdik, ölüm oruçları kararlarını kabul etmedik. Fakat yoldaşlarımız kendi sorumlulukları ve kendi iradeleri ile direniş kararını aldılar. Biz de yoldaşların bu kararlarına saygı ile yaklaşıp üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek durumundaydık.

ÖLÜM ORUCUNA DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORLAR

Arkadaşlarımızın Ölüm orucunu kabul etmeme görüşümüzü dikkate almaları saygıları gereğidir. Yoksa ilk günden itibaren ölüm orucu eylemini başlatacaklardı. Ki ölüm orucu eylemini sürdürmenin biçimi de başkadır. Karar bizim kararımız değil, kendi kararlarıdır. Şu anda da daha fazla sürerse önümüzdeki günlerde ölüm orucuna dönüştürme kararlılığı vardır. Biz bunun önüne geçmek istiyoruz. Bizim çabamız budur. Çünkü böyle bir şey onlarca kadronun şahadetine yol açacağı gibi artık tüm köprüleri de uçuracaktır. Büyük bir savaş ve direniş sürecini beraberinde getirecektir. Ayrıca halkımız ve Hareketimiz savunmasız da değildir. Özgürlük mücadelesi tarihinde ilk kez böyle önemli bir düzey kazanmış ve bu mücadele hayatın her alanında kararlıca sürmektedir. Bu nedenle biz öyle ağır bir ölüm orucu sürecinden ziyade isteklerin makul ölçüde kabul edilmesi temelinde sonlandırılmasını uzun vadede daha gerçekçi görüyoruz. Kesinlikle bizim yaklaşımımız, politik tutumumuz bu çerçevededir. Ama Erdoğan’ın yürüttüğü politika, tamamen şiddete dayalı, insan ölümünü esas alan, köprülerin uçurulmasının hesabını bile yapmayan sorumsuzca bir politikadır.

ZORLA MÜDAHALEYE ASLA TEŞEBBÜS EDİLMEMELİ

* Açlık grevindeki direnişçilere, şiddet yöntemiyle müdahale edilmesi de sık sık gündeme geliyor . Siz bu eyleme yönelik olası bir müdahaleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eylemcilere karşı yapılacak herhangi bir müdahale konusunda, ben hem AKP hükümetini hem de tüm kamuoyunu burada uyarmak istiyorum: Anlaşılıyor ki AKP az önce izah ettiğim çerçevede yaklaştığından dolayı direniş sürecine müdahale etmeyi de planlamıştır. Ama bu yapı fedai bir yapıdır, çok kararlı bir yapıdır. Müdahale kendisiyle birlikte büyük olaylara yol açar. Birçok kişi kendine zarar verme yöntemine başvurabilir. Böyle bir müdahalenin hem içerde, hem dışarıda yaratacağı sonuçlarının ağır olacağını düşünüyorum. Bunun için insanların iradesine bu tür zorla müdahale etmeye asla teşebbüs edilmemelidir. Bu kesinlikle yapılmamalıdır. Bunun sorumluluğu ağır olur. Bunun yerine, daha zaman varken, köklü çözüm yöntemlerine başvurulmalıdır.

ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPMAYA HAZIRIZ

Bir takım aydınların devreye girme çabaları vardır. Hükümet, onların çabalarına değer biçerek rol verip Önder Apo’nun bir heyet tarafından ziyaret edilmesinin önünü açarak yine ailesinin görüşmesine olanak sağlayarak bu suretle tecridin aşılması temelinde köklü çözüm yolunun gelişmesini sağlayabilir. Doğru yol budur. Bunun için hala zaman vardır. Az da olsa zaman vardır. Bugün 66. gün. Bu direnişin eylemde olan arkadaşlar üzerinde muhakkak kalıcı hasarlara yol açacak sonuçları olacaktır. Ama şahadetlerin önüne geçmek için çabaların daha güçlü geliştirilmesi ve tecrit sürecinin sona erdirilerek müzakereleri sürdürmenin koşullarının yaratılması öngörülmelidir. Bu temelde yapılacak olan girişimlerin sonuç alıcı olabileceğini düşünüyorum. Bu konuda bizim üzerimize düşenler neyse biz de yapmaya hazırız. Ama öncelikle devletin adım atması ve sürecin önünü açık tutması gerekmektedir. Buna kesinlikle ihtiyaç vardır.

ÖNÜMÜZDEKİ 2-3 GÜN ÇOK ÖNEMLİ

* Bu kritik günlerde Kürt halkına ve demokratik kamuoyuna yönelik bir çağrınız olacak mı?


Bugün direnişin 66. günü. Bundan sonraki her saat ve her dakika çok zor ve ağır geçecek zaman dilimleridir. Her an zindanlardan şahadet haberi gelebilir. Hatta bu röportajın yayına hazırlandığı zaman içerisinde bile bu tür acı haberler gelebilir. Kürt sorununun barışçıl çözümü için bu kadar fedakarlık yapan bu değerli kadroların yaşaması için, sürecin büyük bir çatışma ve savaşa değil, demokratik çözüme doğru evirilmesi için Kürdistan’daki tüm yurtseverler, kendine ben insanım diyen herkes, bütün partiler ve demokratik kurum-kuruluşlar, herkes sokağa dökülmeli ve mutlaka bir şeyler yapmalıdır. Bu önümüzdeki 2-3 gün çok çok önemlidir. Herkes gece gündüz demeden serhildan hareketine katılım için fedakarlık yapmalıdır. Direnişi toplumsal bir direniş düzeyine yükselterek sonuç alabileceğimizi unutmamalıyız. Evet, biz hükümete çağrı yaptık ama hükümetin yüreği buz gibi. Kürt halkına ve onun temsilcilerine hakaret etmekten başka bir şey yapmıyor. Halk ve toplum olarak biz gücümüzü ortaya koymalıyız. Bu açıdan bu arkadaşların şahadetinin önüne geçmek her demokratın ve her Kürdistanlının elindedir. Bunu böyle bilmeliyiz ve bugünleri büyük toplumsal hareket günlerine dönüştürmeliyiz. Eğer böyle yaparsak bu işin ciddiyetini ortaya koyar, öyle şovdur bilmem şantajdır gibi aşağılık tutumlara gereken karşılık verilir ve bu temelde çözümü olmazsa olmaz bir biçimde dayatmış oluruz.

İKİ GÜN DEĞİL 24 SAAT GREV

Açlık grevi direnişçilerini sahiplenmek değil, onların eylemiyle bütünleşmek, bunun için gereken tüm fedakarlığı yapmak, gerekirse toplu açlık grevlerine girmek, gerekirse değişik eylem biçimleriyle ağırlığını koymak gerekmektedir. Bu konuda BDP’nin planladığı 2 günlük açlık grevi çağrısı olumlu ve yerinde bir çağrıdır. Fakat bence 2 gün değil, 24 saatlik hasta ve çocukların dışında herkesin kurumlarda, meydanlarda ve bazı belirlenmiş büyük evlerde toplanarak toplumsal düzeyde katılım gösterdiği bir açlık grevi eylemi biçiminde planlamak daha doğru olabilir. Daha değişik, daha güçlü ve daha radikal eylemleri de geliştirmek gerektiği açıktır. Bu konuda ilgili kurumlar görevlerine ve sorumluluklarına tam olarak sahip çıkmayı başararak direnişi toplumsal düzeye çıkarabilmelidir. Zindan direnişçilerinin yaşaması bu biçimde toplumsal eylemselliklerin gelişmesine bağlı hale gelmiştir. Bu konuda başarılı olmak, aynı zamanda beraberinde yeni çözümleyici bir sürecin getirilmesi anlamına da gelecektir. Bu nedenle herkes bütün gücüyle eylem sürecine dahil olarak yeni bir sürecin başlatılması ve şahadetlerin önüne geçilmesi başarılabilinir.

OLASI MÜDAHALEYE KARŞI CEZAEVLERİ ETRAFINDA ONBİNLER YIĞILMALI


Yine AKP açık açık “müdahale ederiz” diyor. O zaman cezaevlerinin etrafında on binler yığılmalıdır. Bu anlamda toplumsal refleksin harekete geçmesi gereken günleri yaşıyoruz. Hem Türkiye’deki demokratik çevreler, vicdan sahibi bütün kesimler, tüm Aleviler, tüm samimi Müslümanlar, tüm emekçiler, tüm demokratlar, tüm öğrenciler, gençler, kadınlar, barıştan ve iki halkın bir arada yaşamasından yana olan bütün kesimler cezaevi direnişçilerinin ortaya koymuş olduğu bu kararlı tutumu sahiplenmeli. Çünkü bu kararlı tutum aslında tüm Türkiye halkının geleceğini de ilgilendiren bir tutumdur. Arkasında durmalı ve devletin, AKP’nin geliştirdiği bu faşist sömürgeci egemenlikçi duruşa karşı toplum, demokratik iradesini güçlüce ortaya koymalıdır. Özellikle gençler ve kadınlar başta olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında tüm Kürdistan halkı bugünleri iradeleşme günleri olarak ele almalı ve toplumsal eylem gücünü her biçimde bütün gücüyle ve en ileri düzeyde ortaya koymalıdır. Eğer böyle olursa bu, erkenden bir çözümü getirebilir diye düşünüyoruz.


ANF