Deniz Kendal / Gülistan Tara-ANF
Söyleşi / 11:40 / 20 Aralık 2011
Behdinan -
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP hükümetinin
saldırılarına dikkat çekerek, “bu zihniyet karşısında” farklı
alternatiflere yönelmek zorunda olduklarını ve önümüzdeki süreç
açısından bunu tartıştıklarını söyledi. Karayılan “Biz Türkiye’ye
göbekten bağlı bir halk değiliz” dedi. Lozan Anlaşması sürecinin
aşınmasının gündemde olduğunu vurgulayan Karayılan, “Ortadoğu’nun
yeniden şekillendirilmesinde Kürt halkı da temel bir aktör olarak yerini
alacaktır. Bunun önüne hiçbir sömürgeci saldırı geçemez. Gelecek
kesinlikle bizimdir” dedi.
ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi
Başkanı Murat Karayılan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın KCK
operasyonlarına ilişkin açıklaması, BDP’li belediyelere yönelik
baskınlar, Dicle’deki çatışmalar ve PKK ile devlet arasında görüşmeler
olup olmadığı konusunda önemli açıklamalarda bulundu.
ATALAY’IN AÇIKLAMASI BİR İTİRAFTIR
*Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalay “sınır ötesinden KCK’ye kadar yapılan bütün
operasyonların devlet ve hükümet tarafından ortak bir koordinasyon
altında yürütüldüğünü, bütün bunların tartışılmış, kararlaştırılmış bir
çerçevede yürütülmekte olduğunu” belirtti. Atalay’ın bu açıklamaları ne
anlama geliyor?
Öncelikle TC açısından son dönemlerin bir
kara lekesi olan ve Hayata Dönüş adı altında yapılan operasyonlarla 30
devrimci militan ile iki askerin ölümüne yol açan katliamın 11.
yıldönümünde bu vahşi katliamı yapanları nefretle kınıyor ve yaşamını
yitiren devrimci militanları anıyorum. Ayrıca Türk devletinin derin
güçlerinin Kürt halkına ve Alevi halkımıza gözdağı vermek, sindirmek ve
göçertmek için 33 yıl önce gerçekleştirdiği Maraş Katliamı’nda yaşamını
yitiren bütün insanlarımızı anıyor, bu katliamı gerçekleştiren
sömürgeci-faşist devlet gerçeğini büyük bir nefretle kınıyorum.
Halkımızın ve yaşamını yitiren tüm devrimci-yurtsever insanlarımızın
anıları özgürlük mücadelemizde yaşayacak, zulüm kaleleri bu mücadeleyle
yerle bir edilecektir. Bütün katliamlardan hesap sormak üzere yola çıkan
PKK hareketinin kuruluş sürecine denk gelen bu katliam, mücadelemizin
yükseltilmesinde önemli bir etki yaratmış ve bugün de bu etki ve onların
bıraktığı direniş mirası mücadelemizi başarıya taşıyacaktır.
Şimdi
sormuş olduğunuz soruya yanıt verecek olursam, Beşir Atalay’ın bu
açıklaması gerçek anlamıyla tam bir itiraftır. Biz hareket olarak ve
Kürt tarafı olarak üç yıldan beri bunu dile getiriyorduk. KCK adı
altında yürütülen operasyonların hukuki olmadığını, siyasi bir karar
temelinde yürütüldüğünü, amacın Kürt siyasetine karşı bir soykırım
politikasını uygulamak olduğunu, bununla esas olarak Kürt siyasetini ve
Kürt toplumunu teslim almak istediklerini hep vurguladık. Yine bununla
birlikte Önder Apo’ya dönük geliştirilen tecrit politikalarını, hakeza
gerillaya karşı geliştirilen askeri operasyonların bir bütünlük arz
ettiğini hep söylüyorduk. Şimdi Beşir Atalay da bunların böyle olduğunu
ve kendilerinin devlet ve hükümet adına bütün bu operasyonların
kararlarını almış olduklarını itiraf etmiş olmaktadır. Bu bizi
doğruluyor ve aynı zamanda savaşı kimin tarafından başlatıldığını da
açıkça ortaya koyuyor. Tüm Türkiye toplumu, demokrasiden ve barıştan
yana olan tüm Kürdistan halkı bu biçimiyle tüm gerçekleri çok daha iyi
görmüş oluyor.
KÜRT HALKINA KARŞI TOPYEKÜN SAVAŞ VE SALDIRI VAR
Kürt
halkına karşı bir topyekun savaş ve saldırı vardır. Bu savaş sadece
silahlı güçlere dönük bir savaş değil, tüm Kürt toplumuna karşı
başlatılmış bir savaştır. Özgür Kürt adına ne varsa hepsi
hedeflenmektedir. Sorun örgüt üyesi olup olmama değildir. Zaten “Terörle
Mücadele Yasası” adı altında çıkarılan yasada örgüt üyesi olmazsan bile
“örgüt adına suç işledin” denilerek, herkesi hedeflemiş
bulunmaktadırlar. Bu topyekun bir saldırıdır; Kürt halkının özgür
iradesini parçalama, bitirme ve teslim almadır. Bunun Dersim’de
yürütülen tenkil hareketinden çok fazla bir farkı yoktur, onun
aynısıdır. Sivil alandakileri tutukluyor, işkence uyguluyor; Önderlik
üzerinde ağır tecrit ve psikolojik işkence uyguluyor; direnen kesimleri
de kimyasal silah dahil her türlü silahla yok etmeye çalışıyor.
Kürdistan’da tam bir faşist sistemle binlerce insan sudan bahanelerle
adeta toplama kamplarında toplatılmışlardır. Bugün 5 bine yakın Kürt
siyasetçisi içeriye atılmış ve rehin tutulmaktadırlar. AKP-Gülen
siyasetinin Kürt Halk Önderi’ne karşı uygulamaları insanlık dışıdır. Her
türlü ahlaki tutumdan çok uzak bir saldırı biçimidir ve namertçedir.
AKP VE CEMAAT’İN İFTİRA DALGASI
Önderliğimiz
bir halk önderidir ve şu an tutukludur. Orada üzerinde tecrit ve baskı
uygulayarak, psikolojik işkence gerçekleştirerek, geri adım attırmaya
çalışıyorlar. Önderlik üzerindeki tecrit ve işkence, tüm Kürt halkı
üzerindeki tecrit ve işkencedir. Önderlik üzerindeki bu ağırlaştırılmış
tecrit ve hele hele en son avukatların da tutuklanması, barışa giden
köprülerin sökülüp atılmasıdır. Yapılan tecrit tüm Kürt ulusuna yapılmış
bir tecrittir, gerçekleştirilen saldırı barışa karşı yapılmış bir
saldırıdır. Bunun için de sadece Özgürlük Hareketi’nin mensupları değil,
Kürdistan’da “ben onurlu bir Kürdüm” diyen her Kürdistanlı Önder Apo’ya
karşı uygulanan bu tecride karşı tutum sahibi olmalıdır. Türkiye’de
“ben demokrasiden, özgürlüklerden, halkların kardeşliğinden, barıştan
yanayım” diyen tüm Türkiyeli kesimler de bu insanlık dışı tecrit
sistemine karşı tutum sahibi olmalıdırlar. Çünkü bu tecrit politikası
hukuksuzdur, ahlaki bir temeli yoktur ve tüm Kürt halkına karşı yapılmış
bir saldırıdır. Sözüm ona orada baskı uygulayarak, geri adım
attıracaklar. Ama şunu da bilmeliler ki Önder Apo denenmiş, sınanmış,
çelik bir iradeye sahip bir halk önderliğidir. Kendi halkı adına fedaice
yola çıkmış bir Önderliktir ve orada onun sürdürdüğü direnişçi tutum
tüm halkımız için bir mesajdır. Türk devleti bu uygulamalarından asla
sonuç almayacaktır.
Bugün Kürt siyasetine karşı resmen bir
iftira dalgası başlatılmıştır. Bu, AKP’nin ve Cemaat’in Kürt siyasetine
atmış olduğu bir iftiradır. Güya kendilerinden önceki iktidarlar
‘90’larda Kürt siyasetini baskı ve faili meçhullerle tasfiye etmek
istemiş ancak başaramamışlar, bunlar da kanuni iftira yollarıyla
yapacaklarını sanıyorlar. Para-pul dökerek, bazılarını ihanet ettirerek,
aralarına nifak tohumları ekerek ve herkesi rehin alıp-içeri atarak
sonuç alacaklarını sanıyorlar. Yürürlükte olan sömürgeci hukuk ve
yasaları olmakla birlikte esasta, istedikleri kişiye istedikleri suçu
yükleyip kanuni işlem yapıyoruz diye içeri atıyorlar. Ortada hukuk diye
bir şey yoktur; sömürgeci uygulama vardır. Ancak bu halk artık teslim
olmayacaktır; Kürdistan halkı bunların bu çirkef-sömürgeci amaçlarına ve
ırkçı politikalarına artık boyun eğmeyecektir.
ARTIK TUTUKLAMALARIN BİR DOZAYI, SINIRI KALMADI
Bunlar
“Bugün bölge halkları sokaklara dökülmüş; özgürlük ve demokrasi
istemektedir. Eğer Kürt halkı da bu arada bir çıkış yaparsa, Kürt sorunu
kontrolden çıkar. Kürt halkı bir statü kazanmasın” diye bu saldırıları
geliştirilmektedirler. Bunu artık herkes görmelidir. Dolayısıyla Kürt
halkına karşı bir soykırım, bir zulüm siyaseti, faşizan-sömürgeci
uygulamalar vardır. Halkımızın buna karşı her biçimde direnmesi meşrudur
ve tabii ki hakkıdır; aynı zamanda bu bir yurtseverlik gereğidir. Eğer
gerçekten bu halk ezilip, yok olmak istemiyorsa bu iğrenç siyasete,
tecride ve bu soykırım politikasına karşı bütün gücüyle direnmek
zorundadır. Halkımız bunu fark etmiştir, bunun idrakındadır ama daha
fazla örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Bu konuda bir yandan eylem diğer
yandan örgütlenmesi gerekmektedir. Bunu bilen devlet, sürekli bir
biçimde saldırarak ve tutuklamalar yaparak örgütlenmeye fırsat vermek
istememektedir. Bir yerde miting oluyor, miting ardından tekrar saldırı
başlıyor ve tutuklamalar oluyor. Neden? Çünkü mitingin sonuçlarının
örgütlenmeye dönüşmesini engellemek istiyor. Çünkü halkımızın
örgütlenmesinden-gücünden korkuyor. Onun için operasyonları ve
tutuklamaları çığırından çıkarmış ve topluma dönük pervasız bir savaş
biçiminde geliştirilmektedir. Yani artık bunun bir dozajı, bir sınırı
yoktur. Hayâsız bir biçimde her türlü hukuk ve ahlak dışı yöntemlerle bu
operasyonları sürdürmektedirler.
BİR GERİLLANIN YILLIK GİDERİ 700 DOLAR*
Başta Batman olmak üzere BDP’li belediyelere dönük çeşitli operasyonlar
geliştirildi. Örgütün mali birimine yönelim olduğu iddia ediliyor. Yine
daha önce Başbakan, Alman vakıfları aracılığıyla belediyelerin
örgütünüze para aktardığını iddia etmişti. Bu son operasyonun da daha
çok bu çerçevede gelişen bir operasyon olduğu belirtiliyor. Bu konu
hakkında neler belirteceksiniz?
Hareketimize karşı çok
kapsamlı bir psikolojik savaş süreci gündemdedir. Yürüttüğümüz mücadele
dünyanın en temiz, dürüst, sade ve kutsal bir özgürlük mücadelesidir.
Gerçekleri tersyüz ederek Kürt Özgürlük Hareketi’ni kötü ve “terörist”
olarak göstermek için mafyavari yöntemlerle para elde ettiğinden-eroinle
uğraştığından tutalım da her türlü yalan senaryolar üreterek
saldırmakta ve uluslararası güçleri de etkilemeye çalışmaktadırlar. Bu
tür iddiaların hepsi yalandır. Bu sorunuz üzerinden bu konuya biraz
açıklık getirmemde fayda vardır: Birincisi hareketimiz Ortadoğu’da
özgücüne dayanan, hiçbir yerden yardım-destek almadan, salt kendi
halkının ödediği aidatlarla, yaptığı maddi katkılarla beslenen, mütevazı
bir yaşamı sürdüren ve özgücüne dayanan tek harekettir. Bu yalan
haberleri üreten alçaklar gelip de içimizde yaşasalardı, Kürdistan
özgürlük gerillasının ne kadar mütevazı bir yaşamı yaşadıklarını
görselerdi, herhalde bu yalanlarından utanırlardı. Yani öyle yalanlar
üretiyorlar ki sanki biz milyon dolarlarla oynuyoruz! Halbuki
Kürdistan’da her bir gerillanın yıllık bütün gideri yedi yüz dolar
civarındadır. Bu kadar mütevazı yaşıyor, bu kadar büyük bir fedakarlıkla
en mütevazı bir yaşamı yaşayan bu hareketin insanları hakkında hiç
kimse farklı iddiaları ileri süremez. İleri sürse de ispatlayamaz, çünkü
temeli yoktur. Bazı Türk ve Amerikalı istihbarat elemanlarının
ortaklaşa çıkardıkları sözüm ona PKK ile ilgili “The PKK” diye bir kitap
da varmış. Baştan sona kadar saçmalıklarla dolu bu kitapta bizim
neredeyse Afganistan ile Türkiye ve Avrupa arasındaki tüm eroin
trafiğini yönlendirdiğimizi iddia etmektedirler. Bu çok büyük bir yalan
ve çarpıtmadır. Tek bir yerde tek bir olayla ilgili, hareketimizin
herhangi bir bağlantısını ispatlarlarsa biz her türlü cezaya razı
oluruz. Böyle bir şey yoktur. Biz hem ahlaki hem de ilkesel olarak ve
her açıdan tümüyle kaçakçılığa ve sözü edilen, adını bile ağzıma almak
istemediğim maddelerin kullanımına karşı olan bir hareketiz. Hiçbir
ilişki ve alakamız yoktur ve kimse de bunu ispatlayamaz.
AKP BELEDİYELERİ BİR YEMLİK, BİR RANT SAHASI OLARAK GÖRÜYOR
İkinci
olarak ise, biz belediyelerden sözünü ettikleri gibi herhangi bir maddi
çıkar beklemiyoruz ve de sağlamıyoruz. AKP demokratik Kürt siyasetinin
belediyecilik anlayışının kendi anlayışı gibi olmadığını biliyor ama
topluma yansıtırken kendi belediyecilik anlayışını bu belediyelerin
üzerine yıkarak yıpratmaya çalışıyorlar. Onlarda belediye başkanı olan
her bir kimse akrabalarıyla ve çevreleriyle birlikte milyoner oluyor.
Belediyeleri bir yemlik, bir rant sahası olarak görüyorlar. Biz ise
toplumu kazanmak için hayatını ortaya koyan insanlarız; her gün kan
döküyoruz. Dolayısıyla biz herhangi bir biçimde bize yakın olan
belediyelerin rant sağlayıp-maddi çıkar elde etmesini asla kabul
edemeyiz. Halka hizmet etmelerini, halkı kazanmalarını esas alırız.
Çünkü biz halkı kazanmak için, doğruları halkımıza göstermek için her
gün hayatımızı ortaya koyan bir hareketiz. Kalkıp da maddi çıkarlar için
hizmetten ya da şeffaf, demokratik-özgür belediyecilikten vazgeçebilir
miyiz? Asla. Ona tek bir toz düzeyindeki bir lekenin bile düşmemesi için
her şeyi yaparız.
Şimdi sözüm ona Batman’da bazılarını
yakalamışlar. Eğer onlar suistimal etmişlerse biz de sonuna kadar
cezalandırılmalarından yanayız. Belediyelerde dürüst çalışmayan kim
olursa olsun biz de elimizden gelirse cezalandırırız ve o tür kesimlere
yol vermeyiz. Hiçbir Kürt yurtsever örgütü-kurumu-partisi de yol
vermemeli. Devlet de adil yaklaşıp, bunu tespit edip yönelseydi biz de
bundan hoşlanırdık. Çünkü biz de bu belediyelerin halka doğru hizmet
götürmelerini, kimsenin buradan bireysel çıkar sağlamamaları gerektiğini
ısrarla vurgulayan bir siyasi anlayışa sahibiz. Ama gel gelelim ki
bütün bu yalan-dolanlar, aslında temiz, şeffaf, ranta bulaşmayan,
özgür-demokratik Kürt siyasetinin geliştirdiği Kürt belediyeciliğine
leke düşürmeye dönük girişimlerdir.
AKP VE CEMAAT BASINI PSİKOLOJİK SAVAŞ DAİRESİ GİBİ
Ben
her bir kimse için yüzde yüz kefil olamam. Bazıları şöyle veya böyle
faydalanmak istemiş de olabilirler. Ancak bunların da elde bir koz gibi
kullanılıp, tüm belediyelere yönelme ya da tüm belediyeleri karalamak
amacıyla tertiplendiği açıktır. Çünkü bizim bilebildiğimiz kadarıyla
BDP’nin denetleme kurulları vardır, sistemi vardır. AKP ya da CHP’de
olduğu gibi her belediye başkanı dilediğini yapar diye bir sistem yok;
kendince denetleyen bir sistemi olduğunu biliyoruz. Kısaca KCK Mali
Birimi üyesi gibi söylemlerin hepsi birer safsatadır. Bunlar, Kürt
siyasetini ve Kürt demokratik belediyeciliğini lekelemek için uydurulmuş
safsatalardır. AKP bu belediyeleri almak için çok çeşitli yöntemleri
denedi, sandıkta yenildi. Zaten 2009 Yerel Seçimleri ardından almış
olduğu yenilgiden dolayı adeta intikam alırcasına bu KCK adı altındaki
operasyonlara start verdi.
Tüm halkımız bilmeli; hareketimize
karşı çok yoğun bir psikolojik savaş ve bir karalama faaliyeti vardır.
AKP ve Cemaat basın-yayın organlarının her birisi birer psikolojik savaş
dairesi gibi çalışmaktadırlar. Bu konuda ürettikleri her şey yalandır.
Herhangi bir belediyede ve Kürt siyasetinde herhangi bir kimse gerçekten
suistimal etmişse ve bireysel çıkar sağlama durumu söz konusu olmuşsa,
herkesten önce Kürt siyaseti yönelmelidir ve zaten bildiğimiz kadarıyla
Kürt siyaseti de bu tür durumlarda yöneliyor ve fırsat vermiyor. Bir de
bu makamlara gelenler çıkar sağlamak ve zengin olmak için değil, halkına
hizmet etmek amacıyla gelmektedir. Daha önce belediye başkanı olup da
zengin olanlar var mı? Bunu gösterebilirler mi? Onlar da çok iyi biliyor
ki bunlar fedakarca çalışıyor, halka hizmet ediyorlar. Onlar da bundan
korkuyorlar. Onların korkusu BDP belediyelerinin ranta bulaşmamasıdır.
Onların korkusu BDP belediyelerinin halka doğru-demokratik hizmet
götürmesidir. Örnek bir belediyeciliği sergilemesidir. Onlar esas olarak
bundan korkuyorlar, bundan çekiniyorlar. Bunun için kara çalıyorlar.
Hatta bunun için belediye başkanlarını tutukluyorlar, kontrolsüzlük
gelişsin, suistimal ortamı oluşsun diye zemin hazırlıyorlar. Bu gerçeği
tüm yurtseverler ve yurtsever belediyeler bilmelidir. Çünkü Kürdistan’da
bugün alternatif bir belediyecilik gelişiyor; alternatif-demokratik
halk belediyeciliği gelişiyor. Bu, onların kofluğunu, gerçeklerini de
açığa vuruyor. İşte bunun için saldırıyorlar.
Bu konu hakkında
sonuç olarak belirteceğim; bizim herhangi bir biçimde ne belediyelerden
ne de sözünü ettikleri o diğer, kaçak vb. yollardan herhangi bir gelir
elde etmemiz durumu asla söz konusu değildir. Biz bütün bu iddiaları
reddediyoruz ve onları iddialarını ispatlamaya çağırıyoruz. Yaptıkları
iftiradır, gerçekdışıdır. Bu vicdansız, temelsiz büyük yalanlarından
dolayı tarih onları mahkum edeceği mutlaktır.
PKK İLE DEVLET ARASINDA HERHANGİ BİR GÖRÜŞME YOK*
Beşir Atalay PKK ile herhangi bir görüşme, ilişki ve irtibatın
olmadığını söyledi. Zaman zaman kimi basın organlarında da ilişkilerin
olduğu yönünde iddialar yer alıyor. Bu konuda siz ne diyeceksiniz?
Beşir
Atalay bu konuda doğru söylemiş. Bizim devletle şu an itibarıyla
herhangi bir ilişkimiz ve görüşme durumumuz söz konusu değildir. Şimdi
önceden bazı dengeler vardı. İşte İmralı’daki sistem her ne kadar tecrit
izolasyon sistemi olsa da bir ilişki biçimi vardı. Önderliğimizle
avukatların görüşmesi ve yine zaman zaman devletin Önderlikle görüşmesi
bir denge oluşturuyordu. Fakat şimdi AKP hükümeti bütün bu dengeleri
bozdu. Bütün halkaları söküp attı. Bu durum ne kadar tehlikeli bir
yönelim içerisinde olduklarını gösteriyor. Yani Kürt halkını, Kürt Halk
Önderliğini, siyasetini ve gerillasını kesin imha etme konsepti
temelinde derinleşeceklerini gösteriyor. Bu bir imha politikasıdır. Tüm
ilgili çevreler ve Kürt halkı devletin bu konuda açığa çıkan zihniyetini
iyi görmek durumundadır.
Biz aslında bunun böyle olduğunu
önceden biliyorduk. Fakat biz çözüm zihniyetini geliştirmek istiyorduk.
Sürdürülen görüşmelerin bir amacı da çözüm zihniyetini oluşturmaydı.
Önder Apo’nun çabası tümüyle buna dönüktü. Onun için uzun uzun yol
haritalarını yazdı, devlete mektuplar yazdı, protokolleri en uygun bir
dil ve üslupla dile getirdi, devlete sundu. Büyük bir çaba gösterildi.
Bu çabaların amacı, devlette -AKP iktidarında- çözüm zihniyetini
geliştirmekti. Şimdi bütün bu çabalarımıza rağmen çözüm zihniyeti değil
de bizi şiddet yöntemiyle, bastırmayla, tecritle, katliamla etkisiz
kılmayı önüne koymuş bulunuyor. Demek ki kararını vermiştir.
Bunun
için zaman zaman bazı basın-yayın organlarında -özellikle de Taraf’ta-
dönekleşmiş, dönekleşmekten öte işbirlikçiliğine kulaç atan ve
işbirlikçiliğine yatmış bazı tiplerin sürekli böyle iddiaları ortaya
atması aslında kasıtlıdır. Bu, kitlemizin tabanında beklentiye yol
açmaya dönük bir özel savaş çabasıdır; beklentiye sokup, eyleme
geçmesini önleme, daha tutarlı bir mücadele çizgisini yakalamanın önüne
geçme çabasıdır. Yoksa devlet tüm köprüleri atmış ve bizi yok etmeyi
önüne koymuştur. Bize karşı kimyasal silah kullanıyor, her türlü
kanunsuzluğu-hukuksuzluğu yapıyor. 5 aydır Önderliğimiz üzerinde
uygulanan tecridin hukukta bir yeri var mıdır? 5 bin Kürt siyasetçisinin
tutuklanmasında ne gibi bir hukuki delilleri vardır? Uluslararası savaş
yasaları ve yine Cenevre Savaş Sözleşmesi’ne göre kimyasal silahları
kullanması gerekiyor mu? Hayır. Peki, Türk devleti bunları kullanıyor
mu? Evet. ABD’yi arkasına almış, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının bir
gücü ve taşeronu olmayı kabul etmiş, bunun karşılığında da Kürt halkını
yok etme onayını almış bir devlet, vicdansız ve sömürgeci-ırkçı bir
zihniyet söz konusudur. Kimse bunlardan herhangi bir beklentiye
girmemelidir. Eğer ki zihniyette bir değişiklik olursa tamam ama bu
biçimdeki bir duruştan beklentiye kapılmak gaflettir ve doğru da
değildir.
Bu aslında bizi farklı şeylere de zorlamaktadır. Yani
biz bir halk olarak bu inkar eden, reddeden ve yok etmeyi önüne koyan
zihniyetle nasıl yaşarız? Onlar, “bizim yanımızda da bazı Kürtler var,
Kürtlerin hepsi PKK’li değil” demektedirler. Ama yapılmış Önderlik
referandumu ve seçimler var. Kürtlerin hepsi değilse de yarısından
çoğunun bu çizgiyi benimsediği ve bir çözüm istediği kesindir. Siz
sadece Kuzey Kürdistan'da bunları ne yapacaksınız? Tıpkı Dersim’deki
gibi tenkil hareketiyle temizleyeceğiz diyorsunuz ama bunu
başaramazsınız.
TÜRKİYE’YE GÖBEKTEN BAĞLI DEĞİLİZ* Ateşkes sürecinin bir kez daha gelişme durumu söz konusu mu?
Şimdi
bu zihniyet karşısında biz de farklı alternatiflere yönelmek zorundayız
ve biz önümüzdeki süreç açısından bunu tartışmaktayız. Biz Türkiye’ye
göbekten bağlı bir halk değiliz. Eğer Türkiye, bütün çabalarımıza rağmen
özgür kimliğimizle ortak-bir arada yaşamamızı kabul etmiyorsa, o zaman
biz farklı seçeneklere yönelmek zorundayız. Biz hareket ve halk olarak
farklı alternatifleri ve seçenekleri siyaseten tartışmak durumundayız.
Çünkü bu biçimde tüm kapıları kapatan ve bizi kimyasal silahlarla, her
türlü yöntemle yok etmek isteyen ve özgür Kürdü ısrarla kabul etmeyen,
tekçiliği bize dayatan bir sömürgeci-faşist zihniyet karşısında bizim de
halk olarak farklı arayışlara girmemiz gayet doğaldır. Ancak bir kez
daha tek taraflı ateşkes olmaz; olsa olsa artık çözüm olabilir. Yani
dokuzuncu kez ateşkes yap, sonra da operasyonların gelip gelmeyeceğini
bekle, böyle bir durum söz konusu olmaz.
TEK TARAFLI ATEŞKES YOK
Ne
zaman çözüm zihniyeti karşılıklı olarak gelişirse -ki zaten iş artık
sonuna gelmiştir- o zaman ateşkes olur ve beraberinde çözüm de gündeme
girer. Onun için evvela Önderliğimizin bizzat ifade ettiği sağlık,
güvenlik ve özgür hareket etme koşullarının yaratılması gerekmektedir.
Yine, ülkenin bir toplama kampına döndüğü bir ortamda yumuşama olması
mümkün mü? Beş bin kişi toplatılmış, toplam sekiz bin kişi zindana
atılmıştır. Böyle bir ortamda barış mümkün olabilir mi? Bu nedenle KCK
adı altında tutuklanan BDP’liler ve diğer siyasi Kürt kurum temsilcileri
bırakılmadan herhangi bir ateşkes ve yumuşama ortamı da doğmaz. O
açıdan yeni bir ateşkes aslında bir çözüm süreci anlamına gelmektedir.
Çözüm sürecinin gelişmesi de bu belirttiğim şartların yerine getirilmesi
ve çift taraflı, karşılıklı anlayışın ve karşılıklı pratik tutumun
gelişmesiyle mümkün olabilir. Bunun dışında yeni bir sürecin gelişmesi
eskinin tekrarı olacağı gibi, başarısız olan bir yöntemi denemenin de
hiçbir anlamı yoktur.
HÜKÜMET VE TÜRK BASINI KAYIPLARI GİZLİYOR*
Dört günden bu yana Diyarbakır’ın Dicle ilçesinde kapsamlı bir
operasyon var. Çatışmaların devam ettiği belirtiliyor. Farklı bölgelerde
de askeri operasyonlar var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Evet,
sizin de belirttiğiniz gibi biz de basından izliyoruz. Üç-dört günden
bu yana Amed’in Pîran alanında kapsamlı bir operasyon ve çatışma
durumunun geliştiği belirtilmektedir. Bizim şu anda bölgeyle direk bir
bağlantımız yok. O açıdan somut bilgilere sahip değiliz. Bu Pîran, Cudi
ve diğer alanlardaki operasyonlar bir kez daha savaşın gelmiş olduğu
boyutu ortaya koyuyor. Türkiye hala savaş durumunu kabul etmemekte ama
eğer bir yerde en gelişmiş savaş uçaklarını, kobraları, tankları ve akla
gelen tüm savaş silahları hem de günlerce kullanılıyorsa o yerde savaş
var demektir. Ama bugün Türk devleti bir savaşın olduğunu da kabul
etmiyor. Gerçek anlamda Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde bir savaş durumu
yaşanıyor. Başbakanın basın mensuplarıyla yani gazete, televizyon
sahipleri ve yönetimleriyle yaptığı toplantıdan bu yana Türk devleti
artık kendi kayıplarını basına ve kamuoyuna açıklamıyor. Yani ne kayıp
verirse versin kendi kayıplarını basına vermiyor. Sadece bizimkilerini
veriyor ancak onları da çarpıtarak veriyor. Doğru-dürüst bir şekilde
“sonuçları şudur” demiyor. “Teslim aldık, ikna ettik, çözüyoruz, sonuç
alıyoruz” gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki ortada bir savaş ve çatışma
durumu var. Türk basın-yayın organları bu biçimde yürüttüğü psikolojik
savaşla hem bir savaş gerçeğinin olduğunu göz ardı etmiş oluyor,
perdeliyor hem de hareketimize karşı sürekli olumsuz bir fotoğraf
çizerek, kendilerinin başarılı, bizim de başarısız olduğumuzu göstermeye
çalışıyorlar. Durum böyle değil.
ÇUKURCA BİR DAHA TEKRARLANMAZ
Öncelikle
şunu belirteyim: Ben Pîran’da “elli kişi kuşatılmış, öldürülecekler”
gibi bir şeyin gelişeceğini sanmıyorum. Yani Kürdistan özgürlük
gerillası bir kere Çelê’de bir hata yaptı. Kendine aşırı güven, düşmanı
küçümseme, yine düşmanın takibini-tekniğini dikkate almama, gerilla
kurallarına uymama gibi hatalardan dolayı Çelê’de 36 kayıp verdi. Bir
daha aynı durumun tekrarlanacağını sanmıyorum. Kuşkusuz dört-beş gündür
sürdürülen bir çatışma var; eğer bir çatışma varsa her iki taraftan da
mutlaka kayıplar vardır. Bu anlamda bizim Pîran’da kayıplarımız olmuş
olabilir ama belirtildiği gibi tüm grubun elli kişinin imha
edilebileceğini sanmıyorum. Fakat doğru olan, sonuçlarını beklemektir.
Şu anda bizim yaptığımız yorumdur.
TÜRK DEVLETİ 2011 YILINI YOK ETME YILI OLARAK PLANLADI
Ancak
genel süreç itibarıyla Türk devleti 2011 yılını bizim için bir yok etme
yılı olarak planladı. Yazar-çizerleri Tamil örneğini çok işlediler. Sri
Lanka’da nasıl yapmışlar, bu sonucu almışlar, konusunu çok
gündemleştirdiler. İran ile ittifak yaptılar. İran da bir takım Iraklı
güçlerle ittifak yapmıştı. Sözüm ona Kandil’de başlayan ve giderek de
Medya Savunma Alanlarına yayılan Tamil benzeri bir katliam sürecini
dayatacaklardı. Ancak başta Kandil’deki o kahramanca direniş ve daha
sonra gerillanın Kürdistan'ın dört bir yanında geliştirdiği direnişçi
tutumu, Türk devleti ve AKP hükümetinin bu hevesini kursağında bıraktı.
Yani başarısızdır. Bu süreçte hem AKP hükümetinin başarısızlığı ve hem
de gerçek niyeti ortaya çıktı. Bu açıdan biz kazançlıyız. Sömürgeciliğin
bugünkü amacı ve her zaman gizlediği gerçek niyeti açığa çıkmıştır.
KAYIPLARIMIZIN SAYISAL ORANI HER YILKİ GİBİDİR
Doğrudur,
bizim de bazı kayıplarımız olmadı değil. Ama bu kadar kapsamlı bir
savaş içerisinde verilen kayıplar, bizim için bir süreci kaybetme
anlamına gelmemektedir. Belki yönetim üyelerimizin de içinde olduğu bazı
kayıplar oldu ama kayıplarımızın sayısal oranı her seneki gibidir. Öyle
fazla farklı bir durum ortada yoktur. Tersine Türk devleti amaçladığı
planlamasına hiçbir biçimde ulaşmamıştır. Üzerimizde oluşturmuş olduğu
konsept direniş ve doğru politikalarla parçalandı. Bu açıdan da istediği
sonucu elde etmedi. Yine, Kürdistan özgürlük gerillası, sistemi sarsan
birçok ciddi eylemsellikle iradesini ortaya koydu. Bununla birlikte
halkımıza dönük bu kadar zulüm siyaseti, işkence ve tutuklamaya rağmen
son mitinglerle bir kez daha gösterildi ki halkımız dimdik ayaktadır.
Kürt siyaseti teslim olmadı, herhangi bir taviz vermedi. Yurtsever
direnişçi çizgide mücadelesini sürdürüyor. Önder Apo zindanda çok
dirayetli, kararlı bir biçimde anlamlı bir direnişi sürdürmektedir. Bu
açıdan Önderliğimizin direnişi Kürt siyasetinin ve halkının direnişi,
özgürlük gerillasının direnişi bütünlüklü bir duruş sağlayarak
sömürgeciliğin planlarını boşa çıkarmıştır ve daha da boşa çıkaracaktır.
Bu süreç içerisinde bizim yetersizliklerimiz ve hatalarımız da olmadı
değil. Pratik içerisinde yaşanan ciddi hata ve yetmezlikler, çizgi dışı
duruş biçimleri ortaya çıkmıştır. Biz bu önümüzdeki aylarda, bu yetersiz
yanlar ve hatalar üzerinde yoğun bir biçimde durmak ve bunları mutlaka
aşarak, daha kapsamlı, daha nitelikli, daha içerikli bir mücadele
sürecini geliştirmek durumunda olacağız. Dönem, bize başarılı olmayı
emreden bir dönemdir. Bu dönemde başarılı olmak, düşman planlarını
tümden boşa çıkartmak ve amaca ulaşmak kesin bir gerekliliktir. Bunun
dışındaki tarzlarda ısrar etmek hatalı bir duruşta ısrar etmek anlamına
gelmektedir. Bu açıdan birçok bölgede, gerek askeri-savunma alanında,
gerekse de siyasi-serhildan alanında yaşanan yetmezlikler olmuştur ama
bunlar aşılamayacak yetmezlikler değildir. Bu nedenle bunlar, çok yönlü
yoğunlaşma ve derinleşmeyle, mutlaka aşmamız gereken hususlardır.
LOZAN’IN AŞINMASI BUGÜN GÜNDEMDEDİR, HALKIMIZ ARTIK KAZANACAKTIR
Artık
önümüzdeki süreç bir yerde halkımızın geleceğini belirleyecek olan bir
süreçtir. Özellikle Ortadoğu’da gelişen konjonktürel durum Kürt halkının
özgürlük mücadelesinin bastırılması değil, özgürlük mücadelesinin
başarılması için çok uygun zeminler yaratmış bulunmaktadır. Zaten Türk
sömürgeciliğinin en büyük korkusu budur. Bunun önüne geçmek, Kürt
halkını Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması sürecinde de statüsüz
bırakmak için bu kadar can havliyle çalışıyor. Halkımızın hem Kuzey
Kürdistan'da hem Batı Kürdistan'da hem de Güney ve Doğu Kürdistan'da
gelişen mücadele süreci bugün çok tarihi bir aşamaya gelmiş
bulunmaktadır. Halkımız artık kazanacaktır. Yani Lozan Antlaşması
sürecinin aşınması bugün gündemdedir. Ortadoğu’nun yeniden
şekillendirilmesinde Kürt halkı da temel bir aktör olarak yerini
alacaktır. Bunun önüne hiçbir sömürgeci saldırı geçemez. Gelecek
kesinlikle bizimdir. Bu geçen pratik süreç bu konuda bizi daha fazla
cesaretlendirmiştir, bu kesinlikle böyledir. Bizim bu konuda gelişen
mücadele süreci içerisinde yetersiz yanları görmemiz; hem siyasi alanda,
serhildan alanında, hem askeri alanda, hem dış alanda yaşanan yetmez
durum ve tutumları gözden geçirip, onları gidermemiz; daha yetkin, daha
sonuç alıcı ve daha profesyonel bir mücadele ile süreci kazanmamız,
Kürdistan halkının artık özgürlük yürüyüşünün başarılı bir sürece girme
dönemi böylece gündemimizde bulunmaktadır.
KAYIPLAR VEREBİLİRİZ AMA KAZANMAYA KARARLIYIZ
Biz
halk olarak ne pahasına olursa olsun bu süreci kazanmaya kararlıyız.
Kayıplar verebiliriz, bu mümkündür. Geçmişte bir kerede yüz elli, yüz
yirmi, doksan kişilik kayıpları toplu bir biçimde verme süreçlerini de
yaşayan bir hareketiz. Şimdi 36 kayıp veya bazı kayıplar verdik diye
farklı sonuçlara gitme, asla söz konusu değildir. Biz sürekli yenilenen,
kendisini yeniden ve yeniden örgütleyebilen, büyüyen, büyümesi de
hiçbir zaman durdurulamayan bir hareketiz. Bu son birkaç ayda bile
gelişen katılımlarla, yine halkımızın gelişen desteğiyle en güçlü bir
ideolojik, siyasal, örgütsel pozisyonu kazanmış bulunuyoruz. Ama
önümüzdeki süreç bizim için tarihi bir süreçtir. Tüm güçlerimizin bu
sürece kendisini en büyük bir çaba ve fedakarlıkla hazırlaması
gerekmektedir. Çünkü önümüzdeki süreç esas olarak geleceği belirleyecek
olan bir süreç olmaktadır. O açıdan bizim mücadelenin bütün alanlarında
kendimizi bu yeni final dönemine hazırlamamız önem taşımakta. Hem güncel
olarak Önderlik tecridine karşı halkımızın kitlesel mücadelesi, hem
örgütsel hazırlık ve eylemsellik düzeyi, hem de genel olarak süreci
yoğunlaşarak, hazırlanarak cevaplama durumumuz geleceği belirlemede
önemli bir role sahip olacaktır.
ANF NEWS AGENCY