20 Aralık 2011 Salı

Dünya Komünistleri: Kürtlerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı Vardır

Ankara'da bir araya gelen Tunus, İspanya, Ekvador ve Filistinli komünistler, neoliberal kapitalizme karşı halklara birlikte mücadele çağrısı yaparken, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı bulunduğunu belirtti.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Konferans Salonu’nda, Ekonomi Topluluğu ve Evrensel Kültür Merkezi tarafından "Kriz Emperyalizm ve Müdahale" konulu panel düzenlendi. Panele Ekvador, Tunus, İspanya ve Filistin Komünist partilerinin temsilcileri katıldı. İlk konuşmayı yapan Tunus İşçileri Komünist Partisi Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Monder Kalfaoui, Tunus halkının bir devrim süreci içinde olduğunu ifade etti. Tunuslu gençlerin sosyal medya üzerinden örgütlenerek, hükümeti devirdiğini söyleyen Kalfaoui, halkın yüzde 46'sının katıldığı seçimlerde yüzde 40 oy alan ABD yanlısı, kendilerinin hiç bir talebine karşılık vermeyen bir iktidar ortaya çıktığını dile getirdi. Tunus halkının devrim sürecinin başarıya ulaşıp ulaşmayacağının verecekleri mücadeleye bağlı olduğunu söyleyen Kalfaoui, "Bize emperyalizmin uşağı, kendi ülkesinde tüm demokratik hakları ayaklar altına alan Türkiye model olarak sunuluyor. Mevcut hükümet, ABD işbirlikçisidir. Şu an devam eden bütçe görüşmelerinde neoliberal ekonominin, uluslararası şirketlerin çıkarları gözetiliyor. Bizim on yıllardır verdiğimiz mücadele, gençlerdeki enerjiyi açığa çıkardı. Şu an 3 milletvekilimiz var. Bize bakanlık teklif ettiler, ancak biz halkın çıkarları adına muhalefet yapacağımızı söyledik. Yani mücadelemiz devam ediyor. Yeni meclis, kurucu meclis görevini üstlendi ve yeni bir anayasa çalışması yürütüyor" dedi. Kalfaoui, dünya halkalarının özgürlük, emek ve demokrasi mücadelesinde ortaklaşması gerektiğini, ezilenlerin böylelikle kurtulacağını belirtti.


'Katalan, Bask ve Galiçyalılar kendi kaderlerini belirlemeli'


İspanya Komünist Partisi Genel Sekreteri Raul Marco da, Lenin'in söylediği "Avrupa Birliği mümkün değildir. Olsa bile sömürücülerin birliği olur" sözüne atıfta bulunarak, Avrupa'daki krizin Lenin'i doğruladığını ifade etti. İspanya'da aktif nüfusun yüzde 20'sine denk düşen 5 milyon kişinin işsiz olduğunu söyleyen Marco, gençler içinde bu oranın yüzde 40'ları bulduğunu belirtti. Memur ücretlerinin yüzde 5 aşağı çekildiğini, Ocak ayında yüzde 10 daha çekileceğini söyleyen Marco, emeklilik yaşının yükseltilip, maaşlarının düşürüldüğünü, sendikal muhalefet olmasına rağmen konfederasyonların hükümet yanında yer aldığını dile getirdi. Kötü tabloya karşı Madrid'de "öfkeliler" diye adlandırılan ve gençlerin öncülük ettiği bir muhalif grubun gece gündüz eylem yaptığına değinen Marco, gençlerin yanında yer aldıklarını belirtti. Avrupa Emperyalizmi'nin başına Alman Cumhurbaşkanı Merkel'in geçmesi ile daha tehlikeli bir hal aldığını söyleyen Marco, "Sarkozy'inin de desteğini alarak AB'nin temelini oluşturan sözleşmeler yeniden tartışmaya açıldı. Bu emperyalist saldırılara karşı halkların birliğini esas almamız lazım. Bizim için sosyalizmden başka kurtuluş yolu yoktur" diye konuştu. Marco, İspanya'daki Katalan, Bask ve Galiçyalıların kendi kaderlerini tayin hakkını savunduklarını, aynı düşünceyi Kürt halkı içinde paylaştıklarını kaydetti.


'Suriye'ye emperyalizmin müdahalesini kabullenmiyoruz'


Daha sonra konuşan Ekvador Demokratik Halkçı Hareket (MDP) Başkan Yardımcısı ve Milletvekili Geovanni Javier Atarihuana Ayala, ABD kaynaklarına göre dünyada 1 milyar insanın açlık sınırında olduğunu belirtti. Açlığın kapitalizmin yarattığı bir sorun olduğuna değinen Ayala, Latin Amerika ülkelerinde de zengin yoksul uçurumu olduğunu ifade etti. Latin Amerika'daki doğal kaynakların emperyalist ülkeler tarafından yağmalandığını söyleyen Ayala, "Son 20 yıldır Latin Amerika'da neoliberalizme karşı halkımız mücadele ediyor. Sözde ilerici, demokrat hükümetlerimiz halkın kaynaklarını sermayeye peşkeş çekiyor. Ülkemde 4 kişiden sadece 1'inin daimi işi var. Halklar bu duruma isyan ediyor. Bizler her ülke mücadelelerinin birleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kapitalizmin nasıl ki, uluslararası kimliği var ise halklarda uluslararası bir kimlik kazanmalıdır" dedi. Ayala, toplumsal özgürlüğün kapitalizmin son bulması ile yaşamsallaşacağını söylerken, Suriye halkının kendi sorunlarını çözmesi gerektiğini, emperyalizmin müdahalesini kabullenmeyeceklerini belirtti.


'Mahmut Abas ABD'nin kontrolünde'


Son olarak konuşan Filistin Komünist Partisi Genel Başkan Yardımcısı Abdulrauf Kadri ise, Filistin halkının her gün onlarca yurttaşını emperyalist, siyonist saldırılarda yitirdiğini kaydetti. Filistin’deki Mahmut Abbas hükümetini ABD'nin kontrolünde ve halkına ihanet eden gerici bir hükümet olarak niteleyen Kadri, "Toplumsal eşitlik için mücadele ediyoruz. Halkların birlikte hareketi emperyalizm ve siyonizmi yok edecektir" dedi. Kadri, Kürt halkının da kendi kaderini tayin etme hakkının bulunduğunu sözlerine ekledi.

Eski Bakan: Beni İtirafçıya Öldürtüp, PKK’nin Üzerine Atacaklardı

KENAN KIRKAYA
(DİHA: Bu haberi yapan muhabirimiz şu an gözaltında)

ANKARA (DİHA) – Kürt sorununda karanlık dönem olarak nitelendirilen 1990’lı yılların tanığı ve aynı zamanda ölüm listesinde “PKK’ye yardım ettiği” gerekçesiyle ismi bulunan eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ziya Halis, bu listelerin ilk olarak Kürt basını tarafından yazıldığını ancak ölümlerin durdurulamadığını söyledi. Kendisinin öldürülüp, PKK’nin üzerine atılması için Kırklareli Cezaevi’nde Tekin Gencer isimli bir PKK itirafçısıyla görüşüldüğünü ve bunun da Adalet Bakanlığı tarafından kabul edildiğini belirten Halis, “O dönem yaşananları engelleyemediğimiz için yüzüm kızarıyor” dedi

Son günlerde yeniden gündeme gelen “faili meçhul cinayetler!” ve ölüm listelerine yönelik tartışmalar sürüyor. Bu konunun yoğun bir şekilde tartışıldığı bir dönemde faili meçhul cinayetlerden tutuklanan Özel Harekat Timleri’nin serbest bırakılması ve Hakikatler Komisyonu kurulmasına yönelik muhalefet önergelerinin AKP tarafından reddedilmesi, “bu gerçeklerle yüzleşilmek istenmiyor” diye yorumlanıyor. Dönemin tanığı ve ölüm listelerinde ismi olan eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ziya Halis, ölüm listelerinin ilk olarak Kürt basını tarafından gündeme getirildiğini söyledi. 90’lı yılları “Çok büyük acılar yaşandı, her türlü hukuk dışı uygulama yapıldı” sözleriyle tarif eden Halis, “O yılları insanları öldürüldüğü, failli meçhul cinayetlerin yaşandığı, işkencenin yoğunlaştığı, haksız ve hukuksuzluğun bir kural haline geldiği yıllar olarak hatırlıyorum” dedi


‘O dönem hayal kırıklığı ve yüz kızartıcıydı’


“O dönem benim açımdan hayal kırıklığı ve yüz kızartıcı bir dönemdi” sözleriyle dile getiren Ziya Halis, bütün yaşananların ortaya çıkması ve geçmişle yüzleşilmesi gerektiğini ifade etti. 90’lı yılların kaotik yıllar olduğuna işaret eden Halis, isminin ölüm listelerinde yer almasına ilişkin süreci de ayrıntılı bir şekilde anlattı. Halis, 1995 yılında Almanya’dan bir tanıdığının kendisini arayarak, isminin ölüm listesinde yer aldığını bildirdiğini belirterek, süreci ilişkin şunları anlattı: “Orada Özgür Politika Gazetesi Cem Ersever grubundan kaçan ve yurtdışına sığınan biriyle iki sayfalık bir röportaj yapmıştı. Behçet Cantürk, ben ve birçok kişinin de içinde yer aldığı 30-40 kişilik bir ölüm listesinden bahsediyordu. 1995’in başıydı. Gazeteyi temin ettim. Hem öncesinden hem de bu röportaj sonrasında insanlar teker teker öldürülüyordu. 1995 Mart ayında DYP-SHP koalisyonun da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı oldum. 26 Eylül tarihinde Yeni Yüzyıl Gazetesi manşetten ‘Çalışma Bakanı PKK’den suçlandı’ diye bir haber yayınladı. Bu haberde 197 kişilik bir liste yayınlanmıştı. Orada benim ismim de vardı. Bunu avukatım aracılığıyla mahkemeye verdim. Haber kaynağı İçişleri Bakanıydı. Mahkeme savunma isteyince İçişleri Bakanı listeyi kabul etti ve listenin Jandarma istihbarı tarafından duyumlara dayalı olarak hazırlandığını söyledi. Mahkeme İçişleri Bakanlığı’nı o dönemin parasıyla 100 milyon liralık bir tazminata mahkum etti. Mahkeme, ‘liste var, ama devlet sırı olduğu için açıklayamayız’ dedi. Bu listede ölümler bir yere kadar geldi sonra durdu.” 


Halis’i PKK itirafçısına öldürtüp, PKK’nin üstüne atmak istiyorlar


Halis, hatta kendisini öldürmesi için dönemin askeri ve emniyet yetkililerinin cezaevinde bir PKK itirafçısıyla görüştüklerini de belirterek, “Kırıkkale’de tutuklu bulunan Tekin Gencer isimli itirafçı bu planı daha sonra mahkeme de açıkladı. Başkomiser Fevzi isimli biri ile Alaattin Kanat ve Yeşil; cezaevinde Gencer’i ziyaret ediyorlar. Beni öldürmesini istiyorlar. Bunu Gencer önce kabul ediyor. Bunu çıkıp mahkeme de kabul etti ve bir de yazılı savunma verdi. Beni öldürüp PKK’nin üstüne atmak istiyorlar. Bununla PKK ve Alevileri karşı karşıya getirmeyi amaçlıyorlar. Gencer sonra çok düşündüğünü ve ‘eğer bunu yaparsam beni rahat bırakmazlar, sürekli adam öldürmek zorunda kalırım’ diyerek vazgeçtiğini söylüyor. Sonra bizim avukatımız görüştü. Gencer aynı bilgileri bize de teyit etti” diye konuştu


Adalet Bakanlığı cezaevindeki tetikçilik pazarlığını kabul ediyor


Halis, bu olayı öğrendikten sonra parlamento dışında olduğu için tanıdığı bir milletvekili arkadaşı vasıtasıyla Adalet Bakanlığı’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdirdiğini de belirtiyor. Halis, “Bakanlık verdiği cevap yazısında, ‘Biz değil Gencer bu görüşmeyi istedi’ diyerek, yapılan bu görüşmeyi ve teklifi ret etmiyor” diye konuştu.


‘O dönemleri hatırlayınca yüzüm kızarıyor’


Bütün bu yaşananlara ve ortadaki bilinen gerçeklere rağmen bu dönemle hesaplaşılmamasını yargının bağımsız olmaması ile açıklayan Halis, “Yargının bu durumu da incelenmelidir. Çarkın itiraf ediyor, isim veriyor ve bu insanlar yurtdışı yasağı dahi konulmadan serbest bırakılıyor” diye konuştu. Bu dönemden esas olarak o dönemin SHP’sini de sorumlu tutan Halis, “Bizim partinin bu olaylara dahli yoktu, ama uygulamalardan o dönemin hükümeti sorumluydu. Biz seyirci kaldık, hükümetten çekilebilirdik. Ben çok söyledim, ama bunu yapamadığımız için şimdi o dönemlerde işlenen suçlara karşı yüzüm kızarıyor” dedi.


‘AKP’nin demokrasi derdi yok, iktidar derdi var’


Bütün bu durumları açıklığa kavuşturulması için Hakikatler Komisyonu kurulmasını talep eden Halis, “AKP demokrasiyi içselleştirmiş değil. Çok pragmatik davranıyor. Bir yandan Dersim’den bahsediyor, ama öte yandan bu komisyon önerilerini reddediyor. AKP istese bugün Kürt sorunu, Alevi sorunu ve daha birçok sorunu çözebilir, ama yapmıyor” dedi. Halis, AKP’nin derdinin demokrasi değil kendi iktidarını kurumsallaştırmak olduğunu belirtti.

Karayılan: Farklı Seçenekleri Tartışıyoruz, Türkiye'ye Göbekten Bağlı Değiliz

Deniz Kendal / Gülistan Tara-ANF

Söyleşi / 11:40 / 20 Aralık 2011 
Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP hükümetinin saldırılarına dikkat çekerek, “bu zihniyet karşısında” farklı alternatiflere yönelmek zorunda olduklarını ve önümüzdeki süreç açısından bunu tartıştıklarını söyledi. Karayılan “Biz Türkiye’ye göbekten bağlı bir halk değiliz” dedi. Lozan Anlaşması sürecinin aşınmasının gündemde olduğunu vurgulayan Karayılan, “Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde Kürt halkı da temel bir aktör olarak yerini alacaktır. Bunun önüne hiçbir sömürgeci saldırı geçemez. Gelecek kesinlikle bizimdir” dedi.

ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın KCK operasyonlarına ilişkin açıklaması, BDP’li belediyelere yönelik baskınlar, Dicle’deki çatışmalar ve PKK ile devlet arasında görüşmeler olup olmadığı konusunda önemli açıklamalarda bulundu.

ATALAY’IN AÇIKLAMASI BİR İTİRAFTIR
*Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay “sınır ötesinden KCK’ye kadar yapılan bütün operasyonların devlet ve hükümet tarafından ortak bir koordinasyon altında yürütüldüğünü, bütün bunların tartışılmış, kararlaştırılmış bir çerçevede yürütülmekte olduğunu” belirtti. Atalay’ın bu açıklamaları ne anlama geliyor?

Öncelikle TC açısından son dönemlerin bir kara lekesi olan ve Hayata Dönüş adı altında yapılan operasyonlarla 30 devrimci militan ile iki askerin ölümüne yol açan katliamın 11. yıldönümünde bu vahşi katliamı yapanları nefretle kınıyor ve yaşamını yitiren devrimci militanları anıyorum. Ayrıca Türk devletinin derin güçlerinin Kürt halkına ve Alevi halkımıza gözdağı vermek, sindirmek ve göçertmek için 33 yıl önce gerçekleştirdiği Maraş Katliamı’nda yaşamını yitiren bütün insanlarımızı anıyor, bu katliamı gerçekleştiren sömürgeci-faşist devlet gerçeğini büyük bir nefretle kınıyorum. Halkımızın ve yaşamını yitiren tüm devrimci-yurtsever insanlarımızın anıları özgürlük mücadelemizde yaşayacak, zulüm kaleleri bu mücadeleyle yerle bir edilecektir. Bütün katliamlardan hesap sormak üzere yola çıkan PKK hareketinin kuruluş sürecine denk gelen bu katliam, mücadelemizin yükseltilmesinde önemli bir etki yaratmış ve bugün de bu etki ve onların bıraktığı direniş mirası mücadelemizi başarıya taşıyacaktır.

Şimdi sormuş olduğunuz soruya yanıt verecek olursam, Beşir Atalay’ın bu açıklaması gerçek anlamıyla tam bir itiraftır. Biz hareket olarak ve Kürt tarafı olarak üç yıldan beri bunu dile getiriyorduk. KCK adı altında yürütülen operasyonların hukuki olmadığını, siyasi bir karar temelinde yürütüldüğünü, amacın Kürt siyasetine karşı bir soykırım politikasını uygulamak olduğunu, bununla esas olarak Kürt siyasetini ve Kürt toplumunu teslim almak istediklerini hep vurguladık. Yine bununla birlikte Önder Apo’ya dönük geliştirilen tecrit politikalarını, hakeza gerillaya karşı geliştirilen askeri operasyonların bir bütünlük arz ettiğini hep söylüyorduk. Şimdi Beşir Atalay da bunların böyle olduğunu ve kendilerinin devlet ve hükümet adına bütün bu operasyonların kararlarını almış olduklarını itiraf etmiş olmaktadır. Bu bizi doğruluyor ve aynı zamanda savaşı kimin tarafından başlatıldığını da açıkça ortaya koyuyor. Tüm Türkiye toplumu, demokrasiden ve barıştan yana olan tüm Kürdistan halkı bu biçimiyle tüm gerçekleri çok daha iyi görmüş oluyor.

KÜRT HALKINA KARŞI TOPYEKÜN SAVAŞ VE SALDIRI VAR

Kürt halkına karşı bir topyekun savaş ve saldırı vardır. Bu savaş sadece silahlı güçlere dönük bir savaş değil, tüm Kürt toplumuna karşı başlatılmış bir savaştır. Özgür Kürt adına ne varsa hepsi hedeflenmektedir. Sorun örgüt üyesi olup olmama değildir. Zaten “Terörle Mücadele Yasası” adı altında çıkarılan yasada örgüt üyesi olmazsan bile “örgüt adına suç işledin” denilerek, herkesi hedeflemiş bulunmaktadırlar. Bu topyekun bir saldırıdır; Kürt halkının özgür iradesini parçalama, bitirme ve teslim almadır. Bunun Dersim’de yürütülen tenkil hareketinden çok fazla bir farkı yoktur, onun aynısıdır. Sivil alandakileri tutukluyor, işkence uyguluyor; Önderlik üzerinde ağır tecrit ve psikolojik işkence uyguluyor; direnen kesimleri de kimyasal silah dahil her türlü silahla yok etmeye çalışıyor. Kürdistan’da tam bir faşist sistemle binlerce insan sudan bahanelerle adeta toplama kamplarında toplatılmışlardır. Bugün 5 bine yakın Kürt siyasetçisi içeriye atılmış ve rehin tutulmaktadırlar. AKP-Gülen siyasetinin Kürt Halk Önderi’ne karşı uygulamaları insanlık dışıdır. Her türlü ahlaki tutumdan çok uzak bir saldırı biçimidir ve namertçedir.

AKP VE CEMAAT’İN İFTİRA DALGASI

Önderliğimiz bir halk önderidir ve şu an tutukludur. Orada üzerinde tecrit ve baskı uygulayarak, psikolojik işkence gerçekleştirerek, geri adım attırmaya çalışıyorlar. Önderlik üzerindeki tecrit ve işkence, tüm Kürt halkı üzerindeki tecrit ve işkencedir. Önderlik üzerindeki bu ağırlaştırılmış tecrit ve hele hele en son avukatların da tutuklanması, barışa giden köprülerin sökülüp atılmasıdır. Yapılan tecrit tüm Kürt ulusuna yapılmış bir tecrittir, gerçekleştirilen saldırı barışa karşı yapılmış bir saldırıdır. Bunun için de sadece Özgürlük Hareketi’nin mensupları değil, Kürdistan’da “ben onurlu bir Kürdüm” diyen her Kürdistanlı Önder Apo’ya karşı uygulanan bu tecride karşı tutum sahibi olmalıdır. Türkiye’de “ben demokrasiden, özgürlüklerden, halkların kardeşliğinden, barıştan yanayım” diyen tüm Türkiyeli kesimler de bu insanlık dışı tecrit sistemine karşı tutum sahibi olmalıdırlar. Çünkü bu tecrit politikası hukuksuzdur, ahlaki bir temeli yoktur ve tüm Kürt halkına karşı yapılmış bir saldırıdır. Sözüm ona orada baskı uygulayarak, geri adım attıracaklar. Ama şunu da bilmeliler ki Önder Apo denenmiş, sınanmış, çelik bir iradeye sahip bir halk önderliğidir. Kendi halkı adına fedaice yola çıkmış bir Önderliktir ve orada onun sürdürdüğü direnişçi tutum tüm halkımız için bir mesajdır. Türk devleti bu uygulamalarından asla sonuç almayacaktır.

Bugün Kürt siyasetine karşı resmen bir iftira dalgası başlatılmıştır. Bu, AKP’nin ve Cemaat’in Kürt siyasetine atmış olduğu bir iftiradır. Güya kendilerinden önceki iktidarlar ‘90’larda Kürt siyasetini baskı ve faili meçhullerle tasfiye etmek istemiş ancak başaramamışlar, bunlar da kanuni iftira yollarıyla yapacaklarını sanıyorlar. Para-pul dökerek, bazılarını ihanet ettirerek, aralarına nifak tohumları ekerek ve herkesi rehin alıp-içeri atarak sonuç alacaklarını sanıyorlar. Yürürlükte olan sömürgeci hukuk ve yasaları olmakla birlikte esasta, istedikleri kişiye istedikleri suçu yükleyip kanuni işlem yapıyoruz diye içeri atıyorlar. Ortada hukuk diye bir şey yoktur; sömürgeci uygulama vardır. Ancak bu halk artık teslim olmayacaktır; Kürdistan halkı bunların bu çirkef-sömürgeci amaçlarına ve ırkçı politikalarına artık boyun eğmeyecektir.

ARTIK TUTUKLAMALARIN BİR DOZAYI, SINIRI KALMADI

Bunlar “Bugün bölge halkları sokaklara dökülmüş; özgürlük ve demokrasi istemektedir. Eğer Kürt halkı da bu arada bir çıkış yaparsa, Kürt sorunu kontrolden çıkar. Kürt halkı bir statü kazanmasın” diye bu saldırıları geliştirilmektedirler. Bunu artık herkes görmelidir. Dolayısıyla Kürt halkına karşı bir soykırım, bir zulüm siyaseti, faşizan-sömürgeci uygulamalar vardır. Halkımızın buna karşı her biçimde direnmesi meşrudur ve tabii ki hakkıdır; aynı zamanda bu bir yurtseverlik gereğidir. Eğer gerçekten bu halk ezilip, yok olmak istemiyorsa bu iğrenç siyasete, tecride ve bu soykırım politikasına karşı bütün gücüyle direnmek zorundadır. Halkımız bunu fark etmiştir, bunun idrakındadır ama daha fazla örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Bu konuda bir yandan eylem diğer yandan örgütlenmesi gerekmektedir. Bunu bilen devlet, sürekli bir biçimde saldırarak ve tutuklamalar yaparak örgütlenmeye fırsat vermek istememektedir. Bir yerde miting oluyor, miting ardından tekrar saldırı başlıyor ve tutuklamalar oluyor. Neden? Çünkü mitingin sonuçlarının örgütlenmeye dönüşmesini engellemek istiyor. Çünkü halkımızın örgütlenmesinden-gücünden korkuyor. Onun için operasyonları ve tutuklamaları çığırından çıkarmış ve topluma dönük pervasız bir savaş biçiminde geliştirilmektedir. Yani artık bunun bir dozajı, bir sınırı yoktur. Hayâsız bir biçimde her türlü hukuk ve ahlak dışı yöntemlerle bu operasyonları sürdürmektedirler.

BİR GERİLLANIN YILLIK GİDERİ 700 DOLAR* Başta Batman olmak üzere BDP’li belediyelere dönük çeşitli operasyonlar geliştirildi. Örgütün mali birimine yönelim olduğu iddia ediliyor. Yine daha önce Başbakan, Alman vakıfları aracılığıyla belediyelerin örgütünüze para aktardığını iddia etmişti. Bu son operasyonun da daha çok bu çerçevede gelişen bir operasyon olduğu belirtiliyor. Bu konu hakkında neler belirteceksiniz?

Hareketimize karşı çok kapsamlı bir psikolojik savaş süreci gündemdedir. Yürüttüğümüz mücadele dünyanın en temiz, dürüst, sade ve kutsal bir özgürlük mücadelesidir. Gerçekleri tersyüz ederek Kürt Özgürlük Hareketi’ni kötü ve “terörist” olarak göstermek için mafyavari yöntemlerle para elde ettiğinden-eroinle uğraştığından tutalım da her türlü yalan senaryolar üreterek saldırmakta ve uluslararası güçleri de etkilemeye çalışmaktadırlar. Bu tür iddiaların hepsi yalandır. Bu sorunuz üzerinden bu konuya biraz açıklık getirmemde fayda vardır: Birincisi hareketimiz Ortadoğu’da özgücüne dayanan, hiçbir yerden yardım-destek almadan, salt kendi halkının ödediği aidatlarla, yaptığı maddi katkılarla beslenen, mütevazı bir yaşamı sürdüren ve özgücüne dayanan tek harekettir. Bu yalan haberleri üreten alçaklar gelip de içimizde yaşasalardı, Kürdistan özgürlük gerillasının ne kadar mütevazı bir yaşamı yaşadıklarını görselerdi, herhalde bu yalanlarından utanırlardı. Yani öyle yalanlar üretiyorlar ki sanki biz milyon dolarlarla oynuyoruz! Halbuki Kürdistan’da her bir gerillanın yıllık bütün gideri yedi yüz dolar civarındadır. Bu kadar mütevazı yaşıyor, bu kadar büyük bir fedakarlıkla en mütevazı bir yaşamı yaşayan bu hareketin insanları hakkında hiç kimse farklı iddiaları ileri süremez. İleri sürse de ispatlayamaz, çünkü temeli yoktur. Bazı Türk ve Amerikalı istihbarat elemanlarının ortaklaşa çıkardıkları sözüm ona PKK ile ilgili “The PKK” diye bir kitap da varmış. Baştan sona kadar saçmalıklarla dolu bu kitapta bizim neredeyse Afganistan ile Türkiye ve Avrupa arasındaki tüm eroin trafiğini yönlendirdiğimizi iddia etmektedirler. Bu çok büyük bir yalan ve çarpıtmadır. Tek bir yerde tek bir olayla ilgili, hareketimizin herhangi bir bağlantısını ispatlarlarsa biz her türlü cezaya razı oluruz. Böyle bir şey yoktur. Biz hem ahlaki hem de ilkesel olarak ve her açıdan tümüyle kaçakçılığa ve sözü edilen, adını bile ağzıma almak istemediğim maddelerin kullanımına karşı olan bir hareketiz. Hiçbir ilişki ve alakamız yoktur ve kimse de bunu ispatlayamaz.

AKP BELEDİYELERİ BİR YEMLİK, BİR RANT SAHASI OLARAK GÖRÜYOR

İkinci olarak ise, biz belediyelerden sözünü ettikleri gibi herhangi bir maddi çıkar beklemiyoruz ve de sağlamıyoruz. AKP demokratik Kürt siyasetinin belediyecilik anlayışının kendi anlayışı gibi olmadığını biliyor ama topluma yansıtırken kendi belediyecilik anlayışını bu belediyelerin üzerine yıkarak yıpratmaya çalışıyorlar. Onlarda belediye başkanı olan her bir kimse akrabalarıyla ve çevreleriyle birlikte milyoner oluyor. Belediyeleri bir yemlik, bir rant sahası olarak görüyorlar. Biz ise toplumu kazanmak için hayatını ortaya koyan insanlarız; her gün kan döküyoruz. Dolayısıyla biz herhangi bir biçimde bize yakın olan belediyelerin rant sağlayıp-maddi çıkar elde etmesini asla kabul edemeyiz. Halka hizmet etmelerini, halkı kazanmalarını esas alırız. Çünkü biz halkı kazanmak için, doğruları halkımıza göstermek için her gün hayatımızı ortaya koyan bir hareketiz. Kalkıp da maddi çıkarlar için hizmetten ya da şeffaf, demokratik-özgür belediyecilikten vazgeçebilir miyiz? Asla. Ona tek bir toz düzeyindeki bir lekenin bile düşmemesi için her şeyi yaparız.

Şimdi sözüm ona Batman’da bazılarını yakalamışlar. Eğer onlar suistimal etmişlerse biz de sonuna kadar cezalandırılmalarından yanayız. Belediyelerde dürüst çalışmayan kim olursa olsun biz de elimizden gelirse cezalandırırız ve o tür kesimlere yol vermeyiz. Hiçbir Kürt yurtsever örgütü-kurumu-partisi de yol vermemeli. Devlet de adil yaklaşıp, bunu tespit edip yönelseydi biz de bundan hoşlanırdık. Çünkü biz de bu belediyelerin halka doğru hizmet götürmelerini, kimsenin buradan bireysel çıkar sağlamamaları gerektiğini ısrarla vurgulayan bir siyasi anlayışa sahibiz. Ama gel gelelim ki bütün bu yalan-dolanlar, aslında temiz, şeffaf, ranta bulaşmayan, özgür-demokratik Kürt siyasetinin geliştirdiği Kürt belediyeciliğine leke düşürmeye dönük girişimlerdir.

AKP VE CEMAAT BASINI PSİKOLOJİK SAVAŞ DAİRESİ GİBİ

Ben her bir kimse için yüzde yüz kefil olamam. Bazıları şöyle veya böyle faydalanmak istemiş de olabilirler. Ancak bunların da elde bir koz gibi kullanılıp, tüm belediyelere yönelme ya da tüm belediyeleri karalamak amacıyla tertiplendiği açıktır. Çünkü bizim bilebildiğimiz kadarıyla BDP’nin denetleme kurulları vardır, sistemi vardır. AKP ya da CHP’de olduğu gibi her belediye başkanı dilediğini yapar diye bir sistem yok; kendince denetleyen bir sistemi olduğunu biliyoruz. Kısaca KCK Mali Birimi üyesi gibi söylemlerin hepsi birer safsatadır. Bunlar, Kürt siyasetini ve Kürt demokratik belediyeciliğini lekelemek için uydurulmuş safsatalardır. AKP bu belediyeleri almak için çok çeşitli yöntemleri denedi, sandıkta yenildi. Zaten 2009 Yerel Seçimleri ardından almış olduğu yenilgiden dolayı adeta intikam alırcasına bu KCK adı altındaki operasyonlara start verdi.

Tüm halkımız bilmeli; hareketimize karşı çok yoğun bir psikolojik savaş ve bir karalama faaliyeti vardır. AKP ve Cemaat basın-yayın organlarının her birisi birer psikolojik savaş dairesi gibi çalışmaktadırlar. Bu konuda ürettikleri her şey yalandır. Herhangi bir belediyede ve Kürt siyasetinde herhangi bir kimse gerçekten suistimal etmişse ve bireysel çıkar sağlama durumu söz konusu olmuşsa, herkesten önce Kürt siyaseti yönelmelidir ve zaten bildiğimiz kadarıyla Kürt siyaseti de bu tür durumlarda yöneliyor ve fırsat vermiyor. Bir de bu makamlara gelenler çıkar sağlamak ve zengin olmak için değil, halkına hizmet etmek amacıyla gelmektedir. Daha önce belediye başkanı olup da zengin olanlar var mı? Bunu gösterebilirler mi? Onlar da çok iyi biliyor ki bunlar fedakarca çalışıyor, halka hizmet ediyorlar. Onlar da bundan korkuyorlar. Onların korkusu BDP belediyelerinin ranta bulaşmamasıdır. Onların korkusu BDP belediyelerinin halka doğru-demokratik hizmet götürmesidir. Örnek bir belediyeciliği sergilemesidir. Onlar esas olarak bundan korkuyorlar, bundan çekiniyorlar. Bunun için kara çalıyorlar. Hatta bunun için belediye başkanlarını tutukluyorlar, kontrolsüzlük gelişsin, suistimal ortamı oluşsun diye zemin hazırlıyorlar. Bu gerçeği tüm yurtseverler ve yurtsever belediyeler bilmelidir. Çünkü Kürdistan’da bugün alternatif bir belediyecilik gelişiyor; alternatif-demokratik halk belediyeciliği gelişiyor. Bu, onların kofluğunu, gerçeklerini de açığa vuruyor. İşte bunun için saldırıyorlar.

Bu konu hakkında sonuç olarak belirteceğim; bizim herhangi bir biçimde ne belediyelerden ne de sözünü ettikleri o diğer, kaçak vb. yollardan herhangi bir gelir elde etmemiz durumu asla söz konusu değildir. Biz bütün bu iddiaları reddediyoruz ve onları iddialarını ispatlamaya çağırıyoruz. Yaptıkları iftiradır, gerçekdışıdır. Bu vicdansız, temelsiz büyük yalanlarından dolayı tarih onları mahkum edeceği mutlaktır.

PKK İLE DEVLET ARASINDA HERHANGİ BİR GÖRÜŞME YOK* Beşir Atalay PKK ile herhangi bir görüşme, ilişki ve irtibatın olmadığını söyledi. Zaman zaman kimi basın organlarında da ilişkilerin olduğu yönünde iddialar yer alıyor. Bu konuda siz ne diyeceksiniz?

Beşir Atalay bu konuda doğru söylemiş. Bizim devletle şu an itibarıyla herhangi bir ilişkimiz ve görüşme durumumuz söz konusu değildir. Şimdi önceden bazı dengeler vardı. İşte İmralı’daki sistem her ne kadar tecrit izolasyon sistemi olsa da bir ilişki biçimi vardı. Önderliğimizle avukatların görüşmesi ve yine zaman zaman devletin Önderlikle görüşmesi bir denge oluşturuyordu. Fakat şimdi AKP hükümeti bütün bu dengeleri bozdu. Bütün halkaları söküp attı. Bu durum ne kadar tehlikeli bir yönelim içerisinde olduklarını gösteriyor. Yani Kürt halkını, Kürt Halk Önderliğini, siyasetini ve gerillasını kesin imha etme konsepti temelinde derinleşeceklerini gösteriyor. Bu bir imha politikasıdır. Tüm ilgili çevreler ve Kürt halkı devletin bu konuda açığa çıkan zihniyetini iyi görmek durumundadır.

Biz aslında bunun böyle olduğunu önceden biliyorduk. Fakat biz çözüm zihniyetini geliştirmek istiyorduk. Sürdürülen görüşmelerin bir amacı da çözüm zihniyetini oluşturmaydı. Önder Apo’nun çabası tümüyle buna dönüktü. Onun için uzun uzun yol haritalarını yazdı, devlete mektuplar yazdı, protokolleri en uygun bir dil ve üslupla dile getirdi, devlete sundu. Büyük bir çaba gösterildi. Bu çabaların amacı, devlette -AKP iktidarında- çözüm zihniyetini geliştirmekti. Şimdi bütün bu çabalarımıza rağmen çözüm zihniyeti değil de bizi şiddet yöntemiyle, bastırmayla, tecritle, katliamla etkisiz kılmayı önüne koymuş bulunuyor. Demek ki kararını vermiştir.

Bunun için zaman zaman bazı basın-yayın organlarında -özellikle de Taraf’ta- dönekleşmiş, dönekleşmekten öte işbirlikçiliğine kulaç atan ve işbirlikçiliğine yatmış bazı tiplerin sürekli böyle iddiaları ortaya atması aslında kasıtlıdır. Bu, kitlemizin tabanında beklentiye yol açmaya dönük bir özel savaş çabasıdır; beklentiye sokup, eyleme geçmesini önleme, daha tutarlı bir mücadele çizgisini yakalamanın önüne geçme çabasıdır. Yoksa devlet tüm köprüleri atmış ve bizi yok etmeyi önüne koymuştur. Bize karşı kimyasal silah kullanıyor, her türlü kanunsuzluğu-hukuksuzluğu yapıyor. 5 aydır Önderliğimiz üzerinde uygulanan tecridin hukukta bir yeri var mıdır? 5 bin Kürt siyasetçisinin tutuklanmasında ne gibi bir hukuki delilleri vardır? Uluslararası savaş yasaları ve yine Cenevre Savaş Sözleşmesi’ne göre kimyasal silahları kullanması gerekiyor mu? Hayır. Peki, Türk devleti bunları kullanıyor mu? Evet. ABD’yi arkasına almış, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının bir gücü ve taşeronu olmayı kabul etmiş, bunun karşılığında da Kürt halkını yok etme onayını almış bir devlet, vicdansız ve sömürgeci-ırkçı bir zihniyet söz konusudur. Kimse bunlardan herhangi bir beklentiye girmemelidir. Eğer ki zihniyette bir değişiklik olursa tamam ama bu biçimdeki bir duruştan beklentiye kapılmak gaflettir ve doğru da değildir.

Bu aslında bizi farklı şeylere de zorlamaktadır. Yani biz bir halk olarak bu inkar eden, reddeden ve yok etmeyi önüne koyan zihniyetle nasıl yaşarız? Onlar, “bizim yanımızda da bazı Kürtler var, Kürtlerin hepsi PKK’li değil” demektedirler. Ama yapılmış Önderlik referandumu ve seçimler var. Kürtlerin hepsi değilse de yarısından çoğunun bu çizgiyi benimsediği ve bir çözüm istediği kesindir. Siz sadece Kuzey Kürdistan'da bunları ne yapacaksınız? Tıpkı Dersim’deki gibi tenkil hareketiyle temizleyeceğiz diyorsunuz ama bunu başaramazsınız.

TÜRKİYE’YE GÖBEKTEN BAĞLI DEĞİLİZ* Ateşkes sürecinin bir kez daha gelişme durumu söz konusu mu?

Şimdi bu zihniyet karşısında biz de farklı alternatiflere yönelmek zorundayız ve biz önümüzdeki süreç açısından bunu tartışmaktayız. Biz Türkiye’ye göbekten bağlı bir halk değiliz. Eğer Türkiye, bütün çabalarımıza rağmen özgür kimliğimizle ortak-bir arada yaşamamızı kabul etmiyorsa, o zaman biz farklı seçeneklere yönelmek zorundayız. Biz hareket ve halk olarak farklı alternatifleri ve seçenekleri siyaseten tartışmak durumundayız. Çünkü bu biçimde tüm kapıları kapatan ve bizi kimyasal silahlarla, her türlü yöntemle yok etmek isteyen ve özgür Kürdü ısrarla kabul etmeyen, tekçiliği bize dayatan bir sömürgeci-faşist zihniyet karşısında bizim de halk olarak farklı arayışlara girmemiz gayet doğaldır. Ancak bir kez daha tek taraflı ateşkes olmaz; olsa olsa artık çözüm olabilir. Yani dokuzuncu kez ateşkes yap, sonra da operasyonların gelip gelmeyeceğini bekle, böyle bir durum söz konusu olmaz.

TEK TARAFLI ATEŞKES YOK

Ne zaman çözüm zihniyeti karşılıklı olarak gelişirse -ki zaten iş artık sonuna gelmiştir- o zaman ateşkes olur ve beraberinde çözüm de gündeme girer. Onun için evvela Önderliğimizin bizzat ifade ettiği sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme koşullarının yaratılması gerekmektedir. Yine, ülkenin bir toplama kampına döndüğü bir ortamda yumuşama olması mümkün mü? Beş bin kişi toplatılmış, toplam sekiz bin kişi zindana atılmıştır. Böyle bir ortamda barış mümkün olabilir mi? Bu nedenle KCK adı altında tutuklanan BDP’liler ve diğer siyasi Kürt kurum temsilcileri bırakılmadan herhangi bir ateşkes ve yumuşama ortamı da doğmaz. O açıdan yeni bir ateşkes aslında bir çözüm süreci anlamına gelmektedir. Çözüm sürecinin gelişmesi de bu belirttiğim şartların yerine getirilmesi ve çift taraflı, karşılıklı anlayışın ve karşılıklı pratik tutumun gelişmesiyle mümkün olabilir. Bunun dışında yeni bir sürecin gelişmesi eskinin tekrarı olacağı gibi, başarısız olan bir yöntemi denemenin de hiçbir anlamı yoktur.

HÜKÜMET VE TÜRK BASINI KAYIPLARI GİZLİYOR* Dört günden bu yana Diyarbakır’ın Dicle ilçesinde kapsamlı bir operasyon var. Çatışmaların devam ettiği belirtiliyor. Farklı bölgelerde de askeri operasyonlar var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Evet, sizin de belirttiğiniz gibi biz de basından izliyoruz. Üç-dört günden bu yana Amed’in Pîran alanında kapsamlı bir operasyon ve çatışma durumunun geliştiği belirtilmektedir. Bizim şu anda bölgeyle direk bir bağlantımız yok. O açıdan somut bilgilere sahip değiliz. Bu Pîran, Cudi ve diğer alanlardaki operasyonlar bir kez daha savaşın gelmiş olduğu boyutu ortaya koyuyor. Türkiye hala savaş durumunu kabul etmemekte ama eğer bir yerde en gelişmiş savaş uçaklarını, kobraları, tankları ve akla gelen tüm savaş silahları hem de günlerce kullanılıyorsa o yerde savaş var demektir. Ama bugün Türk devleti bir savaşın olduğunu da kabul etmiyor. Gerçek anlamda Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde bir savaş durumu yaşanıyor. Başbakanın basın mensuplarıyla yani gazete, televizyon sahipleri ve yönetimleriyle yaptığı toplantıdan bu yana Türk devleti artık kendi kayıplarını basına ve kamuoyuna açıklamıyor. Yani ne kayıp verirse versin kendi kayıplarını basına vermiyor. Sadece bizimkilerini veriyor ancak onları da çarpıtarak veriyor. Doğru-dürüst bir şekilde “sonuçları şudur” demiyor. “Teslim aldık, ikna ettik, çözüyoruz, sonuç alıyoruz” gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki ortada bir savaş ve çatışma durumu var. Türk basın-yayın organları bu biçimde yürüttüğü psikolojik savaşla hem bir savaş gerçeğinin olduğunu göz ardı etmiş oluyor, perdeliyor hem de hareketimize karşı sürekli olumsuz bir fotoğraf çizerek, kendilerinin başarılı, bizim de başarısız olduğumuzu göstermeye çalışıyorlar. Durum böyle değil.

ÇUKURCA BİR DAHA TEKRARLANMAZ

Öncelikle şunu belirteyim: Ben Pîran’da “elli kişi kuşatılmış, öldürülecekler” gibi bir şeyin gelişeceğini sanmıyorum. Yani Kürdistan özgürlük gerillası bir kere Çelê’de bir hata yaptı. Kendine aşırı güven, düşmanı küçümseme, yine düşmanın takibini-tekniğini dikkate almama, gerilla kurallarına uymama gibi hatalardan dolayı Çelê’de 36 kayıp verdi. Bir daha aynı durumun tekrarlanacağını sanmıyorum. Kuşkusuz dört-beş gündür sürdürülen bir çatışma var; eğer bir çatışma varsa her iki taraftan da mutlaka kayıplar vardır. Bu anlamda bizim Pîran’da kayıplarımız olmuş olabilir ama belirtildiği gibi tüm grubun elli kişinin imha edilebileceğini sanmıyorum. Fakat doğru olan, sonuçlarını beklemektir. Şu anda bizim yaptığımız yorumdur.

TÜRK DEVLETİ 2011 YILINI YOK ETME YILI OLARAK PLANLADI

Ancak genel süreç itibarıyla Türk devleti 2011 yılını bizim için bir yok etme yılı olarak planladı. Yazar-çizerleri Tamil örneğini çok işlediler. Sri Lanka’da nasıl yapmışlar, bu sonucu almışlar, konusunu çok gündemleştirdiler. İran ile ittifak yaptılar. İran da bir takım Iraklı güçlerle ittifak yapmıştı. Sözüm ona Kandil’de başlayan ve giderek de Medya Savunma Alanlarına yayılan Tamil benzeri bir katliam sürecini dayatacaklardı. Ancak başta Kandil’deki o kahramanca direniş ve daha sonra gerillanın Kürdistan'ın dört bir yanında geliştirdiği direnişçi tutumu, Türk devleti ve AKP hükümetinin bu hevesini kursağında bıraktı. Yani başarısızdır. Bu süreçte hem AKP hükümetinin başarısızlığı ve hem de gerçek niyeti ortaya çıktı. Bu açıdan biz kazançlıyız. Sömürgeciliğin bugünkü amacı ve her zaman gizlediği gerçek niyeti açığa çıkmıştır.

KAYIPLARIMIZIN SAYISAL ORANI HER YILKİ GİBİDİR

Doğrudur, bizim de bazı kayıplarımız olmadı değil. Ama bu kadar kapsamlı bir savaş içerisinde verilen kayıplar, bizim için bir süreci kaybetme anlamına gelmemektedir. Belki yönetim üyelerimizin de içinde olduğu bazı kayıplar oldu ama kayıplarımızın sayısal oranı her seneki gibidir. Öyle fazla farklı bir durum ortada yoktur. Tersine Türk devleti amaçladığı planlamasına hiçbir biçimde ulaşmamıştır. Üzerimizde oluşturmuş olduğu konsept direniş ve doğru politikalarla parçalandı. Bu açıdan da istediği sonucu elde etmedi. Yine, Kürdistan özgürlük gerillası, sistemi sarsan birçok ciddi eylemsellikle iradesini ortaya koydu. Bununla birlikte halkımıza dönük bu kadar zulüm siyaseti, işkence ve tutuklamaya rağmen son mitinglerle bir kez daha gösterildi ki halkımız dimdik ayaktadır. Kürt siyaseti teslim olmadı, herhangi bir taviz vermedi. Yurtsever direnişçi çizgide mücadelesini sürdürüyor. Önder Apo zindanda çok dirayetli, kararlı bir biçimde anlamlı bir direnişi sürdürmektedir. Bu açıdan Önderliğimizin direnişi Kürt siyasetinin ve halkının direnişi, özgürlük gerillasının direnişi bütünlüklü bir duruş sağlayarak sömürgeciliğin planlarını boşa çıkarmıştır ve daha da boşa çıkaracaktır. Bu süreç içerisinde bizim yetersizliklerimiz ve hatalarımız da olmadı değil. Pratik içerisinde yaşanan ciddi hata ve yetmezlikler, çizgi dışı duruş biçimleri ortaya çıkmıştır. Biz bu önümüzdeki aylarda, bu yetersiz yanlar ve hatalar üzerinde yoğun bir biçimde durmak ve bunları mutlaka aşarak, daha kapsamlı, daha nitelikli, daha içerikli bir mücadele sürecini geliştirmek durumunda olacağız. Dönem, bize başarılı olmayı emreden bir dönemdir. Bu dönemde başarılı olmak, düşman planlarını tümden boşa çıkartmak ve amaca ulaşmak kesin bir gerekliliktir. Bunun dışındaki tarzlarda ısrar etmek hatalı bir duruşta ısrar etmek anlamına gelmektedir. Bu açıdan birçok bölgede, gerek askeri-savunma alanında, gerekse de siyasi-serhildan alanında yaşanan yetmezlikler olmuştur ama bunlar aşılamayacak yetmezlikler değildir. Bu nedenle bunlar, çok yönlü yoğunlaşma ve derinleşmeyle, mutlaka aşmamız gereken hususlardır.

LOZAN’IN AŞINMASI BUGÜN GÜNDEMDEDİR, HALKIMIZ ARTIK KAZANACAKTIR

Artık önümüzdeki süreç bir yerde halkımızın geleceğini belirleyecek olan bir süreçtir. Özellikle Ortadoğu’da gelişen konjonktürel durum Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bastırılması değil, özgürlük mücadelesinin başarılması için çok uygun zeminler yaratmış bulunmaktadır. Zaten Türk sömürgeciliğinin en büyük korkusu budur. Bunun önüne geçmek, Kürt halkını Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması sürecinde de statüsüz bırakmak için bu kadar can havliyle çalışıyor. Halkımızın hem Kuzey Kürdistan'da hem Batı Kürdistan'da hem de Güney ve Doğu Kürdistan'da gelişen mücadele süreci bugün çok tarihi bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Halkımız artık kazanacaktır. Yani Lozan Antlaşması sürecinin aşınması bugün gündemdedir. Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde Kürt halkı da temel bir aktör olarak yerini alacaktır. Bunun önüne hiçbir sömürgeci saldırı geçemez. Gelecek kesinlikle bizimdir. Bu geçen pratik süreç bu konuda bizi daha fazla cesaretlendirmiştir, bu kesinlikle böyledir. Bizim bu konuda gelişen mücadele süreci içerisinde yetersiz yanları görmemiz; hem siyasi alanda, serhildan alanında, hem askeri alanda, hem dış alanda yaşanan yetmez durum ve tutumları gözden geçirip, onları gidermemiz; daha yetkin, daha sonuç alıcı ve daha profesyonel bir mücadele ile süreci kazanmamız, Kürdistan halkının artık özgürlük yürüyüşünün başarılı bir sürece girme dönemi böylece gündemimizde bulunmaktadır.

KAYIPLAR VEREBİLİRİZ AMA KAZANMAYA KARARLIYIZ

Biz halk olarak ne pahasına olursa olsun bu süreci kazanmaya kararlıyız. Kayıplar verebiliriz, bu mümkündür. Geçmişte bir kerede yüz elli, yüz yirmi, doksan kişilik kayıpları toplu bir biçimde verme süreçlerini de yaşayan bir hareketiz. Şimdi 36 kayıp veya bazı kayıplar verdik diye farklı sonuçlara gitme, asla söz konusu değildir. Biz sürekli yenilenen, kendisini yeniden ve yeniden örgütleyebilen, büyüyen, büyümesi de hiçbir zaman durdurulamayan bir hareketiz. Bu son birkaç ayda bile gelişen katılımlarla, yine halkımızın gelişen desteğiyle en güçlü bir ideolojik, siyasal, örgütsel pozisyonu kazanmış bulunuyoruz. Ama önümüzdeki süreç bizim için tarihi bir süreçtir. Tüm güçlerimizin bu sürece kendisini en büyük bir çaba ve fedakarlıkla hazırlaması gerekmektedir. Çünkü önümüzdeki süreç esas olarak geleceği belirleyecek olan bir süreç olmaktadır. O açıdan bizim mücadelenin bütün alanlarında kendimizi bu yeni final dönemine hazırlamamız önem taşımakta. Hem güncel olarak Önderlik tecridine karşı halkımızın kitlesel mücadelesi, hem örgütsel hazırlık ve eylemsellik düzeyi, hem de genel olarak süreci yoğunlaşarak, hazırlanarak cevaplama durumumuz geleceği belirlemede önemli bir role sahip olacaktır.

ANF NEWS AGENCY