10 Haziran 2011 Cuma

Sultan Çıldırdı


  Türk Sultan'ın son iki gündür fren sistemini devre dışı bırakması ve Kürtlerin bütün değerlerine tereddütsüz dalması, 'Sultan Hazretleri MHP'yi baraj altında bırakıp Kürt meselesini rahatça çözmek istiyor' propagandasına sığmıyor... Seçim sathında suya yazılan şişkin vaatler, simülasyon çılgınlıkları ve 2023'e ışınlanıp kocaman rakamların yazımından behsetmiyoruz. Gecikmiş ve ertelenemez merhalesinde; öznesi insan ve patlamasının ölüm saçacağı bir meselenin pistinde yapılan çılgın işaretlerden bahsediyoruz... Kürtlerin parti, kurum ve siyasetçilerine dil uzatmanın yetmeyeceğini anlayınca dinine saldıran Sultan'ın, 12 Haziran'a ramak kala idam, ölümcül esaret ve direkt Öcalan'ı hedef alan küfürlere başlaması, anlık dürtmeler ve provokasyona yönlendirme hamlesi değil, 12 Haziran'a kadarki ara sürecin bittiğinin erken ilanıdır...


 Yardımcısı Hayati Yazıcı, Fethullah Gülen Grubu'nun sunduğu günlük bülten Zaman'a çok açık ve net bir şekilde rehin tutulan Kürt siyasetçiler seçilse bile cezaevinde çıkamayacaklarını ve Meclis'e gelemeyeceklerini duyuruyor. Yine Yardımcısı Bülent Arınç'ın 'kurban olduğu' yeni Yargıtay da Kürt siyasetçi Hatip Dicle ile ilgili kararını seçime üç gün kala açıklayarak "Meclis'e giremez" diyor. Dışardaki adaylar ile ilgili karalamalar da delil icadına vardırılıyor...

Şafii, Alevi, Êzîdî, Hanefi, Şii, Hıristiyan şeklinde din/mezhep




/inanç mensubiyetleri olan Kürtlerin, Şafii çoğunluğu üzerinde akıl almaz manipülasyonları, Selahattin Demirtaş'ın deyimiyle 'örgütlü yalan stratejisi'ne uygun olarak saçıyor...

'PKK domuzla besleniyor. Apo'nun papazı. PKK'liler CHP listesinde. Kandil-Silivri hattı. Ergenekon Kandil'de. Irkçı kafirler İslam düşmanı. Müslüman Kürtleri yakıyorlardı. Madımak'ı PKK yaktı. Madımak'tan Dağlıca'ya. Kürtçü ırkçılar. Bunlar Zerdüşt. BDP Kürtçe ezan okuttu. Suikast hazırlığı. BDP'li başkan tacizci. Korsan Cuma...' diye devam ediyor...

Bütün bunlar yetmeyince de direkt Öcalan'a yöneliyor. Önceki günden itibaren Öcalan'dan alıntı yapıyor, geçmişe dair hayıflanıyor, tehdit ile küfürü birarada savuruyor. İdamı, bir ceza olarak benimseyen Türk Sultan, ''Partim 57. Hükümet koalisyonunda görev alsaydı Öcalan ya idam edilirdi ya da istifa ederdik, çekilirdik'' diye geçmişe ağıt yakıyor. Fakat bugüne dair müsterih ve net: "İmrali'dakiyle ilgili ceza kesinleşti. Ağırlaştırılmış müebbet hapis. Ak Parti bunun üzerinde asla oynamaz. AK Parti iktidar olduğu sürece orda olacak. Ben milletime ihanet etmem. Tayyip Erdoğan sağ oldukça, böyle bir şeye müsade etmez."

İşte hayıflanma üzerine bina edilen toplumsal realite ve gelecek vizyonunu kötürümleştiren siyasal akıl tutulmasının, ebedi iktidar marazıyla esir aldığı Türk Sultan, ilkel güdüleriyle gözükaralaşıyor. Öcalan'ın eski yazılarından İslam karşıtlığı çıkarmakla yetinmiyor, atfedilen bir tespitini "çok adi, çok alçakça" ifadeleriyle tanımlıyor ve "İmralı'dakinin işi bitmiştir" tehdidiyle 15 Haziran'a göz kırpıyor...

Türk Sultan, ilk kez Öcalan ile ilgili kesin ifade kullanıyor ve ilk kez Öcalan'dan alıntı yaparak, cevap veriyor. İsyan liderlerinin akıbetinin miras bıraktığı travmanın farkında olan Kürtlerin, Öcalan'ı şerhsiz sahiplenerek, bu lanetli döngüyü kırmak için ödediği bedel ortada. Türk Sultan da seleflerinin değerlendirme tutanakları, uluslararası müttefiklerinin raporları ve istihbaratın hazırladığı muhtemel sonuçlar analizini gözden geçirebilir. Bunun faturası için ödenecek bedelin, Öcalan'ın hasletleri ve siyasetinin ötesinde Kürtlerin kendi gelecekleri ve lanetli çemberin dışına çıkmak için sembolleştirdikleri tüzel kimlik gereksinimleri için vahim bir tablo sunacağı hesaplanmalı. Bu tablonun hasar tespiti yapıldığında ne ortak yaşam iradesi, ne AKP iktidarı ne de 2023'e tek parça varacak, ayakta kalmış bir Türkiye kalır...

Gelelim tadını çıkardığı 'Kürtçe ezan' iftirasına. "Ben Türkçe dışında başka bir resmi dil tanımıyorum. Anadilde eğitim olmaz" diyerek Allah'ın hak dağıtımına şerh koyan, taksimata müdahale ederek şirke yeltenen Sultan'ın hassasiyetinin sahiciliğine. Önce şunu vurgulayalım. Cumhuriyetin tek parti dönemi dahil Kürtlerin kendi camilerinde ezanın orijinal haliyle hiçbir zaman oynanmadı. Kürtler, kendi camileri Türk Diyanet İşleri tarafından işgal edilene kadar vaaz ve hutbelerini Kürtçe veriyorlardı. Bugün yapılan da budur ve AKP/FG konsorsiyumunun iddia ettiği gibi tek bir alan ve camide Kürtçe ezan okunmamıştır. Bunu onlar da biliyor ama "Bunlar Kürt Kemalisti, Stalinist, ırkçı derebeylik" ithamları için semiriyorlar.

Türk Sultan ve kapıkulları ile ulufeci kalemşorlarına Pale D. Heban'dan alıntıyla hatırlatalım: Ortada Kürtçe ezan olmadığı halde, bunu sakız yapan, medyalarında çeviren ve inanmak için can atanlar üzülsünler. Arapça dışındaki ezan şerefi, Türkiye camilerinde dualara mazhar olan Atatürk ve silah arkadaşları ile seleflerine baki kalacak. Hiçbir kavim Arapça dışında ezanı denemedi, denemeyecek. Fatih ve Yavuz'un torunları olarak ilelebet bu istisna halinizle gurur duymaya devam edeceksiniz...

Kürt halkı ve giderek birliği hayal olmaktan çıkaran siyasal yapıları; yalan, iftira, hile ve oyunlarınızı biliyor ama varlık hasletlerinizi kanlı mı kansız mı sürdüreceğinizin kararı size kalmış. Çıldırmak veya birlikte çözmek; tercihin temel belirleyeni sizsiniz...

Kürt halkı ve Üçüncü Blok bileşenleri ile barıştan yana olan herkesin, 15 Haziran'dan önce 12 Haziran etabı olduğunu unutmaması gerekir. Türk Sultan'ın çılgınlığını bloke edecek en önemli etmen, 12 Haziran'daki oylar olacak. İdam, esaret ve katliama gidecek sahte cennet plakalı duble yollarına ve bizden çaldıklarıyla lütfettiği sadakaya kanmayalım.

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com/

Sınırdan Geçiş Fethullahçılara Serbest, BDP'li Seçmene Yasak!


Federal Kürdistan Bölgesi'nde çalışan binlerce Kürt işçinin seçimlerde oy kullanmak için gittiği Habur Sınır Kapısı'nda Türk yetkililer tarafından bekletildiği öğrenildi. Sınırda bekletilen Kürt işçiler, BDP'ye ve Blok bileşenlerine çağrıda bulunarak, sorunun çözülmesi için kendilerine yardım edilmesini istedi.

Habur Sınır Kapısı'nda Türk yetkililer tarafından bekletildiklerini dair bilgi veren Hasan Yılmaz adlı yurttaş, yaşadıkları soruna ilişkin şunları söyledi: "Bizi bilinçli bir şekilde bırakmıyorlar. Fetullahçıların olan Arı Koleji'nden gelen 5 otobüs dolusu insanı AKP'ye oy verecekleri için hemen geçirdiler.

Ama bizim geçişimize Türk yetkililer engel oluyor. Bu bilinçli bir engellemedir. Şu an burada yüzlerce araçlık konvoy oluşmuş, binlerce insan toplanmış durumda. Peşmergelerin bulunduğu noktada sorunumuz yok, ama Türk yetkililer sorun çıkarıyor. Bir an önce buna karşı hem BDP'li yetkililerin hem de Türkiye'deki kardeşlerimizin tepki göstermesi lazım. Halkımızın kapıya gelerek bize destek olması gerekiyor" dedi.

Üç Günde 3 Şüpheli Asker Ölümü

Balıkesir'in Erdek İlçe Jandarma Komutanlığı'nda askerlik yapan Erhan Mete'nin intihar ettiği iddia edildi.

Balıkesir'in Erdek İlçe Jandarma Komutanlığı'nda askerlik yapan Van'ın Erciş İlçesi'ne bağlı Hocaali (Xocalî) Köyü nüfusuna bağlı Erhan Mete'nin intihar ettiği iddia edildi. 4 aydır askerlik yaptığı belirtilen Mete'nin ölüm haberi, Erciş İlçe Jandarma Komutanlığı ve Deliçay Jandarma Karakolu yetkilileri tarafından bu sabah aileye iletildi. Er Mete'nin nasıl intihar ettiği konusunda aileye bilgi verilmediği belirtilirken, cenazenin bugün Erciş'e getirileceği öğrenildi.

Hakkari'nin Şemdinli İlçesi'nde 34. Hudut Tugay Komutanlığı'nda askerlik yapan, adı açıklanmayan bir askerin de 9 Haziran günü ölüm haberi geldi. Askerin kendi silahından çıkan kurşunla yaşamını yitirdiği öne sürüldü.

8 Haziran’da da bir şüpheli ölüm haberi Dersim’den geldi. Dersim'de askerliğini yapan İstanbul nüfusuna kayıtlı er Cüneyt Yüksel’in, nöbet değişimi sırasında arkadaşının tüfeğinden çıkan kurşunla yaşamını yitirdiği iddia edildi.

F.Rundschau: Kürtler, Erdoğan'ı Terk Etti


2007 yılının aksine Kürtlerin Başbakan Erdoğan ve partisine desteğin neredeyse tamamen azaldığına dikkat çeken Alman Frankfurter Rundschau gazetesi “Erdoğan, Pazar günü büyük bir başarı bekliyor. Ancak unutmamalı ki hiçbir şekilde Kürtlersiz bir başarı elde edemez” yorumunu yaptı.

Almanya’nın saygın gazetelerinden Frankfurter Rundschau’nın bugünkü sayısında 12 Haziran seçimleri öncesinde Kürtlerin AKP’ye bakışını konu alan bir haber-analiz yayınlandı. Gazetenin önde gelen yazarlarından Gerd Höhler’in yazısında Erdoğan’ın vaatlerinin aksine Kürt bölgesinde batının aksine ekonomik olarak hiçbir kalkınmanın sağlanmadığına dikkat çekildi.

AKP ve Başbakan Erdoğan’ın bu seçimlerde ‘Kürt kartı’ olarak Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’i öne sürdüğü belirtilerek şu yorum yapıldı: “Ancak Erdoğan’ın beklentisi gerçekleşmedi, Kürt seçmen bu iki isme ilgi göstermiyor.” Erdoğan’ın Pazar günü sandıktan büyük bir başarı beklediğini yazan gazetenin yorumunda şu dikkat çekici tespitler yer aldı:

“ERDOĞAN’IN DEĞİL, LEYLA ZANA’NIN SÖZÜ GEÇERLİ”

“Erdoğan, yaklaşık 5 bin polis eşliğinde Kürt metropolü Diyarbakır’a girdi ve az bir topluluğa ‘sevgili kardeşlerim’ diye hitap etti. Fakat burada bütün politikacıların aksine insan hakları savunucusu Leyla Zana’nın konuşmasını dinleyenlerin sayısı daha fazla.

Kürt bölgesine gitmek Türk politikacıları için büyük bir riziko. Ancak Erdoğan gitmeliydi. Onun hedefi; mecliste üçte ikilik bir çoğunluk elde edip yeni bir anayasayı yapmak, kendisini de devlet başkanı ilan etmek. Erdoğan sadece Kürt bölgesinde daha fazla oy alarak bu hayalini gerçekleştirebilir.

2007’de İslami-muhafazakar parti AKP 14 Kürt kentinin 8’inde birinci olmuştu. Kürtler, o zaman Erdoğan’ı sorunlarını çözecek bir umut olarak görüyorlardı. Ancak bu kez Kürt şehirleri Hakkari ve Şırnak’ta çok ciddi protestolar karşılaştı. Çöpler toplanmadı, kepenkler kapandı. Hakkari’de onu dinleyenlerin sayısı bini bile geçmedi.

Erdoğan modern evler, hastane ve okul sözü verdi. Zaten o bölgede yaşayan her seçimde bunları duyuyor. Fakat Güneydoğu’da başka bir gerçek daha var. AKP’nin iktidarda olduğu Türkiye’de kişi başına düşen gelir ikiye katlanırken, Kürt bölgesinde bu rakamı yarıya bile bulamadı. Diyarbakır’da işsizlik oranı yüzde 60’nın üstünde.

Yunanistan'da Halktan 'Komünal' Çözümler


Yunanistan'da halk artık ihtiyacı olan ürünlere değiş tokuşla sahip oluyor. Euro yerine 'Ovolos' birimi kullanılıyor

Yunanistan’da, ekonomik krizin olumsuz etkilerini her geçen daha etkili bir biçimde hissetmeye başlayan Yunan halkı ihtiyacı olan eşya ve ürünleri satın almak yerine kendi aralarında değiş tokuş yapmaya başladı.

Yunan medyası, daha önce ekonomik krizle mücadele eden Arjantin halkı tarafından yapılan ve “Troueke” olarak adlandırılan bu uygulamanın Yunan halkı tarafından büyük rağbet gördüğünü duyurdu.

Atina, Volos ve Patras gibi büyük kentlerde oluşturulan değiş-tokuş pazarlarında euro kullanılmadan yapılan alışverişlerde, değiş tokuş yapılmak istenilen eşya ve ürünlerin değerlerinin mal sahipleri arasında eski Yunanca’da “bozuk para-küçük yardım” anlamına gelen “Ovolos” birimiyle belirlendiği belirtilen haberlerde, buna göre, örneğin 50 ovolos değer biçilen eşya, ya da ürünlerin aynı değerdeki başka ürünlerle değiştirildiği belirtildi.

Değiş tokuş pazarlarının müdavimlerinden olan Mariya Halari Atina haber ajansı ANA’ya yaptığı açıklamada, “Hepimizin dolabında iyi durumda olan ancak kullanmadığımız birçok elbise ve eşya bulunuyor. Bizim için gereksiz olan bir şey başka birine uygun olabilir” dedi.

Eleni Kastrinaki ise, bu çeşit pazarları kadınların kendi aralarında evlerinde de düzenlediklerini belirterek, “Her seferinde başka bir evde toplanıyoruz ve katılımcılar buraya çalıştığı ofisten yeni arkadaşlar getiriyor. Dışarıya çıkmadan kendi aramızda değiş tokuş yapıyoruz” diye konuştu.

Bu arada, değiş tokuş uygulamasının internet aracılığıyla da uygulanmaya başlanıldığı belirtilen haberlerde, kısa bir süre önce oluşturulan bir “Trouke” sitesinde, çoğunluğu gençlerden oluşan kayıtlı üye sayısının kısa zamanda 1.300’e ulaştığı belirtildi

Ertuğrul Kürkçü ile Ropörtaj / Söyleşi

Seçim çalışmaları sırasında gördüğü ilginin çok güzel bir duygu olduğunu söyleyen Blok’un Mersin adayı Ertuğrul Kürkçü, “Sevilmek çok hoş. İnsanda bağımlılık yaratıyor. İnsanları kolay kıramazsınız, ilişkileriniz de çok dikkatli olmalısınız. Bu durum, haddinden fazla sorumluluk yüklenmek demek” diyor. Kürkçü, tüm Türkiyelileri Blok etrafında kenetlenmeye çağırarak, Türkiye’yi barışa götürecek tek yolun Blok’un projesi olduğunu söylüyor.

Seçime sayılı günler kaldı. Blok adaylarına göre Türkiye için savaş ve barış tercihinde geri sayım başladı. AKP-MHP-CHP gibi sistem partilerinin karşısında, toplumun değer yargıları ve temel taleplerinin temsilcisi konumunda bulunan Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu en önemli güç olarak duruyor. Blok, halktan yoğun ilgi görmesinin kaynağını, toplumsal sorunlara karşı geliştirdiği çözüm önerilerinin gerçekçiliğinden aldıklarını söylüyor. Her ne kadar YSK’nın kararı nedeniyle çalışmalarına geç başlamış olsa da, Blok 12 Haziran’ı karşılamaya hazır görünüyor. Ardahan’dan Muğla’ya, Mersin’den Yalova’ya ciddi bir oy artışı bekleyen blok adayları, tüm Türkiyeli kesimlere dönük kapsayıcılığı ile de hem Avrupa, hem de Türkiye basının gündeminde ciddi bir yer teşkil ediyor.

İşte bu Özgürlük ve Demokrasi adaylarından biri de Kızıldere Katliam’ından sağ kurtulan tek kişi olan Ertuğrul Kürkçü. Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğunun desteklediği Mersin Bağımsız Adayı olan Kürkçü ve Mersin halkının, seçimlerden zaferle çıkacaklarına olan inançları tam. Seçim çalışmalarının tüm yoğunluğu içinde ziyaret ettiğimiz Ertuğrul Kürkçü ile her zaman yapılan konuşmalardan farklı olarak, biraz kendisine, biraz hislerine ilişkin kısa bir sohbet geliştirdik. Sık sık Kürkçü’nün verdiği esprili cevaplarla geçen söyleşimiz, blok adayının, genel seçimlere yönelik Türkiyelilere verdiği mesajla son buldu.

YILLARIMI VERDİĞİM YAŞAM TARZIMI HER ZAMAN SÜRDÜRECEĞİM

* 68 kuşağının önderlerindensiniz. Ve biliyoruz ki Türkiye’de bu mücadele ye aktif katılanlar gibi, siz de bedel ödediniz. Hala da Türkiye’ de, söz konusu devrim-özgürlük mücadelesi olduğunda ağır bedeller ödenmeye devam ediliyor. Yaşadığınız tüm zorlanmalara rağmen, hala çok aktif bir şekilde mücadeleye devam etmenizdeki o gücü nereden alıyorsunuz. Her şeye rağmen sizi devam etmeye yönelten nedir?


-İnsanın değerlerine bağlılığını sağlayan, o değerleri oluşturan maddi ve manevi nedenler var. 18 yaşından itibaren içinde olduğunuz bir mücadele var. O zamanlar tabii daha soyuttu. Ama şimdi somut. Her zaman amacımız, yabancılaşmanın olmadığı bir dünyada yaşamaktı. Böyle bir yaşamı oluşturmak. Sosyalizmi en başta kendime bir iyilik yapmak için tercih etmiştim. Tabii sonrasında bilince çıkan, bir bütün toplumun, insanlığın bir parçası olduğum, dolayısıyla insanlığın kurtuluşu olmadan, kendimin de kurtulamayacağıydı. Dolayısıyla kendime bir iyilik yapayım, sosyalist olup, bu mücadelede aktif yer alırken, aynı zamanda bir toplumsal mücadelenin içinde buldum kendimi. Onca yıl, büyük bir değer birikimiydi de. Bu nedenle yıllarımı verdiğim bu yaşam tarzımı da her zaman sürdüreceğim.

BANA BU GÖREV VERİLDİ, ÜZERİME DÜŞENİ YAPMAK İÇİN ÇALIŞIYORUM

* Neden Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu? Bu bloğun içinde yer alma ve siyaset yapma kararınızda belirleyici olan nedir?


-Bu kararı ben kendim vermedim. ÖDP’ den 2002’de ayrıldıktan sonra oluşturduğumuz girişim vardı. Sosyalist Yeniden Kuruluş Parti Girişimi. Biz en baştan beri Kürt Özgürlük Hareketi ile bir ittifak içinde olmayı esas almıştık. 95 yılından itibaren de bu ittifak içinde yer aldık. Blok oluşurken de, katılımda bulunduk. Ben grubun sözcülerinden olduğumdan, adım geçti. Sonuç itibariyle de ortak bir kararla aday oldum. Ama şunu belirtmek istiyorum. Bu benim açımdan devrimci bir görev. Tıpkı partiyi açmak, çay dağıtmak, ya da dergi çıkarmak gibi. Yani farkı yok. Ben üzerime düşen görev ne ise, sürecin ihtiyaçlarına da denk bir şekilde sorumlulukla yaklaşması gereken bir devrimciyim. Bana bu görev verildi. Ve üzerime düşen işi en iyi şekilde yapmak için çalışıyorum.

BEN BİR YERE AİT DEĞİLİM, MEMLEKETİM CEZAEVİ

* Bursa’lı bir devrimci olarak, Kürt halkının yürüttüğü mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiyeli aydınlar bu mücadelenin neresinde duruyor?


-Öncelikle şunu belirteyim. Ben bir yere ait değilim. Bursa’lı demeyelim o yüzden. Zaten yetişme tarzım bir kaç büyük şehir de geçti. Ama yaşıma dayanarak en fazla kaldığım yere bakarsak, karşımıza cezaevi çıkacaktır. (Gülüyoruz) Dolayısıyla memleketimi cezaevi olarak tanımlamak, daha doğru olacaktır. Kuşkusuz Kürt Hareketinin başlangıcından itibaren bilgim oldu. Yakından takip ettim. Hareketin Önderi Öcalan’ la 94 yılında Suriye’de tanışmak nasip oldu. Ben Kürt Özgürlük Hareketini bir bütün olarak ele alıyorum. Kurumlarıyla, partisiyle… Hepsi, tek bir akıntı. Kürt Hareketinde, devrimcilerle halk arasında, tıpkı 68 kuşağı dönemindeki gibi büyük bir değer ilişkisi var. Devrimciler bir hizmetçi gibi işe yaklaşıyor ve çalışıyorlar. Hatta bazen bu bana çok abartılı da geliyor. Bu hizmet duygusu çok etkileyici. Kürt halkının işleyen bir makinesi var. Bu makine pratiği her gün işlediğinden dolayı, herhangi bir aksilik olduğunda, aksaklıklar hemen düzeltiliyor. Halka bağlılık, devrimci ve halk arasındaki bağ organik ve süreklilik arz ediyor. Hareketin önder kadroları, sosyalist hareketten geliyorlar ve sosyalizmi iyi biliyorlar. Teoriyi biliyorlar, ancak artık teoride bilinenleri pratikleştirmeye daha çok zaman ayırıyorlar. Sosyalizmin gerekliliklerini söylemde tekrar edeceklerine, pratikte yaşıyor, gösteriyorlar...

KÜRT HAREKETİ OLGUN, NE YAPTIĞINI BİLEN BİR HAREKET


Kürt Hareketi, olgun, ne yaptığını bilen, sorumluluk duygusu ve bilinci çok yüksek bir hareket.

Aydınlara gelince; onlar Kürt Hareketinin önemini iyi anlıyorlar. İttifakın gerekliliği konusunda Türkiyeli entelektüeller bir basınç oluşturuyorlar. Bu çok önemli. Ben Kürt Hareketine ciddi katkılar sunacak çok genç Türkiyeli akademisyenler olduğunu düşünüyorum. Bunların çoğunun adını bile bilemiyoruz. İsimleri bilmeyen ama hem politik, hem akademik katkı sunacak gençler var. Türkiyeli entelektüeller, şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazın farkında. Ve bu sorunların çıkış yolları konusunda da Kürt Özgürlük Hareketinin görüşlerinin etkili olduğunu biliyor. Kürt Hareketi de haddin fazla Türkiyeli aydınları önemsiyor. Karşılıklı bir birbirini önemseme, ciddiye alma durumu var.

* Seçim çalışmaları sırasında Kürt halkını daha iyi tanıma imkanı bulmuşsunuzdur. PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın da size yaklaşımında bir özgünlük dikkat çekiyor. Bunu görüşme notlarından görüyoruz. Kürt gençleri sizi karşılarken, “Güneşin yoldaşı, yoldaşımızdır” şeklinde selamlıyor. Bunun size hissettirdiği duygu nedir?


(Soruya cevap vermeden önce gülümsüyor Kürkçü ve sonra aklına ilk gelen cevabı bizimle paylaşıyor, birlikte gülüyoruz sonra) ‘Eyvah! Başım derde girecek’ diye düşünüyorum. Öcalan’ın bana selamlarını göndermesini, katkı sunacağımı beklemesini çok önemli buluyorum. Bu, büyük bir moral oluyor. Ama halkın bunu anlamlandırması daha farklı. Gençlerin, halkın o yaklaşımını gördüğümde, ilk aklıma gelen ‘Başım dertte’ sözü oluyor. Çok büyük bir sorumluluk yükleniyor sana. Büyük bir beklenti. Nasıl konuşacağını, hareketlerini, her şeyini çok daha kontrollü, istek ve beklentilere göre ayarlaman gerekiyor. Hata yaparsam, kaygısını taşıyorsun. Gerçi biz de insanız, hatalar yapabiliriz. Zaten Kürt Özgürlük Hareketi de, insanları kolay harcayan bir hareket değil. Ama yine de ‘Ben onları yanıltmamalıyım’ diye tekrarlıyorsun içinden.

İNSANLAR BARIŞI GETİRMEMİZİ İSTİYOR

*Yine seçim çalışmaları sırasında sizinle diyalog kuran halkın taleplerinde, öne çıkan neydi?

-İnsanlar benden barışı getirmemi istiyor. Evet, temel talep olarak dillendirilen bu.

SEVİLMEK ÇOK HOŞ

* Seçim çalışmaları sırasında sizi çok etkileyen neler oldu?


-Herkes size dokunmak için, bir kere bile olsa gözlerine bakmanız için uğraşıyor. Çok büyük bir saygı ve değer görme durumunuz var. Mıknatıs gibi kendinize çekiyorsunuz onları. Tabi onlar da sizi. Bu çok güzel bir duygu. Ama bunu ben yapmadım. (Gülerek) Ne yaptıysa YSK yaptı. Sevilmek çok hoş. İnsanda bağımlılık yaratıyor. İnsanları kolay kıramazsınız, ilişkileriniz de çok dikkatli olmalısınız. Bu durum, haddinden fazla sorumluluk yüklenmek demek…

TÜM TÜRKİYELİLER BLOK ETRAFINDA KENETLENMELİ

*Seçime son birkaç gün kaldı. Türkiyeli seçmene mesajınız ne olacak?

-Şu anda Türkiye’nin geleceği için çok açık ve doğru bir öneri var. Bu önerinin de ütopik olmadığını, yapılabilirliğini gördük. Yani imkansızı istemek gibi bir şey değil, blok olarak sunduğumuz projemiz. Tüm Türkiyeliler, Özgürlük ve Demokrasi adaylarının oluşturduğu blok etrafında kenetlenmeli. AKP ve CHP’ ye kesinlikle ödünç oy verilmemeli. Bloğun projesi, Türkiye’yi barışa götürecek tek yol. Tüm seçmenlere sesleniyorum. 12 Haziran günü barış ve savaş arasında bir tercih yapacaksınız. Eğer seçimleri bizlerden yana olmazsa, savaşa yatırım olacak. Ama biliyoruz ki barışı herkes sever. Tercihlerini sevdiklerinden yana kullansınlar.

* Ertuğrul Kürkçü kimdir?

Ertuğrul Kürkçü, 1948’de Bursa’da doğdu. Sosyalist eylemci, yayıncı ve yazar. Emperyalizme, gericiliğe ve sömürüye başkaldıran 68 kuşağının önde gelen öğrenci liderlerinden olan Kürkçü, DEV – GENÇ’ in son Genel Başkanıydı. 12 Mart darbecilerinin idama mahkum ettiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın infazlarını engellemek üzere eyleme geçen Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü Kızıldere katliamından sağ kurtulan tek kişi oldu. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı, ölüm cezasına mahkûm edildi, 14 yılını cezaevinde geçirdi. 1986’da serbest bırakıldıktan sonra “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”ni tasarlayan ve yayın yönetmenliğini yapan Kürkçü, Demokrat dergisi, Özgür Gündem ve Evrensel gazetesinde yazılar yazdı. Sosyalist hareketin birliği için sürdürdüğü çabalar içinde 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) kurucuları arasında yer alan Kürkçü, daha sonra Sosyalist Emek Hareketi Parti Girişimi’nin ve Sosyalist Gelecek Parti Hareketi (SGPH)’nin eş-sözcülüğü görevlerini yürüttü. Halen Sosyalist Yeniden Kuruluş Parti Girişimi içerisinde yer almaktadır. Kürkçü Siyasi Gazete ve Sosyalist Emek’in ardından yayına başlayan Ekmek&Özgürlük dergisinin editörlüğünü yürütüyor. Yeniden yayınlanmaya başlayan Özgür Gündem gazetesinde ve yurt dışında yayınlanan Yeni Özgür Politika gazetesinde köşe yazıları yazıyor.

Roman Güldür: Modelim Kürtler

Karşıyaka Romanlar Derneği Başkanı Ramadan Güldür, Kürtlerin anadil hakkı için yürüttükleri mücadelenin Romanların haklarını da güvence altına alacağını söylüyor. Ancak O, kendi halkı bu sürecin bir parçası olmadığı için sitem ediyor. 12 Haziran seçimlerinde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nu destekleyeceğini duyuran Güldür, halkların kardeşliği için halkların hassasiyetlerine dikkat edilmesinin önemli olduğunu belirtiyor.

Ramadan Güldür, Trakya Romanlarından. Bir süredir İzmir’de Roman Mahallesi olarak da bilinen Örnekköy’de oturuyor. Karşıyaka Romanlar Derneği Başkanı. Ayrıca Eşitlik ve Demokrasi Partisi Karşıyaka ilçe örgütü yöneticilerinden. Onu diğer Romanlardan ayıran en önemli özelliği ise anadilini konuşup yazıyor olması. Sadece bu değil. Kürtlerin yürüttüğü hak mücadelesini de destekliyor. 12 Haziran seçimlerinde oyunu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu adayı Erdal Avcı’ya verecek.

Ramadan Güldür bizi evine konuk ederek, anadilden Roman kültürüne, seçimlerden 12 Eylül öncesine kadar geniş bir yelpazede sorularımıza yanıtlar verdi. Yanıtlar, net ve samimi oldu kadar sohbet de keyifliydi.

* Kendinizi etnik olarak tanımlarken, Roman mı diyorsunuz, Çingene mi?

- Her ikisini de kullanan kesim var. Hala daha Romanlığı kabul etmeyen Çingeneler olduğu gibi, Çingeneliği kabul etmeyen Romanlar da var. Roman ve Çingenelerin dışında kendilerine Kıpti diyenler de var. “Türkiye'de Çingene Olmak” kitabının yazarı Mustafa Aksu, bu konuda ‘kim kendini nasıl rahat hissediyorsa, öyle desin’ diyor. Trakya'da Çingenelik kabul edilmez, Roman sözcüğünü daha çok severler.

* Siz hangisini tercih ediyorsunuz?

- Ben de Roman denilmesini tercih ederim. Çünkü 8 Nisan 1971 tarihinde yapılan Roman Kongresi'nde “Roman” kelimesinin kullanılması kararı alındı. Bu uluslararası alanda kullandığımız bir tanımlama oldu.

* Çingene, Roman ve Kıpti. Hepsi aynı etnik kimliği ifade ediyor değil mi?

- Evet. Kıpti denilmesinin sebebi, Mısır'daki Kop denilen bölgede konakladıkları için oradan gelenlere Gipsy- Kıpti denilmiş. Trakya'da bile artık Kıpti çok kullanılmıyor.

* Anadilinizi konuşabiliyorsunuz sanırım. Sonradan mı öğrendiniz?

- Çok güzel bir soru bu. Aslen Makedonya asıllı ama şu anda Hollanda'da yaşayan Orhan Galyus isimli bir arkadaşımız buraya gelmişti, Akhisar'da toplantı yapmıştık. Şu an Yenişehir Mahallesi Muhtarı olan Ali Yandır kardeşim - ki kendisi de Romanca bilmiyor- ona 'bu dili sonradan mı öğrendi yoksa ana dili mi?' diye sordu. Orhan Galyus, bu soruya 'Siz hiç uyurken Romanca rüya gördünüz mü?' diye soruyla yanıt verdi. Romanca bilmediklerinden dolayı birçok Roman, Romanca rüya görmemiştir. Ben de sonradan öğrenmedim dilimi. İlkokul ikinci sınıftan terkim. İkinci sınıfın ilk döneminde, 10 soruluk bir ev ödevi verildi. Sorulardan biri de 'anadiliniz nedir?' şeklindeydi. ‘Atatürk nerede doğdu, anasının adı ne?’ gibi soruların ardından da anadil sorusu vardı. Annem benimle hep Çingenece konuşur. Ben de benim anadilimin sorulduğunu düşünerek soruya ‘Çingenece’ yanıtını verdim. Ertesi gün öğretmenden çok kötü dayak yedim. Baktım masanın üstünde bir sopa var, ben de ona vurdum bir iki tane. Sonra okuldan kaçtım bir daha da uğramadım.

* Anadilinizi kullanırken daha sonra ne tür sorunlar yaşadınız?

- Önce kendi anamdan babamdan engellendim. Örneğin, bizi çocukken babam bizi pazara götürürdü. Ben babamdan bir şey isterken Romanca konuşurdum. Babam bana, “aman sus, Türkler duyacak” diye çıkışırdı. Korkuyordu babam. Adliyeye gittiğimizde, Romanca konuştuğumuzda yine susturulurduk, hep böyle baskıyla büyüdük. Dış engellerden önce, içte baskılarla karşılaştık.

* Anadilinizi çevrenizdeki arkadaşlarınızla konuşabiliyor musunuz? Yaşadığınız Örnekköy Mahallesi'nde örneğin anadil ile konuşma kültürü var mı?

- Bu mahallerde hala var, ama diğer yerlerde pek kalmadı gibi.

* Gençler ya da çocuklar anadillerini konuşabiliyor mu?

- Gençlerin yüzde 90'ı anlayabiliyor ama konuşamıyorlar. Konuşsa da telaffuz hataları oluyor, tam telaffuz edemiyorlar.

* İstanbul'da Gültepe ve Fikirtepe'de yıllarca Çingene mahallelerinde oturdum. En belirgin özellikleri düğünleriydi. Çok keyif alırdım düğünlerinden. O yıllarda anadillerini konuştuklarına hiç tanık olmadım... Neden böyle oldu? Ya da şöyle sorayım, asimilasyonun en fazla etkili olduğu etnik kesim için Çingeneler diyebilir miyiz?

- Romanlar, hangi ülkede yaşarlarsa o ülkenin dinini ve dilini benimserler. Gerçekten de böyle. Almanya'da yaşayanların mesela yüzde 90'ı Hıristiyan. İslam ülkelerinde doğanlar, yaşayanlar İslam dinine mensup.

TARİH “ROMANLAR İSYAN ETTİ” DİYE YAZMAZ
* Neden böyle? Kültürel bir özellik mi yoksa isyan geleneğinin olmaması mı?

- İsyan etmeme ve kabullenmesiyle ilgili bir şey. Tarihin hiç bir döneminde, şu ülkede şu devlete karşı Romanlar isyan etti, diye bir kayıt yoktur. Ama Kürtlerin tarihine baktığımızda hiç bir ülke onları sindirememiştir. İçlerinde askeri önderler çıkmıştır. Tarihte, kısa sürede de olsa devletleştiler. Ama Romanlarda böyle bir şey yok.

* Romanlar bana çok kolay hoşnut olabilecek bir topluluk geliyor. İsyan etmemelerinde kültürel özelliklerinin, yaşam alışkanlıklarının etkisi olabilir mi?

- Romanlar biraz adamsendeci: Burası olmazsa başka bir yere giderim, orası da olmazsa, başka bir yer var. Göçebe bir toplumuz. Hindistan'ın Pencap bölgesinden çıktıklarında İran, Irak, Suriye, Türkiye veya Rusya üzerinden Macaristan veya Romanya’ya kadar ulaşmışlar. Hiçbir yerde yerleşik düzene erken tarihte geçememişler. Göçebeyiz. Ne oldu? Çocuklar okutulamadı, eğitim sıfır. Devletleşme kültürü yok. Tek dine de sahip değildir. Belki bazı kardeşlerim bana kızacak ama Müslümanlarla Müslüman, Hıristiyanlarla Hıristiyan, ateistlerle ateist oluyorlar.

* Çok sayıda Roman Derneği var. Bu derneklerin Roman kimliğinin korunması ya da geliştirilmesi konusunda katkısı oluyor mu?

- Bana göre olmuyor. Birçok dernek başkanı arkadaşıma soruyorum; ‘biz bu dernekleri niye kurduk?’. Romanların ekonomik durumunu düzeltmek, eğitim seviyesini yükseltmek gibi nedenler sıralanıyor. Ben de diyorum ki, bu saydıklarınızı yapmak sosyal devletin işi. A partisine gidiyor ben seninleyim, B partisine gidiyor ben seninleyim. Kaba bir tabir kullanacağım ama halen daha haybeci zihniyet hâkim.

ANADİLİNİ ÖĞRETEN ROMAN DERNEĞİ YOK
* Roman dilini öğreten dernek var mı İzmir'de?

- Hayır yok. Bunu birçok kez gündeme getirdim ve "gelin arkadaşlar biz önce dilden başlayalım" dedim. Bir milletin millet olabilmesi için en önemli unsurlardan biri dil, dil, dil. Dil olmazsa, ben şuyum, buyum diyemezsin.

İzmir'de Romanlar daha çok hangi mahallerde yaşıyorlar?

- Örnekköy, Tepecik, İkiçeşmelik, Gültepe, Menemen ve etraf köylerde.

* Roman kültürüne dair neler var bu bahsettiğiniz mahallelerde?

- En önemli özelliklerden biri giyim. Hala daha Romanların birçoğu şalvardan çıkmamıştır. Mesleklerini icra ederler dışarıda. Hasır ve şemsiye örerler. Düğünler hala sokakta yapılır. Örnekköy Romanını alıp da salonda düğün yaptıramazsınız.

* Kentsel dönüşüm nasıl etkiliyor sizi?

- İstanbul'da Küçükbakkalköy ve Sulukule'de örnekleri yaşandı. İnsanların tapulu mülklerine çok düşük bedeller gösterilerek, evlerine el koydular, sonra da ‘nereye gidersen git’ dediler. O aileler şimdi köprü altlarında, viyadük altlarında ve çadırlarda yaşıyorlar. Hatta kışın soğuktan ve açlıktan ölen bebekler oldu. Çocuklar, çadırda yaşadıkları ve kayıtlı adresleri olmadığı için okula gidemiyorlar.

O ROMANLAR ARTIK BURADA YOK

* İzmir'de benzer sorunlar yaşadınız mı?

- İzmir'de Şemikler'de yaşandı. Şemikler yıkıldı, insanlar TOKİ evlerine yerleştirildiler ancak aidatlarını ödeyemediler, birçok Roman evlerini sattı ve artık o Romanlar burada yoklar.

* Sosyal ve kültürel olarak da apartman yaşamı sizlere uygun değil sanırım...

- Evet kesinlikle. Belki yaşayanlar çıkabilir. Ama bir paytoncu, apartmanda yaşamaya zorlanırsa, paytonunu, atını ne yapacak? Bir hurdacı apartmanda yaşayamaz, hurda arabasını nereye koyacak? Bir sepetçi apartmanda yaşayamaz, sepet çubuklarını nereye koyacak?

MÜZİK YAŞAMIMIZDA BELİRLEYİCİ DEĞİL

* Roman kültürü denildiğinde akla çalgı, müzik, oyun geliyor... Müzik, oyun, hayatınızda çok önemli bir yerde mi gerçekten yoksa yanılsamamız mı?

- Kesinlikle belirleyici değil. Bir kitapta, Romanlar hakkında şöyle diyordu: Sulukule'de bir kız çocuğu dünyaya geldiğinde yastığın altına zil takarlarmış. Neden? İyi bir dansöz olsun, iyi oynasın diye. Erkek çocuğu dünyaya geldiğinde keman yayı koyarlarmış yastığın altına. İyi bir kemancı olsun diye. Benim doğup büyüdüğüm yerde bir aile bunu yapacak olsa, inanın onu orada yaşatmazlar, toplumdan soyutlarlar. Bizim kültürümüzde de dansözlük hiç hoş görülmez. Bir meslektir, birileri ondan ekmek yiyordur ama bunu kabul etmeyen Roman toplumu da var.

* Peki, darbuka, sizin geleneksel müzik aletiniz değil mi?

- Tabi ki değil. Romanlık sadece müzikten ibaret değil. Bir sepetçiye siz darbuka çaldıramazsınız. Yok mudur müzikçiler? Vardır. Hatta Romanların genlerinde var müzik çalmak, derler. Doğrudur. Nota bilmezler, okula gitmemişlerdir, konservatuarın adını bile söyleyemeyiz ama çok iyi müzik yapanlar olabiliyor. Müzik denilince akla Roman geliyor. Hayır. Benim mahallemde bir tane bile müzisyen yok.

* Bu durumda, az önce ifade ettiğim toplumsal algı nasıl oluşuyor?

- Romanlar göçer toplum ve gittikleri yerlerde nerelerden ekmek yiyeceğini çok iyi tespit eden insanlar. Baktılar ki gittikleri yerde ihtiyaç ne, kalaycılık, onu yaptılar. Baktılar ki müziğe ihtiyaç var, onu yaptılar. Çok meslekli insanlar. Osmanlı onların karakaşına, kara gözüne sancak beyliği vermemiştir. Neden? Çok iyi demirci ustaları çıkmış içlerinden. Kale yapımlarında emekleri hep kullanılmış. İçlerinden iyi at yetiştiricileri çıkmış. Seyisler çıkmış. Hep hayvanlarıyla göç etmişler ve bu nedenle hayvanların dilinden çok iyi anlayan bir toplum. Bu nedenle nalbantlık mesleği Romanlarda çok gelişmiştir. Kalaycılık mesleği gelişmiş, Osmanlı ordusunun karavanalarını kalaylamışlar. Hatta ilk mehteran takımının kurucularındandır Romanlar.

DEVRİMCİLER O SEMTLERİ NEDEN TERK ETTİ?

* Bir söyleşinizde, eskiden devrimciler Roman mahallelerinde çalışma yürütürdü demiştiniz. Nasıldı o günler, sonra ne oldu da ayrı düşüldü?

- Devrimcilerle tanıştığım yıl, 1970 yılıydı. Ben 10 yaşındaydım. 21 yaşında Metris Cezaevi'ndeydim. Çok iyi bir çalışma vardı. Maden işçisiydim. Benimle beraber madende çalışan devrimci arkadaşlarım vardı. Onlar, bizim mahallelerimize gelip çalışma yapmamış olsalardı ben devrimci olamazdım. Ama bu soruyu bana sorduğunuz gibi devrimcilere de sormalısınız. Neden o semtlerden çıktılar? Düzenin partileri durumuna düşmemek lazımdı. Yani, seçimden seçime o semtlere girilmemeliydi.

* Bugün mesela buraya bir devrimci parti gelip çalışma yürütse nasıl karşılanır Romanlar tarafından?

- Birkaç gün önce bağımsız milletvekili adayımız geldi. İlk anda pek bir şey anlaşılamadı. Ne zaman ki adayımız, ‘Ben de sizin gibi eziliyorum, Aleviyim, Kürdüm’ demeye başladığında insanlar kendi kendilerine için içini yemeğe başladı, ‘Eyvah Ramadan abi, mahalleri Kürtlere satıyor’ diye düşünmüşlerdir. Bunu biliyorum... Ama bu onların suçu değildi. Burada ben tek başıma 5–10 kişi kazandıysam, demek ki 10 kişi gelse burada 100 kişi olurdu.

* Halkların kardeşliği nasıl sağlanır sizce?

- Eğer siz benim önder diye tanıdığım kişiye saygı duymazsanız, o zaman ben de size saygı duymam. Siz kalkıp benim dilimi yasaklarsanız ya da ‘Türkiye Türklerindir, Türk'ün Türk’ten başka dostu yoktur’ derseniz beni zaten hemen Türk'ün düşmanı ilan etmiş sayılırsınız. Eğer siz, Çanakkale'de yaşamını yitiren Diyarbakırlı, Mardinli insanların dağlarına ‘Ne mutlu Türküm’ diye yazarsanız bugün yaşadığımız olayları yaşarsınız. Ertuğrul Kürkçü çok güzel bir örnek verdi: Siz beni önderime saygı duymazsanız, zamanla bu toplum kendi önderini çıkartır ve kendi cumhuriyetini kurar. Bu tarihte de yaşandı. Mandela’yı aldılar, yıllarca hapiste tuttular ama çıktığı gibi Cumhurbaşkanı oldu.

BENİM MODELİM ZATEN KÜRTLER
* Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu'nun bir toplantısına katılarak, destek verdiğinizi açıkladınız... Bu bence önemli ve dikkat çekici. Neden böyle bir destek?

- Benim modelim zaten Kürtler. Onların kazanımı benim kazanımım olacak. Eğer Kürtler bugün Kürtçe dil kursları açma serbestliğini kazandıysa, Romanlar da Romanca dil kursu açma serbestliğini kazandı, demektir. Genel anlamda Romanlar bu sürece hiç bir katkı koymadı. Bakıyorsun parti politikalarına ayrımcılığa karşı en büyük mücadeleyi veren BDP. Arkasından diğer partiler geliyor. BDP içinde ırkçılığa karşı canı pahasına da olsa mücadele eden insanlar var. Nasıl o güzel insanların yanında olmayacağım ki!

* Önümüzdeki dönemde anayasa tartışmaları yeniden başlayacak. Siz nasıl temsil edilmeyi istersiniz yeni anayasada?

- Yeni anayasaya gelmeden önce eski yasalara bakmamız gerek. İskân Kanunu meselesi vardı. Bu yasaya göre, Türkiye'ye mülteci olarak kabul edilmeyecek 4 grup vardı: Anarşistler, vatan hainleri, casuslar ve Çingeneler. Bu yasa değiştirildi. Ancak başka yasalar var. Polis Görev ve Salahiyetleri Kanunu'nun Karakol Amirinin görevleri bölümünde, Romanların potansiyel suçlu oldukları için gözaltına alınabileceği belirtiliyor. Eskiden bu konuda kararı savcılar ya da yasa yapanlar verirken, bu görev bugün karakol amirlerine verildi. Bu yasal düzenlemenin kesinlikle değişmesi gerekiyor. Anayasada da temel insan hakkı neyi gerektiriyorsa, o haklarla birlikte anayasada yer almak isterim. Ben bir yere müziğimle gittiğimde, ‘Çingene kardeşim, canım paşam ağam’ denilip, eğlence bittiğinde ben de bitmemeliyim.

* Peki umutlu musunuz bu konuda?

- Kesinlikle değilim. Onlara göre henüz erken. Bizim ilk dernek kurucularımızdan Yakup Çardak vardı. İlk roman derneklerini kurduklarında bölücülükten yargılandılar ceza aldılar. Başbakan Erdoğan, Roman açılımı yaptı, şu an bakın ne hükümet ne de diğerleri hiçbir parti romanları ağzına almıyor.

* Siz hükümetin Roman açılımını desteklediniz mi?

- Hayır, hayır desteklemedim.

* Hükümet Roman açılımını gündeme getirdiğinde ne düşündünüz?

- Onların açısından "tamam" dedim, artık vurucu yeri kullandı. Onların açısından iyi sonuçlar elde edeceklerini düşündüm. Çünkü Romanlar kandırılmaya çok müsait insanlar. Sevdikleri insanlar için canlarını verirler. Başbakan Erdoğan'ın ‘Romanlardan özür diliyorum’ şeklindeki sözü gerçekten Romanlarda bir sempati uyandırdı. Ama arkası gelmedi. Balık Ayhan diye biri vardı, onu milletvekili göstereceklerini ilan ettiler. Ancak bırakın milletvekilini, aday adayı bile yapılmadı. Edirne Roman Derneği Başkanı da İstanbul'dan aday adaylığı başvurusunda bulundu ama kabul edilmedi. İzmir'den CHP ve AKP'den birer aday var. Seçilirler mi tam bilmiyorum.

Münafığın Sezgisi

 
AKP imbiğinden süzülerek Kürt meselesi üzerine damlayan iktidar medyasının akil neferleri, M. Ali Birand’ın ordu güdümlü medyaya dair “samimi itiraflarını”, kendi iktidar güdümlü rolüne perde kılma çabalarının bugün çok az kişi tarafından müstehzi bir tebessümle geçiştiriliyor olması düşündürücü. Birand’ın sözleri heyecanlandırıyor, itirafı, tedhişçi söyleme sağlam bir dayanak, göz kamaştırıcı bir derinlik kazandırdığı için mutlu ediyor. 30 yıl savaşlarında kendi sorumluluklarını unutturduğu, bir devrin bütün günahını sadece birkaç katile yükleme imkanı sağladığı için eşsiz ve korkusuzca bulunuyor.

Dün militer yapının emirerliğine atananların heveskarlığını ti’ye alan seçkinci aydınımızdaki bu diri refleksin, bugün Kürt diyarında süren vahşetini estetize ettiği iktidarın, polis devletini inşa sürecinde, cürümünden fazla bir yer kaplama hevesiyle örtüştüğüne dair ciddi işaretleri göz ardı edemeyiz. Kürt kıyımında ordunun emrinde sipere koşan medya gönüllülerine büyük felaketin işbirlikçileri diye burun kıvırırken, bugün değişen güç dengeleri içinde iktidara gerdan kırmasının görünürden daha derin bir anlamı olmalı. Ertuğrul Özkök’lü Hürriyet’ten rol çalan, rezil manşetleri sanatkarane bir incelikle döşeyen devletin yeni hücum kıtası ilerici tetikçiler, bu işin nasıl yürütülmesi gerektiği hususunda Özkökleri, Çölaşanları kıskandıracak becerileriyle geniş kesimlerin gönlünü çelmeyi iyi biliyor. Kalemleri ve zihinleri bir dönemin kanlı tortusu yazar-çizer takımından çok daha kıvrak. Meselelere daha bir aşina. Pisliğin altından girip erdemin tepesinden çıkıp orada bir vicdan harikası gibi görünebilme hususunda üstlerine yok. İnanmışın azminden çok münafığın sezgisiyle tam zamanında tam da çıkarının gerektirdiği yerde bulunurken, elde ettiklerinin kendilerine hiçbir çabaya mal olmaması, kazandıklarının bedelini kaybettirdiklerine ödetebilme konusunda öncüllerine fark attıklarını iyi biliyor.


Yeni dönem cellatlığına soyunanların hepsinin liberal, hepsinin demokrat, hepsinin seçkin entelektüellerden oluşması bir tesadüf değil. Her şey yerli yerine oturuyor. Bir din yıkılıyor, yeni bir din inşa ediliyor. Yeni inşa sürecinde muzaffer tarafın yanı başında kendine yer bulup şeytanı taşladığında bile başka türlü görünmeyi başarmak geniş bir öngörüyü gerektirir. Her zaman olduğu gibi bugünün galipleri dünün mağlupları üstünde tutkuyla tepinirken, dört ayak üzerine çömelerek süründükleri yeni dinin mihrabından selefleri gibi güç sahiplerine sokulup tebaasına yine Kürt sokağını işaret etmesi artık garipsenmiyor.


Eski defterleri açmak ciddi bir meseledir. Aydınımızın hafızasını devlet arşivinden önce çatlata çatlata aralaması irkiltmiyor değil. Geçmişe dair faciaları bir dedektif dikkatiyle kurcalaması yeterince ürpertici. Kirli savaşın ana karargahı gazetelerin, ilk eğitimini Kürtlerle cengin ileri mevzilerinde alan dünün yıkım lejyonu yazar-çizer takımının nedamete çağrılması bir serinletici etkisi yapmaması düşünülemez. Bütün bunlar ferahlatıcı. Nefesimizi tıkayan, zihnimizi karıştıran, yumuşak geçişli cümle bağıntıları, yazı ve haber başlıkları altında uzayıp giden bol imalarla sezdirilenin sistemle başı bozukların bir kez daha hedef tahtasına oturtulması. Aramızdaki kan uyuşmazlığı, vahşi sisteme karşı özgürlük bloğu oluşturabilecek son muhalif kesime yönelik pervasız saldırganlığa zorla giydirilen “liberal özgürlükçü tutum” ile ilgili.


Sistem içindeki iktidar savaşlarının medya ayağında seyreden yeni kümeleşmelerin hür, cesur, ilkeli, tarafsız medya incileriyle döktürülmesindeki asıl amaç, kanımızca ordu medyasından polis medyasına doğru yapılan başdöndürücü atlayışın gözlerden kaçırılmak istenmesi. Bugün ordu yandaşı medyanın polis sözcüsü medyaca geri püskürtülmesinin ezilenler açısından hiçbir şey ifade etmemesi de bu yüzden.


AKP onlara göre elbet asrın mucizesi. Ordu medyasını yıkımın baş aktörü diye çene kıllarından tutup yığınların önüne atan polis medyası durumdan hoşnut. Kürt coğrafyasında AKP döneminde yaşanan ve yaşatılanlar üzerine döşenen hemen her fikrin temeline sinen devrim imalı methedici retoriğe esas parıltıyı veren, iktidarın inkarcı kaba söylem ve eylemi zarif biçemlere dökme yeteneği. Kurbanlar artık daha şairane şekilde yok edilebilir. Yoksa başka türlü Erdoğan pragmatizminin yere göğe sığdırılamaması, izaha hayli muhtaç bir zaaf. Birandlar konuştukça bu çılgın tezahüratları daha çok duyacağız. Ama zulmün eşiği geçilir, bu rüzgar bu yangından da önce söner, bugün Birand’ın itirafına sebep kuvvet, yarın herkese içindekini kusturur.

 


 

Faşist Saldırılar Erdoğan ın Eseri

Her meydanda BDP'yi hedef gösteren Erdoğan'ın çağrıları yerine ulaştı. Bursa'da ırkçılar Maraş, Çorum ve 6-7 Eylül katliamları sırasında olduğu gibi Kürtlerin yaşadığı evlere çarpı işareti koydu


Başbakan'ın her miting meydanında "polis katili", "terörist" gibi sözlerle BDP'yi hedef göstermesiyle başlayan saldırılar, Bursa'da tehlikeli bir noktaya geldi. Yenişehir'de pazar gecesi başlayan saldırılarda şimdiye kadar birçok ev ve işyerini tahrip eden ırkçı gruplar bu kez Kürtlerin evlerine çarpı işaretleri koymaya başladı.


Savcılığa suç duyurusunda bulunan BDP Bursa İl Başkan Yardımcısı Ayla Yıldırım, saldırganların kendilerini HEPAR İlçe Örgütü üyeleri olarak tanıttığını belirterek, "İlçede yaşayan Kürtlerin evlerini işaretlemişler. Bu, korku ve endişeye yol açmış. Suç duyurusunda bulunduk. Ancak, gereken ciddiyet gösterilmiyor" dedi.



Erdoğan gösteriyor ırkçılar vuruyor


Geçen pazar günü Bursa’nın Yenişehir ilçesinde emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu’nun partisi HEPAR’a üye yüzlerce kişi Kürtlerin ev ve işyerlerine saldırdı. Polisin gözleri önünde yapılan saldırıda onlarca işyeri ve ev tahrip edildi. 2 Kürt yaralandı. Polis, saldırgan ırkçılara herhangi bir müdahalede bulunmazken, saldırıya uğrayan ev ve işyeri sahiplerinden Hasan ve Emrah Kaya adlı kardeşler gözaltına alınıp tutuklandı.


Katliama çağırdılar


Pazartesi günü tekrar bir araya gelen ırkçılar, esnafa çağrıda bulunarak gece Kürtlerin evlerine saldırıda bulunacaklarını duyurdu. Heykel Meydanı’nda toplanan 150 kişilik ırkçı bir grup Kürtlerin kaldığı mahalleye girmek istedi. Buna rağmen herhangi bir önlem almayan polis, ırkçı grubun saldırısını adeta izledi. Saat 24.00 sıralarında tekrar toplanarak yürüyüşe geçen grup katliama çağrı yaptı. Kürtlerin ev ve işyerlerine işaretler koyarak hedef haline getiren ırkçılar adeta 6-7 Eylül olayları ile Maraş ve Çorum katliamlarının provasını yaptılar.


Kürtlerin evlerini işaretliyorlar


BDP Bursa İl Örgütü bu saldırılardan sonra ırkçı gruplar hakkında suç duyurusunda bulundu. Adliye bahçesinde basın açıklaması yapan BDP Bursa İl Eşbaşkanı Ayla Yıldırım, kendilerini Yenişehir HEPAR İlçe Örgütü olarak tanıtan bu kişilerin Kürtlere saldırıda bulunduğunu belirterek, “İlçede yasayan Kürtlerin evlerini işaretlemişler, bu halkımız arasında korku ve endişeye yol açmıştır. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Ancak, gereken ciddiyet ve duyarlılık gösterilmediği için cesaret alan bu kişiler, saldırılarını linç boyutuna getirmiştir” dedi. Bursa’da son yıllarda benzer olayların sürekli yaşandığını kaydeden Yıldırım, “Geçmişte yaşananlar, nasıl ki dün yaşananların habercisi ise, gelecekte yaşanması muhtemel daha ciddi olayların da işaretidir. Daha vahim olayların yaşanmaması için konuya ciddiyetle eğilip, şüpheliler ve sorumlular hakkında gerekli işlemin yapılmasını istiyoruz” şeklinde konuştu. Yıldırım, aralarında Bursa bağımsız milletvekili adayı Deniz Büyük’ün de bulunduğu yaklaşık 25 kişilik grupla birlikte yaptığı basın açıklaması ardından, 7 kişinin isminin belirtildiği bir sayfalık suç duyurusu dilekçesini Bursa Cumhuriyet Savcılığı’na verdi.


Maraş, Çorum ve 6-7 Eylül...


6-7 Eylül olayları ile Maraş ve Çorum katliamlarında da ırkçılar ev ve işyerlerini önceden işaretlemişlerdi. Daha sonra işaretledikleri ev ve işyerlerine saldırıda bulunan ırkçılar her tarafı yakıp yıkmış, olaylarda yüzlerce insan katledilmiş, binlercesi de yaralanmıştı. Daha sonra bu saldırıların önceden hazırlandığı ve planladığı ortaya çıkmıştı. Son yıllarda özellikle Kürtlerin yaşadığı Türkiye metropollerinde bu tarz linç girişimleri ve saldırılar arttı.

AKP’nin Sonu!.. Pek Yakında...


Tayyip Erdoğan’ın meydanlarda konuşurken sesi çatallanıyor. Televizyon programlarındaki konuşmalarında ise artık hırıltılı sesler çıkıyor. Tuhaf bir ses tonu. Sakin başlıyor konuşmasına. ‘’Hopa, Hakkari, çevreci, öğrenci, sivil dikta ve Kürt” sözcüklerini duyar duymaz birden hiddetleniyor. Kırmızı bayrak gören boğaların tepkisini anımsatan bir tepki gösteriyor. Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarındaki bu farklılaşma seçim yorgunluğu nedeniyle değil. Bu farklılaşmanın asıl nedeni, giydiği iktidar gömleği içerisindeki kişilik aşamalarını tamamlamak üzere olması… Kendi deyimi ile iktidarda ‘’çıraklık, kalfalık dönemi bitecek ve ustalık dönemi başlayacak!”

Erdoğan, Milli Görüş gömleğini çıkardığı günden sonra üzerine ABD markalı siyasi ceket giymiş, bu ceketin altında ise ütüsüz ‘’ileri demokrasi”, ‘’AB üyeliği”, ‘’barışçıl, açılımcı”, ‘’Ilımlı İslam”, ‘’muhafazakar demokrat” gömlekler ile meydanlarda boy gösteriyordu.

Tayyip Erdoğan önce ütüsüz giydiği ‘’ileri demokrasi” gömleğini çıkardı. Toplumsal muhalefette dile gelen talepleri karşılaması gereken iktidarın sahibi, protestoculara karşı polisin tarafında yer aldı. Medyayı özgür ve tarafsız bırakmak yerine kendine bağlı medya örgütlenmesine girişti. Yazarları, sanatçıları kendisini desteklerken el üstünde tuttu. Kendisini eleştirdiklerinde ise, ‘’namertlik” ile suçladı. Tehdit etti. Kısacası Erdoğan ileri demokrasi gömleğini aslında hiç giymedi. Aynı Erdoğan AB üyeliği yolunda uygun adımlarla yürüyor gibi görünüyordu. Derdi AKP’ye dış destek almaktı. Bir süreliğine bu desteği de aldı. Ama sonra bu alanda yürümek istemediğini de gösterdi. Fransızları Türkiye’ye Fransız kalmakla suçladı. Türkiye’nin ise AKP iktidarı ile AB üyesi ülkelerden daha ilerici olduğu konusunda ahkam kesti. Yani bu alandaki hedeflerinden de vazgeçti. Çünkü aldığı oylar, Anadolu’nun tüccar takımının desteği, medyadaki yağcı ve yalaka takımı Erdoğan’ı uçurmaya yetiyordu.

Ve kalfalık döneminin uyanık politikalarıyla memleketi kasıp kavuran ‘’açılım politikaları’ ile kendisine yeni bir imaj oluşturmaya çalıştı. ‘’Kürt, Alevi, Roman açılımları” ile toplumun en önemli sorunlarını oyalama yolu ile çözebileceğini sandı. Ama böyle olmadı ve ‘’açılım gömleğini” alelacele çıkardı. Açılımcı gömleği yerine ‘’çılgın proje tulumunu” giydi. Erdoğan ‘’ileri demokrasi” gömleği yerine ise, ‘’polisin mavi renkli sivil dikta” gömleğini giydi. Polis renkli sivil dikta gömleğini giydikten sonra zaten ortada ne muhafazakarlık ne de demokratlık kaldı. Kala kala ‘’Ilımlı İslam” gömleği kaldı. Bu gömlekle daha fazla yol alması ise pek fazla gerçekçi değil. Çünkü bu gömleği daha önce giyen Hüsnü Mübarek ve etrafındakiler karşılaştıkları sonla siyaset sahnesinden çekildiler. Erdoğan’ın AKP’si de bölgesel desteğini kaybetti. Libya ve Suriye konusunda sistemle uzlaştı. Komşuları ile hiçbir sorununu çözemediği gibi, Türkiye’nin en temel meselesi Kürt sorununda da gerici ve çözümsüz bir noktaya geldi.

Bunun en temel göstergesi olarak Tayyip Erdoğan’ın önceki gün kendisine yakın bir televizyon konuşmasındaki Öcalan ve Kürtler için söylediği sözlerde gizli. 1999 sonrasında Bahçeli ve ortaklarının Öcalan’ı idam etmemesini ağır sözlerle eleştiren Tayyip Erdoğan, ‘’Ben ve partim iktidarda olduğu sürece Öcalan İmralı’dan çıkamayacak, cezasını çekecektir” dedi. AKP iktidara geldiğinde Türkiye’nin temel meseleleri üzerine dillendirdikleri ile oy toplamış, demokrat kesimlerden destek bulmuş, uluslararası alanda popüler olmuştu. Ama şimdi durum tersine dönmüş.

Özcesi ekonomik rant dağıtımı ve Türkiye siyasetindeki alternatifsiz görünen siyasal ihtiyaçların üzerinde kurulu olan AKP; artık Türkiye’de siyasal bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Tayyip Erdoğan etrafındaki yalaka-yağcı danışmanları ve medyadaki kral soytarılarının durumu nedeni ile hala gerçek durumu anlayabilmiş değil. Ama AKP siyasi tedavülden kalkmak üzere. Bunun işaretleri ortaya çıkmış durumda. AKP, 12 Haziran’da oylarını korusa da, iktidar olsa da AKP için son başlamış durumdadır. Görünen budur. Bu nedenle Erdoğan çok sinirli ve gergin. Hal böyle olunca Erdoğan’ın konuşmalarındaki ses çatallanması, hırıltılı ses tonu çıkıyor.

guelbaki@ymail.com

Bir Halkı Anlamak

Şimdiye kadar üzerine konuştuğum hiçbir konuya uzaktan bakmakla yetinmedim. Öylesi, benim harcım değil. ‘Orda bir köy var uzakta’ der gibi, ‘orda bir sorun var uzakta’ demenin anlamı yok.

‘Tuzu kuru olanlar’ın dünyasına doğdum, ama o dünya hiçbir zaman benim dünyam olmadı. Çok ‘yüce gönüllü’ olduğumdan değil, yücelik Allah’a mahsus. Benimki, sizin anlayacağınız dille, ‘meşrep’, benim için varlığına hep şükrettiğim nasip, kısmet meselesi.

Tuzu kuruların dünyası, bana göre, akla da vicdana da kör bir dünya. Öyle olduğu için insanın hem aklını, hem kalbini körelten bir dünya. Bana garip gelen, o dünyayı reddetmek değil, o dünyaya mahkûm olmak. Bugüne kadar yapıp ettiklerimin, yazıp söylediklerimin açıklaması kısaca bu. Ne fazla, ne eksik.

Bugünlerde, Başbakan’ın bana yönelik ifadeleri karşısında tepki verenlerden bazıları, geçmişte, muhafazakâr çevreye verdiğim desteği hatırlatıyorlar. Bu konuyu, ‘ilkelilik’ hususunun altını çizmek için, iyi niyetle gündeme getirdiklerinden kuşkum yok. Ancak, bu noktada izah etmem gereken bir husus var. Ben, o zaman, o çevreye yapılan haksızlıklara isyan ettiğim için, öfkelerini derinden hissettiğim için destek verdim, bugün olsa aynısını yapardım ama, sürekli hatırlatılmasının, bir ‘diyet’ gibi algılanmasından rahatsızlık duyarım. Öylesi doğru olmaz.

Ben İslami kesim hakkında konuşurken de, uzaktan konuşmuyordum. Hiçbir sıkıntı, uzakta durarak anlaşılmıyor, dolayısı ile sahici bir dille anlatılamıyor. Dilimiz sahici değilse de, ne kadar kocaman laflar sarf edersek edelim, ne kadar çok kavram kullanırsak kullanalım, hiçbir şeyi doğru dürüst anlatmaya yetmiyor. Öylesi benim işim değil.

Kürt meselesine, bu anlamda, uzun süre uzaktan baktım. Öyle olduğu için çok az şey yazdım. Geçmişte yazdıklarıma bugün baktığımda gördüğüm şu; masa başında hepsi doğru, medeni ve demokrat birinin söyleyeceği şeyler. Ama ‘ruhsuz’, ‘duygusuz’. O nedenle, fazla bir şey söylemiyor. İnsanların sıkıntıları, dertleri, çektikleri kavramlara sığmıyor, kitaba uymuyor.

Son beş altı yıldır, Kürt meselesini daha yakından izlemeye çalıştım, dahası bu süre zarfında Türkiye’de yaşananlar, ‘barış’ adına umut vaat eden bir mecraya girmek yerine, adım adım o mecradan uzaklaştı. Umut uzaklaştıkça, ben sıkıntıya daha da yaklaşma ihtiyacı duydum. Geldiğim noktanın izahı budur. Ne eksik, ne fazla.

Geldiğim noktada, Türkiye’de yaşayan akıl ve vicdan sahibi herkese, umut daha da fazla uzaklaşmasın diye, Kürtlerin sıkıntılarına daha fazla yaklaşmalarını tavsiye ediyorum. Ama sahiden yakınlaşmalarını, bir halkı, onun sıkıntılarını, çektiklerini, ödediği bedelleri sahiden anlamaya çalışmalarını salık veriyorum. Ama sakın çekilenleri, sıkıntıları kalkan yapıp, Kürtleri elma şekeri ile avutmaya kalkmayın. Bunca bedel ödemiş bir halkı bu şekilde ‘incitmeye’ tevessül etmeyin. İnsan şerefli bir mahluk, Kürtlere vaat ettikleriniz arasında ‘onur’ ve saygı olmalı. Yoksa, bir halkı ve bunca yaşananı anlamamış olursunuz, buradan ‘barış’ çıkmaz.

Hayatın merkezine, milyon dolarlar ve duble yolları koymayı reddeden herkes, bir halkın özgürlük mücadelesini anlama yolunda bir adım atabilir. Türkler ile Kürtlerin didişmesinin önünde kalkan gibi durabilir. Tüm iktidarların ve bu arada entelektüellerin iktidarının, ‘görme!’ dediğini görmeye çalışın. Bin bir ağızdan ileri sürülen bahanelerin ne kadar anlamsız olduğunu göreceksiniz. Ünlü İngiliz romancı Julian Barnes’ın Irak savaşı için ileri sürülen gerekçeler üzerine dediği gibi, inanın ‘hiçbir gerekçe bir çocuğun parmağının kanamasına değmez!’.

milliyet

'İleri Demokrasinin' Faturası

Erdoğan seçim çalışmalar kapsamında yaptığı mitinglerde duble yolları ve yaptığı icraatları övünerek anlatırken, cezaevlerinin doluluk oranının ise kapasitesinin çok üstüne çıktığını görmezden geliyor.

2001 yılında cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı 55 bin 209 iken, sürekli özgürlükler ve "İleri demokrasi"den dem vuran AKP'nin 9 yıllık iktidarı döneminde bu sayı, 67 bin gibi rekor bir artışla 122 bin 404 oldu. Cezaevlerinin toplam kapasitesi ise 100 bin.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yaptığı bütün mitinglerde Türkiye'nin "İleri demokrasi" normlarına girdiğini söylese de istatistikler ve veriler Türkiye'de cezaevlerinde yaşanan doluluk oranının diktatörlük ile yöneltilen ülkeleri geride bıraktığını gösteriyor. Adalet Bakanlığı verilerine göre, tutuklu ve hükümlülerin toplam sayısı, ceza infaz kurumlarının toplam kapasitesini aştı. Türkiye'de çocuk cezaevleri dahil olmak üzere 370 ceza ve infaz kurumu bulunurken bunların toplam kapasitesi ise 100 bin civarında.


Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifleri Genel Müdürlüğü sitesinde yer alan son istatistikler olan Ocak 2011 istatistiklerine göre ise, cezaevlerinde 122 bin 404 kişi bulunuyor. Son 4 ay içerisinde BDP'ye yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda tutuklananları da dahil ettiğimiz zaman ise bu sayı 124 binlere yaklaşıyor.


80 yaş üzeri 69 kişi cezaevinde


Cezaevlerinde bulunan 122 bin 404 kişiden 35 bin 183'ü tutuklu, 20 bin 224'ü hükmen tutuklu, 66 bin 997'si ise hükümlü. Cezaevlerinde bulunan çocuk sayısı ise 2 bin 168. Cezaevinde bulunan 122 bin 404 kişiden 118 bin 67'si erkek, 4 bin 337'si de kadın. Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin yaş dağılımlarının yer aldığı istatistiğe göre ise, Türkiye'de bulunan cezaevlerinden 80 yaş ve üzerinde 69 kişi bulunuyor. Cezaevinde ayrıca 100'ün üzerinde durumu aciliyet arz eden ve tedavi edilmemesi durumunda hayatını kaybedecek durumda olan hasta tutuklu ve hükümlü bulunuyor.


'İleri demokrasi'nin sonucu


Ceza infaz kurumlarının, 1999 yılında çıkarılan Cezaları Erteleme ve Şartla Salıverilme Yasası sonrası 49 bin 512 tutuklu ve hükümlüye kadar inen sayısı, AKP iktidarı ile birlikte yeniden artmaya başladı. Bu sayı 2002 yılında 59 bin 187 olurken, 2003 yılında 64 bin 296, 2004 yılında 57 bin 930, 2005 yılında 55 bin 870 oldu. AKP iktidarının 2005 yılında Terörle Mücadele Kanunu'nda yaptığı değişiklik ise cezaevleri açısından dönüm noktası oldu. Değişiklik sonrasında tutuklama tedbirden çok cezaya dönüştürülünce, cezaevlerinde doluluk oranı da katlandı. Uygulama ile birlikte 2006 yılında 55 bin 870 olan sayı 2006 yılında 70 bin 477 gibi astronomik bir rakama ulaştı. Tutuklama siyaseti sonraki yıllarda artarak devam etti. Bu sayı 2007 yılında 90 bin 837, 2008 yılında 103 bin 235, 2009 yılında 116 bin 340, 2010 yılında 119 bin 112, 2011 yılının ilk aylarında ise 122 bin 404 oldu. Toplamda ise AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından 2011 yılının ilk aylarına kadar olan zaman içerisinde 67 binden fazla kişi cezaevine yollandı.


DİHA

Balkon’daki Erdoğan

 



Fakirin “ekmeği” değil miydi umut?

Günlerdir Tayyip Erdoğan seçim dolayısıyla ağzından “olumlu” bir cümle kaçırır diye bekliyor/bekletiliyor Kürt ve Türk halkı.
Seçim yaklaştıkça ha bugün, ha yarın diye diye Amed’deki (Diyarbakır) seçim mitingine çevirdiler halkın gözünü.

Erdoğan ne yaptı orada? Kürt halkını, Kürdistan’ın kalbinde tehdit etti.

Erdoğan’a hayran Türk medyasının kıdemlileri ve yeni yetmeler, “Diyarbakır da iyiydi ama siz asıl balkon konuşmasını bekleyin…” diyerek umut yaymaya devam ediyorlar daha.

Birçoğu gibi Cengiz Çandar da kaptırmış kendisini Erdoğan rüzgârına, yelkenleri bir türlü toplamaya niyeti yok.

Yoldayken bile Erdoğan’ın seçim konuşmalarını kaçırmadan internet üzerinden takip ettiğini belirtirken Çandar, çok da heyecan duyduğunu söylüyor.

Sahi Erdoğan’ın hangi konuşması heyecan verici?
BDP’ye "terörist" ve "sivil faşist" demesi mi, heyecan verici?

Erdoğan “Kürt sorunu yoktur, bazı Kürt arkadaşların sorunları vardır” diyerek 2005’de Amed’de yaptığı konuşmanın tam tersi bir rotaya yönelirken, Çandar bu dönüşü olumlamak için cımbızla kelime avına çıksa da dişe dokunur bir şey bulamadığı için umudumuzu balkon konuşmasına yönlendiriyor.

Kürt’e, Kürdistan’da Kürt demek artık geldiğimiz bu 21. yüzyılda "olumlu" ve "umut" verici bir gelişme olarak yutturulmaya çalışılıyorsa, bizde helal olsun deriz. Bakın biz Kürt olduğumuzu bilmiyorduk iyi ki de söylediniz, atık mesele kalmamıştır!

Tekrardan balkona dönelim. Erdoğan’a "minareden seslen" diye bir öneride bulunsam, dini bütün arkadaşlara haksızlık mı etmiş olurum? Dini sömürerek buraya kadar geldiğine göre bundan rahatsızlık duyacaklarını sanmıyorum.

Kürtlerden aldığı oyları azalınca diline doladığı "din kardeşliği"ni unutan Erdoğan, çoğunluğu Müslüman olan Kürtleri bir anda Zerdüşti yaptı, hakaret mahiyetine.

Peki, bir Alevi, Yezidi, Hıristiyan, Ateist, Yahudi Erdoğan ile kardeş olabilir mi?

Hani İslam dini hoşgörü diniydi? Yaratılanı yaratandan dolayı sevdiğini söylüyordu Erdoğan? Zerdüştileri kim yaratmıştı peki?
Pardon, o zamanlar Erdoğan’ı yaratan da daha yaratılmamıştı. Onun için bu sayfayı geçelim.

Amed’de Kürtlerin gözlerinin içine bakarak “bunlar Zerdüşt müş” diyerek aşağıladığını sanan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu şahsında “Alevi olduğunu söylüyor” diyerek kendisini takip eden güruha meydanlarda Alevileri yuhalatan bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Onun balkonda şapkadan tavşan çıkartmasını boşuna beklemeyin derim.
Ancak cin çıkartıp, ruh çağırabilir. Çağıracağı ruh da Kemalistlerin ruhudur onu da Kürtler “iyi” tanıyor. Sahi tanıyor muyuz?

Kadınları, hele bir de başı açıksa insandan saymayan, Kürtlere bir halk olarak saygı duymayan, Alevileri ve diğer dinleri aşağılayan, demokrasi yerine biat kültürünü iliklerine kadar yaşamış birinden bahsediyoruz.

Maalesef elimizdeki malzeme bundan ibarettir.
Şimdi de çizgi film kahramanları gibi "güç bende" diye bağırıyor.
Balkonda beklenen mucize gerçekleşmezse eğer, yeni bir tarih dolaşacak bunların dilinde. Sahi Erdoğan’ın ne söylemesini / yapmasını bekliyorlar?

Oysa Erdoğan’ın “mecliste 367 milletvekiline ulaşırsam” diye başlayan cümleleri her şeyi fazlasıyla ifade etmiyor mu?
Yeni anayasa yapılırken mecliste grubu bulunan diğer partileri, sivil toplum örgütlerini de işin içine katacağını söylemesi Erdoğan’ı tanıyanlar için sürpriz sayılmasa gerek.

367 milletvekiline ulaşırsa kafasındaki anayasayı hayata geçirecek ve bu anayasa ne sivil olacak, ne de demokratik. Cemaatin Türk – İslam sentezine göre hazırlanmış, Kürtleri bir halk olarak görmeyen, dillerine saygısı olmayan, asimilasyonu hedef alan, ülkeleri Kürdistan’a ise hiç değinmeyen, "tek devlet, tek dil, tek millet” anayasası olan eskisine göre bir fazla ile yoluna devam edecek, o da şu: “tek devlet, tek dil, tek millet, tek din”.

Hakkari’de öldürülen imamı seçim malzemesi olarak hiç ağzından düşürmeyen Erdoğan, Hopa’da kendi polisi tarafından öldürülen emekli öğretmen Metin Lokumcu’dan bahsederken “bir kişi de ölmüş, ismi önemli değil” diyebiliyor.

“Önemli değil” diyor, çünkü o ölümü kullanarak seçim meydanlarında oy toplayamayacağını biliyor. Ölen devletin resmi imamı olduğunda ancak Erdoğan için önemli oluyor.

Ankara’daki protesto eyleminde panzere çıkan Dilşat Aktaş için de “kadın mı kız mı belli değil” diyerek kadınlara olan bakışını göstermiş oluyor.

Onun da kalçasını kırmış polisler, o da “önemli değil” çünkü Erdoğan’ın seçim malzemesi olamayacak biri. Diğer kamptan, cami tayfasından değil.

‘Ben olsaydım, İsrail’le ilişkilerin bozulmasına izin vermezdim’ diyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirirken bakın ne diyor Erdoğan: “O doğru, çünkü İsrail’i ilk devlet olarak tanıyan CHP’dir"

Dünyanın başka bir ülkesinde olsa bırakın aydın, entelektüel, demokrat bilmem ne olmayı, en sıradan sosyal demokratlar bile Erdoğan’ı bu sözlerinden dolayı ırkçı diye parmakla gösterirlerdi. Ve Erdoğan insan içine çıkamaz hale gelirdi.

Hâşâ, bizde Erdoğan ve AKP ile duygudaş olan o kadar çok ırkçı var ki, Erdoğan’ın söyledikleri onları sarhoş ediyor adeta.
Demek istiyor ki, “ben Hamas ile aynı fikirdeyim, aslında İsrail devletini tanımıyorum” ama halk arasındaki deyimle bunu doğrudan telaffuz etmek “sıktığı” için CHP’e üzerinden söylüyor. Diğer taraftan TC’yi kuran kadro ile CHP’yi kuran kadronun aynı olduğunu ve kendisinin de şu anda bu devletin başbakanı olduğunu unutuyor. Her halde bunları söylerken kendisini Kudüs’te Hamas’a nutuk atarken hayal ediyor. Yakışır.

Erdoğan değil miydi “camileri kışla minareleri süngü” olarak gören? Sıradan bir insan iken demokrasiyi içine sindirememiş birinin, iktidarda iken demokrat olmasını beklemek, hele bunu geldiği yere hep biat ederek, birilerine el pençe durarak, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyerek elde etmiş birinden beklemek ham hayal değil, kusura bakmayın aptallıktır.

Erdoğan’dan ve AKP takımından demokrat çıkartamazsınız. Onların dünyasında demokrasi yoktur, itaat etmek ve yönetmek vardır.
Erdoğan bulunduğu yeri kaderi olarak görüyor.

BDP’yi “Öcalan’ı peygamber olarak görüyorsunuz” diye bağırıp tehdit ediyor, kendisinin de Kürt ve Türklerin peygamberi olarak selamlanmasını buyuruyor.

Selamlayacak mısınız?
Ben mi? Hâşâ…
zengaso@yahoo.de