Araştırmacı yazar Foti Benlisoy, günlerdir süren eylemleri "özellikle
gençliğin başını çektiği ayaklanma" olarak tanımladı. Kendiliğinden
gelişen bu harekette ulusalcılar ile devrimci ve sosyalistlerin yan yana
bulunmasının normal olduğuna dikkat çeken Benlisoy, "Tahrir'de
sosyalistler ile Selefiler aynı barikattaydı" dedi.
Hükümetin Taksim
Gezi Parkı'nı yok etme planına itiraz olarak başlayan ancak bir anda
AKP iktidarına karşı yaygın ve kitlesel tepkiye dönüşen eylemler, bir
haftayı geride bıraktı.
Taksim Gezi Parkı'ndaki bekleyiş devam
ederken, İstanbul dışında İzmir, Ankara, Mersin, Antakya gibi kentler
başta olmak üzere birçok kent merkezinde halk eylemlerini sürdürüyor.
İstanbul'un emekçi semtlerinde de geceleri barikatlar kuruluyor.
Bir anda başlayan bu isyan ne anlama geliyor ve nereye evrilebilir? Bu
soruları Arap Baharı sürecini de yakından takip eden yazar Foti Benlisoy
yanıtladı.
BİR BAŞKALDIRI
Benlisoy, hiç kimsenin
eylemlerin bu kadar hızlı bir şekilde yaygınlaşmasını beklemediğini
söyledi, "Kelimenin gerçek anlamıyla bir ayaklanma, bir başkaldırı ile
karşı karşıyayız" dedi.
"Bir ayaklanmanın neden şu gün değil de
bu gün, neden şu vesileyle değil de bu vesileyle gerçekleştiğini
tartışmak abes" diyen Benlisoy, günlerdir süren ayaklanmayı "Büyük
ölçüde kendiliğinden gelişen bir toplumsal patlama" dedi.
Benlisoy, şöyle konuştu: "Bu patlamanın, ayaklanmanın derindeki
sosyal-siyasal nedenleri muhtemelen önümüzdeki günlerde uzun uzadıya
tartışılacak. Fakat şimdiden kesin olan, bunun iktidarın aymazlığına ve
hoyratlığına karşı birikmiş öfkenin açığa çıkmasının bir sonucu olduğu.
Yani atılan kimi sloganlar bir yana, ayaklanmanın içkin bir
anti-otoriter, özgürlükçü karakteri söz konusu."
Bir
ayaklanmayla, özellikle gençliğin başını çektiği bir ayaklanmayla karşı
karşıya olunduğunun altını çizen Benlisoy, "Hayatında AKP iktidarından
başkasını görmemiş, otoriteyi Erdoğan'la özdeşleştirmiş bir, belki iki
kuşağın iktidara ve muhtemelen her türlü iktidara karşı öfkesini
boşaltmasının alanı ve anlamı oldu Gezi Parkı direnişi" dedi.
ANTİ-OTORİTER POLİTİK MUHTEVA
Foti Benlisoy, gençlerin örgütlü politik kesimlerle ağırlıklı olarak
ilişkisinin olmadığının altını çizerek, şunları söyledi: "Onca zamandır
kendisini ezilmiş, azarlanmış, haddi bildirilmiş, baskılanmış hisseden
gençlerin iktidara, Tayyip Erdoğan ve polisle özdeşleştirdikleri
iktidara karşı muazzam bir tepkisi, haykırışı bu. Bu gençlerin örgütlü
politik kesimlerle, solla doğrudan bir ilişkisi yok. Ancak bu, bu
gençlik ayaklanmasının bir 'anti-otoriter' politik muhtevası olduğu
gerçeğini değiştirmiyor. Polis karşısında günlerce direnen bu gençlerin
şu kısacık zamanda edindiği siyasal tecrübeler, önümüzdeki dönemin
mücadelelerine damgasını vuracak yeni bir siyasallaşmış gençlik
kuşağının ilk işaretleri. Solun bu kesimlerle bağlarını mücadele
içerisinde kuvvetlendirmesi bu bakımdan kritik önemde."
Benlisoy, hareket içerisinde ulusalcılar ile devrimciler, sosyalistler
ve çevrecilerin bir yerde bulunmasının normal olduğu görüşünde.
Benlisoy, "Tahrir'de de Mübarek karşısında devrimci sosyalistlerle
Selefiler aynı barikatta, aynı safta yer alabiliyorlardı, unutmayalım.
Bu tip büyük ve spontan başkaldırıların tipik bir özelliği bu" dedi.
Benlisoy, "Alanda ulusalcılar, hatta faşistler dahi yer alabiliyor.
Fakat bu kesimlerin etki ve gücünü azaltmak tam da hareketin içerisinde
daha güçlü bir biçimde durabilmekle mümkün" diye konuştu.
İÇİNDE OLMAK GEREK
"Hareketin siyasal heterojenliğini bahane ederek hareketi hor görmek,
meydanı tam da bu siyasal akımlara bırakmak anlamına gelecek apolitik
bir tutum" eleştirisinde bulunan Benlisoy, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Unutmayalım geniş kitlelerin siyasal anlamda hızla dönüştüğü, kolektif
siyasal bilinçte sıçramaların yaşandığı süreçlerdir ayaklanmalar.
Dolayısıyla kavgada yer almak ve alandaki insanlarla tartışmak, onları
belli bir fikir ve anlayışa kazanmak için uğraşmak gerek. Yani bir
yandan devlet güçlerine karşı mücadele ederken diğer yandan da hareketin
içerisinde bir ideolojik mücadele şart. Süreç ve ona katılan insanlar
çok akışkan, esnek. Hepimiz yeni şeyler öğreniyoruz, deneyimliyoruz. Bir
dakika önce 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz' sloganı atan bir grup,
yanındaki grup 'Öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz; kimsenin askeri olmayacağız'
sloganını atınca ona da katılıyor. Dolayısıyla aslında bu süreç tam da
geniş kitlelerin siyasal bilincinde anlamlı dönüşümler yaratabilmek için
kritik."
Bir ayaklanma beklenmedik bir hızla patlak verip
yaygınlaşabileceği gibi hızla da sönümlenebileceğini hatırlatan
Benlisoy, "Bu hareketin nasıl evrilebileceğini şimdiden kestirmek zor.
Ancak solun kolektif bir biçimde bu halk hareketini süreklileştirmek,
siyasal içeriğini bir nebze olsun belirginleştirmek için inisiyatif
alması çok önemli" dedi.
ARAP BAHARINA BENZİYOR
Bir
soru üzerine sürecin Arap Baharı'yla benzerlik taşıdığına dikkat çeken
Benlisoy, şöyle konuştu: "Sosyal medya araçlarının kullanımı, bir
kamusal mekânın halk tarafından zaptı, spontanlık, gençliğin aktif rolü
hep önemli paralellikler. Yunanistan'da 2008 yılının Aralık ayında
yaşanan gençlik ayaklanmasıyla da benzerlikler söz konusu. Bizim de
zaten bu sürecin son yıllardaki uluslararası mücadele dalgasının
-elbette yereldeki koşullarca belirlenen- bir parçası olduğu hususunda
ısrar etmemiz gerek. Dünyanın birçok ülkesinde düzenlenen dayanışma
eylemleri, Türkiye dışında mücadele içerisindeki insanların bu isyana
kendi meseleleri olarak baktığını gösteriyor. Bu uluslararası dayanışma
boyutu, hareket içerisindeki ulusalcı temaları kırmak açısından da
değerli bir girdi."
bestanuce1.com
Türkiye’de bir başkaldırıya
dönüşen Gezi Parkı direnişi, Türkiye ve Erdoğan hükümeti açısından bir
dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Sihir bozuldu, sultanlık
hayalleri suya düştü. Her şeye muktedir olduğu yanılgısına kapılan ve
“neo-osmanlı” hayali ile hegemonik planlar yapan Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, en güçlü olduğunu sandığı bir anda toplumsal bir krizle karşı
karşıya kaldı.
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve
Kürt sorununun çözümü amacıyla PKK’nin geri çekilmesi ile birlikte,
Türkiye’deki çarpık demokrasi anlayışı daha görünür hale getirdi. Ordu,
polis, yargı ve medya üzerinde denetim sağlandıktan sonra özgürlüklerin
sistematik bir şekilde kısıtlanması, Kürtler başta olmak üzere tüm
muhalif seslerin susturulmaya çalışılması, tek tip yaşam dayatılması,
düşüncelerini ifade ettikleri için binlerce kişinin cezaevlerine
doldurulması, sokak işkencelere tepki, çevreci bir eylemle isyana
dönüştü. Hükümet bir anda kendisini öfkeli kitlelerin karşısında buldu.
İçerde anti sosyal ve özgürlük
düşmanı bir politika izlenirken, dış politikadaki “sıfır problem” de
özellikle Arap Baharı adı verilen süreçte tuzla buz oldu. İlkin Batılı
hükümetler ve uluslararası medya tarafından model olarak sunulan bu
hükümet, Erdoğan’ın “ileri demokrasi” yalanını hem içerde hem de dışarda
pazarlamaya başladı. Türkiye'nin komşu Irak ve İran’la
ilişkileri bozuldu. Suriye çatışmasına ise silahlı gruplar yolu ile
müdahalede bulunacak kadar ileri gitti. Erdoğan iktidarı, Başar El Esad
rejimine karşı en ateşli tepkilerde bulundu.
İktidara geldiği günden beri
“ılımlı İslam” ya da “siyasal İslam” modeli olarak Batılılar tarafından
desteklenen Erdoğan hükümeti, bugün aynı ittifakları tarafından sert
eleştiriliyor. Batılı hükümetler Gezi Parkı olayları sırasındaki
polisiye şiddete tepki gösteriyor. Batı medyası da Taksim olayların
anlık olarak geçerek, Erdoğan iktidarına sert eleştirilerde bulunuyor
ve bugüne kadar gözünü kapattığı tüm ihlallere yer veriyor. Hedefte
Erdoğan var. Olaylar günlerdir manşetlerden inmiyor.
Bu arada en ilginç tepki ABD’den
geldi. BBC Türkçe servisine göre ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden,
protesto eylemlerine ilişkin yaptığı açıklamada ‘’Türkiye’nin geleceği
Türkiye halkına aittir, başka hiçbir kimseye değil. Ama ABD sonuca
kayıtsız kalacak gibi görünmeyecektir’’ dedi.
Arap dünyasından da Erdoğan’a ilk
açık tepki Fas’tan geldi. Eylemlerin sürdüğü bir sırada Kuzey Afrika
turuna çıkan Erdoğan, ilk durağı Fas’ta “Müslümanların Emiri” sıfatını
taşıyan Kral 6. Muhammed tarafından kabul edilmedi. Kaddafi, Mübarek ve
Bin Ali devrildikten sonra Libya, Mısır ve Tunus’a ziyarette bulunan
Erdoğan, Fas’ı es geçmişti. Tunus’ta ise Türk Büyükelçiliği önünde bir
gösteri yapıldı.
Erdoğan, Arap ülkelerindeki
“dostlarına”, Arap Baharı adı altındaki ayaklanma sürecinde tek tek
sırtını dönerek, en sert tepkilerde bulunmuştu. Demokrasiye sırtını
dönmenin bedeli içerde Gezi Parkı direnişi olurken, dış politikadaki
ilkesizlik ve “taşeronluğun” bedeli de ilk işaretlerini böylece veriyor.
Özellikle Suriye çatışmasında
Erdoğan’ın El Nusra gibi El Kaide bağlantılı gruplara desteği,
“dostları” ve ittifaklarının kendisine sırtını dönmesinin nedenlerinden
biri arasında yer alıyor. Gezi Parkı direnişinin genel protesto
eylemlerine dönüşmesinden yaklaşık 15 gün önce Erdoğan’ın ABD
ziyaretinde de El Nusra gündeme gelmişti. Ardından BM tarafından da bu
grup “terör listesi”ne alınmıştı.
Bir zamanlar Kuzey Afrika ve
Ortadoğu ülkelerindeki diktatör ve otoriter rejimlere verdiği desteği
geri çeken güçler bugün, Erdoğan’a da sırtlarını dönme sinyali veriyor.
Gezi Parkı eylemlerine çözüm arayışının da Erdoğan’ın yurtdışında olduğu
sırada kendisini hissettirmesi, Erdoğan için ciddi bir risk
oluşturuyor. Zira bu durum Erdoğan’ın olmadığı bir ortamda çözüm
bulmanın daha kolay olduğu mesajını veriyor. Diğer bir ifadeyle,
kendisini halk karşısında bulan Erdoğan, çözümün önündeki en büyük engel
olarak afişe oluyor.
Artık Erdoğan iktidarı için hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak. “Erdoğan’ın mitinin çöküşü” olarak
değerlendirilebilecek olan bu süreç, “siyasal İslam”a da ağrı bir
darbeye dönüşebilir. Tarihten ve günümüzde yaşananlardan ders
çıkarmayanlar için kaçınılmaz gerçek, bu kez Gezi Parkı direnişi ile
gözler önüne serilmiş oldu.
ANF
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı,
Gezi Parkı eylemi ile başlayan toplumsal direniş için “demokratik yeni
bir Türkiye yapılanmasının mesajını vermiştir” dedi. KCK, Kürt halkını
da inisiyatif almaya çağırarak, “Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte
sürecin doğru yolda ilerlemesi için üstüne düşen sorumluluğu yerine
getirmelidir” diye belirtti.
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Gezi Parkı etrafındaki toplumsal
direnişe ilişkin yaptığı açıklamada önemli mesajlar verdi. KCK, bu
durumun “Türkiye’nin demokratik bir ülke olma yolunda önemli sonuçları
ortaya çıkaran bir süreci” ifade ettiğini kaydederken, “fırsatçı”
yaklaşımlar konusunda da uyardı. KCK, demokratik çözüm sürecini sabote
etmeye çalışanlara karşı emekçi ve demokratik kesimleri, Demokratik
Çözüm Süreci’ni güçlendirmeye çağırdı.
POLİS ŞİDDETİ DEMOKRATİK ÇÖZÜM SÜRECİ RUHUNA TERSTİR
KCK’nin açıklaması şöyle: Dokuz gün önce başlayan ve giderek
yaygınlık kazanan Gezi Parkı olayları, gelinen aşamada önemli bir tablo
ortaya çıkarmıştır. Gelişen toplumsal demokratik reflekse ve duyarlılığa
karşı polisin tazyikli suyla, copla ve biber gazıyla saldırması,
şiddete tereddütsüz başvurması anti-demokratik egemen ulus-devlet
mantığının bir tezahürüdür. Devlet şiddetini en çok yaşayan Kürdistan
halkı, bu şiddetin ne olduğunu çok iyi bilmektedir. AKP hükümetinin
topluma karşı bu denli polis şiddetini uygulamış olmasının, gündemde
olan Demokratik Çözüm Süreci’nin ruhuna ters olduğu açık bir gerçektir.
Demokratik Çözüm Süreci, sadece Kürt sorununun demokratik çözümünü
hedefleyen değil, Türkiye’nin demokratikleşmesini de hedefleyen bir
süreçtir.
Demokratikleşme ise öncelikle şiddet ve askeri görünümden
arınmak ve sivil-demokratik bir toplum haline gelmekle mümkün olabilir.
Ancak AKP’nin göreceli olarak askeriyeyi geriletmesi, bunun yerine ise
polisi öne çıkarması şiddeti hep var etmektedir. Demokratik Çözüm
Süreci’nin perspektifi yeni-demokratik bir Türkiye yaratmaktır. Toplumun
yaşam tarzına ve yeşil alanlara müdahaleye karşı, toplumsal refleksin
harekete geçmesi önemli ve ciddi bir toplumsal tutumu ifade etmektedir.
Hükümetin polis şiddetini bu iradeyi bastırmada kullanması sorunları
ağırlaştıran bir sonuç ortaya çıkarmıştır.
YENİ BİR TÜRKİYE MESAJI
Herkesin yaşamını ilgilendiren bütün konularda toplumsal iradenin
kendisini ortaya koyması ve demokratik tepkisini göstermesi kadar doğal
bir şey olamaz. Nitekim Gezi Parkı’nda yapılan da budur. Ama topluma
şiddetin dayatılması, taleplerin dikkate alınmaması toplumun
derinliklerinde her zaman mevcut olan potansiyel gücün açığa çıkmasına
yol açmıştır. Bu durum, Türkiye’nin demokratik bir ülke olma yolunda
önemli sonuçları ortaya çıkaran bir süreci ifade etmektedir. Gezi Parkı
etrafında ortaya çıkan yaygın toplumsal direniş açıktır ki, demokratik
yeni bir anayasa, halkla birlikte demokratik yönetim talebi başta olmak
üzere demokratik yeni bir Türkiye yapılanmasının mesajını vermiştir.
Toplumun bu mesajını dikkate almak ve gereklerini yerine getirmek
Türkiye’nin bugünü ve geleceği açısından oldukça önemli olmaktadır.
Öncelikle Hükümetin Taksim Dayanışma Platformunun basına yansıyan
taleplerini yerine getirmesi bir gerekliliktir.
KÜRT HALKI BU SÜREÇTE İNİSİYATİFSİZ KALMAMALI
Ancak amaçları demokrasi olmayan “fırsat bu fırsattır” deyip
Demokratik Çözüm Süreci’ni sabote etmeyi hedefleyen ırkçı-ulusalcı
güçler de var gücüyle toplumun refleksini istismar etmeye çalışmaktadır.
Bu sürecin belkemiğini oluşturan emekçi ve demokratik kesimler, bu tür
gruplara elbette ki dikkat etmeli ve Demokratik Çözüm Süreci’ni
güçlendirmelidir. Kürt halkı da bu süreçte inisiyatifsiz kalmamalı
Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte sürecin doğru yolda ilerlemesi
için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Türkiye’de
haksızlıklara, anti-demokratik uygulamalara ve faşizan baskılara karşı
demokratik refleksin Kürt Özgürlük Hareketiyle birleştirilmesi
demokratik dönüşümü sağlayacak önemli sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
Hedef, demokratik Türkiye yolunda her bakımdan dayatıcı olmak ve
toplumun demokratik iradesini ortaya çıkarmak olmalıdır. Bu çerçevede
Türkiye’de açığa çıkmış olan dönüştürücü ve çok önemli demokratik irade
ile Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin üstüne düşen görev, ortaklaşarak
Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’yi her türlü baskı ile şiddetten
arındırarak demokratik Türkiye’yi yaratmak için omuz omuza mücadele
etmektir.
SINIR HATTINDA FIRSATÇI YAKLAŞIM
Başlamış bulunan Demokratik Çözüm Süreci’nin birinci aşamasının
tamamlanması yolunda güçlerimiz büyük bir fedakarlık ve kararlılıkla
üzerine düşen görevleri yerine getirmektedir. Ancak Uludere ve Bingöl
alanlarında görüldüğü gibi sürecin esprisine ters düşen ve zorlayıcı
durumlar yaratan bir takım askeri girişimler de söz konusu olmaktadır.
Böylesi girişimlerin, süreci zora sokacağı açıktır. “Nasıl olsa ateşkes
var, PKK güçleri aktif değil” diyerek sınır hattındaki mevzileri
değiştirmeye kalkışmak, süreci provoke eden yanlış bir tutumdur. Sınır
hattındaki güçler geçen yıl nerede bulunuyorsa, herkes yerinde
kalmalıdır, farklı yönelimlere girilmemelidir. Bu açıdan Uludere’deki
komutanlığın fırsatçı yaklaşarak geçen yılki askeri mevzilenmeyi
değiştirme girişiminde bulunması çatışmaya yol açmıştır. Basına
yeterince yansımamış olsa da, Oramar’daki (Dağlıca) askeri komutanlık da
benzer fırsatçı yaklaşımla zaman zaman karşılıklı çatışmalara neden
olmuştur.
HERKES DUYARLI YAKLAŞMALI
Sonuç olarak AKP hükümetinin, bir taraftan demokratik çözüm ve barış
sürecinde sorumluluk üstlendiğini açıklaması, bir taraftan da topluma
karşı şiddet uygulaması ve bir çeşit savaş durumuna yol açması sürecin
ruhuna, zihniyetine ve amaçlarına taban tabana zıt olup kabul edilemez
bir duruşu yansıtmaktadır. Türkiye’nin demokratik reformlarla dönüşüme
uğraması gereken bu dönemde herkesin duyarlı yaklaşması ve
sorumluluklarına sahip çıkması büyük önem arz etmektedir.
İlki gerçekleştirilen Ortadoğu Kadın Konferansının başarılı bir
biçimde sonuçlanması Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve barışın tesisinde
önemli bir adımı ifade etmektedir. Konferansı kutluyor, almış olduğu
kararları ve tespit ettiği yaklaşımı benimsiyor, bu kararların arkasında
olacağımızı belirtiyoruz."
ANF