18 Eylül 2010 Cumartesi

Boykot, Anadilde Eğitim ve Demokratik Özerklik


Yeni bir öğrenim yılı başlıyor, bir milyonu aşkın çocuk ders başı yapacak. Binlerce çocuk ilk defa okula başlamanın sevincini yaşıyor. Ancak onların bir kısmı için bu yeni bir trajedinin başlangıcı olacak. Çünkü onlar kendi anadillerinde eğitim almayacaklar, bu çocukların önemli bir kısmı anlamadıkları ya da en azından kültürünü almadıkları, televizyondan sınırlı bir şekilde öğrendikleri bir dilde eğitim almak zorunda kalacaklar. Bu çocuklar için eğitim ve öğrenim bir işkenceye dönüşecek, birçoğu kendi günlük ihtiyaçlarını söylemek konusunda bile zorluk çekecek. Yeni bilgiler almaları gerekirken, onlar anlamadıkları bir dilin konuşulduğu denize daldırılacaklar. Sıfır bilgi ile yüzmeleri istenecek, hatta Türkçe'yi anadili olarak konuşan çocuklarla yarışmak zorunda kalacaklar.

Her yıl anadili Türkçe olmayan çocuklara bu travma yaşatılıyor. Bu çocuklar aylarca hiçbir şey anlamadan öğretmenlerinin yüzlerine bakıyor, bir kısmı istenen cevabı veremedikleri için öğretmenlerinden baskı görüyor. Bu durum birçok öğretmen için de bir trajediyi ifade ediyor. İki dil bir bavul filmi bu trajediyi göz önüne serdi. Ancak bu inkar politikasının yarattığı sonuçlar çocuklar, aileleri ve anadili Türkçe olmayanlar açısından çok daha ağır. Çocuklar açısından eğitimde fırsat eşitsizliği, süreç içinde kendi anadiline, kendi kültürüne yabancılaşma, hayatı boyunca unutamayacağı kötü anılar; anadili Türkçe olmayan toplum kesimleri, özellikle sayısı milyonları bulan Kürt toplumu açısından dilini ve kültürünü gelecek kuşaklara aktaramama, kültürünü ve kimliğini koruyamama sonucunu yaratıyor.

DİLİMİZ ONURUMUZDUR

Kürt toplumu artık bu durumu onursuzluk olarak görüyor, bu yüzden 'Zimanê me ržmeta me ye! (Dilimiz onurumuzdur)' sloganı ile her yeni öğretim yılında sokağa iniyor, çeşitli etkinliklerle anadilde eğitim talebini yükseltiyor. Daha önce dağınık bir biçimde gelişen Kürt dilini koruma ve geliştirme mücadelesi, 2006 yılından bu yana artık farklı bir tarzda yürütülüyor. Artık örgütlü bir mücadele alanı olan dil alanında Kürt dil aktivistleri Kürt Dili ev Eğitim Hareketi (TZPKurdi) çatısı altında örgütlenmiş durumdalar. Bunun için sesleri daha gür çıkıyor, eylemler daha kitlesel olarak yapılıyor. 2008 yılında yürütülen 'ædî bes e, em perwerdehiya bi zimanê xwe dixwazin (Artık yeter, kendi dilimizde eğitim istiyoruz) kampanyasından sonra bu yıl da bir haftalık okul boykotu gündeme geldi. Kürt aileler kendi yaşadıkları travmanın çocukları tarafından yaşanmasını istemiyorlar, bu nedenle bu yıl binlerce aile TZPKurdi'nin çağrısına uyarak çocuklarını bir hafta okullara göndermeyecek.

MİLLİ EĞİTİM YİNE FİŞLEYECEK

Ancak Kürt halkını açılım masalı ile kandıramayan AKP hükümetinin Milli Eğitim Bakanı, bu sivil demokratik eylem karşısında aileleri tehdit etmenin dışında bir şey yapmak niyetinde olmadığını gösterdi. Daha önce kendilerine verilen dilekçelere cevap vermeyen ya da 'Anayasa'nın 42. maddesi gereğince dilekçeniz reddedilmiştir' diyen Milli Eğitim Müdürlükleri, bu kez çocuklarını okula göndermeyen aileleri fişleyecekler herhalde. Bu yaklaşım AKP hükümetinin Kürt diline yaklaşımının en açık göstergesi. Onlar açısından Kürt dili bir dil bile değil, bu yüzden resmi belgelerde Türkçe dışındaki diller 'Vatandaşların Günlük Yaşamlarında Kullandıkları Dil ve Lehçeler' olarak adlandırılıyor. Yine bu yüzden günde 24 saat yayın yapan TRT 6'nın adı 'TRT-Kürtçe' değil. Eğer gerçekten Kürtçe'yi bir dil olarak görseydi nasıl ki TRT-Türk, TRT Arapça kanalları varsa TRT-6 için de TRT-Kürtçe derdi.

AKP hükümeti bu tavrına ve bütün tıkanmışlığına rağmen açılımın -her ne kadar kendi yandaş basını dışında açılımın sürdüğüne inanan pek kimse kalmamışsa da- sürdüğünü göstermek çabası içinde. O nedenle bir taraftan siyasi ve askeri operasyonlara hız verirken, öte taraftan Kürt dili ile ilgili bazı sembolik çalışmalar yapmaktan geri durmamakta. Çeşitli üniversitelerde yapılan toplantı ve konferanslar ve en son Mardin Artuklu Üniversitesi'nde açılan okutmanlık kursu bunun göstergesi. Bu çalışmalar Kürt inkarını aşmadığı için, Kürt halkının bu alanda yaptığı çalışmalar görmezden geliniyor. Bu yüzden de Artuklu Üniversitesi'nde ders alan birçok kursiyer Kürt dili konusunda ders verenlerden daha yetkin olduğu halde, sırf sertifika almak için kurslara devam ediyor. Bu etkinliklerin yapılış tarzına ve içeriğine baktığımızda, bunların, yasak savma babında yapılan etkinlikler olduğunu anlamak hiç de zor değil. Bu tür etkinlikler Demokratik Kürt Hareketi'ne rağmen yapıldığı için halk bu etkinliklere rağbet göstermiyor, bu da etkinlikleri anlamsızlaştırıyor.

Bu tür etkinliklerin bu anlayışla Kürt diline ve kültürüne hizmet etmesi pek mümkün gözükmüyor, çünkü aldatıcı özellikleri önde görünüyor. Hükümet bu tür etkinliklerle Kürtlere 'sanal bir özgürlük alanı' sunuyor. Tıpkı TRT 6'da olduğu gibi o sanal özgürlük alanında Kürtçe konuşmak serbest ancak onun dışında Türkçe konuşmalısınız diyor. Örneğin AKP'nin düzenlediği konferansta Feqiyê Teyran adı serbestken, Van Belediyesi'nin bir parka verdiği Feqiyê Teyran ismi Kürt harflerden dolayı yasaklandı. Yine TRT 6'da Kürtçe konuşmak serbestken Kürt siyasi tutsakların Kürtçe savunma yapmaları yargıçların zıvanadan çıkmalarına sebep olabiliyor.

ÖZGÜCE DAYALI ANADİL

Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, bu anlayış değişecek. Ancak bu anlayışı değiştirecek olan AKP'nin bütün politikalarını destekleyen Başbakan Tayyip Erdoğan teşekkürüne mazhar olan 'Yetmez ama evet' diyenler olmayacak, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Kürt halkının mücadelesi bu politikaları değiştirecektir. Kürt halkı artık kendini yok sayan hiçbir gücü ve kurumu meşru görmeyecek, kendi varlığını her alanda kabul ettirmek için kendini var eden kendi sistemini kuracaktır. Demokratik Özerklik, Kürt toplumu açısından inkar politikalarını pratikte anlamsızlaştırma mücadelesinin adıdır. Kürt toplumu her alanda olduğu gibi anadilde eğitim alanında da kendi özgücüyle anadilde eğitiminin maddi zeminini yaratacak ve bu fiili durumu herkese kabul ettirecektir.

Sami TAN



Kürt Dilinin Yaşam Mücadelesi

Kürt dili bugün kendi yaşam mücadelesini, gönüllü çalışmalar üzerinden yürütüyor. Bu gönüllü çalışmalar yürüten kurumlardan bir tanesi de TZPKurdi'dir. TZPKurdi birkaç kuruluştan oluşan bir platformdur.

Bu kurumun önüne hedef koyduğu çalışma ve çaba; haksız bir şekilde yok olma süreciyle karşı karşıya bırakılan Kürt dilinin asimilasyonunu önlemek, eğer mümkünse ve yapılabilir ise asimile edilen tarafları geri çevirmektir.

Kendi çalışmalarında; dil atölyelerinde dil kurallarının öğreniminde rehberlik yapmak, dil ve kültür çalışmalarına katkı sunmak, Kürt diliyle ilgili sümen altına bırakılmış kaynakları yok olmaktan kurtarıp, toplayarak elimize ulaştırmak gibi çalışmaları yapmaktadır.

Her kurumun yaptığı gibi bu kurum da bilimsel kuralları, taktikleri uygulayarak Kürt dilinin asimilasyonunu durdurmak ve mümkün ise dilin ölmemesi için bilimsel çalışmalara girişerek dilin gelişimi amacıyla dil bilimcilerini yetiştirmek ve dilin yaşatılacağı okulları açmak istiyor.

Böylesine insani bir çalışmanın önünde sayısız engeller vardır, bunlar psikolojik ve fizikidir.

Türkiye'deki yasalar buna engel, Türkiye'deki iç kamuoyu yılların getirdiği milliyetçi rijit yaklaşım sonucu oluşan tablo buna engel, durum böyle olunca; yapılanmasını yasalar üzerine oturtmuş sosyal toplumlarda düzelmelerin başlayabilmesi için, samimiyet var ise; önce yasalar olumlu demokratik zemine hazır hale getirilir, sonra iç kamuoyu bilim kurumları ve medya yardımıyla çok kısa bir sürede oryante edilmiş olur, ancak Kürt dilinin önündeki engelleri; devlet yetkilileri ve medya bu sorunun varlığını inkar edip; daha fazla tepki toplamama, kafalarını kuma gömme yerine; sorunu kabul ediyor ve gerisini de anlamazlığa veriyor. Kürt dili lehine atılan adımlara da; bazen yasalar kullanılarak bazen de aracı kurumlar kullanılarak acımasızca saldırmaktadır.

Bu olumlu adımlar; Kürtçe yayın çıkarmak, Kürtçe dile duyarlılığın örgütlenmesini yapmak, Kürtçe günlük gazete çıkarmak, Kürt dil okullarının olmadığı farkındalığının takipçisi olduğunu göstermek için bazı kararlar almak.

Yeni eğitim döneminin başladığı şu günlerde TZPKurdi Kürt dil okullarının olmamasına tepki olarak, Kürt çocuklarının tek dilli Türk okullarında okutularak dillerinin unutturulma çabasına; insani, demokratik ve meşru bir refleks göstererek okulların bir hafta boykotuna karar verdi.

Bu kararı insani ve vicdani takip edenler, uluslararası demokrasi kültürü olanların göreceği yön; doğru bir karar deyip gerekçelerini şöyle sıralayabilmeliydiler.

Kürt dilinin okulları yoktur ve okulu olmayan dillerin de yaşama şansı yoktur.

Kürt dilinin tanınması yasalarla güvence altına alınmadığı için atılabilecek bütün insani davranışlar sistemleşmez, bu da bir dilin kendini yaşatma koruma manzumesine ters düşer.

Kürt dili özgür bilimsel çalışmalardan, özerk bütçeden yoksun olduğundan, gelişmesine ve bilimsel zeminde tutunma şansına sahip olmaz, doygun edebi eser çıkarma şansından mahrum olur, haksız bir rekabet sürecinde herhangi bir ekstra çaba olmadan elenir gider.

TZPKurdi'nin almış olduğu bir haftalık okula gitmeme boykot kararının, bu tarz insani belirlemelerden uzak, tersten okunup 'demokratik tahrik', 'bir yanlışın bir yanlışla düzeltilmesi' olarak algılanması, bilinçli bir saptırma olduğu görülmektedir. Oysa insanın beğenmediği bir konu var ise saldırıp yok etme yerine, 'bu kararını beğenmediğim için seni protesto ediyorum' şeklinde bir yaklaşım göstermek demokratik bir farkındalık yaratmadır. Hangi felsefede ve hangi ideolojide tahrik ve yanlış görülmektedir, doğrusu hayret edilecek bir yaklaşım, olumsuz davranışların birçok yönden ders alacağı bir yaklaşım olduğunu söyleyerek hakkını da vermek gerekiyor.

Bu yaklaşım aslında anlaşılır bir yaklaşımdır, nedeni de, asimilasyonda görevli bütün kurumlar işlerinin başında, işlerini görüyor ve her geçen gün asimilasyonla Kürtçe konuşan sayısını azaltığının farkında olan kurumun gösterdiği insani reflekse kızmadır.

İşiniz engel çıkarıp, meşru ve insanlar için gerekli olan ihtiyaçlara kızma ise, siz devam edin ama biz sivil toplum örgütleri, yazarlar, aydınlar, yanlış anlayış ve ideolojilere muhalif olan insanlar olarak insani yaşam için gereklilikleri istemeye devam edeceğiz, mücadele edeceğiz ve kazanacağız. Tarihin sayfalarına da siz kızgınlığınızla yazılacaksınız bunu da bilin.

Rodi ZINAR

Onların Sayesinde - 4

Dağıtımcılarımız hep hedefteydi

Özgür Basın Geleneği'nin muhabir ve yazarları silahlı saldırılarda yaralandı ve öldürüldü ama belki de asıl saldırı gazeteyi Bölge'de okurlarımıza ulaştıranlara yönelikti. Saldırıların vehametini gösterebilmek için sadece 1992-1993 yıllarında yaşananlardan kimi örnekler vermek istiyorum:

Diyarbakır'da, 15 ve 16 Kasım 1992 günleri, kimliği belirsiz kişiler iki ayrı büfeyi Özgür Gündem sattığı için kundakladı. 19 Kasım günü ise daha önce Özgür Gündem gazetesi satmaması için uyarılan bir kırtasiye dükkanı yakıldı.

Bu saldırıları protesto etmek için 22 gazetecinin Diyarbakır'da Özgür Gündem satmak istemesi, 20 Kasım 1992'de polis tarafından engellendi.

Böylesi durumun riskli oluşunu kanıtlamak istercesine, 23 Kasım günü, Özgür Gündem bürosu üç kişinin silahlı saldırısına uğradı.

29 Kasım günü kimliği belirsiz bir kişinin saldırısına uğrayan bir muhabir, yaralı olarak kurtulurken; 15 Aralık günü, yine kimliği belirsiz kişilerin saldırısına uğrayan Kemal Ekinci öldü.

15 Ocak 1993 günü saldırıya uğrayan Bulvar Büfe sahibi Eşref Yaşa, ağır yaralandı.

Daha önce Özgür Gündem satmaması yönünde uyarılan gazete büfesi sahibi Haşim Yaşa, 14 Haziran 1993'de vurularak öldürüldü. 26 Eylül 1993'te ise Özgür Gündem dağıtımı yapan bir çocuk kimliği belirsiz birinin bıçaklı saldırısına uğradı. Yine 1993 yılının Eylül ayında, Özgür Gündem dağıtımcısı Abdülkadir Altan, iki kişinin satırlı saldırısında ağır yaralandı. Saldırı polis karakolunun çok yakınındaydı ama polisler müdahale etmedi.

Bismil'de 1992 yılının Aralık ayında Özgür Gündem satmaması yönünde tehdit edilmesi üzerine İbrahim Savaş, gazeteyi satmaktan vazgeçti.

Silvan'da, Gani Amaç 18 Kasım 1992'de tehdit edilince, Özgür Gündem satışını durdurdu.

Batman'da, Muharrem İdman, 21 Kasım 1992'de aldığı tehdit üzerine Özgür Gündem satmaktan vazgeçti.

Batman'da, 21 Kasım 1992'de bir taksi şoförü olan Halil Adanır, Özgür Gündem dağıtırken, aracıyla birlikte yakıldı.

Batman'da, 2 Ocak 1993'te Özgür Gündem satan altı kişi durdurularak dövüldü, gazetelerine el konuldu. Olayı gören polis müdahale etmedi.

Ergani'de gazete ana bayi, 1993 yılı başlarında tehdit edilince, Özgür Gündem satmaktan vazgeçti.

Ergani'de bir minibüsle getirilen Özgür Gündem gazetelerine el konuldu.

Ergani'de Özgür Gündem satan bir çocuk satırlı saldırıya uğradı.

Adıyaman'da tehdit alan ana bayi, Özgür Gündem satışını durdurdu.

Kızıltepe, Mazıdağı ve Mardin merkezdeki Özgür Gündem temsilcileri tehdit edildi. Mazıdağı'ndaki dağıtım yeri kundaklandı.

Elazığ'da ana bayi Ali Doğan tehdit edildi, kırtasiye dükkanı kundaklandı. Bunun üzerine, saldırılara karşı savcılıktan koruma istedi.

HALİL ADANIR

HALİL ADANIR (32):
Halil Adanır, yaklaşık üç haftadır gazete dağıtıyordu. 21 Kasım 1992 günü saat 14.00 sıralarında üç kişi müşteri olarak taksisine bindi. Eski cezaevi yakınlarında Halil Adanır'ı bayıltan kişiler, arabayı içindeki Halil Adanır'la birlikte benzin dökerek yaktılar. Halil Adanır, evli ve beş çocuk babasıydı.

LOKMAN GÜNDÜZ

LOKMAN GÜNDÜZ (20):
Özürlü bir genç olan Lokman Gündüz, ayakkabı boyacılığını bırakıp, dağıtımcılığa başlamıştı. Dağıtıma başladığı ilk gün, Nusaybin'in Kışla Mahallesi'nde beyaz bir Renault araçtaki üç kişi onu yanlarına çağırdılar. Araçtan inen biri, Lokman Gündüz'ün başına ateş etti. 31 Aralık 1992 günü işlenen bu cinayette kullanılan aracın emniyete ait olduğu söyleniyor.

ORHAN KARAAĞAR

ORHAN KARAAĞAR (30):
Van'da 1963 yılında doğan Orhan Karaağar, dağıtım yaptığı 3-4 ay içinde sürekli tehdit aldı. 8 Ocak 1993'te gözaltına alınıp dövüldü ve tehdit edildi. 19 Ocak 1993 günü akşam saatlerinde evine giderken, İki Nisan Caddesi'nde şiş ve satırlarla öldürüldü. Orhan'ın katilleri olduğu iddiasıyla Murat Demir ve Murat İpek hakkında Van Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava 2005 yılından bu yana sürüyor. Orhan, üç yıllık eşini ülkesine emanet etti.

TEĞMEN DEMİR

TEĞMEN DEMİR:
Daha önce Batman büromuzda çalışan Teğmen Demir, 4 Haziran 1993 günü saat 16.00 civarında 16-17 yaşlarındaki iki kişinin saldırısına uğradı. 19 Mayıs Mahallesi'nde gerçekleşen bu saldırıda Teğmen Demir'in, başına ve boynuna 15 kurşun isabet etti. Kaldırıldığı SSK Hastanesi'nde ölen Teğmen Demir'in cenazesi Gürbereşk köyünde toprağa verildi.

HAŞİM YAŞA

HAŞİM YAŞA:
Diyarbakır Ofis-Dörtyol'daki gazete bayisi olan Haşim Yaşa, 14 Haziran 1993 günü saat 07.30 sıralarında saldırıya uğradı ve hastaneye götürülürken yolda öldü. Saldırı esnasında yanında bulunan 7 yaşındaki oğlu gözaltına alındı. Haşim Yaşa'nın yeğeni Eşref Yaşa da 15 Ocak 1993 günü iki kişinin silahlı saldırısına uğramış ve ağır yaralanmıştı. Haşim Yaşa'nın yedi evladı vardı.

ZÜLKÜF AKKAYA

ZÜLKÜF AKKAYA (34):
Dağıtım yapan Zülküf Akkaya, Diyarbakır'ın Balıkçılarbaşı Mahallesi'nde 28 Eylül 1993 günü saat 11.00 sıralarında üç kişinin saldırısına uğradı. Altı el ateş eden saldırganlar kaçarken, Zülküf Akkaya yaşamını yitirdi.

ADNAN IŞIK

ADNAN IŞIK (29):
1964 yılında Van'da doğan Adnan Işık, 8 Eylül 1993'ten beri Van bürosunda dağıtımcı olarak çalışıyordu. Adnan Işık, 27 Kasım 1993 günü saat 17.30 civarında Erek Mahallesi'ndeki evine giderken dört kişinin arkadan saldırısına uğradı. Saldırganlar polislerin kullandığı iki beyaz arabayla gelmişlerdi. Başına iki kurşun isabet eden Adnan Işık, saldırı ardından kaldırıldığı Van Devlet Hastanesi'nde 28 Kasım 1993 günü saat 10.30'da yaşamını yitirdi. Van'ın Şabaniye Mezarlığı'nda toprağa verilen Adnan Işık, eşi Filiz ve dört evladını ülkesine emanet etti.

YALÇIN YAŞA

YALÇIN YAŞA (13):
Amca Haşim Yaşa'nın ölümü ardından Bulvar Büfe'yi işletmeye başlayan Eşref Yaşa'nın iki oğlu Yalçın Yaşa ve Yahya Yaşa (15), 10 Kasım 1993 günü Dört Ayaklı Minare yakınlarında silahlı saldırıya uğradı. Yalçın Yaşa olay yerinde ölürken, ağabeyi Yahya kafasına kurşun isabet ettiği halde ağır yaralı olarak kurtuldu.


Yakut Ailesinin Trajedisi

Yakut ailesi, 1990 yılına kadar Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Kulboğa (Derîk) mezrasında yaşıyordu. Mezranın devlet güçlerince yakılması üzerine aile, Diyarbakır'a göç etti. Yakut ailesinden şimdiye kadar 10 kişi gerillaya katıldı. Bunlardan Nihat, Hikmet, Resul, Emre, Yahya, Siyabend, İhsan ve İshak, dağlarda şehit düştü. Beyaz Yakut ise yakalanıp hapse atıldı. Öldürülenlerden sadece Hikmet ve İhsan'ın mezarı biliniyor.

Dağlarda şehit düşen Yakut ailesinden dört kişi daha önce dağıtımcılık yapmış olan arkadaşlarımızdandı: Nihat Yakut, 27 Kasım 1998 günü Andok Dağı'nda öldürüldü. Hikmet Yakut 2003 yılında yaşamını yitirdi ve mezarı var. Daha sonra şehit düşen İhsan Yakut'un da mezarı var. Yakut ailesinden dağlarda yaşamını yitirenlerden Yahya Yakut da daha önce dağıtımcılık yapmıştı.

Yakut ailesinden gerillaya katılan onuncu kişi ise Vilayet Yakut'tu. Liseye kadar okudu; ardından 2000 yılında gittiği Almanya'da iltica başvurusu kabul edilmeyen Vilayet, Kandil'deki kamplara 2003 yılında gitti. Öcalan'ın çağrısıyla Habur'dan gelen Barış Grubu'nda o da vardı. Ancak Barış Grubu'na yönelik tutuklamalar başlayınca, Vilayet Yakut Maxmur'a döndü.


Aşağıda isimlerini saydığımız dağıtımcı arkadaşlarımızın şehit
oluşlarıyla ilgili daha fazla ayrıntılı bilgileri aile ve arkadaşlarından
bize iletmelerini rica ediyoruz:


Kemal Ekinci, 15 Aralık 1992 günü Diyarbakır'da öldürüldü.

Adil Başkan, 9 Kasım 1993 günü Nusaybin'de öldürüldü.

Kadir İpeksürer, 19 Kasım 1993 günü Urfa'da öldürüldü.

Mehmet Sencer, 3 Aralık 1993 günü Diyarbakır'da öldürüldü.

Musa Dürü, 4 Aralık 1993 günü Batman'da öldürüldü.

Hıdır Çelik, 23 Ağustos 1994 günü Urfa'da satırlı saldırıda öldürüldü.

Nihat Yakut, 27 Kasım 1998 günü Andok Dağı'nda öldürüldü.

Hasan Aydın, 25 Haziran 1999'da öldürüldü.

Hikmet Yakut (2003), İhsan Yakut, Yahya Yakut, M. Zeki Aksoy,

İsmail Ağaya, Siraç Pençe, Mehmet Can Gündüz...

- BİTTİ -

Hüseyin AYKOL

Mülkiyenin Türkleştirilmesi

Sürgün edilen Ermeniler’in mallarına devlet tarafından el konulması yani “Emvali Metruke” yazar Nevzat Onaran’ın yazdığı “Emvali Metruke Olayı-Osmanlı’da ve Cumhuriyette Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi” kitabında yeniden gündeme getirildi.

TBMM tutanaklarından yola çıkan Onaran, 1915 soykırımı ve sonrasında malların el değiştirilmesini yazdığı kitapta, Ermeniler’in mallarına el konulmasını “Mülkiyetin Türkleştirilmesi” politikasının bir parçası olarak değerlendirdi. Bu politikanın 1915’le sona ermediğine işaret ediyor Onaran. 1970’lerde Aleviler’e uygulanan katliam, günümüzde devam eden düşük yoğunluklu savaş da “Mülkiyetin Türkleştirilmesinin bir parçası.”

Onaran, TBMM tutanaklarında yola çıkıp Ermeniler’in mallarına el konulma sürecini şöyle anlatıyor:

ANADOLU’DA İMHA POLİTİKASI: Haziran 1913-Ekim 1918 dönemindeki İttihatçı iktidar Anadolu’da imha politikası izlemiştir. 1914 Ağustosunda başlayan, 1922 eylülüne kadar devam eden Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süreci bir yönüyle de ötekileştirme politikasının yoğunlaştığı bir dönemdir. Önce genel olarak dine göre şekillenen ötekileştirme daha sonra etnik temelde yoğunlaşır.

KAN GÖLÜ: 1915’te savaş ortamında bir komutana bir köy ya da kasaba halkını tümden sürgün etme yetkisi veren 14 Mayıs 1331 tarihi bildik adıyla Tehcir Kanunu ile başlayan ve devam eden politikayla Anadolu kan gölüne dönmüştür. Nitekim bu kanundan üç gün sonra çıkarılan yönetmelikle sürgün edileceklerin kimliği de açıklanır: Ermeniler.

MALLARA EL KONULDU: Sürgün edilen Ermeniler’in malına el konmasını düzenleyen 28 Mayıs 1331 tarihli yönetmelikten sonra 13 Eylül 1331 tarihli kanunla Ermenilerin sürgün edildiği illerde mallarını tasfiye etmek amacıyla tüm Anadolu’da 33 Tasfiye Komisyonu kurulur. Kanunla Ermeni malların tasfiyesinin amaçlandığı ve yağmalanacağını bizzat Ahmet Rıza verdiği önergenin Ayan’da görüşülmesi sırasında açıklar. 1918’de İttihat iktidarı son bulur.



EMVALİ METRUKE: TBMM kendi iktidarını kurumsallaştırma yönünde daha öncesinde çıkarılan pek çok Osmanlı mevzuatını kabul eder. Bunlardan en önemlisi Evali metrukeyle ilgili Osmanlı mevzuatıdır. Kanunen Emvali metruke olarak tanımlanan taşınmaz malların tasfiyesine yönelik düzenlemeler Ankara Meclisi’nin birinci döneminde başlar ve ikinci dönemde yoğunlaşır. TBMM’de bununla ilgili pek çok önerge ve kanun teklifi verilir. Yasaların pek çoğu da kasım 1988’e kadar yürürlükte kalır.


ERMENİ MALLARI SATILIYOR: TBMM’deki görüşmelerde Emvali metrukenin Müslümanlar’a verilmesinden Hazine adına kaydedilmesine muhacirlere dağıtılmasına kadar pek çok öneri gündeme gelir. Emvali metruke konusu eylül 1920’den itibaren gündeme gelir 20 Nisan 1922 tarih ve 224 nolu Kanunla kurtarılmış bölgelerde Emvali Metrukenin Hükümetçe idare edilerek, açık arttırmayla satılması ve buralara dönenlere malıyla emanetteki parasının geri verilmesi gibi bir düzenleme yapılır.

KANUNLAR KALKTI: İttihatçı iktidarın benimsediği sisteme dönmekle ilgili ilk adım 15 Nisan 1339 tarihli 333 nolu kanunla olur. Kanunla geri dönenlere emanetteki parasının geri verilmesine ilişkin düzenleme kaldırılır. Artık gayri menkullere el koymak için sahibinin izinsiz olarak İstanbul’a gitmiş olması bile yeterli bulunarak sürgün edilenlere ek olarak kaçan yahut kaybolan kişilerin malları Hazine ve Vakıflar adına tasfiyesi amaçlanır.

TASFİYE KOMİSYONLARI: Bu hüküm için Tasfiye Komisyonları kurulur. Görevleri esas olarak Emvali metrukeyi tasfiye işlemiyle ilgili belirlenen görevleri yerine getirmektir. 33 Tasfiye Komisyonu biri esas biri cari en az ikişer defter tuttu. Ancak bu defterler bugüne kadar bulunamadı.

HAZİNE’YE DEVİR: 1920’lerin ikinci yarısında gayri menkuller 1915’teki değerine göre satılır. Ödemeler de emanet hesabında toplanır. Kaydedilen malın değeriyle sahibi adına emanet hesabı yatırılan ödeme arasındaki fark 1922 yılında TBMM’de gündeme gelir. Maliye Vekili Hasan Fehmi “Tehcir neticesinde mal sandıklarına irat kaydedilen miktar ile kaybedilen paranın miktarı nedir? Bu gayr-ı tabilik… Santimi santimine bunu idare etmek ihtimali yoktur” diye itiraf eder.

İTTİHATÇILARA VERİLEN MALLAR: Bu tür taşınmaz malların dağıtılması, satılması ve kamulaştırılmasının yanı sıra öldürülen ve asılan ittihadçıların ailelerine 20 bin lira değerinde Ermeni malı verilmesine de 29 Mayıs 1926 ve 882 nolu kanunla sağlanır. Ve listede Enver Paşa’nın adı yer almaz.

LOZAN BİLE ENGELLEMEZ: Sürgün edilen kişilerden geride kalan taşınmaz malın vazı yed edilmesiyle ilgili olarak Lozan Anlaşmasının 1924 yürürlük tarihi dikkate alınırsa kişinin yurdu terk etmemiş olması bile malının elinden alınmasını engelleyemez.

TAPULAR DAĞITILIYOR: Dağıtılan malları elinde bulundurulanlara tapulandırmak ve kesinlikle sahiplerine iade etmemek bunun dışında kalanların da Hazine’ye kaydetmek 1928 tarihli 1331 sayılı kanunla sağlanır. Haziran 1929’da arsaları 15 yıl ve diğer arazileri 10 yıldır kullananlara tapu verilmesi sağlanır.

MÜLKİYETİN TÜRKLEŞTİRİLMESİ: Hem vekisaların tapuya dönüştürülmesi hem de zilyedler namına tapu verilmesi mülkiyetin Türkleştirilmesi yani kanunen Türkleştirilmesidir.

BÜTÇEYE PARA AKTARILIR: Emanet hesabında gayri menkulun gearçek sahibi adına biriken paranın mayıs 1928’de çıkarılan kanunla bütçeye aktarılmasına başlanır.

MALİYE BAKANINDAN İTİRAF: 12 Nisan 1339 tarihli Duyunatı Sabıkanın Sureti Tediyesine Dair kanunla TBMM geçmişe yönelik borçları öder. 3 Nisan 1924’teki gizli celsede Mahsubi Umumi Kanun Layihasının görüşülmesi sırasında gerek mazbatalardan Rum ve Ermeniler’e ait olana ödeme yapılmayacağı bizzat eski Maliye vekili ve dönemin Encümen Reisi Hasan Fehmi tarafından “Maddeden maksat tehcir ve tegayyüb Rumların ve Ermenilerin Tekalifi Milliye ve harbiye mazbatalarını mahsup etmemektir” diye ifade edilir. Bu, Cumhuriyet ilanı ve Halifeliğin kaldırılması sonrası ile 24 Anayasasının kabulunden hemen önce vatandaş Rum ve Ermeniler’e karşı yapılan ayrımcılığın bu düzeyde ilk ve resmi ifadesidir.

HAZİNENİN MALI ERMENİLER’İN: Emvali Böylece kanunen Emvali metruke olarak tanımlanan taşınmaz malların ikili transferi yapılır bir Hazine’ye diğeri de gerçek kişileredir. Bugün itibariyle Hazine’nin ve gerçek kişilerin elindeki gayri menkulun önemli bir kaynağını Emvali metruke oluşturur.

MÜLKİYETİN MÜSLÜMANLAŞTIRILMASI: Mülkiyetin Müslümanlaştırılması ve tabiî ki Türkleştirilmesi olarak ifade edilecek bu durum özünde ekonominin Türkleştirilmesinin bir politikası olup Varlık Vergisi, 6-7 Eylül yağması gibi politikalarla sürdürülür. Ayırca 1970’lerin politik ikliminde Sivas, Malatya, Maraş ve Çorum’da Alevilere yönelik katliamların sonucunda can güvensizliğine bağlı olarak mal güvensizliği yani mülkiyet transferi yaşanmış; insanlar öncelikle canını kurtarma derdinde olmuştur. Günümüzde tanımlamayla düşük yoğunluklu savaştan dolayı Kürtler’in Süryaniler’in ve Ezidiler’in topnağını, yurdunu terk etmesi nedeniyle değişik bir düzeyde mülkiyet sorunu yaşanmaya devam edilir. Çeşitli araştırmaya göre 1 milyonla 3 milyon arasında değişen sayıda insan göç etmek zorunda kaldırılmıştır.

Sabah Gazetesi Yalana Doymuyor!!!


Sabah Gazetesi, son zamanlarda özellikle Kürtlerle ilgili yalan haberleriyle zirveye koşuyor. Başbakan Erdoğan'ın damadı yönetimindeki gazete bugün ilginç bir 'manşet haber'le piyasaya çıktı. Buna göre Hakkari katliamını PKK yapmıştı, üstelik Emniyet konuşmaları da tespit etmişti. Ancak, Emniyet ve haberde imzası bulunan muhabir, bu bilgiyle ilk kez gazetede karşılaşmıştı.

Sabah Gazetesi "Bırakılan asker çantasını ön plana çıkarın, provokasyonu sahiplenin!" cümlesi üzerine kurgulanmış manşet attı. Cümle, zaten kendi kendisini yalanlıyor. "Bırakılan asker çantasını ön plana çıkarın, provokasyonu sahiplenin!" cümlesini asla BDP'li veya Kürt hareketi sempatizanı kullanamazdı. Cümlenin iki parçasının bileşimini zaten akılla izah edecek kimse de bulunumaz.

Bu cümleyi kaydettiği iddia edilen Emniyet'in böyle bir cümle kaydetmesi mümkün değildir. Emniyet, teyid başvurularını yanıtsız bıraktı. Başvuru çoğalınca Hakkari Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi böyle bir kayıtlarının olmadığını söylemek zorunda kaldı.

Haberin altında imzası bulunan iki isim de haberi reddetti. Sabah'ın haberinin altında imzası olan muhabir Naim Kazandıoğlu, "Benim haberim bile yok. İmzamı atmışlar. Haber, bir İstanbul yapımı" dedi. Haberin altından imzası bulunan Yahya Öyle (Eski Zaman Gazetesi Bölge Temsilcisi ve Van'dan gitmiş) ise "Ben bu haberi yapmadım, İstanbul yapmış" diye konuştu. Buna rağmen Naim Kazandıoğlu, Yahya Öylek'e hakaret de ederek tekrar tekrar sordu ancak Yahya ÖYLEK, yemin ederek, kendisinin böyle bir haber geçmediğini söyledi.

Anlaşıldığı kadarıyla Sabah, Başbakan'ın açıklamasına destek için acilen masa başı bir haber yapmıştı. O kadar acele etmişti ki ortalıkta onlarca 'terör uzmanı' titri sahibi varken, hayali bir 'terör uzmanı' da uydurmuşlardı.

Görüşüne başvurduğumuz bir telefon operatörü ise teknik olarak aynı gün içersinde telefonların dinlenmesi, çözümlerinin yapılması ve basına sızdırılmasının mümkün olmadığını belirtti. Telefonlar dinlenirken başta savcılıktan izin alınması ve dinlenmiş olan kayıtların ise uzmanlar tarafından çözümlenmesinin en az bir kaç gün alabileceğini söyledi.

Hatırlanacağı gibi Sabah gazetesi, İşveren Galip Ensarioğlu'nun ağzından muhabiri Hazal Ateş'in imzasıyla iki hafta önce bir haber yapmıştı. Habere göre Ensarioğlu, Baydemir'e fırça atmıştı. Ensarioğlu, ertesi gün hemen haberi tekzip etti ve muhabir Hazal Ateş'i arayarak, nasıl hayali haber yapabildiğini sormuştu. Muhabir "haberim yok, benim de imzamı atmışlar" diye cevap vermişti.



AKP'nin 8 yıllık iktidarı sürecinden yarattığı "yakın, yandaş ve militan" basını hükümetin zorlandığı dönemlerde tüm gazetecilik ahlakını ayaklar altına alan bir yayın çizgisi izliyor. Hakkari Peyanis'teki patlamayı hiç sorgulamadan PKK'ye yüklemeye çalışan AKP basını her güne bir yalan haber ile başlıyor. Son olarak Sabah Gazetesi bugün Eylemsizlik kararırına rağmen Hakkari'de düzenlenen operasyonda yaşamını yitiren 9 gerillanın patlamanın olduğu Peyanis köyünden henüz bir ay önce PKK'ye katıldığını, bunun ise PKK'nin bir intikamı olduğunu manşet yaptı. Oysa henüz 3 gün önce kendi gazetesinde yer alan haberler bile bu haberi yalanladı. Bölge insanı ise bu yayınlara çalışan Kürtlerin, onurları için istifa etmesini istedi.

Kasım 2002 tarihinde yapılan Genel Seçimler sonrası tek başına iktidar olan AKP'nin 8 yılda en büyük çabası "yandaş medya" yaratmaya dönük oldu. Bunun için ilk olarak Doğan Basın Yayın ile seçimleri kazanan AKP, bunun karşılığında Uzan ailesine ait basın kuruluşlarını kendisine bağladı. Ardından ise militanlığını yapacak basın kuruluşlarını besledi. Bundan ise en çok Deniz Feneri'ne yapılan yardımları aktaran Kanal 7 ve Gülen Cemaatinin sesi olan Cihan Haber Ajansı, Zaman Gazetesi ve STV'yi güçlendirdi. Bununla yetersiz olacağını düşünün Tayip Erdoğan ve AKP TRT ve RTÜK operasyonları ile devlet basınını da kendisine yedekledi. AKP esas militanlığını yapacak basını ise Çalık Holding'e ya satın aldırttı ya da kurdurttu. Çalık Holding ise AKP Hükümeti öncesi Malatya'da bir kaç iplik fabrikası olan, devletten trilyonlarca elektrik ve vergi kaçırdığı belgeleri ile ortaya çıkan bir şirket iken, AKP sonrası dönemde Türkiye'nin en büyük holdingleri arasına girdi. Çalık Holding Sabah ve ATV'yi de AKP'nin büyük kredi desteği ile satın aldı.

Doğan Basın Yayın ise kendi tekelinin kırıldığını düşünerek, AKP hükümetini hedef seçti. Yayınlarında ve haberlerinde adeta AKP'ye karşı savaş açtı. AKP'nin buna karşı hamlesi ise büyük bir vergi cezası vermek oldu. Bunun karşısında ezilen Doğan Basın Yayın, AKP ile anlaştı bir daha da AKP'ye karşı ciddi bir ses çıkarmadı. Ergenekon Soruşturması öncesi başlarda kimin Taraf'ı olduğu belli olmayan ancak daha sonra Taraf'ı netleşen bir gazete kuruldu. Aynı dönemler Özgür Basın geleneğindeki gazete ve yayınlar hemen her gün kapatıldı. Kürt halkı yapılan kimi ilginç haberlerle bu gazeteye yönlendirildi. Anlık İstihbaratların ulaştığı bir gazeteye dönüştürülen gazete kimi demokrat, liberal ve yurtsever sosuna bulaşmış kişilerle renklendirildi.

AKP’NİN MİLİTAN GAZETESİ SABAH

Türkiye'de kısaca özetlenebilecek bu basın gerçeği kendisini son olarak Hakkari Peyanis'te 9 köylülün yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan patlama ile kendini ele verdi. AKP'ye yakınlığı ve militanlığının ölçüsü ise bu olaya yaklaşım olduğu anlaşılıyor. Son olarak kendisini yaptığı yalan haberlerle ispatlamaya çalışan Sabah Gazetesi dün kendi muhabirlerinin bile haberlerinin olmadığı İstanbul merkezli bir yalan bombası ortaya attı.

YALANIN BÖYLESİ

Gazete Hakkari'de yaşanan patlamanın PKK'nin bir intikam eylemi olduğunu ileri sürdü. Bu iddasınıda kendince şöyle güçlendirdi; Hakkari'de 6 Eylül tarihinde eylemsizlik halindeki HPG gerillalarına yönelik düzenlenen geniş çağlı operasyonda 9 gerilla yaşamını yitirmişti. Sabah'ın yalanına göre ise "Bir ay kadar önce Geçitli'de (Peyanis) yaşayan dokuz genç, dağa çıkma kararı aldı. Bölge halkının yaptığı tüm telkinlere rağmen bu dokuz genç ikna edilemedi. Bunun üzerine köylüler, güvenlik güçlerine ihbarda bulundu. Dağa çıkan gençlerin kimlik detayları, eşkalleri ve nerelerde sığındıkları detaylı bir şekilde anlatıldı. Bu sırada Hakkari'nin Çukurca ilçesinde Jandarma Asayiş Bölük Komutanlığı'na PKK tarafından roketatarlı saldırı düzenledi. Köylülerin ihbarını değerlendiren güvenlik güçleri, saldırının hemen ardından operasyon düzenledi. Aksu köyünde girilen sıcak temasta Geçitli köyünden dağa çıkan dokuz terörist etkisiz hale getirildi"

Yalanlamaya bile gerek olmayan bu haberin iddiası çatışmada yaşamını yitiren 9 gerilla bir ay önce önceki gün patlamanın olduğu bölgedeki köylerden PKK'ye katılmıştı. Oysa yaşamını yitiren Gerillalar Kürdistanın çeşitli yerlerinde yüzbinlerin bulduğu merasimlerle defnedildi, kimi 10 yıllık kimi ise 3 yıllık gerilla idi.

Hakkari’de 6 Eylül’de yaşamını yitiren gerillalar şunlardı: 1994 katılımlı, Mazlum Mamxurî kod adlı Ferman Özlü; 1988 Hakkari doğumlu, 2006 katılımlı, Cesur Colemerg kod isimli Beytullah Özkan;1985 Dırbesiye (Güney Batı Kürdistan) doğumlu, 2006 katılımlı, Nuri Kahraman kod adlı Süleyman Ali;1992 Mardin-Midyat doğumlu, 2005 katılımlı, Haki Pılıng kod adlı Uğur Kar;1987 Ağrı-Tutak doğumlu, 2009 katılımlı, Şoreş Agıri kod adlı Ulaş Bozan; 1992 Van-Başkale doğumlu, 2009 katılımlı, Rızgar Başkale kod isimli Recep Kutlar; 1992 Van doğumlu, 2010 katılımlı, Zağros Baweri kod isimli Musab Döman; 2010 yılında gerilla saflarına katılan, Şahin Kendal kod isimli Yusuf Şahin ve 1990 Cizre doğumlu, 2010 katılımlı, Xwînrêj Cudi kod isimli Hasan Doru.

‘BU BASINA ÇALIŞANLAR ONURLARI İÇİN İSTİFA ETMELİ’

Kürt Özgürlük Haraketi'nin ortaya çıkardığı irade karşısında defalarca yenilgiye uğrayan devlet yanında ve desteği ile çalışma yapan Sabah ve benzeri basın kurulaşları bu yalanları ile Kürdistan’da nasıl yaşamaya devam edecek. Özellikle bölgeden yükselen ses öncelikle bu basın kuruluşlarına çalışan bölge insanı gazetecilere oldu. Vatandaşlar, "Madem sizin haberiniz olmamasına rağmen yalan haberlere sizin imzanız atılıyor. O halde zaman geçirmeden bu basın kuruluşlarından istifa edin" şeklinde yorum yapıyor. Doğru olanda bu zaten. Eğer bu gerçekleşmese bu kişilerinde Kürtlere karşı yürütülen bu kanlı yalan hareketin sorumlusu olacaklardır.

ANF NEWS AGENCY