Amed Dicle -ANF
‘’Ben de insanım ve oğlumun nerede olduğunu bilmeye hakkım var.’’
Bu sözler, 5 Temmuz 2008’de Suriye’nin Saydnaya cezaevinde Esat rejiminin yaptığı katliamda 51 tutuklu ile ‘kaybedilen’ Basel Madarati’nin babasına ait.
Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre bu katliamda 25 tutsak öldürüldü, 52 tutsak ise halen kayıp.
Saydnaya, 1987 yılında Baas rejimi tarafından kurulan Suriye’nin en büyük cezaevlerinden biri. O tarihten bu yana rejim muhalifleri bu cezaevinde katledildi, kaybedildi. Tutuklular genelde Kürt ve Sünni muhaliflerden oluşuyor.
Son gösterilere başlama tarihi olarak kabul edilen 15 Mart 2011 tarihine kadar Baas rejimi tarafından tutuklanıp kaybedilen insan sayısı binlerle ifade ediliyor.
Basel Madarati bunlardan sadece biri. Saydnaya cezaevi katliamından bu yana aileleri sürekli eylem yaptılar. Bazıları tutuklandı. Basel’in babası 2010 yılında Af Örgütüne konuşurken başta alıntıladığımız sözleri söylemişti.
O günler, Tayyip Erdoğan’ın ‘Esad kardeşim’ kelimelerini eksik etmediği tarihlerdi. Karşılıklı ekonomik ve siyasal çıkarlara dayalı anlaşmalar yapılıyordu. Türk medyası Şam ve Halep sokaklarındaki ‘güzel gelişmeleri haber’ ediyordu. Beşar’ın alımlı eşi Esma Esad’ın resimleri gazetelerin arka sayfalarını kaplıyordu.
Basel’in ve binlerce kayıp tutuklu ailesinin çığlıklarını kimse duymuyordu. Cezaevi kapılarında işkenceye, rejimin zulmüne maruz kalmaları Erdoğan’ı ilgilendirmiyordu. İlgi gösteren sivil toplum kuruluşları görmezlikten geliniyordu.
Ne zamanki Tunus ve akabinde Mısır’daki gösteriler Suriye’nin toplumsal derinliklerinde hissedilmeye başlandı Baas zulmü de ‘görülmeye’ başlandı. Aslında AKP hükümetinin Suriye halkları nezdinde maskesinin düştüğü tarih, son gösterilerin başladığı tarihtir. Bakmayın bir takım ‘muhalif çevrelerin’ Türkiye’yi bir kurtarıcı güç olarak görmelerine. Bu çevrelerin gücü kendilerinden ibaret. Suriye halkları Baas zulmü altında inlerken, Halep’te ‘kardeşi Esad’la futbol maçı izleyen ve ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenleyen’ Erdoğan’ın ve hükümetinin bu tutumu, toplum nezdinde ibret verici bir ikiyüzlülükten öte bir anlam ifade etmiyor.
Zira Erdoğan hükümetinin Suriye’de yaşanan sürece yaklaşımı başından itibaren zikzaklı ve insani değil, tümüyle çıkarlara odaklı. Gösterilerin yoğunlaştığı ve uluslararası arenada yankılandığı ilk süreçte Türk Hükümetinin esas yaklaşımı Esad rejimini ‘en az hasarla’ kurtarmaya dayalıydı.
O kadar insanın öldürüldüğü günlerde Esad’a resmen danışmanlık yaptılar. Açık ve gizli heyetler bu konuda yoğun bir mesai harcadılar. Çünkü Erdoğan ve ‘Kardeşi Esad’ın’ son yıllarda imzaladığı yüksek rakamlı ekonomik ve stratejik işbirliği anlaşmaları gereği mevcut rejiminin kalması gerekiyordu. Yüksek Stratejik işbirliği, herhalde bir iki yıl için yapılmamıştı. Ve elbette ki bu anlaşmalar imzalanırken Suriye’de demokratik bir rejim yoktu...
Suriye’de başlayan gösteriler ve yaşanan belirsizlik, gelişen uluslararası kıskaç AKP’nin tutum değiştirmesine sebep oldu. Eski Suriye’nin miadını doldurduğu anlaşılınca ‘kardeş’ bu defa ‘düşman’ oldu. Aleyhlerine anlaşma imzaladıkları ‘teröristler’in mazlumluğu yeni yeni görünmeye başlandı.
Türkiye şimdi kendisini ‘yeni Suriye’ye hazırlıyor. Temel kaygı noktası ise Kürtler. Irak’ta olanların tekrarlanmasını istemiyor. Yani Kürtlerin anayasal haklarının Suriye’de olmaması için yoğun bir çaba söz konusu. Bunun için AKP’nin Suriye’deki stratejisi büyük oranda Kürt karşıtlığından ibaret. Burada Kürtlerin etkisi azaltılmak ve olası bir statü kazanımı engellenmek isteniyor.
Başından beri Suriye’deki Kürt hareketi terörize edilmeye çalışıldı. PYD’nin ‘terörist’ bir örgüt olarak kabul görülmesi için yoğun bir diplomasi trafiği yapıldı, ancak başarılamadı.
AKP’nin oluşacak yeni Suriye’deki temel müttefiki Müsülman Kardeşler Örgütü ve etrafında kümelenen benzer yapılardır. Bu anlayışa havale edilen bir Suriye’nin eski Suriye’den farklı olacağı beklenmemeli.
Aslında demokratik bir Suriye Türkiye’nin çıkarına uygun değildir. Bunun temel iki nedeni var:
Birincisi demokratik Suriye’de herkes gibi Kürtler’de kendi hakları ile olacaklar.
İkincisi ise demokratik bir Suriye’de Türkiye ekonomik hegemonyasını kuramayacak.
Esad rejimi ile pekiştirilen ekonomik hegemonyaya, müslüman kardeşler eliyle devam edilmek isteniyor. Batılı güçlerde bu plana şimdilik toleranslı yaklaşıyor. Arap ülkeleri için ise ‘hava hoş’.
Dikkat edilirse; TRT’nin Arapça kanalı El-Türkiye sadece bu işe odaklanmış durumda. Müslüman Kardeşler Örgütünün liderlerinden Sadrualdin El-Beyanuni’in oğlu Enes El-Beyanuni bu kanalın üst düzey yöneticiliğine getirildi. Halbuki bir süre önce aynı kanal’da ‘Ahi El Esed’ nakaratından geçilmiyordu.
Suriye’nin artık eski Suriye olmayacağı güneş gibi görünen bir gerçek. Ancak Suriye’nin nasıl bir Suriye olacağı ise kapkaranlık bir gölge. Ve bu belirsizlik AKP için büyük bir endişe sebebi.
Zira Suriye’de oluşacak bir Kürt statüsü, Türk hükümetince yürürlükte olan "Kürtleri teslim alma" stratejisine ölümcül bir darbe olacaktır. Kürtlerin burada elde edeceği haklar sadece orada yaşayan 3,5 milyona yakın Kürdü ilgilendirmiyor. Bu durum tüm Kürtler için büyük bir sinerjiye dönüşecek ve Lozan anlaşmasının bir ayağı daha kırılması anlamına geliyor.
Aslında Suriye’de şu an gelişen sürece Kürtler için 12 Mart 2004 tarihinde başlandı. Türkiye bir anlamda o tarihten itibaren kaybetti. Qamişlo’da yaşanan Kürt serhildanında onlarca insan yaşamını yitirdi. O tarihte AKP hükümeti gösterilerin bastırılması için takviye güç gönderdi. Ancak Kürtler süreci başlatmışlardı. 7 yıllık süreç zarfında yüzlerde Kürt tutuklandı, zindanlara atıldı. Bazıları Türk hükümetine teslim edildi. Buna rağmen Kürtler kendi iç örgütlülüklerini geliştirerek bugünleri bekledi. O nedenle bugün mevcut durumda ‘yeni Suriye’ye en çok hazır olanlar Kürtlerdir.
Mart 2011’den bu yana AKP hükümeti PKK’nin Esad rejimi ile işbirliği yaptığına dair propaganda yapıyor. Yani durumu tersinden göstermeye çalışıyor. Kendisince Kürtleri kışkırtıp katliamlara maruz kalmasına zemin hazırlamaya çalışıyor. 12 Kürt Örgütünün Qamişlo’da geçen yılın sonunda bir araya gelip ortak hareket etme kararı alması Erdoğan’ın büyük tepkisine sebep oldu. Bu örnek AKP’nin konuya bakışını özetliyor.
Şimdi esas soru şu; Suriye’nin geleceği ne olacak ve Kürtlerin hesap ve beklentileri nelerdir? Her bir soru kendi başına uzun bir değerlendirme konusu. Ama özetle; durum böyle devam ederse iç savaş, mezhep çatışması kaçınılmaz olacak. Yaşanan gelişmeler buna işaret ediyor. Türkiye gibi dış güçlerin hesabı da zaten iç savaşa odaklı.
Kürtlerin rolü tam da bu noktada önem kazanıyor. Zira Kürt örgütlerinin çözüm için önerdikleri model Suriye’nin dokusuna uygun bir model. Kürtler orada Demokratik Suriye içinde Kürtlere özerklik talep ediyorlar. Var olan sınırlar içerisinde yaşanan halkların, mezheplerin tüm haklarının anayasal güvenceye alınmasını ve birlikte yaşamı istiyorlar. Kürtler özerk bölgeyi ilgilendiren konularda merkezden onay almadan karar almayı talep ediyorlar. Bunun için ise kendi yönetimlerini kendileri seçecek ve bu hak anayasal güvenceye alınacak.
Oluşacak yeni Suriye’de Müslüman Kardeşlerin hesapladığı ve AKP’nin desteklediği ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ gibi tek bir etnisiteye dayalı, eskisinden farklı olmayan anayasa, Kürtlerin tepkisine yol açacak ve bu durum Suriye’yi daha büyük bir çıkmaza sürükleyecektir.
Zaten Kürt bölgesinde şimdi fiili bir ‘özerk’ durum var. Kent, kasaba, köy meclisleri oluşuyor. Öz savunma komiteleri kuruluyor. Okullar açılıyor. Olası tehlikelere karşı ciddi bir çalışma var. Kürtlerin orada ‘kaybetme’ gibi bir niyetleri görünmüyor.
Bu niyet hayatın her alanında bir enerjiye dönüşmüş durumda. Newroz’la birlikte Kuzey Kürdistan kadar Güneybatı Kürdistan’da gündemde olacak. Kürtlerin oradaki kazanımları tüm Kürdistan’da hayati derece etkisi olacaktır.
ANF NEWS AGENCY