4 Mart 2012 Pazar

Suriye AKP’nin Ïstediği Gibi Olmayacak


Amed Dicle -ANF


‘’Ben de insanım ve oğlumun nerede olduğunu bilmeye hakkım var.’’

Bu sözler, 5 Temmuz 2008’de Suriye’nin Saydnaya cezaevinde Esat rejiminin yaptığı katliamda 51 tutuklu ile ‘kaybedilen’ Basel Madarati’nin babasına ait.

Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre bu katliamda 25 tutsak öldürüldü, 52 tutsak ise halen kayıp.
Saydnaya, 1987 yılında Baas rejimi tarafından kurulan Suriye’nin en büyük cezaevlerinden biri. O tarihten bu yana rejim muhalifleri bu cezaevinde katledildi, kaybedildi. Tutuklular genelde Kürt ve Sünni muhaliflerden oluşuyor.
Son gösterilere başlama tarihi olarak kabul edilen 15 Mart 2011 tarihine kadar Baas rejimi tarafından tutuklanıp kaybedilen insan sayısı binlerle ifade ediliyor.

Basel Madarati bunlardan sadece biri. Saydnaya cezaevi katliamından bu yana aileleri sürekli eylem yaptılar. Bazıları tutuklandı. Basel’in babası 2010 yılında Af Örgütüne konuşurken başta alıntıladığımız sözleri söylemişti.

O günler, Tayyip Erdoğan’ın ‘Esad kardeşim’ kelimelerini eksik etmediği tarihlerdi. Karşılıklı ekonomik ve siyasal çıkarlara dayalı anlaşmalar yapılıyordu. Türk medyası Şam ve Halep sokaklarındaki ‘güzel gelişmeleri haber’ ediyordu. Beşar’ın alımlı eşi Esma Esad’ın resimleri gazetelerin arka sayfalarını kaplıyordu.

Basel’in ve binlerce kayıp tutuklu ailesinin çığlıklarını kimse duymuyordu. Cezaevi kapılarında işkenceye, rejimin zulmüne maruz kalmaları Erdoğan’ı ilgilendirmiyordu. İlgi gösteren sivil toplum kuruluşları görmezlikten geliniyordu.

Ne zamanki Tunus ve akabinde Mısır’daki gösteriler Suriye’nin toplumsal derinliklerinde hissedilmeye başlandı Baas zulmü de ‘görülmeye’ başlandı. Aslında AKP hükümetinin Suriye halkları nezdinde maskesinin düştüğü tarih, son gösterilerin başladığı tarihtir. Bakmayın bir takım ‘muhalif çevrelerin’ Türkiye’yi bir kurtarıcı güç olarak görmelerine. Bu çevrelerin gücü kendilerinden ibaret. Suriye halkları Baas zulmü altında inlerken, Halep’te ‘kardeşi Esad’la futbol maçı izleyen ve ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenleyen’ Erdoğan’ın ve hükümetinin bu tutumu, toplum nezdinde ibret verici bir ikiyüzlülükten öte bir anlam ifade etmiyor.

Zira Erdoğan hükümetinin Suriye’de yaşanan sürece yaklaşımı başından itibaren zikzaklı ve insani değil, tümüyle çıkarlara odaklı. Gösterilerin yoğunlaştığı ve uluslararası arenada yankılandığı ilk süreçte Türk Hükümetinin esas yaklaşımı Esad rejimini ‘en az hasarla’ kurtarmaya dayalıydı.

O kadar insanın öldürüldüğü günlerde Esad’a resmen danışmanlık yaptılar. Açık ve gizli heyetler bu konuda yoğun bir mesai harcadılar. Çünkü Erdoğan ve ‘Kardeşi Esad’ın’ son yıllarda imzaladığı yüksek rakamlı ekonomik ve stratejik işbirliği anlaşmaları gereği mevcut rejiminin kalması gerekiyordu. Yüksek Stratejik işbirliği, herhalde bir iki yıl için yapılmamıştı. Ve elbette ki bu anlaşmalar imzalanırken Suriye’de demokratik bir rejim yoktu...
Suriye’de başlayan gösteriler ve yaşanan belirsizlik, gelişen uluslararası kıskaç AKP’nin tutum değiştirmesine sebep oldu. Eski Suriye’nin miadını doldurduğu anlaşılınca ‘kardeş’ bu defa ‘düşman’ oldu. Aleyhlerine anlaşma imzaladıkları ‘teröristler’in mazlumluğu yeni yeni görünmeye başlandı.

Türkiye şimdi kendisini ‘yeni Suriye’ye hazırlıyor. Temel kaygı noktası ise Kürtler. Irak’ta olanların tekrarlanmasını istemiyor. Yani Kürtlerin anayasal haklarının Suriye’de olmaması için yoğun bir çaba söz konusu. Bunun için AKP’nin Suriye’deki stratejisi büyük oranda Kürt karşıtlığından ibaret. Burada Kürtlerin etkisi azaltılmak ve olası bir statü kazanımı engellenmek isteniyor.

Başından beri Suriye’deki Kürt hareketi terörize edilmeye çalışıldı. PYD’nin ‘terörist’ bir örgüt olarak kabul görülmesi için yoğun bir diplomasi trafiği yapıldı, ancak başarılamadı.

AKP’nin oluşacak yeni Suriye’deki temel müttefiki Müsülman Kardeşler Örgütü ve etrafında kümelenen benzer yapılardır. Bu anlayışa havale edilen bir Suriye’nin eski Suriye’den farklı olacağı beklenmemeli.

Aslında demokratik bir Suriye Türkiye’nin çıkarına uygun değildir. Bunun temel iki nedeni var: 


Birincisi demokratik Suriye’de herkes gibi Kürtler’de kendi hakları ile olacaklar. 

İkincisi ise demokratik bir Suriye’de Türkiye ekonomik hegemonyasını kuramayacak. 

Esad rejimi ile pekiştirilen ekonomik hegemonyaya, müslüman kardeşler eliyle devam edilmek isteniyor. Batılı güçlerde bu plana şimdilik toleranslı yaklaşıyor. Arap ülkeleri için ise ‘hava hoş’.

Dikkat edilirse; TRT’nin Arapça kanalı El-Türkiye sadece bu işe odaklanmış durumda. Müslüman Kardeşler Örgütünün liderlerinden Sadrualdin El-Beyanuni’in oğlu Enes El-Beyanuni bu kanalın üst düzey yöneticiliğine getirildi. Halbuki bir süre önce aynı kanal’da ‘Ahi El Esed’ nakaratından geçilmiyordu.

Suriye’nin artık eski Suriye olmayacağı güneş gibi görünen bir gerçek. Ancak Suriye’nin nasıl bir Suriye olacağı ise kapkaranlık bir gölge. Ve bu belirsizlik AKP için büyük bir endişe sebebi.

Zira Suriye’de oluşacak bir Kürt statüsü, Türk hükümetince yürürlükte olan "Kürtleri teslim alma" stratejisine ölümcül bir darbe olacaktır. Kürtlerin burada elde edeceği haklar sadece orada yaşayan 3,5 milyona yakın Kürdü ilgilendirmiyor. Bu durum tüm Kürtler için büyük bir sinerjiye dönüşecek ve Lozan anlaşmasının bir ayağı daha kırılması anlamına geliyor.

Aslında Suriye’de şu an gelişen sürece Kürtler için 12 Mart 2004 tarihinde başlandı. Türkiye bir anlamda o tarihten itibaren kaybetti. Qamişlo’da yaşanan Kürt serhildanında onlarca insan yaşamını yitirdi. O tarihte AKP hükümeti gösterilerin bastırılması için takviye güç gönderdi. Ancak Kürtler süreci başlatmışlardı. 7 yıllık süreç zarfında yüzlerde Kürt tutuklandı, zindanlara atıldı. Bazıları Türk hükümetine teslim edildi. Buna rağmen Kürtler kendi iç örgütlülüklerini geliştirerek bugünleri bekledi. O nedenle bugün mevcut durumda ‘yeni Suriye’ye en çok hazır olanlar Kürtlerdir.

Mart 2011’den bu yana AKP hükümeti PKK’nin Esad rejimi ile işbirliği yaptığına dair propaganda yapıyor. Yani durumu tersinden göstermeye çalışıyor. Kendisince Kürtleri kışkırtıp katliamlara maruz kalmasına zemin hazırlamaya çalışıyor. 12 Kürt Örgütünün Qamişlo’da geçen yılın sonunda bir araya gelip ortak hareket etme kararı alması Erdoğan’ın büyük tepkisine sebep oldu. Bu örnek AKP’nin konuya bakışını özetliyor.

Şimdi esas soru şu; Suriye’nin geleceği ne olacak ve Kürtlerin hesap ve beklentileri nelerdir? Her bir soru kendi başına uzun bir değerlendirme konusu. Ama özetle; durum böyle devam ederse iç savaş, mezhep çatışması kaçınılmaz olacak. Yaşanan gelişmeler buna işaret ediyor. Türkiye gibi dış güçlerin hesabı da zaten iç savaşa odaklı.

Kürtlerin rolü tam da bu noktada önem kazanıyor. Zira Kürt örgütlerinin çözüm için önerdikleri model Suriye’nin dokusuna uygun bir model. Kürtler orada Demokratik Suriye içinde Kürtlere özerklik talep ediyorlar. Var olan sınırlar içerisinde yaşanan halkların, mezheplerin tüm haklarının anayasal güvenceye alınmasını ve birlikte yaşamı istiyorlar. Kürtler özerk bölgeyi ilgilendiren konularda merkezden onay almadan karar almayı talep ediyorlar. Bunun için ise kendi yönetimlerini kendileri seçecek ve bu hak anayasal güvenceye alınacak.
Oluşacak yeni Suriye’de Müslüman Kardeşlerin hesapladığı ve AKP’nin desteklediği ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ gibi tek bir etnisiteye dayalı, eskisinden farklı olmayan anayasa, Kürtlerin tepkisine yol açacak ve bu durum Suriye’yi daha büyük bir çıkmaza sürükleyecektir.

Zaten Kürt bölgesinde şimdi fiili bir ‘özerk’ durum var. Kent, kasaba, köy meclisleri oluşuyor. Öz savunma komiteleri kuruluyor. Okullar açılıyor. Olası tehlikelere karşı ciddi bir çalışma var. Kürtlerin orada ‘kaybetme’ gibi bir niyetleri görünmüyor.

Bu niyet hayatın her alanında bir enerjiye dönüşmüş durumda. Newroz’la birlikte Kuzey Kürdistan kadar Güneybatı Kürdistan’da gündemde olacak. Kürtlerin oradaki kazanımları tüm Kürdistan’da hayati derece etkisi olacaktır.

ANF NEWS AGENCY

Hosgeldin NUÇE TV

KOPENHAG - Kürdistan medya dünyasına yeni bir Tv kanalı daha katıldı. Kürdistan’ın ilk haber kanalı olan NUÇE TV yarın yayın hayatına başlıyor.
Kürtçe'nin Kurmanci, Sorani, Dımili, Hewramani lehçeleri ile Türkçe ve İngilizce dillerinde yayın yapacak olan haber kanalı NUÇE TV uydu üzerinden izleyicileri ile buluşacak.
Danimarka Mezopotamya Brodcast Şirketine bağlı olarak yayın yapacak olan NUÇE TV Hakikat Zamanı (Dema Rastiye) sloganıyla izleyicilerin karşısına çıkacak.

Amed saati ile 08:00'de, Avrupa saati ile ise sabah 07.00'de yayına başlayacak televizyonda, saat başı Kürtçenin Kurmanci, Sorani, Zazaki, Hewrami lehçeleri ile Türkçe ve İngilizce haber sunulacak. Gece 22.00'de, günün son haberleri sunulacak.

Haber aralarında haber-aktüel programlar, akşam ana haberlerden sonra paneller yapılacak. Kadın haberleri NUÇE - JİN adı ile sunulurken, Dünya haberleri de Kürtçe ve Türkçe sunulacak.

NUÇE TV yönetimi yayın politikasını Kürdistan esas olmak üzere, Ortadoğu, Avrupa ve dünyada, haber konusu olacak tüm gelişmeleri anında, ayrıntıları ile ve herkesten önce izleyicilerine duyurmak şeklinde özetliyor.
Daha önceki adı Eurobird 9A olan Nilsat 9A uydusundan yayın yapacak olan NUÇE TV’nin uydu frekansları ise şöyle:

EUROBIRD 9A (yeni ismi EUTELSAT 9A) 9° doğu

FREKANS : 11.843

POLARITE : V

SYMBOL : 27500

NILESAT (yeni ismi EUTELSAT 7 WEST A) 7° batı

FREKANS : 11.354

POLARITE : V

SYMBOL : 27500

Güncel Yorum olarak onca saldiri altinda kendini gelistirerek Kürt Halkinin sesini dünyaya duyurmada Kürt Medyasının yeni bir mevzisi olacak olan NUÇE TV'ye yayin hayatinda basarilar diliyoruz. Hosgeldin NUÇE TV...

ANF NEWS AGENCY

İmralı’dan Mesaj Var

PKK Lideri Abdullah Öcalan ile birlikte İmralı Özel Tip Cezaevi'nde tutulan Cumali Karsu, avukatlarına gönderdiği faksta sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 7 ayı aşkın süredir avukatları ile görüşmeleri çeşitli gerekçelerle engellenirken, İmralı Cezaevi'nde tutulan PKK hükümlüsü Cumali Karsu Asrın Hukuk Bürosu'na bir faks gönderdi.

‘AÇLIK GREVLERİ MAKUL BİR BİÇİMDE SONUÇLANSIN'

Karsu gönderdiği faksta içerisinde bulundukları duruma ilişkin şu bilgileri verdi: "Bu koşullarda ancak gerekli durumlarda birkaç satırla yazmak durumundayım. Son aylarda yoğun bir süreç başlamış durumda. Gazetelerden yansıdığı kadarıyla özellikle cezaevlerinde bir eylemlilik süreci başlamış durumda. Duyarlılık nedeniyle açlık grevleri anlaşılır, fakat uzun süreler veya süresiz grevler, hele hele fiziki tahribatlara yol açacak bir düzeye getirilmesi pek gerekli değildir. Makul bir biçimde sonuçlanmasını sağlamak doğru olandır diye düşünüyoruz."

‘YAKMA EYLEMLERİ SON BULMALI’


Karsu, diğer bir konunun da kendini yakma eylemleri olduğunu belirterek, "Bizleri fazlasıyla üzen bu olaylar mutlak son bulmalı ve önüne geçilmesidir. En temel yaklaşım fiziki olarak sağlıklı olmak ve düşünsel yoğunluğumuz anlamlı pratiğe dönüştürmektir bu aşamada. Başlattıkları açlık grevlerini makul bir biçimde sonuçlandırmalarını istedik. Bunu sağlamak konusunda gerekli duyarlılığı göstermenizi bekliyoruz" dedi.

‘HER ŞEYE RAĞMEN İYİ OLACAK’


Karsu, gönderdiği faksı şu cümleler ile bitirdi: "Ailelerin bu aşamada gelmelerine gerek yok. Mesela sadece sizlere ve ailelerle yapılacak görüşlerle sınırlı değildir. Son zamanlarda avukatlar dahil binlerce insan hukuksuz bir biçimde tutuklandı. Ayrıca bizim dışımızda kimi nedenlerden dolayı tıkanan bu sürecin devamını sağlamak ve toplumsal anlamda çaresini yaratmaktır. Konjonktürel durum pek ümit vermiyor. Zaman gösterecektir bunu da. Koşullar itibarıyla durumumuzu tahmin ettiğiniz için ayrıntılandıramıyorum. Her şeye rağmen iyi olacak. Arkadaşların selamlarını da ileteyim hepinize."

ANF NEWS AGENCY

Maraş'ta Muammer Yaşar, Adıyaman'da Emre Uslu!

Mehdi Atay -ANF
 
 
Ankara - Maraş katliamını hatırlayanlar bilirler, bugün Adıyaman merkezli gündeme taşınan Alevi ailelerin kapılarının işaretlenmesi vakası orada uygulanan bir yöntemdi. Kapı işaretlemenin katliam hazırlığının son aşaması olduğu faşist güruhların saldırıları başlayınca anlaşıldı. Türk faşistleri bu uygulamayı Alman faşizminden miras almıştı.

Bugün yaşananlarla tek benzerliği de bununla sınırlı değil Maraş katliamının. O gün de ”gazeteciler” bu katliamın hazırlık sürecinde aktifti bugün de. Maraş katliamının saldırı mesajının TRT radyosunda yayınlanan bir haber bülteni ile verildiğini, bunu da o dönem radyoda görev yapan ”gazeteci” Muammer Yaşar Bostacı'nın yerel muhabirin yolladığı haberi tahrif ederek yayına verme suretiyle yaptığını yıllar sonra Mahmut Tali Öngören ortaya çıkardı.

Bugün de Taraf Gazetesi benzer bir hazırlığın yoluna taş döşüyor. Taraf'a kuruluşu itibari ile ”demir baş” olarak yerleştirildiği anlaşılan iki isim, Gülen Cemaati'nin resmen sahiplendiği-Zaman Gazetesi, Samanyolu TV- gibi yayın organlarında yapılmasını uygun bulmadığı riskli düzeydeki tetikçiliği bu gazete üzerinden bu personel eliyle yapıyor.

Kısa bir süre önce Veysi Sarısözen, ”Baransu Cemaat’in has yazarlarının sütre gerisine çekilmesine rağmen, MİT’e karşı operasyonun devamı için var güçle çalışmayı sürdürüyor. Şöyle yazıyor: “Bu ekip de tıpkı Ergenekoncu, Balyozcular gibi yargı önünde yaptıklarının hesabını verecek.” Onun yazdıklarından anlaşılıyor ki, hem bu operasyon sürecek hem de bu operasyon yalnız Türkiye içi iktidar kavgasıyla sınırlı değil. İran-Suriye sorunuyla ve Ortadoğu’da yaklaşan “mezhep savaşlarıyla” ilgili” diye yazarak bu ikiliden birinin faaliyetlerine dikkat çekti.
ADIYAMAN’DAKİ MUAMMER Y AŞAR!

Bu sefer de Emre Uslu, tam da Muammer Yaşar Bostancı'nın Maraş katliamındaki rolüne uygun bir göreve soyunmuş. Uslu, içinde olduğu hazırlığı bir adım daha ileri götürerek konuya sınır ötesi bir boyutta katarak, ”Adıyaman’daki olaydan bir buçuk ay önce benzer bir olay Hatay’da yaşanmış. Medya’ya yansıtılmayan bu olayda konu resmî makamlarca geçiştirilmiş. Medyaya yansımadı ama Hatay’daki durum biraz daha vahim. Zira Hatay’da bulunan uluslararası gözlemciler Hatay’ı Beşşar Esad’ın adamlarının cirit attığı bir yer olarak anlatıyorlar. Hatay’daki evlerin duvarlarının işaretlenmesi de Esad’ın adamlarının işi olarak görülüyor” diyor.

AKP Hükümeti'nin kamplara yerleştirdiği Suriyeli ”mülteciler” eli ile Esed yönetimine karşı silahlı provokasyonlar içinde olduğu uluslararası basına da yansımışken, Uslu'nun aksi istikamette bir adresi göstermesi amacı açık ediyor. Türk devleti tarafından silahlandırıldığı ifşa olan bu grupların olası provokasyonları adres saptırılarak perdelenmek isteniyor.

Nitekim, Hatay'da kurulan kampı ve Suriye içinde varlık gösteren muhalefeti temsil eden bazı isimlerin Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun himayesinde Türk uçaklarıyla, ”VIP” kontenjanından seyahat ettikleri de biliniyor.

Uslu'nun bu girizgahının asıl amacı ise konuyu PKK ile irtibatlandırmak. ”Ancak ev işaretleme işi burada da kalmıyor. Değerlendirmelere göre Alevi toplumunu hedef alan Hatay ve Adıyaman’da görülen ev işaretleme olayı Beşşar Esad ile Fehman Hüseyin arasında varılan bir anlaşmanın sonucu ortaya konulan bir PKK-Esad stratejisi” diyor Uslu. Dikkat edilirse Uslu'nun yazdıklarına dayanak olarak gösterdiği hiç bir kaynak yok.
USLU ALEVİLERİ HEDEF GÖSTERİYOR

Asli görevi polislik olduğundan ikinci iş gazete yazarlığında en acemi yalana baş vurarak, ”değerlendirmeler” gibi ne idüğü belirsiz provokatif uydurmalarına bir ‘dayanak’ oluşturuyor kendince. Aslında kullandığı yöntem asli işi polisliğe çok uygun. Uslu, Türk polisinin yıllarca uyguladığı vakadan suçluya ulaşma yöntemini uyguluyor. Bu işte öylesine mahir ki hem ”vakayı” hem de ”suçluyu” kendisi yaratabiliyor.

”Suçu ve suçluyu” yaratan Uslu bu sefer de hedefi oluşturuyor ve, ”Buna göre Esad Türkiye’deki Alevileri tedirgin ederek, bunun için de PKK’yı kullanarak Türkiye’ye ayağını denk al içini karıştırırım mesajı veriyor. Bu noktada PKK’nın kazancı da Aleviler arasında tedirginlik yaratarak Alevileri kendi yanına çekmeye çalışmak. Bu nedenle de Adıyaman pilot il seçildi, zira Adıyaman’da evlerin işaretlendiği mahalle BDP mahallesi olarak biliniyor ancak o mahalledeki Alevilerin bir kısmı CHP’ye oy veriyor. Evlerin kapıları işaretlendikten sonra gerek. Adıyaman ve çevre illerdeki Alevilerin çok tedirgin olduğu hatta gençlerin silahlanmaktan söz etmeye başladığı biliniyor. Bu noktada KCK yapılanması ki –Adıyaman da KCK operasyonu olmadığından özellikle Karapınar Mahallesi’nde çok aktif çalışıyor– Alevi yurttaşları kendi yanına çekmek için harıl harıl çalışıyor. Bu noktada KCK yapılanmasının içine sızmış MİT yetkililerinin bu durumu güvenlik birimleri ile paylaşma noktasında ketum davrandığı ifade ediliyor.”

KATLİAMA MEŞRU ZEMİN Mİ HAZIRLIYOR

Uslu ”Alevi gençlerinin silahlanmayı düşündüğü” gibi son derece tehlikeli bir provokasyonun içinde. Amacı, yarın oluşacak bir katliama şimdiden ”meşru” zemin hazırlamak. O'nun geçtiği rahle-i tedrisat komplo kurma, düzen ve desise, tertibinde ileri saflardadır. Ayrıca, Adıyaman'da ”KCK operasyonu” yapılmadığını ”hatırlattıktan” sonra, Kürtler'in yoğun olarak yaşadığı Karapınar Mahallesi'ni hedef gösteriyor. Çok açık ki önümüzdeki günlerde Karapınar Mahallesi'nde yaşanacak olası bir provokasyonun müsebbibi Emre Uslu olacaktır.

Ancak zekası ikinci bir kurgulama yapacak kader gelişmediği için yazının ikinci bölümünde KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık'tan yaptığı bir alıntı ile kendi tek kanallı zaviyesini de boşa çıkarıyor. Uslu'nu Bayık'tan yaptığı alıntı şöyle: “Alevilerin başta Kürtler olmak üzere demokrasi güçleriyle daha sıkı ve geniş bir ilişki ve ittifak içine girmeleri demokrasi mücadelesinde yeni boyutlar kazandıracaktır. Bu yaklaşım gelişirse, sadece Alevi PKK’yla ilişkilenmesi gerçekleşmeyecek, aynı zamanda Alevi Türklerin de PKK mücadelesini anlama, değer verme ve destekleme durumu ortaya çıkacak, bu da Kürt halkıyla Türkiye halkları arasındaki ilişkinin sağlanmasında köprü olacaktır.”

Bu ifadelerin herhangi bir noktasında Aleviler'e yönelik bir şiddet unsuru bulmak, ancak hedefi provokasyon olanların başarabileceği bir durumdur. Zira onların amacı doğrular değil, ne olursa olsun bir çatışmayı körükleyebilmektir. Burada da görüldüğü gibi ahlaksız ellerde bir ortak yaşam ve demokrasi mücadelesi önerisi bile bu hale getirilebilir. Hele Uslu'nun, ”Eğer Adıyaman’da yapılan bu yazılama işini çocuklar yapmış olsa bile bunun arkasında KCK’nın olmadığı anlamına gelmiyor” satırları, kendisi açısından gerektiğinde Van depremini PKK'nin yaptığını söyleyebilecek kadar sapkınlığa varabileceğini kanıtlıyor.

ROL ÜSTLENİYOR

Elbette Uslu'nun çabaları göz ardı edilebilecek bir meczubun faaliyetleri kapsamında ele alınamaz. Uslu'nun yazısının sonunda sarf ettiği şu sözler bir parçası olduğu tertibin ne denli acımasız ve tehlikeli olduğunu kanıtlıyor; ”Şurası kesin, PKK-Esad işbirliğinin Türkiye içinde Aleviler üzerinden bir karışıklık çıkarma girişimi, hatta bu karışıklığın özellikle Hatay’da diğer etnik ve dinî unsurlara da sıçratma planı biliniyor. Bu çerçevede özellikle PKK ve KCK unsurlarının önümüzdeki dönemde Hatay’da Alevilerin yoğun olduğu çatışamaya müsait yerlerde ve Suriye-Türkiye sınırında faaliyetlerini yoğunlaştıracağı ve Türkiye’de iç kargaşa için her yolu deneyeceği değerlendiriliyor.”

Uslu deneyimli bir polis olarak, Hatay'ı, ”çatışmaya müsait” bir alan olarak tayin ediyor. Uslu iki kimliğinden biri ile son olarak Gazi Olayları sırasında rol oynayan polislerin, diğeri ile de Muammer Yaşar Bostancı'nın Maraş katliamındaki rolünü üstleniyor.

ANF NEWS AGENCY

Suudi Muafiyeti

Serge Halimi *
 
 
Temel özgürlüklere saygı konusunda Suudi Arabistan’ın sicili İran’ınkinden daha iyi değil. Öyleyse Suudi Arabistan’ın en çok petrol ihraç eden ülke ve ABD’nin güvenilir müttefiki olması yüzünden mi “uluslararası toplum” Vahabi krallığına karşı aşırı hoşgörü gösteriyor?

Suudi Arabistan Bahreyn’e müdahale edebilir, bu ülkedeki demokratik protestoyu ezebilir, (“büyücülük”le suçlanan bir kadın dahil) 76 kişiyi infaz edebilir, Twitter’daki hesabından Peygamber’le hayali bir söyleşi yayınlayan blogcuyu idam etmekle tehdit edebilir, hırsızları ellerini keserek cezalandırabilir, tecavüz, oğlancılık, zina, eşcinsellik, uyuşturucu ticareti, din değiştirme için ölüm cezası uygulanacağını ilan edebilir ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri dışında hemen hemen hiç kimsenin umurunda olmaz...

Ne BM Güvenlik Konseyinin, ne Suudi Arabistan’ın üyesi olduğu G20’nin, ne de genel direktörü geçenlerde dünya ekonomisinin istikrarı için Riyad’ın oynadığı “önemli rolü” selamlayan Uluslararası Para Fonu’nun (IMF).

Bu krallık, hâlâ yanlarında kocaları ya da şoför yoksa arabaya binemeyen kadınların olimpiyat oyunlarına katılmasını yasaklamakta ayak diretiyor. Olimpiyat Şartının en az iki ilkesinin[1] bu ihlali de pek gürültü koparmadı. Eğer İran bu tür bir cinsiyet ayrımcılığından suçlu bulunsaydı uluslararası protesto kampanyalarından ve haberlerinden geçilmiyor olurdu.

Vahabi hanedanı yararına bu kayırıcılığın bir örneğini Tunus Başbakanı sergiledi. Eski başkan Abidin Bin Ali’nin vahşice ezdiği hareketten gelen Hamadi Cibali, ilk yurtdışı gezilerinden birini yaptığı Riyad’da Suudi ev sahiplerine methiyeler düzdü. Oysa sonuna kadar Bin Ali klanını desteklemiş olan Riyad, düşük diktatörü iade etmeyi reddediyor ve haram servetine güvenli sığınak sunuyor. Öte yandan Körfez ülkelerinin parası Tunuslu Selefilerin provokasyonlarını cesaretlendiriyor ve İslamın ortaçağ yorumunun propagandasını yapan televizyon kanallarını finanse ediyor.

Ocak 2008’de Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy, “majesteleri Kral Abdullah’ın teşvikiyle” Suudi Arabistan’ın “uygarlık politikası” geliştirdiğini ileri sürdü. 4 yıl sonra, yozlaşmanın hüküm sürdüğü bu ülke, Arap dünyasında aşırı muhafazakar Sünniliğin en önde gelen destekçisidir. Suudi gençliğinin protestolarını “terörizmin yeni biçimi” olarak gören Riyad’ın ihtiyarları, yalnızca bölgesel rakiplerinin “radikal” ya da Şii rejimlerine karşı bir silah olarak kullanabildiklerinde halkların haklarını umursamaktadır.

Krallık, halkın protestolarından, petrol gelirlerinden bir damlayı sosyal hizmetlere akıtarak, Sünni çoğunluğun, krallığın doğu bölgesinde homurdanan Şii %10-%20’ye duyduğu hor görmeyle, ve en sonu İran korkusuyla korunabileceğine inanmaktadır. Suudi krallığına gösterilen uluslararası müsamaha fazladan bir koruma sağlamaktadır.

[1] Olimpizmin Temel İlkeleri 4. madde: “Her birey, her türden ayrımcılıktan azade spor yapma olanağına sahip olmalıdır.” 6. madde: “Bir ülkeye ya da kişiye yönelik ırk, din, politik, cinsiyet kaynaklı herhangi bir ayrımcılık biçimi Olimpik hareket aidiyeti ile bağdaşmaz.”

** Le Monde Diplomatique Mart sayısından sosyalistdemokrasigazete.net tarafından çevirildi