BAKİ GÜL
Daha baştan söylemekte fayda var: Gerilla mücadelesine karşı AKP’nin
askeri güvenlik politikaları da sonuç veremez. Dağ hükmünü vermiş.
Kürtler direnecek, AKP yenilecek. Ne Erdoğan’ın kabadayı kaba gururu ne
de çevresindeki düşünce ve konuşma ishali olmuş danışmanları AKP’yi ve
Recep Tayyip Erdoğan’ı kurtarmaya yetmeyecek.
Kendi gözlerimle
gördüğüm “KALEKOL” ve “KARAKOL” yapılanmaları askerin başarısı için çok
fazla sonuç veremez. Sınır hattında Silopi’den başlayan ve Hakkari’ye
kadar uzanan hattaki karakollara baktığınızda sıralı ve kümeli bir tablo
karşınıza çıkıyor. Karakollar, karakolları koruyan tepeler, yol
kontrolleri için Türk ordusu konumlanmış durumda. Bazı ilçelerde ve
kentlerdeki yurttaşların iki katı nüfusa sahip askerler mevzilendirilmiş
durumda. TSK’nin sahip olduğu teknik ya da niceliği onun büyük bir ordu
olamayacağı gerçeğini de ortaya çıkarmış durumda. Bütün tekniğe sahip
karakollara baskın yapan gerillaların ele geçirdiği belgelerde çok
ilginç detaylar var. Örneğin 200 kişilik bir askeri birlikte bir gece
için 98 asker nöbet tutuyor. Termal kameralar çalışıyor. Merkezi
istihbarat, ABD desteği, gözetleme kuleleri, ağır silahlar, tanklar,
panzerler ve daha birçok olanak ile korunan karakollar ve askerler,
gerillanın mücadelesi karşısında ağır kayıplar vermeye devam ediyor.
AKP’nin
orduyu kendi emrine alması, Özel Tim ve polisleri de gerilla karşısında
etkin kullanma çabasına özel paralı askerleri de dahil etmesi sorunu
çözmüyor. Türk ordusu daha doğrusu Türk devletinin gerilla karşısındaki
askeri ve siyasi performansı şu ana kadar büyük bir başarısızlığın
göstergesi durumunda. Zaten geçtiğimiz günlerde Türk Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın savaşta yaşanan asker kayıplarının gizlenmesini itiraf
etmesi de bunu gösteriyor.
Çünkü Şîtazin, Oramar eylemi ile
başlayan gerilla eylemleri Şemdinli, Çukurca, Eruh ve Beytülşebap
hattında devam etti. Amed, Dersim gibi eyaletlerde de gerilla eylemleri
kesintisiz ve çeşitli haller alarak sürdü. 15 Ağustos 1984 ile başlayan
gerilla savaşı son yıllarda farklı bir hal aldı. Gerilla eylemleri geniş
bir alana yayılıyor. Eylem içinde eylem gerçekleştiriliyor. Eylemlerin
kesintisizliği, yaygınlığı ve gerillanın alan hakimiyeti konusunda 30
yıllık sürecin en önemli dönemleri yaşanıyor.
Medya savunma
alanlarında konuştuğum HPG Komuta Konsey üyeleri, çeşitli düzeylerdeki
gerilla komutanları gerillanın her alanda inisiyatifli olduğuna vurgu
yapıyor. Yaşanan sürecin özellikleri üzerine konuşurken dikkatimi çeken
önemli özellik ise gerilla yapısının motivasyonu. Gerilla kendisini
bütün yönü ile yaşanan sürecin başarısına kilitlemiş durumda. Bütün
gerilla yapısının –en azından benim tanık olduğum gerilla birlikleri
içerisinde- hazırlık düzeyi en ileri düzeyde. Gerilla planlı, programlı,
neyi ne zaman yapacağını biliyor. İdeolojik ve askeri olarak geldiği
düzey önceki dönemleri aşan özellikte.
Gerilla mevzilerini ve
birliklerini dolaşırken de bunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Gerilla
komutanlarının anlatımlarında “gerillanın araziye hakimiyeti, komuta
düzeyindeki birikimi ve 30 yıllık tecrübe, genç katılımların
yoğunluğunun getirdiği dinamizme” dikkat çekiliyor. Ve tabii ki AKP’nin
öfke uyandıran zulüm politikaları gerillaları daha da radikal kılıyor.
Bunun çok açık bir şekilde görülmesi gerekiyor. Belki tekrar gibi olacak
ama konuştuğumuz her gerilla, gerilla komutanları ve KCK yetkilileri
savaşın bu hale gelmesini şöyle anlatıyor: “AKP’nin 10 yıllık iktidarı
boyunca Kürtleri oyalaması ve her fırsat gördüğünde gerilla üzerindeki
kitlesel katliam girişimleri, halk üzerindeki baskıları ve en önemlisi
de İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit bu
savaşın derinleşmesinin temel gerekçesidir.”
Gerçekten de AKP Kürt
sorununun geldiği düzeyi en önemlisi de PKK gerçeğini iyi bilmiyor.
Kendisini yanıltan düşünce ve strateji üreticilerinin fabrika hatası
taktikleri sadece R. Tayyip Erdoğan’ı hasta edebilir. Abdullah Gül’ü
hastaneye yatırır. İ. Naim Şahin’e saçmalama ortamı, Bülent Arınç ile
Cemil Çiçek’i ise birbirine salar. Çünkü AKP stratejik bir yanlışın
içindedir. Seçimlerde aldığı yüzde 50’lilik oranına dayanarak
Kürdistan’da sömürgeciliği tazeleme girişimi AKP’nin gerçek yüzünü de
ortaya çıkarmış durumdadır. Kürtler ne CHP’nin iflas eden inkar ve imha
sistemini ne de AKP’nin derinleşmiş özel savaş politikalarını kabul
edecek durumda değildir. Gerillalar sadece kendi gücünü ispat aşamasında
değil, başarıyı yaratma aşamasındadır.
1
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
AHMET KAHRAMAN
İki aya yakın zamandan beri süren şiddetli bir savaşın cephelerinde,
Türk ordusu giderek içe kapanıyor, eski çağ kalelerini andıran kışlalara
sıkışıyordu.
Bizim gazete önceki gün, Türk Başbakanı Erdoğan’ın bir
zamanlar, Türk halkına moral gücü verme tertibinden, şimdi çetecilikten
tutuklu olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la, kum torbalarının
ardına sinip, poz verdiği mevzilerin, gerillaya geçtiğinin fotoğrafı
vardı. Önde gerilla liderleri, arkada bir kaç gün öncesine kadar Türk
bayrağının çekili olduğu direkte, Kürdistan bayrağı…
Gerilla
karargahı, Beytüşşebap’ta Türk devletinin temsilciliği Kaymakamlığa
girildiğini, ancak Kaymakamın yakalanamadığını açıklıyordu. Türk medyası
öğleden sonra „kayıp“ Kaymakam’ın bulunduğunu müjdeliyordu. Kaymakam,
gerilla şehre girince, bir zırhlı araçla kaçmış, askeri kışlaya
sığınmıştı. Kendisi hayatta, sağlığı da yerindeymiş.
Yine gerilla,
Türk tarafının Beytüşşebap’taki asker ve polis kaybını 54 olarak
veriyor, 22 tanesinin de kimliğini açıklıyordu. Ele geçirilen ve imha
edilen silahların yanı sıra bir helikopter düşürülmüş, ikisi de ağır
yara almıştı.
Türk basınında, savaşın bu cephesine ilişkin olarak,
valinin vaziyeti kurtarma adına „şehri ele geçiremediler“
propagandasından başka tek kelime yoktu.
Oysa, gerillanın
açıklamasından anlaşıldığı üzere şehir ele geçirilmiş, Türk ordusu kışla
duvarlarının gerisine kadar kovalanıp, orada sıkıştırılmış, kalma planı
olmadığı için sonra çekilmişlerdi.
Türk okurun, bütün bunlardan hiç
haberi olmadı. Çünkü, basın okurun değil sivil iktidarın, AKP iktidar
da askeri gücünün emrindeydi. Generaller, dünyayı, 1920’lerdeki yerinde
duruyor sanıyordu. Gazeteler yazmaz, televizyonlar ses vermezse,
hezimetten kimsenin haberi olmaz, onlar „Türk’e Türk Propagandası“
tertibinden yüksekten atmaya devam edeceklerdi.
O nedenle, „müflis
tüccarın eski defterleri karıştırması“ misali, Atatürk’ün Takriri Sükun
sansürüne sığınmış, gerçeği saklama emri vermişlerdi.
Hasan Cemal, dünkü yazısında „iflas etmiş tüccar“ hallerini şöyle yazıyordu:
„PKK
konusunda 1990’larda Genelkurmay yönlendirirdi medya dahil her şeyi.
Bugün sivil iktidar yapıyor bu işi. Yeni olan galiba bu. Asker sessiz,
‘sivil otorite’nin emrinde. Fakat askeri otoritenin bir noktayı yerli
yerine oturttuğunu sanıyorum. Bu da, Ak Parti iktidarının PKK konusunda
artık çoktandır ‘askerin yörüngesi’ne oturduğu gerçeğidir.“
Hasan Cemal, basının okuru dolandırıp kandıran dalkavukluğu, kendisinin de yazdığı „Milliyet“ten başlayarak örnekliyordu:
„(Milliyet)
Haber manşetin altına doğru çekilmiş, fazla büyütülmeden verilmiş,
Cumhurbaşkanı’yla Başbakan’ın tepkileri eklenmiş haberin spotuna. (...)
Sabah’ta Beytüşşebap haberi birinci sayfada neredeyse gözükmüyor,
saklanmış sanki. Zaman’la Star da farklı değil. PKK’nın saldırı haberi,
birinci sayfanın eteklerine doğru verilmiş. Bugün ise manşetin altına
sıkıştırmış. Anlaşılan bu gazeteler, Başbakan Erdoğan’ın ‘medya terör
propagandası yapmasın!’ ‘ricası’na uyuyorlar.“
TC böyle geldi, dünden
bugüne. Herkes birbirine yalan söyledi. En tumturaklı yalanı kıvıran,
başlara baş olmada hep birinci geldi; nimet başlarında bağdaş kurdu.
Basın da beslenmeye karşılık gerçeklere örtü oldu.
Türk medyası yazmayınca, asayış mükemmel, savaş yok, iktidarın yalanları sultandı.
Türk
medyası, „bordo berelileri“, bugüne kadar elinden geleni ardında
bırakmış ve sanki sonunda kum torbalarının gerisine sığınmamış gibi,
yeni yok edici olarak gösteriyor, „dişe diş mücadele dönemi başlıyor“
başlığıyla lanse ediyor, övüyordu.
Oysa, „bordo bereliler sahaya
iniyor“ başlığı da dalkavuk medyanın iflas etmiş tüccarın başka bir
defterini karıştırmasından ibaretti. Yeni gibi gösterilenlerin yeni bir
tarafı, niteliği yoktu. Onlar, 1990’larda kurumuş kan rengi bereleriyle,
1990’larda Kürdistan’da „savaştayız“ göstersine çıkmış, kadın ve
çocuklara namlu ateşlemiş, savunmasız köyleri yakıp yıkarak, kendilerine
yakışan üne kavuşmuşlardı.
Dünyanın ayıplamasından sonra yıkıma ara verdiler ama, oradan hiç ayrılmadılar.
AKP,
tek yenilik olarak onları, „profesyonel ordu“ diye, öldürme deneyimli
paralı askerlerle takviye etti. Başlarına da hiddetli, şiddetli diye
General Galip Mendi’yi getirdi. Başbakanın beyninin yarısı olan Yalçın
Akdoğan, Generalin „özellikleri“ nedeniyle bu göreve seçildiğini
söylüyordu.
„Özelliği“ne baktım, bütün ötekiler gibi Özel Harp'çıydı.
AKP Ergenekonuna devşirme eski Ergenekoncu yani. Vicdanlardaki sabıka
dosyası ise Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın kanıyla lekeli. Katil diye
suçlanmıştı, Adalı ailesi tarafından. O zamanki komutanı da Hasan
Kundakçı’ydı. Türk basını onu, „Kürdistan fatihi“ namıyla „Tamburalı
Paşa“ diye parlatmış, sonra kaçakçılık dosyası ve mafya liderleriyle
aynı kaptan yerken çekilmiş fotoğraflarıyla de, sureti tarihe geçmişti.
Bu satırların yazıldığı sıralarda, Türk Başbakanı Kürtlere ve
temsilcilerine söverek, sövgülerini yalanlarla süsleyerek, kafadarlarına
moral veriyordu.
Özgürlüğüne koşan halka küfür ve hakaret çaresizlik, bordo bereli öldürücüler ise denenmiş nafileliktir.
VEYSİ SARISÖZEN
Afyon’da askeri cephanelik infilak etti. Otuza yakın asker can verdi. Yaralılar var.
Cephaneliği kim patlattı?
Sol
omzumda duran melek kulağıma fısıldıyor; “haydi bu defa da sen bu işi
PKK’nin üstüne yık! Hadi hadi, durma, ‘PKK’nin hain sabotajı’ diye
manşet at, şöyle yaz: ‘Patlamadan üç saniye, on salise sonra, Türk
polisinin aldığı istihbarata ve hemen onüç saniye sonra yakalanan bir
itirafçının itiraflarına göre, PKK’lı teröristler Afyon’da ordumuzun
cephaneliğine, şu anda İstanbul Çamlıca tepesinde gerillalık yapan Hüsnü
kod atlı teröristin temin ettiği bir canlı maytapla sabotaj
yapmıştır’…Ne duruyorsun, yazsana…”
İnsanın yazası geliyor.
Neden
derseniz, çünkü Türk medyası Antep’te yaptığının aynısını burada
yapıyor. Cephanelik havaya uçmuş. Meydan can pazarına dönmüş. İtfaiye,
etrafa saçılan el bombaları her an patlayabilir korkusuyla yangına bile
müdahale edememiş. Hiç kimse, hiçbir uzman olay yerine girememiş,
medyatörler konuşuyor:
“Sabotaj yok…”
“PKK sabotajı değil! Kaza..”
“Ordumuzun
cephaneliğini PKK teröristleri havaya uçurmadı…Zaten uçuramazlar…” “25
askerimizi kalleş teröristler şehit etmedi…Zaten edemezler…”
Başbakan diyor ya; “ne bu muhabbet?”
PKK’yi
“aklamak” için bu çaba, bu hız, bu cehit, bu aculluk, bu heveskarlık da
neyin nesi? Neler oluyor? Medyanın aklı başına mı geldi? Hükümet
uslandı mı? İçişleri Bakanı her taşın altında PKK ararken, bu koca Afyon
tepesinin altında nasıl oldu da PKK’yi böyle kaybediverdi?
Belki bu
işi de PKK yaptı? Belli mi olur? Örneğin, “PKK’nin hain planını
gerçekleştirmek için askere giden falanca, Kandil’den Özgür Gündem
haberlerinin satır arasında verilen ve MİT tarafından çözülerek ortaya
çıkarılan bir şifreyle harekete geçti ve cephaneliğin bacasından içeriye
attığı sigara izmaritiyle etrafı kan gölüne çevirdi; hain terörist
yakalandı ve sigara izmaritindeki parmak izlerinin bu haine ait olduğu
kanıtlandı” desek inandırıcı olmaz mı? Bugüne kadar hep böyle haberlere
inanmadınız mı?
Ama, hayır… Bu defa medya böyle yapmadı. PKK’yi “akladı”…
Nasıl akladı?
Buyurun okuyun:
“Afyonkarahisar’ın
Ataköy Kışlacık Köyü’nde konuşlu 500. İstihkam Ana Komutanlığı
Deposu’nda meydana gelen patlamadan yaralı olarak hastaneye kaldırılan
asker, dehşet dolu anları anlattı. Bir sabotaj olmadığını söyleyen
yaralı asker ‘Biz cephane istifliyorduk. Bende 50 metre ileride namaz
kılıyordum. O esnada patlama oldu. Arkadaşlarım nerede bilmiyorum 30’a
yakın arkadaşım vardı. Patlamanın nedeni sabotaj değildir. Biz cephane
istiflediğimiz için ters giden bir olay oldu sanırım onunla ilgili bir
durum oldu’ dedi.”
Gördünüz mü? Demek ki, kahraman Mehmetçik,
cephaneliğin 50 metre uzağında namaz kıldığı sırada patlayan
cephaneliğin, bir “terör” ya da “sabotaj” sonucu patlamadığını,
muhtemelen “vahiy” yoluyla anlıyor ve medyamız da, hemen anında PKK’yi,
hayret edilecek bir inandırıcılıkla “temize çıkarıyor.”
Bu maskaralığı içinize sindiriyor musunuz?
Eğer
bu patlama, diyelim ki, falanca sivil yerleşim yerinde bir benzinlikte
gerçekleşseydi ve sonuçta yarısı çocuk ve kadın otuz sivil yaşamını
yitirseydi, şimdi PKK’yi “temize çıkaran” bu medya ne yapardı?
Haber yapardı.
Nasıl bir haber yapardı?
Şöyle bir haber yapardı:
“Teröristler
benzin deposunu havaya uçurdu; patlamada yarısı çocuk ve kadın otuz
sivil yurttaşımız şehit düştü; benzin deposunun 50 metre uzağındaki
mescitte namaz kılan emekli polis Naim, ‘benzin deposu kazayla değil,
PKK’li teröristler tarafından havaya uçuruldu, ben o sırada 50 metre
ötede namaz kılıyordum, teröristin gölgesi seccademin üzerine düştü,
eşkalinden bizim mahalledeki PKK’li Memo olduğunu anladım’ diyerek hain
saldırının perde arkasını muhabirimize anlattı…”
Böyle olmadı.
Hükümet, Genelkurmay, polis, medya “cephaneliği PKK havaya uçurdu”
demedi. Antep’te “nedeni PKK” diyen Genelkurmay “nedeni belli değil”
dedi. Antep’te “PKK yaptı” diyen Bakan Veysel Eroğlu, hemen “kaza” dedi.
Antep’te “PKK terörü” diyen medya “namaz kılan askerden” söz etti.
Dedim ya, sol omzumdaki melek beni PKK yaptı desene diye kışkırtıyor.
Yanılmışım.
Ben solumdaki melek konuşuyor sanırken, meğer Emekli Tümgeneral Haldun Solmaztürk konuşuyormuş. Siz de dinleyin dediklerini:
“Bu
mühimmat düşmekle patlamaz. Fünye kısmı ayrıdır, bomba kısmı ayrıdır.
Bunlar ayrı paketlerde taşınır. Haliyle böyle bir patlama olmaz. Kazaysa
bu akıl almaz bir kaza...
Açıkça söylüyorum saat 21.15’te bu
patlamanın kabul edilebilir bir tarafı yok. O saatte sayım olmaz. Bunu
hiçbir asker kabul edemez.
Burası en üst düzeydeki depodur. Sadece uzmanlar bulunur. Er bulunmaz.
Sıradan
herhangi bir asker bile bu saatte 21.15’te bunun yapılmayacağını bilir.
Çünkü gece burada suni aydınlatma yapmak gerekir. Savaşın içinde
değilken acil olarak niye gece sayım yapılsın.
* 25 şehit var. Gece, karanlıkta, dar bir alanda 25 asker biradadaysa buna kaza denemez.
Bu
kadar sayıda insan gece mühimmat elden geçeriyorsa bunun kabulü mümkün
değil. Kaza mı değil mi? PKK yapmadı diyemeyiz tıpkı kaza değil
diyemeyeceğimiz gibi.”
Ben “PKK yaptı” demiyorum. General diyor…

AKP hükümetinin gerilla eylemleri için son dönemlerde sıkça öne sürdüğü
"dış güçlerin parmağı var" iddiasına yanıt veren KCK Yürütme Konseyi
Başkanı Murat Karayılan "PKK, Ortadoğu'da kendi onuru ve kendi gücüyle ayakta
durabilen belki de tek örgüttür. Kimsenin yörüngesine girebilecek bir
hareket değiliz" dedi. Bölgede asıl taşeronun AKP olduğuna dikkat çeken
Karayılan, İran ile çatışmaların başlama ihtimali bulunduğunu söyledi.
KCK
Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF'ye verdiği röportajın
bugünkü bölümünde çarpıcı mesajlar verdi. AKP hükümetinin Kürdistan'da
yürüttüğü özel savaş politikaları konusunda halkı uyaran Karayılan'a
Ortadoğu ve Batı Kürdistan'daki gelişmeler, İran ile birinci yılına
giren ateşkesi, BDP'lilerin gerillalarla kucaklaşmasını ve yarın
Almanya'da yapılacak 20. Uluslararası Kürt Kültür Festivali'ni sorduk.
AKP'nin
özel savaş politikaları da sürüyor. Özellikle son dönemlerde
Kürdistan'a binlerce imam gönderdiler. AKP'nin bu tür girişimlerini
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi sanırım Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin yeni Kürt politikasını sadece AKP belirlemiyor.
Bir de Fethullah cemaati vardır. Onların da bu siyasetin
geliştirilmesinde belirgin bir rolü olduğu anlaşılıyor. Bunların iddiası
şu; işte geçmişte Kemalistler yanlışlar yaptılar, laiklik temelinde
dini de devre dışı kıldılar, işte toplumu baskı altına aldılar, hatta
işte Dersim katliamını yaptılar. Böylece işte örgüt bundan yararlandı ve
örgütü tasfiye edemediler. Yani kendinden öncekileri böyle
değerlendirip eleştiriyorlar. İşte biz PKK’yi, özgürlük hareketini alt
edecek, tasfiye edecek yöntemler geliştireceğiz diyerek siyaset
yürütüyorlar. Nedir yöntemleri? Geliştirilmiş bir özel savaş, psikolojik
savaş, derinleştirilmiş psikolojik savaştır. Yeni yöntemleri budur.
Bir
taraftan bazı aile çevrelerinin mal mülk imkanlarını yaratma,
zenginleştirme, diğer taraftan dini, Kürt halkı ekseriyeti diyelim kendi
dini inançlarına bağlı bir halktır, gerek Alevisi, gerek Sünnisi inancı
güçlü bir toplumsal gerçekliği temsil ediyor. Êzidi olanlar zaten onlar
göçertilmiş, Kürdistan’da çok azı kalmış. Yani bunu kullanma, bunu,
yani halkımızın inanç duygularını bu anlamda sömürgeciliğin alt yapısını
oluşturmada alabildiğine kullanma siyasetidir. Bununla birlikte
özellikle gençlik üzerinde çok yoğun durma, yani imkanlar sunma, okutma,
gel dershane, yurt ve burs gibi. Bu şekilde yol ve yöntemlerle,
cemaatler yoluyla, işte bilmem değişi vakıflar yoluyla Kürt gençliğini
ehlileştirme, yani asimilasyona tabi tutmadır.
Bütün bunlar
olmadığında da, bütün bunlara gelmeyenlere de eroine, esrara, tinere,
kapkaççılığa bulaştırma, yani böyle bir derinleştirilmiş psikolojik
savaş vardır. Ben arkadaşlara şimdi şunu söylüyorum; gelip katılan
gençler var. Ben diyorum o gençlerin şahsında yeni de olsa, aslında
zafer vardır. Niye zafer var? Yani önünde bu kadar tuzak var. Bu kadar
tuzaktan, düşürme tuzaklarından kurtulup da buraya kadar gelebilen
kişiye bravo. Bravo ona. Ha belki yara bere içerisinde de olmuş
olabilir. O hiç önemli değil, biz onu tamir etmeliyiz, yaralarını
sarmalıyız. Yani kişiliği darbelenmiş olabilir, herhangi bir şeye
bulaşmış olabilir. Çünkü bulaştırıyorlar. Bulaştırıyorlar yani,
kendilerine bağlıyorlar, kendilerine bağlı olmayanı da farklı kötü
yollara sevk ediyorlar.
Bunlara da gelmeyeni zaten sürekli polis
baskısı, sürekli takip, sürekli cop, sürekli tazyikli su altında
diyelim sindirmek istiyor. Bütün bunlara gelmeyen, mesela şimdi diyelim
gençlik var, üniversitelerde, mahallelerde, onlara dönük de sürekli
polis baskısı vardır. Bu polis baskısından, bu düşürme tuzaklarından, bu
kendine bağlama oyunlarından kurtulup buraya gelene de gerçekten bravo.
Bugün Kürt gençliği bunu yoğun bir biçimde gerçekleştiriyor. Yani
derinleştirilmiş bir psikolojik savaş durumu var. İşte AKP ile Fethullah
cemaati biz böyle PKK’Yi marjinalleştiririz diyorlar. Dini kullanacak,
bu yöntemleri kullanacak, mal mülk işte birçok kişiye veriyor, satın
alıyor diyelim, bazılarını öne çıkarıyor. Biliyorsunuz, isimlerini
söylemek istemiyorum. Hemen kendilerine oradan pay çıkarırlar, bizi
tehdit etti diye. Fakat bilinen tipleri, toplumda ihanet eden, bireysel
ve ailesel çıkarı için gelmiş olduğu toplumsal gerçeğine sahip çıkmayan
veya sahip çıkıyorsa da onun teslim alınmasını esas alan, teslim
alınması için çaba gösteren kesimler hep oluyor. Bu sadece Kürt
toplumunda değil, bir Filistinlilerde de o kadar kişi çıktı, başka
toplumlarda da vardır. İşbirlikçiler, yani Kürt toplumundaki
işbirlikçileri öne çıkarıp, böylece toplumu teslim alma, direnen
kesimleri marjinalleştirme politikası yürütüyorlar.
İkide bir
çıkıp diyorlar ki; bilmem PKK baskı yapıyor da, baskıyla bir siyasi
parti oy alıyormuş. İnsaf ya, insaf siz bu kadar tuzak ve bu kadar baskı
geliştiriyorsunuz. Köy köy, mahalle mahalle bu kadar baskıcı güçleriniz
vardır. Ona rağmen, yani banka kredilerinden, devletin olanaklarından,
okul imkanlarından yararlanmak istemeyen, fedakarlık yapanlar
yurtseverlik çizgisini bugün yürütüyor. Onlar risk göze alarak işte
gidip kendine yakın gördüğü partiye oy veriyor. Bu konuda baskı
uygulayanlar kendileri, ama sanki biz uyguluyormuşuz gibi, hep
gösteriyorlar. Ama bir baskı kalksa, gerçekten bu sömürgecilik,
sömürgeciliğin böyle bütün boyutlarıyla toplumu cendereye alma sistemi
sona erdirilirse, Kürt halkının nasıl tercih yapacağı açık ortadadır.
Ona rağmen bugün yarısından çoğu tercihini koymuş bulunuyor. Bu çok
anlamlı ve çok değerli bir tutumdur.
Bu politikaların sonuç alacağını düşünüyor musunuz? Buna karşı Kürtler neler yapmalı?
Gerek
Ergenekon’un önceki uygulamaları, o vahşi şiddet politikası, gerek
günümüzde yeşil Ergenekonun sadece şiddeti değil, her biçimde zengin,
kendilerine göre yani yöntemlerle bu toplumu teslim alma politikaları
sonuç almayacaktır. Çünkü bunun karşısında Önder Apo’nun da geliştirdiği
bir felsefe vardır. Nedir bu? Kendine sahip çıkma, iradene sahip çıkma,
insanlığına sahip çıkma, mal mülke değil, onuruna sahip çıkma
felsefesidir. Önder Apo’nun geliştirdiği bu felsefe bugün Kürdistan
kadınında önemli bir düzey kazanmıştır. Kürdistan gençliğinde yaygın
gelişen bir felsefe bir duruş biçimidir, onurlu bir duruştur.
Kariyer
için, bilmem mal mülk için, ailesel ve bireysel çıkarlar için kendini
satma değil, kendinde ısrar etme, insanlığına sahip çıkma, diline sahip
çıkma, doğasına sahip çıkma, gerçeğine sahip çıkma ve zulme karşı durma,
ne pahasına olursa olsun zulme karşı duran bir iradeli insan yetiştirme
felsefesini Önder Apo bugün Kürdistan’da geliştirmiştir. Ve hareketimiz
bu felsefeye dayanarak bugün bu gücü gösteriyor, bu direnişi
geliştirebilmektedir. Dolayısıyla sömürgeciliğin geliştirdiği mal mülk
felsefesine dayanan politikasıyla, devrimin geliştirdiği insanlığına
sahip çıkma, onuruna sahip çıkma, kültürüne sahip çıkma, geleceğine
sahip çıkma bugün çatışıyor. Çatışan bu iki felsefedir esasında, ama biz
insanlığın kazanacağına inanıyoruz, güçlüce inanıyoruz.
"ORTADOĞU'DA ONURUYLA ÇALIŞAN TEK ÖRGÜTÜZ"
Diğer
taraftan hareketinizin eylemleri, aktivitesi arttığında Erdoğan ‘Dış
güçler, destekleyenler var, batılı güçler’ diyor. Her gerilla eyleminde
bir dış güç arama modası, argümanı nedir, ne derece doğrudur?
Şimdi
Türk devletinde baştan beri bir hastalık haline gelen bir durum var.
Nedir bu? Her Kürt halkının bir kalkışması, bir isyanı olduğunda dış
mihrak derler. Dış mihrak, dış parmak, yani hep dışarıyla bağlantılı
değerlendirmişlerdir. Çoğu zaman da gerçekte de, mesela cumhuriyet
dönemindeki Kürt isyanlarında dış destek falan yoktur. Ağrı isyanında
kısmi Hoybun yoluyla belli bir temas olsa da Fransa ile ama esasında
sunulmuş bir destek yoktur. Hiçbir Kürt isyanına dışarıdan destek
verilmiş değildir, Kuzey Kürdistan’da. Ama Türk devleti hep dış mihrak
teorisini topluma empoze etmiştir. Şimdi de aynı şeyi yapıyor.
Hareketimiz
Ortadoğu bölgesinde kendi onuru, kendi haysiyetiyle, kendi gücüyle
ayakta durabilen belki de tek örgüttür. Biz öyle kimsenin yörüngesine
girebilecek bir hareket değiliz. Bizim kendi yörüngemiz var, kendi
paradigmamız ve kendi çizgimiz vardır. Sanki biz birilerinin taşeronu
olmuşuz. Kendisi resmi bir biçimde taşeronluk yapıyor. İşte uluslararası
güçlerin bir taşeronu biçiminde bölgede rol oynuyor. Kalkıp bizi işte
başka güçlerin, işte Suriye’nin, bilmem İran’ın taşeronu gibi yansıtmaya
çalışıyorlar, bu külliyen yalandır.
Halkımız şunu bilmeli; biz
Kürdüz, bu devletlerin hiçbirisi de öyle bize güvenip destek verme
durumunda değildir. Çünkü biliyorlar ki, bizim güçlenmemiz, onların da
yarasına dokunur. Bu nedenle öyle bir şey yoktur. Ha kendisi Suriye’ye
karşı savaş açmış, yani günümüzde mesela şimdi Türkiye-Suriye arasında
bir tek Kürdistan bölgelerinde sınır var, başka yerlerde sınır kalmamış
ki. Arabalar zaten Kilis’ten kalkıp Halep’e gidiyor, Halep’ten gelip
Kilis’e geliyor, yani sınır adeta kaldırılmıştır. Yani bir savaş durumu
vardır. Türkiye bu savaşta bir taraftır. Hemen otomatikman diyor Suriye
de o zaman bana karşıt olanları destekliyor. Öyle bir şey yoktur. Ama şu
oldu; daha önce bu iki devletle bize karşı ittifak yapmışlardı. Şimdi
bu ittifakları tabii bozuldu. Neden bozuldu? Çünkü uluslararası
dayandıkları eksen farklıdır, mihverleri farklıdır. Dolayısıyla karşı
karşıya gelmiş oldular ve onlar hemen otomatikman diyorlar ki, işte o
zaman bu diğer güçler destekliyor.
"İRAN İLE HER AN BİR ÇATIŞMA SÜRECİ BAŞLAYABİLİR"
Halbuki
gerçeği şudur: gerçekten yani burada şunu söyleyebilirim, yani İran ile
biz bu dönemde PJAK’ın çatışmaması için adeta milim üzerindeyiz, çünkü
her an bir çatışma sürecinin başlama olasılığı gündemdedir. Ama nasıl
mesela diyorlar ki, işte PJAK güçlerini çekti, yok PJAK işte şöyle oldu,
böyle oldu. Hayır, 5 Eylül 2011'de PJAK ile yapılan ateşkesin üzerinden
bir yıl geçti. İran devleti de önemli oranda buna uyuyor. Geçmişte
bizim Türkiye’de defalarca ilan ettiğimiz ateşkesler vardı ve Türk
devleti buna uymuyordu. Ama İran şimdi buna uyuyor. Fakat yer yer
çatışmalar oluyor, o çatışmalar neredeyse bazen büyük bir çatışmaya ve
ateşkesin bozulmasına dönüşecek düzeye de geliyor. Dolayısıyla yani öyle
bir görüşme, ittifak durumu söz konusu değildir. Ne İran’la, ne
Suriye’yle, ne de başka bir güçle, elbette biz büyük bir hareketiz,
herkesle şöyle veya böyle bir ilişkilenmemiz olabilir, ben bunu tümden
reddetmiyorum, ama biz kendi özgücümüze dayanıyoruz. Ha şimdi diyorlar
niye büyüdü?
Sen kendin diyalog sürecini bozdun, kendin savaş
ilan ettin. Erdoğan’ın kendisi Temmuz ayında savaş ilan etmedi mi? Yani
şimdi İmralı’da tam 400 gündür ağırlaştırılmış bir tecrit, bir işkence
var. Kim bunu meşru gösterebilir? Bu bir savaş değil midir yani? Bu bir
savaştır. Bu Kürt siyasetçi yakasından tutulup içeri atılmış, sorgusuz
sualsiz, bu bir savaş değil midir? Kürdistan’da savaş yasaları
geçerlidir. Kendisi bize karşı savaş ilan etmiş, öte yandan diyor ki
neden PKK’nin eylemleri artmış? PKK’nin eylemleri tabii ki artar, sen
buna yol açtın. Sen kendin operasyon yapıyorsun, insanları
tutukluyorsun, bir halkın önderine, sen istediğin kadar önder sayma,
terörist başı de, ama biz biliyoruz ki, bu yeryüzünde ezilen bütün
toplumlar, halklar mücadelelerini yürütürken, egemen devletler onlara
hep terörist demişlerdir.
'TÖRERİSTLİK HALK İÇİN MÜCADELE İSE BİZ TERÖRİSTİZ'
Türk
devleti geçmişte Şex Said’e, Seyit Rıza’ya ne dedi? Eşkıya dedi, şaki
dedi. Şimdi bize de terörist diyor. Diyebilir. Eğer terör kendi halkı
için mücadeleyse, kendi dili için, kültürü için, varlığı için,
toprakları için mücadeleyse evet biz oyuz. Ama gelgelelim ki, esas
terörü uygulayan, Kürdistan’da uygulayan devlettir, Türk devletidir, biz
değiliz. Şimdi yani terör niye arttı diyorlar. Sen devlet terörünü
geliştiriyorsun, sen bu kadar insanı tutukluyorsun, sen bir halkın, üç
buçuk milyon insanın imza altına aldığı, ‘Bu benim siyasal irademdir’
dediği bir Önderliği hukuksuz, ahlaksız bir biçimde tecride alırsan, bu
savaş değil midir? Peki hangi TC devleti yasalarında bir tutuklunun bir
yıl boyunca tecrit altına alınması diye bir şey var mıdır? Bunu kim
yapıyor? Bunu Tayyip Erdoğan’ın ferdi kararıyla uyguluyorlar. Niye bu
görülmüyor ki? Bu bir savaş, bir saldırıdır bu. İmralı’da bugün bir
saldırı var. Buna karşı tabii Kürdistan Özgürlük Hareketi de kendini
savunacak, meşru savunma hakkı vardır.
Kendini savunacak, savunma
savaşını devrimci halk savaşı perspektifi ile başarıya taşımanın
yollarını arayacak tabii. Şimdi yaptığı budur. Yani artma bu nedenledir.
Kendileri neden olmuşlardır. Şimdi, biz tabii bölgenin mevcut değişim
havasından elbet yararlanırız. Bu bir gerçektir. Bölgede bugün herkes
özgürlük diyorsa, demokrasi diyorsa, bölge sistemi yıkılıyorsa, biz 90
yıldır bu bölge sistemine karşı halk olarak hep direnmişizdir. Güney’de
direnmişiz, Doğu’da direnmişiz, Kuzey’de direnmişiz, Batı’da direnmişiz.
Kürt halkı bu sistem kurulduğundan bu yana bu sisteme karşı mücadele
vermiş bir halktır. Çünkü bu sistemden çok büyük trajediler yaşamış,
büyük zararlar görmüş bir halk aynı zamanda. Katliamlar yaşamış bir
halktır. Buna karşı hep direnmiştir. Bugün de direniyor.
Eğer
sistem yıkılıyorsa, daha fazla direnişini yükseltecek ve o da artık
özgürlüğüne kavuşacaktır. Bir de şu var; varlığı tehdit altında olan bir
halkız. Soykırım kıskacındayız biz. Şimdi diyelim ki, anadilde eğitim
hakkı verilmezse, ve bu ilelebet olursa, bu halk olarak kültürel olarak
varlığını sürdürebilir mi, dil olarak varlığını sürdürebilir mi? Bu
mümkün değildir. Bir yerde anadilde eğitim yapılmadığı müddetçe orada
asimilasyon var demektir.
Asimilasyon bugün yaygınlaştırılarak,
farklılaştırılarak yaşamsallaştırılmak istenilmektedir. Esası budur.
Yani bundan dolayı gelişen, Kürt halkının öz dinamiklerine dayalı bir
biçimde gelişen mücadeleyi farklı yerlere bağlayarak topluma yansıtma
yanlıştır, bir çarpıtmadır. Böylece Türk toplumunu şimdi yanlış sürekli
empoze ediyorlar, manipülasyondur. Şimdi Türk toplumu bizi doğru tanısa
belki farklı yaklaşır, ama sürekli dışa bağlı, vay bize sürecimize çomak
soktu, bilmem benim dilim varmıyor o kelimeleri söyleyeyim de, binbir
türlü suçlama ile diyelim bizi böyle göstererek o zaman Türk toplumunun
normal insanları da doğal olarak tepki gösterir tabii.
"DUA ETSİNLER PKK DİYE BİR ÖRGÜT VAR"
Türk
medyasında ise yoğun bir şekilde bir propaganda var. Hatta son
dönemlerde tv ekranlarına çıkan PKK uzmanlarının sayısında da artış var.
Onların değerlendirmelerini nasıl buluyorsunuz?
Şimdi bu
durumlar AKP döneminde daha fazla arttı. Önceden de vardı, yani mesela
Kürdistan’a dönük devlet politikaları, gerçek politikalar hep toplumdan
gizlenmiştir. Daha bugün açığa çıkıyor işte, Şark İslahat planından
tutalım, en son hani Ecevit’in arşivinde bulunan o yarbayın hazırladığı,
1961 darbe ardından geliştirilen Kürt politikasına ilişkin rapor. Şimdi
yeni yeni, parça parça açığa çıkıyor. Türk devleti Kürdistan’daki esas
politikasını her zaman Türk toplumundan gizlemiştir. Açıklık yoktur
yani. Zamanında ‘Kart kurt’ dediler. Bunu kim söyledi? Akademisyenler
söyledi. Bilime de kast etme vardır. Bilim suçu işleme vardır.
Şimdi
bu son dönemde bazı yeni yetmeler ortaya çıkmış, bakıyorsun daha
gencecik, adının önünde prof unvanı var. Yani akademisyen güya, ama
bayağı yalan söylüyor. O gün ben tesadüfen bir programı izlerken,
sanırım Mehmet Özmen diye bir profesör, yani kendi savını kanıtlamak
için, ispatlamak için yalan söylemek zorunda değilsin. Ne diyor? Diyor;
‘Ben bizzat PKK’lilerle görüştüm. İlk kez bunu açıklıyorum.’ Zaten öyle
de söylüyor. "PKK’liler bana dediler ki, gelişen bu Suriye durumundan
dolayı biz Oslo’da masayı ters çevirdik". Sen nerede PKK’lilerle
görüştün? Kim, hangi PKK’li bunu sana söyledi? Yani güya bizim işte
Suriye eksenli bir çıkış yaptığımızı ispatlamak için, kalkıp bunu
söylüyor. Yalan yani.
Ondan sonra bir Kürt var, galiba Mazhar
Dağlı. Hem de zaman zaman Kürtçe konuşuyor. Yani bir kişi kendi
gerçeğine, kendi toplumuna ters düşer de, ama bu kadar da değil yani.
Onun o yalana dayalı teorileriştirdiği şeyler, Kürtlere ilişkin,
Kürdistan’a ilişkin, yani insan ona bakınca gerçekten de ihanetin yüzü
ne kadar çirkindir görüyor. Bu biçimde manipülasyonla toplumu farklı
bilgilendirerek, tamamen çarpıtarak farklı bir şey oluşturmak
istiyorlar. Halbuki gerçekler farklıdır. Bu konuda gerçeklerin topluma
doğru yansıtılması halinde sorun çözülür, ben ona inanıyorum.
Şimdi
mesela ikide bir deniliyor ki, Erdoğan da en çok onu kullanıyor, anket
yaptık diyor. Şimdi bu anketler neyin ürünü? Sen toplumu sürekli Kürt
halkı, Kürt Özgürlük Hareketi hakkında yanlış bilgilendiriyorsun,
manipülasyon yapıyorsun, öcü gibi gösteriyorsun, düşman gösteriyorsun.
Bunu düşman gösterdin mi, tabii ki en sıradan bir şeye bile halk tepki
gösterir. Şimdi AKP’nin politikasını yönlendiren nedir? Bu anketlerdir.
Anketlerin dayandığı zemin nedir, manipülasyona dayalı ırkçı, faşist bir
zihniyettir, şovenist bir bakış açısıdır. Ben şuna inanıyorum;
Anadolu’da git bir köylüye, Kürt sorunu nedir, ne değildir, doğru dürüst
anlat, destekçi olur. İkide bir diyorlar ki, işte PKK Kürt-Türk
çatışmasını yaratmak istiyor. ya bizim saflarımızda bir kere bu kadar
Türk arkadaşımız vardır. Dua etsinler ki, PKK gibi bir hareket vardır.
Halkların kardeşliğini esas alan bir hareket vardır. Bizim öyle bir
durumumuz yoktur. Yani Kürt-Türk çatışmasını geliştirmek isteyen
başkadır, PKK bunu önlüyor. Eğer Önder Apo 1999 yılında esir alındığında
o çıkışı yapmasaydı, o zaman işte Kürt-Türk kavgası olurdu. Yani
halkların birbirine kırdırılması ideolojik olarak bizim karşı olduğumuz
bir şeydir, kalkıp bizi bununla suçluyorlar.
Antep olayı oldu
mesela. Yok işte PKK yaptı, yok PKK şunun bunun şeyi olarak bunu yaptı.
Şimdi PKK final sürecine girmiş bir harekettir. Kürt toplumunun tümünü
kazanmak istiyor ve Türkiye toplumunun da ekseriyetinin desteğini almak
istiyor. Böyle bir konsepte sahip bir hareket, kalkıp da çarşı ortasında
bir bomba patlatır mı? Böyle bir planlama, böyle bir karar alabilir mi?
Yapmışsa kendine ters düşer. Şimdi böyle çarpıtarak, bütün gerçekleri
ters yüz ederek nereye gidecekler? Diyelim bu konuda, özellikle de bu
AKP yetkililerinin üslubu, tarzı toplumu karşıtlaştıran bir tarzdır. O
akademisyen adı altında piyasaya sürülmüş olan taslakların hepsinin
üslubu öyledir. Kürt düşmanlığını geliştirmedir. Başka bir şey
değildir.
Oysa ki biz halkların kardeşliğini geliştirmek
istiyoruz. Bir arada eşit özgür yaşama düzeyini yaratmak istiyoruz,
böyle bir düşünce, böyle bir bakış açısını toplumda yaymak istiyoruz.
Türkiye toplumunu kazanmak istiyoruz biz, Türkiye halkını kazanmak
istiyoruz biz. Emekten yana olan, haktan yana olan tüm Türkiyeli
insanların Kürt sorununda çözümden yana tavır almasını istiyoruz. Bu
açıdan ben özellikle mesela Türkiye’deki samimi Müslümanları, samimi
inanç sahibi, Alevi olsun, Sünni olsun, bütün kesimleri bu konuda
duyarlı yaklaşmaya çağırıyorum. Yine tüm gerçek demokratları, gerçek
solcuları, çünkü solun bir kısmı da ulusalcı, ırkçı bir çizgiyi
yürütüyor, artık ona sol demek de zaten doğru olmaz, ama gerçek
solcuları ve gerçek inanan insanların Kürt halkıyla bir arada nasıl
yaşanır diye tartışmasını istiyorum. Kürt toplumu sizinle birlikte bir
arada yaşamak istiyor ama siz onu ezmek istiyorsunuz. Dilini
yasaklıyorsunuz, kültürünü yasaklıyorsunuz, onun Önderliğini yok etmek
istiyorsunuz, manipülasyonla, yalan dolanla farklı göstermek
istiyorsunuz. Bu böyle olmaz.
"ETA YANLIŞ YOLDA, ONLAR GİBİ DEĞİLİZ"
Eğer
siz bu toplumla kardeşçesine yaşamak istiyorsanız, o zaman eşit
davranırsınız. Dilini, kültürünü de kullanır. Bunun gibi birçok halklar
var Avrupa’da, mesela Avrupa’yı her konuda örnek alıyorsunuz madem,
Avrupa’da birçok halklar var, bir arada yaşıyorlar. Mesela Bask
diyorlar, o gün başbakan da Bask örneğinden bahsediyor. Bask’ta bir
yazar cevap vermiş, Bask’ta ne var? Bask’ta Basklıların parlamentosu
var, anadil eğitim hakkı var, güvenliği var, bayrağı var. Her şeyi var.
ETA’ymış. ETA yanlış bir çizgide gidiyor zaten. Tabii ki toplum
desteklemez. Biz öyle değiliz. Benim bugün burada savunduğumu, dağ
başındaki çoban da savunur, şehir içindeki bir esnaf da savunur. Kendi
kimliğine sahip çıkan her Kürt, benim burada savunduğumu orada savunur.
Ben farklı bir şey söylemiyorum. Bunun için biz toplumsal bir hareketiz
ve bizi bu toplumsallıktan da hiçbir zaman düşüremezler. Çünkü bizim
amaçlarımız, bizim istemlerimiz toplumun amaçlarıdır. Biz toplumumuz
için vardır.
Ayrıca bazen onlar da diyor; ‘İşte bu PKK’liler
aslında fazla uzun yaşamıyor, bilmem ne’ Evet, yani bizim saflarımıza
katılan herkes kendini halkının geleceği, özgürlüğü, refahı için,
eşitçe, özgürce ve insanca bir yaşam için kendisini feda eden insandır.
PKK’lilerin temel ideali budur. Kendisi için değil, toplumu için
mücadeleyi yürütmektir, hizmet etmektir. Bu gerçeğin görülmesi lazım.
Ama bunun görülmemesi için kırk dereden su getirerek yalan dolanla bizi
hep farkı gösteriyorlar, bunu da işte çeşitli akademisyen adı altında
kişilerle, özel savaş uzmanlarıyla hep yapıyorlar maalesef.
"BDP'LİLERLE KUCAKLAŞMA DUYGUSALDI"
HPG'nin
bir yol kontrolünde BDP’lilerin gerillalarla kucaklaşması olayı için
ise Türk medyasında Bir sürü anlam çıkarıldı ve en son dokunulmazlığın
kaldırılması olayına kadar vardı. O kucaklaşmayı nasıl karşıladınız?
Şimdi
BDP’lilerin orada sergilediği tutum bana göre Kürt halkında tabii ki,
olumlu karşılanmıştır, hatta halkın gönlünde taht kurmuştur. Bu bir
gerçektir. Yani bir siyasetçi ile gerillanın kucaklaşmasının halkımız
için önemli bir mesajdır ve anlamı vardır. Ama bu demin dediğim
manipülasyondan dolayı, toplumun farklı şekillendirilmesinden dolayı,
Türkiye ortamı için düşünüldüğünde tabii ki aynı sonuç ortaya çıkmaz. Bu
konuda bana göre BDP’liler daha fazla Türkiye gerçeğini göz önünde
bulundurmalı. Onlar öyle sanıyor ki, Türkiye toplumu, Türkiye
demokratik, her şeyi konuşabilir, ama öyle değildir. Bu ülkede faşist ve
ırkçı bir zihniyet iktidardadır. Bunu topluma da egemen kılmak istiyor.
Böyle bir ortamda senin nerede ne yapacağını, ne konuşacağını bilmen
lazım. Bu konuda daha duyarlı yaklaşımlar gerekli diye düşünüyoruz.
Yoksa
orada onların yaptığı gayet normal bir şeydir. Kürt toplumu gayet
duygusal bir toplumdur, Kürt insanı çok duygusal bir insandır. Toplumun
içerisinde de herkes kabul eder ki kadın daha fazla duygusaldır. Orada
bir duygusallık, bir duygu fırtınası olmuştur. Bir karşılaşma, bir
kucaklaşma yaşanmıştır. Vay bu niye böyle olmuştur diye feryat
koparmaları anlamsızdır. Şovenizmin dışa yansımasıdır. Ne olmuş yani
insanlar karşı karşıya gelmiş? İnsanlık bir tarafa mı atılacak yani? Bir
de yani eğer gerçek anlamda biz bir arada günün birinde yaşayacaksak,
senin de kabul etmen lazım, oradaki o gerilla öyle senin dediğin gibi
bir katil değildir. O kendi halkının özgürlüğü için kendini feda etmiş
özgür bir insandır.
Kısaca tabii farklı bakış açıları var, onlar
farklı yaklaşabilir. Ama çok abarttılar. Bazı şeyleri AKP böyle
abartarak hamle yapmak istiyor. bir onu öyle hamleye dönüştürmek
istediler, bir de Antep olayını hamleye dönüştürmek istediler.
Bilinçlidir. Mesela dikkat edin, her iki olayda da bütün AKP’nin belli
başlı bakanlarının hepsi konuşmuştur. Çünkü karar var, bunu hamle yapıp,
bu konuyla sıkışmadan kurtulmak istiyorlar. Halkımızın gelişen haklı,
meşru mücadelesi karşısında sıkışmıştır, politikası sonuçsuz kalmıştır,
bocalıyor, ezberleri bozulmuştur, bu tür şeyleri de kullanarak böyle,
haklılığını göstermek, doğruluğunu göstermek, sıkışmışlıktan kurtulmak
için alabildiğine kullanıyor. Bence AKP bunu bilinçli abarttı, kullandı.
Yoksa bir duygusallık, normal bir şeydir. Fakat yine de burası
Türkiye’dir, herkes ona göre adım atmak durumundadır.
Şunu da
söyleyeyim, biz o birimin davranışını da yerinde görmedik, onun için
sanırım ilgili makamlar o birim komutanını görevden almışlardır. Yine
hemen hepsi için bir rapor isteme süreci de başlatılmıştır. Neden? Çünkü
onlar orada bir asker gibi daha resmi durmaları gerekirken, onlar da o
duygusallık fırtınasına kapılmışlardır. Daha temkinli, daha metin
olabilmeliydiler diye o arkadaşlar üzerine eleştiri vardır. Bir
duygusallık atmosferi oluşmuştur aslında, bir yerde anlam vermek de
mümkün. Ama HPG kendi kuralları çerçevesinde o tutumu eleştiriyor, tabii
daha çok kendi açısından bunu yapıyor, BDP’lilerin tutumu açısından
değil, onların tutumu bize göre normaldir. Demin dediğim çerçevede
normaldir diyorum. Ama kendi açısından HPG ayrıca eleştirel bir biçimde
ele almıştır.
"BU SORUN 206 YILDIR VAR"
Bu kadar
detaylı ve titizlikli üzerinde duruyorsunuz. Peki son dönemlerde yine
akil insanlar topluluğu, bazı kurumların çağrısı var. Bu sürecin
içerisinde böylesi çağrılar, bu girişimler, bu konudaki yorumlarınız
nelerdir?
Şimdi, çözüme dönük, gerçek anlamda çözüme dönük
atılacak adımları biz olumsuz görmeyiz. Fakat çözüm zihniyetinin
oluşması lazım. Akil adamlar bileşimini geliştirmek isteyenler önce şunu
bilmeli; bir kere İmralı’daki uygulama hukuk dışı ve ahlak dışıdır.
İnsanlık dışıdır. Bunu normal görmemeli, bu normal değildir. İkincisi
devlete ve hükümete çözüm zihniyetini geliştirmek, onun alt yapısını
oluşturmak önemlidir. Buna bakmak gerekiyor. Şimdi başbakan Erdoğan tam
da 1 Eylül barış gününün gecesinde yaptığı bir mülakatta ne diyor? Kürt
sorunu, Kürt meselesinin bir mesele olarak varlığını kabul etmiyorum
diyor. Bu artık aşılmıştır. Ortada PKK sorunu var, siyasi Kürtçülük
vardır diyor. Bu ne demek? Bu, PKK var, siyasi Kürtçülük var, bunları da
şiddetle yok edeceğim demektir. Zaten o anlama gelen terimler de
kullandı. Yani savaşı daha da tırmandıracağını o mülakatta söyledi
başbakan. Ve bir de Kürt sorunu diye bir sorun yok dedi. Bir de ben
kabul etmem diyor. Bilime ters bir şeydir. Bir şey varsa, sen kabul
etsen de etmesen de yine vardır. Eğer sen sorumlu bir kimseysen, gerçeğe
göre yaklaşman lazım. Bu sorun vardır.
Bu sorun 206 yıldan beri
vardır. Yani ta daha 1806’da Koysancak’ta Abdullah Babanzade’nin
oradaki valiyi hançerlemesiyle başlayan Kürt sorunu bugüne kadar vardı.
Ha Osmanlı döneminde bir biçimde esnetiliyordu, çünkü Osmanlılar
Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine onay veren bir sistemi esas
alıyorlardı ve bir biçimde gidiyordu. Ama cumhuriyet döneminden bu yana,
tamamen retçi, tamamen her şeyi yok sayan inkarcı bir siyaset esas
alındı ve o siyasetle günümüze geldik. Şimdi sen, inkarı inkar
ediyorsun, yani inkarın inkarını esas alıyorsun ve diyorsun ki, artık
Kürt sorununda ret vardır, inkar vardır demeyi kabul etmiyorum. İnkar
etmeyi de inkar ediyorsun. Bu daha derin bir şeydir. Nasıl gitti bu
sorun? Bu toplumsal bir sorundu? Yani kendine göre işte bir TRT 6 açmış,
yani bir de sabote etmek için seçmeli ders vb. şeyler yapmış, diyor
sorun aşılmıştır. Bu, sorunla alay etmekten öte aslında ırkçılık, Kürt
hakikatını tanımama tutumudur.
"AKP'NİN ZİHNİYETİDE ÇÖZÜM YOK"
AKP'nin sorunu acaba cahillikten mi kaynaklanıyor, Kürt toplumu ve tarihini tanımama konusunda?
Elbette
tabii. O da var tabii. Yani mesela teorisi nedir? Diyor, herkes Türk
milletidir, Türk milleti içerisindedir. Biz ne diyoruz? Bizim çözümümüz
nedir? Önderliğimiz bu konuda yol haritasında geniş açmıştır. Biz
demokratik ulus diyoruz. Onlar millet diyor. Hadi millet diyelim,
demokratik millet, gerçi bize göre millet demek biraz milliyetçiliğe
kayar, bunu istiyoruz. Demokratik ulus çözümü diyoruz. Demokratik ulus
çözümü nedir? Yani Kürtler de olur, Türkler de olur, Araplar da olur,
başkası da olur, herkes kendi anadiliyle, kendi gelenekleriyle, kendi
toplumsal hakikatiyle var olur, ve birlikte bir ulus olunur. Bu
olabilir; demokratik ulus. Biz böyle çözüm öneriyoruz. Onlar diyorlar
yok; tek millet, tek dil, tek devlet, tek bayrak, tek din. Tekçilik
faşizmdir, Hitlerizm'dir başka bir şey değildir. Yeni dönemde çağımızda
eğer biz bir arada birlikte yaşamak istiyorsak, demokratik ulus eksenini
esas almamız lazım. Böyle olur, böyle olmazsa o zaman parçalanma olur.
Başka yolu yoktur.
Bu anlamda şimdi AKP’nin temsil ettiği
zihniyette çözüm perspektifi gözükmüyor. Bunu geliştiren insanlar bunu
dikkate almalı. Önce mesela o sözünü ettiğim panelde başbakana
soruyorlar böyle bir akil adamlar şeyini geliştirir misiniz diye. O da
diyor ki siz geliştirin, biz de destek sunalım, ama hangi temelde, Kürt
sorunu diye bir sorun yok diyor, sorunu çözme olarak kabul etmiyorum
diyor. PKK baskısı altında olan Kürtlerin sorunu var, o Kürtlerin
sorunlarını çözmek için akil adamları desteklerim diyor. Böyle çarpıtma
mı olur ya? Yani şimdi basın da hep işliyor, diyor, ‘Siz geliştirin, biz
destekleriz’ başbakan diyor ki, PKK’nin baskısı altındaki Kürtlerin
sorununu çözmek için akil adamları geliştirin biz destekleriz. Kürt
sorunu için demiyor, çünkü adam Kürt sorununu inkar ediyor. Bu açıdan
bunun zemini ne kadar olur bilemem. Ama biz çözüme dönük adamlara kapalı
değiliz. Onu söyleyebiliriz. Fakat gerçeklik de budur. Bunu hesaba
katarak yola çıkarlarsa, belki elle tutulur bazı sonuçlara gidebilir.
Bir de böyle bir bileşimin içerisinde tutarlı insanların olması da
önemlidir. Hayatı boyunca PKK düşmanlığı yapmış insanların içinde olduğu
bir bileşim nasıl akil adamlar olur, o da tartışmalık bir konudur.
Çünkü öyle isimler de geçiyor. Kısaca biz gerçek anlamda eşitlik
temelinde, Önder Apo’nun özgürlüğü Kürdistan halkına statü perspektifi
temelinde çözüme varız. Bunun dışındaki farklı dayatmaları ne biz ne de
Kürt halkı artık kabul etmeyecektir.
Batı Kürdistan’daki
duruma tekrar dönersek, çünkü o bölgeyi çok da iyi biliyorsunuz, uzun
yıllar orada da kaldınız. Batı Kürdistan’da şu anki durum ne, geleceği
ne olabilir?
Batı Kürdistan’daki gelişme tabii Suriye’deki
iç savaş çerçevesinde olanakların ortaya çıkmasıyla yaşanan
gelişmelerdir. Yani orada Kürt halkı tabii gayet doğru bir politikayla
mücadelesini yürüttü. Kendisini taraflara kullandırtmadı. Yani ne öyle
rejime karşı mücadelede kendisini öyle harcama, ne de öyle muhalefetle
herhangi bir ters düşme değil, kendine göre rejimin değişmesini isteyen,
demokrasi isteyen, özgürlük isteyen, demokratik bir Suriye, ama özerk
statü almış bir Kürdistan’ı savunan bir çizgiyi izledi. Bu çizgi doğru
bir çizgiydi. Kendini güçlendirmeydi. Bunda kuşkusuz bizlerin de katkısı
vardır. Yani genel hareketin yürüttüğü, özgürlük mücadelesinin
yürüttüğü mücadeleden şu veya bu düzeyde etkilenme, ya da diyelim
yararlanma durumu da olmuş olabilir. Ki vardır da. Ama genel olarak batı
Kürdistan’daki halkımız bilinçli bir halk, bilinçli bir toplumdur. Kürt
yurtseverliğinde derinliğe sahip bir toplum, örgütlü bir yapı, nitekim
kendi aralarında kurdukları ulusal birlik perspektifi de çok önemlidir. O
açıdan şu anda kendi birliklerini kurmuş ve önemli bir takım yerleşim
alanlarında kendi sistemlerini, öz yönetimlerini kurmaya
çalışmaktadırlar. Bu gayet doğal, normal bir şeydir.
Herhalde
yeni Suriye böyle merkezi, katı bir Suriye olmayacaktır. Belli ki Suriye
federatif bir Suriye olacak, ademi merkeziyetçiliğin esas alındığı bir
Suriye olacak. Bu Suriye’de Kürtler de kendi kimlikleriyle bir biçimde
yer alacak. Şimdi Türkiye buna karşı da çıkmak istiyor. sen buna da
karşı çıkarsan, önce Güney Kürdistan’a da karşı çıktın, o zaman Kürt
düşmanlığın ayyuka çıkmış demektir. Kürt düşmanlığı ile Türkiye bir yere
gidemez. Türkiye ne zaman nerede bir önemli tarihsel adım atmışsa, bunu
Kürt düşmanlığı temelinde değil, Kürt dostluğu temelinde yapabilmiştir.
Bu çok önemli tarihsel bir tecrübedir. Ama ne yazık ki bugünkü
liderlikler bunu dikkate almıyor. Yani Osmanlı tarihine bakın,
Selçuklulardan Osmanlıya kadar sürekli, hatta Atatürk’ün çıkışına bakın,
sürekli Kürt desteğiyle bunlar yapılmıştır. Şimdi Türkiye de Ortadoğu
bölgesinde bir çıkış yapmak istiyor, bölgesel bir güç olmak istiyor,
bunu da Kürt karşıtlığı temelinde yapmaya çalışıyor. Yapamaz, başaramaz.
Kürt karşıtlığıyla çöker. Çünkü Kürtlerin köklü bir temeli var ve
mevcut Ortadoğu siyasetinde de bir yeri vardır.
"BATI KÜRDİSTAN'A MÜDAHALE OLURSA, SAVAŞ YAYILIR"
Halbuki
kendi Kürt sorununu çözüp Kürt dostluğu temelinde eğer bu söz konusu
ettiği bir güç olma, bölgesel bir güç olmayı önüne koysa, o zaman belki
başarma şansı olabilir. Ama Kürt karşıtlığı temelinde böyle bir şeyi
yapması mümkün değildir. Bir de oradaki halk, herhangi bir el uzatma
durumunda, kendini savunabilecek imkanlarına sahiptir. Kendisini
organize etmiştir. Ayrıca öyle bir saldırı durumu ki Türkiye şimdi hep
tampon bölge diyor, Suriye’deki mültecileri adeta bunun için çekmeye
çalıştı. Şimdi belki zorlanıyor ama adeta çekmeye çalıştı. Reklamını
yaptı o kampların, herkesi çekmeye çalıştı ki, tampon bölge kararını
BM’de çıkarabilsin diye. Şimdi seksen binin üzerinde insan geldi, BM
öyle bir kararı çıkarmadı. Türkiye tek kaldı. Zaten iki üç gündür hep bu
tartışılıyor, tek başına kaldı. Yani aslında bu AKP sadece bize karşı
mücadelesinde başarısız kalmadı, Ortadoğu politikasında başarısız bir
performans sergiledi. Dolayısıyla şimdi amacı nedir? Amacı tampon bölge
kararını aldırtmadır. Bu temelde belki oradaki oluşmuş Kürtlerin öz
yönetimine bir biçimde el uzatma, bir biçimde müdahale etmedir.
Oraya
müdahale ederse o zaman savaş tüm Kürdistan’a yayılır. Sadece Batı
Kürdistan'da olmaz. Tüm Kürtler buna karşı çıkar. İstanbul’daki Kürt de
çıkar, Ankara’daki Kürt de, İzmir’deki Kürt de, kuzeyin her yerindeki
Kürtler de bir biçimde buna karşı direnerek cevap vermek durumunda
kalır. Yani bu daha tehlikeli bir şey olur, kısaca onu söylemek
istiyorum. Ama şimdiki politikaları böyledir. Halbuki orada yaşanan şey
gayet doğal, normal bir şeydir. Suriye rejimi artık çözülüyor, o çözülme
çerçevesinde oradaki Kürtler de kendini yönetme temelinde sistemlerini
kuruyorlar, demokratik bir sistemdir. Niye ondan rahatsız oluyorlar ki?
Şimdi diyorlar ki, bir yalan da koyuyorlar, Suriye oradan çekilmiş,
onlara vermiş. Öyle bir şey yok. Kaldı ki çok yansımadı ama benim
bildiğim kadarıyla birçok yerde çatışmalar oldu, Suriye’nin yaşadığı
kayıplar oldu, oradaki savunma güçlerinin, PYD’nin kayıpları oldu. Bir
de bunu da zaten hep ters çeviriyorlar, "BAAS rejimi PYD’ye bırakmış"
diye. Öyle bir şey yok. Kaldı ki birçok yerde çatışmalar yaşandı ama
tabii Suriye de Kürtleri direkt karşısına almak istemiyor, Kürtler de
bana göre Suriye’yi bu aşamada böyle hemen karşıya alan, öne atılan bir
politikayı yürütmemesi gerekir. Neden? Çünkü Kürtlerin orada sayısal
azlığı vardır. Güçler iktidar savaşını yürütüyor, Kürtler bir hak
arayışı içerisindedir. Dolayısıyla öne atılmasına, yani Kürtlerinki
silahlı mücadele değil, siyasal mücadeledir. Bana göre bu doğru bir
politikadır. Yani Suriye’ye karşı öyle silahlı mücadeleye girme
biçiminde değil, kendini savunmalıdır. Özgücünü esas almalıdır. Aynı
şekilde dış müdahalelere arka çıkmamalıdır. Suriye toplumu kendini
kendisi değiştirmelidir. Bunun mücadelesini yürütüyor zaten. Bu anlamda
Kürt halkı oradaki diğer dinamiklerle bir dayanışma içerisinde tabii
süreci götürmelidir. Nitekim şimdiki politikası da öyledir. Ben o
politikayı doğru görüyorum.
"AVRUPA'DA BÜTÜN KÜRTLER FESTİVALDE BULUŞMALI"
Son
olarak Avrupa’daki Kürtler, sürgündeki Kürtler için 20. festivallerini
yapacaklar. Avrupa'da yaşayan Kürtlere çağrınız nedir?
Ben
şimdiden uluslararası Kürt kültür ve sanat festivalini selamlıyorum,
özellikle Avrupa’daki tüm yurtsever Kürdistanlıların bu festivale
iştirak etmelerinin önemli olacağını düşünüyorum. Bu nedenle tüm
Kürdistanlıların katılması çağrısını yapıyorum. Neden? Çünkü gerçekten
Kürt halkının özgürlük davası, mücadelesi bugün çok tarihi bir aşamada
seyrediyor. Bugün Önderliğimiz, halkımız, gerillamız, tüm özgürlükçü
dinamiklerimiz bir direniş içerisinde. Gerillanın başlattığı bir hamle
durumu var. Bunun paralelinde yurt dışındaki tüm Kürdistanlıların da
diplomatik siyasi hamledir, kendini örgütleme hamlesidir ve bir de
destekleme hamlesini daha fazla geliştirmesi gerekmektedir.
Şimdi
hep tartışıyoruz, konuşuyoruz ya, PKK’ye kim destek veriyor, kim destek
vermiyor türünden, sürekli karşı tarafın iddiaları oluyor, bizim
cevaplarımız oluyor. Gerçek şu ki halkımız kendi kendine yeterli oluyor,
kendi devrimini besliyor. Bu sadece Avrupa’daki halkımız için geçerli
değil, tüm Kürdistan’daki halkımızın bu konuda gösterdiği büyük
fedakarlıklar vardır. Evlatlarını veriyor, maddi imkanlarını sunuyor,
yani gerçekten tarih ileride bunu çok yazacak. Yoksul bir halkın kendi
kıt imkanlarıyla bir devrim hareketini nasıl yaşattığını tarih
yazacaktır. Çünkü bugün yaşanan gerçeklik budur. Ama bunda Avrupa
kitlesinin çok büyük bir rolü vardır. Avrupa’daki Kürdistanlı kitlelerin
Kürdistan’daki devrimin gelişmesinde gerçekten önemli bir rolü
olmuştur.
Ben eminim ki bu tarihsel aşamada da bu rol daha fazla
oynanacaktır. Bizim beklentimiz halkımızdan bu konuda çok daha fazla
vardır. Tüm yurtseverler, demokratik kurum ve kuruluşlar, bu dönemde
gerçekleşen etkinliklere en güçlü bir biçimde katılarak Kürt halkının
uluslar arası alandaki sesini en iyi bir biçimde temsil edebilmelidir.
Bu açıdan bu festivale de böyle güçlü katılarak sesini yükseltmeli,
Önderliğe sahip çıkma, gelişen büyük tarihi direnişe sahip çıkma, onu
destekleme anlamında bu festivale güçlüce katılmalıdır diye düşünüyorum.
Bu temelde Avrupa’daki yurtsever kitlemizi en içten duygularla
selamlıyor, kendilerine üstün başarılar diliyorum.
ANF

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Halep’te Kürt mahallesinde en az 20
kişinin katledildiği hava saldırını şiddetle kınayarak, “Herkes bilmeli
ki Batı Kürdistan’da yaşayan Kürdistan halkı yalnız değildir” dedi. KCK,
Güney Kürdistan’a yönelik hava saldırılarını da kınayarak “hiçbir
saldırının karşılıksız kalmayacağını” söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada şunlar belirtildi:
“Suriye
Ordusu’nun savaş uçakları tarafından, Halep’in daha çok Kürtlerin
yaşadığı Şêx Mexsud Mahallesi’ne dönük dün yapılan bir hava saldırısı
sonucu 20 Kürdistanlı yaşamını yitirerek şahadete ulaşmış, çok sayıda
kişi ise yaralanmıştır.
Çatışmaların başından bu yana sürekli
yapıcı yaklaşmış olan Kürt halkı, Kürt haklarının da kabul edildiği
demokratik bir Suriye için siyasal yöntemlerle mücadele yürütmüş olan
haklı davaya sahip olan bir halktır. Buna rağmen bu çatışma süreci
içerisinde çeşitli dönemlerde Kürt halkına dönük saldırılar gerçekleşmiş
ve en son Şêx Mexsud Mahallesi’nde yapılan bu saldırıyla katliam
boyutuna çıkarılmıştır. Biz bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz.
Herkes
bilmeli ki Batı Kürdistan’da yaşayan Kürdistan halkı yalnız değildir.
Tüm Kürtler onların arkasında her zaman duracaktır. Suriye’de savaşan
tarafların Kürt halkını hedeflememeleri, Kürt halkının özgürlük ve
demokrasi isteyen siyasi duruşunu doğru anlamaları önem taşımaktadır.
Biz biliyoruz ki, bu parçadaki değerli yurtsever halkımız, yurtseverlik
bilinciyle dolu, özgürlük aşkıyla yaşayan bir halk olarak kendi içinde
geliştirdiği örgütlülük ve birlikle kendini savunabilecek güçtedir.
Ancak bu tür provokatif saldırılara karşı halkımızın daha fazla dikkat
etmesi ve daha etkili tedbirlerle kendini savunması da gerekmektedir.
Bu
vahim olayda şahadete ulaşan, aralarında çocuk ve kadınlarında
bulunduğu tüm yurtseverlerimizin aileleri ile tüm Batı Kürdistan halkına
başsağlığı diliyor, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Birer özgürlük
şehidi olarak bu değerli yurtseverlerimizin anılarının özgürlük
mücadelesinde yaşatılacağına olan inancımızı belirtiyor, Batı
Kürdistan’da yükselen kutsal özgürlük mücadelesini selamlıyor ve onların
arkasında olduğumuzu vurgulamak istiyoruz.
Ulusal-demokratik
birliğini kurmuş, bölgesel meclislerini inşa etmiş olan Batı Kürdistan
halkımızın özgürlük ve demokrasi yürüyüşü önünde hiçbir gücün engel
olamayacağını belirtmek istiyoruz.
Aynı biçimde Kuzey Kürdistan
ve Güney Kürdistan’a dönük uçak saldırılarını mütemadiyen sürdüren Türk
devleti en son Kandil’e gerçekleştirdiği saldırıda sivil alanları
hedeflemiş, bu saldırısında 2 yurtsever insanımızı yaralarken değerli
Kandil halkının malvarlığına önemli zararlar vermiştir. Yine dün gece
00.00-01.30 saatleri arasında Türk devletinin savaş uçakları Xakurkê
alanına yönelik bir saldırı gerçekleştirirken bu sabah 05.30-06.00
saatleri arasında ise Şemdinli’nin Goman Tepesi ile Şikêra Sipî
alanlarını uçaklarla bombalamıştır. Yapılan tüm bu hava saldırılarıyla
halkımızın bağ ve bahçeleri önemli oranda tahrip edilmekte, halkımıza
önemli maddi zararlar verdirilmekte ve halkımız bölgeden göçertilmek
istenilmektedir.
Yapılan tüm bu saldırıları da şiddetle kınıyor,
hangi parçaya dönük olursa olsun, Kürdistan halkına dönük yapılan
hiçbir saldırının karşılıksız kalmayacağını, Kürt Özgürlük Hareketi’nin
her parçada Kürt halkını savunabilecek güçte olduğunu ve gereken cevabı
verebilecek performansa sahip olduğunun bilinmesi gerektiğini
belirtiyoruz.
Halkımızın engin öfkesi ve özgürlük mücadelesinin
yürüyüş temposu altında sömürgecilik ezilecek, zulüm değil haklı davanın
sahipleri kazanacaktır.”
Halep'teki katliama Kürtlerden sert yanıt
Halep/Qamişlo -
Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’teki Kürt mahallesine düzenlenen
hava saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı 20’ye yükselirken, 54
kişi de yaralandı. Halk Meclisi, bu saldırının cevapsız kalmayacağını
duyururken, YPG güçleri Kobani çevresindeki tüm askerleri çıkarttı.
Perşembe
akşamı Kürt mahallesi Şeyh Maksud’a düzenlenen hava saldırısında
hayatını kaybedenlerin sayısı 20’ye yükseldi. Ölenlerin tümünün Afrin
nüfusuna kayıtlı oldukları bildirildi. Saldırıda 3’ü ağır 54 kişi de
yaralandı. Yaralıların birçoğu diğer Kürt mahallesi Eşrefiye’deki
hastanelere kaldırıldı.
Mart 2011’de başlayan ayaklanmalardan bu yana ilk kez Suriye rejimi bir Kürt mahallesine hava saldırısı düzenliyor.
SURİYE ÖZGÜR ORDUSU KONTROL NOKTASI
20
kişinin cenazesi dün akşam Halep’ten Afrin’e doğru yola çıkarıldı.
Ancak Batı destekli Suriye Özgür Ordusu’nun denetimindeki bir noktada
kimlik kontrolü için durduruldu. Cenaze konvoyu Hiretan mahallesinde
kısa süre bekledikten sonra, kimlik kontrolü yapılmadan yoluna devam
etti.
Aralarında PYD’nin de olduğu çok sayıda Kürt örgütünün
bünyesinde barındıran Batı Kürdistan Demokratik Toplum Hareketi
(TEV-DEM), katliamı sert bir dile kınayarak, Suriye rejiminin “histeri
içerisinde” olduğunu söyledi. TEV-DEM, Kürtlerin barışçıl gösterilerine
rağmen, savaşa itildiği tespitinde bulunurken, halkı koruyacak güçte
olduklarının altını çizdi. TEV-DEM, demokratik özerklik projesinin
hayata geçirilmeye devam edeceğini vurguladı ve gençlerin sivil savunma
güçlerine katılmaya çağırdı.
HALK MECLİSİ: SALDIRILAR CEVAPSIZ KALMAYACAK
Batı
Kürdistan ve Kürtlerin yaşadığı diğer alanlardaki yönetim işlerini
yürüten Halk Meclisi de bir açıklama yaparak katliamı kınadı. Halk
Meclisi, “Rejim katliamlarla halkların taleplerine karşılık veriyor.
Şeyh Maksud’daki olay da bir kez daha Esad rejiminin hiçbir
meşruiyetinin kalmadığını gösterdi. İyi bilinmeli ki, Kürt halkı bu
saldırılar karşısında sessiz kalmayacak ve kendisini koruyacaktır” dedi.
YPG KOBANİ’DEKİ REJİM GÜÇLERİNİ ÇIKARDI
Güvenliği
sağlayan Halk Savunma Birlikleri (YPG) yaptığı yazılı açıklamada,
Suriye rejimine bu katliamın bedelinin “ağır bir şekilde ödetileceğini”
belirtti. Katliamı kınayan YPG, “Hayatını kaybedenlerin kanı yerde
kalmayacak ve misilleme eyleminde bulunulacak” dedi.
YPG katliamdan sonra Kobani kenti etrafındaki tüm rejim güçlerinin çıkarıldığını bildirdi.
Bugün
Batı Kürdistan halkı her hafta yapılan Cuma yürüyüşleri için yeniden
sokaklara çıkıyor. Katliam nedeniyle bu haftaki Cuma yürüyüşlerinde
Halep Katliamı lanetlenecek.
Suriye’deki Kürt nüfusu 3,5 milyon
olarak tahmin ediliyor. Bunların 600 bini başkent Şam’da, 600 bini de
Halep’teki Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerine yaşıyor. Batı
Kürdistan’da olduğu gibi bu mahallelerin güvenliği de Halk Savunma
Birlikleri (YPG) tarafından sağlanıyor.
38 GÖZALTI
Suriye
rejiminin Kürtlere yönelik saldırıları son günlerde arttı. 2-5 eylül
tarihleri arasında Qamişlo ve Şam’da toplam 38 Kürt gözaltına alındı.
Şam’da 5 Eylül’de 5 Kürt işçi gözaltına alınırken, aynı gün Qamişlo ile
Dirbesiye arasında aynı aileden 5 kişi, 3 Eylül’de Qamişlo’da asker
kaçağı olduğu iddiasıyla 25 kişi gözaltına alındı. Buna karşılık Kürt
güçleri de 8 polisi gözaltına aldı. Gençlerden bazıları serbest
bırakıldı. 2 Eylül’de yine Qamişlo yakınındaki bir küçük kentte 3 Kürt
genci rejim tarafından gözaltına alındı. Kürt güvenlik güçleri de askeri
bir karakola baskın yaparak, 5 askeri gözaltına aldı. Rejim güçleri,
Kürt gençlerini serbest bırakmak zorunda kaldı.
ANF
BEHDİNAN -
AKP hükümetinin Ortadoğu'dan değişen dengelerden dolayı Kürtlerin
özgürlüklerine kavuşmasından korkuttuğu için bir 'ezme konseptini'
devreye soktuğunu söyleyen KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan,
Erdoğan'ı Gediktepe'ye davet etti. ANF'ye konuşan Karayılan " Erdoğan,
Gediktepe’ye gelip orada kamuoyuna görüntü verirse o zaman onun bütün
söyledikleri doğru bizimki yalan" dedi.
Temmuz ayında Şemdinli'de
başlayan gerillanın yeni savaş tarzı Botan'a yayılırken, gözler
Kandil'de. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan gerilla denetim
bölgelerinin Zağroslar'dan Dersim'e kadar geniş bir coğrafyada
bulunduğunu belirtti. Kürt hareketine dayatılan yeni konsept karşısında
'Devrimci Halk Savaşı'nı başlattıklarını söyleyen Karayılan, ANF'ye
verdiği söyleşide önemli mesajlar verdi.
AKP hükümetinin
geçtiğimiz yıl Kürt halkının özgürlük dinamiklerini zayıflatma kararını
aldığına dikkat çeken Karayılan, "Amaç şuydu; yani bölge yeniden dizayn
edilirken, işte bölgede bugün bir özgürlük ve demokrasi havası var,
Bundan Kürt halkının yararlanmamasıdır" dedi. Karayılan ile İmralı'da
Öcalan'a yönelik bir yıldan fazladır süren tecridi, Şemdinli'den
başlayan gerilla hareketi ve Batı Kürdistan'daki gelişmeleri konuştuk.
Yoğun
bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin temel özelliği nedir? Bütün gözler
Medya Savunma Alanları’nda. Kandil, bu süreci nasıl tarif ediyor?
Bu
süreç hiç kuşku yok ki, mücadele tarihimizin en önemli stratejik bir
sürecidir. Aslında sadece bizim hareketimiz ve halkımız için değil, tüm
Türkiye ve hatta bölge halkları için önemli bir süreç yaşanıyor.
Kürdistan’da yaşanan gelişmeler de bu genel gelişmelerle bağlantılı bir
biçimde yaşanmaktadır. Şimdi sürece nasıl gelindi konusu tabii ki önemli
bir konu. Biz aslında Kürt sorununu barışçıl-diyalog yöntemiyle çözmek
istiyorduk. Bunun için çok çeşitli çabalar sergilendi.
Başkan
Apo defalarca açıklamalar yaptı, yine hareketimiz hakeza deklarasyonlar
yayınladı, birçok çaba sergiledi. Nihayetinde bildiğiniz gibi yaşanan
bir oslo ve İmralı süreci vardı. Esasında biz bu temelde sorunu köklü
bir biçimde çözmeyi stratejik bir yaklaşım olarak ele aldık. Fakat sonuç
itibarıyla bütün boyutlarıyla anlaşıldı ki, karşı tarafın yani devletin
zihniyetinde Kürt sorununun çözüm perspektifi yoktur. Kürtleri,
özgürlük hareketini, değişik manevralarla oyalayıp, nihayetinde
marjinalleştirme ve tasfiyeye uğratma vardır. Bunu biz o diyalog
sürecinde çeşitli biçimlerde algıladığımız gibi, daha sonrası alınan
tavır, tutum ve bugün ortaya koydukları zihinsel çerçevesi durumun böyle
olduğunu açıkça gösteriyor.
'SÜRECİ AKP BİTİRDİ'
- O dönemde de uyarmıştınız yani oyalama…
Kuşkusuz.
Yani bu konuda Türkiyeli bazı gözlemciler de aynı sonuca gitmişlerdir.
Yani TC Devleti adına hareket eden AKP hükümetinde çözüm zihniyeti
oluşmuş değildir; bir çözüm perspektifi olmadığı anlaşıldı. Mesela
"Demokratik Açılım" dediler, ne olduğu anlaşılmadı. O kadar tartışma
yapıldı, tartışmalarda maddeler halinde uzlaşılan noktalar sonuç
itibarıyla ortaya çıkıyordu. Hiç birisini uygulamadılar. Nihayetinde bu
durumu bir biçimde netleştirmek için Önderliğimiz tarafından sunulan
protokollere de zaten cevap vermeyip, süreci bitirdiler. Şimdi neden
bitti? Türkiye tarafı hep sürekli bizim bitirdiğimizi söylüyor, bu doğru
değil.
Bölgede yaşanan gelişmeler önemli gelişmelerdir. Bölge
yeniden dizayn ediliyor. AKP devleti Oslo sürecinin geliştireceği bazı
sonuçlara dayanan Kürt hareketinin güçleneceğini düşünerek çark etti
aslında. Öncesinde de yoğunlaşmış zihinsel bir alt yapısı yoktu ve bir
de bu Ortadoğu’daki gelişmeler türkiye’deki bu politikayı doğrudan
etkiledi. Ne yaptı? Daha önce AKP biraz Batı güçlerine dayanarak, biraz
da yerel bölgesel güçlere dayanarak bize karşı bir mücadele yürütüyordu.
Yani bir ayağı İran ve Suriye ile ittifak, bir ayağı da ABD ve NATO’yla
ittifak politikası vardı. Hatta Bu çerçevede İran’la ortak
oluşturdukları konsept vardı, 2011 yılının ortalarına kadar. İran bunun
için Kandil’e saldırdı. Eğer başarılı olsaydı farklı sonuçlar ortaya
çıkabilirdi. Ama orada AKP hükümeti karar verdi, bir tercih yaptı.
Paradigmayı değiştirdi.
"AKP'NİN PLANI ÇÖZÜM DEĞİL, EZMEDİR"
İbreyi hangi yöne değiştirdi ve bundan hareket olarak nasıl etkilendiniz?
Kararını
Batı ülkeleriyle birlikte hareket etme yani taşeron görevini üslenme,
bu temelde Oslo sürecini tümüyle bitirme, İmralı görüşmelerini
sonlandırma ve Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme, Kürt halkının
özgürlük dinamiklerini zayıflatma kararını aldı. Bunu AKP geçen yıl
aldı. Hatta seçimden önce kendi milletvekili aday listesini buna göre
hazırladı. Çünkü politikasında Kürt Özgürlük Hareketi ile herhangi bir
çözüme gitme değil onu ezme vardı. Amaç şudur; yani bölge yeniden dizayn
edilirken, işte bölgede bugün bir özgürlük ve demokrasi havası var.
Bundan Kürt halkının yararlanmamasıdır. Bunun için PKK’nin
zayıflatılması gerekir. PKK’ye yönelim aslında bu çerçevede
kararlaştırılmış yeni bir konsepttir. Eğer bu konuda bölgesel güçler
yani İran ve Suriye daha fazla ümit vermiş olsaydı belki onlarla da bir
biçimde hareket edebilirdi.
Zaten onlarla birlikte 8 yıl bize
karşı savaş yaptı. Ama oradan ümidi kesti, baktı ki ABD’nin öncülüğünde
Batı sermayesi bölgeyi dizayn etmede kararlıdır; Türkiye ondan yana
yerini aldı ve bu temelde hareketimizi de tasfiye etmeyi gündemine
koydu. Hatta bu konuda muhtemel ki, batı güçlerinden almış olduğu sözler
var. Zaten bu çerçevede kendisine verilen ileri teknoloji, istihbarat,
vb. şeylerde de artma durumu söz konusudur. Dolayısıyla bu yönelim
aslında öyle Silvan’daki bir eyleme dayanarak geliştirilmiş bir eylem
değil, bir paradigmasal değişimdir.
Kürt halkının özgürlük
dinamiklerini zayıflatma girişimidir. Onun için başlangıçta İmralı’da
Önder Apo’ya karşı ağırlaştırılmış bir tecrit politikası ve psikolojik
işkence yöntemleri gündemleştirildi, Onun için o tarihten bu yana Kürt
siyasetine karşı geliştirilen siyasal soykırımın temposu daha da
arttırıldı ve onun için Kürt halkına dönük çeşitli biçimlerde şiddet
yöntemleri kullanıldı ve diyelim bir faşizm pratikleştirildi. Bir çok
yerde insanlarımız-gençlerimiz çeşitli vesilelerle katledildi. Yani
çeşitli vesilelerle baskıcı sindirme politikası gündeme girdi. Bu
paralelde geçen yıl gerillaya karşı da zaten Tamil örneğini tartıştılar.
Yani AKP’nin tüm yandaş köşe yazarları bunu sık sık gündeme getirdi.
İşte Tamil gerillaları nasıl Sri Lanka devleti tarafından tasfiye
edildiyse aslında PKK’nin de o biçimde yani Batı’nın da sağlayacağı
ileri teknoloji ve istihbarata dayanarak bunun bu biçimde tasfiye
edileceğini varsayarak hareketimize karşı bir topyekun savaş
geliştirildi. Şimdi bunun üzerinden aslında 1 yılı aşkın bir zaman
geçiyor. Bu geçen bir yıl içerisinde AKP’nin politikası sonuç aldı mı?
Hayır.
"DİRENİŞİMİZ AKP'NİN EZBERLERİNİ BOZDU"
AKP
2012 baharında kolu kanadı kırılmış bir PKK hedefliyordu. Ancak her
alanda büyük direnişle karşılaştı. İmralı’da başlayan direniş gerilla
sahasına, toplumsal sahaya, Kürt hareketinin sahalarına nasıl yansıdı ve
AKP hedeflediği sonucu neden alamadı?
Şimdi bize karşı bir
topyekun savaş süreci başlatıldı ve bu dalga dalga bütün alanlara
yaydırıldı. Mesela dikkat edin, bütün Kürt dinamiklerini,
bilinçli-örgütlü kesimleri, kimlikli duruşa sahip bütün çevreleri
hedeflendi. Yani basın-yayın çevreleri, kültür çevreleri, hukuk,
siyaset, sivil toplum çevreleri yani toplumun kolunu-kanadını kırma
hareketi geliştirildi. Önderliği de tecrit ederek, yani Önderlik
üzerinde sistematik bir psikolojik baskı oluşturarak, sözüm ona
Önderlikle hareketin bağlantısını kesip, işte harekette bir
kontrolsüzlük gelişeceğini hesapladı. Belki de zaman zaman ortaya
atıyorlar ya, bilmem şu kişiler, bu kişiler, farklı gruplar varmış gibi
göstererek. Aslında o bir beklentidir, hareketimizde öyle bir şey yok.
Fakat anlaşıldığı kadar öyle bir beklenti yaratmak istiyor
Evet.
Öyle bir beklentiyi gündemleştiriyor. Yine Kürt siyasetine karşı çok
yoğun bir baskı uyguladı. Beklentileri parçalanmadır. Bazılarının teslim
olmasını sağlamadır. Bu anlamda Kürt siyaseti de hakikaten direniş
gösterdi. Bütünlüğünü ve birliğini korudu. Hem zindandakiler, hem de
dışarıdakiler bu tutumu aldı. Bu hakkı teslim etmek gerekiyor. Yani bir
bütün bir direniş süreci Kürdistan’da gelişti. Gerilla başlangıçta bazı
kayıplar verdi. Bu, yanılgılı bazı yaklaşımın sonucu verilen bazı
kayıplardır. İşte siyasal süreç vardı, diyalog süreci. Bir biçimde tüm
arkadaş çevresi biliyordu, bir beklenti vardı.
Bu beklenti
nedeniyle gerilla kurallarında derinleşme, gerillalaşmada böyle tüm
kuralları hareket tarzını yeterli düzeyde uygulamada yaşanan
yetersizlikler sonucu. Yani işte devlet istihbarat alabildi, bir kısım
birlikler, alanlarla ilgili. Kışın ortasında karda bunlara dayanarak
yeri tespit edilmiş gruplara karşı vahşi ve insafsızca yönelimler
gerçekleştirerek işte Garzan’da, Cudi’de, Bingöl’de bir takım
birliklerimiz darbe aldı. Ama bu demek değil ki PKK artık güçsüzleşecek.
PKK hareketinin yani 30 yıllık bir savaş deneyimi vardır; örgütsel
deneyimi vardır, siyasal deneyimi vardır. Hızla tabii hareket kendisini
toparladı. Gerilla sahasında toparladığı gibi aslında siyasal alanda
yurtdışında yurt içinde genelde sürece girişte gecikme yaşanmış olsa da,
bir takım yetersizlikler olsa da kendisini toparlayabildi.
Özellikle
bahar aylarından, Newroz’dan bu yana başlayan süreç tamamen bir direniş
sürecidir. Yani önderliğimizin İmralı’daki direnişi çok tarihseldir,
çok anlamlıdır. Yine Kürt siyasetinin direnişi anlamlıdır. Halkımızın
fedakarlığı çok değerli ve gerillanın özellikle de bahardan beri
göstermiş olduğu performans sürecin aslında nasıl şekilleneceğini
göstermektedir. Şimdi hareketimizin geliştirdiği bu direniş süreci,
AKP’nin ezberlerini bozdu, hesaplarını boşa çıkardı ve politikalarında
başarısız kaldı. Onun için zaman zaman iç tartışmalarında boşluk
yaratılmış olduğundan bahsediyorlar; işte Cemil Çiçek’in çıkışı var
filan. Yani şimdi belli ki AKP’nin o kendisini çok bilinçli sayan bir
takım çevreleri, işte o danışmanlar grubu filanların oluşturdukları
teorilerin boşa çıkma durumu var.
"DEVRİMCİ HALK SAVAŞI AŞAMASINDAYIZ"
Kürtlerin direnişinin AKP’nin içinde ortaya çıkan siyasi krizde payı var mıdır?
Siyasi
kriz var, çünkü hesapları doğru çıkmadı. Bir yanıltmayı yaşadıkları
açığa çıkmış bulunuyor. Çünkü yani Kürt halkını, onun özgürlük
mücadelesini ve PKK hareketini doğru değerlendiremeyen, onun dayanmış
olduğu dinamikleri göremeyen herhangi bir güç tabii ki doğru politikalar
da geliştiremez. Biz bunu hep söyledik. Biz dedik ki, kan dökülmesini
istemiyoruz. Burada bir halk var. Bu halkı göreceksiniz. Ve biz bu
sorunun barışçıl yöntemlerle çözülebilmesi için çıtayı en aşağıya
indirdik. Bunu doğru anlayın, bunu yanlış değerlendirmeyin. Yıllardır
bunu söylüyoruz ama bu sözlerimize değer vermediler; dolayısıyla
hesapları boşa çıktı. Kürdistan Özgürlük hareketi gelişimini sürdürecek.
Şimdi bizim yürüttüğümüz, onların geliştirdiği topyekun savaşa karşı
bir savunma savaşıdır. Savunma direnişidir.
Devrimci Halk
Savaşı, özü itibarıyla savunma savaşının gelişen saldırıları boşa
çıkarması ve karşı hamleyle zafere yürüme perspektifidir. Şimdi biz o
aşamadayız. Mademki siz diyalogla barışçıl yöntemlerle çözüme gelmediniz
ve bizi yok ederek, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm dinamiklerini
tasfiye ederek Kürt halkını köleleştirmek istiyorsunuz, o zaman buna
karşı Kürt halkı da direnecektir. Kürt halk Önderliğinin direnişçi
tutumu tüm toplumda dalga dalga gelişecek, derinleşecek ve gerillada bu
başarılı bir performans biçiminde pratikleşecektir. Bunun önüne kimse
geçemez.
Bu tabloda Batı Kürdistan'daki gelişmeleri nereye koyuyorsunuz?
Mademki
bölgede herkes özgürleşiyorsa Kürtler de özgürleşir. Yani AKP’nin yeni
dönemde ortaya çıkışı şudur: İşte herkes değişecek, diyelim, Ortadoğu’da
yeni bir düzenleme durumu gelişecek ama Kürtlerin statüsü olduğu gibi
kalsın. Hayır efendim. Kürtler de artık özgürleşmek istiyor. Yani şimdi
bu sistem 1923 Lozan Anlaşmasıyla imza altına alınmış bir sistemdir. Bu
sistem artık aşılıyor. Çöküyor bu sistem. Bu sistem çöküyorsa Kürtler de
bu sistemin yarattığı inkar siyasetinden kurtulacaktır. Bunun önüne
geçemezler. Bu, tarihin bir akışıdır.
Tarihin akışının önüne hiç
kimse geçemez. Yani AKP’nin çabaları beyhude çabalardır. Elbette ki
Batı Kürdistan’daki Kürtler özgürleşecek. Şimdi şöyle bir şey . Yani
oradaki Az Az şehrine destek sunuyor. Orada Mımuc vardır, Cerablus
vardır, Bab vardır, herkes kendi yerini denetime alıyor. Kürtler de
Afrin’de Kobani’de yönetimi ele geçiriyor, “vay niye Kürtler orada
yönetim oldu” diyerek isyan bayrağını çekiyorlar. Saldıracağız diye
tehditler savuruyorlar. Yani bu bir Kürt düşmanlığıdır. Tüm halkımız
bunu bilmeli. PKK’nin bugün sömürgeciliğin geliştirdiği bu saldırıya
karşı yürüttüğü direniş, ulusal değeri çok büyük olan bir direniştir.
Tüm Kürtler için çok anlamlıdır. Çünkü eğer PKK’nin bu şimdiki direnişi
varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma direnişidir. Bugünkü direniş
olmasa Kürtleri köle sistemine tabi tutacaklar.
Bütün Kürtler bunun farkında mı?
Yani
inanıyorum ki, önemli oranda farkında. Giderek bu gelişecek. Yani
PKK’nin sömürgeciliğe karşı Kürt iradesini bu biçimde direnişle savunma,
sahiplenme ve gerçekleştirdiği iradeleşme düzeyi tüm parçalarda
etkisini gösterecektir. Batı Kürdistan’da PKK yoktur, fakat bu ruh
vardır. 15 Ağustos ruhu vardır, direniş ruhu vardır. Kendi kimliğine
sahip çıkma, özbenliğine sahip çıkma ve iradeleşme ruhu vardır orada.
Bunu kimse inkar edemez.
Önderliğimizin o kadar çabası, orada
çalışmaları olmuştur. Ama biz PKK olarak orada değiliz. Bu bir ruhtur,
Kürdistan’da artık gelişmiştir, gelişecek toplumsallaşmış bulunuyor.
Bunun görülmesi gerekir. Bu görülmeden, işte Kürt sorunu yok, PKK sorunu
var, onu da bilmem güçlü bir teknolojik üstünlük, istihbarata dayalı
yöntemlerle yok edeceğiz diye ortaya çıkmak ve savaşın
yaygınlaştırılması başka bir sonuç yaratmaz. Biz bunu defalarca söyledik
ama nihayetinde tercih meselesidir. Kendi tercihlerini böyle yaptılar.
Yani onlar bir yüzyıl daha Kürtleri egemenlik altında tutma konseptine
dayalı olarak böyle bir politikayı bugün karar altına almış bulunuyorlar
ama bunun hayata geçmesi ve başarılı olması da mümkün değildir.
"ZAĞROS'TAN DERSİM'E GERİLLA DENETİMİ VAR"
Peki,
gerilla cephesinde Şemzinan, Çelê, Beytüşşebap, Botan’a kadar ve birçok
alanda gerillanın inisiyatifi var. Savaş cephesinde neler yaşanıyor?
Özellikle birçok kaybı gizleme uğraşında. Bu hatta neler oluyor, gerilla
neler yapıyor?
Mevcut durumda yaşanan süreç yeni ve bir üst
aşamadır. Evet, şimdi Türkiye’de hani çokça tartışılıyor, vur-kal
diyorlar. Biz aslında onu vur-kal biçiminde demedik, yani gerilla
genelde vur-kaç tarzını uygular ama belli bir düzeye geldikten ve bir
yoğunlaşmayı yaşadıktan sonra her yerde değil ama birçok yerde vurup
mevzilenme, adım adım denetim sahasını genişletme tarzına geçer. Gerilla
bugün Zagros, Botan, Dersim’de bir takım eyaletlerde artık denetim
sahasını güçlendirme, hareket sahasını, biz buralara gerilla bölgeleri
diyoruz. Gerilla bölgelerini oluşturma sürecini başlatmış bulunuyor.
Kuşkusuz bu her yerde olmayacak. Yani birçok yerde yine hareketli
gerilla olacak.
Gerillanın gizlilik kuralları her koşul altında
zaten geçerli. Gerillanın hareketlilği yine her koşul altında geçerli
ama bazı yerlerde yarı hareketlilik olur, tam hareketlilik değil. Yani
biz sabit bir mevzii savaşına çakılmıyoruz. O bazı siyasetten anladığını
söyleyenler hemen panellere çıktılar, “PKK mevzii savaşına giriyor,
bunu kaybeder” bilmem ne. Biz bu konuda bir şeyleri bildiğimizi
söylüyoruz, onu söyleyeyim. Ben çok şey söylemek istemiyorum. Ama şunu
söyleyeyim: biz de yıllardır bu siyaset ve savaş sanatları üzerinde
yoğunlaşıyoruz. Ben burada her şeyi söyleyecek değilim, söylemem de.
Gerek de yok. Ama gerilla artık Kürdistan’ın bazı bölgelerinde adım adım
denetimini güçlendirecek, geliştirecektir; bazı bölgelerinde de çok
hareketli bir performans gösterecektir. Yani bu konuda işte değişik
şeyler oluyor. Yok işte mevziiye çakılma, yok şehri ele geçirme... Hep
dediler, gelip Şemdinli’yi alacaklar da alamadılar.
Taktikten,
savaştan anlamıyorlar yani. Biz öyle hemen o tür durumlara girmeyiz.
Yani o biraz işin propaganda yanıdır. İşte hep, biz güçlüyüz de PKK
güçsüz. İşte Şemdinli’ye gelip girmek istedi de büyük ve güçlü
istihbaratımız hemen fark edip tedbir aldı da işte bilmem boşa çıkardı.
Öyle bir şey yok. Kimse öyle yani bir şeye girmedi. Hayır. Gelişen şey
çok sakin, çok adım adım gelişecek. Bir gazeteci gitmiş bir tepede
bilmem bir masada kahve içiyormuş. O ne yazar ki? Sen nasıl oradasın?
Bakın
size bir şey söyleyeyim: Türkiye kamuoyu biliyor mu Çukurca’nın nüfusu
ne kadardır? 9 bindir. Çukurca’daki asker sayısı ne kadar? 18 bin. Siz
bu biçimde varsınız Kürdistan’da. Bir sivil insana karşı 2 askeri güç
dikerek varsınız. Zorla varsınız. Ama bu zorla siz ne zamana kadar
varlığınızı sürdüreceksiniz. O beyefendi, bir de Şemdinli’deki askeri
birlikleri hele bir gezsin de ne kadarmış. Oradaki halkın 2 katı sayısı
var mı, yok mu? 2 katıdır. Şemdinli’de de öyledir. Yani şimdi bu biçimde
bir askeri yoğunlukla bile siz denetim sağlayamayacaksınız.
Bugün
gerillanın denetimi birçok yerde gelişmiş bulunuyor, daha da
gelişecektir. Ben şu tartışmaya gelmem yani. Pek sevmiyorum, aslında
basın bunu böyle yaptı, bizim basın da biraz öyle şey yaptı. Yani yok,
denetim var, yok yok. Var, yok. Olur da olmaz da. Ama bugün Kürdistan’ın
her yerinde gerilla etkinliğini sürdürüyor. Başbakan’ın kendisi demiyor
mu, işte bizim bilmem yetkililerimizi kaçırıyorlar, şunu şöyle
yapıyorlar, bunu böyle yapıyorlar. Bunları nerelerde yapıyoruz biz? Bunu
Dersim’de, Bingöl'de, biz bunu Amed’de Garzan’da Serhat’ta yapıyoruz.
Sadece Şemdinli değil ki. Ve artık türk ordusu birçok yere
giremeyecektir, girmiyor ve giremez de. Bu bir gerçek yani. Şimdi ben
böyle çok açık meydan okurcasına bir taktik savaş geliştirmek durumunda
değilim. İşin propaganda yanına da hiç önem vermem. İşin esası işin
taktik yanıdır. Taktiksel olarak biz bu taktiği derinleştirecek,
geliştirecek ve sonuçta denetim alanını güçlendiren bir düzeyle sonuç
almayı esas alacağız. Ama bunu çok değişik, iç içe taktiklerle yapmak
mümkün. Yoksa gidip bir tepe tutmak ve orada bir bayrak dikmekle olmaz
tabii. Yani bunu çok zengin, çok yönlü taktiklerle yapmak gerekiyor.
Eğer biz böyle zengin taktiklerle başarılı bir biçimde, şimdiye kadar
iyi yürüyor. yürüyen süreci sürdürürsek o zaman herkes görür nasıl
sonuçlar ortaya çıkar.
"ERDOĞAN, TEKRAR GEDİKTEPE'YE GELSİN"
Tayyip Erdoğan "Ben o bölgeye gideceğim, gezeceğim" diyor. Öyle bir şey yok diyerek sürekli aksini iddia etmeye çalışıyor
Erdoğan
2010 senesinde Şemdinli’ye geldi. Genelkurmay Başkanı’yla birlikte
Gediktepe’ye gelip çevreye baktı, kontrol etti. Şimdi de o tepeye
gelsin. Eğer T. Erdoğan, TC’nin başbakanı olarak Gediktepe’ye gelip
orada kamuoyuna görüntü verirse o zaman onun bütün söyledikleri doğru
bizimki yalan. Yok, oraya gelmeyip de gidip Şemdinli’nin ya da
Kürdistan’ın başka bir yerlerinde dolanıp Gediktepe’ye gelmezse o zaman
dediklerinin hepsi yalandır, bizimki doğrudur. Ben bunu söylüyorum. Biz
demiyoruz ki Şemdinli’yi tümüyle kurtardık ama Şemdinli’nin bir çok
alanı tabii ki denetimimiz altındadır. Dediğim yere gelsin, 2 yıl önce
kendisi geldi, şimdi de gelsin. Onu söylüyorum.
O bölgedeki savaş bu kadar net ve somut bir durum mu?
Evet,
net ve somut. Şimdi bu bir savaştır. Yarın ben bakarım ki orada zarar
edeceğim, oradan çekile de bilirim. Bu bir savaştır. Geçmiş savaş
ustaları savaşın bir tür ticaret gibi olduğunu belirtmişlerdir. Yani sen
nerden nasıl kar sağlarsan onu öyle geliştirirsin. Şimdi bu da bir
devrim, bir halk hareketidir. Hangi taktik girişimden fayda sağlıyorsa
onu geliştirir. Diyelim, bugün böyle bir taktik süreç hareketi, Kürt
halkını güçlendiriyorsa bunda derinleşir ama yarın farklı bir durum
olur, farklı taktikler de gündeme gelebilir. Onun için şimdiden her şeyi
peşinen söyleyemeyiz, söylersek de pek doğru olmaz. Gelişmelere göre
süreç boyutlanacaktır, onu söyleyebilirim.
"HALKIMIZA ÖNEMLİ GÖREVLER DÜŞÜYOR"
Yalnızca
askeri anlamda baskılara karşı bir direnme değil, siyasi anlamda da
sömürgeci kurumları işlevsizleştirme gibi bir durum söz konusu. okul
boykotu, askere gitmeme, vergi vermeme gibi. Bu konuyla ilgili genel
sürecin karakteri nedir?
Bir kere herkes şunu iyi bilmeli.
Özellikle de yurtsever halkımız. İçinde yaşadığımız günler ve süreç çok
tarihi bir süreçtir. Bugün bölgedeki gelişmeler bölgeyi köklü bir
değişime ve yenilenmeye doğru götürüyor. Biz halk olarak da bu değişim
sürecinde artık bu sömürgeci kölelik sistemine son vermeyi önümüze
koymak durumundayız. Koymuş bulunuyoruz ama herkes anlamalı ki bütün
yurtsever kesimler bunu adam akıllı, ciddi bir biçimde gündemine
koymalı. Bu süreç bir fırsattır. Bunun 2 boyutu var: Birincisi
bölgedeki genel gelişmeler. İkincisi hareketimizin gelip dayandığı
nokta.
Yani hareketimiz işte demokratik, barışçıl yolların
hepsini tecrübe etti, denedi. Bununla birlikte bir yoğunlaşmayı yaşadı.
Açıkça söylersem bir güçlenme düzeyini yakaladı. Hem hareketin gelip
dayandığı nokta var, hem de bölgede yaşanan gelişmeler var. Bu ikisinin
gelişmesi Kürdistan’da güçlü bir sinerji ve devrimsel çıkış anlamına
gelmektedir. Böyle olması gerekir ve biz böyle gündemimize koymuş
bulunuyoruz. Önderliğimizin İmralı’da başlattığı direniş, Kürt
siyasetinin ve halkımızın bugüne kadar sergilediği direniş ve gerillanın
bugüne kadar göstermiş olduğu performans bunun alt yapısının ne kadar
gelişmiş olduğunu bize gösteriyor. Biz artık başarabiliriz. Önüne
geçemezler. Batı Kürdistan’da önüne geçmek istiyorlar. Geçseler bile
sonuç alamazlar. Toplumsallaşmış bir gerçeklik var.
Güney
Kürdistan’ı kabul etmek durumunda kaldılar, kaldı ki şimdi de stratejik
ilişki kuruyorlar. Orası bir Kürt federasyonudur, statü var. Kuzey’de
niye statü olmasın? 20 milyon Kürt orada. 5 milyonun olduğu Güney’de
statü var ve devlet bunu tanıyorsa niye Kuzey’e tanımıyor. Önder Apo’nun
özgürlüğü, Kürdistan'a statü hedefi güncel bir hedeftir. Biz buna
yürümek durumundayız. Şimdi bu konuda gelinen noktada artık herkes elini
taşın altına koymak durumunda. Yani her yurtsever, her aile, her
gencimiz, her kadınımız, her esnafımız, işadamımız, her emekçimiz ve
çalışanımız bilmeli ki bu tarihi bir süreçtir. Kendisi de üstüne düşen
görevi yapmalı. Çözüm için her türlü yolu denedik, şimdi gelinen noktada
direnmeliyiz. Çözüm direnişten geçiyor.
Erdoğan'ın son
açıklamaları ortada. Yani o da gösteriyor ki biz direnmeliyiz. Şimdi
halk nasıl direnmeli? Evet gerilla bugün çok önemli tarihsel bir hamleyi
başlattı. Kürdistan gençliğinin gerilla saflarında sergilediği
performans hepimizi etkiliyor. Beni şahsen çok etkiledi. Güçlere
gidiyoruz, güçlerin temel eleştirisi nedir biliyor musunuz? “Niye eyleme
katılmıyoruz?” Eyleme gidiyor, diyor niye en öne girmiyorum. Medya
Savunma alanında kalmış, diyor niye biz Kuzey’e en keskin çatışmaların
olduğu yere gitmiyoruz. Yani bir fedakarlık ve bir fedailik gelişmiş. Bu
çok önemli bir durum.
Eylem içinde eylem yapanlara tanık olduk..
Evet,
yüksek bir fedai ruh var. Herkes kendini feda etmek istiyor. Çok
tarihsel bir şey bu. Bu 1 kişi değil, 2 kişi değil, 100 kişi değil,
binlercedir. Binlerce fedai. Zafer için çok büyük bir olanaktır. Bu
anlamda biz artık başarıya yürüyeceğiz. Ama başarıya yürürken halkımız
ne yapmalı? Bir kere Kürdistan gençliği bilmeli ki bu tarihsel süreçte
rolünü oynamalı, katılım yapmalı. Ben Kürdistan gençliğine çağrı
yapıyorum: Bu dönem tarihsel bir süreçtir, olağanüstü bir dönemdir,
sıradan bir dönem değildir, görevlerinize sahip çıkın, katılın.
Bulunduğunuz yerde mücadeleye katılın, gerillaya katılın. Bu dönem bizim
kendimizi güçlendirme dönemidir. Uyuya kalma dönemi değildir.
Geleceğimiz buna bağlıdır. Bir bu. İkincisi, madem ki biz çözümün ana
halkaları olan bazı isteklerde bulunuyoruz. O isteklerimizi şimdiden
uygulayalım.
Devlet illa versin de biz yapalım değil; şimdiden
yapalım. Nedir bunlar. İşte biz diyoruz ki iki dilli yaşam. Yani
Kürtçenin de ikinci bir resmi dil olması. O zaman hiçbir Kürdistanlı,
devlet yetkilileriyle Türkçe konuşmasın, Kürtçe konuşsun. Devleti Kürtçe
konuşmaya zorlayalım. Evet, devlet şimdiye kadar inkar etti ama bizimle
barış içinde, bir arada yaşamak istiyorsa artık Kürtçe konuşmalı. O
vakit, biz devletle Kürtçe konuşalım. Yani biz Türkçeye karşı değiliz,
bak ben Türkçe konuşuyorum. Herkesle, toplumla Türkçe de konuşuruz ama
resmi makamlarla Kürtçe konuşalım.
İkincisi, okullar birer
asimilasyon odağıdır. Okullarda çocuklarımızı, gençlerimizi okutarak
Türkleştireceğini geliştireceğini düşünen sömürgeci zihniyet buna
dayanarak anadilde eğitim hakkını vermiyor. Seçmeli diyor boşa çıkarmak
için. Birileri bunları hak olarak görüyor. Hayır, biz meşru olan
hakkımızı boşa çıkarma taktikleri olarak görüyoruz o seçmeli ders
benzeri şeyleri. Öyledir zaten. Esas Kürt halkının istemini boşa
çıkarmak için tutuyor diyor seçmeli ders yaptık. İsmini bile söylemiyor.
Hayır efendim.
Bu bir toplumdur, bir halktır. Tarihi
derinliğine dayanan ve bir geçmişi olan bir halktır. Zengin bir dili
vardır, kendi anadiliyle eğitim görecektir. Anadiliyle eğitim görme
hakkı bir insanlık hakkıdır. Bugün yeryüzünde kabul edilmiş bir haktır
bu. Ama Türkiye bu hakkı tanımıyor. Bir insanlık hakkını, meşru bir
hakkı çiğniyor yani. O zaman biz çocuklarımızı okula göndermeyelim.
Gençler gitmesin. Bir yıl gitmesin canım. Gitmeyelim. Yurtseverler artık
böyle davranmalı. Bu önemli bir şey. Mademki tarihsel bir süreçteyiz, o
zaman bu tarihsel sürecin gereklerini her yurtsever, ben Kürdüm diyen
her bir kimse uygulamalıdır, bize göre.
Şimdi bir savaş var;
Kürtler diyor biz barış istiyoruz ama öbür yandan herkes gençlerini
cayır cayır askere gönderiyor. Sen askere gönderdikçe tabii o savaş
rantçılarının eli güçleniyor. Onlar da barışa gelmiyor işte. Gördük
yani. O kadar çaba sarfettik, sonuçta vurdular masayı devirdiler. O
zaman Kürtler çocuklarını askere göndermemeli. Kürtler demeli ki bu
devlete, şimdi savaş var, ben gidip de kardeşlerimi öldüremem, vicdani
ret böyle toplumsallaşmış bir biçimde farklı bir toplumsal tavır olarak
gündeme girmeli. Vicdani retçilerin eylemi kendi başına anlamlı bir şey.
O ayrı bir konu. Fakat toplum olarak böyle bir tutum alınmalı. Biz
gitmiyoruz, barış olsun gideriz desin. Hayır, biz bu savaşa gençlerimizi
göndermiyoruz, gençler de desin ki biz gitmiyoruz. Bu üçüncü bir yol.
Diğeri,
mahkemelere kimse gitmemeli. Tutuklu olanları zaten kolundan tutup
getiriyorlar. O ayrı. Onlar da zaten Kürtçe konuşmalı. O anlamda bu KCK
davası adı altında tutuklanan Kürt siyasetçilerinin kendi anadilinde
savunma yapma tutumu ve kendilerini anadillerinde savunma istemeleri çok
önemli. Ben buradan onların bu eylemini selamlıyorum. Bu dönemde 2
önemli ulusal tutumdan bahsetmek mümkün: Bunların birisi, bu siyasi
tutsakların ısrarlı bir biçimde mahkemelerde kendi anadillerinde savunma
yapma tutumudur. Bu konuda gösterdikleri cesaretlice çıkış ve yurtsever
tutumdur. İkincisi de Kürdistanlı dindarların Sivil Cuma Namazları adı
altında göstermiş oldukları çok değerli, çok anlamlı, İslam dinine de
uygun düşen ve kendi gerçeğine de sahip çıkmayı esas alan oradaki
tutumdur. Sivil Cuma Namazları adı altında yani din yoluyla asimilasyona
meydan vermeyen ya da onaylamayan bir tutum olarak çok anlamlı ve çok
değerli bir toplumsal tutumdur.
Sivil cumalar da en uzun süren eylem olarak tarihe geçti
Evet.
Bu iki tutum gerçekten değerlidir. Tüm Kürdistan halkı bu iki tutum
üzerine gerçekten düşünmelidir. İşte bu noktada yani mahkemelere
gidilmemelidir. Kendi sorunlarımızı kendi içimizde çözelim, kendi
kurumlarımızı oluşturalım, bölge meclislerimizi oluşturalım, toplumsal
sorunlarımızı çözme komisyonlarımızı oluşturalım. Kendi sorunlarımızı
kendi içimizde çözelim, sömürgeci mahkemelerin kapısında sürünmeyelim.
Bu bir tutumdur. Tutuklu olanları da getiriyorsa onlar da kendi
anadillerinde konuşmalı.
Son şey, devletle ilişkileri sınırlamak
ve vergi vermemektir. Belki bunun karşısında çok ceza keserler ama bu
çok tarihsel bir davadır, bir toplumsal davadır, bir ulus davasıdır.
Dolayısıyla herkes bu konuda biraz risk göze almalı, fedakarlık yapmalı.
Eğer bugün Kürt toplumu bu tutumu bu belirttiğim 5 noktada tutum koysa,
geliştirse bu savaşı durdurur. Şimdi herkes diyor ki çözüm olsun. Çözüm
böyle olabilir.
Şimdi şu var: Karşı taraf diyor ki PKK silah
bıraksın, PKK teslim olsun, Kürtler bize dahil olsun. Bu asla mümkün
değildir. Ne mümkün değil? Yani Kürtlerin Türk milleti içerisinde
Türkleşmesi Kürtler açısından artık mümkün değildir. Asimilasyon
başarısız olmuştur. 1925’ten bu yana geliştirilen Kürtleri Türkleştirme
siyaseti sonuç almamıştır. Belki bazı yerlerde Antep’te, şurada burada
bazı sonuçlar almış olabilir, onu yadsımıyorum. Ama gerçek şu ki, bu
toplumun ezici yoğunluğu Türkleşme noktasında değildir. Kendi ulusal
kimliğinde duruş sergileyen bir pozisyona sahiptir. Dolayısıyla o şey
mümkün değildir. Sen eğer bunu kabul edersen, o zaman silah
tartışılabilir. Yani o vakit bu sorunun çözümü, ya da barışın gelmesinin
yolu nedir? Barışın gelmesinin yolu Kürtlerin kendilerini kabul
ettirmeleridir. Çünkü karşı taraf diyor ki ‘Sen yoksun’ yok etmek
istiyor. Madem Kürtler yok olmayı kabul etmiyor, orta yerde durmamalı, o
zaman varlığını kabul ettirmelidir. Varlığını kabul ettirmek için de
böyle toplumsal tutum almalıdır. Aslında bu bir çeşit sivil
itaatsizliktir. Bence bu çok zor değildir. Biz kimseye demiyoruz; işte
çıkın meydanlara savaşın, bilmem meydanları tutun, bilmem işte kalkın,
şunu yapın bunu yapın, hayır diyoruz ki, madem ki biz Kürtler bugün
meşru bir dava yürütüyorsak, meşru hakkımızı talep ediyorsak, bu meşru
haklarımızı kendimiz şimdiden kullanalım. Devletin bu sömürgeci
siyasetini reddetme anlamına gelen bir tutum alalım, ulusal toplumsal
bir tutum alalım. Çözüm böyle gelir. Yani gerillanın hamlesi paralelinde
yurtsever demokratik kurum ve kuruluşların, Kürt halkının ve Kürt
halkının dostlarının böyle toplumsal bir tutumu teşvik etmesi,
örgütlemesi, geliştirmesi beraberinde tabii ki sömürgeciliği işlemez
hale getirecek ve dolayısıyla çözümü de gündemleştirecektir.
Yarın:
- AKP, derinleştirilmiş psikolojik savaş yürütüyor.
- Biz kimsenin yörüngesine girebilecek bir hareket değiliz.
- ETA yanlış bir çizgide, onlar gibi değiliz.
- Avrupa'daki Kürtler festivalde buluşmalı.
ANF