18 Temmuz 2012 Çarşamba

AKP Binmiş TOMA’ya Toslayacak Kayaya







VEYSİ SARISÖZEN
 
BRÜKSEL - Cengiz Çandar, “tatile çıkarken” yazdığı yazıda “bir iddia”dan söz etti. Şöyle: “Bir iddiaya göre, Nevruz’un ‘intikamı’ alınmış. Nevruz’da mülki idare, kutlamaları engellemeye kalkmış ama 1 milyona yakın insan selinin altında kalmışlardı. Bu kez, ne yapıp yapıp, BDP’nin mitingini yaptırtmayarak “Devlet halktan daha güçlüdür” mesajını vermek istemişler anlaşılan.”

Çandar’ın “bir iddiaya göre” dediği “Nevruz’un intikamı”nı alma amaçlı yasaklamayla ilgili Diyarbakır Valisi açık bir itirafta bulundu bile. Vali Mustafa Toprak aynen şöyle dedi:

“18 Mart Nevruz kutlamasında olduğu gibi dün de izinsiz olmasına rağmen miting yapacaklarını düşündüler. 18 Mart’ı yanlış değerlendirdiler. Devletin gücünü gözetmediler. Bunun bir aciziyet olduğunu düşündüler. Devlet istediği için 18 Mart’ta kimsenin burnu kanamamıştır.”

Şimdi ise “istediği için” Pervin Buldan’ın ayağı kırılmıştır. Pek çok kişinin “burnu kanamıştır”. Vali açık konuşuyor. Onun demek istediği açık: Biz bu yasağı, halkı direnişe mecbur edip, onun karşısında devletin ‘aciz olmadığını” kanıtlamak ve 18 Martın öcünü almak amacıyla koyduk...


Demek ki, mesele “silah bulundu”, “duyum alındı”, “yan yatıldı, çamura batıldı” filan değilmiş. Geçen Newroz’da barikatları yıkılan devletin, bu defa halka haddini bildirmesiymiş. Demek istiyor ki, “devlet isterse kimsenin burnu kanamaz, ama devlet isterse 14 Temmuzda olduğu gibi Milletvekilinin ayağı kırılır”...

Bu gerçeğin ta kendisidir. Bizim de dediğimiz budur.

Vali, AKP Hükümetinin İçişleri Bakanı tarafından verilen “Newroz’un intikamını alın” emrini, Amed’de zorbalıkla yerine getirmekle kalmamış, bu emri itiraf da etmiştir. Çandar’ın duyumu doğrulanmıştır.

İyi de, İçişleri Bakanının Valisi Newroz’un “intikamını” alabilmiş midir?

İstasyon Meydanı’nın polis tarafından “zaptedilmesine” ve Vekillerin bile saldırıya uğramasına bakılırsa, “intikam” alınmışa benziyor.

Yani AKP Hükümeti, 18 Mart’da Newroz Alanına barikatları yıkarak dolan bir milyon Amedliyi bu defa İstasyon Meydanına sokmamış...

On bin kere maşallah, yüz bin kere bravo...

Vali “intikam” almıştır, ama, “intikam” alırken, 18 Marttan beter bir “acziyete” yuvarlanmıştır. TOMA’ya binen Tayyip Erdoğan, Amed’de halk denilen kayaya toslamıştır. Şöyle:

Newroz yalnız Amed’de kutlanmadı. 18 Mart günü AKP hükümetinin yasakları yalnızca Amed’de kırılmadı. Hatta bunlar yalnız Kürdistan’da da olmadı. Tüm Türkiye’de, nerede bir Kürt varsa orada, AKP Hükümetinin Newroz yasağına karşı silahsız, sivil serhıldan patladı. O zaman bu Vali Amed’deki kendi “devlet gücüyle” halkın karşısında çaresizdi.

14 Temmuz’da AKP hükümeti Türkiye’deki bütün güçlerini Vali’nin emrine verdi. Tek bir kentin halkını bastırmak için ta İstanbul’lardan TOMA’ları Amed’e taşıdı.
Sonra ne oldu?

Bu “Türk milli gücü”, Amed’de yalnızca İstasyon Meydanı’nı “işgal” edebildi. Amed’in geri kalan her yeri Amed halkının elindeydi ve tek bir alanda yapılması planlanan miting, Amed’in bütün alanlarında, bütün mahallelerinde, bütün sokaklarında ve hatta evlerinde ve camilerinde amansız saldırıya karşı göğüs göğüse direnilerek gerçekleşti.

Vali 18 Mart’da tek bir meydanda, Newroz alanında “yenildi”. 14 Temmuz’da ise onun “acziyeti”, İstasyon Meydanı dışında, tüm Amed alanlarında acı bir şekilde gözler önüne serildi. Türkiye’nin bütün devlet gücü karşısında bir halkın bütün gün direnmesi ne demektir? Bu halkın her sokak başını tutan devlet gücü karşısında sokağa çıkması ne anlama gelmektedir?

Elinde silah olmayan bu halkın, tepeden tırnağa silahlı devlete başkaldırması anlamına gelmektedir.

Bundan büyük bir yenilgi olabilir mi?

Bu tür yenilgiler, AKP hükümetinin çöküşüne kadar belli ki sürecektir.

Daha şimdiden bu çöküşün uluslar arası ortamı doğuyor. Daha düne kadar Kürt sorununda konuşmayan Avrupa artık konuşmaya başlıyor. İşte Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye Raportörü Josette Durieu, 14 Temmuzdan beri AKP’nin “siber saldırısına” uğrayan ANF’ye şu demeci verdi:

“Ortada otonom haklarını isteyen bir halk var. Ve bu yokmuş gibi davranamayız? Bu mesele karşısında, Türkiye’nin siyasi karar dahil, her bakımdan kararını vermesi gerekiyor. Zira Türkiye’nin istikrara kavuşması için de bu gerekli. Nihayetinde bunun gideceği ve gitmesi gereken yol belli! Bu da yazılı bir metin veya sözleşme ile sonuçlanacak olan müzakerelerdir.

Evet müzakerelerdir... Ve muhatap ise karşınızda olanlardır. Bunlar kim? Kürt sorumlular, Kürt temsilcileridir!”

Ve AKPM Türkiye Raportörü PKK önderi Öcalan’la görüşmek için Hükümete başvurmuş bulunuyor.

AKP devleti güçten düşüyor. Yine Çandar’ın sözleriyle yazıyı bitirelim:

“Barışçıl gösteri yapmak isteyen insanların önüne, gaz bombaları, tazyikli su sıkan hortumlar, coplar, zırhlı ekipler ve panzerlerle dikilirsen, 85 kişiyi içeri atacak kadar pervasızlaşırsan, milletvekili falan dinlemeyip hoyratlaşırsan devlet halktan güçlü sanılır. Oysa Suriye’de Başşar’ın devleti, Hama’da, Homs’ta, İdlib’deki halktan ne kadar güçlüyse, Diyarbakır’daki ‘devlet’ de Diyarbakır ve bölge halkından o kadar daha güçlüdür. “