11 Nisan 2012 Çarşamba

'Faşizme Boyun Eğmeyeceğiz'

Milyonlar Adalet İstiyor İnisiyatifi, dün yaşanan Newroz gözaltılarını protesto ederek, "Faşizme boyun eğmeyeceğiz" dedi. Eylemde konuşma yapan ETHA editörü Arzu Demir, "gerçekleri halklarımıza ulaştırmaya devam edeceğiz" diye konuştu. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise operasyonun HDK'ye yönelik olduğunu belirtti.

Milyonlar Adalet İstiyor İnisiyatifi'nin çağrısıyla yüzlerce İstiklal Caddesi'nde yürüyerek, dün yaşanan Newroz gözaltılarını protesto etti. Eylemde sık sık "Özgür basın susturulamaz" sloganı atıldı.

Galatasaray Lisesi'nin önünde bir araya gelen kitle, "TMY ve ÖYM kaldırılsın, milyonlar adalet istiyor" yazılı pankart açıp, sloganlarla Taksim Meydanı'na yürüdü. Eyleme, gözaltında bulunan gazeteci Çağdaş Küçükbattal'ın fotoğrafları ile katılan ajans çalışanları da, özgür basının susmayacağını duyurdu.

Tutuklanan SGDF Başkanı Ali Tektaş ile gözaltında tutulan HDK İstanbul İl Yürütme üyesi Erdal Demirhan ile ESP Genel Başkanı Çiçek Otlu fotoğraflarının da taşındığı eyleme, HDK Eş Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ile ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ da katıldı.

Milyonlar Adalet İstiyor İnisiyatifi adına açıklama yapan Arzu Erdoğan, 19 kişinin Newroz gerekçesiyle gözaltında tutulduğunu hatırlattı, "Arkadaşlarımızın gözaltına alınma nedenlerini bilmiyoruz. Ancak sözlü olarak yapılan ve basına yansıyan açıklamalardan öğrendiğimize göre, Newroz gösterilerine katılmak ve terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak gibi artık ne anlama geldiğini kimsenin bilmediği bir gerekçe ile gözaltına alındıklarını öğrenmiş oluyoruz" dedi.

'BİR SORUMLU VARSA, O DA HÜKÜMETTİR'

Newroz'da meydana gelen bütün olayların sorumlusunun AKP hükümeti olduğunun altını çizen Erdoğan, "Eğer bir sorumlu aranacaksa, bu da doğrudan hükümetin bizzat kendisidir" diye konuştu.

Gözaltındakilere yönelik suçlamalardan birinin de "terör örgütüne yardım ve yataklık" olduğunu söyleyen Erdoğan, şöyle konuştu: "Oysa ki bizler, bugün açısından bu suçlamanın ne anlama geldiğini, neyin üstünü örttüğünü çok iyi biliyoruz. Bayram mı kutlamak istiyorsun, o zaman terör suçlaması ile karşı karşıyasın. Haksızlığa, hukuksuzluğa ve baskılara karşı mısın suçlama yine çok tanıdık, terör suçu."

"Newroz sonrası başlatılan gözaltı ve tutuklama furyasının hiçbir haklı ve kabul edilebilir yanı yoktur" diyen Arzu Erdoğan, asıl amacın toplumsal muhalefetin sindirilmesi olduğunu belirtti.

'ARKADAŞLARIMIZ SERBEST BIRAKILSIN'


Erdoğan, son olarak şunları söyledi: "Bizler, Milyonlar Adalet İstiyor İnisiyatifi olarak, bu zulme boyun eğmeyeceğizi bir kez daha ilan ediyoruz. Hükümetin bu faşizan uygulamalarına boyun eğmeyeceğiz, sessiz kalmayacağız. Devletin ve AKP hükümetinin, TMY ve ÖYM'leri dayanak yaparak gerçekleştirdiği bu ve benzeri operasyonlara son verilmesini, gözaltına alınan ya da tutuklanan bütün insanlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz."

'TESLİM OLMAYACAĞIZ, DİRENECEĞİZ'

BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de, saldırının HDK'ya yönelik olduğunu belirtti, "Arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır. Yargılanacak biri varsa o da, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü'dür, AKP hükümetidir. Halkların bayramını yasaklayan bu zihniyet yargılanmalıdır. AKP'nin uyguladığı faşizmdir, biz bu faşizme teslim olmayacağız, direneceğiz" dedi.

ETHA editörü Arzu Demir de, gözaltında tutulan Çağdaş Küçükbattal'ın fotoğrafını göstererek, "Çağdaş'ı hepiniz tanıyorsunuz, onlarca haberi izledi, yazdı. İstanbul'un bütün sokaklarında onun ayak izi var. 18 Mart günü de izlediğiniz haberlerin görüntülerinde onun emeği vardı. O gün gitti, kameramanlık yaptı, haberini yazdı. Bugün ise İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde tutuluyor" dedi.

'BİZ YAZMAYA DEVAM EDECEĞİZ'

Geçtiğimiz Aralık ayında Kürt gazetecileri hedef alan operasyonu hatırlatan Demir, "Bu baskılar sürecek. Ancak, aramızdan alınan arkadaşlarımızın yeri dolacak. Biz hem sokakta, gözaltına alınan, tutuklanan arkadaşlarımız için yürüyeceğiz, hem de gerçekleri halklarımıza ulaştırmaya çalışacağız. Bu topraklarda çok güçlü bir özgür basın geleneği var. Bunu 1990'lı yıllarda bitiremediler, şimdi de bitiremeyecekler. Biz yazmaya devam edeceğiz. Çağdaş bizim, meslektaşımız, arkadaşımız, yoldaşımız, canımız. Onu alacağız" diye konuştu.

Öğrenci Kolektifleri adına yapılan konuşmada da, "AKP faşizmi karşımında yılmayacağız. Hopa'da olduğu gibi şimdi de arkadaşlarımızı alacağız" dedi.

Eylem, sloganlarla sona erdi.

ANF NEWS AGENCY

Kürtleri Kim Yönetecek?

Filiz KOÇALİ
Kürtler “haklarımız” diye tartışmaya başladığında, anadilde eğitim yasağı, siyasi baskılar, PKK’nin legal siyasete katılımı ve Öcalan’ın özgürlüğü meselesi derhal rafa kalkıyor ve tartışma “Kürtleri kim yönetecek” konusuna geliyor. Bunu Kürtlerin hakkını hukukunu savunduğunu söyleyenler de yapıyorlar.

Kürtleri bugüne kadar 12 Eylül darbecileri yönetmiş, o darbecilerin anayasası ışığında ANAP, DYP, AKP yönetmiş, o yönetimlerin atadığı valiler canları isteyince trafik lambalarının bile rengini değiştirmiş, imza toplamayı bile yasaklamış, o yönetimlerin içişleri bakanlarının atadığı polis şefleri karakolda ve şimdilerde sokaklarda insanlara akıl almaz işkenceler yapmış, kimsenin gıkı çıkmamış, Kürtleri kimin yönettiği kimsenin umurunda olmamış. Şimdi olur da Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşir, Kürtler de özerk bölgelerde yaşarlarsa, onları kim yönetecek, onun tasası sarmış herkesi.


Efendim bakmışlar KCK sözleşmesine, otoriter bir yönetimi savunuyormuş. KCK Sözleşmesi’nden söz edeceğim ama önce BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Taraf’taki söyleşisine bir göz atalım...


***


Neşe Düzel soruyor:  PKK’ya dönersek... PKK, kendisine yöneteceği bir toprak verilmeden barışa razı olur mu? Yoksa PKK’nın en önemli şartı, kendisine yöneteceği bir bölge, bir nüfus, bir toplum verilmesi mi?


Demirtaş yanıtlıyor: Murat Karayılan KCK yürütme kurulu başkanı olarak bütün örgütü bağlayan bir açıklama yaptı 15 gün önce. “Türkiye’de yönetim anlayışı ademimerkeziyetçi olursa, seçimler de demokratik yapılırsa, kim kazanırsa bölgesel yönetimi o yönetir” dedi.


***


Demek ki neymiş? Kim kazanırsa o yönetecekmiş! İçiniz rahat olsun! Lakin bu kadar da değil. Devamı var. Demokratik toplum diye nitelenen sistemde esas olan, halkın kendi kendisini yönetmesi, kendisiyle ilgili kararlara oy vermenin ötesinde katılabilmesi, hesap sorabilmesi. Sadece siyasetçilerin değil, en küçük bir sokakta bile kurulacak meclislerde yer alan halkın, sivil toplum örgütlerinin, kadınlar, gençler, cemaatler gibi bütün toplumsal kesimlerin, engellilerin, kanarya sevenlerin, kısacası meclis biçiminde örgütlenmiş herkesin kararlarda söz sahibi olabilmesi. Demokratik toplum diye sözü edilen bu.


Şimdi gelelim KCK sözleşmesine... İstanbul’da BDP’lileri tutuklayan savcı bu sözleşmeyi dosyaya koymuş. Bence hayırlı bir iş yapmış. Ne yalan söyleyeyim, ben de böylece bu sözleşmeyi ilk defa derli toplu okuma fırsatı buldum. Daha sonraki yazılarımda yeniden ele alacağım ama şimdilik şu kadarını söyleyeyim, bu sözleşmeyi “yeni anayasa taslağı” diye önüme getirseler, bir-iki maddesi dışında tek bir itirazım olmazdı. Yani o kadar demokratik.


Herkesin “hizmet”ten anladığı farklı. Kimisi okul açar, dini yayar, aklına yatan iktidarları destekler, bazen kendisini alamaz, bürokrasiyi, emniyeti ele geçirir, daha ileri gider özel yetkili savcıları bile olur. Kimisinin ise “hizmet” anlayışı farklıdır. Daha demokratik bir ülkede yaşamak için, siyasi bir özne olabilmek için, kendi kendisini yönetebilmek için bir mahalle meclisinde yer alır. “Meclisimizi kurduk” diye gazetelere demeç verir, resimleri yayınlanır. Sırf bu yüzden de “illegal bir örgütlenmenin içinde yer aldığı” (maalesef hem illegal hem de otoriter bir örgüt) gerekçesiyle “hizmet” aşkıyla yanan özel yetkili bir savcının karşısında buluverir kendisini. Tanrı Kürdü otoriter bir rejimden korusun!


KCK Sözleşmesini okumak için tıklayın:

http://guncelyorum-canadil.blogspot.fr/2010/10/kckkoma-civaken-kurdistan-sozlesmesi.html

 

Ahmedinejad’ın Suyu Isındı

Hamaney ve Ahmedinejad
İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı uzun süre önce gözden çıkardığı iddia edildi. Hamaney’in 2013’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sürpriz bir ismi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtacağı belirtildi.

Alman Die Welt gazetesinde yer alan bir habere göre, İran dini lideri Ali Hamaney’in, Ahmedinejad’ı tamamen gözden çıkarmak için geçtiğimiz ay yapılan parlamento seçimlerini beklediği iddia edildi. Ahmedinejad’ın kız kardeşinin milletvekili seçilemediği hatırlatılan haberde, İran Cumhurbaşkanı’nın meclisteki desteğini kaybettiği vurgulandı. Hamaney’in Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ı güven oylaması tehdidiyle baskı altında tuttuğu belirtildi.


Dini lider Hamaney’in 2013’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise adayını şimdiden belirlediği savunuldu. Batı basını Hamaney’in 2013’teki seçimlerde cumhurbaşkanı adayının şimdiki meclis başkanı Ali Laricani olduğunu iddia ediyordu. Ancak Hamaney’in sürpriz bir ismi tercih edeceği belirtildi. Dini lider Hamaney’in kendisine sadık, aynı zamanda akrabası olan felsefe profesörü Gülam Ali Haddad Adel’i cumhurbaşkanı adayı göstereceği belirtildi.


Obama’nın mektubu


Haberde, İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in, BMGK’nin daimi üyeleri ve Almanya ile İstanbul’da yapacağı nükleer pazarlıkta da Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı tamamen devre dışı bıraktığı ileri sürüldü. ABD Başkanı Barack Obama’nın Başbakan Tayyip Erdoğan aracılığıyla, Hamaney’e bir mektup göndererek, İran’la nükleer sorunun siyasi yollardan çözümünü istediği belirtildi.


Çin’den esneklik çağrısı


Bu arada Çin, İran’ın nükleer programıyla ilgili İstanbul’da yapılacak görüşmelere katılacak ülkelere esnek ve sabırlı olmaları çağrısında bulundu.

 
Şahın oğlu: İsrail yardım etsin

İran’ın devrilen şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin sürgündeki oğlu Rıza Pehlevi, İsrail’e, İran’ı bombalamaması, bunun yerine yönetime karşı muhalefete yardım etmesi çağrısında bulundu. Rıza Pehlevi, İsrail’in Channel 10 televizyonunda yayınlanan söyleşisinde, İran’ı bombalamanın rejimin çıkarına olacağını ifade ederek, İsrail’in teknolojik, finansal ve diğer kaynaklarını kullanımlarına sunarak İranlı muhaliflere yardım etmesi çağrısı yaptı. Pehlevi, Washington’daki evinden yaptığı söyleşide, mevcut İran rejimini “fanatik” diye nitelendirerek, gerçek İranlıların bölgede topyekün bir savaşa neden olabilecek, nükleer sahalara bir saldırıdan ziyade İsrail’in yardımını takdir edeceklerini kaydetti. Rıza Pehlevi, “En iyi seçenek, İran halkının kendisi olan, halihazırda dünyadaki en iyi orduyu saldırıya hazır hale getirmektir. Buna yardım etmezseniz Allah hepimizin yardımcısı olsun” diye konuştu.

Roboski-Uludere Katliamının Suç Ortakları Sessiz

Roboskililerin de katıldığı partisinin grup toplantısında konuşan BDP Eşbaşkanı Kışanak, ‘Katliamı Genelkurmay ve Başbakanlık birlikte yaptı. Başbakan’ın sessizliği suç ortaklığı sessizliğidir’ dedi

Adalet için Ankara’ya giden Roboskili aileler BDP’nin grup toplantısına katıldı. Toplantıda BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Roboski Katliamı’nı ve sorumlulardan hesap sorulmamasını değerlendirdi. Kışanak, “Başka bir durum olsaydı Başbakan ortalığı yıkmıştı. Meclis belge istiyor kimse yollamıyor. Bu sessizlik suç ortaklığının sessizliğidir. Herkes biliyor ki hükümet dışında sınırötesi operasyon yapılamaz. Genelkurmay ve Başbakanlık operasyonu birlikte yapmıştır” dedi.
 
BDP: Başbakan Roboski Katliamı’nın suç ortağı

BDP’nin grup toplantısına Roboski’de hayatını kaybedenlerin aileleri ve yakınları da katıldı. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Roboski Katliamı’nın üzerinden 104 gün geçtiğini ancak katliamın sorumlularının ortaya çıkarılmadığını hatırlatarak, “Başka bir durum olsaydı Başbakan ortalığı yıkmıştı. Meclis belge istiyor kimse yollamıyor. Hani milletin temsili burasıydı. Hani vesayet kalkmıştı. Bu sessizlik bir suç ortaklığının sessizliği. Herkes biliyor ki, siyasi iktidar dışında sınır ötesi operasyon yapılamaz. Genelkurmay ve Başbakanlık bu operasyonu birlikte yapmıştır” dedi.


Bi xêr hatin


BDP Grup Başkanvekili Gültan Kışanak partisinin grup toplantısında konuştu. Kışanak’ın konuşması sırasında Roboski’de yakınlarını kaybedenlerin aileleri, BDP grup toplantısına katıldı. Ailelerin gelişi sırasında BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, Kürtçe konuşarak aileleri selamladı. Kaplan, grup toplantısına katılan ailelerin isimlerini tek tek okudu. Kaplan’ın isimleri okumasının ardından salonda bulunanlar ayağa kalkarak, alkışladı. Ailelerin yerleşmesinin ardından konuşmasına devam eden Kışanak, Kürtçe ailelere “hoş geldiniz” dedi. Kışanak, Roboski Katliamı’nda yakınlarını yitiren ve adalet arayan ailelerin Meclis’e geldiğini belirterek, “Sizleri saygıyla selamlıyoruz. Bu onurlu duruşunuzu da kutluyoruz” dedi.


‘Katiller ortada yok’


Roboski Katliamı’nın insanlığın vicdanında derin yaralar açtığını söyleyen Kışanak, “104 gün geçti ancak katiller ortada yok. Bu da ikinci bir yara. Bu ülkede bizi katledenler hesap versin demek için bile yeniden mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. Ölüm büyük bir yara, ama katillerin ortaya çıkmaması en az onun kadar büyük bir yaradır” diye konuştu. Kışanak, Roboski’de yaşanan katliamın toplumsal bellekten silinmeyeceğini söyleyerek, “Bu ülkede savaş uçaklarına kimin emir vereceği açık ve net ortadadır. Bu insanları savaş uçakları ile katlettiniz. Savaş uçaklarına kimin emir vereceği belli değilse o uçaklar bir gün Meclis’i de bombalar. Bunu mu demek istiyor iktidar. Sürekli üstünü örtmeye çalışıyorlar. Çok basit bir soru soruyoruz. Katiller nerede? Savaş uçaklarına kim emir verdi? Her yerde soruşturma var, ama katiller ortada yok” dedi.

‘Üstünü örtmeyeceksiniz’


104 gündür gerçeklerin Türkiye ve dünya kamuoyu ile adaletten gizlenmeye çalışıldığının altını çizen Kışanak, “Başka bir durum olsaydı Başbakan ortalığı yıkmıştı. Meclis belge istiyor, kimse yollamıyor. Hani milletin temsili burasıydı. Hani vesayet kalkmıştı. Başka bir konu olsa başbakan kıyameti koparırdı. Bu sessizlik bir suç ortaklığının sessizliği. Herkes biliyor ki, siyasi iktidar dışında sınır ötesi operasyon yapılmaz. Genelkurmay ve Başbakanlık bu operasyonu birlikte yapmıştır” diye konuştu. Kışanak, Roboski’de yaşanan katliamın tüm oyalamalara rağmen hesabının sorulacağının altını çizerek, kimsenin katliamın üstünü örtmeye gücünün yetmeyeceğini dile getirdi. Kışanak, “Yargıdan, adaletten kaçabilirsiniz, ama halkın adaletinden kaçamazsınız. Bunu aklınıza yazın. Vicdanınız ve insanlığınız varsa ortaya çıkın ve hesap verin. Katliamın sorumluları kaçarak kurtulamayacak” dedi. Roboski davasının peşini hiçbir zaman bırakmayacaklarına işaret eden Kışanak, ailelere seslenerek, “Biz her zaman sizinle birlikteyiz. Roboski davası sadece sizin değil bizim de davamızdır. Vicdanların ve insanlığın davasıdır. İnsanlığı olan herkes bu davaya sahip çıkacak ve hesabını soracak” dedi.
 
Katliam emrini kim verdi?

Roboskililer AKP ve CHP ile de görüştü. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, Savunma Bakanlığı yazısında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturmayı gizli yürütmesinden dolayı tereddütler olduğunu kaydetti.

Mehmet Ali Tosun’un babası Zeki Tosun da, ‘’Failleri bellidir. Adalet istiyoruz’’ diye konuştu. Üstün, “1980’de olanın hesabı şimdi veriliyor. Bu biraz zor mesele” dedi. Üstün’e tepki gösteren Ferhat Encü ise “Eğer davamız 30 yıl sonraya ertelenirse kimi yargılarsanız yargılayın...’’ dedi.

Heyet, AKP’li Ayşe Nur Bahçekapılı ile de görüştü. Roboskililer, Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın Roboski ziyareti hatırlatarak Emine Erdoğan’ın “Analar isterse barış olur’’ dediğini anımsattı: “Kürtlere barış eli uzansın. Hepimiz madem ki kardeşiz, ırkçılık olmasın.”

Ubeydullah Encü ise uçaklardan bomba atılması emrini kimin verdiğini öğrenmek istediklerini söyleyerek, “Ayrı bir Cumhuriyet kurmak istemiyoruz. Bunu kim yapmışsa, bulunmazsa her gün buradayız” dedi. Roboskililer CHP’li Muharrem İnce ile de görüştü.
 
Roboskililer: Neredesin ey insanlık!

Meclis’te BDP Grup Toplantısı’nda konuşan Roboskili aileler, aradan geçen uzun zamanın ardından katliamın sorumlularının ortaya çıkarılmamasını eleştirerek, Başbakan Tayyip Erdoğan’a “Neredesin ey insanlık” diye seslendi. Aileler, Türk annelerine de çocuklarını askere göndermemeleri için çağrı yaptı.

Şirnex’in (Şırnak) Qilaban (Uludere) ilçesine bağlı Roboski Köyü’nde TSK’ye ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu yaşamını yitiren 34 yurttaşın aileleri ve yakınları, Meclis’e gelerek BDP grup toplantısına katıldı. Aileler Kışanak’ın yaptığı grup toplantısının ardından Ankara’ya geliş amaçlarına ilişkin kürsüye çıkarak konuşma yaptı. Ailelerden ilk sözü alan Ferhat Encü, yaptığı Türkçe konuşmada, Ankara’ya adalet için geldiklerini belirterek, çeşitli temaslarda bulunacaklarını söyledi. Encü, faillerin bulunması için mücadele etmeye devam edeceklerini kaydetti.


Ferhat Encü’nün ardından konuşan, katliamda yaşamını yitiren Erkan Encü’nün annesi Felek Encü ise, yaptığı Kürtçe konuşmada, oğlunun okul kitabını göstererek, “Madem bu Türkçe kitabı ona verdiler o zaman ona adalet de versinler. Artık yeter adalet istiyoruz. Bizim çocuklarımız öldü. Başka çocuklar ölmesin. Artık bu kan dursun” dedi.


Gözyaşları sel oldu


Encü’nün, konuşması sırasında duygusal anların yaşandığı salonda vekiller ve misafirler gözyaşlarını tutamadı. Başbakan Erdoğan’ın miting alanlarında kullandığı “Neredesin ey insanlık” sözüne atıfta bulunan Encü, yaşanan katliama dikkat çekerek, “Neredesin ey insanlık” diye sordu. Encü, “Suriye ve Filistin için insanlık isteyenler acaba biz Kürtler için ne zaman insanlık isteyecek. Tazminatı kabul etmeyeceğiz. Bizi para ile satın alamazsınız” dedi. Türk annelerine seslenen Encü, “Çocuklarınızı askere göndermeyin biz oradayız ve görüyoruz her şeyi. Başbakan ve Genelkurmay Başkanı orayı görmüyor” dedi.


Siz önce kendinize bakın!


Ardından konuşan Narin Ant ise, katliamın sorumlularının bulunmasını isteyerek, “Biz para istemiyoruz. Üstünü örtmeyin. Siz örterseniz biz bunu yaptırmayız” şeklinde konuştu. Başbakan Erdoğan’ın sık sık Suriye yönetiminin halkın taleplerini dinlemesi yönünde yaptığı çağrıya atıfta bulunan Ant, “Siz önce kendi halkınızı bombalamayın. Sonra başka halklara yardım edin. Kardeşim satılık değildir” dedi.


Veli Encü de, katliamın sorumlularının yargılanmasını isteyerek, kardeşinin olayda parçalanan saati ve not defterini göstererek, faillerin açığa çıkarılmasını istedi. Ailelerin konuşmalarının ardından konuşan BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan ise, “Ya bu çatı altında bu sorunu çözeceğiz. Ya da bu çatı hepimizin başına çökecek” dedi.

Kirli Tampon Savaşı

Suriye ve Rusya Dışişleri Bakanları
Annan Planı’nı kabul eden Esad’a verilen süre dün doldu. Suriye plana uyduğunu açıkladı. ‘Tampon bölge’ hesabı yapan Türkiye ise savaş istedi

ANKARA SAVAŞ ÇAĞRISI YAPTI

Daha önce “yazılı güvence” isteyen Suriye’den dün nispeten daha olumlu bir açıklama geldi. Moskova’ya giden Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, ateşkes çağrısına uyacaklarını açıkladı. Muallim, muhalifleri silahlandırmakla suçladığı Ankara’nın da plana bağlılığını açıklamasını istedi. Ancak Ankara’nın tutumu savaş oldu.

ERDOĞAN ‘FARKLI OLAN’A DOĞRU GİDECEK

Esad sonrası Kürtlerin statü elde etmemesi için “tampon bölge” ve “Kürt kentlerini işgal” seçeneklerine yoğunlaşan hükümet ise Suriye’ye savaş açma çağrısı yaptı. Erdoğan Pekin’de, “Sınır ihlali yapılmıştır, gereğini yerine getireceğiz. En isabetli olan neyse, oradan farklı olana gitme yönünde adım atacağız” dedi.
 
Geri sayım başladı

Şam yönetiminin “yazılı güvence” olmadan 10 Nisan takvimli Annan Planı’nı hayata geçirmeyeceklerini açıklamasından sonra tansiyon yükselirken, Moskova’ya giderek Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşen Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’den ateşkes çağrısına uyacakları açıklaması geldi. Ankara’nın da Annan Planı’na bağlılığı istenirken Şam resmen Ankara’yı muhalifleri silahlandırmakla suçladı. 

Esad sonrası Kürtlerin statü elde etmemesi için tampon bölge ve Kürt kentlerini işgal seçeneklerine yoğunlaşan Başbakan Tayyip Erdoğan ise, Suriye’ye savaş açma çağrısı yaptı.

Şam’ın 10 Nisan takvimine uymayacağı yönündeki açıklamaları gerilimi yükseltmişti. Bunun üzerine Moskova’ya giden Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la görüştü. Lavrov-Muallim görüşmesi sonrasında basın toplantısı düzenlendi. Lavrov, “Muallim ile planın uygulanması konusunu detaylı bir şekilde görüştük. Suriyeli yetkililerin kent ve kasaba merkezlerindeki ağır silahların kullanımıyla ilgili taahhütlerine bağlı olduklarını bir kez teyit edildiğini not ettik” dedi. Lavrov, Suriye’de tüm taraflara biran önce ateşkese uyması çağrısında bulundu. Lavrov, “Suriye yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Suriye hükümeti barış planını uygulama konusunda daha aktif ve daha kararlı olabilirdi. Annan planının uygulanması için Suriye hükümetinin hala atması gereken adımlar var. Annan planını destekliyoruz. Bize göre daha fazla önlem alınmalı ve bu planını uygulanması için daha fazla çaba harcanmalı. Bu konudaki görüşümüzü çok açık bir şekilde Suriye’ye açıkladık” dedi. “Annan planı Suriye Ulusal Konseyi tarafından da kabul edilmemiş görünüyor” şeklinde konuşan Lavrov, Suriye’de soruna siyasi çözüm bulunabilmesi için tüm tarafların anlaşmaya uyması gerektiğini söyledi.


Hükümetin bazı kent merkezlerindeki askeri güçlerini çektiğini belirten Muallim, BMGK’nin ateşkes planının uluslararası gözlemci grubunun sevkiyle eşzamanlı başlaması gerektiğini söyledi. Lavrov, BM gözlemcilerinin de birkaç gün içinde Suriye’ye giderek çalışmalara başlamasının önemine işaret etti. Lavrov, “Birkaç gün içinde bölgeye gidecek olan gözlemciler bize bağımsız bilgi aktaracak” şeklinde konuştu.


‘Ankara söz verdi’


Lavrov, bir gazetecinin sorusu üzerine, Suriye’ye karşı tek taraflı bir adım atılmayacağına dair Türkiye’nin kendilerine güvence verdiğini söyledi.  Ankara’dan Kofi Annan Planı’nın çökmesi halinde bir kaç gün bekleyeceği ve ona göre bir karar alacağına dair açıklamalar geldiğini kaydeden Lavrov, “Türk mevkidaşım Ahmet Davutoğlu ile yaptığım telefon görüşmesinde özellikle bunun ne anlama geldiğini sordum. Bana tek taraflı bir hareket olmayacağı ve Türkiye’nin planlarının olmadığına dair güvence verdi” dedi.


Türkiye’ye resmen ‘silah’ suçlaması

Muallim de şehirlerden askeri güçlerini çekmeye başladıklarını da ifade ederek, ''Bir çok bölgeden güçlerimizi çektik'' dedi.


Muallim, Suriye’ye yasadışı giren silahlı oluşumları desteklemekle suçlayıp, Ankara’dan Suriye’nin egemenliğine saygı çerçevesinde Annan Planı’na bağlı olduğunu deklare etmesini talep etti. Muallim, “Ne yazık ki Türkiye, sadece yasadışı oluşumlar eliyle Suriye halkının bir kısmının yasadışı şekilde topraklarına getirilmesini sağlamıyor aynı zamanda bu yasa dışı oluşumları silah vererek ve Suriye’ye yine yasadışı yollarla sızmaları için üs sağlıyor. Tüm bunlar Annan Planı’na aykırı” dedi.


Türkiye’nin kontrolünde tampon bölge oluşturulmasıyla ilgili soru üzerine Muallim, “Egemen bir ülkenin başka ülkelerin egemenliğini de savunması gerekir. Ancak bunu üzülerek not etmek zorundayım: Türkiye, Suriye sınırındaki sorunların sorumlularından biri. Türkiye, tüm ülkeler tarafından Suriye’nin egemenliğine saygı ilkesine dayalı olan Kofi Annan Planı’na karşı yükümlülüğünü deklare etmeli” ifadesini kullandı.


ABD sonraki adımı planlıyor


Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney, “Eğer Annan geri çekilme konusunda Suriyeínin taahhütlerine uymadığı sonucuna varırsa, ‘sonraki adımlar’ konusunda müttefiklerimizle birlikte çalışacağız. Masum sivillere yönelik gaddarlığın ve baskının arttığına dair çok kanıt var” diye konuştu.
 
Planın işleyişi

Fransa, Suriye’nin, uluslararası özel temsilci Kofi Annan’ın planını uygulamaya başladığı yönündeki açıklamalarını yalanlarken, BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı ve Şam yönetiminin kabul ettiği plana göre, askerler 10 Nisan’da yerleşim yerlerinden çekilecekti. Bunu 48 saat içinde tam bir ateşkes izleyecek ve ardından siyasi diyalog aşamasına geçilecekti.

Özetle 10 Nisan: Hükümet asker ve ağır silahlarını yerleşim birimlerinden çekecek.

11-12 Nisan: Muhalefetin de katılımıyla ateşkes uygulanmaya başlayacak
12 Nisan sabahı 06:00: Her türlü şiddet durmuş olacak

Ateşkes sonrası: Tüm tarafların katılımıyla siyasi görüşmeler başlayacak


Humus’ta saldırılar devam ediyor

Suriye ordusuna bağlı birlikler dün sabah saatlerinden itibaren Humus’un Curatu Şeyyah Mahallesi’ndeki evlere tanklar ve ağır silahlarla saldırdığı öne sürüldü. Suriye Genel Devrim Konseyi üyesi Ebu Adnan, Hama ve Humus’ta operasyonların devam ettiğini ve ordunun birliklerini kentten çekmediğini, 40 kişinin daha öldürüldüğünü söyledi.. Konsey 9 Nisan’da da Halep kenti çevresinde gerçekleştirilen operasyonlarda güvenlik güçlerinin ateş açması ve atılan roketlerin yerleşim birimlerine düşmesi sonucunda 30’u Tel Rıfat kentinde olmak üzere Halep’te 48, Humus’ta tankların rastgele ateşinde 22, Hama’da 17’si çocuk 8’i kadın 32, İdlib kentinde 5, Şam’ın banliyölerinde 4, Lazkiye, Dera, Haseke, ve Deyr Zor kentinde de birer kişi olmak üzere 115 kişinin öldürüldüğünü savundu. Baskı politikası gelişmeleri doğrulatmaya izin vermiyor.

Suriye: Operasyonlar Yarın Bitiyor

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim
Bir yılı aşkındır çatışmaların sürdüğü Suriye’den gelen son açıklamaya göre ordu operasyonlarını yarın sabah itibariyle durduracak.

Suriye hükümeti, ülkede ateşkes sağlanması için kendisine verilen sürenin dolmasına 12 saat kala önemli bir açıklama yaptı. Açıklamada, yarından itibaren askeri operasyonların durdurulacağı belirtildi. Suriye hükümetinin kabul ettiği Annan planı, Perşembe sabahı yerel saatle 06.00'da ülkede ateşkes sağlanmasını öngörüyordu.

Bu arada Rusya,Suriye'deki muhaliflere seslenerek 'Şam yönetiminin ateşkes adımına karşılık vermeli' diye açıklama yaptı.

Öte yandan BM ve Arap Birliği'nin Suriye temsilcisi Kofi Annan, Şam yönetiminden ateşkese uyacağına dair yeni güvenceler aldığını söyledi.

Annan, hükümetin çatışmalara nasıl son verileceği ve altı maddelik plana nasıl uyulacağı konusunda açıklamalarda bulunduğunu belirtti.

İran ziyareti sırasında konuşan Annan "Eğer tüm taraflar planı uygularsa sanırım yarın sabah 06:00 gibi bölgede durumun iyileştiğini görebiliriz" diye konuştu.

Annan, Tahran'daki temasları sırasında Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile görüştü ve destek istedi.

Bölgenin "bir şoka daha dayanamayacağını" söyleyen Annan, Suriye'de yapılacak yanlış hesap ve hataların "tahayyül edilemez sonuçları" olacağını belirtti.

Şam yönetiminin başlıca müttefiklerinden olan İran'ın Dışişleri Bakanı Salihi ise buna karşılık "Barış planı bu yaklaşımı sürdürdükçe, İran da destek verecektir" dedi.

ANF NEWS AGENCY

Arap Baharı, Tuareg’ler ve Kürtler

Kuzey Afrika’yı kaplayan Büyük Sahra çölüne serpilmiş, yerli bir halktır, onlar. Tuareg derler, adına. Yurtları, yer yer ot bitmeyen kumul tepeler, düzlükleriyle, sonsuz çöl...

Tuareg’ler, çölün ruhen özgür göçebeleridir. Fakat Kürtler’e benzerlikle, kendi yurtlarında vatansızdı. Yurtları Mali, Libya, Cezayir, Nijer, Burkina Faso arasında bölüşülmüştü.

Onların geleneksel ruh derinliklerini, ilk defa Alberto Vazquez-Figueroa’nın, „Tuareg“ adındaki romanının baş kişisi, onuru çiğnenmiş Gazal Sabah’ın işgal gücü askerlerle kişisel savaşıyla kavradım. Kitabı okurken, onuru uğruna, „çi dibe bira bibe“ diyen Kürdün sesini duyar gibi oldum.

Vazquez-Figueroa onları, „Büyük Sahra bölgesinde gelenekleri, töreleri ve ahlak anlayışlarıyla, Kuzey Afrikalı Araplar, Berberilerden çok farklı, uçsuz, bucaksız çölün tümüyle kendileri olan efendisi, gururlu bir ırk“ diye tanımlanıyordu.

Siyah Afrikalılar, Araplarla komşu, ticarette ilişkili olmalarına rağmen, tarih boyunca kendileri olarak kalmışlardı. Çöl Araplar’ı gibi giyiniyor, tamamına yakını çadırlarda yaşıyor, ama Araplar’da kadın, gözleri açıkta kalacak şekilde yüzünü kapatırken, onların geleneğinde erkekler kapanıyordu. 

Kürtler de, tarihleri boyunca Araplar, Persler, kuzey ve batıdaki yönetimler ve en son onların kalıntısı Türklerle komşuluk ilişkileri içinde yan yana yaşamış, onlarla alış-veriş yapmış, ama gelenekleri, töresel yaşama biçimleri, dilleri, kültürleriyle hep kendileri olarak kalmışlardı.

Onlar, Kürtlerden farklı olarak dağınık, birbiriyle irtibatları kesikti. Bir aile, aşiret sonsuz kumluğun bir kuyusuna konuyorsa, öteki onlarca kilometre ötede çadır (kon) açıyordu.

Buna rağmen, birlik için örgütlenmeye çabaladılar. Kürtlerinki kadar tarihi derinlikte olmasa bile, zaman zaman alevlenen sıcak savaşlarla bağımsızlık mücadelesi verdiler. Bu savaşta sınıf, kat, katman çıkarını gözetip, önde tutmak yok, Kürtlerinki benzeri adı üstünde, bütün olarak „Welat“ın kurtuluşu vardı.  Gazal Sabah benzeri mülkiyetinde su kuyusu olanın da, deve, keçi sürüleri sahiplerinin, üç keçisi, bir devesi olanın, hiç bir şeyciği olmayanın da ortak hayali, buydu.

Mali Cumhuriyetine karşı, bu hayalle bir ve beraber oldular. Amerika’nın „Arap Baharı“ savaşından faydalanıp, bağımsızlıklarını ilan ettiler. Onlar şimdi, çöl ülkesinin başı dik efendileri.

Amerika’nın kimseye özgürlük, demokrasi bağışlama gibi bir derdi yok. O kendi çıkarına bakıyor. İyi hizmet veriyorsa, Kürtlere kan kusturan TC ırkçılığı da, insanları biat mengenesinde sıkıştıran Katar ve Suudi Arabistan’da „demokrasi şahane“dir. Onun için, üçü bir arada Amerikancı „Arap Baharı“nın motorudur.

O nedenle, „Bahar“ dedikleri „İslamik alemde, zamane dünya savaşı“, İslam dünyasını yeni bir vakte kadar elde tutmak, Amerika’nın çıkarına uygun biçimde, „zaptu rapt altına“ almaktır.
 
Bütün büyük savaşlarda olduğu gibi „zamane“ dünya savaşlarının da sonuçları vardır. Arap Baharından önce, Berlin duvarının yıkılışı da evrensel bir savaştı. Bu savaştan sonra Avrupa ve Asya’da sayısız halk devletleşti.

Arap Baharının ilk sonucu Güney Sudan’ın özerkleşmesi, ikincisi de Tuareg’lerin halk olarak „Avazad“ adıyla devletleşmesidir. Suriye’de ayak altında olan Kürtler ise sırada…

Fakat, Arap Baharında TC, Amerikan çıkarları için kale kapılarını döven koç başı, yeri geldiğinde İslamı görünüşlü Truva atı aldatmacasıdır. Hizmetine karşılık aldığı güçle, Kemalist İslamın yeni versiyonu „İkinci Cumhuriyet“i inşaya başlamış, bu arada Kürtlerin kapısında, ırkçı „qeda“ kesilmiştir.

Hizmet mukabilinde, içerideki Kürtleri yok edecek „akıllı bombalar“ alıyor, Amerika’dan. Kürtleri baskı kıskacında tutmak için, kendi rejimini Suriye’ye ihraç edip, fitne birlikler duvarları örüyor.

İran’la boğazlaşıyor, ama Kürtlere şer sürmek söz konusu olunca „patadak“ müteffik olabiliyor.

Kuzeydekilerden sonra Suriye Kürtlerine de özerklik haram, sağlıklarına zararlı, fakat soydaş ırkçılığı mübahtır, AKP-Fethullah Gülen İslamında.

 TC Başbakanı, Çin’e giderken, Uygurlar nereden soydaşı oluyorsa, özerk Uygur bölgesine iniyor ve burada, „soydaşlarımızın asla zulüm göremesini istemiyoruz. Asimile edilmeden nasıl olur, buna bakmak gerekir“ diyordu.

Aynı Başbakan Almanya’da da „asimilasyon insanlık suçudur“ demişti.

Böyledir bunların dini, imanı, vicdan ve İslama bağlılığı. Soydaşa dokunuyorsa asimilasyon suç, Kürtlerin dilini, benliğini, kişiliğini körelterek onları ırkçı potada eritmekse İslam’a uygundur. 

Kürdistan’ın özerkliği Suriye’de de olsa savaş ittifakıdır. Tuareg’ler Sahra çölüne serpilmiş bir avuç insandır. Onlar bile bağımsızlık ilan ettiler.

TC’nin bunca ırkçılığa rağmen, hala ulusal kurtuluş çizgiye yan giden Kürtler ne düşünüyor, acaba?

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

‘Ortadoğu’da Asıl Tehlike Türkiye’dir’

Türkiye’de AKP’nin siyasal iktidarı ele geçirmek için takındığı “özgürlükçü” maskesinin, Türkiye’yi tehlikeli ve islami bir rejime dönüştürdüğü geç de olsa farkedilmeye başlandı. İsviçre basınıda ve en ciddi uluslararası basın organlarında son günlerde yapılan yorumlar, AKP’nin maskesini de artık takma gereği duymadan, Türkiye’yi islami bir ülkeye dönüştürdüğünü kabullenmeye başladıklarını gösteriyor.

Uluslararası finans çevrelerinde etkili olan ve önemsenen İsviçre Credit Suisse Bulletin dergisine bir değerlendirme yapan Ortadoğu uzmanı Peter Scholl-Latour Arap dünyası ve Türkiye’ye ilişkin yaptığı bir değerlendirmede, artık batılı değerlerin Arap ülkelerinde hayat bulmasının mümkün olmadığını kabul edilmesi gerektiğini ve kendisinin de buna ikna olduğunu belirterek, Suriye konusunda da çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. “Suriye’de neler olduğu tam bilinmiyor. Şii azınlık iktidardan düşürülürse, ülkede Şiiler  katliamlardan geçirilecek. Esad rejimini Hristiyanlara da hayli hoşgörülü davranıyordu” dedikten sonra Türkiye hakkında şu değerlendirmelerde bulundu. “Türk Başbakan Erdoğan neredeyse tamamen laikliği yürürlükten kaldırılmıştır. Türkiye’de yeniden İslamlaştırma olacaktır. Batının umduğunun aksine Türkiye demokratik değildir.”

Luttwak: Asıl tehlike El Kaide değil, Türkiye’dir

Bundan kısa süre önce İtalya’nın Udine kentinde bir konferansa konuşmacı olarak katılan ABD’li ünlü Siyaset Bilimcisi ve Ekonomist Edward Luttwak, “Biz hayaletlerle uğraşırken, gerçek tehlikeyi Türk hükümeti temsil etmektedir” dediğinde, kimse Luttwak’ı önemsememiş ve ne demek istediğini de anlamaya çalışmamıştı. Luttwak, El Kaide’nin yeni lideri Ayman al-Zawahri’nin 11 Eylül konuşmasını da gündeme getirerek, “Her zaman bir müslüman ısınıyor ve El Kaide’nin varlığını hissettirmek için sesini yükseltiyor. Ama gerçek anlamda El Kaide müslüman bir tehlike değildir. Bugün Müslüman bir tehlike görmek istiyorsanız bu Türkiye hükümeti tarafından temsil edilmektedir” demişti. “Türkiye Arap baharında aktif rol almaya çalışıyor. Bu ortadoğu dengelerinde uçurumların büyüdüğünü gösteriyor. Aynı Türkiye kendi Kürt vatandaşlarını öldürüyor, modern Türk müslümanlarını bastırıyor ve modern olmayı suç sayıyor” dediğinde birçok kişi konunun abartıldığını düşünüyordu.

Diğer İsviçre gazeteleri Tages Anzeiger, Neu Zürcher Zeitung’da Türkiye’nin Suriye, İran konularında gittikçe önce çıkan tavır ve kararlarını haberlerine taşıdılar. Bütün bu haberler yan yana getirildiğinde Türkiye’nin Ortadoğu dengelerinde artık taraf olduğuna dikkat çekildi. Haberlerin satır aralarında ise emperyal niyetlerin bilindiğine de vurgular yapıldı. Yani hem ABD’nin kendi adına yönlendirdiği, çatışmalara taraf kıldığı bir ülke, hem de bu fırsatı İslami-Sünni  Türkçü emperyal niyetlerine kullanmak isteyen bir ülke. Başka da dikkat çekilen bir konu, Türkiye’nin Suriye’ye saldırdığı kadar, İsrail ile sessiz yakınlaşması. Bu sessiz yakınlaşmanın İran ve Suriye karşıtlığı üzerinden pekiştirildiği de dikkat çekilen başka bir konu. Bütün parçalar yan yana getirildiğinde Luttwak’ın asıl tehlikenin El Kaide değil, Türkiye olacağı öngörüsünün hiç de boşa söylenmediği önümüzdeki günlerde daha iyi anlaşılacak gibi gözüküyor.

ALİ ÖZŞERİK