









Türkiye, uluslararası sözleşmelerce yasaklanan misket bombalarını yaygın
bir şekilde kullanmaya devam ediyor. Kullanılan misket bombalarının
farklı biçimlerini fotoğraflarla gözler önüne seren Hawpar 2002
Anti-Mayın Girişimi, “Türkiye ve uluslar arası tüm sivil toplum
kuruluşlarını ve insan hakları savunucularını bu insanlık suçuna ve bu
suçu işleyenlere karşı durmaya ve duyarlı olmaya davet ediyoruz” dedi.
Türkiye,
dünya genelinde kurbanlarının yüzde 98’i siviller olan misket
bombalarını yasaklayan uluslar arası sözleşmeyi imzalamayı reddediyor.
Handicap International, Observatoire des armements, Coalition contre les
sous-munitions, Human Rights Watch, Amnesty International ve Oxfam’a
göre dünya genelinde en az 37 ülkede bu bombalar kullanılıyor. Şu ana
kadar 110’u aşkın ülke insani felaketlere yol açabilecek bu bombaların
kullanımı ve üretimini nihai olarak yasakladı.
Bununla birlikte
Handicap international’a göre, Mayıs 2011’de yayınladığı “Worldwide
investments in cluster munitions ; a shared responsibility” başlıklı
raporunda en az 15 ülkeden 166 mali kurumun, misket bombası üreten sekiz
üreticiye 39 milyar doları aşkın yatırım ve mali hizmet sundu.
KURBANLARIN YÜZDE 98’İ SİVİL
Misket
bombalarının yüzde 5 ila 40’ı yere çarptıkları anda patlamıyor ve anti
personel mayına dönüşüyor. Handicap international, tedavi edilen misket
bombası mağduru 13 bin 306 kişinin yüzde 98’inin sivil, bunların da
yüzde 27’sinin çocuk olduğunu kaydediyor.
Türkiye ise bu
bombaları özellikle Güney Kürdistan’a yönelik bombardımanda kullanıyor.
Obüsler içerisinde de yer alabilen misket bombaları nedeniyle çok sayıda
sivil hayatını kaybetti. Ocak 2012’de Zaxo’dan köyü Dola Marsisê’ye
dönen 80 yaşındaki bir kişi, tarlasına atılan misket bombasının
patlaması nedeniyle hayatını kaybetti. Misket bombalarının kullanımı
özellikle 2008’den bu yana yoğunlaştı. Bu yıl içinde de misket bombalı
saldırılar düzenlendi. En son 6 Nisan 2012’de Zap’a bağlı alanlara
yönelik bombardımanda obüs topları içerisinde misket bombaları
kullanılmıştı.
Misket bombalarının kullanımı bir çok kez
görüntülendi ve üzerinde araştırma yürütüldü. Ocak 2009’da Federal
Kürdistan Bölgesi makamları yaptıkları bir araştırma sonucu misket
bombası kullanıldığını doğruladı. Ancak Türkiye tepkileri görmezden
gelerek bu bombaları kullanmaya devam etti.
24 Eylül 2012’de
misket bombalarına ilişkin bir rapor yayınlayan Kürt anti-mayın girişimi
Hawpar 2002, kullanılan bu bombaların çeşitli türlerine yer verdi.
ÖLÜM OYUNCAKLARI
Bu
bombalar için “Ölüm oyuncakları” ifadesini kullanan Hawpar, “Ölüm
oyuncakları dediğimiz şeyler misket bombalarıdır. Misket bombaları
uluslar arası Cenevre sözleşmesinde savaş hukuku gereği günümüzde
savaşın yaşandığı ülkelerde sivil insanların toplu ölümüne neden olması
sebebi ile yasaklanan silahlar arasında yer almaktadır” dedi.
Rapora,
“Türk devletinin uluslar arası savaş hukuku anlaşmalarını imzalamasına
rağmen bugün Kürdistan’da yürüttüğü savaşta savaş kurallarına aykırı
davranmakta, savaş hukukunu ihlal etmekte, söz konusu silahları ve
bomba’ları kullanmakta ve maalesef sivil insanların çoğunluklada
çocukların ölümüne sebep olmaktadır” diye belirtildi.
OYUNCAK VE HEDİYE SÜSÜ VERİLMİŞ BOMBALAR
Bir
süre önce bir çocuğun da kırsal alanda bulduğu patlayıcı nedeniyle
hayatını kaybettiğini ifade eden Hawpar, “Bu çocukların ellerinde
patlayan maddelerin ne olduğuna ilişkin herhangi bir gerçeğe yakın
bilimsel- Kriminal bir inceleme yapılmamaktadır” diye belirtti. Bu işi
yapan ilgili görevli kurumlar gerçeği ortaya çıkarsalar da kamuoyundan
gizlediği ve ordunun işlediği bu suça ortak olduğu tepkisinde bulunan
Hawpar, insanları yanıltmak için bu bombalara çeşitli biçimler
verildiğine dikkat çekti. Hawapar, Türk devletinin “savaş
fabrikalarında üretilen” bu bombalara oyuncak, kol ve boyunlara takılan
takılar, kurbanın tehlikeyi fark etmemesi için doğum günlerinde
birbirlerine verdikleri hediye paketi süsü verildiğini kaydetti.
AMAÇLARI DAHA FAZLA İNSAN ÖLDÜRMEK
Raporda,
“Bu ölüm bombalarına takılan süs eşyalarının takılmasının özellikle
kırsal alanda, köylerin çevrelerinde, yaylalarda, mezralarda, geçimini
sağlayan hayvanlarını güden, ot biçen, çalı çırpı toplayan, çocukların
daha çok ölmesinden başka bir amaçları yoktur” denildi.
Ölüm
tehlikesi taşıyan bu bombaların hiçbir emniyeti bulunmadığının altını
çizen Hawpar, yayınladığı fotoğraflarla da misket bombalarının farklı
biçimlerini gözler önüne serdi. Kürdistan arazilerine atılmış misket
bombaları “sallandığı andan itibaren” patlayabiliyor.
Raporda,
“İçinde bu kadar tehlikeyi barındıran bu tip bombaların ve diğer savaş
atıklarının Kürdistan arazilerine atılmaması, sivil insanların ve
çocuklarımızın ölümüne sebebiyet vermemesi için, Türkiye ve uluslar
arası tüm sivil toplum kuruluşlarını ve insan hakları savunucularını bu
insanlık suçuna ve bu suçu işleyenlere karşı durmaya ve duyarlı olmaya
davet ediyoruz” diye belirtildi.
AİLELERE TAVSİYE
Kürt
ailelere de çağrıda bulunan Hawpar şu tavsiyelerde bulundu: “Özellikle
tüm yoksul Kürt aileleri anne ve babalara, tüm savaş atıklarına ve
arazilerde buldukları her cisimden uzak durmaları için çocuklarını uygun
kavratıcı bir dille uyarmalarını tavsiye ediyoruz. Arazilerde bulunan
her cismin o cisme el veya ayak teması sağlanmadan çevresinin taş v.b.
öğelerle işaretlendirilmesi ve uzman kişilere bildirilmelidir.”
BOMBA TÜRLERİ
Yayınlanan
fotoğraflar misket bombalarının ne kadar atlatıcı olduğunu gösteriyor.
Bunlar arasında beyaz silindir plastik biçiminde üretilen ve masum gibi
görünen ancak patladığında insan vücudunun herhangi bir organını sakat
bırakacak türden bombalar var. Yine, gümüş kalıbı biçiminde, tuzluk
biçiminde, oyuncak biçiminde ve krem kutusu ve tabak biçiminde, sabun
kalıbı ve üç köşeli sert plastik görünümünde bombalar dikkat çekiyor.
ANF

Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, PKK’nin bölgesel bir aktör
olduğunu belirterek, siyasi partiler ve sivil toplumun dahil edildiği eş
zamanlı müzakere yapılmasını istedi. Tanrıkulu, bölünmeye gidebilecek
bir ayrışma “tehlikesi”nden bahsederken, çözüm için mecliste bir masa
kurulmasını önerdi.
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e
mülakat veren CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Oslo
görüşmelerine ilişkin partilerinin yeniden gündeme getirdiği
tartışmaları değerlendirdi.
MÜZAKERE EŞ ZAMANLI OLMALI
AKP
hükümetinin çözüm odaklı bir politika izlemediğine işaret eden
Tanrıkulu, “Görüşme yapılır ama yapılırken izlenen yöntem bu
olmamalıydı. Bizim itirazımız buna. Müzakere ederken eşzamanlı olarak
diğer siyasi partilerle görüşülmeli, toplumu da çözüme hazırlamalısınız.
Hükümet bu sorunu çözmeye odaklı bir politika izlemedi. Hükümetin asıl
amacı,12 Haziran 2011 seçimlerine eylemlerin ve ölümlerin olmadığı bir
ortamda girmek ve böylece kendine avantaj yaratmaktı. Yani silah bırakma
gibi hayati bir meseleyi kendi siyasi hesaplarına alet etmiş oldu”
dedi.
TÜRKİYE ÇIKMAZA GİRDİ
“Oslo boyutu, İran, Irak,
Suriye boyutlarıyla birlikte Türkiye’nin artık bir çıkmaza girdiğini”
belirten Tanrıkulu, şöyle devam etti: “Hükümet çözüm odaklı bir görüşme
yapmamış. Bu siyasi başarısızlığı ortaya koymak durumundayız. O defter
kapandı, bir daha demokratik zeminde açılmaz diye bir şey yok. Fakat
yeni süreçler şeffaf biçimde bundan ders alınarak yürütülmelidir.”
HÜKÜMETİN BARIŞÇIL ÇÖZÜM ÖNERİSİ YOK
“Hükümetin
aslında barışçıl demokratik bir çözüm önerisi olmadığını görmek
durumundayız” diyen Tanrıkulu, Oslo görüşmelerine gösterdiği tepki
nedeniyle CHP’ye gelen eleştirileri de şöyle yanıtladı: "Haluk Bey’in
ifade tarzında farklılık olabilir ama aslında hepimiz aynı şeyi
söylüyoruz. İki türlü müzakere yapılır. Birincisi gizli müzakeredir;
devlet yetkilileri görüşmeleri kendilerine verilen çerçevede yürütür.
Bunu yaparken toplumla da açık müzakere yapılmalı. İkisinin de eş
zamanlı ve eş değerli olması lazım. Hükümet Oslo’da bir gizli müzakere
yürütmüş, onu da çözüm odaklı yapmamış ama aynı zamanda toplumla açık
bir müzakere de yapmamış. O dönemde Başbakanın kullandığı sert ve
kutuplaştırıcı üslubu hatırlayın. Toplumu üslubunuzla hazırlayacaksınız.
Diğer siyasi partilere bilgi vereceksiniz. Bu bilgilendirme süreci açık
da olabilir, gizli de olabilir. Bizim CHP olarak bilgimiz olsaydı,
varsa çerçeveye itirazlarımızı söylerdik ama herhalde davul zurnayla
sokağa ilan edecek değildik."
PKK İLE MÜZAKERE YAPILABİLİR
Tanrıkulu,
PKK ile görüşme şu öneriyi yaptı: “Elinde silah olan örgütle silah
bırakma odaklı görüşürsünüz. Ama diğer siyasal konuları demokratik
mekanizmalar içinde siyasal muhataplar ile görüşürsünüz. BDP’yi de
kastederek söylüyorum. Bizim önerdiğimiz; bir masa olacak mecliste,
çevresinde herkes yer alacak ama herkes de çözüm odaklı biçimde
sorumluluğunu bilecek. Mecliste olacak ama. AKP’nin Genel Merkezi’nde ya
da Başbakanlık’ta değil. Masa mecliste kurulsun ve şeffaf olsun.”
“Açıkça
söylüyoruz, PKK’yla silahsızlanma amaçlı müzakere, görüşme yapılabilir”
diye ekleyen Tanrıkulu, şöyle devam etti: “Ama eş zamanlı olarak şunu
da yapmak lazım: Mecliste bir masa kurulur ve çalışmaya başlar..
Devletin hangi bilgiye sahip olduğunu ve bu güne kadar ne yaptığı bu
masaya getirilir ve gelişmelerin seyrini de böylece öğrenmiş oluruz.
Olayın geldiği boyutu tüm detaylarıyla öğrenmemiz lazım. O süreçte
siyasi partiler birbirleriyle konuşmaya başladığında ben birisinin bir
adım geri öbürünün bir adım ileri atacağına inanıyorum. Başka bir çözüm
şekli de yok zaten. Türkiye’de güvenlik kaygılarına kilitli,
şeffaflıktan uzak her yol denendi ama bir tek siyasi partilerle mecliste
barış odaklı bir süreç denenmedi.”
BÖLÜNME YAŞANABİLİR
Toplumdaki
ayrışmaya dikkat çekerek bugünkü durumun 1990’lı yıllarla eşdeğerde
olduğunu ifade eden Tanrıkulu, “Toplumda 1990’lı yıllar ile
kıyaslandığına Toplumda da, artık değişime dair bir umut yok, toplumsal
birliktelik de bir 20 yıl öncesine göre, kutuplaştırmalar nedeniyle çok
daha zayıf. Ortadoğu coğrafyasında başka bir süreç başladı. O nedenle de
biz kendi içimizde özgürlükler ve demokrasiyi öne alarak ve AB sürecini
yeniden canlandırarak yeni demokratikleşme heyecanıyla toplumu
bütünleştirmek durumundayız. Yoksa maalesef ayrışma giderek derinleşir”
şeklinde konuştu.
PKK’NİN KANDİL’DEN ÇIKARILMASI BİR HAYAL
“Bölünme
mi diyorsunuz?” şeklindeki bir soruya ise “Evet” diye yanıt veren
Tanrıkulu, PKK’nin Kandil’den çıkarılmasının da bir hayal olduğunu ifade
etti.
“Ağustos’ta Dışişleri Bakanı Davutoğlu Erbil’e gittiğinde
açıklanan ortak bildiride PKK ortak düşman tanımı yapıldı ama. Maliki,
Barzani’nin kontrolündeki o coğrafyada ne yapabilir?” sorusuna,
Tanrıkulu şöyle yanıt verdi: “Kandil varken nasıl mutlak kontrol olacak?
Kandil 50 yıl boyunca Talabani ve Barzani’ye, peşmergeye evsahipliği
yaptı. Bağdat, bütün savaş yöntemlerini kullanmasına rağmen peşmergeyi o
dağlardan çıkartamadı. Erbil hükümeti Kandil’den doğdu. Barzani PKK’yı
oradan çıkartır diye kimse bir hayale kapılmasın. Bunun dışında PKK,
Suriye’de de hem silahlı hem de siyasal bir güç haline geldi. İran’da da
siyasal bir güç haline geldi. Şimdi bir ateşkes var İran’da ama yarın
ne olur belli değil.”
“Böyle bir aktöre karşı ne yapılabilir o
halde?” sorusuna Tanrıkulu’nun yanıtı şöyle: “İkirciksiz, açık söyleyeyim.
Yapılacak tek şey 1999 sürecine geri dönmektir. Örgütün bütün silahlı
unsurlarının Türkiye sınırlarının dışına çıkmasını sağlamaktır.”
SURİYE’DE KÜRTLER GERİ ADIM ATMAYACAK
Suriye’deki
gelişmeleri de değerlendiren Tanrıkulu, olası bir bölünmenin de ancak
Türkiye içinde bir çözüm bulunmaması halinde mümkün olabileceğini
söyledi. Tanrıkulu şöyle konuştu: “Ben Türkiye’nin bu ihtimaller
nedeniyle bölünme tehlikesi yaşayacağını düşünmüyorum. Bölünme
tehlikesi, soruna kendi içimizde bir çözüm bulamamaktan kaynaklanır. Ama
şu var; Türkiye kendi içindeki sorunu çözemediği için de kendi
dışındaki Kürtlerle doğru ve barışık bir ilişki geliştiremiyor. Yanı
başımızda Suriye’de şu anda fiilen oluşan yapılar var. Suriye’nin
kuzeyindeki fiilen özerk yapı, tanınan yapıya dönüşecek. Şunu akılda
tutmakta fayda var: Savaş nasıl biterse bitsin Suriye’deki Kürtler şu an
elde ettikleri konumu korumak için bütün güçlerini ortaya koyacaklar ve
şimdikinden daha geriye düşmeyi kabullenmeyecekler. PYD de orada güçlü
bir siyasi aktör olarak gelişmelerde önemli rol oynayacaktır.”
ASKERİ VESAYET DÜZENİ BİTMEDİ
Türkiye’de
generallerin yargılandığı dava süreçlerini değerlendiren Tanrıkulu,
askeri vesayetin bitmediğini kaydetti. Tanrıkulu şunları söyledi:
“Kesinlikle bitmedi vesayet düzeni. Daha ortaya çıkarılmayan bir dolu iş
var. Sivilleşme ancak siyasal iktidarın orduyla ilgili her şeyi
sorgulamasından, şeffaflaştırılmasından geçer. Daha Uludere süreci
ortada. O süreçte bir vesayet düzeni yoksa, Türkiye’de tam manasıyla bir
sivilleşme söz konusuysa Başbakanın yapacağı tek şey sorumluları ortaya
çıkartmaktı. Ama Başbakan ne yaptı? Aynı geçmişteki gibi teşekkür etti,
sahip çıktı. Yani bir sivilleşme dönemi başlamış değil.“
PKK ESKİSİNDEN ÇOK FARKLI BİR STRATEJİ İZLİYOR
Tanrıkulu,
Şemdinli’deki gerilla hakimiyeti konusunda ise şu ifadeleri kullandı:
"Artık eskiden çok farklı bir stratejiyle karşı karşıyayız. Coğrafyanın
her alanında aktif bir çatışma ortamı var. Geri çekilmeyen bir yapı. Beş
milletvekilimiz gitti görüştü ve bu tabloyu ortaya çıkardılar. Halen de
orada tam olarak ne olduğu konusunda net bir bilgi yok. Her türlü
insani kaybı göze alan bir strateji var. Geçmişten farklı olarak çok
daha mobil bir örgüt yapısı var ortada. Aynı anda Türkiye’nin farklı
yerlerinde yol kesen, kimlik kontrolü yapan, bu kontrolü bir iki saate
kadar uzatan bir örgüt. Ve çok kanlı ve çok ölümlü bir süreç var ortada.
O nedenle de Türkiye’nin kaybedeceği zaman yok.
ANF