Hala Türkiye’de yaşananın bir savaş veya iç savaş olduğu kabul edilmek istenmese de, son otuz yılda ortaya çıkan bilanço iç savaş olduğuna dair hiç bir kuşkuya yer bırakmamaktadır.
Hala Türkiye’de yaşananın bir savaş veya iç savaş olduğu kabul edilmek istenmese de, son otuz yılda ortaya çıkan bilanço iç savaş olduğuna dair hiç bir kuşkuya yer bırakmamaktadır. Bu savaşta 17 bin kişi faili meçhul cinayetlere kurban giderken, toplam 40 bin civarında insan öldü. Bilanço sadece bununla da sınırlı değil. 4 bin civarında köy yakıldı, 3 milyondan fazla insan göç etmek zorunda kaldı, savaşın yarattığı maddi ve manevi zararları ise hala kimse hesaplayabilmiş değil. Toplumun vicdanını derinden sarsan bu olaylar, halkların bir arada yaşamasının sözlü ya da yazılı belgesi olan toplumsal mutabakatı da etkilemektedir. Günümüzde toplumsal bir barışın geliştirilmesinden söz ederken de ister istemez kamuoyunun vicdanını rahatsız eden olaylardan söz etmek zorunda kalınmaktadır. Es geçilememekte, ‘yaşandı, bitti’ denilememektedir. Barışı sağlamanın tek yolu toplumun vicdanını rahatlatmaktan ve toplumsal mutabakatı yenilemekten geçmektedir. Ama nasıl? Dünyanın pek çok yerinde Türkiye ile benzer sorunları yaşayan ülkeler, sorunlarını Hakikat Komisyonları kurmakla aşmayı başarmışlardır. En başarılı örnek ise 45 yıl süren iç savaş ardından Güney Afrika’da kurulan Hakikat Komisyonlarında yaşandı. Son dönemlerde Türkiye için de sıkça gündeme getirilen Hakikat Komisyonları nedir, ne değildir?
Her ne kadar farklı isimlerle anılsalar da, 1974’ten bu yana dünyada yaklaşık 25 adet resmi hakikat komisyonu kurulmuştur. Arjantin, Uruguay ve Sri Lanka’da “kayıplara dair komisyonlar”; Haiti ve Ekvator’da “hakikat ve adalet komisyonları”; Şili, Güney Afrika, Sierra Leone ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nde “hakikat ve toplumsal mutabakat komisyonları”; ve Doğu Timor’da “kabul, hakikat ve toplumsal mutabakat için bir komisyon” adlarıyla kurulmuştur. Bu komisyonlar genel çerçeve itibarıyla Hakikat Komisyonları olarak nitelendirilseler de bunlardan bazıları çalıştıkları dönemlerde kendilerini hakikat komisyonu olarak adlandırmadıkları ve halk tabanında böyle anlaşılmadıkları da kaydedilmelidir.
Ne adli makam ne de tarih komisyonu
Hakikat komisyonları adli davaların da konusu olabilecek pek çok olayla ilgilendiği için, hakikat komisyonları ile mahkemeler birbirine karıştırılabilinmektedir. Bu komisyonları adli makamlarla karıştırmamak gerektiği gibi, adli davaların yerine geçebilecek bir mekanizma olarak da düşünmemek gerekir. Hakikat komisyonları adli olmayan yapılardır ve bu özellikleri bakımından mahkemelerden daha az güçleri olduğu açıktır. Hiç kimseyi hapsetme ya da tavsiyelerinin yaptırımı konularında bir güçleri yoktur ve pek çoğu, sorularını yanıtlaması için dahi kimseyi zorlama gücüne sahip değildir.
Geçmiş olayları incelemesi bakımından ‘tarih komisyonlarıyla da karıştırılan hakikat komisyonları, bu tür komisyonlardan önemli farklılıklar göstermektedir. Tarih komisyonları, geçmişte olup bitmiş, hatta üzerinden onlarca yıl geçmiş devlet ihlallerini de içeren olayları araştırmaya yönelik olarak günümüzde kurulan komisyonlardır. Hakikat komisyonlarının aksine, tarih komisyonları siyasi bir geçiş döneminin parçası olarak kurulmamıştır ve hatta günümüz siyasal liderliğini ya da pratiklerini ilgilendirmeyebilirler. Bir başka ayrım da, tarih komisyonlarının genel olarak yaygın siyasal baskı durumlarını incelememeleri, bunun yerine belli etnik, ırksal ya da diğer grupları etkileyen bir takım pratikler üzerine yoğunlaşmış olmalarıdır.
Benzer komisyonlar
Hakikat komisyonları ile örtüşen diğer resmi ya da yarı-resmi araştırma şekilleri arasında, genellikle BM ya da bölgesel kurumlar tarafından desteklenen, savaş mağdurlarına ya da ulusal ölçekte gerçekleşen ağır baskı vakalarına dair soruşturma yapılması ve rapor hazırlanmasını içeren çeşitli uluslararası araştırmalar sayılabilir. Bu soruşturmalar hakikat komisyonlarına göre daha kolay kurulmak ve tamamen sivil olan projelere göre daha resmi ve güçlü olmak gibi avantajlara sahiptir. Ancak aynı zamanda, söz konusu soruşturmaların bağımsızlıkları, kapsamları ya da yetkileri üzerindeki kısıtlamaların, çoğu zaman geçmişin resminin bütünüyle verilememesine yol açacağı gerçeğinin yanı sıra, daha bağımsız, kapsamlı ya da sağlam araştırmalar yapılması yönündeki taleplerin önünü de kesebilirler.
Şu ana kadar, tıpkı hakikat komisyonları gibi, önceki bir rejimin yaptığı hak ihlalleri ve kötü muamele biçimlerini, çoğu zaman büyük kişisel riskler de alarak, belgeleyen çok sayıda sivil toplum projeleri oluşturulmuştur. Türkiye’de de İHD, Mazlum Der, Göç Der gibi birçok sivil toplum kuruluşu tarafından da yürütülen bu tür komisyon çalışmalarıyla döneme dönem dikkate değer bazı sonuçların alınması da sağlamıştır. Resmi hakikat arayışlarının mümkün olmadığı koşullarda, sivil toplum projeleri, mağdurların ve geçmişteki hak ihlallerinin belki de tek güvenilir kayıtlarını sağlayabilecekleri için önemlidir. Ancak, sivil toplum projeleri, soruşturma yetkisi, hükümet kayıtlarına ulaşım garantisi, komisyon üyeleri için kişisel dokunulmazlık ve devletin komisyonun vereceği tavsiyeleri uygulama ya da en azından rapor etme zorunluluğundan gelen faydalar gibi çağdaş hakikat komisyonlarının sahip oldukları pek çok önemli özelliğe sahip değildir.
Hakikat Komisyonları Nedir
İç savaş gibi, toplumsal duygudaşlığı zedeleyen sorunlar yaşayan toplumların ihtiyaç duyduğu temel husus; toplumsal mutabakatın yeniden inşasıdır. Toplumsal mutabakat, her ne kadar bireyler veya gruplar arasında kurulacak olan ilişkinin temel kriterlerinin belirlenmesi anlamına gelse de, dünyadaki geçmiş deneyimler ilişkinin tanımının kişinin kültürüne, insan hakları ihlallerinde karşılıklı yaşadıkları deneyimine, grupların ortak siyasi yapı içindeki konumuna ve kişisel şartlarına göre değiştiğini göstermektedir. Yine de, toplumsal mutabakatın gerçekleştirilebilir bir amaç olmaktan çok bir süreç olduğu konusunda pek çok uzman hemfikir.
Bu bağlamda yapılması gereken en önemli ayrım bireysel mutabakat ile ulusal ya da siyasi mutabakat arasındaki ayrımdır. Hakikat komisyonları, gerçeklere dair temel noktaların siyasi elit arasında bir çatışma ya da gerginlik kaynağı olmasını engelleyerek, siyasi mutabakat sağlanması yolunda aşama kaydedilmesini sağlayabilir. Ancak bireysel düzeyde mutabakat çok daha karmaşık bir olgudur ve muhtemelen hakikat komisyonu aracılığıyla sağlanması çok daha zordur. Bağışlama, iyileşme ve mutabakat oldukça kişisel süreçlerdir ve her bireyin barışın sağlanması ve hakikat-beyanı konularıyla ilgili olarak ihtiyaç ve tepkileri farklı olabilir.
Yine de pek çok kişi, toplumsal mutabakat yolunda ilerlenebilmesi için hakikatleri bilmenin gerekli olduğunu öne sürmektedir. Elbette kanıtlara dayanılarak ve sağ kalanların öykülerinden yararlanılarak hakikati bilmenin gerekliliğine işaret edilebilir. Bazen, bazı kişiler için ve bazı durumlarda hakikatin bilinmesi yeterli olabilir. Ancak bunun tersinin de doğru olabileceğini, ya da toplumsal mutabakatın geçmişteki haksızlıklarla ilgili hakikatlerin bilinmesinden daha fazlasını gerektirebileceğini düşünmek de mümkündür.
Toplumsal mutabakat arayışında hakikatin bilinmesi çok önemli bir yer ihtiva ederken, hakikat komisyonları da mutabakatın sağlanmasında bir geçiş mekanizması işlevi görmektedirler. Buna rağmen mutabakat arayışında her şey değillerdir. Sadece en önemli öğelerinden bir tanesi olarak gösterilmektedir.
Belirlenen bir zaman zarfında bir konuda yaşanan bütün hak ihlallerini inceleyen Hakikat Komisyonları, yaptıkları incelemeleri tamamlayıp sonuç veya tavsiyelerini kapsayan raporunu hazırladıktan sonra görevini tamamlamış olurlar. Bu bağlamdan da anlaşıldığı gibi geçici yapılar olan Hakikat Komisyonları, öz itibarıyla bir veya birkaç yıl gibi belli bir zaman diliminde faaliyet gösterirler. Görevlerini tamamladıktan sonra dağılırlar.
Güney Afrika deneyiminde olduğu gibi suçluların yargılanması gibi bir rol de oynadıkları için mahkemelerle benzerlikler de gösteren Hakikat Komisyonları, öz itibarıyla adli olmayan, hatta kısmi hukuki bağımsızlıkları olan yapılar. Genellikle savaş döneminden barış dönemine ya da otoriter yönetimden demokrasiye geçiş dönemlerinde kurulan bu tür komisyonlar, yetkilerini çatışmanın her iki ucundaki güçlerin resmi onayından ve kitlelerin desteğinden alırlar.
Temel amacı; toplumsal vicdanı rahatlatmak ve zedelenen duygudaşlığı tamir etmek olan hakikat komisyonları, devlet ya da mağduriyete neden olan kişilerin olaylardaki sorumluluklarını kabul etmelerini, mağdurlar için tazminat programları hazırlanmasını, yapısal eşitsizliklere ve mağdur toplulukların temel maddi ihtiyaçlarına dikkat edilmesini, toplumda daha önce karşı karşıya gelen grupları bir araya getirecek doğal bağların bulunması da hedefleri arasındadır.
Hakikat komisyonlarının özel yetkileri ve güçleri bulunmaz. Hatta mümkün mertebe en az güçle en çok işi yapmayı hedeflerler. Geçmişte yaşanan olaylardan dolayı birilerini cezalandırmak gibi bir stratejiyle hareket etmedikleri için özel yetkilere ve güçlere ihtiyaç da duymazlar. Ama yine de mülakat ve soruşturma yapabilme, mahkemeye davet etme, iddiaların cevaplanmasını sağlama, kamu mercilerinden destek alma, siyasi şahsiyetlerin yetkilerini ve güçlerini komisyonun faaliyetlerini kısıtlayıcı veya boşa çıkarıcı temelde kullanmalarının önünü alma ve delillerin karartılmasını önleme gibi tutumlar karşısında belli bir yetkiye ve güce sahip olması zorunludur.
Her ülkenin özgünlüklerine ve özel ihtiyaçlarına göre komisyonların yetkileri de farklılıklar gösterebilir. Fakat bu güçlerin verilmesi, komisyon sürecinin adli olmama özelliğini koruyacak şekilde dengeli olmalıdır. Çünkü komisyonların yetkilerinin her arttırılması, bu süreci hakikat komisyonu olmaktan uzaklaştırıp adli mahkeme süreci olmaya yaklaştırma riski taşımaktadır.
Bu komisyon ve mahkemelerin yetki ve güçleri kadar yaptırımları da en asgari düzeyde olmak durumdadır. Komisyonların temel amacı cezalandırma yapmaktan ziyade uzlaşıyı geliştirmek olduğu için uygulanacak yaptırımlarında bu uzlaşıya hizmet temelinde geliştirilmesi gerekir. Yaptırım gerektiren hususlar genellikle; komisyona işleyişine uygunsuz biçimde engel olmaya çalışmak, kendisine bilerek yanlış bilgi vermek ya da tanıklık celbine bir mazeret göstermeden karşılık vermek gibi konuları kapsamaktadır. Uygulanan yaptırımlar da para veya hapis cezası ya da her ikisine birden çarptırılmasıyla sınırlıdır.
Komisyonların Önündeki Engeller
Geçiş dönemi mekanizmalarından olan Hakikat Komisyonları’nın kurulması ve çalışabilmesinin en önemli koşulu silahlı çatışmaların durdurulmasıdır. Aksi durumda, hem komisyon çalışanlarının tarafsız görünmeleri hem de mağdur ve tanıklara ulaşmaları ve ifadelerini almaları imkânsız bir hal alırken, mağdur ve tanıkların da komisyon çalışmalarına katılımları ve güvenliklerinin sağlanması imkânsız bir hale gelebilmektedir. Çatışmaların sürdüğü koşullarda böylesi bir komisyon çalışması başlatılmak istense de, ifade vermesi gerekenlerde ürkeklik yaratan koşullardan dolayı sağlıklı sonuçlar ortaya çıkmamaktadır.
Çatışmanın hakikat komisyonu çalışmalarına böylesi olumsuz bir etkisi olsa da komisyon çalışmalarının şiddet ya da savaşı canlandıracağı endişesini taşıyanlarda olmaktadır. Ama dünya deneyimlerinin çoğu bunun bir yanılgı olduğunu, hatta tam tersine etkilerde bulunduğunu açığa çıkarmıştır. Resmi ortamlarda eski suçların konuşulmasının mağdurda acısını birileriyle paylaşma gibi, sadece iç dökme temelinde de olsa, bir terapi etkisi yaparken, faillere işlediği suçlar karşısında zamanı geldiğinde birilerinin hesap sorabileceği gibi uyarıcı bir etki yaptığı görülmüştür.
Komisyon çalışmalarının önünde sorun teşkil eden sorunların çoğunun siyasi liderlerin ilgisizliğinden kaynaklandığı görülmüştür. Savaş ya da şiddet ortamının etkilerinin ve siyasi aktörlerinin siyasi arenaya direkt veya dolaylı müdahalelerinin sürdüğü veya bitmediği dönemlerde hakikat komisyonu çalışmaları başlatıldıkları için, siyasi liderlerin ilgisiz veya köstekleyen tutumları çalışmanın gelişmesinde olumsuz etkide bulunabilmektedir. Siyasi liderlerin ilgisi adına komisyon çalışmalarını liderlerin denetimine sokan yaklaşım ise başka bir yanlışlığa yol açmaktadır. Savaş döneminde etkili rol almamış dahi olsa siyasi liderlerin genelde öncelikli kaygıları iç ve dış siyasi dengeleri gözeten bir yaklaşım olduğu için çoğu durumda siyasi dengeleri kamuoyunun vicdanını rahatlatabilecek tavra tercih edebilmektedirler. Siyasi liderlerin denetimine giren hakikat komisyonları, faaliyetlerini güç dengelerine veya kişi, grup ve zümrelerin güç durumlarına göre yürütmek zorunda kaldıkça, hakikat komisyonları da toplum nezdinde güvenilirliklerini kaybetmekte ve adalet duygusu zedelemektedirler. Bir de savaş döneminde çeşitli roller almış kişilerin geçiş dönemlerinde de şu veya bu şekilde hala siyasi güçlerini korudukları göz önünde bulundurulduğunda; siyasi liderlerin denetimine girmiş hakikat komisyonu çalışmalarının geçmişe ilişkin birçok delilin karartılmasının aracı haline dönüştürülme risk de bulunmaktadır.
İktidarlar, geçmişin aydınlatılması konusunda toplumun güçlü muhalefetiyle karşılaştıkları durumlarda da bu tür komisyonlar kurmuşlardır. İktidar güçlerinin, geçmişin aydınlatılmasını kendi menfaatlerine uygun bulmadıkları durumlarında başvurdukları yöntem; mağdurların geçmişteki insan hakları ihlalleriyle ilgili yeterli çalışma yapılmadığı yönündeki eleştirilerini etkisiz kılmak için başlattıkları bir çalışma haline dönüştürülebilmektedir. Bunun yöntemi de; komisyonu kasten güçsüz bir şekilde yapılandırarak, sonuçlarına sonradan karşı çıkılmasını ya da reddedilmesini kolaylaştırmak şeklinde yapılmaktadırlar. Dünyanın birçok yerinde örgütlendirilen bu tür komisyonların her yerde istenen sonuçları elde edememesinin komisyon üyelerinin zayıf yönetiminden kaynaklandığı tespit edilmiştir. Her ne kadar komisyon üyeleri genellikle komisyonun günlük idaresinde yer almıyor olsalar da, komisyonun kamusal yüzleri olmaları itibariyle, komisyon üyelerinin kişisel ve siyasal otoriteleri, inatçı mercilerle başa çıkma noktasında kritik bir önem teşkil eder. Ayrıca araştırmaları yöneten, komisyon politikalarını şekillendiren ve nihai raporda nelerin söyleneceğine dair son kararı verenler de yine komisyon üyeleridir. Tüm bu kaygılardan dolayı, hakikat komisyonu üyelerinin seçimi büyük bir titizlik istemektedir. Üyeleri atama şeklinde belirlenen Arjantin, Çad, Şili, Haiti ve Uganda’daki hakikat komisyonları örneklerinde, komisyon üyelerinin atamayı yapan kurumların görüşleri doğrultusunda hareket ettikleri gözlemlenmiştir. En başarılı deneyimler komisyon üyeleri istişare ve seçime dayalı bir yöntemle belirlenen Güney Afrika örneğinde görülmüştür.
Tüm bunlar, hakikat arayışında siyasi liderlerin veya iktidarların komisyon çalışmalarına karşı ilgisinin önemini inkâr etmese de, geçiş dönemindeki topluluklarda resmi hakikat arayışından ziyade sivil toplum tarafından yürütülen hakikat arayışı mekanizmalarının önemini ortaya koymaktadır. Tabii ki, kamuoyunun fikri dikkate alınmadan ya da çok az alınarak, ya da kendi çıkarlarını geçmişin incelenmesini engellemekte gören taraflarca resmi hakikat-arayışlarından vazgeçilmesine şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir.
Komisyonun Faaliyetleri
Ölüm ve yıkımın yaşamın günlük rutini haline geldiği, kimsenin kimseye, hele hele siyasal güçlere hiç güvenemediği bir dönemi, savaşı yaşamış toplumlarda herkesin güvenini kazanmış ve herkesin yaşadıklarını bütün açıklığıyla anlatmasını ilk etapta beklemek pek gerçekçi değildir. Hakikatleri Araştırma komisyonlarının temel çalışma prensibiyse, kitlelerin komisyonlara duyduğu güvenle, gönüllü ifade verme esasına dayanmaktadır. Baskı ve zorla kişileri ifadeye zorlamak, hakikat komisyonlarının çalışma yöntemleri arasında değildir, olamazda. Geniş halk kitlelerinin güveni temelinde gönüllü anlatım temel çalışma esasıdır.
Fakat istikrar ve güvenin hiç olmadığı savaş koşullarının geride bırakıldığı dahi daha tam net değilken veya halkın kaygılarını sürerken, böylesi bir komisyon faaliyetine karşı halkın ilk etapta güven duymasını ve gönüllü ifade vermesini beklemek pek gerçekçi değildir. Hele hele siyasi ve askeri gücü olmayan, daha çok sivil toplumcu bir mantık üzerinden şekillenen bir mekanizmanın askeri gücü elinde bulunduran odaklara karşı etkili olabileceğine dair inanmalarını beklemek de bir o kadar güçtür. Bundan dolayı Hakikatleri Araştırma komisyonlarının çalışmalarına başlarken önlerindeki en önemli sorun, geniş halk kitlelerinin güvenini kazanmaktır.
Söz konusu komisyonun kitlelere kendini anlatma düzeyi o komisyonun ifade alımını ve bilgiye ulaşımını, mağdurların ihtiyaçlarını ele almada göstereceği başarısını, kamusal beklentileri karşılayabilme yetisini ve kamu nezdinde genel itibarını derinden etkiler. Bunu yapabilmek içinde halka açık bilgilendirme toplantıları düzenleyerek, rolü ve yetkisi hakkında bilgi veren broşürler, videolar hazırlayıp, dağıtarak bu çabaların bir kısmını kendisi yürütebilir. Fakat en önemlisi STÖ’ler, yerel taban örgütleri ve medya ile ilişki kurup bunları etkin kullanmasından geçmektedir. Bu ilişki salt komisyon çalışmalarının başlangıcında değil, komisyonun tüm faaliyetleri boyunca önemini korur.
İfade alımında dikkat edilecek hususlar
Geniş bir hazırlık sürecinden sonra, komisyon çalışmalarının fiilen başlangıç anı ifade alımlarıyla başlar. İfade alımlarında da dikkat edilmesi gereken en önemli husus; ifade verenlerin kimliklerinin ve ifadelerinin gizliliklerine, mahkeme gibi uygun ortamlar hazırlanana kadar, dikkat edilmesidir. Böylesi bir prosedür halkın komisyonlara duyduğu güveni pekiştirirken, ifade alımlarında kolaylaştırıcı bir etken olmaktadır. Bundan dolayı da ifade alımlarının komisyon üyelerinin mağdurlarla özel veya gizli toplantılarda, bire bir yaptıkları görüşmeler sonucunda toplamasını gerektirmektedir. Mağdura güvenli ve samimi bir ortamda geçmişte yaşadığı travmatik olayları anlatma imkanı sunarak terapi etkisi de yapan böylesi bir yöntem, geçmiş olayların açığa çıkmasını kolaylaştırmaktadır.
İfade alımlarında dikkat edilmesi gereken en önemli husus; ifade alanların komisyonun ihtiyaç duyduğu özel bilgiye ulaşma isteğiyle, ifade verenin hikâyeyi kendi tarzında anlatma istemi arasında bir gerilimin ortaya çıkmasına izin verilmemesidir. İfade alan ile ifade veren arasında doğru bir denge tutturmak önemlidir. Ayrıca ifade verenin yaşadığı olayların travmatik etkisinden dolayı ifadelerinde beklenmedik ritim bozuklukları, duygu yoğunlaşmaları ve ifade sorunları kesinlikle yaşanmaktadır. Böylesi durumlar karşısında mağdurun anlattıklarını sonuna kadar dinleyerek ruh haline saygı göstermek, istenen bilgilere ulaşma arzusundan önceliklidir. Bu durum mülakatın uzamasına neden olsa da saygı temelindeki yaklaşım güven duygusunu güçlendirmekte ve duygu yoğunluğu atlatıldıktan sonra çok daha geniş bilgilerin dahi verilmesini sağlayabilmektedir. Psikoloji ve sosyo-psikoloji konusunda ifade alanın belli bir yoğunlaşmasının önemine dikkat çeken bu durum, komisyon üyelerinin seçiminin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.
Arşiv tarama ve teyit safhası
Mağdurlarla yapılan bire bir görüşmeler kadar önemli olan bir diğer husus da, insan hakları dernekleri ve savaştan etkilenen mağdurların sorunlarıyla ilgilenen sivil toplum kuruluşlarının kayıtları ve savaşın tarafı olan güç odaklarının arşivlerinde yapılacak olan araştırmalardır. Bire bir görüşmeler sonucunda elde edilen birçok bilginin netleştirilmesini, hatta tanıkları kalmamış olayların dahi açığa çıkmasını sağlayan böylesi bir çalışma toplumun vicdanını rahatsız eden hiç bir şeyin gizli kapaklı kalmamasına katkı sunmaktadır.
Aynı şekilde elde edilecek olan bilgilerin netleştirilmesi için belli bir soruşturma dönemi zorunlu bir aşmadır. Çünkü elde edilen bilgilerin bir kısmı arşivlerde yapılacak olan araştırmalarla netleştirilse de büyük bir kısmı farklı tanıklara ulaşmayı ve belli bir soruşturmayı gerektirecektir. Bundan dolayı bire bir görüşmeler ve araştırma safhalarıyla birlikte olayların netleştirilmesi için soruşturma da önemli bir aşamadır.
Yapılan tüm araştırma ve soruşturma sonuçları bir potada toplanıp, işlendikten sonra hakikat komisyonlarının çalışmalarının sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmaya başladıkları ve çalışmalarının ilk ürünlerini vermeye başladığı aşama ‘halka açık oturumlar’ veya mahkemeler devreye girer.
“Hakikate Karşılık Af” Formülü
Hakikatleri araştırma komisyonu çalışmaları kapsamında halka açık oturum veya yargılamaların yapılması bir zorunluluk değildir. Ama Güney Afrika başta olmak üzere Uganda, Nijerya gibi dünyanın birçok yerinde yaşanılan deneyimler, halka açık yargılamaların yapıldığı yerlerde daha kalıcı sonuçların ortaya çıktığını göstermektedir. Bundan dolayı halka açık yargılamaların yapılması eğilimi son yıllarda kendini güçlü bir şekilde hissettirmektedir.
Halka açık oturumlar veya yargılamalar yapmanın temel mantığı fail ile mağduru yüzleştirmek ve karşılıklı uzlaşmayı veya vicdani sorgulamayı sağlamaktır. Tabi ki tek amaç bu değildir. Mağdurlara ve hayatta kalanlara halkın önünde hikâyelerini anlatma şansı verilmesini, resmi olarak geçmiş hataların tanınmasının sağlanmasını, halkın kurbanları anlamasını ve onlarla duygudaşlık kurması yönünde teşvik edilmesini, bazı toplumsal kesimlerin gerçeği inkâr etmeye devam etme ihtimalinin azaltılmasını ve yapılan işin şeffaflığının arttırılmasını da amaçlar.
En önemlisi de yüz yüze görüşmenin dolaylı diyaloga nazaran görüşmelerde yarattığı daha ılımlı havanın toplumsal uzlaşı, vicdan muhasebesi ve karşılıklı af yolunda kullanılmasıdır. Tanıklar önünde yapılan bir yüzleşmeyse, bireylerin veya grupların karşılıklı kin duygularını minimal bir düzeye indirgemektedir.
Uganda, Sri Lanka ve Nijerya’daki hakikat komisyonlarının hepsi halka açık oturumlar düzenlemişlerdir. Ancak uluslararası düzeyde en çok ses getireni, Güney Afrika Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’nun düzenlediği halka açık oturumlar olmuştur. Yüzlerce gün süren bu oturumlar konu başlıkları açısından da oldukça büyük bir çeşitlilik göstermişti: mağdur oturumları, af oturumları, özel konulu oturumlar, özel olaylarla ilgili oturumlar, kurumsal oturumlar ve siyasi parti oturumları verilebilecek örneklerden bazılarıdır. Güney Afrika deneyiminin ortaya çıkardığı güçlü sonuçlardan etkilenen analistlerin hepsi bütün hakikat komisyonlarının halka açık oturumlar yapmasını tavsiye etmektedirler.
Ne var ki bu tavsiyeye uymamayı gerektirecek meşru nedenlerin olduğunu ileri süren bazı kesimlerde bulunmaktadır. İleri sürdükleri bu savı da komisyon üyeleri ve mağdurların can güvenliği, zaman ve kaynak kısıtlaması ve komisyon takibatlarının “adli süreçlere dönüşmesi” endişelerine dayandırmaktadırlar. Fakat kendini kaynak ve zaman sorunuyla sınırlayan ve güvenlik endişesi altında çalışan komisyonların hiçbirinin elde ettikleri veriler ve sonuçlar sağlıklı olmamıştır.
Affın koşulları
Halka açık yargılamalar dünyanın birçok yerinde uygulanmış olsa da bir tek Güney Afrika’da, siyasi nitelikli suçlar işleyenlere bireysel af tanıma yetkisi Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’na verilmişti. Geçmişte işlenen suçlardaki paylarını bütünüyle itiraf eden ve bu suçları siyasi itkilerle işlendiğini kanıtlayanlara af tanınma yönetimiydi. Bu sayede, binlerce kişi geçmişteki insan hakları ihlallerinde oynadıkları rolü ifşa etmek ve bu ihlallere ilişkin olarak bildiklerini anlatmak üzere bu süreçte komisyona başvurmuştu.
Af yaklaşımı, genellikle mağdurların uğradıkları hak ihlallerinin tazminini ihlal ettiği, suç işleyen kişilerin sorumluluktan kaçtığı, kişisel intikam almaya dönük hareketlerin gelişmesi gibi kaygı ve eleştirilerle karşılaşmış olsa da “hakikate karşılık af” formülüne getirilen kıstaslar sayesinde Toplumsal Mutabakat Komisyonu çok önemli başarılara imza attı. Affa getirilen kıstaslar; affın sınıfsal değil bireysel bazda verilmesi, af tanınanların bir tür kamusal prosedüre tabi tutulması, mağdurlara herhangi bir bireyin af talebine karşı çıkma fırsatının tanınması ve mağdurlara tazminat ödemelerinin yapılması türündendi.
Maddi ve Manevi Destek
Tabi ki, hakikat komisyonlarının faaliyetleri mağdurlara hikâyelerini anlatma ve hikâyelerini birilerine dinletme ile sınırlı olamaz. İrin bağlayan yara, irini temizlendikten sonra pansuman yapılarak iyileştirme gerektirir. Mağdurların hikâyelerini anlatması bir irin temizleme yöntemidir. Ama esas tedavi, sonradan sunulacak olan maddi ve manevi destek ile mümkündür. Aynı durum failler içinde geçerlidir. İrinin temizlendiği mahkeme döneminde geçmişin anılarını yeniden yaşamakla başlayan bu durum, yeterli destek sunulmadığı durumlarda depressif durumların doğmasına da yol açabilmektedir.
Mahkemelerden sonraki dönemlerde bu desteğin devam etmesi gerekmektedir. Mahkemelerde bir arınma süreci yaşamayan kişiler, sonrasında gereken desteği bulmadıkça yeniden benzer durumlara düşme ihtimali sürekli vardır. Aksi durum hem failin hem de mağdurun yaşadığı travmayı yenileyebilmektedir. Bu desteğe ister rehabilitasyon ister maddi ve manevi destek denilsin sonuçta, kişi yaşadığı travmatik durumu aşmak için fiziksel ve ruhsal olarak bir ortam değişikliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu ortamın sağlanması da hakikat komisyonlarının temel çalışmaları arasında olmak zorundadır. Fakat dikkat edilmesi gerekli olan sunulan yardım veya desteklerin kişinin onurunu rencide edici bir tarzda olmamasıdır.
Komisyonun nihai raporunu hazırlayıp ilgili mercilere sunmasıyla komisyonun faaliyetleri son bulmaktadır.
Tartışmalara Yol Açacak Bir Nihai Raporu
Yorucu geçen bir maratonun sonunda Hakikatleri Araştırma komisyonlarının nihai raporlarını hazırlayıp sunması en kolay aşama olarak görünmektedir. Ama aslında öyle değil. Ez zor ve en fazla tartışmaya neden olan dönemdir.
Rapor bulguların rapor edilmesi esasına göre düzenlendiği için genel anlamda ciddi bir sorun yaşanmaz. İçeriğinde de genelde komisyonların mağdurlara yardım etmeyi ya da tazminat vermeyi, tekrar savaş ya da otoriter rejim ortamına girmemek için gerekli anayasal, yasal ve kurumsal reformlar yapmayı ve demokrasi ve hukukun üstünlüğünü yerleştirmeyi amaçlayan tavsiyelerine yer verilir. Tartışmalara neden olan husus, raporda ihlallerle ilgili kişisel veya kurumsal sorumlulukların belgelendiği bölümlerle ilgili olarak yaşanmaktadır.
Tartışmaların temelinde de çoğu zaman farklı iki veya daha çok sayıda ideolojik yaklaşımın görüş ayrılıklarının silahlı çatışmaya dönüşmesi sonucunda ortaya çıkan hak ihlalleriyle ilgili, tarafların hepsinin kendi siyasal ve hukuksal düzenlerinin üstünlüğünü esas alan bakış açısından kendilerini kurtarmamaları yatmaktadır. Görüşlerdeki bu sabitlik taraflardan birinin suç gördüğü bir tutumun diğeri tarafından suç görülmemesi veya birinin ihanet olarak değerlendirdiği bir tutumun diğerleri tarafından kahramanlık olarak nitelendirilmesi gibi birbirinden farklı, iki uç yaklaşımın bir anda yaşanmasına neden olmaktadır.
Sorun salt ideolojik farklılıklardan da kaynaklanmamaktadır. Uygulanan hukuksal prosedürler konusunda da farklılıklar gözlenebilmektedir. Bunlardan birincisi; komisyonun incelemeleri kapsamında suç kabul edilen hususlardan bazılarının olayın vuku bulduğu dönemde örgütlerin veya devletlerin hukuksal prosedürleri gereği yargılandığı ve suç bulunduğu için cezalarının infaz edildiği gerçeğine dayanmaktadır. Hakikat komisyonları incelemelerinde uluslararası kıstasları ölçü olarak alsalar da, topluluk yasaları veya hukuklarının uluslararası kriterlerle çakıştığı noktalarda faillerin komisyonlar karşısında rahatsızlıkları gündeme gelmektedir. Buna verilebilecek en basit örnek, düşmanıyla işbirliği yapan birinin öldürülmesi savaş yasalarına göre başarı kabul edilirken, silahlı bir güç tarafından gözaltına alınmış bir kişinin öldürülmesi suç sayılmaktadır. Benzer farklı bir durum ise, çatışmaların hüküm sürdüğü koşullardaki psikolojik atmosfer ile silahlar sustuktan sonraki atmosferin farklılığı noktasında yaşanabilmektedir. Örneğin, sıcak çatışmaların sürdüğü koşullarda esir alınan silahlı veya silahsız kişinin korunmasının koşullarının olmadığı veya esir alan için ciddi güvenlik riski teşkil ettiği dönemlerde yapılan öldürmelerdir. Bu tür durumlara özellikle asimetrik savaşlarda, devletin askeri güçlerine karşı savaş veren örgüt militanların sıkça düştüğü görülmektedir. Sözü edilen koşullar; sıcak çatışmada ve operasyonda gizlenirken herhangi bir biçimde bir kişiyi esir almak zorunda kalmış militanların bu kişiyi ne yargılama ne hapse atma ne bir yerden bir yere aktarma ne de kendi güvenliklerinden dolayı bırakabilme imkânının olmadığı koşullardır. Bu tür durumlarda yapılan öldürmeleri örgütler meşru savunma olarak görürken, uluslararası yasalara göre hakikat komisyonları çerçevesinde yapılan yargılamalarda suç sayılabilmektedir. Bu tür durumlarda failin mağdurun yakınlarıyla yüzleşmesi, hatta af istemesi ciddi sorun yaratmazken, faillerin komisyon raporlarında insan hakları suçlusu ilan edilmeleri ciddi tartışmalara ve rahatsızlıklara neden olabilmektedir.
Çünkü hakikat komisyonlarının siyasal bir misyonlarının bulunmamasından kaynaklı olarak, tek tek olayların hak ihlali teşkil edip etmediğini incelerken, sözü edilen olaylar yığınının yaşanmasına neden olan kök sorunlar görmezden gelinebilmektedir. Bu durum tek tek olaylar karşısındaki hakikat ile olgunun bütünündeki hakikat yaklaşımı arasında farklılığı yansıtmaktadır. Tıpkı Güney Afrika’da Afrika Ulusal Kongresi (ANC)’nin Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına karşı savaş verirken düştüğü hak ihlalleri veya daha güncel bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’de Kürt ulusal inkârcılığına karşı PKK’nin başlattığı savaşta çeşitli düzeylerde suç pratiklerine düşmesi örneklerinde görüldüğü gibi. Bu iki örnekte de tek tek olaylar bazında suç pratikleri gözlenirken, genel itibarıyla inkârcılığa karşı mücadele etmekten dolayı farklı bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır.
Bundan dolayı olaylar bazında suç pratiklerinin ifadesinde sorun olmasa da bir veya bir takım olaylar dizisinden yola çıkılarak bazılarının genel anlamda insan hakları suçlusu ilan edilmesi tartışmalara neden olabilmektedir.
Tüm bu kaygılara rağmen geçmiş tecrübeler, komisyonların isimleri açıklayıp açıklamama kararının ismi geçen kişilerle birlikte alınmasının en uygun yaklaşım olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü isimlerin açıklanmamasını gerektiren meşru birçok neden olabildiği gibi komisyon üyeleri, mağdurlar ve tanıklardan tutalım ismi açıklanacak kişiler için de ciddi can güvenliği sorunları ortaya çıkabilmektedir. Üstelik bir kişiyi aleni bir biçimde suçlamak için yeterli delil olmayabildiği gibi ihlalle suçlananlara uygun ihbarnameyle haber verecek ve onlara adli himaye sağlayacak imkânlar da olmayabilmektedir.
Yok, eğer faillerin isimlerini açıklamama kararı alınırsa, böylesi bir durumda da komisyonun en azından neden böyle bir karar aldığını kamuoyunda açıklama yükümlülüğü vardır.
Hakikat Komisyonu Deneyimleri
İlk hakikat komisyonları denemeleri 1973 yılında Uganda’da, 1982 yılında da Bolivya’da yapıldı. Her iki komisyonda yeterince resmi destek ve mali kaynak bulamama gibi nedenlerden ötürü çalışma koşulu bulamamaktan ötürü dağılmıştı. Bu başarısız denemelere rağmen hakikat komisyonları dünyanın birçok yerinde denenmeye başlandı. Arjantin, Şili, Nijerya, Panama, Uruguay, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Nijerya, Doğu Timor ve Peru gibi ülkelerde yeni komisyonlar kuruldu. Ama bunlar içinde en başarılı sonuçlar Güney Afrika ve Guatemala’daki deneyimlerde elde edildi.
Güney Afrika: Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu
45 yıllık Apartheid ve Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ve başka gruplar tarafından yürütülen silahlı mücadele süresince, on binlerce Güney Afrikalı ciddi insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarına maruz kalmıştı. En çok ölüm ise, Afrika Ulusal Kongresi ile hükümet tarafından desteklenen Inkatha Özgürlük Partisi arasındaki çatışma döneminde meydana gelmişti.
Hakikat komisyonu fikri ile ilgili ciddi tartışmalar, Nelson Mandela 1994’te başkan seçildikten sonra yapılmaya başlandı. Sivil toplumdan gelen kayda değer katkı ve gerçekleştirilen yüzlerce saatlik oturumdan sonra, Güney Afrika Parlamentosu 1995’te çıkardığı bir kanunla Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’nu onayladı. Halka açık bir adaylık ve seçim sürecinden sonra, 17 komisyon üyesi atandı. Kanun, o zamana kadarki hakikat komisyonlarına kıyasla bu komisyona en karmaşık ve incelikli yetkiyi veriyordu. Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’na bireysel af sağlama, delillere el koyma, tanıkları dinlemek üzere çağırma ve incelikli bir tanık koruma programı yürütme yetkisi veriyordu. 350’ye yaklaşan çalışanı, yıllık 18 milyon dolardan iki buçuk yıllık bütçesi ve ülke çapındaki dört büyük ofisi ile Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu, kendinden önce gelen komisyonların yanında bir dev gibi kalıyordu.
Ulusal Birliğin ve Toplumsal Mutabakatın Teşviki Kanunu, Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’nu birbirine bağlı olarak çalışan üç komisyon şeklinde tasarlamıştı. İnsan Hakları İhlalleri Komitesi mağdurların ve tanıkların ifadelerini toplamakla, Af Komitesi bireysel af başvurularını incelemek ve karara bağlamakla, Tazminat ve Rehabilitasyon Komitesi ise tazminat programı için tavsiyeler şekillendirmek ve sunmakla yükümlüydü.
Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu, 2000’i kamuoyuna açık oturumlara katılan toplam 23000 mağdurun ve tanığın ifadesini aldı. Medya da bu oturumlara geniş yer verildi.
Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’nun getirdiği en büyük yenilik, siyasi nedenlerle işlenen suçlar için bireysel af çıkarma yetkisiydi. “Hakikate karşılık af” sloganıyla çıkarılan af, Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’nun kuruluşunun ilk dönemlerinde başarısız bir anayasal itirazın ve ilerleyen dönemlerde de pek çok hukuki savaşın konusu da olmuştu.
Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’nun beş ciltlik sonuç raporu Ekim 1998’de yayınlandı ve Afrika Ulusal Kongresi’nin raporun yayınlanmasını engelleme girişimleri de dâhil olmak üzere yoğun bir tartışmaya yol açtı. Birkaç ay sonra resmi olarak parlamentoda görüşüldü, ama hükümet Hakikat ve Toplumsal Mutabakat Komisyonu’nun pek çok tavsiyesine uyma konusunda – ki bunların içinde en çok tartışılan mağdurların tazminatlarına yönelik tavsiyeler de vardı – taahhütte bulunmadı.
Guatemala: Tarihi Aydınlatma Komisyonu
Anti-komünist hükümet güçleri ile solcu direnişçi Guatemala Ulusal Devrim Birimi (Unidad Revolucionaria Nacional Guatemalteca, URNG) arasındaki iç savaş 36 yıl sürdü; 2 yüz bin ölüm ve kayıp ile sonuçlandı. Guatemala hükümeti ve URNG arasında yapılan barış müzakereleri sırasında, Haziran 1994’te Tarihi Aydınlatma Komisyonları’nın kurulmasına karar verildi. Ancak, komisyon göreve başlayabilmek için üç yıl daha nihai barış anlaşmasının imzalanması için beklendi.
Guatemala’da hakikat komisyonuna daha başlangıcında getirilen en önemli kısıtlama faillerin ismini vermekten alıkonması koşuluydu. Bundan dolayı da komisyonun nihai raporu sunulurken faillerin isimlerine yer verilmedi. Tarihi Aydınlatma Komisyonları’nın diğer ülkelerdeki hakikat komisyonu deyimlerinden ayıran başlıca yönüyse BM Genel Sekreteri tarafından atanan başkanının Guatemala vatandaşı olmamasıydı. Zaten toplam üç kişiden oluşan komisyonun diğer üyesi ise iki tarafın da onayıyla başkan tarafından seçilmişti.
Tarihi Aydınlatma Komisyonları pek çok aşamada, zaman zaman 200’e kadar çıkan (14 bölge bürosu), analiz, soruşturma ve rapor yazma döneminde ise 100’ün altına inen personel sayısı ile çalıştı. Personel, hem Guatemala vatandaşı olan hem de olmayan kişilerden oluşturuldu. Toplam bütçesi yaklaşık 11 milyon dolardı. Bu bütçenin 1 milyon dolardan daha az bir kısmı Guatemala hükümeti tarafından verilmiş; geri kalan kısım ise barış görüşmelerinde de etkili olan ABD, Norveç, Hollanda, İsveç, Danimarka ve Japon hükümetleri tarafından sağlanmıştı. Komisyonun görevi, 1960 ile 1996 yılları arasında yaşanan silahlı çatışmalarla bağlantılı olarak meydana gelmiş insan hakları ihlallerini ve şiddet olaylarını aydınlatmaktı.
Tarihi Aydınlatma Komisyonları nihai raporunu kamuoyuyla, 1999 yılının Şubat ayında paylaştı. Kayıtlardaki ihlallerin yüzde doksan üçü ordu ya da devlet destekli paramiliter güçlere atfedilirken, yüzde üçü URNG’ YE atfedilmiştir. Belki de Tarihi Aydınlatma Komisyonları’nın ulaştığı en etkili sonuç, devletin 1981-1983 yılları arasında bazı bölgelerde Maya topluluklarına soykırım uyguladığıdır. Her ne kadar Tarihi Aydınlatma Komisyonları sorumluların adını vermekten alıkonulmuş olsa da, yine de insan hakları ihlallerinin çoğunun “devletin yüksek kademedeki yöneticilerinin bilgisi ya da emri dâhilinde olduğunu” bildirmiştir.
Nihat Kaya