- Ana Sayfa
- Öcalan Anlatıyor: Uluslararası Komplo Gerçeği
- SAİD-İ KURDÎ(Nursi) VE KÜRT SORUNU
- Batı Kürdistan(Rojava) Devrimi
- Soykırımdan Özerkliğe Batı Kürdistan
- AKP ve Faşizm Üzerine
- Anti Emperyalist-Kapitalist Mücadele ve KÜRT BAHARI
- Karadeniz: Toprak, Su, Hava ve Emek
- Bir İşkence Yöntemi Olarak Tecrit
- Politik Sinema
- Belgeseller
- E-Kitaplar
- İnternet Sansürünü Del !
Site İçi Arama
24 Ağustos 2010 Salı
Kürdistan'a Muhtariyet
Coğrafyamızda önemli gelişmeler yaşanıyor.
Sistem kendi içinde adeta art arda infilaklar yaşıyor.
Hukuk her zaman olduğu gibi yerle bir ediliyor.
Cezaevlerinde, sorgusuz sualsiz işkenceli hazırlık soruşturmalarının ardından tutuklu ve hükümlü binlerce mahpus yatarken, mahkemeler, generaller söz konusu olunca tahliye taleplerini gece yarısı verdikleri kararlarla işleme koyuyorlar.
Yıllarca, bizim gibi düşünenler her fırsata dile getirmeye çalıştık.
'Türk-İslam sentezine' dayalı resmi ideoloji ve resmi tarih koskoca bir yalandır.
Bu coğrafyada, çocuklar yalanlarla büyütüldüler.
Bu coğrafyada 'sorgulama' ve 'merak etme' yasaklanmıştır insanlara...
Toplumun büyük çoğunluğunun artık kabul ettiği ve tartışılarak çözüme kavuşturulmasını istediği ancak yönetenlerin tartışılmasına izin vermediği Kürt sorunu, geçtiğimiz günlerde başka bir boyutuyla yeniden tartışılmaya başlandı. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in dile getirdiği 'Demokratik Özerklik' talebi bazı kesimleri çok rahatsız etti. Ve her zaman olduğu gibi bir 'hain edebiyatı' başlatıldı.
Şahsen ben, 'ayrılma hakkı'nın tartışma konusu yapılmadığı bir tartışmanın, demokratik olmadığını düşünürüm.
Kürtlerin de tüm etnik gruplar gibi kendi kaderini tayin hakkı vardır. Bu tartışılmaz bir haktır. Ne istediklerine ancak ve ancak Kürtlerin kendileri karar verebilirler.
Demokratik Özerklik de bu seçeneklerden biridir.
Ve aslında, hiç de korkutucu değildir.
Aslında, bugün Osman Baydemir'i eleştirenler bilmelidirler ki, bu devletin kurucusu Mustafa Kemal bile bu gerçeği dile getirmiştir. Mustafa Kemal imzalı 1922 tarihli El Cezire Komutanlığı'na gönderilen talimatta 'Kürdistan'a Muhtariyet' ibaresi yer almıştır.
Talimatın, bir kısım bölümlerinde aynen şöyle denmektedir;
a-) Aşamalı olarak, bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç siyasetimizin gereğidir. Kürtlerle, meskžn mıntıkalarda ise, hem iç politikamız ve hem de dış siyasetimiz açısından aşamalı bir yerel yönetim kurulmasını savunmaktayız.
b-) Milletlerin kendi kaderlerini bizzat idare etmeleri bütün dünyada kabul edilmiş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre Kürtlerin bu zamana kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerini tamamlamış ve başkanlarını ve yetkililerini bu amaç uğruna bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve oyları açık ettikleri zaman kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidir. Kürdistan'daki bütün çalışmanın bu gayeye dayanan siyasette yöneltilmesi El Cezire kumandanlığına aittir. (TBMM. Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, TBMM Basımevi, 1980, s. 550-551.)
Yukarıda okuduğumuz cümleler devletin kurucusu Mustafa Kemal'e ait... Yıllarca, benim de içinde bulunduğum birçok kişiye sadece Kürdistan kavramlarını kullandıkları için olmadık cezaları reva görenler artık gerçekleri görmeliler.
Bize her zaman sadece onların istediği zamanda ve onların istediği şekilde konuşmamızı emredenlere biat etmemenin meyvelerini toplamaya başlıyoruz.
Artık, herkes şu gerçeği duymaya alışmalıdır; Kürdistan'ı bölüp parçalayanlar, Kürt kimliğini yok etmeye çalışanlar başarıya ulaşamamışlardır. Kürt halkı boyun eğmemiştir ve eğmeyecektir.
Bugün, ileri sürülen 'Demokratik Özerklik' talebi son derece insani ve meşru bir taleptir. Ve kendi devlet kurucularının da dile getirdiği gibi 'Kürdistan'a Muhtariyet' tartışması artık başlamıştır.
keskineren@gmail.com
Sistem kendi içinde adeta art arda infilaklar yaşıyor.
Hukuk her zaman olduğu gibi yerle bir ediliyor.
Cezaevlerinde, sorgusuz sualsiz işkenceli hazırlık soruşturmalarının ardından tutuklu ve hükümlü binlerce mahpus yatarken, mahkemeler, generaller söz konusu olunca tahliye taleplerini gece yarısı verdikleri kararlarla işleme koyuyorlar.
Yıllarca, bizim gibi düşünenler her fırsata dile getirmeye çalıştık.
'Türk-İslam sentezine' dayalı resmi ideoloji ve resmi tarih koskoca bir yalandır.
Bu coğrafyada, çocuklar yalanlarla büyütüldüler.
Bu coğrafyada 'sorgulama' ve 'merak etme' yasaklanmıştır insanlara...
Toplumun büyük çoğunluğunun artık kabul ettiği ve tartışılarak çözüme kavuşturulmasını istediği ancak yönetenlerin tartışılmasına izin vermediği Kürt sorunu, geçtiğimiz günlerde başka bir boyutuyla yeniden tartışılmaya başlandı. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in dile getirdiği 'Demokratik Özerklik' talebi bazı kesimleri çok rahatsız etti. Ve her zaman olduğu gibi bir 'hain edebiyatı' başlatıldı.
Şahsen ben, 'ayrılma hakkı'nın tartışma konusu yapılmadığı bir tartışmanın, demokratik olmadığını düşünürüm.
Kürtlerin de tüm etnik gruplar gibi kendi kaderini tayin hakkı vardır. Bu tartışılmaz bir haktır. Ne istediklerine ancak ve ancak Kürtlerin kendileri karar verebilirler.
Demokratik Özerklik de bu seçeneklerden biridir.
Ve aslında, hiç de korkutucu değildir.
Aslında, bugün Osman Baydemir'i eleştirenler bilmelidirler ki, bu devletin kurucusu Mustafa Kemal bile bu gerçeği dile getirmiştir. Mustafa Kemal imzalı 1922 tarihli El Cezire Komutanlığı'na gönderilen talimatta 'Kürdistan'a Muhtariyet' ibaresi yer almıştır.
Talimatın, bir kısım bölümlerinde aynen şöyle denmektedir;
a-) Aşamalı olarak, bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç siyasetimizin gereğidir. Kürtlerle, meskžn mıntıkalarda ise, hem iç politikamız ve hem de dış siyasetimiz açısından aşamalı bir yerel yönetim kurulmasını savunmaktayız.
b-) Milletlerin kendi kaderlerini bizzat idare etmeleri bütün dünyada kabul edilmiş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre Kürtlerin bu zamana kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerini tamamlamış ve başkanlarını ve yetkililerini bu amaç uğruna bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve oyları açık ettikleri zaman kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidir. Kürdistan'daki bütün çalışmanın bu gayeye dayanan siyasette yöneltilmesi El Cezire kumandanlığına aittir. (TBMM. Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, TBMM Basımevi, 1980, s. 550-551.)
Yukarıda okuduğumuz cümleler devletin kurucusu Mustafa Kemal'e ait... Yıllarca, benim de içinde bulunduğum birçok kişiye sadece Kürdistan kavramlarını kullandıkları için olmadık cezaları reva görenler artık gerçekleri görmeliler.
Bize her zaman sadece onların istediği zamanda ve onların istediği şekilde konuşmamızı emredenlere biat etmemenin meyvelerini toplamaya başlıyoruz.
Artık, herkes şu gerçeği duymaya alışmalıdır; Kürdistan'ı bölüp parçalayanlar, Kürt kimliğini yok etmeye çalışanlar başarıya ulaşamamışlardır. Kürt halkı boyun eğmemiştir ve eğmeyecektir.
Bugün, ileri sürülen 'Demokratik Özerklik' talebi son derece insani ve meşru bir taleptir. Ve kendi devlet kurucularının da dile getirdiği gibi 'Kürdistan'a Muhtariyet' tartışması artık başlamıştır.
keskineren@gmail.com
Yalanlar İmparatorluğu
'Irkçılık', 'içlerine işlemiş' onların.
Çünkü ancak bu 'bakış açısı' ile varlıklarını sürdürebilirler.
Çünkü ancak bu 'bakış açısı' ile suçlarını gizleyebilirler.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, kuruluş felsefesi olan, 'İttihat Terakki artığı' 'Türk İslam sentezci' bakış açısı öylesine içselleştirilmiştir ki toplumda, ırkçılık sıradanlaşmıştır bu coğrafyada.
Farkında olsunlar ya da olmasınlar, toplumun büyük çoğunluğu ırkçıdır aslında!
Tarihleri yalandır, resmi ideolojileri yalandır!
TC Devleti bir 'YALANLAR İMPARATORLUĞU'dur.
Ve bu devletin vatandaşlarının büyük bir bölümü de bu yalanların esiri olmuşlardır.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in ırkçı düşüncelerini bir kez daha duyduğumda, bunları düşündüm yeniden.
Şöyle dedi Cemil Çiçek; '80'den önce ideolojik terör, 80'den sonra sağ/sol terörü... Sadece Ermeni terörü de değil. Ermeni terörü ile PKK terörü arasında yakın işbirliği var. Bunlar kan kardeşidirler. O devreden çekildi, işi bu tarafa verdiler. Zaten özür dilerim, bir kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu size çok şeyi ifade ediyor demektir.'
Evet, bu sözleri 'Kürt açılımı'ndan söz eden bir Başbakan Yardımcısı söylüyor.
Aslında Cemil Çiçek, yaşadığımız coğrafyada devlet eliyle işlenen büyük bir suçu da aklamaya çalışıyor bu sözleriyle.
Rahatlıkla 'Ermeni terörü'nden söz edebiliyor.
Atalarının işlediği büyük 'Soykırım Suçu'nu bir kez daha unutturmaya çalışıyor.
Oysa bu büyük suç, onların peşini hiçbir zaman bırakmayacak.
Onlar Ermenileri sadece yok etmediler. Canlarına, mallarına, tarihlerine de el koydular.
Ermenilerin emekleriyle var ettikleri her şeyi onların katillerine sundular. İşte bir örnek; Ermeni Soykırımı sonrasında Batılıların baskısıyla kurulan 'göstermelik mahkeme'de yapılan yargılama sonrasında Boğazlıyan Kaymakamı ile Urfa mutasarrıfı Nusret idam edilir. Daha sonra cumhuriyet döneminde bu kişilerle birlikte yurtdışında öldürülen İttihatçı önderlerin ailelerine devletten maaş bağlanır. Ermenilerin malları verilir ve itibarları iade edilir.
Bu coğrafyada Ermeniler ve Kürtler kardeştirler ama Cemil Çiçek'in söylediği gibi 'terör kardeşi' değil, acılarda kardeştirler.
Ermeniler ve Kürtler bu coğrafyanın aynı kaderi paylaşan kardeş iki ulusudur.
Ortak yanları ise bir 'Yalanlar İmparatorluğu' tarafından maruz kaldıkları DEVLET TERÖRÜDÜR.
İşte bu devletin terörist yüzünü gizlemeye çalışanlar Cemil Çiçek gibi konuşurlar.
Cemil Çiçek yıllar önce 'flört fahişeliktir' diyerek ne kadar erkek egemen, feodal ve 'kadın düşmanı' bakış açısına sahip olduğunu ispatlamıştı.
Hiç unutmayalım militarizm erkek egemenliğin son aşamasıdır.
Bugünkü sözleriyle Cemil Çiçek ne kadar ırkçı ve militarist olduğunu da ispatlamıştır.
keskineren@gmail.com
Çünkü ancak bu 'bakış açısı' ile varlıklarını sürdürebilirler.
Çünkü ancak bu 'bakış açısı' ile suçlarını gizleyebilirler.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, kuruluş felsefesi olan, 'İttihat Terakki artığı' 'Türk İslam sentezci' bakış açısı öylesine içselleştirilmiştir ki toplumda, ırkçılık sıradanlaşmıştır bu coğrafyada.
Farkında olsunlar ya da olmasınlar, toplumun büyük çoğunluğu ırkçıdır aslında!
Tarihleri yalandır, resmi ideolojileri yalandır!
TC Devleti bir 'YALANLAR İMPARATORLUĞU'dur.
Ve bu devletin vatandaşlarının büyük bir bölümü de bu yalanların esiri olmuşlardır.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in ırkçı düşüncelerini bir kez daha duyduğumda, bunları düşündüm yeniden.
Şöyle dedi Cemil Çiçek; '80'den önce ideolojik terör, 80'den sonra sağ/sol terörü... Sadece Ermeni terörü de değil. Ermeni terörü ile PKK terörü arasında yakın işbirliği var. Bunlar kan kardeşidirler. O devreden çekildi, işi bu tarafa verdiler. Zaten özür dilerim, bir kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu size çok şeyi ifade ediyor demektir.'
Evet, bu sözleri 'Kürt açılımı'ndan söz eden bir Başbakan Yardımcısı söylüyor.
Aslında Cemil Çiçek, yaşadığımız coğrafyada devlet eliyle işlenen büyük bir suçu da aklamaya çalışıyor bu sözleriyle.
Rahatlıkla 'Ermeni terörü'nden söz edebiliyor.
Atalarının işlediği büyük 'Soykırım Suçu'nu bir kez daha unutturmaya çalışıyor.
Oysa bu büyük suç, onların peşini hiçbir zaman bırakmayacak.
Onlar Ermenileri sadece yok etmediler. Canlarına, mallarına, tarihlerine de el koydular.
Ermenilerin emekleriyle var ettikleri her şeyi onların katillerine sundular. İşte bir örnek; Ermeni Soykırımı sonrasında Batılıların baskısıyla kurulan 'göstermelik mahkeme'de yapılan yargılama sonrasında Boğazlıyan Kaymakamı ile Urfa mutasarrıfı Nusret idam edilir. Daha sonra cumhuriyet döneminde bu kişilerle birlikte yurtdışında öldürülen İttihatçı önderlerin ailelerine devletten maaş bağlanır. Ermenilerin malları verilir ve itibarları iade edilir.
Bu coğrafyada Ermeniler ve Kürtler kardeştirler ama Cemil Çiçek'in söylediği gibi 'terör kardeşi' değil, acılarda kardeştirler.
Ermeniler ve Kürtler bu coğrafyanın aynı kaderi paylaşan kardeş iki ulusudur.
Ortak yanları ise bir 'Yalanlar İmparatorluğu' tarafından maruz kaldıkları DEVLET TERÖRÜDÜR.
İşte bu devletin terörist yüzünü gizlemeye çalışanlar Cemil Çiçek gibi konuşurlar.
Cemil Çiçek yıllar önce 'flört fahişeliktir' diyerek ne kadar erkek egemen, feodal ve 'kadın düşmanı' bakış açısına sahip olduğunu ispatlamıştı.
Hiç unutmayalım militarizm erkek egemenliğin son aşamasıdır.
Bugünkü sözleriyle Cemil Çiçek ne kadar ırkçı ve militarist olduğunu da ispatlamıştır.
keskineren@gmail.com
Tanrıların ve egemenlerin sevmediği tanrı: Pan
Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus'un habercisi olan Hermes, gönlünü bir peri kızı olan Driyope (Dryope)'ye kaptırır. Ve bir çocukları olur. Doğan çocuk keçi ayaklıdır. Kuyruğu, başında boynuzu ve keçi sakalları vardır. Driyope doğan çocuğun çirkinliğinden öyle tiksinir ki, onu tanrıların mekanı olan Olimpos'tan fırlattığı gibi yeryüzüne atar. Pan'ı çobanlar bulup büyütür. Keçi ve koyun sürülerinin güdülmesinde onlara yardım eder. Bir gün babası Hermes çıkagelir. Oğlunu alıp Olimpos tanrılarının yanına götürerek, tanrılarla tanıştırır. Fakat tanrılar; sakallı, boynuzlu, keçi mi insan mı pek belli olmayan bu yaratığa bakıp gülerler, onunla alay edip küçük düşürmeye çalışırlar. Bir yandan lüks, şatafatlı yaşamlara, diğer yandan kendisiyle alay edilmesine katlanamayan Pan, koşup Olimpos'tan atlar. Ve iki keçi ayağı, iki insan eli üzerine yeryüzüne düşer. Olimpos'tan ayrılışıyla tanrılardan uzaklaşması ve sevdiği ormanlara, doğa canlılarının arasına dönüşü Pan'ı o denli mutlu eder ki; ormanda mutluluktan oynayıp bir kayadan öbür kayaya atlar. Doğayla iç içe oluşu yüreğini esrikleştirir. Kavalını alıp çaldığında ormandaki tüm canlılar etrafına toplanır. Kavalının sesiyle dinginleşir ve coşarlar. Bir, peri kızlarının yüz vermemesi hüzünlendirir onu. Zaman aman kavalının yakarışları bundandır belki. Bir gün site devletlerinden birine yolu düşer. Sitedeki filozofların dahi köleciliği överek, kölelerin isteyerek boyunduruk altına girdiklerinin anlatımını hayretler içinde dinler. Ama diğer yandan da onlara güler geçer. Çünkü tanrı Apollon'a bile bilicilik gücünü veren, Apollon'u Delfoy bilicilik tapınaklarıyla ünlenmesini sağlayan odur. Bunun için bilir kölelerin, ezilen toplulukların, talan edilen kabilelerin bir gün köle olmaktan, ezilmekten kurtulacaklarını. Başkalarını, toplulukları, köleleştirmeden, özgürce eşitçe yaşayacakları günün geleceğini bilir. Nasıl ki tanrıların şatafatlı lüks, yapmacık, hor gören yaşamlarından nefret etmiş, ilençler yağdırıp kaçmışsa, site devletlerinin yeryüzü temsilcileri olan egemenlerinden de öylece kaçar, uzaklaşır. Zaten egemenler içinde ona tapınanlar da yoktur. Yakaranlar; ötekileştirilen ezilenlerdir. Asıl mutlu olduğu alanlara yönelir Pan. Mutluluğu doğada, dağdaki canlılarda bulur.
Pan'ın mitolojik anlatımlarının bir bölümü böyledir. Pan'ın tanrılar panteonunda ayrıksı duruşu, tanrılardan çok insanlarla, doğayla, doğadaki diğer canlılarla ilişkisinin nedenleri, arka planı nelerdir?
'Rahiplerin en önemli işlerinin başında yeni bir din ve tanrı inşası görevi gelir. Benim yorumum Sümer rahiplerinin din icat etmelerinin özü eski 'totem' tapınmasıyla putçuluğu aşan İbrahimi dinlerin arasındaki köprü gibi gözüken geçiş halkasını oluşturmaktadır. Gökleri düzenleyen kuvvet, kavram tanrısıyla toplumun kimliğini belirleyen totemik dinin bir karmaşasını oluşturmaktadır. Totemin, klanın ve onun gelişmiş hali kabileyi belirleyen kimliği ifade ettiği genel kabul görmüş bir yorumdur. Çoğunlukla güç ifadesi taşıyan varlıkları esas alırlar. Halen aşiret adlarında rastladığımız aslan, şahin, yılan, kurt, güneş, rüzg‰r, önemli bitki ve ağaç adları bu dönemden kalmadır.' (Bilge İnsan)
İÇSELLEŞTİRİLEN VE DERİNLEŞTİRİLEN SÖMÜRÜ
Toplumun artık ürün ve artı değer üzerinde gelişen iktidar sermaye sahipleri, kral-rahipler; mitolojik yaratımlarıyla oluşturdukları tanrılar panteonuyla, köleci uygarlığın ideolojik kimliğini yarattılar. Yeryüzündeki sömürünün gökyüzünde de (tanrılar katında da) var olduğunu ve değişmez kanunları olduğunu kanıtlamaktı bu. İlkin yaratılan tanrılar, kurulan şehir devletlerinin egemenleri, yöneticileri olan iktidar ve sermaye sahiplerinin sayısı kadardı. Devlet ve ona bağlı olarak bürokrasinin gelişmesiyle tanrıların sayısı da arttı. Sömürünün derinleşmesi, toplumsal katmanların oluşması, üretim araçlarının gelişimi vb. nedenlerle de kurucu, koruyucu tanrıların var edilmesiyle de çoğaldı. Rahiplerce geliştirilen suni bir yaratımdır bu. Sömürünün içselleştirilmesi içindir. Klan, kabilelerin totemik inanışı ise toplumun yarattığı değerler, kültür, ahlak, kolektif emek ve belleklerinin totemde toplanışı, cisimlenişidir. Totem toplumun ideolojik kimliğidir. Köleci uygarlığın gelişmesiyle egemenlik altına alınan veya uygarlık merkezlerinin site devletlerinin içinde eritilen klanların, kabilelerin totemik inanışları bazen yok sayılıp dışlanırken, bazen de bir üst kimlik olarak yaratılan tanrılarla bütünleştirilir. Totemin yadsınarak yok edilmesi, toplumun tarihsel belleği kültür ahlak ve politikasının cisimleşmesi olduğu için, klan, kabile topluluklarının dağıtılıp, eritilmesidir. Mitolojik anlatımda bunu; totemik varlıkların tanrılar tarafından yok edilmesinde veya içselleştirilmelerinde veyahut da totemin yeni tanrıların lakabı haline getirilmesinde görürüz. Mısır mitolojisinde baş tanrı Osiris'in vücudu insan, kafası ise köpek; Horus'un başı şahin, vücudu insan biçimlidir. Mısır'da klan kabilelerin etkinliğinin güçlü olmasıyla ilintilidir bu. Oysa Yunan mitolojisinde tanrılar insan biçimlidir. Hızla büyüyen şehir devletleriyle, işgal altına alınan veya içe alınıp eritilen klan kabilelerin ideolojik kimlikleri olan totemlerde, mitolojik yaratımlarla tanrılar panteonunda eritilir. Zeus'un simgesinin kartal, Afrodit'in güvercin, Artemis'in geyik olması gibi. İşte Pan'ı diğer tanrılardan ayıran en temel ayırt edici özelliği budur. Pan'ın bu özelliğiyle; dönemin uygarlık merkezlerince yenilgiye uğratılamayan ahlaki politik toplum, uygarlık karşıtı topluluklar tarafından yaratıldığı, sonraları tanrılar panteonuna dahil edildiği anlaşılmaktadır.
KÖLECİ UYGARLIK VE EGEMENLİK
Yarı keçi yarı insandır Pan. Bir nevi köleci uygarlığa tam olarak biat etmeyen doğal toplumun, ideolojik kimliğinin çağın inanış biçimi olan mitolojik anlatımda yerini almasıdır. İktidar ve sermaye sahiplerinin (egemenlerin) tanrı anlayışlarında, dünyada kurdukları egemenlik gibi, zor, tahakküm, baskı vardır. Bu yüzden cezalandırıcıdır. Korku salan, felaketler yollayan, kahhar tanrılardır. Oysa klan kabilelerin totemleri ahlaki politik toplumun tanrıları (veya tanrılara bakışı) insan sever, doğa ve canlılara değer veren, bağışlayıcı, affedici, iyilikseverdir. Pan da, tam da böyle bir tanrıdır. Mitolojik anlatımı sadedir. Tanrı olmasına rağmen insanlar tarafından büyütülmüştür. İnsanlığın ana kaynağı doğal toplumun değerlerini sınırsız tüketen lüks, şatafat içinde yaşayan, kendi dışındaki farklılıkları horlayan, küçük gören, yadsıyan, Olimpos tanrılarının yanından kaçmaktadır. Kendini özgür hissettiği dağlarda, ormanlarda, doğa canlılarının yanında yaşamayı tercih etmektedir. Mitolojik anlatımın gerçek manası ise; köleci uygarlığın ve egemenlerin, insanlığın toplumsal doğasına aykırı olduğundan, uygarlık merkezlerinde kölece yaşamaktansa, yoksulluk da olsa sonunda, uzağında, ormanlarda, dağlarda yaşamanın yeğ tutulmasıdır. Biliyoruz ki tarih boyunca birçok klan, kabile, aşiret uygarlık merkezlerinde sömürüyü, köleliği, erimeyi yaşamaktansa düzenli beslenme koşullarına sahip olmasalar da uygarlık merkezlerinin uzağında dağlarda ama özgür, eşit yaşamayı seçerler. Kürtlerde, kabile, aşiret örgütlenmesinin bu denli güçlü olmasının ve Kürtler'in uygarlık merkezlerinin uzağında dağlarda yaşamalarının nedenlerinden biri de budur....
Pan'ın mitolojik anlatımında formüle edilen, Olimpos tanrılarının mekanından kaçışı, onların yaşam tarzına duyulan öfke, aslında köleci uygarlık karşıtı güçlerin iktidar ve sermaye sahibi kölecilerin, kültür değer ve ideolojilerine yönelik geliştirilen direnişin ifadesidir. Köleci uygarlığın insanı daha doğrusu egemen güçleri özneleştirdiği, geri kalan ezilenlerden tutalım doğaya, hayvanlara kadar tüm varlıkları nesneleştirmesine karşı Pan, ezilenlerin ve doğanın özneleştirilmesidir. Oysa nesneleştirme krallaştırmadır. Bugün kapitalist modernitenin, doğayı, doğa canlılarını nesneleştirerek sınırsız sömürüye tabi tutması gibi, Pan'ın bu mitolojik anlatımı bile ilkel komünal doğal toplumun izlerini taşıdığının göstergesidir. Doğayla iç içedir. Nesneleştirmemekte özne olarak görmektedir. Bu yüzden doğanın tüm canlıları onun için kutsaldır. Aynı doğal toplumun klan kabilelerin tüm doğayı canlı olarak görmeleri, bir 'mana' biçtikleri doğa ve canlılara yaşamlarını idame ettirmenin ötesinde zarar vermemeleri gibi.
Pan'ın mitolojik anlatımında tanrılar tarafından hor görülmesi, küçümsenmesi, aslında klan kabilelerin değerlerinin, kültürlerinin, ahlaklarının, yaşam biçimlerinin horlanmasıdır. Bu merkezi uygarlık tarihinin geneli için de geçerlidir. Hangi çağda olursa olsun iktidar ve sermaye sahipleri kendi dışındaki kültürleri horlayıp küçük görmüştür. Antik Yunan'da, Yunanlıların kendi dışındaki tüm halkları barbar olarak nitelemeleri, Roma'nın kendi dışındaki halklara zulmederek klan kabileleri, aşiretleri barbar olarak görmesi gibi tüm uygarlık merkezlerinin bakışı aynıdır. Günümüzde de kapitalist uygarlık, çağı yarattığı kültür modernitesi dışında yaşamayı tercih eden halkların kültürel değerlerini hor görüp, parçalayıp, yıkıp yerine kapitalist moderniteyi inşa etmeye çalışmaktadır. İdeolojik hegemonyayla yapılmak istenen, kutsal olanın özgürlükçü, eşitlikçi, ahlaki, politik toplum değerlerinin lanetlenmesidir. Pan'ın tanrılarca hor görülmesi aslında eskinin, kutsallık atfedilenin, egemen ideolojik kimlik yaratımıyla lanetli hale dönüştürülmeye çalışılmasıdır. Ancak bu o kadar kolay gerçekleşmeyecektir. Eşitlikçi, özgürlükçü toplum da direnecektir. Mitolojik anlatımı Pan'ın hor görülmeye karşı kendi değerlerinde ısrar edip, doğaya yönelmesidir. Uygarlık karşıtları güçlerin boyun eğmeme gerçeği öyle kök salacaktır ki, M.S binli yıllara kadar Hıristiyanlığı bile zorlayacaktır.
DİRENİŞİN MİTOLOJİK ANLATIMI
Tek tanrılı dini inanç öncesi, klan kabilelerin totemik dini inançlarını ifadelendirmek için kullanılan Pagan inancı, Paganizm kavramları Pan'dan gelir. Kilise, uygarlık merkezleriyle bütünleşip iktidar ve sermayenin bir parçası haline gelince; Hıristiyanlık inancı ile eski kabile inanışlarını birleştirip sentez oluşturan halklara, eski Pagan inanışlarında direnenlere yönelik çok büyük mücadeleler verilmiştir. Bu ideolojik mücadele; Pagan inanışına sahip olanları diri diri yakmak da dahil, en üst ifadesini kilisenin kurduğu Engizisyon Mahkemeleri ve onun cezalandırma yöntemleriyle gösterecektir. Köleci uygarlık merkezlerinin ideolojik kimliği olan tanrılar panteonundan mitolojik anlatımında eski toplumun kimliği olan totemleri yok edip yahut da biçimlerinden biri, lakabı haline getirmesi, tek tanrılı dinlerde de görülür. Eski toplumun inanış biçimleri kutsallıktan lanetli konuma indirgenir. Örneğin Hıristiyanlıkta şeytanın görünümlerinden biride Pan'ın görünümünü andıran figürdür. Şeytan keçi sakallı, keçi boynuzlu, kuyruklu olarak gösterilir. Yenilgiye uğrayan toplumların kutsalları galip gelenlerce lanetlenen, horlanan figürler haline gelir. Toplumun değişen koşullarla bağlantılı yeni bir ideolojiye ihtiyaç duyduğu, içte sınıflaşmanın derinleştiği vb. nedenlerle de kutsal olanın lanetlenmesi sıkça görülen bir olgudur. Örneğin Babil mitolojisinde, bir dönemin ana tanrıçası Tiamat'ın erkek egemen köleci uygarlığın kök salmasıyla yok edilmesi ve onun yanında Marduk'a karşı savaşan varlıkların lanetlenmesi gibi. Yahudiler Mısır'da Kenan'da yaşadıkları dönemde yılda bir kez halkın tüm günahlarını bir keçinin kafasına yerleştirir ve keçiyi çöle salarlardı. Birçok halkta benzer ritüellere rastlanır. Tanrı-kralların belirli zamanlarda kurban edilmesine kadar gider. Kişinin ölmesi, baharın yeniden doğması ve bu döngünün sürekli yaşanmasına benzer. Kral da ölmelidir. Yeni gelecek kralla beraber aynı baharın yeniden gelmesi gibi, toplum da, yeni gelen kralla yenilenmeyi sağlamalıdır. Kralın öldürülüşü topluluğun günahlarını kendisine yüklemesidir. Keçiye günahların yüklenmesi; eski gelenekte toplum için kutsal bir varlıkken, sonradan lanetli konuma düşürülmesinin göstergesidir. Buna benzer birçok örnek verilebilir. Ana soyluluktan baba soyluluğa geçişle beraber, öncesinde kutsallık atfedilen kadına sonrasında ilk günahk‰r, cadı vb. yakıştırmaları yüklenmesi gibi. Pan'ın mitolojideki yeri bu bakımdan önemlidir. Ahlaki politik toplumun, klan kabilelerin kimliklerini koruma çabasıdır. Direnişlerinin mitolojik anlatımıdır. Bu asi tanrıyı egemen tanrılar ehlileştirememişleridir. Kendilerine benzetip köklerinden koparamamışlardır. Bu yüzden Pan; ezilenlerin doğal toplumun merkezi uygarlıklara karşı bir direnişinin ifadesidir. Bu, kültürel ahlaki olduğu kadar maddi, politik bir direniştir. Ahlaki politik toplumlar tarihin tüm çağlarında merkezi uygarlığa karşı direnmişlerdir. Kimi zaman uygarlık merkezlerinden uzakta, ormanlarda, dağlarda kendilerine özgür yaşam alanları seçerek, kimi zaman isyanlar, başkaldırılarla yenerek, yenilerek, kimi zaman uygarlık merkezlerine akınlar düzenleyerek, kendi ideoloji, tanrı inanışlarını yaratarak, kimi zaman da dini kılıf altında ahlaki ve politik mücadelelerini sürdürerek günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Tanrıların ve egemenlerin sevmediği ama ezilenlerin kendilerinden biri gibi hissettikleri, ezilenlere eşitlikçi, özgürlükçü bir dünyanın geleceğini muştulayan Pan, ahlaki politik toplumun direnişinin tarihsel akışında böylesi bir yere sahiptir.
Özgür GÜRBÜZ *
* Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi
Kaynakça:
-Akdeniz Tanrıları (Y. Atan)
-DTM
İspanya'da özerklik nasıl uygulanıyor - 2
KÜRT SORUNU ÖZERKLİKLE ÇÖZÜLÜR
Meclis karar almalı
Meclis'e 'Kürt sorununda inisiyatif al' çağrıları yapılırken, Basklı tarihçi Manuel Martorell ETA ve hükümet görüşmelerinin İspanya Parlamentosu'nun kararıyla başladığını söyledi
ANADİLDE EĞİTİM
Tarihçi ve gazeteci olan Martorell, İspanya'daki özerkliği Günlük'e anlattı. İspanya'nın 17 özerk yönetimden oluştuğunu belirten Martorell, 'Özerk bölgelerin kendi meclisleri, yargı sistemleri, polis güçleri, bayrakları ve çift resmi dilleri var. Özerk bölgelerde herkes kendi anadiliyle eğitim yapıyor' dedi.
KARAR MECLİS'TEN
'Devlet, Öcalan ile görüştü' tartışmaları üzerine kıyametler koparıladursun, Martorell, 'ETA'nın silahsızlandırılması ve militanlarının yasal sürece dahil olması' için Zapareto hükümetinin Meclis'ten karar çıkarttığına dikkat çekti. Martorell, tutuklu ETA'lıların durumunun görüşmelerin en kritik konusunu olduğuna işaret etti.
Meclis ETA ile görüşme kararı aldı
Basklı tarihçi ve gazeteci Manuel Martorell ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünde Kürt sorunuyla benzerlikler taşıyan İspanya'daki Bask, Katalonya, Galiçya sorunlarının nasıl bir çözüme kavuşturulduğunu, Bask bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden ETA ile İspanya hükümetleri arasında, ateşkes, silahsızlanma ve Bask sorununun çözümü konularında yapılan görüşmelerin nasıl başladığını, bu görüşmelere kimlerin arabuluculuk yaptığını ve Başbakan Zapatero'nun, ETA ile doğrudan görüşmeler yapılması konusunda Meclis'ten nasıl karar aldığını konuştuk. İspanya Meclisi'nden çıkarılan karar sonrası ateşkes ilan eden ETA, görüşmeler sürerken, neden ateşkesi bozdu? 1978'de kabul edilen anayasada kabul edilen özerklik Bask, Katalonya ve Galiçya'da nasıl uygulanıyor? Bu özerklik ne anlama geliyor?
ETA bu dönemde silahlı bir mücadele veriyordu. Açılım sürecinde ETA'nın tutumu neydi?
ETA hiçbir zaman legalleşmedi, bağımsızlık mücadelesine devam etti. 1978 Anayasası'ndan sonra Bask bölgesinde ETA'ya yakın olan birkaç tane yasal parti kuruldu. Anayasa özerklik tanıyor, ama ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını içermiyordu. ETA da bu anayasayı bu nedenle reddetti. Bask bölgesinde yapılan referandumda 'hayır' oyu daha yüksekti. Bask bölgesinin en güçlü partisi olan PNV ise referandumda 'evet' oyu kullandı. ETA'yı temsil eden siyasi oluşumlar ise 'hayır' oyu kullandı. ETA her zaman koşulsuz bağımsızlığı savundu.
Açılım süreci içinde, silahların bırakılması için ETA ile görüşmeler yapıldı mı?
Açılım süreci ciddi anlamda başladığında zaten ETA, ETA (PM) ve ETA (Militar) olarak ikiye bölünmüştü. ETA (PM) Bask Devrimi Partisi adıyla bir parti kurdu. Sonra da dağıldı zaten. Açılım süreci başladığında gizli temaslar oldu. 1978'den sonra kurulan bütün hükümetlerin hepsi ETA ile bir şekilde temas kurup görüşmeler yaptı. Bunların bir kısmı gizli temaslardı, bir kısmı ise açıkca yapılan görüşmelerdi. Açılımı yetersiz bulan ETA Militar'dı. Şu anda sadece ETA olarak kaldı örgüt, çünkü diğer grup dağıldı. Seçimleri kazanan Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) Başkanı Filipe Gonzales hükümeti ile ETA arasında Cezayir'de görüşmeler başladı. ETA ile o ana kadar gizli, açık yapılan görüşmelerin en önemlisi bu Cezayir görüşmeleriydi. Gonzales hükümeti ETA ile bu dönemde Bask sorununun çözümü için görüşmeler yaptı. Şu anki muhalefet partisi olan Halk Partisi de (PP) iktidardayken ETA ile görüşmeler yaptı.
ETA ile gizli ya da açık görüşmeler yapıldı dediniz, peki resmi olarak görüşmeler ne zaman ve nasıl yapıldı? Kimler bu görüşmeler için arabuluculuk yaptı?
17 Mayıs 2005'te Zapatero hükümeti ETA ile doğrudan görüşmelerin yapılması için İspanyol Parlamentosu'ndan karar çıkarttı. Bu çok önemli bir gelişmeydi. Parlamentodaki bütün partiler bu kararı destekledi. Sadece ana muhalefet partisi PP desteklemedi. Diğer bütün partiler 'evet ETA ile görüşülsün' dedi. Avrupa Parlamentosu da bu kararı desteklediğini açıkladı. Meclis'in kararından sonra ETA, 22 Mart 2006'da kalıcı ateşkes ilan etti. Zapatero da ateşkes ilan eden ETA ile diyalog sürecinin başlayacağını açıkladı. ETA ateşkes sürecinde operasyonların yapılmamasını, tutuklamalara son verilmesini şart koştu. Bu ara tutuklamalar olunca, ETA ateşkes kararını bozdu ve Madrid Havaalanı'nda bombalı eylem yaptı. Bu herkesin tepkisini çeken bir eylem olmasına rağmen Zapatero hükümeti ETA ile görüşmelere devam etti.
Aralık 2006'da ETA Madrid Havaalanı'ndaki eylemle ateşkes kararından vazgeçti. Görüşmeler sürerken ETA bu eylemi yaptı. Bu eylemden sonra da hükümet hem yasal bir Bask partisi olan Batasuna ile hem de ETA ile görüşüyordu. Şimdi bir görüşme var mı, yok mu bilinmiyor. Ama ETA'nın 2006 Aralık ayındaki eyleminde sonra da görüşmelerin devam etmesi önemliydi. Fakat hükümet bu görüşmeleri kamuoyu önünde reddetti. Cenevre'de yapılan görüşmeler 2007 Mayıs ayına kadar sürdü. Şimdi ise bir bilgi yok.
ETA ile görüşmelere kimler arabulucu oldu?
ETA ile görüşmeler aslında 2001 yılında başladı. Bazen önemli kişilerin arabulucuğunda çeşitli düzeylerde yapıldı bu görüşmeler, bazen siyasi parti temsilcileri aracılığıyla yapıldı, ama hükümetin onayıyla yapıldı bu görüşmeler. İngiltere eski Başbakanı Tony Blair de arabuluculuk yaptı. Sinn Fein'in lideri Gerry Adams'in de katkısı oldu. Henri Dunant adında bir enstitü var İsviçre'de, bu ensititü başka ülkelerdeki çatışmalı durumlarda taraflar anlaşmak ve bir mutabakata varmak istiyorsa, bir uzlaşı ciddiyeti varsa arabulucu olarak devreye giren ciddi ve saygın bir kurum. Bu kurumun da katkısı çok oldu. Norveç ve İsviçre hükümetinden de katkı oldu görüşmelere. Endru Dunant'ın ETA ve İspanya hükümeti arasındaki görüşmelerde arabulucu olması için hem İsviçre hem de Norveç hükümetleri bazı çalışmalar yaptılar. Çünkü Henri Dunant taraflar arasında ciddiyet olduğunu gördüğü zaman arabuluculuk yapan bir kurum. ETA ve İspanya hükümetinin sorunun çözümü konusunda ciddi olduklarının garantisini de bu kuruma Norveç ve İsviçre hükümetleri verdi. Ondan sonra Henri Dunant arabulucu oldu.
Görüşmelerde neler konuşuluyordu? Nelerin pazarlığı yapılıyordu?
ETA ile görüşmelerin iki ayağı vardı. Birisi Bask sorununun çözümü konusundaydı, diğeri savaştan zarar görmüş olanlar için neler yapılacağı ve ETA militanları için af. Af çıkması durumunda da ETA militanlarının toplum içindeki durumu konuşuluyordu. Şu anda cezaevinde bulunan ETA militanlarının durumu görüşmelerin önemli bir ayağını oluşturuyordu. Diğer taraftanda siyasi sorun konuşuluyordu. Bask ülkesinin bir kasabası olan Loiola'da siyasi görüşmeler yapılıyordu. Bu görüşmeler EAJ, ETA'nın siyasi kanadı olan Batasuna ile POSE arasında yapılıyordu. Bu görüşmeler Vatikan'ın desteğiyle yapılan görüşmelerdi. Bu görüşmelerde 31 Ekim 2006'da bir sonuca varıldı. Görüşmelere katılan partilerin bu anlaşma belgesini kendi parti merkezine onaylatması gerekiyordu. Ancak Batasuna önemli bir değişiklik istedi. ETA görüşmelerin tıkanacağını beklemiyordu. Ama Batasuna'nın önerdiği değişiklik görüşmelerin tıkanmasına neden oldu. İspanya'da 4 Bask otonomi bölgesi var. Batasuna iki yıl içinde bu otonomilerin birleştirilmesini ve tek özerk Bask otonomisi olmasını istedi. Bu talebi EAJ de, POSE de kabul etmedi ve bu yüzden görüşmeler sona erdi. Batasuna sonradan bu önerisinin bir hata olduğunu kabul etti. İsviçre'deki görüşmeler de, yani ETA ile hükümet arasındaki görüşmeler de, hükümet ETA'ya operasyon yapılmayacağı sözünü yerine getirmeyince sona erdi. Cenevre görüşmeleri sürerken, hem Fransa'da hem de İspanya'da ETA militanları tutuklandı. Zapatero hükümeti sözünü tutamadı. ETA da bunun üzerine hükümeti suçladı.
Hükümet operasyon yapılmayacağı sözü vermişken neden operasyon yapıldı?
Hükümet bence yargı sistemine söz geçiremedi. Görüşmeleri, yani hem Cenevre'deki ETA ile görüşmeleri hem de Bask bölgesinde Batasuna ile yapılan görüşmeleri iki şey bitirdi. Birincisi, Batasuna'nın teklifi, ikincisi ise hükümetin ETA'ya karşı operasyon yapılmayacağına dair verdiği sözü tutamaması. ETA da bu yüzden ateşkese son verdi ve Madrid'deki bombalı eylemi gerçekleştirdi. Ama bu eylemden sonra bile görüşmeler bir süre daha devam etti ve Batasuna'nın katıldığı görüşmelerdeki o siyasi belge imzalanmış olsaydı bu belge Vatikan'a gidecekti ve Vatikan garantör olarak bu belgeye tarafların uymasını denetleyecekti.
Peki şu andaki durum nedir?
Şu anda neler olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Görüşmelerin sona ermesinden sonra ateşkes fiilen bozuldu, ama ETA bugüne kadar bir eylem yapmadı. Şu anda ise kulislerde konuşulan konu şu; Batasuna ETA'yı silah bırakmaya ikna etmeye çalışıyor, bu olduktan sonra da siyasi görüşmelerin yeniden başlayacağı konuşuluyor. Fakat bu bir söylenti. Batasuna 'ETA silahları bırakabilir' diye bir açıklama yaptı en son. Burada hükümet ile ETA arasında bir pazarlık olduğu ve bunun sürdüğü belli, ama bu nedir tam bilinmiyor, resmileşen bir şey yok.
Manuel Martorell Kimdir?
İspanya'nın Bask bölgesinin Elizondo kasabasında (Navarrra Otonomisi) 1953 yılında dünyaya geldi. 1981'de Barcelona Özerk Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. Daha sonra tarih doktorası yaptı. Tarihçi olarak Frankist (Frankocu) döneme ait pek çok inceleme yaptı. EFE ajansı, Diario 16 ve el Mundo gazetelerinde çalıştı. İspanya'nın ikinci büyük gazetesi olan el Mundo'da dış haberler şefliği yaptı. Bölge illerine ilk kez 1988 yılı Ağustos ayında geldi; Diyarbakır, Şırnak, Hakkari, Van, Diyarbakır güzergahını izleyerek araştırma ve çalışmalar yaptı. İspanya'da Kürtlerle ilgili ilk kitabı 1991'de 'Kürtler - Bir direnişin tarihi' adıyla yayınladı. 2005 yılında ise 'Kürdistan-Yasak ülkeye yolculuk' adıyla ikinci kitabını yayınladı. Bu iki kitap da İspanyolca'dan Türkçe'ye çevrilerek, Türkiye'de de yayınlandı.
ÖZERKLİK NASIL İŞLİYOR?
İspanya anayasasında yer alan özerklik bugün Türkiye'de de Kürt sorunu konusunda bir model olarak tartışılıyor. Benzer bir maddenin Türkiye Anayasası'nda yer alması Kürt sorununun en azından çatışmalı durumunu sona erdirecektir. Peki Bask bölgesindeki özerklik nasıl işliyor? Nasıl bir yönetim var Bask'ta?
Bütün İspanya'da yerel yönetimler zaten özerk. Sadece Bask bölgesi değil. Hem siyasi olarak, hem de ekonomik olarak İspanya'daki bütün belediyeler, yerel yönetimler özerk. Merkezi devlet ve merkezi hükümet belediyelere müdahale edemez. İspanya'daki özerklik belediyelerin, yerel yönetimlerin özerkliğidir. Bu ayrı bir şeydir. İspanya devleti 17 özerk yönetimden oluşan bir devlet. İspanya'da başka uluslara ait 4 otonomi bölgesi var. Katalonya, Galiçya, Bask bölgesi ve Navara. Bu bölgelerin otonomileri diğer İspanya otonomilerinden daha geniş yetkilerle donatılmış otonomilerdir. Bu özerk yönetimlerin kendi hükümetleri var. Özerk parlamentosu var. Kendine ait bir yargı kurumu var, yüksek mahkemesi var. Bask bölgesinin, Navara'nın ve Katalonya'nın kendi polis güçleri var. Bunlar herhagi bir polis gücü değil, güçlü polis örgütleridir. Vergilerin toplanması konusunda da otonomi hükümetinin söz sahibi olduğu alanlar var. Bazı vergiler sadece otonomi hükümetine ait. Bazı vergileri ise merkezi hükümet ile otonomi hükümeti ikisi topluyor. İkisi arasında pay ediliyor. Eğitim, ekonomi, sağlık, ulaşım, yargı, kültür, turizm, ormanların işletilmesi, karayolları, spor vb. alanlar otonomi hükümetinin yetkileri içindedir. Bölgeyle ilgili önemli yetkileri otonomiler kendileri icra ediyor. Örnegin, Bask bölgesindeki demiryollarının işletmesi, denetlemesi tamamen Bask hükümetine aittir. Her otonominin kendi bayrağı var.
Eğitim sistemi nasıl bu otonomilerde?
İspanya'da kendilerine ait dilleri olan otonomiler, kendi dilleriyle eğitim yapıyorlar. Bu otonomilerde eş resmi dil var. Kendi dilleri de resmi dildir. Eğitim sisteminde iki dilde farklı modeller var. Her bölgede aynı değil, ama temel olarak çift dilli bir eğitim sistemi var. Sizin için ilginç olabilir, size Navara'da eğitim sistemini anlatayım. Navara'da halkın sadece yüzde 10 ile 12 arası Baskça biliyor. Bu bölge biraz asimilasyona uğramış bir bölge. Benim de yaşadığım yer. Dil olarak üç bölgeye bölünmüştür. Baskça'nın konuşulduğu bölge, Güney bölgesi ise daha çok İspanyolcanın konuşulduğu bölge, bir de her iki dilin konuşulduğu bölge var. Güney bölgesinde Baskça konuşulmamasına rağmen bir kişi Baskça eğitim almak istiyorsa hükümet o kişiye Baskça eğitim vermek zorunda. Navara etnik olarak Bask kökenlidir. Ama biraz sizin Dersim ve Koçgiri gibidir. Güney Navara'dakiler de Basklıdırlar ama anadillerini unutmuşlardır. Navara'da üç eğitim sistemi var. Bir model şöyle, bütün eğitim Baskça, ama bir ders de İspanyolca var. İkinci bir model ise bunun tersi. Diğer eğitim sistemi ise yarı yarıya Baskça ve İspanyolca. Üniversiteye kadar olan eğitim sistemi böyle. Öğrenci istediği sistemi tercih edebiliyor. Navara'da üniversite eğitiminde de pek çok dersin Baskça verilmesi yolunda bir çalışma var. Ama Katalonya'da durum farklı. Orada halkın çoğunluğu Katalanca'yı biliyor ve eğitim sisteminde hakim olan dil Katalanca. Galiçya'da da böyledir.
Siz yıllardır aynı zamanda Kürtler üzerine de çalışmalar yürüten bir gazetecisiniz. Kürtlere olan ilginiz nasıl başladı ve size göre Kürt sorununun çözümü özerklikle mümkün mü?
Gazetecilik okurken okulu bitirdiğim yıl 1979'da İran devrimi oldu. İslam dünyasıyla ilgileniyordum o zaman. Ben İran devriminin etkileri üzerine bir çalışma yapmak istedim ve İran'a gittim. İran'da incelemeler yaparken, baktım ki İranlılar gibi olmayan ve başka bir dil konuşan etnik bir halk var. Tesadüfen Kürtlerle tanıştım. Ben sanıyordum ki Kürtler sadece Irak'ın kuzeyinde yer alan birkaç aşiretten oluşuyor. Ama baktım ki İran'da Irak'takinden daha çok Kürt var. Sonra bir baktım ki Türkiye'de Kürtler var ve Türkiye'deki Kürtlerin sayısı hem Irak, hem de İran'dakilerden daha çok. Bu durum beni çok şaşırttı. Baktım ki ortada bir tuhaflık var. Kürtler İspanya'da o zamana kadar pek bilinmiyordu. Ben böylelikle Kürtleri tanımaya ve incelemeye başladım. Önce makaleler yazdım bu konuda. İlk defa 1979 yılında hayatımda bir İranlı Kürtle tanıştım Adı Rahim. Rahim artık benim arkadaşım. 1989'da ilk defa turist olarak Türkiye'ye geldim. Türkiye Kürdistanı'na geldim. Diyarbakır, Mardin, Cizre, Şırnak, Uludure, Hakkari, Van, Kars, Bingöl, Bitlis gibi kentleri gezdim. Ondan sonra Kürtler biraz benim uzmanlık alanıma girdi. Bu arada şunu da keşfettim, Ortadoğu'nun içinde Kürt diye bir halk var ve bu halkın içinde Avrupa'dakine benzer Avrupa'daki, İspanya'daki gibi yurtsever gruplar da var. Ve kendi hakları için mücadele ediyorlar. İspanya'da Kürtlerle ilgili ilk kitabı 1991'de 'Kürtler - Bir direnişin tarihi' adıyla yayınladım. Sonra Mem u Zin destanının İspanyolca bir versiyonunu hazırladım. 2005 yılında ise 'Kürdistan-Yasak ülkeye yolculuk' adıyla ikinci kitabımı yayınladım. Bu iki kitabımda İspanyolca'dan Türkçe'ye çevrilerek, Türkiye'de de yayınlandı. Ama şimdi İspanya'da pek çok gazeteci Kürtlerle ilgili araştırma, inceleme yazıları yazıyorlar. Bu da iyi bir şey. Bence Kürt sorunu özerklik temelindi çözülebilir.
Hazırlayan:
Bayram BALCI
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)