Ekonomi Profesörü İzzettin Önder, Türkiye ekonomisinin, ‘giderek azgınlaşan emperyalist dünyada dış dengesini borçla, iç siyaset dengesini de sadaka ekonomisi ve tarikat-cemaat ilişkisi ile sürdürme çabası içinde’ olduğu vurgusunda bulunarak, AKP Hükümeti’nin bu gidişatı sürdürmekte kararlı olduğunu söyledi. |
IMF- Derviş karması
AKP Hükümeti’nin seçimlerle koalisyon hükümetinden devraldığı yönetimde, hiçbir değişiklik yapmadan, 2000 yılında IMF ve Kemal Derviş karması programını uyguladığını hatırlatarak söze başlayan Prof. Dr. İzzettin Önder, bu programın temel özelliğini ve ortaya çıkma gerekçesini ise, şöyle açıkladı: „Türkiye’nin borçlarını olabildiğince temizlemesi, ekonomisini dünya piyasa sistemine (daha doğrusu, emperyalistlerin dayattığı sisteme) eklemlemesi ve ‘Washington Uzlaşması’ (Washington Consensus) olarak bilinen neoliberal politikalara mutlak uyulması koşullarını içermesidir. Bu koşulların ortaya çıkış nedeni, emperyal sermayenin sıkışan kar oranları nedeniyle, kendisine yeni piyasa, kaynak ve kar alanı aramasıdır.“
Prof. Dr. Önder, çizdiği bu tablonun, „emperyalist küresel sermayenin tüm yeryüzünde emperyalist ağlarını sıkılaştırmak, dolayısıyla, insan ya da emek kesiminin sıkıştırılması’ anlamına geldiğini bildirdi.
Neoliberal politikalarla halk mağdur ediliyor
Ekonomi profesörü Önder, şöyle devam etti: „Buna ilaveten, finansal aşamaya geçmiş olan küresel sermaye, finansal alanda da kendisine yüksek getiri sağlayacak yeni piyasalar aramaktadır. Bir yandan sıkışan kar hadlerinden dolayı üretim maliyetlerinin baskılanması, diğer yandan finansal sermayenin beslenebilmesi için, katma değerin bir bölümünün finansal alana aktarılması gereği, emekçileri ve yoksul halkı sıkıştırmıştır. Küreselleşme adı altında yeryüzüne saçılan emperyalist sermayenin sömürücü vantuzlarının ulusal devletlere dayatmaları da Washington Uzlaşması’nda açıkça sayılmıştır. Uzlaşmanın temel hükümleri; ulusal ekonomilerin serbest dünya piyasasına açılması, ekonomik koruma önlemlerinin kaldırılması, devletlerin KİT vesair işletme tipleri ile üretimde bulunmaması, kamu hizmetlerinin özelleştirilerek veya hizmet satın alımı yöntemi ile özel sektöre yeni faaliyet ve kar alanları açılması, enflasyon denetim altına alınıp, serbest kur ve faiz politikası uygulaması ile finansal sermayeye avantajlı piyasalar oluşturulmasıdır.“
‘AKP uyguladı işsizler arttı’
Prof. Dr. Önder, yukarıda sözünü ettiği politikaların son koalisyon hükümeti tarafından kabul edildiğini ve büyük bir sadakatle uygulanmasının da AKP tarafından gerçekleştirildiğine dikkat çekerek, şu tahlilde bulundu: „AKP Hükümeti özelleştirmeleri büyük bir hızla devreye sokmuş ve bilindiği gibi, ‘babalar gibi satarım’ sloganı ile çok değerli ve karlı KİT’ler birer birer özelleştirme rampasına yerleştirilmiştir. Özelleştirmeler sonucunda bazı kuruluşlar kapatılmış, büyük miktarda emekçi işsiz kalmış ve kamu kesiminin üretimdeki payı geriletilmiştir. Özelleştirmeler yolu ile Shell gibi birçok uluslararası dev stratejik ve karlı kamu kuruluşlarına iç ortakla el koymuş bulunmaktadır.“
‘Yoksulluğa neden oldu’
AKP Hükümeti’nin, hükümetlik yaptığı süre boyunca ve halen işçi ve emekçiler aleyhine ekonomik adımlarda bulunduğunu kaydeden Önder’e göre; emek alanında bir yandan yoğun taşeronlaştırma ve diğer yandan da emek yasalarında değişiklikler yaparak esnek istihdam ve işçi kiralama kurumunu çalışma yaşamına sokan AKP Hükümeti, sermaye yanlı politikalarla emekçilerin çalışma ve yaşam haklarına saldırıda bulundu. Önder, özel kesime paralel olarak kamu kesiminde de sözleşmeli personel statüsünün yaygınlaştırılması yoluyla iş güvencesinin ortadan kaldırılmakta olduğunu belirterek, „AKP’nin uyguladığı düşük kur yüksek faiz politikası nedeniyle üretim girdilerinden büyük bölümünün dışarıdan temini gündeme geldiğinden, başta KOBİ’ler olmak üzere, birçok işyeri kapanmış ve binlerce emekçi açıkta kalmıştır. Bu denli yoğun işsizlik karşısında, reel ücretler üzerinde büyük baskı oluşturulmuş ve emekçi kesim içinde yaygın yoksulluk baş göstermiştir“ diye konuştu.
‘Aile hekimliği yüksek maliyetli bir kurum olacak’
Özelleştirme politikalarının bir başka yönünü de, „eğitim ve sağlık hizmetlerinde olduğu üzere, emekçi kesimin ve dar gelirli vatandaşların kamu kesiminden sağladıkları hizmetlerin miktarının azalmış ya da ciddi kalite erimesine uğramış olması’ şeklinde değerlendiren Ekonomi Profesörü İzzettin Önder, tespitlerine şöyle devam etti: „Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve özel sağlık kurumlarının hızla yaygınlaşması, hizmetin yaygınlaştığını gösteriyor gibi algılanmakla beraber, hizmet maliyeti giderek yükselmekte ve yoksul halk kesimi hizmetten yararlanamaz durumda kalmaktadır. Bunun da ötesinde, kamu kurumlarının özel sağlık kurumlarına yaptıkları sevk işlemleri ile, kamusal fonlar yüksek kâr marjları ile çalışan özel sağlık kurumlarına aktarılmaktadır. Bir anlamda, kamusal fonlar yeni sermaye odaklarının yararına sunulmaktadır. Aile hekimliği kurumu da, günümüzde fevkalade düşük ücretle hizmet veriyor olmakla beraber, bedava ilkesi uygulanmadığından, ileride yüksek maliyetli bir kurum olmaya aday gözükmektedir.“
‘Halk borsa işlemlerine güvenmesin’
„AKP Hükümeti’nin yüksek faiz politikası iç ve özellikle de dış sermayenin ekonomi üzerinde büyük yük oluşturmasına neden olmaktadır“ diyen Önder, borsaya gelen yabancı sermayenin, dünya ölçeğinde yüksek faiz elde ederek yurtdışına çıkmakta olduğunu ifade etti ve bunun ne anlama geldiğini sorduğumuzda ise, şu yanıtı verdi: „Bunun anlamı, ekonomiden dış dünyaya karşılıksız reel kaynak transferidir. Bu transfer sonucunda ekonomi gereken hamleyi yapamamakta ve bu yük ya bütçe kısıntıları ve eriyen kamu hizmetleri olarak, ya da özel mal fiyatlarındaki faiz şişkinliği olarak halkımıza yansımaktadır. Ne gariptir ki, borsanın canlanmasını hükümet olumlu olarak yansıtmakta, halkımızın bir bölümü de, borsadan hiçbir yararı olmadığı, hatta borsa işlemlerinden dolayı yük altına girdiği halde bu ciddî sömürü mekanizmasını olumlamaktadır. Oysa, halkın bilmesi gerekir ki, borsa işlemleri, büyük bölümü itibariyle, ekonomi ve halkımız üzerinde sömürücü yüktür!“
Ekonomi kötü durumdaysa hükümet neden övünüyor?
AKP’nin ekonomi alanında kendi politikalarını öven bir tutum sergilemesini ise, İzzettin Önder şöyle ele aldı: „Özelleştirmeler ve bütçede yapılan kısıntılar neticesinde IMF’ye olan kamusal borçların önemli bir bölümü ödenmiş bir görüntü var ortada. Bu durum, siyasilerin övünmesine ve adeta IMF’ye kafa tutmalarına yol açmaktadır. Bu görüntü gerçek olsa, doğal olarak, halkımız için de mutluluk kaynağı olurdu. Ne var ki, durum böyle değil!.
Haraç-mezat elden çıkarılan değerli varlıklarımız pahasına IMF’ye olan kamusal borçlarda bir erime var, ancak buna karşın özel kesimin dış dünyaya olan borcu olağanüstü boyutlarda artmış bulunmaktadır. Bu borçlar da ülkenin borcu olduğu gibi, gelecek bir zamanda özel kesim ödeme aczine düştüğünde, aynen 2001 yılında banka borçlarının kamulaştırılmasında olduğu gibi, bu borçlar da IMF emri ile kamulaştırılabilir ve halkımızın sırtına yıkılabilir. Böylece kamulaştırılabilecek borçların halkımızın sırtına yıkılması, borç yaparak para kazanan özel sermaye kesiminin kendi pisliğini karşılamaktan çekinmesi ve bu yükü halka yıkması anlamına gelir. Bu durum fevkalade olasıdır ve halkı sadaka ile sindiren hükümetlerin ne denli sermayenin yanında olduklarının çok tipik bir göstergesidir.”
Kriz Türkiye’yi teğet geçti mi?
Bilindiği gibi Türkiye’de „kriz bizi teğet geçti“ söylemi yayılmaya başladı ve AKP Hükümeti, örneğin ülkesindeki bankaların batmamış olmasını, krizin Türkiye’yi etkilemediği üzerinden ele alıyor ve bu minvalde propaganda yapıyor. Son ekonomik kriz dalgasını da konuştuğumuz Prof. Dr. İzzettin Önder, krizi „gelişmiş ekonomi krizi“ şeklinde niteledi ve ekledi: „Oysa Türkiye, gelişmekte olan ekonomi olarak, kaynak yetersizliği krizi ile karşı karşıyadır. Türkiye’deki bankaların çökmemesi güçlü olmalarından değil, ABD ve Batı ülkeleri bankaları gibi ipotek işlemlerine o denli girift bir şekilde bulaşmamış olmalarındandır. Bu durum, Türkiye’de bankacılık işlemlerinin Batı ekonomilerindeki kadar gelişmemiş ya da ilerlememiş olduğunu göstermektedir. Türk bankaları, bu durumlarından dolayı, kriz yaşamamış olması yanında, hükümetin yüksek faiz politikası nedeniyle Türkiye’den fazla döviz çıkışı olmadı ve kısa süre sonra yine döviz girişi yaşanarak, borçla sürdürülen yapı devam ettirildi. Türkiye akut kriz yaşamadı, ama kronik kriz içinde, borca dayanarak yaşamını sürdürmektedir. Krizin Türkiye üzerindeki ikinci etkisi de ihracatının gerilemesi şeklinde görüldü. Zira, dış talep gerileyince ihracatımız geriledi. İhracatın gerilemesi, dış ödemeler açığını yükseltmesi gerekirken, tam tersi, geriletti. Bunun nedeni de, ihracatımızın büyük bölümünün ithal girdi ile yapılmasıdır.“
‘Sadaka ekonomisi ve cemaat ilişkisi ile ekonomi’
Ekonomi Profesörü İzzettin Önder, Türkiye ekonomisinin, ‘giderek azgınlaşan emperyalist dünyada dış dengesini borçla, iç siyaset dengesini de sadaka ekonomisi ve tarikat-cemaat ilişkisi ile sürdürme çabası içinde’ olduğu vurgusunda bulunarak, „Maalesef, halkımız kendi çıkarı aleyhine bu gidişe izin vermektedir“ dedi.
Halkın çaresizliği yanında, ekonomiyi çekinmeden dış sömürüye açan siyasilerin dıştan aldığı desteğin“ siyasal kadroyu başarılı göstermekte olduğunu da belirten Önder’in ‘son sözü’ şöyle: „Bu gidişatın başarı kriteri, halkımızın feodal yapı ve tarikat baskı ve etkisinden kurtulup, sadaka kültüründen sıyrılıp gerçek anlamda sivil vatandaş olması sonucunda vereceği siyasal sinyal ile test edilmiş olacaktır. Ancak, maalesef, bu iskeleye daha çok yol var!“
ALİ BARIŞ KURT