10 Mayıs 2011 Salı

Ahmet Davutoğlu Kimdir?


1998–2002 yıllarında, “Silahlı Kuvvetler Akademisi” ve “Harp Akademileri”nde misafir öğretim üyesi olarak ders verdi.
 

Ahmet Davutoğlu, 1959 yılında Konya/Taşkent'te doğdu. Ortaöğretimini İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve Siyaset Bilimi bölümlerinden mezun oldu. Aynı üniversitenin Kamu Yönetimi Bölümü'nde yüksek lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktorasını tamamladı.

1990-1995 yılları arasında Türkiye dışında görev yaptıktan sonra 1996-1999 yılları arasında Marmara Üniversitesi'nde çalıştı. 1993'te “doçent”, 1999'da “profesör” oldu. 1998–2002 yıllarında, “Silahlı Kuvvetler Akademisi” ve “Harp Akademileri”nde misafir öğretim üyesi olarak ders verdi. Beykent Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanlığını yürüttü. Büyükelçiliğe, 2003'te, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakanı Abdullah Gül'ün ortak kararıyla uygun görüldü. 
2002-2009 yılları arasında Erdoğan’ın başdanışmanlığını yapan Davutoğlu, iktidarı boyunca AKP’ye akıl hocalığı yaptı. Davutoğlu, Erdoğan’ın 01 Mayıs 2009 günü açıkladığı yeni kabinede “Dışişleri Bakanı” olarak atandı. Milletvekili olmayan Davutoğlu, AKP hükümetinin parlamento dışından kabinede görev alan ilk bakanı oldu.

“Alternative Paradigms” (Lanham: University Press Of America, 1994) ve “Civilizational Transformation and the Muslim World” başlıklı kitapları yayınlanmıştır. Civilizational Transformation and the Muslim World (Medeniyetin Dünüşümü ve İslam Dünyası) kitabının Amerika’da yayınlanması dikkat çekicidir. Bu kitap kendisine biçilen rolün tezi gibidir.

Davutoğlu'nun 2001 yılında "Stratejik Derinlik" adlı bir kitabı yayınlanmıştır. Bu kitabın önsözünde Davutoğlu şunları ifade etmektedir: "Türkiye'yi çevreleyen yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta havzaları, coğrafi olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemin getirdiği dinamik uluslar arası ve bölgesel konjonktürde en yakın havzasından başlayarak dışa açılması kaçınılmaz olan Türkiye'nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta bağlantıları ile yeniden tanımlanması ve bu derinliğin jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının dış politika parametreleri olarak kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.”
Davutoğlu bu kitabında öngördüğü dünyanın yeni dengeleri içerisinde Türkiye için “merkezi ve stratejik bir ülke” hayalini besliyor. Çoğu siyasi gözlemci Davutoğlu’nun bu hayalini “Neo Osmanlı” olarak adlandırıyor. Gerçekten de Davutoğlu’nun ortaya koyduğu formülasyonlar tam da güncelleştirilmiş Osmanlı imparatorluğuna tekabül ediyor.
 
İşin özüne biraz daha inildiğinde ise “barış”,  “dostane uluslar arası ilişkiler”, “medeniyetler ittifakı” ve “iyi komşuluk ilişkileri” söylemleriyle sarıp sarmalanmış keskin bir ırkçılık ve yayılmacılık siyaseti karşımıza çıkmaktadır. Belki de bu keskinlik hemen hissedilmesin diye bunca sözüm ona “insani” sosa bandırılmaktadır.

Kendisine uluslar arası sistem güçleri tarafından “stratejik” misyon biçilerek pohpohlanan Davutoğlu, “görev” günlerininin büyük çoğunluğunu Türkiye dışında ve uçak yolculuklarında geçiriyor. Bazen bir günde birkaç ülkeyi dolaştığı da oluyor. Ama ortaya çıkan sonuç tam bir fiyasko…s Çünkü bel bağladığı ve stratejik ilişkiler kurduğu Ortadoğu’nun tüm diktatörlükleri domino taşları misali art arda yerle bir oldular.

Derin statükocu refleksleriyle ilkin bu değişim ve dönüşüme tepki gösteren TC, sonradan durumun ciddiyetini kavrayınca keskin U dönüşleri yapmaya başladı. Ticari çıkarları için Libya’ya NATO müdahalesine karşı çıktı ama kısa süre sonra İzmir’i müdahalenin merkezi yaptı. Suriye’de Beşar Esad’ı göklere çıkardı, şimdi ABD ile beraber onu devirmenin planlarını yapıyor. İran için arabulucu oldu, şimdi İran’a karşı en sinsi planların içerisinde. Kısacası ortaya çıkan “stratejik derinlik” değil; anlık U dönüşleri, en kaba, bayağı, ilkesiz ve kuralsız dış politika ve tam da TC/AKP’ye yaraşır bir pragmatizm oldu. 

Davutoğlu stratejisi; görünüşte milliyetçiliğe karşı olan ama özünde Türk ırkçılığının kendisine değil onun yayılmamasına duyulan tepki ve amansız çabanın kendisidir. Irçılık modernitesini yaratan ve kapitalist moderniteye angaje eden bu ırkçılık, aslında Kemalizm’in yarattığı ‘’TC’’  çitini çoktan aşmış bulunmaktadır. AKP, Gülen ya da kısacası “Siyasal Sermayeci İslam” bugün 100’ü aşkın ülkede milliyetçi salgın halindedir. Neo Osmanlıcı milliyetçilik salgını sözüm ona eğitim, sağlık vb adlar altında bugün Afrika’daki aç bedenlerin üzerinde bile parazit yaşamakta ve tükenmekte olan kanlarını emmektedir.

“Uluslararası İlişkiler Profesörü”nün öncülüğünü yaptığı ve giderek AB’ye üyelik sürecinin dahi durdurulduğu Türkiye’de AKP gerçeğinin, koyu bir şovenizm ve ırkçılıkla “yetiştirilmiş” geniş kesimler tarafından hazmedilmesi biraz da bu ırkçı siyaset sayesindedir. Bu formülün ikna ve tatmin gücü ırkçılıktan gelmektedir.

Davutoğlu’nun Kürt formülasyonu ise daha da ırkçıdır. Buna göre Şii ve Sünni kemerlerinin yanında bir de “coğrafyası ve siyasi kimliği olmayan” ama hesaplamak zorunda olduğu ‘Kürtler’ vardır. Yani siyasal olarak Kürtler değil de, kültürel ve zoraki telaffuz edilen bir ifadeyle “etnik” olarak Kürtler vardır. Onlar da “geniş ve derin Türk kültürünün bir zenginliği”dir. Burada inkâr daha da inceltilmiş ve derinleştirilmiştir.

Ayrıca, “Stratejik Derinlik” adlı kitabında; ‘’Kürtlerin aşiret ve kabile geleneklerinin birbirlerine karşı küçük çatışmaları kazandıklarında kendilerini nihai zafer kazanmış hissettiklerini ve bu karakterin siyasal gruplara aynı şekilde yansıdığını’’ aktarmaktadır.

Kürtlerin siyasal karakterini ırkçılık manifestosuna yansıtırken en siyasal değerlendirdiği bölümde bile kendisine Kürtlerin “kendi kendilerine düşman” halini seçmektedir. Dolayısıyla bu, aynı zamanda Kürdün Kürde karşı yanını muhatap alan bir pozisyon. Günümüzde de somut olarak ilişki kurduğu gerek Kuzey Kürdistan gerekse de diğer parçalardaki Kürtlerin daha çok bu karakterde olması tesadüf değildir. Kürdün Kürde düşmanlığıyla stratejik ilişki içinde olan bu zihniyetin hiç bir esnekliği samimi olamaz. Bu yüzden AKP’nin Kürt sorununu her “kabullenişinde ayrı ve daha derin bir inkâr vardır. Buna rağmen bugün topyekûn bir savaşın önü kesiliyorsa bu, Kürdistan Halkı ve onun Özgürlük Hareketinin duyarlılığı ve insani duruşu sayesindedir.

Davutoğlu’nun ırkçılığı çoğu zaman “Dışişleri”nden “İçişleri”ne taşmaktadır! Görev alanı olmadığı halde bazen kendine hâkim olamamakta ve içeride Kürt siyasetçilerine ırkçı cevaplar verip tehdit etmektedir.

Özcesi Davutoğlu ve akıl verdiği partisi AKP, uluslar arası sistem güçleri tarafından uzun süre kullanılıp bir kenara atılan Kemalist ve İttihatçıların yerine ikame edildi. Ama Kürtler açısından durum değişmedi. Hatta Kürtler üzerindeki inkâr ve baskı daha da inceltilip derinleştirildi. Herkes bilir ki ince vuruşlar kaba vuruşlardan daha ölümcüldür. Dolayısıyla AKP’ye verilen görev Kürt halkını tasfiyedir. Başından beri gerçek niyetini gizleyen Erdoğan ve ekibi, iyice teşhir olunca, baklayı ağzından çıkardı ve “Kürt sorunu yoktur” dedi. Daha önce de “düşünmezseniz yoktur” demişti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı yapılan komplonun analizlerindeki temel yanılgılardan birisi de “ABD Öcalan’ı gerekçe yaparak Ortadoğu’ya müdahale etmek istedi” şeklindeydi. Oysa bu uluslar arası komplo, müdahalenin gerekçesi değil ta kendisiydi.  Ardından AKP’nin kurulması yine aynı müdahalenin Türkiye ayağıydı. Özünde AKP, sermaye güçlerinin Ortadoğu’ya yaptığı “sivil (sahte Müslüman) darbe modeli”dir. Nitekim Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk ayaklanmalarından hemen sonra uluslar arası sistem güçleri hemen devreye girip halkların ödediği bedelleri kendi hanelerine yazma sinsiliği içerisine giriyorlar. Bunu da söz konusu ülkelerde “yerli AKP”ler kurdurarak nihayete erdirmeye çalışıyorlar.

Ve hala kimse şunu sormuyor: “Mağdur” Fetullah Gülen neden onlarca Müslüman ülkesinden birine gidip iltica etmedi de, ABD’nin Pensylvania eyaletine “çiftlik” kurdu?

Hiç yorum yok: