10 Mayıs 2011 Salı

Hakikat ve Özgür Gündem


Ömer Alevcan gözaltında işkence sonucu hayatını kaybetmiş yüzlerce Kürt gencinden biri. Babası, 1994 yerel seçimlerinde Siirt’in Tilo beldesinden DEP adayı olunca aile yoğun baskılara maruz kalmış, şubat ayında özel timlerin gözaltına aldığı Ömer’in birkaç gün sonra cansız bedeni ailesine teslim edilmişti. Bu olayla ilgili haber yapmak üzere gittiğim Siirt’te çoğunlukla gözaltı ile neticelenen polis takibine maruz kalmıştım. Ömer’in işkence izleri ile dolu cesedini resimlemiş, ailesiyle görüşmüş, ardından da sağ salim Batman’a dönmenin yollarını aramaya başlamıştım.

Cenazesi henüz toprağa verilmemiş bir kardeşin acısını yaşayan ağabey Alevcan, acısını bir kenara bırakmış, güvenliğimi sağlamak için uğraşıp durmuştu. Polisi şaşırtma amaçlı kısa misafirliklerin ardından beni güvenli bir eve yerleştirmişti. Batman’a salimen gidebileceğim aracı da tedarik ettikten sonra gece yarısı bulunduğum eve gelmiş ve helallik istemişti. Hiç tanımadığı bir gazetecinin canını tehlikeye atarak kardeşinin katledilmesiyle ilgilenmesine kendince karşılık verme telaşında olan ağabey Alevcan, vedalaşırken bir de ‘borcumuz nedir?’ diye sormuştu. Boğazım düğümlenmiş, gözyaşlarımın akmasını güçlükle engellemiştim.


İşte o gün güçlükle engelleyebildiğim yaşlar Özgür Gündem’in Diyarbakır bürosunu anlatan Press filmini izlerken boşalıverdi gözlerimden. Yaptığı sıkı pazarlıktan sonra taşıdığı gazetenin Özgür Gündem olduğunu öğrenince para alamayacağını söyleyen yoksul arabacının yer aldığı sahne yıllar önce yaşadığım bu olayı ve daha nice yaşanmışlıkları hatırlattı bana.


Basın ve hakikatle yüzleşme


Özgür Gündem’in yayın hayatı sadece iki yıl sürebildi. Bu kısacık zaman dili-mine onca baskıyı, zulmü, cinayeti nasıl sığdırabildiler? Bu pervasızlığı anlamak kolay değil. Zira yaşananları düşününce onlarca yıl devam etmiş gibi geliyor insana.


Özgür Gündem ve geleneğin temsilcisi diğer gazeteleri Kürt hakikatinin arşivi olarak tanımlamak yanlış olmaz. Kürtlere yaşatılan bütün insanlık dışı uygulamalar bu arşivlerde az ya da çok yer almıştır. JİTEM’den Hizbulkontra’ya bütün cinayet şebekelerinin ipuçlarını tozlu sayfalarında bulmak mümkündür. Yakılan köylerin çetelesi, faili meçhullerin kayıtları bu gazetelerce tutulmuştur. Bedeli canların yitirilmesiyle ödenmiş bu onurlu gazetecilik, son dönemde gündeme gelen hakikat ile yüzleşme konusunda Kürtler açısından önemli bir rol oynamıştır. Buna karşın onlarca yıldır adına türlü kötülükler yapılan Türk toplumunun hakikat ile yüzleşme konusunda aynı noktada olduğunu söyleyemiyoruz ne yazık ki.


Hakikatle yüzleşmek oldukça çetindir. Şok haline girmek, acı çekmek ve değer yargılarının altüst olması söz konusudur. Ancak aynı zamanda insanlaşma çabasıdır. Geçmişte yaşanmış kötülüklerin geleceği karartmasını engellemenin biricik yoludur belki de. Dünya tarihindeki örnekler basının bu konuda öncü rol üstlendiğini gösterirken, Türk basınının tersi bir yönde çaba gösterdiği ortadadır. Türk toplumunun hakikatle yüzleşme konusunda geri noktada oluşunda en büyük payın imha ve inkar politikalarının sahibi olan devlete ait olduğu kuşku götürmez elbette. Fakat devletin bu politikalarını çoğu kez “kraldan daha kralcı” bir tutumla desteklemiş olan basının payı da hayli fazladır.


Meğer büyük yanılmışım


1992 yılında bir Kürt gencinin panzere bağlanarak sürüklendiği resimler Özgür Gündem tarafından “İnsanlık Sürükleniyor” manşetiyle yayınlandığında, basının bu vahşeti görmezden gelemeyeceğini düşünmüştüm. Meğer büyük yanılmışım. Basın, Türkiye ile panzeri üreten Almanya arasında krize de neden olan bu vahşete tepki göstermek bir yana, kılıf bulmaya çalışmıştı. Yakın tarihte Kürtlerin yaşadığı acılar karşısında basının gösterdiği benzer tutumun binlerce örneğini sıralamak mümkündür.


Konu Fırat’ın öte yakası olduğunda resmi görüşün dışına çıkmayan basın, bugün Kürt sorununun çözümü önünde engel olarak gösterilen, benim ise önemli bölümünü bozuk ruh halinden öte bir şey olarak görmediğim “hassasiyet” duvarını itinayla örmüştür. Kürtler bir yana, sokağa çıkan her solcunun linçle karşı karşıya kalması basının istikrarlı bir şekilde devam ettirdiği bu tutumunun neticesidir.

Rakel Dink “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulayalım” demişti. Hrant Dink’in katilinin son duruşmadaki beyanları bu karanlığın yaratıcılarından birine, yani basına işaret etmesi açısından ibret vericidir.


Kürtler uzun ve zorlu bir mücadelenin sonucunda inkar dönemini sona erdiler. Bugün çözüm sürecini geliştiriyorlar. Milyonlarca Kürt yine ayakta ve hakikati haykırıyor. Devlet ise artık inkar edemediği Kürtlerin taleplerini geriletme siyaseti izliyor. Otuz yıldır devam eden savaşın çözüm olmadığı gerçeğini yarım ağız ifade eden AKP hükümeti, buna karşılık faturayı bir şekilde mazlum Kürtlere çıkarmanın türlü yollarını deniyor.


İkiyüzlülük devam ediyor


Peki, bütün bunlar karşısında basın ne yapıyor? Kürt sorunun geldiği aşama ve devletin resmi görüşündeki kırılmanın da etkisiyle bazı farklılıklar gözlense de sorunun esasına yönelik bakışında pek de değişiklik olmadığını ifade edebiliriz.


Tek merkezden servis edildiği açık, dezenformasyon amaçlı haberlerin yazılı ve görsel basında hemen her gün yer alması buna delalet ediyor. Ateşkese rağmen, Hatay’da öldürülen 7 PKK’li ile ilgili gazetelerde yer alan “esrar ekmeye geldiler” türünden haberler inkar döne-minin dili değil mi? Bu haberleri üretenlerin, daha birkaç ay önce aynı yerde askerlerce öldürülen köylülerle ilgili PKK’yi suçladıklarını unuttuk mu?


Siyasal yelpazenin her tarafından köşe sahiplerinin, Kürt sorununun çözümü önündeki engel olarak Kürtleri işaret etmeleri garabetini nasıl değerlendireceğiz? Yüz binlerin katıldığı sivil itaatsizlik eylemlerini yok sayan, çamur atan ve küçümseyen basının sistem ile ittifak halinde olmadığını kim söyleyebilir? Bu kalemlerin her fırsatta kullandıkları “vesayet” sözcüğünü Sivil Cuma Namazları’nın MGK kararı ile engellenmesi karşısında hatırlamamaları ilginç değil mi?


Arap ülkelerindeki özgürlük taleplerini Tahrir Meydanı’ndan canlı yayınlar eşliğinde destekleyen ve hararetle AKP modeli öneren “liberal” gazeteciler ile Çin’deki dindaşlarının sıkıntılarına duyarlı “İslamcı” yazarların sivil na-mazların yasaklanmasına dahi göz yumabilmeleri nasıl yorumlanabilir? Kürtlerin hakları gündeme gelince her türlü iki-yüzlülük mümkün oluyor işte.


Yüzleşme gücünü bulmak


Kürtlerin gösterdiği direnç sonucu başarısız kalan YSK darbesi karşısında olumlu olarak nitelendirebileceğimiz bir tavır gösteren medyanın, üç gün sonraki diline dikkat çekmek isterim. Sistem karşısında adeta günah çıkarmaya çalışmaktalar. Kürt coğrafyasında baskı, şiddet, tutuklama geçmiş yılları aşan düzeyde yaşanırken halkın tepki göstermesini eleştirmektedirler. Kısa süreli demokratik tutum kimyalarına iyi gelmemiş olsa gerekir ki, Kürtlerin her gün birkaç gencini toprağa vermesi karşısında “üç maymunu” oynarken halkın demokratik gösterilerinin ülkeyi gerdiğini savunmaktalar. Hal böyle iken ayrı partilere gönül vermiş oldukları bilinen birçok köşe yazarının Kürt coğrafyasında, AKP’yi muzaffer kılmak için kalem oyna-tacağını söylersem kehanette bulunmuş olmayacağım herhalde.


Yakın tarihte devletin televizyon kanalında yayınlanan ve Amerikan yerlilerinin (Beyazların tanımlaması olduğu için Kızılderili sözcüğünü kullanmamayı tercih ediyorum) katledilmesini konu alan “Oturan Boğa’nın İzinde” belgeselini izledim. Ataları soykırımdan geçirilmiş yaşlı Lakota yerlisi, ABD’nin hakikatle hiçbir zaman yüzleşmeyeceğini söylüyordu. Bu görüşünün sebebini ise “Öyle kötü şeyler yaptılar ki, bununla yüzleşemezler” diyerek açıklıyordu. Türk medyası hakkındaki hissiyatıma tercüman olacak bundan iyi cümle olamaz herhalde.


Yaşadığımız onca şeye rağmen, Kürt halkının ve bütün dünya halklarının özgürce yaşayabildiği bir dünya umudumuzu yitirmemeliyiz elbette. Özgür Gündem’in 17 yıl aradan sonra yayın hayatına başlaması bu anlamda da son derece önemlidir. Özgür Gündem, Türkiye toplumunun hakikatle yüzleşmesine katkı yapabilecek deneyime ve güce sahiptir. Bu vesileyle Özgür Gündem’e “hoş geldin” diyor, gazetenin emekçilerine başarılar diliyorum.

Hiç yorum yok: