Ferda ÇETİN
Dün Amed Newroz’unda Kürt halk önderi Öcalan’ın yaptığı açıklama ile yeni süreç resmen başladı. Açıklamanın taraflara getireceği sorumluluk ve yükümlülükler, izlenecek aşamalar, takvim ve zaman gibi esaslar büyük bir merakla bekleniyordu. Devletin/AKP’nin, PKK’nin ve Kürt halkının açıklamadan önce tedirgin bir bekleyiş içinde olduğu kesindi.
Şu an itibariyle tedirgin ve huzursuz olan yok. Kürt halk Önderi Öcalan neredeyse herkesin hassasiyetlerini gözeterek ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir metin hazırlamış. Ayrıca tarafları mahkum eden keskin ve kesin adımlardan söz etmemesi de şimdilik bir rahatlama yaratıyor. Çünkü sunulan bir antlaşma metninden daha çok birlikte yaşama projesi.
Beklentilerin aksine Öcalan, sayma yöntemi ile tek tek yapılması gerekenleri, “bir adım sizden bir bizden” mantığı ile ele almamış. Metinde, Kürt sorunu, demokrasi sorunu ile iç içe ele alınmış. Sorun demokrasi sorunu olunca bunu inşa etmek sadece PKK ve AKP’nin işi olmaktan çıkarılmış. Öcalan daha evvel yazdığı savunmalarında, özellikle de “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı savunmasının ruhunu olduğu gibi bu son açıklamaya yedirmiş.
Ulus devlet çözümünün “tek”çiliğine karşılık, çoğulculuğu ifade eden“biz”in sadece Kürtleri değil; tüm halkları, kadınları, baskı altındaki inançları, tarikatları,emekçileri ve sistemden dışlanan herkesi kapsadığı belirtilerek,“çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya,zihniyet ve formunu kazanmaya” çağrı yapılmış. Kürtlerin kendini yönetme ısrarı ve kararlılığı “Demokratik Modernite” kavramı ile ifade edilmiş.
Bilindiği gibi ne zaman siyasal çözüm tartışmaları başlasa, “eve dönüş”ten, “topluma kazandırmak”tan ve dolayısıyla genel aftan söz edilir. PKK’nin Kürt halkının uyanış, diriliş, kimlik ve kişilik kazanma hareketi olduğu tartışmasız bir gerçek iken; mevcut “ev”e de , sakatlanarak felç edilmiş “toplum”a da dönmeyi değil, bunları tepeden tırnağa değiştirmeyi hedeflediği de başka bir gerçek. Bu durumda ortada “suçlu” veya “pişman” yok iken “kim kimi af edecekti?”. Türk devleti ise henüz tartışma düzeyindeki bu kitlenmeyi “karşılıklı af” yöntemi ile çözmeye şiddetle karşı çıkıyordu. Bu kör düğümü çözmek için, “helalleşme”den daha şık başka bir sözcük bulunabilir miydi?
Öcalan “milyonların şahitliği” ile sadece bir sözleşme kurmak istemiyor. Anadolu ve Mezopotamya halklarının dahili ile gerçek bir demokrasinin kurulabileceğine inanıyor. Öylesine inanıyor ki “yeni mücadelenin zemini” olarak ifade edilen bu zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyaset olarak tanımlıyor. Bu noktada Öcalan, son savunmasında önemle üzerinde durduğu zihniyet dönüşümünü ve “entelektüel sorumluluk ve görevler” bahsini yeniden vurgulamış oluyor.
Türkiye ve dünya basını, gerillaların ''sınır dışına çıkma'' bölümünü öne çıkardı. Açıklamanın diğer bölümlerini ise yok saydı. Eğer bundan sonraki süreçte de sadece bu konuya odaklanılırsa bu süreç ilerlemez. Çünkü metin bir projedir ve bütündür. Herkes kendi işine gelen kısımları alır, işine gelmeyen tarafları da bir yana atarsa bu hileli durum çağrıyı boşa çıkarır.
Öcalan’ın bu sürecin asli tarafı ve yürütücüsü konumu ve bu misyonun gereği olan “sağlık, güvenlik ve özgürlük”ten söz edilmemiş. Ancak bunun müzakerelerin ön koşulu olduğu; bir taraftan Öcalan’ı muhatap kabul ederken diğer yandan savaş rehinesi konumunda tutarak ilişkileri bu şekilde sürdürmeye çalışmak PKK’nin ve Kürt halkının kabul edeceği bir durum değildir.
PKK gerillalarının çekilmesinden çok önce hükümet üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmek zorunda. Artık şu “yol temizliği” denen işi yapıp yapmayacağını çok net bir biçimde göstermek durumunda. İyi niyetli açıklamalar demokratik siyasetin şartlarının oluştuğu anlamına gelmiyor. Devletin/hükümetin antidemokratik düzenleme ve uygulamaları oyalama ve erteleme yapmadan derhal kaldırması, onun sorunu çözmedeki niyetinin de göstergesi olacak. Aksi halde mevcut anayasayı, siyasi partiler ve seçim yasasını, ceza yasasını esaslı bir değişiklikten geçirmeden, yine gelecek zamanlara ertelemek, statükoyu olduğu gibi sürdürmek anlamına gelecektir.
Silahlı gerillaların silah bırakarak dönüşü savunulurken, örgütlü siyaset yapan Kürtlerin tutuklanarak yüzlerce yıllık cezalara çarptırılmasını hukuk, yargı diye tanımlamak ipe un sermekten başka bir anlam taşımayacak. Açık-legal siyaset yolunun açıldığının göstergesi, cezaevindeki on binlerce tutsağın salıverilerek açılan davaların lağvedilmesi olacak. Bu noktada hükümetin gerekli düzenlemeleri yapma gücü var, ancak uygulamada bağımsız(!) savcı ve hakimleri ne kadar ve nasıl kontrol edebileceği en kuşkulu konulardan biri olmaktadır.
Devlet/hükümet , BDP’yi engellemek adına yapılan tüm özel düzenlemeleri, siyasi partiler yasasını değiştirmez, seçim barajı gibi engellemeleri kaldırmazsa bu durum siyasi müzakere niyetinin olmadığının açık göstergesi olacak.
Bu kadar ciddi ve sorumlulukları ağır bir konu, Türk devleti/AKP hükümetinin şu anda sürdürdüğü haliyle ve tek taraflı bir tarzda yürüyemez. İlk adım Öcalan’ın örgütü, yol arkadaşları, Kürt kurum temsilcileri, BDP ve görüşlerini paylaşmak istediği kesimlerle doğrudan ve sağlıklı bir ilişki içinde olmasıdır. Bu konu hükümetin tasarrufunda olduğu sürece görüşen tarafların eşitliğinden söz edilemez.
Benzer sorunlar yaşamış ve benzer müzakerelerden geçen ülkeler; barış-müzakere süreçlerinin selameti, denetimi ve hakemliğine de ihtiyaç duymuşlar. Bu görüşmelerde de uluslararası bir gözlemci heyet kadar, tarafların birlikte kararlaştıracağı gözlemci ve denetleyici komisyonlar, uzlaşma ve akil insanlar komisyonlarına ihtiyaç vardır. Bu adımlar atılmadığı sürece, taraflar bağlayıcı bir sorumluluk altına girmeden mevcut ilişkileri tek taraflı irade ile her an bozabilecektir.
Yol haritası ve atılacak adımlar konusu sözlü mutabakat veya basına yapılan açıklamalarla güvence altına alınamaz. Öcalan bunun için parlamentonun karar almasını, ayrıca bir komisyon oluşturularak denetleyici rolü oynamasını da önermektedir. Bu öneri, toplumun ve parlamentodaki siyasi partilerin de bu tartışmalara dahil olması bakımından gerekli ve zorunludur. “CHP ve MHP bu işi istemiyor, BDP ise taraftır o halde bu işleri hükümet tek başına yürütecek” demek,toplumsal mutabakatı daha başından reddetmek anlamına gelecek.
Sonuç olarak, Kürt halk önderi Öcalan Türkiye halklarının birlikte yaşaması için bir proje sunmuştur. Fakat bu proje toplumsuz veya kendiliğinden gerçekleşebilecek bir proje değildir. Kürt halkı ve demokrasi güçleri bu sürecin izleyeni ve destekleyeni konumunda değil, müzakerelerin asli tarafı olarak gasbedilmiş hak ve özgürlüklerini, bundan sonra nasıl yaşamak istediğine dair taleplerini sokaklarda, meydanlarda, üniversite kampüslerinde, köy meydanlarında, fabrikalarda topluca ve yüksesle dile getirerek, örgütlülüğü, eylemi ve direnişi ile aktif siyaset yürütürse bu süreç ilerleyecek ve en büyük güvence olacaktır.
Dün Amed Newroz’unda Kürt halk önderi Öcalan’ın yaptığı açıklama ile yeni süreç resmen başladı. Açıklamanın taraflara getireceği sorumluluk ve yükümlülükler, izlenecek aşamalar, takvim ve zaman gibi esaslar büyük bir merakla bekleniyordu. Devletin/AKP’nin, PKK’nin ve Kürt halkının açıklamadan önce tedirgin bir bekleyiş içinde olduğu kesindi.
Şu an itibariyle tedirgin ve huzursuz olan yok. Kürt halk Önderi Öcalan neredeyse herkesin hassasiyetlerini gözeterek ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir metin hazırlamış. Ayrıca tarafları mahkum eden keskin ve kesin adımlardan söz etmemesi de şimdilik bir rahatlama yaratıyor. Çünkü sunulan bir antlaşma metninden daha çok birlikte yaşama projesi.
Beklentilerin aksine Öcalan, sayma yöntemi ile tek tek yapılması gerekenleri, “bir adım sizden bir bizden” mantığı ile ele almamış. Metinde, Kürt sorunu, demokrasi sorunu ile iç içe ele alınmış. Sorun demokrasi sorunu olunca bunu inşa etmek sadece PKK ve AKP’nin işi olmaktan çıkarılmış. Öcalan daha evvel yazdığı savunmalarında, özellikle de “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı savunmasının ruhunu olduğu gibi bu son açıklamaya yedirmiş.
Ulus devlet çözümünün “tek”çiliğine karşılık, çoğulculuğu ifade eden“biz”in sadece Kürtleri değil; tüm halkları, kadınları, baskı altındaki inançları, tarikatları,emekçileri ve sistemden dışlanan herkesi kapsadığı belirtilerek,“çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya,zihniyet ve formunu kazanmaya” çağrı yapılmış. Kürtlerin kendini yönetme ısrarı ve kararlılığı “Demokratik Modernite” kavramı ile ifade edilmiş.
Bilindiği gibi ne zaman siyasal çözüm tartışmaları başlasa, “eve dönüş”ten, “topluma kazandırmak”tan ve dolayısıyla genel aftan söz edilir. PKK’nin Kürt halkının uyanış, diriliş, kimlik ve kişilik kazanma hareketi olduğu tartışmasız bir gerçek iken; mevcut “ev”e de , sakatlanarak felç edilmiş “toplum”a da dönmeyi değil, bunları tepeden tırnağa değiştirmeyi hedeflediği de başka bir gerçek. Bu durumda ortada “suçlu” veya “pişman” yok iken “kim kimi af edecekti?”. Türk devleti ise henüz tartışma düzeyindeki bu kitlenmeyi “karşılıklı af” yöntemi ile çözmeye şiddetle karşı çıkıyordu. Bu kör düğümü çözmek için, “helalleşme”den daha şık başka bir sözcük bulunabilir miydi?
Öcalan “milyonların şahitliği” ile sadece bir sözleşme kurmak istemiyor. Anadolu ve Mezopotamya halklarının dahili ile gerçek bir demokrasinin kurulabileceğine inanıyor. Öylesine inanıyor ki “yeni mücadelenin zemini” olarak ifade edilen bu zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyaset olarak tanımlıyor. Bu noktada Öcalan, son savunmasında önemle üzerinde durduğu zihniyet dönüşümünü ve “entelektüel sorumluluk ve görevler” bahsini yeniden vurgulamış oluyor.
Türkiye ve dünya basını, gerillaların ''sınır dışına çıkma'' bölümünü öne çıkardı. Açıklamanın diğer bölümlerini ise yok saydı. Eğer bundan sonraki süreçte de sadece bu konuya odaklanılırsa bu süreç ilerlemez. Çünkü metin bir projedir ve bütündür. Herkes kendi işine gelen kısımları alır, işine gelmeyen tarafları da bir yana atarsa bu hileli durum çağrıyı boşa çıkarır.
Öcalan’ın bu sürecin asli tarafı ve yürütücüsü konumu ve bu misyonun gereği olan “sağlık, güvenlik ve özgürlük”ten söz edilmemiş. Ancak bunun müzakerelerin ön koşulu olduğu; bir taraftan Öcalan’ı muhatap kabul ederken diğer yandan savaş rehinesi konumunda tutarak ilişkileri bu şekilde sürdürmeye çalışmak PKK’nin ve Kürt halkının kabul edeceği bir durum değildir.
PKK gerillalarının çekilmesinden çok önce hükümet üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmek zorunda. Artık şu “yol temizliği” denen işi yapıp yapmayacağını çok net bir biçimde göstermek durumunda. İyi niyetli açıklamalar demokratik siyasetin şartlarının oluştuğu anlamına gelmiyor. Devletin/hükümetin antidemokratik düzenleme ve uygulamaları oyalama ve erteleme yapmadan derhal kaldırması, onun sorunu çözmedeki niyetinin de göstergesi olacak. Aksi halde mevcut anayasayı, siyasi partiler ve seçim yasasını, ceza yasasını esaslı bir değişiklikten geçirmeden, yine gelecek zamanlara ertelemek, statükoyu olduğu gibi sürdürmek anlamına gelecektir.
Silahlı gerillaların silah bırakarak dönüşü savunulurken, örgütlü siyaset yapan Kürtlerin tutuklanarak yüzlerce yıllık cezalara çarptırılmasını hukuk, yargı diye tanımlamak ipe un sermekten başka bir anlam taşımayacak. Açık-legal siyaset yolunun açıldığının göstergesi, cezaevindeki on binlerce tutsağın salıverilerek açılan davaların lağvedilmesi olacak. Bu noktada hükümetin gerekli düzenlemeleri yapma gücü var, ancak uygulamada bağımsız(!) savcı ve hakimleri ne kadar ve nasıl kontrol edebileceği en kuşkulu konulardan biri olmaktadır.
Devlet/hükümet , BDP’yi engellemek adına yapılan tüm özel düzenlemeleri, siyasi partiler yasasını değiştirmez, seçim barajı gibi engellemeleri kaldırmazsa bu durum siyasi müzakere niyetinin olmadığının açık göstergesi olacak.
Bu kadar ciddi ve sorumlulukları ağır bir konu, Türk devleti/AKP hükümetinin şu anda sürdürdüğü haliyle ve tek taraflı bir tarzda yürüyemez. İlk adım Öcalan’ın örgütü, yol arkadaşları, Kürt kurum temsilcileri, BDP ve görüşlerini paylaşmak istediği kesimlerle doğrudan ve sağlıklı bir ilişki içinde olmasıdır. Bu konu hükümetin tasarrufunda olduğu sürece görüşen tarafların eşitliğinden söz edilemez.
Benzer sorunlar yaşamış ve benzer müzakerelerden geçen ülkeler; barış-müzakere süreçlerinin selameti, denetimi ve hakemliğine de ihtiyaç duymuşlar. Bu görüşmelerde de uluslararası bir gözlemci heyet kadar, tarafların birlikte kararlaştıracağı gözlemci ve denetleyici komisyonlar, uzlaşma ve akil insanlar komisyonlarına ihtiyaç vardır. Bu adımlar atılmadığı sürece, taraflar bağlayıcı bir sorumluluk altına girmeden mevcut ilişkileri tek taraflı irade ile her an bozabilecektir.
Yol haritası ve atılacak adımlar konusu sözlü mutabakat veya basına yapılan açıklamalarla güvence altına alınamaz. Öcalan bunun için parlamentonun karar almasını, ayrıca bir komisyon oluşturularak denetleyici rolü oynamasını da önermektedir. Bu öneri, toplumun ve parlamentodaki siyasi partilerin de bu tartışmalara dahil olması bakımından gerekli ve zorunludur. “CHP ve MHP bu işi istemiyor, BDP ise taraftır o halde bu işleri hükümet tek başına yürütecek” demek,toplumsal mutabakatı daha başından reddetmek anlamına gelecek.
Sonuç olarak, Kürt halk önderi Öcalan Türkiye halklarının birlikte yaşaması için bir proje sunmuştur. Fakat bu proje toplumsuz veya kendiliğinden gerçekleşebilecek bir proje değildir. Kürt halkı ve demokrasi güçleri bu sürecin izleyeni ve destekleyeni konumunda değil, müzakerelerin asli tarafı olarak gasbedilmiş hak ve özgürlüklerini, bundan sonra nasıl yaşamak istediğine dair taleplerini sokaklarda, meydanlarda, üniversite kampüslerinde, köy meydanlarında, fabrikalarda topluca ve yüksesle dile getirerek, örgütlülüğü, eylemi ve direnişi ile aktif siyaset yürütürse bu süreç ilerleyecek ve en büyük güvence olacaktır.