30 Temmuz 2011 Cumartesi

Kemal Burkay’ın Dönüşü

 
Devlet ve Kürt karşıtı medya ve hatta bazı Kürt dostu yazar çizerler Kemal Burkay’ın dönüşüne büyük bir önem arzediyorlar.

Düşünün, yetmişlerden beri düşüncerinin bölücü, solcu, tehlikeli olduğu gerekçesiyle kaçmak zorunda kalan bir Kürt yasaklanıyor, yurdışında bir ilticacı olarak yıllarca yaşamak zorunda bırakılıyor ve bugün aynı sistem taraftarı siyasetçiler ve aydınlar tarafından geri geleceği için destek görüyor.
 
Sormak gerekir; sistem mi demokratikleşti yoksa Kemal Burkayönceki radikalizminden uzaklaştı

Her ikisinin gerçekliği tartışılabilir. Ama bu önemseme, destek ve ’hoşgeliyorsun’ söyleminin arkasında Kemal Burkay’ın PKK karşıtı olması ve her yazısında PKK’yi ve verilen mücadeleyi eleştirmesinde yatıyor

Ve yine AKP iktidarı hakkında arasıra olumlu mesaj vermesi geri dönüş vizesi olarak da bazı çevrelerce de tartışılıyor.

Otuz yıl h önem ve değer vermedikleri Kemal Burkay ne oldu da böyle kıymetli oldu? Vallahi doğru söylemek gerekirse bu sistem savunucuları ve özellikle bu son iktidar savunucuları çok akıllı davranıyor. PKK karşıtı tüm güçleri yanına almayı, kucaklamayı, okşamayı ve hatta beslemeyi becerebiliyor. Gerektiğinde bunları Kürt sorununun çözümünde çok önemli barışçıl alternatifler olarak göğe çıkarıp önümüze koyuyorlar.

Halbuki Burkay denenmiş bir siyaset geçmişine sahiptir. Hem kendisi ve hem de örgütü federasyon talepleriyle siyaset yapmalarına rağmen bunu elde etmek için gerekli mücadeleyi verememişlerdir. Düşünün, PKK hiç tatmin etmeyen bir özerklik için nasıl şiddetli bir mücadele veriyor ama yine de sonuç alamıyor. Daha çok arzu edilen federasyon için PKK`den on kat daha mücadele vermek gerekmiyor mu? 

Federasyon talebi yazı yazmak ve toplantılarla gerçekleşmez.
Ama aslında biraz geniş bir perspektifte düşünülürse bunlar eskiden olduğu gibi bugünde kullanılıyor. Ve kullanma dönemi ve tarihi geçtiğinde yok sayılıyor.

Bir çok Kürt gibi Kemal Burkay’ı biz de önemsedik. Yakında duranı olmasak ta belki bir umut yaratır diye onu yıllarca dinledik ve takip ettik. Bir zamanlar Kürt siyasetinde önemli bir isim, iyi yazan biriydi. Ama son yirmi yıl içinde binlerce insanımız yazmaya başladı. Etrafta filozoflardan geçilmiyor ve çoğu da Burkay`dan daha iyi yazıyor ve daha derin analizler yaparak Kürtlerin özgürleşmesine katkı sağlıyor. Şunu da söylemeye bir sakınca görmüyorum. 73`lerden beri onu ve örğütlerinin yayınlarını takip ediyorum. Siyasi faaliyetlerini izliyorum. Ancak benim ve geniş bir Kürt kitlesinin perpektifinde bir gelişim sağlamadığını, bize bir şey vermediğini de söyleyebilirim. Hele bu son yıllarda onu okumak bana zaman kaybı gibi geliyor. Herhangi bir Kürdün yazıları beni daha çok heyecanlandırıyor.
 
Burkay siyasetteki dar görüslülüğü nedeniyle başarısız bir lider olmaktan ileri gidemedi. Burkay belki iyi bir yazardır ama uzun yıllar sosyalist bir partinin başında olabilecek kadar kapasiteli bir lider değildir. Lider karizmasına sahip değildir. Humanist, iyi niyetli, efendi biridir ama liderlik vasıfları yoktur. Başarısızlığını onu şiddetle eleştiren eski dostları tarafından sık sık gündeme getirilmektedir. Kendi hareketini bitirmiştir. 

Onun elbette 70`lerde Kürt uyanışında rolü olmuştur, ama 1980`den sonra Kürt siyasetine hiç bir getirisi olmamıştır. Her dönemin ilkleri önemli olmuştur. Ama daha radikallerin ortaya çıkmasıyla öncekiler boşa çıkarılmıştır. Çünkü gelişime ayak uyduramamışlardır.

1990`lardan sonra Sovyet sisteminin çöküşüyle birlikte gelecekle ilgili vizyonundan geri adım atmıştır. 1973’te Batı Almanya’da kaldığı halde yanıbaşındaki Doğu Almanya ve Sovyetler Birliği ’sosyalizmini’ bile öğrenememiş,llarca iyi bilmediği bir reel sistemin savunucusu olmuş ve bu düşüncelerini başkalarıyla birlikte Kürdistan`a taşıyarak halkımızı gereksiz sovyetçi-maocu kampına ayrışmasında önemli olumsuz bir rol oynamıştır. Bu temel yapısı nedeniyle toplum üzerine analizlerinde hep yanılmıştır. Ne yazık ki bu günde doğru olmayan analizler ve yanlış tercihlerle zamanını boşuna tüketiyor, harcıyor.

Dönse ne olacak? Vallahi şimdiden söylüyorum. Hiç bir şey olmaz. Siyaset mi yapacak? Kimlerle? Bu soru da çok önemli. Yeni kuşak Kemal Burkay’ı bilmiyor, tanımıyor. Bilenler de onu önemsemiyor. Geriye bir kaç ihtiyar kalıyor ki onlar da zaten ne üretebiliyor ve ne de Kürt mücadelesinde önem arzediyor.

Onu televizyonlara çıkaracaklar, reportaj yapacaklar, PKK’ye karşı söyletecekler ve sonra PKK’ ye karşı ılımlı bir örgüt adamı bile olamayacağını anladıktan sonra unutacaklar.

Ve Kemal Burkay bir kaç hafta veya ay sonra ilk günlerde ona verilen değerin gitgide azaldığını farkedince tekrar Avrupa’ya geri dönecek.

Kırk yıla yakın bir zaman Avrupa rahatlılığında yaşamını süren biri Kürdistan’ın zor şart ve koşullarına dayanmaz, dayanamaz. Değil Kürdistan Ankara ve İstanbul’da bile yaşayamaz.

Hele Kemal Burkay’ın doğru bildiği yanlış yolda Kürtlerin PKK’leştiği bir Kürdistan’da değil siyaset yapması, bir kaç hafta sonra vereceği bir konferansta iki yüz kişiyi bir şiir sohbeti ya da bir anı paylaşımı için bile bir araya getirme olanağı bile yoktur. Radikalleşen bir Kürt toplumunda reformistler yer edinemez. 

Bekleyip göreceğiz ve Kemal Burkay’da döndüğüne pişman olacak. Varsa bir beklentisi hiç te gerçek olmayacak. Sonra unutulup gidecek.
Son söz olarak bir sistem tv kanalı çalışanı Osman Yılmaz – Kanal a’nın bir kaç cümlesini burada aktararak ne cin bir oyun oynandığını bilmenizi isterim. 

…. derin güçlerin, hatta ve hatta dış güçlerin oyuncağı haline gelen bir örgütün senaryosunu yazdığı bir macera…

….terör örgütü PKK ve onun siyasi kanadı BDP’ye karşı alternatif bir kürt siyasetinin ortaya çıkabilmesi için, Kemal Burkay ismi ve tecrübesi …." vs.

Ve Öcalan konuyla ilgili olarak 27 Temmuz 2011 de şunu söylûyor: ”Bazı Kürt aydını geçinenler de hala sırtımdan geçiniyorlar, hala beni kullanarak varlar. Bazıları burada iken herşeylerini biz karşılıyorduk. Her türlü imkanı sağlıyorduk. Bunlar Avrupa'da da bizim sırtımızdan geçindiler. Şimdi de 13 yıldır benim sırtımdan yaşatıyorlar kendilerini. Hiç birşey yapmıyorlar ama yine de bana saldırıyorlar. Şu anda bile sırtımdan geçiniyorlar. Bu sayede Türkiye'ye dönüyorlar ve hala bana saldırıyorlar!” 

Ne demek istediğimi uzatarak geniş bir analize gerek var mı?

Ama yine de tüm yanlış ve yanılmalara rağmen geçmişte bu halkın özgürlüğü için hizmet veren her kes değerlidir ve onlara değer verilmelidir……

 
cumalicotkar@live.se

AKP ile TSK'nın Hegemonya Salvoları


Bir ülkede, askeri bürokraside yaşanan istifaların, bu denli ciddi bir sistem krizi olarak algılanması, o memlekette demokrasi olmadığının en açık göstergesidir. En ufak demokratik hak taleplerine karşı şiddet uygulamaktan imtina etmeyen bir iktidarın, ülkenin silahlı kuvvetlerinde demokratik bir yapılanmaya gittiğini düşünmek yanıltıcı olur. Sivil yaşamı, kendi partisinden başlayarak demokrasinin kurumsallaşması için hiç bir çaba serf etmeyen AKP'nin orduyu ”demokratikleştirme” iddiası Recep Tayyip Erdoğan'ın otokratik eğilimlerinin güçlendirilmesinde öte bir anlam ifade etmiyor. Tebasının kendisini, ”kutsal” ilan etmesine göz kırpan Başbakan'dan demokrasi beklemek ne kadar gerçekçi olabilir.

Bu nedenle, hiçbir dönem kamuoyu baskısını bir ölçü olarak almayan TSK kurmaylarının istifa gibi pasif bir yolu seçmelerinin altında yatan, iç dengelerden ziyade dış dayatmaların bir sonucu. NATO'nun en büyük silahlı güçlerinden biri olan TSK'da bu düzeyde bir tasfiyenin yaşanması, Kuzey Avrupa Paktı'nın da bu durumdan bir rahatsızlık duymadığı biçiminde yorumlanabilir.

Geçmişte, siyasal iktidar ve silahlı kuvvetler aynı rejim çatısı altında uzlaşabiliyorlardı. Siyasi erk ile TSK arasında farklılaşmalar olsa da, kol kırılıp yen içinde kalıyor, taraflar sistemin dışına çıkmıyordu. Ancak bugün iktidar partisi ile silahlı kuvvetler aynı ”rejim” konusunda hem fikir değiller. Bu nedenle genelkurmay başkanının ve kuvvet komutanların istifası ile ”restleşme” gibi uç dışa vurumlarla karşılaşıyoruz.

Türk basınında yer alan, ”AKP'nin demokratikleşme kaygısıyla darbeye teşebbüsle suçlanan generallerin ve diğer subayların hemen ordudan ihracı ve balyoz sanığı 14 generalin de emekliye sevkini istiyordu, Genelkurmay'ın ise ya beraat ederlerse diye buna karşı çıkıyordu. Hükümet diretti, asker de tepki verdi” yorumları gerçeği perdelemekten başka bir anlam içermiyor.

Geçen yıl YAŞ'ta halının altına süpürülen iktidar kavgası bugün yaşanan istifaların zeminin oluşturdu. Burada temel meselenin demokrasi olmadığı açık. Yeni rejim tarifinde üzerinde anlaşmaya varılmayan tek başlık demokrasi gibi görünüyor. Kavganın temelinde yatan, yeni demokratik bir rejim değil, ”yeni rejimin” güçler dengesidir. Hegemonyanın el değiştirme kavgasıdır. Kürdistan'daki savaşta başarılı olamayan ordu kademesinin tasfiye edilmesidir.

Demokratikleşmenin kurumsallaştırılması yerine, erke dayalı, ”demokrasi” kavgası AKP ile TSK'nın kurmay heyetini karşı karşıya getirdi. Uzun süredir derin bir sistem krizi içinde olan Ankara, ”yeniden yapılanmayı” başaramıyor. Kamuoyu demokratikleşmenin tamamlanmasını beklerken, AKP ile TSK'nın, iktidarın üleşilmesi üzerinde anlaşmaya varamamaları Genelkurmay karargahında istifalara neden oldu. Genelkurmay başkanı düzeyinde dışa vurulan tepkinin TSK'nin en alt kademelerine kadar sirayet eden bir tepkinin göstergesi olduğu açık. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde TSK'dan farklı kademelerde tepkilerin gelmesi de muhtemeldir. Kendini devletin sahibi aslisi olarak gören ordunun demokrasiye olan ”bağlılığı” malumumuzdur.

Tüm siyasi teamüller hiçe sayılarak, seçilen milletvekillerinin vekilliklerinin gasp edilmesi, cumhuriyetin kurucu partisi olma sıfatının yanı sıra siyasal tarihinde eylem geleneği olmayan CHP'nin yemin etmeyerek meclisi protestosu, sitem krizinin bir başka uç verişiydi.

TSK'nın, ”vesayetini demokratik teamüllerle normalize edeceğiz” derken, kendi sivil hegemonyasını kuran AKP'nin, 12 Haziran seçimlerinde yüzde 50 oyla elde ettiği ”gücü” demokrasinin önüne geçiyor.

Ordunun sivil siyasetin emrinde ve denetiminde olması gelişmiş demokrasilerin olmazsa olmaz gereklerinden biridir. Silahlı gücün, demokratik teamüllerin gereği savunma bakanlığına bağlanması da bunun idari gereğidir. Ancak, silahlı kuvvetler demokratik mecrasına çekilirken, demokrasi yerine sivil oylarla pekiştirilen bir otokrasinin denetimine giren silahlı kuvvetlerin muhalif güçler açısından eskisinden daha tehlikeli bir pozisyon alması kaçınılmazdır. Askerin, antidemokratik uygulamalarının yüzde elli oyla kendisini kuşatmış, megolomanisi iyiden iyiye bilenmiş bir otokratın perdelemesi ile her zamankinden daha tehlikeli süreçlerin yaşanmasına zemin hazırlayacaktır.

Sekiz yıllık iktidarı boyunca Gülen Cemaati'nin de desteği ile polis gücünü kamu güvenliğinden ziyade, ikinci silahlı güç olarak yedekleyen AKP'nin, TSK üzerindeki operasyonu da bu bağlamda ele alınmalı. AKP poliste olduğu gibi TSK'da da Gülen Cemaati'nin desteği ile giriştiği operasyon, demokrasinin kurumsallaşması bir yana, mevcut engelli demokrasinin de infazı tehlikesini doğurur.

Cumhurbaşkanlığı ya da yarı başkanlık sistemi ile Çankaya Köşkü'ne çıkma süreci daralan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, demokrasinin kurumsallaşması yerine kendi iktidarını pekiştirecek bir modeli dayatıyor.

Halen 43 amiral ve generali darbe hazırlığı içinde olma iddiası ile tutuklu bulunan bir ordunun üst kademesinde yapılacak görev değişikliği ile demokratikleşmesini beklemek saf dillilik olur. Burada amaç demokrasiden çok silahlı kuvvetlerin iktidar partisinin denetimine geçmesidir ki bu tüm muhalif güçler açısından endişe vericidir.

Mehdi Atay