10 Ekim 2010 Pazar

Zaza Kralligi


Med İmparatorluğunun mirasına konan Pars /Persler tüm Anadolu’ya hakim olduktan sonra doğuda hindi kuş dağları, batıda Afrika’nın kuzey kıyıları, kuzeyde ise Kafkaslara kadar hakimiyet sağladılar. Ancak, M.Ö.331 yılında Büyük İskender Pers imparatorluğunun iktidarına son verince Pers saltanatı yıkıldı ve bu geniş alanda bulunan kavimler Roma’ya bağlı -ama nispeten- özerk yaşama kavuştular.
İskender Babil’de yakalandığı hastalıktan ölünce yerine komutan Selefkus geçti. İskender’den sonra yönetimi devralan Selefkus (Selefkeliler / Rum Selçukluları) Med yönetim tarzını benimseyerek bölgeyi yönetir. Selefkus ölünce oğlu Antokios kral olur ve Antakya şehrini yaptırarak başkenti Babil’den Antakya’ya taşır. Başkentin Akdeniz kıyısına taşınması devletin bölgeler üzerindeki etkinliğini azaltır ve meydana gelen otorite boşluğu yer yer isyanların çıkmasına sebep olur. (M.Ö.255) Bu isyanlar sonrasında Mezopotamya’da pek çok aşiret bağımsızlığını ilan ederek krallığını kurdu.. Bu krallıklardan bazıları:
1-Sophene - Zaza Krallığı,
2-Koma gene (Koma geli)
3-Kordu ene Krallığı (Kurtiler) 4-Ad-ya-bene Krallığı (A.Mezopotamya Yahudi Kürtler krallığı M.Ö.1.yy.)
Romanın doğu sınırında yaşayan Partlar, Mezopotamya’da küçük krallıkların ortaya çıkması üzerine bölgeyi işgal ederek krallıkları vergiye bağladılar.  M.Ö.164 yılında Partların zayıflamasıyla Romalı kumandan Pompeus bölgeyi tekrar Roma topraklarına katar. M.Ö.100 yıllarına gelindiğinde Part kralı Mühürdüd Ermenilerle birleşerek elde ettiği güç ile Kuzey Mezopotamya’yı tekrar Romalılardan geri alır ve bölgeyi Ermeni egemenliğine bırakır. Strabon bu dönemle ilgili şöyle der;” Ermenilerin hakimiyetindeki Kürtler, sanat, mimarlık ve fen dallarında çok ünlenmiş ve kral Dikran / Tigran bu yüzden Kürtlere çok önem vermişti…” Romalı kumandan Lukulus kaybedilen toprakları geri almak için Ermenilerin üstüne yürüyerek kral Dikran’ı devirir, Ermeni ve Part egemenliğine son verdikten sonra Sophene krallığı ve diğer küçük krallıklara da özerkliklerini geri verir.(M.Ö.70-60) Dr. Asad Khailany Sophene (Zaza) Krallığı hakkında şöyle der: " Sophene Krallığı Dicle ve Fırat nehirlerinin arasından kurulmuş bir krallıktır. Ermenistan Krallığının güneybatısında olan Sophene Krallığı bir çok kere Perslerin, Ermenilerin ve Romalıların hakimiyetine girmiştir. Sophene Krallığı, Zaza Kürtlerinin coğrafik yerleşim yeriyle kesişmektedir. Bu Krallığın Zaza Kürtleri tarafından kurulmuş olduğu tarihçiler tarafından söylenmektedir. Bu krallıkla ilgili ilk bilgiler; M.Ö 201 yılında Büyük Antiochus’un kuzey Mezopotamya’yı fethiyle ortaya çıkar. Antiochus, generallerinden Zariadesi Sophene valisi olarak atar. Ancak Antiochus’un Romalılara karşı M.Ö 201 yılında yenildiği Magnesia (Manisa) savaşında, General Artaxias ve Sophene valisi Zariades ayaklanırlar. Bu ayaklanma sonrası Artaxias büyük Ermenistan’ı, Zariadres de Sophene Krallığını bağımsız olarak yönetmeye başladılar. Kral Zariades’in yaptıklarına bakıldığında Zaza Kürdü olduğu izlenimi vermektedir. Zariades (Zareh) kelimesi de Kürtçeden kaynaklanıyor. Zar kelimesi Kürtçe ve Zazaca “Sarı” demektir…" Yabancı akademisyenler “a" harfini "e" , "ia” yı da “ya” gibi okurlar. Yani Zariades “Zer-ya-des “ gibi telaffuz edilmelidir. Akademik çalışma yürüten batılıların dillerindeki fonetik farklılıklar bize ait isimlere yansıyınca farklı telaffuzlara neden olmaktadır.
"..Sophene (Şupan, Supani) krallığı, bir asır sonra M.Ö. 95’te Büyük Ermenistan kralı olan II. Tigran tarafından devrildi. O tarihe dek bağımsız olan Sophene ilhak edildi ve Ermenistan’a bağlandı. Ermenicede Tsophk adıyla bilinen Sophene Krallığı bugünkü Elazığ-Dersim bölgesine tekabül ediyor.
O dönemde Sophene kralı Artanesdi . Artanes, Zariades’in soyundandı. (Plutarch, Lucullus, Bölüm XXI), (Strabon XI. 532)
Kaynak: Bydigi Forum
Bazı kaynaklara göre Urartu kralı Menua’nın bölgedeki fetihlerini anlatan Bagin’deki yazıtında da Dersim ve Elazığ yörelerine Supani demektedir. Bu adın sonraları Sophene olarak değiştiğini görmekteyiz. Yine Urartu Kralı I.Argistis de bazı yazılarında (kitabelerinde) Zazalar’ı “Zavaidi” diye belirtmiştir. Zaza Kürtlerinden Pers Kralı Darius da bahsetmektedir. Pers İmparatorluğunun hükümdarlığını yapan Kralı I.Darius, M.Ö 515 yıllarında çivi yazısı ile yazdırdığı Behistun yazıtlarıyla ün kazanmıştır. Darius, yerden 100 metre yükseklikteki kayalıklara yazdığı Behistun kitabesinde Pers tarihinden bahsederken, birinci sütunda Fırat nehrinin kenarında Zazana adında bir bölge olduğunu yazarak Dersim ve Elazığ havalisini "Zazana” adı ile anmaktadır.
Yunanlı Ksenofon’da bu bölgede (M.Ö. 401 yılında), “SuSa" adında bir şehirden bahsetmektedir. Bu şehir, Zazalar tarafından kurulduğu söylenen “Sophene” krallığının merkezi olarak kabul edilmektedir. Ünlü Yunanlı tarihçi, felsefeci ve coğrafyacı Strabon; " Roma imparatoru Pompey, Sophene’yi Tigran’dan aldı ve Nero (M.S. 54-68) onu ayrı bir krallık olarak Sohaemus’a geri verdi. Sophene, daha sonra ise ayrı bir krallık olarak tarih kaynaklarda gösterilmeye başlandı” der. Tarihçi büyük Pliny, M.S. 2. yüzyılda Anadolu ve Mezopotamya cıvalarındaki ülkeler ve eyaletlerden bahsederken birçok kere Sophene adını kullanmaktadır .
Tarihçi Prof. Dr. Mehrdad I
zadi, Sophene’yi (Şupani) Elazığ’ın büyük Subhan aşiretinden saymaktadır. Bu aşiret halen mevcuttur. Ünlü Suriyeli Arap tarihçi, Yakut İbn El Hamavi 12. yüzyılda Sophene’nin başkenti Arsamosat kentinin %25’inin Ermeniler, geriye kalan %70-75’inin de Zaza Kürtleri tarafından mesken tutulmuş olduğunu belirtmektedir.

Sophene’
nin başkent adının Kürtçe olduğuna dair görüşler: Başkentin Kürd dilindeki adı Şemşat'tır. 
Şatır eski dilde site ya da şehir yöneticisi anlamında olup, "Şat" sözcüğünden türetilmiştir. Şat sözcüğünün İrani dillerde 'Şar', 'Şahr', 'Şehr' gibi versiyonları da vardır. "Şat" şeklinde söyleneni en eskisidir. Şah sıfatı dahi bu Şat kelimesinden türetilmiştir. “Şem” ise şems, yani güneş (Arapça) anlamında kullanılmış olup, Güneş şehri anlamını taşımaktadır..." Ancak burada bir yanılgı olduğuna inanıyorum. “Şem" Kürtçedeki "Çem"dir. “Çem” ve “Şet” Kürtçede ırmak ve nehir anlamında kullanılır. Kentin Murat Nehri kıyısında olması bu ismin verilmesine sebep olmuş olabilir.  "..Şemşat, Elazığ’ın Palu sınırları içerisinde, Murat ırmağının Güney kıyısındadır. Palu merkez bucağa bağlı Xaraba Köyü'nün Şupani krallığının tarihi başkenti olduğunu aynı yerdeki Şemşat Kalesinin varlığından biliyoruz. " İsmi 'Örencik' olarak Türkçeleştirilmiştir.

"
Yunanlı coğrafyacı Strabon Sophene’nin başkentini Karkathiokerta olarak göstermektedir. Bu şehrin Elazığ (Harput) şehrine yakın olduğu anlaşılmaktadır (XI.14.2). 20. yüzyılın ünlü tarihçilerinden Marquart’a göre Karkathiokerta kenti aslında Argatiokerta kenti olarak düzeltilmesi gerekir. Argatiokerta kenti Sophene kralı Zariades’in oğlu Argatyas tarafından kurulmuştur.
Marquart’a göre bu kentin kalıntıları Dicle nehrinin kaynağı Eğil veya Arghana (Ergani) Suyu yakınlarındadır. Strabon’daki Artanes, C. Toumanoff’a göre, Sophene kralı Zariades (Zareh)’in oğlu Mithrobuzanes olup, doğru adı Me(h)ruzan’dır. Zariades (Zareh) ise bağımsız Sophene’nin krallığını yapmıştır ve Zaza Kürdlerindendir. Mehruzan ile Zareh adları Kürtçedeki Mihrican, Mîrzeban, Zara ve Zarê adlarıyla etimolojik olarak çok yakınlık göstermektedir…"
Yabancı akademisyenlerin geneli Zazaların aryan boyu olduklarını, Hititler gibi Güney Hazar ve Zagroslar’dan Anadolu’ya göç ettiklerini belirtmektedirler.
Hititlerle aynı yolu, aynı kaderi, aynı dili ve aynı coğrafyayı paylaşmaları aynılıklarını göstermektedir.
Avesta Kürtçesinin de daha çok Zazaca Kürtçesiyle benzerlik gösterdiği yine araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir.
Zazaların sadece fonetik özellikleriyle değil, diğer tüm kültür öğeleriyle Ari bir özellik taşıdığı genel kabul görmektedir.
Bundan da anlaşılıyor ki, Zazalar bir ari boyudur, yani Kürtlerle aynı soydan gelmektedirler. Bu sebeple yukarıda adı geçen tarihçiler Zazaları Kürt olarak ifade etmişlerdir.
Ancak TC, 1980 sonrasında Zazaları Kürtlerden ayırmak amacıyla böl yönet politikası uygulamış ve Zazaların Kürtlerle bir ilgisi olmadığı tezini ortaya atmıştır. Resmi tarihin çürük tezlerle yok etmeye çalıştığı Kürt hafızası ve moral değerleri aydınlanan gerçek Kürt tarihiyle birlikte aslına dönmeye başlamıştır. Sorun, Zazaların kendilerini Kürt sayması ya da saymaması değil... Farklılıklara karşı gösterdiğimiz tepkidir! (devam edecek)
Fikret YAŞAR
Kaynak: -E.XEMGİN - Kürdistan Tarihi -Dr. Asad Khailany's - Researches based on thousands of historical resources.
What the ancients referried to Kurds as:

  
Fikret Yaşar
fktyasar@gmail.com

İşkence Kurumsallaşmış Faşist Devletin, Yok Etme ve Sindirme Politikasıdır

        Hep sonradan gelmesin aklımız başımıza. Fırtınanın aramızdan çekip aldığı en kalenderlerimiz, en çatal yürek ve ilim bakışlı yürek parelerimiz gittikten ve her şey yerle yeksan olduktan sonra, sonranın sonrasında kesif bir hazan iklimiyle sarmalanıp keşkelerle örtülü bir yaşam kurmamak için, an’ın zembereğine asılmalıyız. 

      Henüz vakit varken gelmeli aklımız başımıza. Alı al moru mor kır çiçekleri arasında oynayan çocuklarımızın bedenleri parçalanıp tanınmaz hale gelmeden… Karanlık çöküp, kanlı emellerini bir örümcek gibi ören haramiler, yeri göğü titretebilecek kudrete sahip baldırı çıplakların uyku halinden yararlanıp hunharca Ape Musa’yı aramızdan alıp bizi ışıksız bırakmadan… “Onyedi yaşındaki gençleri katil/tetikçi yapan bu köhne karanlık”, delikli pabuçlardan daha fazlasını bize bırakan Hrant Dink’i soğuk namlularla kana boğmadan… Kürt ve demokrat olmaktan başka suçu olmayan üniversite öğrencisi Aydın Erdem sokak ortasında infaz edilmeden… aklımız başımıza gelmeliydi. 
       Vaktinde korku mağarasına çekilip vicdanımızı “mutluluk” avuntularıyla, aklımızıda yalanlarla kandırmasaydık ve dur diyebilseydik, sabahın üçünde palas pandıras gelen o kanı kokan Eylül gününe, tarih sayfaları yazmayacaktı ulucanlar katliamını… Tamtamlar eşliğinde gelen titanlar soyunun önünde geçit vermez bir kale olsaydık, dönemin adalet bakanı Sami Türk’le aynı varlık katagorisinde olmaktan hicap duymaz ve 19 aralık gecesiyle sürek avına çıkan ölümün pençesine yüz yirmi iki candaşımızı, özgecanımızı ve yaşamın cansularını vermezdik… Hınca hınç sokaklarda, “insanlık Onuru İşkenceyi Yenecek” diye diye gür seslerle haykırsaydık Engin Ceber aramızda olacaktı ve sokaklar direniş ıslığını çalacektı.Miadı doldu mu? Vakit doldu mu? Çok mu geciktik? Hayır, geciktik ama çok değil. Tarihin apak sayfaları, yeni aşk ve özgürlük hikayelerinin kitlesel kahramanlıklarını yazmakla dolacak. Şimdi, vakit o vakitdir, dem o demdir. Ateşi körüklemeli, gemileri yakmalı ve okyanusun derin sularına kulaç atmanın demidir: Kalanlara kalkan, geleceğe ışık olup hep beraber, yeni bir hayatta, yeni bir dünyada yaşamanın yollarına düşmenin zamanıdır. 
        Ve şimdi, dur demeliyiz olup bitene… Bir süredir, Edirne F tipi Hapishanesinde ölüm yokluyor devrimci tutsakları. Ölüm işkencelerde, enseye indirilen sert bir darbeyle mi; başımıza ardı arkası kesilmeyen tekmelerle mi; bayılana ya da takatsiz kalana dek sürdürülen işkencelerle mi gelecek; muamma. Ama çok uzak değil ölüm. Günlerle haftalar arasına sıkışan en berbat ve zalim bir anında, zulme karşı direnmenin kıyasıya savaşında gizlidir. Cümle alem, yedi düvel biliyor ve pratikle tescillidir ki, devrimci tutsaklar diz kırmaktansa zulmün önüde, tıpkı ateş bakışlı Che gibi “ölüm, hoşgeldi, sefa geldi” diyebilecek cürete sahiplerdir.Buradan açık açık ilan edelim, Edirne F Tipi Hapishanesinde (ve tabiki diğer hapishanelerde de) işkence(ler)den dolayı bir tutsak yaşamını yitirirse, bunun baş sorumlusu; demokrasi, insan hakları, hukuk üstünlüğü… vb gibi kurumsallaşmış faşist bir düzende/rejimde pek de geçer akçe etmeyen kavramları dilinden düşürmeyen Başbakan Erdoğan; onlarca-yüzlerce işkence davasına rağmen aymazlıkla “işkenceye sıfır tolerans” diyen Adelet Bakanı Sadullah Ergin, Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, sayısız suç duyurumuzu hiçbir inceleme yapmadan “soruşturma açılmasına gerek görülmemiştir” diyerek red eden Cumhuriyet Başsavcıları, işkencecileri koruyan Edirne Valiliği ve işkencelere sessiz kalarak onaylayan Edirne F Tipi Hapishanesi idaresi olacaktır.Bir süredir, Edirne F Tipi Hapishanesi’nde, hastane, savcılık ve mahkeme sevklerinde, künyesi insanlık suçuyla dolu ve tescilli bir faşist olan üst çavuş A. Barış Akzeybek tarafından devrimci tutsaklara işkenceler yapılmaktadır. Bu tescilli faşist üst çavuşun işkence icraatlarını aşağıya dökelim:

         24.05.2010 tarihinde, tedavi amaçlı hastaneye götürülen arkadaşımız Mehdi Boz, sırf Kürt milliyetinden ve devrimci tutsak olmasından dolayı, hastane nezaretinde ve ring aracında elleri arkadan kelepçeyle bağlandıktan sonra faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek tarafından işkenceye maruz kalmıştır. 


        29.06.2010 tarihinde, ifadesinin alınması amacıyla savcılığa götürülen Mehdi Boz arkadaşımız, ring aracında, bilekleri arkadan kelepçelendikten sonra, malum faşist üst çavuş ve bu üst çavuşun yönlendirdiği adli tutsaklar tarafından yoğun bir işkenceye maruz kalmıştır. 


26.05.2010 tarihinde, yine duruşma nedeniyle, İstanbul-Beşiktaş ACM’ye götürülen arkadaşımız Canip Tarhan ve Sezgin Zengin, ring aracından indirilirken slogan atmalarından sonra saldırıya uğramış, saldırılar geri dönüşte de ring aracında da devam etmiştir.  

11.06.2010 tarihinde, duruşma nedeniyle, İstanbul-Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesine götürülen arkadaşımız M. Ali Polat, ring aracından inerken slogan attığından, ring aracıyla ACM’nin arasındaki mesafede, basının önünde saldırıya maruz kalmış, nezarette, “ben, doğu’da görev yaptım, çok kelle götürdüm” diyerek faşist karekterini ifşa eden üst çavuş A Barış Akzeybek tarafından tehdit edilmiş; arkadışımız duruşmada uğradığı saldırıyı anlattığında, heyetin, avukatların ve duruşmaya gelen izleyicilerin gözleri önünde arkadaşımıza fütursuzca saldırmış, işkenceler mahkeme koridorlarında artırılarak devam etmiş ve geri dönüşte ring aracında dört saat boyunca “ben, doğuda görev yaptım, çok kelle kopardım” diyerek faşist karekterini yansıtan üst çavuş A. Barış Akzeybek ve askerler tarafından arkadaşımız işkencelere maruz kalmıştır.

      26.08.2010 tarihinde, duruşma için İstanbul-Beşiktaş ACM’ye götürülen arkadaşlarımız, duruşma bitipte hapishaneye geri getirilmek üzere ring aracına bindirilirken, arkadaşımız Öner Aşık, dışarıda bekleyen ailesine; “kendinize iyi bakın biz iyiyiz” diye sesleniyor. Bunun üzerine yine malum faşist üst çavuş tarafından saldırıya uğruyor, parmağı ring aracının kapısına sıkışıyor ve kolları arkadan kelepçelenen arkadışımız yolculuk byunca saldırıya uğruyor.

 
       Öner Aşık’la birlikte duruşmaya götürülen; Muhittin Çeter, Metin Arslan, ve Deniz Yaşar isimli arkadaşlarımızda, işkenceye karşı çıktıkları için malum faşist üstçavuş tarafından yönlendirilen askerlerce tartaklanıyor.        

16.09.2010 tarihinde, tedavi amaçlı Edirne Devlet Hastanesi’ne götürülmek üzere, hücrelerinden alınıp tüm aramalardan geçirilen Murat Özdağlı, Tekin Beyhan, Ahmet Türk ve M. Ali Polat isimli arkadaşlarımıza, asker araması da yapıldıktan sonra, insanlık suçuyla sicili kabarık faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek, şimdiye kadar bu hapishanelerde rastlamadığımız, 12 Eylül Cuntasının arama yöntemiyle arkadaşlarımızın ağızlarının içini aramaya yeltenmiş. Onur kırmaya dönük bu uygulamayı kabul etmeyen arkadaşlarımız hücrelerine geri gönderilerek tedavi hakları gasp edilmiştir.           

Bütün bu saldırı / işkencelere maruz kalan arkadaşlarımızın bedenlerinde oluşan tahribatlar ve yaralar, Edirne Devlet Hastanesi’nin ve Edirne F Tipi Hapishanesi revir kayıtlarında mevcuttur.Varlığını, “iç ve dış mihraklar” üzerine kurup ezilenleri bu manipülatif söylemlerle sisteme yedekleyerek koruyan türk devleti, söz konusu, bu coğrafyanın entellektüelleri, aydınları, demokratları, devrimcileri ve sosyalistleri oldu mu, peşin ön kabullerle ve delil aramaksızın, göstermelik yargılamalarla onlarca yıl ceza veriliyor. Oysa faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek’in gerçekleştirdiği işkenceler, ayan beyan ortada olmasına, işkenceler sonucu arkadaşlarımızın bedenlerinde oluşan tahribatların ve yaraların raporları ve tanıkları mevcutken, verdiğimiz suç duyurularına, infaz hakimliği, Cumhuriyet Baş savcıları ve Edirne Valiliği ağız birliği yapmışcasına “soruşturmaya gerek yok” kararı veriliyor.Bu işkence vakalarının delilleri ve tanıkları olmasına rağmen, devlet ve yargı mercileri, faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek hakkında verdiğimiz suç duyurularına, “soruşturma izni verilmemesine” karar verilip red ediliyorsa; işkencenin bir devlet politkası olarak yürütüldüğünü ve işkencecilerin devlet tarafından korunduğunu söylemek abartı olmayacaktır.Edirne F Tipi Hapishanesinde (ve diğer hapishanelerde) işkenceler sonucu ölümlerin ciddi ve yaralanmaların oluşmaması için, aklımız sonradan başımıza gelmeden ve henüz vakit varken, duyarlı aydın ve kurumlarımızın, insanlık suçu işkenceye karşı olan herkesin, hapishanelerde yaşanan işkencelere duyarlı olmaya çağırıyoruz.


Erdal Süsem/F Tipi Hapishanesi EDİRNE 

Chomsky: Kürtlerin Dağlardan Başka Dostu Yok

Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen 7. Düşünce Özgürlüğü Sempozyumuna katılmak üzere İstanbul’a gelen Amerikalı dilbilimci ve düşünür Noam Chomsky, Kürt meselesinin çözümü için İrlanda modelini işaret etti.

Kürt halkının anadil taleplerinin kabul edilmemesini Türk hükümetinin samimiyetsizliğinin bir ifadesi olarak yorumlayan Chomsky, Kürt halkını tanımanın ilk adımının hukuksal bir zemine oturtmaktan geçtiğine dikkat çekti.

ABD’nin Kürtlerin dostu olmadığını, sadece çıkarlarını düşündüğünü kaydeden Chomsky, ‘Kürtlerin aslında dağlardan başka dostu’ olmadığını söylüyor.

Noam Chomsky, Türk hükümetinin Kürt politikası, barışa giden çözüm yolları, Obama yönetiminin dış politikası ve medyanın durumuyla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

‘KÜRTÇE EĞİTİMİN OLMAMASI KABUL EDİLMEZ’

* Türkiye'de hala yazılarından ve düşüncelerinden dolayı insanlar tutuklanıyor. Sizce demokrasinin olmazsa olmaz şartı ifade ve basın özgürlüğü müdür?

- Tabii ki öyle. Bu tavrı, Türkiye'de olduğu gibi her ülkede insanların en temel haklarına karşı yanlış bir müdahale olarak görüyorum ve bunu kabul etmem söz konusu olamaz.

*Türkiye'nin en önemli sorunu Kürt sorunu. Düşünce ve ifade özgürlüğüne konan engeller, Kürt halkının anadil taleplerinin Ankara yönetimi tarafından reddedilmesi Kürt sorununa bakış açısından ne gibi ipuçları veriyor?

- Samimiyetsizliğin kesin bir ifadesi. Bence bu kesinlikle çok önemli bir problem. Ama Amerika gibi dünyada ifade özgürlüğünün en çok geliştiği bir ülkede bile, bugün çok büyük bir nüfus olan İspanyollara okullarda İspanyolca öğretilmesi ve konuşulması yasak. Ben 18 sene önce Türkiye'ye gelmiştim ve bu kez Kürt sorununun da bir iyileşme görüyorum; en azından artık daha açık konuşuluyor. Ancak televizyonlar ve radyolar kurulmasına rağmen, hala Kürtçe eğitimin olmaması ve baskıların sürmesi tabii kabul edilemez.

* Kürtlerin Türkiye'de hala anayasal olarak tanınmaması konusunda ne düşünüyorsunuz? Buna bağlı olarak da uluslararası toplumun bu konudaki duyarsızlığını nasıl yorumluyorsunuz?

- Demin de ifade ettiğim gibi samimiyetsizlik olarak değerlendiriyorum, çünkü burada varolan bir halkı görmezden gelemezsin. O halkı tanımanın ilk adımı hukuksal bir zemine oturtmaktır.

Dünyanın Kürt sorunu hakkında duyarsızlığına gelecek olursak, uluslararası toplum dediğimiz zaman aslında ABD ve onun arkadaşlarından söz ediyoruz.1990'lı yıllarda Kürt meselesinin en yakıcı olduğu dönemlerde Türkiye'ye silah satışının yüzde 80'i ABD tarafından sağlandı. 1997'de Clinton soğuk savaş döneminde satıldığından daha fazla silahı Türkiye'ye sattı. Amerika bu baskının en temel oyuncusudur.

Türkiye'de New York Times gibi ABD'nin en büyük gazetelerinin büroları var, herkes her şeyi görüyor ve biliyor. Sadece bu olanlar halka yansıtılmıyor, hem devlet hem de basın tarafından sansürleniyor. Burada yaşanan şiddet, baskı, insanların öldürülmesi, hiçbir şey yansımıyor. Buna da sözde Amerika’da ifade özgürlüğü deniyor. Hele Kürt sorunu söz konusu olunca kulaklar sağır, gözler kör oluyor. ABD'nin Kürt sorunu konusunda Türkiye'ye verdiği silah olsun uygulanan baskıya destek olsun dünya devletleri ve basını tarafından bilinmesine rağmen halktan gizleniyor, yansıtılmıyor.

‘ABD KÜRTLERİN DOSTU DEĞİL’

* ABD'nin Güney Kürdistan yönetiminin şekillenmesi konusunda aktif olurken, Kuzey Kürdistan'da yürütülen mücadeleye karşı Ankara'yı desteklemesi sizce bir çelişki değil midir?

- Bu soruyu cevaplamadan önce şunu belirteyim: ABD, Irak'ta demokrasiyi önlemek için çok uğraştı. İlk etapta seçimlerin olmaması için çok uğraştı, ancak büyük bir direnişle karşılaştı. Bu kez seçimlerin olacağını anlayan ABD, seçimleri etkilemeye çalıştı ama onu da yapamadı. Washington yönetimi Irak'ta aslında çok başarısız oldu.

Türkiye'nin ABD'nin çok iyi bir dostu olduğunu unutmamak gerek, ABD Türkiye'yi her konuda destekliyor. Bu konuda yanılgıya düşmemek gerek; ABD'nin Güney Kürdistanlı Kürtlerle olan iyi ilişkisi tamamen çıkar üzerine kurulu. Saddam Hüseyin Kürtleri katlettiği zaman ABD'nin verdiği desteğe bakıldığında, ABD'nin Kürtlere karşı temel politikası açığa çıkar.

Ama maalesef Kuzey Kürdistan'daki Kürtler bunu çok çabuk unutuyorlar. Bugün ABD kendi çıkarı için Kuzey Irak'ta ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyor. Hiç bir zaman Kürtlerin dostu olmadılar. Kürtler bunu iyi anlamalıdırlar. Kürtlerin aslında dağlardan başka bir dostu yoktur, bunu hatırlamalı ve buna göre davranmalıdırlar. Ayrıca, Amerikan medyası ancak ABD’nin Irak'a girmesine yönelik yardım tezkeresi TBMM'de reddedildiği zaman Kürtlerin yanında tavır aldı, Türk devletinin 'senelerdir Kürtlere şiddet uyguladığını yazmaya başladı.

KUZEY İRLANDA MODELİNE BAKMAK LAZIM

* Kürt tarafının siyasal çözüm konusunda gösterdiği çabaya karşın Türk yönetiminin hala ‘çözümsüzlükte’ ısrarını nasıl yorumlamak lazım?

- Şu anda askeri müdahaleler olmakla birlikte düne göre bazı iyileştirmeler ve ilerlemeler var. Tabii ki daha fazlasının yapılması gerekiyor, bunun için sonuna kadar mücadele etmek gerekiyor. Bu açıdan barışı sağlamak için bu süreci desteklemeye devam etmek gerekir, vazgeçmemek gerekir.

Bu konuda dünyadaki başarılı örneklere de bakmak lazım; Kuzey İrlanda bunlardan bir tanesi. Orada da ciddi bir sorun vardı ve İngilizler bunu baskıyla çözmeye çalıştıkça gün geçtikçe durum daha da çıkılmaz bir hal almıştı. Ben tam o dönemde 1993’te Belfast’a gittiğimde savaşın en acımasız yüzüyle karşılaştım. Fakat sonradan baskıyla, şiddetle bir şeyin değişemeyeceğini anlayan İngilizler, oradaki insanların ne istediğini, neye ihtiyaçları olduğunu dinlemeye başladılar. Bugün Belfast'a yeniden gittiğimde gergin olsa da barışın hakim olduğu açıkça fark ediliyor ve görülüyor.

BELFAS’TA İRA MİLİTANI İLE GÖRÜŞME

* İspanya ve İrlanda modellerine bakıldığı Kürt sorununda nasıl bir çözüm olabilir sizce? Türkiye'de yakın zamanlarda çokça konuşulduğu gibi bir genel aftan başlanabilir mi?

- Sizin saydığınız modellere bakarak Kürt sorunu çözülebilir. Burada esas önemli olan insanların gerçekten ne istediğini dinlemek, onların yaşadığı baskılara, buna karşı verdikleri haklı tepkilere dikkat ederek birlikte bir çözüm üretmeye caba göstermek.

Affa gelince size yaşamımdan bir örnekle cevap vereceğim, 1993’te Belfast'a gittiğimde hapisten kaçmış IRA'lı bir militanla gizli bir yerde buluştum ve ona ne yapacağını sormuştum: O da ‘kazanana kadar silahları bırakmayacağım’ demişti. Ancak 5 sene sonra, aynı adam İngilizlerle görüşme masasındaydı ve bugün ise hükümette. O yüzden tabii ki af olmalıdır ben destekliyorum.

‘OBAMA BUSH’UN POLİTİKALARINI SÜRDÜRÜYOR’

* Bush'tan sonra Obama döneminde Washington’un Ortadoğu politikasında nasıl bir fark görüyorsunuz?

- Birçok bakımdan daha kötü oldu, çünkü Bush'un politikalarını aynen sürdürüyor. Irak'ta asker çekeceğini söylüyor, ancak Bush'un yaptıklarını yapıyor. Afganistan'da savaşın dozunu daha da artırdı. İran etrafında askeri kuşatmayı büyütüyor, gerginliği üst seviyelere çıkartıyor, Filistin politikalarında da sözden başka bir şey yok.

* Kafa karıştıran konulardan biri de terör tanımı. Filistin’de ve Kürdistan’da taş atan çocuğa da 'terörist' deniliyor, El Kaide’nin saldırılarına da…

- 'Terörist' kavramı, devletin sevmediği ve onun politikalarına ters giden kurum, parti, insan, kişiler için bizzat devlet tarafından kullanılıyor. Ancak ABD ve onların arkadaşları çok daha kötü şeyler yapıyor o yüzden burada ‘terörist’ yakıştırması yapmadan önce kendilerine bakmalılar.

MEDYANIN DURUMU

* Medyaya gelecek olursak, yönlendirme, yanlış bilgi içinde okuyucu ne yapmalı? Doğru bilgiye nasıl ulaşacağız?

- Doğru bilgi edinmek bu bilgi kirliliği içinde gerçekten çok zor. Mesela Beyrut'ta camiye CIA tarafından bir bomba yerleştirilmişti ve orada tam 80 kişi hayatını kaybetmişti, ancak medya CIA'nın terörist olduğunu değil de yanlış yaptığını yazdı. Bunu CIA yaptığında ‘yanlış’ ama başka biri yaptığında ‘terörist’ deniliyor. Bu nasıl bir adalet? ABD adaleti mi? Bu sadece bir örnek. Bence insanlar bu bilgi kirliliğinden sizin çalıştığınız haber ajansı gibi ajansları daha çok okuyarak kurtulabilir, doğru bilgiye ulaşabilir.

ANF NEWS AGENCY