31 Temmuz 2012 Salı

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 7: Uygarlığın Yayılması


Bu bölümde Neil Faulkner, her biri rahipler, şehir yöneticileri ve savaş liderleri tarafından yönetilen kentlerdeki uygarlığın dünyaya yayılmasına ve gelişmesine değiniyor.
Dünyanın ilk sınıflı toplumu Sümer’de milattan önce 3000’li yıllarda ortaya çıktı. Başrahipler ve şehir yöneticilerinden oluşan bir seçkinler grubu, kendilerini toplumun üstünde konumlandırdı ve sıradan yurttaşları kendi çıkarları için sömürmeye başladı.

Giderek karmaşıklaşan toplum, onlara özel siyasi-dini roller tahsis etmiştir. Bu roller onlara mülkiyet ve artı değer üzerinde hâkimiyet vermiştir. Ancak kıtlığın ve yoksulluğun kural olduğu bir dünyada bu hâkimiyeti kendilerini zenginleştirmek ve kendi iktidarlarını desteklemek için kullanmışlardır.


Aynı anda ya da birazcık sonrasında birtakım başka yerlerde aynı şeyler olmuştur. Medeniyet tek bir merkezden dışarıya doğru yayılmamıştır: koşulların uygun olduğu yerlerde bağımsız biçimde ortaya çıkmıştır.


Sümer’de rahipler yönetici sınıfın çekirdeğini oluşturmuş, tapınak varlıkları onlara zenginlik sağlamış ve tapınak zigguratları onların en gösterişli eserleri olmuştur. Şehir yöneticileri ve savaş liderleri, teokratik seçkinler arasından seçilmiştir.


Mısır’da gerçek bunun tersidir. Şahin kavminin lideri ve efsanevi ilk firavun Menes, Nil Deltası’nı (Aşağı Mısır) ve Nil Vadisi’ni (Yukarı Mısır) askeri fetihle birleştirmiştir. Merkezileştirilmiş bir devlet yaratarak kendisini tanrı-kral (firavun) ilan etmiştir.


Rahipler, memurlar, tüccarlar, zanaatkârlar ve köylülerin hepsi firavunun emri altındaydı. Yönetici sınıf –rahipler ve memurlar- mülklerini ve konumlarını kralın himayesine borçluydular. Eski Mısır Krallığı’nın (M.Ö. 2705-2250) sembolik anıtları piramitler tapınak değil, kral mezarıydılar.


Sümerli rahipler ve şehir yöneticileri gibi, Mısırlı firavunlar da “kent devrimi”nin kültürel ambalajını geliştirdi: sulama çalışmaları, uzun mesafeli ticaret (özellikle madenler, kereste ve taş konusunda), okuryazarlık ve kayıt tutma, numerik gösterim ve geometri, standart ağırlıkları ve ölçüler, takvim ve zaman kaydetme, astronomi bilimi.


Kent ambalajı devletin ve seçkinlerin ihtiyaçlarını yansıtıyordu. Nil sularının denetimi, verimli hasadı, büyük üretim fazlasını ve sağlıklı bir işgücünü garantiye aldı. Resmi ticaret çalışmaları, silah üretimi, anıtsal mimari ve lüks tüketim için ihtiyaç duyulan hammaddeleri güvence altına aldı. Bilgili bir bürokrasi, devlet iktidarının bağlı olduğu vergi ve işçilik hizmetlerini yönetti.


Bağımsız “kentsel devrimler” birkaç farklı yerde ortaya çıktı. Bu, tüm insanların en üst düzey başarılara erişebilir olduğunu gösterir. Diğerlerine örnek olacak “üstün ırklar” ya da “uluslar” yoktur. Tarihsel farklılıkları belirleyen kültür ve şartlardır –biyoloji değildir.


Milattan önce 2600 dolaylarında İndus Vadisi’nde (Pakistan) kentsel uygarlık ortaya çıktı. Mohenjo-Daro’nun büyük anıtları ve ikamet edilen mahalleleri bir milkare alanı kapsar. Kazılarda çıkan damga pulları, standart ağırlıklar ve ölçüler, komplike bir yönetime işaret eder.


Kuzey Çin’in Sarı Nehir bölgesinde bulunan antik Anyang, neredeyse 10 km. uzunluğunda ve 4 km. genişliğinde duvarsız bir kompleksti. Muhtemelen milattan önce 13. yüzyılda Şang Hanedanı’nın başkentiydi. Kazılar, zengin kral mezarlarını, büyük miktarda süslenmiş bronz zulasını ve on binlerce çatlak ve yazılı kehanet kemiğini gün yüzüne çıkardı.


Meksika’daki Teotihuacan, zirvede olduğu milattan sonra 450-650 yılları arasında 8 mil kare büyüklüğünde ve 150 bin civarında nüfusa sahip bir Maya şehriydi. Merkezinde dev piramitlerin hâkim olduğu anıtsal bir kompleks vardı. Güneş Piramidi’nin tabanı 210 metrekare ve yüksekliği 64 metreydi.


Büyük Zimbabve (M.S. 1100-1500) Afrika’nın kalbinde 20 bin nüfuslu bir kentti. Zenginliğinin temelinde büyükbaş hayvancılık, zirai tarım ve altın, bakır, fildişi, köle ticareti yatıyordu. Zambezi ve Limpopo arasında 100 bin kilometrekare genişliğinde bir alanı vardı.


Eskiden akademisyenler uygarlığın tek bir merkezden yayıldığına inanırlardı. “Eski doğudan çıkan ışık”tan bahsederlerdi. Bu, 19. yüzyılda “Beyaz Adamın Sorumluluğu” –Avrupalı emperyalistlerin uygarlaştırma misyonu- fikirleri ile donatılmıştı.


Arkeoloji bunun aksini ispatlamıştır: uygarlık, birbirinden bağımsız olarak farklı yerlerde, farklı zamanlarda gelişti. Mesaj, tüm dünya halklarının ortak beşeriyeti ve eşit yaratıcı potansiyeli paylaştığı.


Ancak başlıca medeniyet merkezlerinin, kendilerini çevreleyen toplumlar üzerinde etkisi olmuştur. “Çekirdek” ile “çeper” arasında her zaman bir ilişki olur.


Mısırlı firavunlar Lübnan’dan kereste, Kıbrıs’tan bakır, Sudan’dan altın elde etmiştir. Kimi zaman bu bir barışçıl takas meselesi olmuştur. Lübnan’daki Biblos kenti kereste ticaretiyle zenginleşmişti. Yerel tüccarlar, Mısır dilini okuyabilen tezgâhtarlar çalıştırmışlardır. Kültürel etkileşim vardı.


Başka zamanlarda bu bir fetih meselesi olmuştur. Kuzey Sudan fethedilmiş ve altın vergisi vermeye zorlanmıştı.


Çekirdek ve çeper arasındaki etkileşim bu nedenle çok yönlüydü –ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel.


Ticarete olan rağbet tüccarları, deniz kaptanlarını ve gemi inşacılarını cesaretlendirmişti. Kürekçiler tarafından hareket ettirilen uzun tekneler, milattan önce 3000 yılından itibaren Ege Denizi’nde kullanılmıştır. Troya Kalesi milattan önce 2700 yılında Çanakkale Boğazı girişindeki bir limanı korumak için inşa edilmiştir.


Minos Uygarlığı’nın “Thalassokrasi”si (deniz hakimiyeti), milattan önce 1950-1450 yılları arasında Girit’in merkezi konumu ve adalıların kargo gemilerini derin gövdeli, yüksek kapasiteli, yelken gücüyle giden biçimdeki devrim niteliğinde tasarımları üzerinden egemenlik kurmuştur.


Minos Girit medeniyeti yöneticileri, geniş alana yayılmış, taştan yapılan, duvar resimlerinin ve devasa seramik kapların olduğu kilerlerin yer aldığı saraylarda yaşamıştır.


Homeros, kahramanı Odysseus’u seyahat yorgunu bir görünüşte tanımlar, onun “yaşamını hantal bir gemide, dışarıya giden malları hakkında endişelenerek harcayan, aşırı kârlarla eve geldiğinde gözünü yükünden ayırmayan bir tüccar gemisi kaptanı gibi” olduğunu söyler.


Böylece çeper, ticarete olan rağbet ile değişmiştir. Çeper, savaş tehdidiyle de değişmiştir. Akkad kralı Sargon, milattan önce 2330 sonrasında Mezopotamya şehirlerini birleştirmiş ve Pers Körfezi’nden Akdeniz’e dek uzanan bir imparatorluk yaratmıştır. Eski Krallık (Mısır medeniyetinde milattan önce üçüncü bin yıla verilen isim; ç.n.) firavunları, Sina’yı bakırı için fethetmişlerdir.


Süpergüç militarizmle tehdit edilen çeperdeki küçük devletler ve kabileler savaş için örgütlenmişti. Bronz Çağı dünyasına savaşçılar, silahlar ve savaş filoları egemendi. Ağır çekimdeki silahlanma yarışı, yüzyıllar boyunca hız kazandı. Duvar resimleri malların yüklendiği gemileri gösterir, ama aynı zamanda silahlanmış adamlarla dolu gemileri de gösterir.


Ticaret ve savaş vasıtasıyla ve malların, insanların, fikirlerin hareketi yoluyla çekirdek ve çeper toplumları birbirini etkilemiştir.


Kültürün paylaşımı ve yayılması, arkeologların “difüzyon” dedikleri şeydir. Bu, bilgi ve üretkenliğin gelişmesindeki başlıca süreçlerden biridir. İlerleme bariyerlerle engellenir, köprülerle kolaylaştırılır.


Ancak rekabet eden seçkinler ve hasım ordular dünyası aynı zamanda ölüm, tükenme ve gerileme potansiyeli barındırır. Göreceğimiz üzere, Bronz Çağı medeniyetinin zıtlıkları insanlığı durmadan krize ve barbarlığa sürüklemiştir.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6085-a-marxist-history-of-the-world-part-7-the-spread-of-civilisation adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_27.html

Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz... 

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 6: İlk Yönetici Sınıf

Neil Faulkner bu bölümde insan emeğinin artan üretkenliği ile birlikte ortaya çıkan artı değerin toplumun bir kesimine çalışmadan yaşama fırsatı vermesi ve böylece ilk yönetici sınıfın ortaya çıkmasının üzerinde duruyor.

Irak’ın güneyinde Dicle-Fırat deltasında bir kara parçası olan tarihöncesi Sümer, bataklık ve çölün bir karışımıydı. Neolitik öncüler, milattan önce 3000 dolaylarında burada gerçek “Cennet Bahçesi”ni yaratmışlar.

Bataklıkları sudan arındırmışlar ve bunların arasındaki kumsal sığlıkları sulamışlar. Bu şekilde olağanüstü verimli alanlar yaratmışlar. Milattan önce 2500’de bir arpa tarlasındaki ortalama verim, ekimin 86 katıymış.


Bunları, pişmiş kile kazınmış yazılı kayıtlardan biliyoruz. Sümerler yazıyı icat etmişlerdir, çünkü yarattıkları karmaşık şehir toplumu detaylı kayıt tutmayı gerektirmiştir.


Antik Sümer, yaklaşık olarak günümüz Danimarka’sı kadardı. Zengin toprakları işlenir işlenmez çok büyük tarımsal arz fazlası üretebildi. Bu durum, köylerde yaşamaktan kentlerde yaşamaya doğru nitelikli bir değişimi olanaklı kıldı. Sümer, bir “kent devrimi” başardı.


Sümer höyükleri binlerce yıllık çökelme ile şekillenmiş yassı başlı yapay tepeciklerdir. Yassılaştırılmış kerpiçten yapıları sunan toprak katmanları, yerleşik halkın birbirini izleyen nesillerinin öyküsünü anlatır. Bunlar, milattan önce dördüncü ve üçüncü bin yıllar arasında Bakır Çağı köylerinin Bronz Çağı kentlerine dönüştüğünü gösterir.


Kazılar, büyük tapınakların hâkimiyetindeki şehirleri ve “ziggurat” olarak bilinen yapay tepecikleri ortaya çıkarmıştır. Erek şehrinde bulunan “Erken Hanedan” dönemine (M.Ö. 2900-2300) ait ziggurat 10 metre yüksekliğindeki ve güneşte kurutulmuş tuğlalarla yapılmıştı, burada binlerce topraktan yapılma kadeh ile karşılaşılmıştı ve üstü zift ile kaplanmıştı.


Şehir, ikamet ve üretim bölgeleriyle birlikte bir bütün olarak iki mil kare bir alanı kaplıyordu.


Tapınaklar –ve bunları desteklemek için kendisini çevreleyen kırlık araziler- tanrılara aitti. Lagaş bölgesi, 20 kadar tanrı arasında bölünmüştü.


Tanrıça Bau (Tanrı Ningirsu’nun eşi olan ve bazı kaynaklarda “Ba” diye de anılan şifa tanrıçası; ç.n.) , 17 mil kare alana sahipti. Bunu bir kısmı münferit ailelere tahsis edilmişti. Bir kısmı da ücretli işçiler, yarıcılar ya da örfi işçi hizmetliler tarafından Bau’nun kişisel mülkü olarak işletiliyordu.


Bau’nun yokluğunda mal varlığı tapınak rahipleri tarafından yönetilirdi. Bau’nun halkı sadece 08 ila 2.5 akre (Bir akre 4047 metrekareye denktir; ç.n.) arası toprağa sahipti. Ancak üst düzey bir tapınak yetkilisinin 35.5 akre araziye sahip olduğu bilinir.


Rahipler, kendi mülklerinden elde ettikleri şahsi servetle ve tapınak varlıklarının yarattığı zenginliğin kolektif idaresi ile bir seçkin tabakası oluşturdular.


Malvarlığı, rahipleri güçlü kıldı ve güç daha fazla zenginlik biriktirmek için kullanıldı. Bir Lagaş buyruğu, eski düzenin “başlangıçtan beri olduğu gibi” yeniden tesis edilmesini emretmekteydi. Buyruk, rahiplerin fakirlerden çaldıklarını, zorla almanın çeşitli biçimlerini icra ettiklerini ve tapınağın toprağına, hayvanlarına, ekipmanlarına ve hizmetlilerine kendi özel mülkleriymiş ya da köleleriymiş gibi davrandıklarını tescil ediyordu.


Terfi eden rahipler “şehir yöneticisi” oldular (sonrasında kral şeklini aldı). Lagaş’da şehir yöneticisi, baş tanrının ve yurttaş ordusunun başkomutanının başrahibiydi. Bau’nun arazisinin 608 akresini kullanma hakkına sahipti.


Lagaş şehir yöneticisi, ayrı şehir devletlere bölünmüş Sümer’de birçok yöneticiden biriydi. Bu devletler çoğu zaman birbirleriyle savaş halindeydi. Ur Sancağı (Ur şehrinde bir kral mezarından çıkan ve Sümer toplumunu anlatan levha; ç.n.), düşmanları çiğneyen dört tekerlekli savaş arabalarını, miğfer ve metal işlemeli pelerin içindeki mızrakçıları ve kralın önündeki çıplak mahkûmları betimler.


Her devlet, komşularının korkusu içinde yaşardı. Her birinin savunulacak toprağı, sürüleri, tahıl ambarları, hazineleri ve işgücü vardı. Askeri güç, savunma için kaçınılmazdı.


Ancak askeri güç bir kere edinildi mi proaktif olarak kullanılabilirdi. Engelleyici saldırı, geleceğin güvenliği için en iyi garanti olabilirdi. Yağmacı saldırı, bir hükümdarın zenginlik ve iktidarını arttırabilirdi.


Askeri gücün aynı zamanda ülke içine dönük bir fonksiyonu da vardı. Devlet, -hükümdar, rahipler, memurlar ve kâtipler bürokrasisi, yönettikleri silahlı erkekler topluluğu- şehirdeki yeni toplumsal düzenin sürdürülmesi için bir mekanizmaydı.


Bürokrasinin kendisi, sınıf iktidarının bir aracıydı. Kent toplumunun karmaşıklığı, kayıtları tutmak için yazıyı, ticaret için standartlaştırılmış ağırlık ve ölçüleri, arazi ölçümü için geometri ve aritmetiği gerektiriyordu.


Yeni uzmanlık kategorileri ustalıklar alanlarında eğitimliydi. Eğitimleri gizli ve kişiye özeldi. Devlet hiyerarşisi onları otorite ve statü ile dolduruşa getirmişti.


Daha eski uzmanlık kategorileri de –tüccarlar ve zanaatkârlar- yeni sınıf yapısını ağ gibi sarmıştı. Serbest piyasa yoktu. Antik kentin ekonomisi, siyasi düzene “gömülmüş”tü. Neyin ticaretinin yapılacağını, bunun nerede satılacağını ve kim tarafından satılacağını hükümdarlar kontrol ederdi. Bilhassa metallere dair tekeli, özellikle de bronz ve altın tekelini korurlardı.


Erken Hanedan Sümer, dünyada oluşumunu tamamlamış ilk sınıflı toplumuydu. En altta köleler vardı. Bunların üzerinde önemsiz konumdaki halk tabakası bulunuyordu. Bunların üzerinde ise özgür yurttaşlar vardı.


Bir pişmiş tablet, 205 köle kız ve çocuğun muhtemelen merkezi dokuma tesisinde çalıştırıldığına işaret eder. Bir diğeri, Lagaş’taki Bau tapınağındaki mesleki hiyerarşiyi betimler. En üstte ise kâtipler, memurlar ve rahipler vardı. En altta fırıncılar, bira yapımcıları, tekstil işçileri vardı ve bunların çoğu kadındı, köleydi.


Eşunna’daki kazılarda ortaya çıkan evler açık sınıfsal farklılıkları ortaya koymuştur. Ana caddelerdeki daha büyük evler 200 metrekare ya da daha fazla alan işgal etmektedir. Ancak çoğu kez 50 metrekare olan ve dar ara sokaklarda bulunan daha küçük evler ise çok daha fazladır.


Sınıfsal eşitsizliklere öfke duyulmuş ve direnilmiştir. Sümer tabletleri bu gerginlikleri ima etmektedir. Bu eşitsizlik uzlaşma temelli değildir. Zor yoluyla uygulanmak ve sürdürülmek zorundadır.


Bir azınlık, kendisini çoğunluğun üzerine yükseltmek için nasıl güç kazanmıştı? Birilerinin, çoğunluğun zararına olacak biçimde serveti kendi elinde toplamasını olanaklı kılan neydi?


Sınıf hem bir toplumsal ilişkidir –zengin ile yoksul arasında- hem de bir ekonomik süreçtir –sömürü ve artı değer birikiminden oluşan. Durmadan tekrar üretilmiş olmalıdır. Ve ihtilaflı bir durum olduğundan, sınıf mücadelesini de ihtiva eder.


Egemenlerin zenginlik ve iktidar için gayreti, yoksulluk ve mülkiyet bileşimi nedeniyle ilgi çekmiştir. Bu sımsıkı ikili, tüm sanayi öncesi toplumları kıskaç benzeri kontrolde tutar.


Fakirlik genel bir durumdur. Geleneksel tarım toplumları, herkes için bolluk sağlayacak yeterlilikte üretmezler. Bazen zorunlu ihtiyaçları sağlayacak kadar bile üretmezler.


Mülkiyet, kıt kaynaklara ilişkin ayrıcalıklı bir sebep sonuç ilişkisi iddiasıdır. Serveti belirli bireylere, ailelere, toprak sahiplerine, tapınaklara, kabilelere veya şehir devletlere pay eder. Mülkiyet özel ya da kolektif olabilir ama hiçbir zaman evrensel değildir.


Bu karşıt ikili –yoksulluk ve mülkiyet- sınıfsal eşitsizliğe, devlet iktidarına ve savaşa sebebiyet vermiştir.


Başrahipler ve tarih öncesi Sümer’in savaş ağaları sınıf mücadelesine, dini ve askeri uzmanlar olarak halk tarafından onaylanmışlığın avantajıyla girmişlerdir. Bu onlara büyümekte olan artı değer üzerinde kontrol imkânı tanımıştır. Daha sonra otoriteleri sorgulandığında, halk onayından vazgeçecek güce sahip olduklarını keşfetmişlerdir.


Sümerli seçkinler artı değeri kendi çıkarına biriktirir ve tüketir tüketmez, sömürücülerin yönetici sınıfını oluşturmuştur: tarihteki ilki.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/5933-a-marxist-history-of-the-world-part-6-the-first-ruling-class- adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir. 


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_24.html  

Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz... 

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 5: Uzmanlıkların Ortaya Çıkışı

Dizinin bu bölümünde, Neil Faulkner tarafından tarih ilerledikçe üretim alanında ortaya çıkan uzmanlıklar ve bu uzmanlıkların toplumsal ilişkiler ve üretim ilişkileri üzerindeki etkisi irdeleniyor.

Erken Neolitik ekonomi, çözümsüz karşıtlıklarla kaderine terk edilmişti. Teknik, ilkeldi ve müsrifti. Toplumu, doğal felaketler ve zor zamanlar için stokları yoktu. Eski araziler yorulmuşken ve nüfus büyürken bakir topraklar tükenmişti.

Savaş, bu karşıtlıkların bir dışavurumuydu. Savaş, bazı topluluklara diğerlerinin mülklerini zorla alarak yoksulluk dışında bir yol sunuyordu. Fakat bu bir çözüm değildi. Verimliliği arttırma konusunda hiçbir şey yapmadı. Sadece, topraktaki, hayvanlardaki ve tahıl depolarındaki mevcut varlık rezervlerini yeniden bölüştürdü.


Homo Sapiens’in tanımlayıcı özelliklerinden biri yaratıcılıktı. Günümüz insanı, zorluklara yeni aletler ve teknikler geliştirerek yanıt verir. Uyumlanmaya uyarlanmıştır.


Erken Neolitik’in ekonomik çıkmazı, tarım, ulaşım ve alet yapımında kaydedilen devrimci ilerlemeler ile yarılmıştı.


Saban temelli “tarım” (arazilerin sürülmesi), yerini çapa temelli “bahçecilik”e (küçük bostan çalışmaları) bıraktı. Öküzün çektiği bir saban, çiftçinin geniş arazilerde çalışmasına, çimi sökmesine ve derine gömülü besleyici kaynaklardan faydalanmasına imkân verir. Çekme hayvanları aynı zamanda toprağı yeniden verimli kılmak için gereken gübreyi de üretir.


Sulama düzeneği, suyu çorak araziye getiriyordu. Çiftçi toplulukları su bentleri, kanallar ve savaklar ağını kazmak, korumak ve işletmek için kendilerini örgütledikleri zaman bunun etkisi, düzensiz yağışları dengelemek ve bereketli toprağı sürekli işler hale getirmek oldu.


Diğer yandan drenaj düzenekleri bataklıkları tarlaya dönüştürürken, bunlardan hiç kalmamışken işlemek için besince zengin toprak yarattı. Bir kez daha evvela kanal kazmak, sonrasında da bunları kum bakımından temiz tutmak için toplumsal emek gerekliydi.


Kara taşımacılığı, tekerleğin icadı ve yük hayvanlarının (öküzler, eşekler, atlar ve develer) yetiştirilmesi ile birlikte dönüşüm geçirdi. Yükler artık bir insanın sırtında taşıyabileceği ya da kızakla sürükleyebileceği ağırlıkla sınırlı değildi. Su taşımacılığı yelkenle birlikte dönüşüm geçirdi. Bu durumda rüzgâr gücü, kürekçinin kas gücünün yerini alması (ya da ona eklenmek) amacıyla kontrol altına alındı.


Taş, kemik ve ahşaptan yapılan aletler sınırlıdır. Bu aletler ancak parçaların kesilmesiyle şekillendirilebilir. Bir kere kırıldı mı atılmalıdırlar. Metal bunlara kıyasla büyülüdür. Eritilebilir, karıştırılabilir ve bin çeşit değişik biçimde kalıplanabilir. Soğutmayla katı, sert ve dayanıklı hale gelir. Ve israf yoktur: Hurda metalar sonsuz biçimde geri dönüştürülebilir.


Bakır, işlenen ilk metaldi. Bakır sonradan, daha sert alaşımlar elde etmek için başka metallerle karıştırıldı. Milattan önce 3000’de bronz elde etmek için kalay ile karıştırılmıştı. Bu, gelecek iki bin yıl süresince aletler, silahlar ve aksesuarlar yapmak için tercih edilen malzeme oldu.


Metal işleme teknolojisi büsbütün yeniydi. Porselen teknolojisi çoktan oluşturulmuştu, ama çömlekçi çarkı ile tanışmayla birlikte şimdi süratle gelişmişti. Kalıba dökülmüş kullanışlı bir kap –ve arzu edilmesi halinde daha iyi kalitede ve dekorasyon amaçlı olanı-, çarkta kısa bir zamanda şekillendirilebilirdi.


Milattan önce 4000-3000 yılları arasında Batı Asya’da bir dizi yenilik çiftçilerin işlerini dönüştürdü. Toprak, yıkama ve drenaj yoluyla çoğaltıldı, sabanla çok daha kolay işlendi ve düzenli gübrelemeyle ıslah edildi. Metalbilim daha sağlam aletler ve daha çok ve daha iyi toplama kapları olan çömlekçi çarkları üretti. Yük hayvanları, tekerlekli taşıtlar ve yelkenliler ağır yüklerin taşınmasına ve ürünlerin ticaretinin yapılmasına olanak sağladı.


Yeni fikirlerin birçoğu Batı Asya’dan çıkmıştır. Bazıları başka yerlerden alınmıştır. Orta Asya’nı bozkır göçebeleri, atı ilk evcilleştirenler ve at arabasını yapanlar olabilirler. Zanaatlarının ön planında Avrupa’nın metal işçileri vardı.


İyi fikirlerin farkına kısa sürede varılır. Geç Neolitik’in gelişmiş tarım metotları Batı Asya’dan Avrupa’ya hızla sıçradı.


Daha uzaklara yayılmış bölgelerde sonraki tarihlerde bağımsız gelişme mevcuttu. Örneğin Çin el arabasını icat etti, yamaçları terasladı ve pirinç fidelerinin zahmetli yetiştirme ve dikilmesine öncülük etti.


Yeni teknikler toplumsal değişime sürükledi. Erken Neolitik’in düşük teknolojili ekonomisi uzmanlaşmış emek gerektirmiyordu: herkes birlikte çalışıyordu. Geç Neolitik, Kalkolitik ve bronz Çağı’nın ileri teknolojili dünyası bir dizi uzmanlığa bel bağladı.


Sabanlar, el arabaları ve filikalar yapmak için maharetli marangozlara ihtiyaç vardı. Çömlekçiler, tarım ürünlerinden takas yoluyla bir parça almak için çömlekçi çarkıyla seri biçimde kaplar yaptılar. Metal işçileri, eritme ve demirciliği öğrenmek için uzun süre çıraklık yapıyorlardı.


Uzmanlaşma, emeği toprak parçasından ayırdı. Tüccarlar, bakır, obsidyen, lav taşı, süs kabukları ve yarı değerli taşlardan oluşan kıymetli yükleriyle uzun mesafeler kat ediyorlardı. Birçok tarihöncesi zanaatkâr da –tarihsel ataları gibi- gezgindi ve marifetlerini köy köy gezerek satıyordu.


Aile ve kabile bağları zayıfladı. Akrabalık temelli toplumsal ilişkilerin yanı sıra artık müşterilik ve ticaret temelli yeni ilişkiler vardı.


Cinsiyetler arası ilişkiler de değişti. Sosyal gruplar varlıklarını sürdürecek ve gelişecekse, ekonomik işgücü için sağlam bir ergen ve genç yetişkin nüfus arzına ihtiyaçları vardı. Yüksek ölüm oranlarından kaynaklı biçimde, bunu sağlamak için genç kadınlar yaşamlarının büyük kısmını hamile ya da çocuk emzirir şekilde geçirmişlerdir.


Paleolitik toplayıcılık ya da Erken Neolitik çapacılık, çocuk bakma ile birleştirilebilmeliydi. Geç Neolitik toprak sürme işi birleştirilemezdi.


Avcı toplayıcı topluluklarda ve ilk tarım topluluklarında kadınlar farklı roller oynamış, ancak eşit statü edinmiştir. İşbölümü açısından bir cinsiyet ayrımı olmuş, ancak kadın üzerinde baskı olmamıştır. Erken Neolitik’in uzun evleri, genişlemiş aileleri barındırırdı. Grup evlilikleri genel uygulama olmuş olabilir. Anayersel ikamet (erkeğin, eşinin ailesiyle yaşaması) ve ana soyluluk da (aileye mensubiyetin anne yoluyla geçmesi) kesinlikle öyle.


Ancak Geç Neolitik bir erkek dünyasıydı. Toprağı sürme, uzun mesafelerde ticaret ve gezgin zanaatkârlık çocuk taşımayla birleştirilemezdi. Saban, kağnı ve demir dövme, ataerkiyi yarattı.


İkinci bir tarımsal “devrim” –daha kesin olarak, radikal yeniliklerin ağır çekimde birikimi- Neolitik ekonomiyi dönüştürmüştür ve Neolitik toplumsal düzeni altüst etmiştir. Çapalama ve küçük bostanların yerini saban ve sulanmış ve gübrelenmiş arazi almıştır. Bundan dolayı anaerkil, aile temelli ve eşitlikçi topluluklar, otorite ve hiyerarşinin yeni tasarımlarınca dönüştürülmüştür.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/5822-a-marxist-history-of-the-world-part-5-the-rise-of-the-specialists- adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_20.html

Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz...

Yüksek Kürt Konseyi: Türkiye Kürt İradesini Tanımalı

Hewler - Batı Kürdistan’ı temsilen kurulan Yüksek Kürt Konseyi üyesi Aldar Xelil, Hewler’deki toplantılarında bayrak ve örgütlenme modelini tartıştıklarını belirtirken, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Hewler ziyaretinde de gerekli yanıtı alacağını umduklarını söyledi. Suriye Kürtlerinin Türkiye için bir tehdit olmadığını belirten Xelil, “Türkiye Batı Kürdistan’daki Kürt iradesini tanımalı” dedi.

Batı Kürdistan Halk Konseyi (BKHK) ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi (SKUK) tarafından kurulan Yüksek Kürt Konseyi (YKK), Pazartesi gün Hewler’de toplanarak, bundan sonraki yol haritasını tartıştı. Bu toplantını yapıldığı sırada Batı ve Türkiye’nin desteğindeki Suriye Ulusal Konseyi (SUK) Başkanı Abdulbasıt Seyda da Hewler’deydi. Seyda’nın Kürt temsilcilerle görüşmek istediği belirtilirken, görüşme olup olmadığı öğrenilemedi. YKK üyesi Aldar Xelil, toplantıda yürütülen tartışmalar ve kararlar ile Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Hewler ziyaretini değerlendirdi.

HEWLER ZİYARETİNİ BARZANİ İSTEDİ

ANF Kürtçe servisine konuşan Xelil, Davutoğlu’nun YKK ile bir görüşme yapmasını beklemediklerini söylerken, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin talebi üzerine Hewler’e ziyarette bulunduklarını söyledi. Xelil, Hewler’deki toplantıda Yüksek Konsey’in daha önce aldığı kararların uygulanması ve bundan sonra izlenecek yolun ele alındığını söylerken,

BKHK ve SKUK arasında ittifakın kurularak, Yüksek Konsey’in kurulması kararının alındığı Temmuz’un ikinci haftasındaki Barzani ile yapılan toplantıdan sonra, üçüncü kez toplandıklarını ifade eden Xelil, Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri değerlendirirken, “Kürtlerin bölünmeyi istediği” yönünde yaratılan algıya tepki gösterdi.

Xelil, “Biz bu konuda bir açıklama yaptık. Dedik ki, Kürtler komşuları için tehdit değildir. Kürtlerden çevresindeki komşularına zarar gelmez. Yine Arap ve Suriye kamuoyunun da bilmesini isteriz ki, biz bölge için tehdit değiliz ve Suriye topraklarının parçalanmasından yana değiliz” dedi.

ORTAK BAYRAK

Toplantıda, Batı Kürdistan halkının taleplerinin de tartışıldığını ifade eden Xelil, “Rojava (Batı Kürdistan) Kürtlerinin ortak talepler etrafında buluşması gerekiyor. Yüksek Konsey Kürtlerin talepleri üzerine durdu. Özellikle de Batı Kürdistan için ortak bir bayrak konusu ele alındı. Zira diğer parçalardaki bayraklar sorun yaratıyor. Biz Kürdistan’ın diğer parçalarını da bir görüyoruz ama diğer parçaların bayraklarının taşınması komşu ülkeler tarafından farklı değerlendiriliyor. Diğer parçaların, Batı Kürdistan’a müdahalesi gibi bir algı oluşturuyorlar. Biz de diyoruz ki, Batı Kürdistan’ın kendisine has bir politikası vardır. Gerçek budur. Buna karşın, halkımız duygu boyutunda birbirine bağlıdır. Rojava’nın bir kimlik ve bayrağa sahip olması gerekiyor” şeklinde konuştu.

İLETİŞİM SÖZCÜSÜ

Tartışılan diğer konuların ise Batı Kürdistan’da oluşturulacak örgütlenme modeli ile Yüksek Konsey’in alt komitelerinin kurulması olduğunu belirten Aldar Xelil, “Örneğin, bundan böyle komünikasyon sözcülüğünü Sayın Ehmed Sileman yapacak” dedi. Xelil, maliye ve diğer alanlara ilişkin komitelerin de kurulduğunu söyledi.

TÜRKİYE’NİN MÜDAHALE HAKKI YOK

Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bugün öngörülen ziyaretine ilişkini de değerlendiren Xelil, Davutoğlu’nun Batı Kürdistan’daki durumdan duydukları rahatsızlığı iletmeye geleceğini söyledi.

Davutoğlu’na gerekli cevabın verileceğine inandığını belirten Xelil, “Batı’da (Suriye Kürdistan’ı) Kürtler var, müdahale yapılmamalı. Batı Kürtleri de Türkiye’nin içişlerine karışmıyor. Türkiye Batı Kürdistan’daki Kürtlerin iradesini tanımalı. Erdoğan nasıl ki Başar Esad’dan Suriye halkının iradesine saygı göstermesini istiyorsa, biz de Erdoğan ve Davutoğlu’na ‘Batı Kürdistan Kürtlerine müdahale etmeyin’ diyoruz. Zaten böyle bir müdahale hakkınız da yok” şeklinde yok.

DAVUTOĞLU’NA NE MESAJ VERİLECEK?

Xelil, Hewler’den beklentilerini ifade ederken, Davutoğlu’na şu mesajın verilmesini istedi: “Batı Kürtleri Türkiye için bir tehdit değildir. Batı Kürdistan Yüksek Konseyi zaten açıklama yaptı. Burada PKK’nin olmadığı söylenmeli. Batı’da sözkonusu olan Kürtlerin varlığıdır. Kendi hak ve özgürlükleri için mücadele ediyorlar. Bu da doğal ve meşrudur. Ona bunlar söylenmeli.”

Xelil, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin, Davutoğlu’na Batı Kürdistan’ın Türkiye için bir tehdit oluşturmadığı ve kendilerinin de Batı’ya bir müdahalesinin sözkonusu olmayacağı yönünde bir mesaj vermesini umut ettiklerini belirtti.

AKP ÖNCE 25 MİLYON KÜRDÜN SORUNLARINI ÇÖZMELİ

AKP rejimine Türkiye’deki 25 milyon Kürdün sorunlarını önce çözmesi önerisinde bulunan Xelil, şöyle konuştu: “Biz Davutoğlu’nun Batı Kürdistan Kürtleri ile görüşme gerçekleştireceğine ihtimal vermiyoruz. Ama Türkiye herşeyden önce kendi içerisindeki Kürtlerin sorunlarını çözmeli. Orada 25 milyon Kürt yaşıyor ve inkar ediliyorlar. Kürtler orada bazı demokratik eylemler gerçekleştirdiğinde Erdoğan deliye döndü.”

Pazar günü Batı Kürdistan genelinde “Yüksek Konsey benim temsilcimdir” sloganı ile yapılan gösterileri selamlayan Xelil, bu gösterilerle Batı Kürdistan halkının herkese gerekli cevabı verdiğini kaydetti. Xelil, “Kürt halkı Batı Kürdistan’ın birliği için kararlıdır. Kürtler, Yüksek Konsey’in oluşturulmasından çok mutlu. Bu da omzumuzdaki yükün büyük olduğunu gösteriyor. Bu umudu karşılaya çabalıyoruz.”


ANF

HPG: Şemdinli'deki Devrimci Gerilla Operasyonu Sürüyor


Behdinan - HPG yaptığı açıklama ile Şemdinli’deki “devrimci operasyonun” devam ettiğini ve pazartesi günü yaşanan çatışmalarda da 15 asker öldürüldüğünü, 8 askerin de yaralandığını duyurdu.

Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde 23 Temmuz gününde bu yana devam eden çatışmalara ilişkin gibi veren HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM) 30 Temmuz günü de Türk ordu güçleri ile gerillalar arasında şiddetli çatışmaların yaşandığını bildirdi.

Türk ordusunun alanda bulunan bazı yerleri tutmak için harekete geçmesi üzerine çatışmaların yaşandığını belirten HPG-BİM açıklamasında çatışmalara ilişkin şunlar belirtildi: “ 30 Temmuz günü saat 16.30’da Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nirkola Boğazı ve Masiro Boğazında ilerlemek isteyen işgalci TC ordusuna ait askerlere yönelik olarak gerillalarımız tarafından iki ayrı eylem gerçekleştirmiştir. 19.30’a kadar devam eden şiddetli çatışmalar sonucunda Yukarı Nirkola Boğazında düşmanın 15 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüş, 8 asker ise yaralanmıştır. Masiro Boğazında yaşanan çatışmalarda ise düşmanın ölü ve yaralıların sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir.”
Eylem ardından Türk ordusunun çatışma alanlarını bombaladığı ifade eden açıklamada Türk ordusunun ölü ve yaralılarını skorsky tipi helikopterlerle alandan uzaklaştırdığı belirtildi.

Açıklamanın devamında HPG-BİM “İşgalci TC ordusu gece saatlerinde gücünü bir kademe geri çekmek zorunda kalmıştır” dedi.

HAVA SALDIRILARI DEVAM EDİYOR

Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde yaşanan çatışmalarda ağır darbe yiyen Türk ordusunun alana yönelik hava saldırıları devam ediyor.Türk ordusunun 30 Temmuz günü gerçekleştirdiği hava saldırılarına ilişkin HPG-BİM şunları belirtti: “Temmuz günü saat 20.00’den 31 Temmuz günü saat 04.00’e kadar Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Gostê Tepesi, Hacıbeg çevresi, Nirkola Köyü, Ranyapirê Köyü, Geniştepe ile Masiro Tepesine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından onlarca savaş uçağıyla bir hava saldırısı yapılmıştır. Aynı zamanda savaş uçaklarıyla bombalanan bu yerlere havan ve obüs saldırısı da yapılmıştır.”

ŞEMDİNLİ-GERDİYA YOLU TRAFİĞE KAPATILDI


HPG-BİM açıklamasında 29 Temmuz gününden beri Şemdinli-Gerdiya yolunun “işgalci TC” ordusu tarafından trafiğe kapatıldığına dikkat çekildi.

TOP SALDIRISI

HPG-BİM açıklamasında Hakkari’nin Gever (Yükekova) ilçesine bağlı Govendê dağına yönelik olarak Türk ordusu tarafından 30 Temmuz günü saat 12.00-16.00 saatleri arasında havan ve obüs toplarıyla bir saldırının gerçekleştiğini ifade etti.

HELİKOPTERLERE GERİLLA ENGELİ

Gever ilçesinden Oramar ve Şitaza alanlarına gitmek isteyen ve Türk ordusuna ait iki skorsky tipi helikopter 30 Temmuz günü saat 11.30 sularında gerillaların direnişi karşısında geri dönmek zorunda kaldı. Gerillaların eylemine ilişkin bilgi veren HPG-BİM iki skorsky tipi helikopterin ikinci defa da kobra tipi helikopterler desteğinde alana girmek istemesi karşısında tekrardan gerillalar tarafından püskürtüldüğünü belirtti.

GERİLLAR ORAMAR-ŞİTAZA YOLUNU KESTİ

Gever ilçesine bağlı Oramar ve Şitaza yolu HPG gerillaları tarafından kesilirken aynı yol üzerinde bulunan bir köprü de gerillalar tarafından imha edildi.

30 Temmuz günü saat 23.00 sularında Hakkari’nin Gever ilçesine bağlı Oramar ve Şitaza yolunun gerillalar tarafından kesildiğini bildiren HPG-BİM Şitaza ve Oramar arasında bulunan köprünün de gerillalar tarafından imha edildiğini duyurdu. Gerillaların gerçekleştirdiği eylem ardından Türk ordusu tarafından alana yönelik havan ve obüs saldırısı gerçekleşti.


ANF

Batı Kürdistan'da Kürt Halkı YÜKSEK KÜRT KONSEYİ'ni Kutladı








Qamişlo - Batı Kürdistan’da iki Kürt Meclisi arasındaki ittifakın sonucu olarak kurulan Yüksek Kürt Konseyi’ni kutlamak için bölge genelinde yüzbinlerce kişinin katıldığı gösteriler düzenlendi.

Qamişlo’dan Afrin’e, Kobani’den Derka Hemko’a, Amude’den Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’e kadar Pazar günü yüzbinler sokaklara çıktı.

“Yüksek Kürt Heyeti benim temsilcimdir” sloganı ile Batı Kürdistan’ın her tarafında yürüyüşler düzenlendi. Gösteriler sırasında Kürt bayrakları ile Kürt liderlerin resimleri taşındı.

Bunlar arasında PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 20. yüzyılın Kürt liderlerinden ve KDP’nin kurucusu Mustafa Barzani’nin resimlerinin yan yana olduğu posterler dikkat çekti.

Gösterilerde Öcalan resimlerinin yanı sıra, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ile Irak Devlet Başkanı ve YNK lideri Celal Talabani’nin resimler de taşındı.

Kadınların yoğun katılımının gözlendiği yürüyüşlerde, savunma birlikleri ve komitelerinin güvenliği sağladığı görüldü.

19-22 Temmuz tarihleri arasında yönetimleri halkın eline geçen Kobani, Afrin , Amude ve Derka Hemko kentlerinde halk sokaklara indi. Yine Dirbesiyê ve Serêkaniyê gibi kentlerde de coşkulu yürüyüşler yapıldı.

Gösterilerde, yaşamını yitiren Kürt militanların fotoğrafları da taşınırken, “Kürt Yüksek Konseyi benim temsilcimdir” yazılı büyük pankartlar göze çarptı.

Yaklaşık 600 bin Kürdün yaşadığı Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’te de 50 bin kişi sokaklara çıktı. Çatışmalardan kaynak olarak gıda, elektrik, ulaşım ve iletişim sorunlarının giderek ağırlaştığı kentte, Kürtler Şêx Meqsud ve Eşrefiye mahallelerine toplanmış durumda. Her iki mahallenin güvenliği savunma birlikleri tarafından sağlanıyor.

Halep’teki gösteride YPG’yi selamlayan pankartların yanı sıra, 26 Temmuz’da Baas rejiminin saldırısında hayatını kaybeden üç Kürdün resimleri taşındı.

İçerisinde PYD’nin bulunduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ile Suriye Kürt Ulusal Meclisi (ENKS), 24 Temmuz günü bölgenin en büyük Kürt kenti Qamişlo’da “Kürt Yüksek Konseyi”nin kurulduğunu ilan etmişti.

Halk Meclisi ile diğer bir çatı örgütü olan Kürt Ulusal Meclisi, 9-10 Temmuz tarihlerinde Hewler’de yapılan görüşmelerin ardından güçlerini ortaklaştırma kararı almışlardı. Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani huzurunda imzalanan yedi maddelik Kürt Yüksek Heyeti ve alt komitelerinin kurulmasını öngörüyordu.

Yüksek Heyet, Kürtleri hem içerde hem de uluslar arası düzeyde temsil edecek. Yüksek Heyet’te Beşi MGRK’den, beşi de ENKS’den olmak üzere toplam 10 kişi yer alıyor. 


ANF

Yüksek Kürt Konseyi, Ortak Model ve Bayrağı Tartışıyor

Yüksek Kürd Konseyi Toplantısından...
Hewler - Batı Kürdistan’daki iki büyük Kürt meclisi tarafından kurulan 10 kişilik Yüksek Kürt Konseyi, Federal Kürdistan’ın başkenti Hewler’de toplandı. Konsey, Batı Kürdistan için ortak model ve bayrağı tartışıyor.

Yüksek Kürt Konseyi üyeleri Federal Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi parti örgütlerinin desteğini almak için Pazar günü Hewler’e geldi. Heyet üyeleri Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ile bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmelerin detayları hakkında bilgi edinemedi.

Heyet üyeleri Güney Kürdistanlı örgütlerle yaptıkları görüşme ardından bugün kendi toplantısına başladı. Daha önce Rojava’da (Batı Kürdistan) yapılan iki toplantının devamı olan 3. Yüksek Kürt Konseyi toplantısında önemli konuların konuşulduğu belirtiliyor.

Alınan bilgilere göre, Batı Kürdistan’ı temsil edecek ortak bir bayrak ve daha da önemlisi Kürt örgütlerinin kendi taleplerini ortaklaştırma noktasında tartışmalar yürütülüyor. Zira Konseyi çok sayıda parti ve değişik örgütler temsil ediyor ve bu örgütler Kürtlerin talepleri noktasında değişik modeller öneriyor. İşte Yüksek Kürt Konseyi, üçüncü toplantısında bu konuda ortak bir modeli Kürtler adına dünyaya deklare etmeye hazırlanıyor.

Diğer yandan Konsey bünyesinde üç ayrı komite kuruldu ve Konsey toplantısından sonra komiteler çalışmalarına başlayacak. Kürt örgütleri komitelerde yer alacak üyelerin isimlerini de netleştirdi. Buna göre; Savunma Komitesi Batı Kürdistan’da kurulan Halk Savunma Birlikleri’ni(YPG)denetleyecek, Diplomasi Komitesi Kürtler adına uluslararası alanda diplomatik faaliyetler yürütecek. İç komite ise Batı Kürdistan’daki pratik çalışmalardan sorumlu olacak. Komitelerin kendi bünyelerinde alt komisyon da kuracağı belirtiliyor.

SUK İLE GÖRÜŞME ERTELENDİ

Hewler’de bugün önemli bir görüşme daha gerçekleşecekti ancak alınan bilgilere göre görüşmenin son anda ertelendi.

Batılı devletler ve AKP hükümetinin desteği ile kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) Başkanı Abdulbasit Seyda’nın, Rojava Yüksek Kürt Konseyi üyeleri ile ve özellikle de PYD’li üyelerle görüşme yapmak istediği belirtildi. Görüşmede kurulmak istenen geçici hükümet hakkında görüş alışverişinde bulunulacağı belirtiliyor. Bazı kaynaklar Abudlbasit Seyda’nın Hewler ziyaretini başka bir tarihe ertelediğini söylüyor. Fransız haber ajansı AFP ise, Sayda’nın Pazar akşamı Hewler’e indiğini yazmıştı. 


ANF

30 Temmuz 2012 Pazartesi

FLAŞ: Şemdinli'de 49 Özel Harekat Polisi Öldürüldü, 1 Helikopter Düşürüldü





Şırnak - Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi’nde geniş bir alanın sekiz gündür gerillanın denetiminde olduğu bildirilirken, bir helikopterin daha gerillalar tarafından düşürüldüğü bildirildi.

Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Bağlar (Nehri) Köyü’ne bağlı Çem (Navrezan) ve Rüzgârlı (Rubunus) mezralarında 24 Temmuz’da başlayan çatışmalar halen devam ediyor.

Gerillanın bölgede denetim kurduğu bildirilirken, indirme yapmak isteyen bir skorsky helikopterin Pazar günü saat 17.45’te düşürüldüğü bildirildi. Helikopterin enkazının kaldırıldığı ifade edilirken, ANF muhabiri Cihan Özgür en az 49 özel harekat öldürüldüğü bilgisini akardı.

Yerel kaynaklar, 24 Temmuz’da gerillanın yol kontrolü yaptığı sırada müdahalede bulunan bir kobra tipi helikopterin de düştüğüni bildirdi.

Bu arada Günyazı (Gelaşk) Köyü’nün Yiğitler (Nırkole) mezrası Goman etekleri ve Mergesave, Serbera ve Sertet kırsalında dün başlayan çatışmalar bugün yine şiddetlendi.

Bölgeye skorski tipi helikopterlerle çok sayıda özel eğitimli asker ve özel harekat timlerinin indirildiği öğrenildi. Şemdinli 3. Dağ Taktik Komando Taburu’ndan ilçeye 15 kilometre uzaklıkta bulunan Tekeli (Gare), Balıklı, Mırgesave ve ilçeye 10 kilometre uzaklıkta bulunan Çiyayê Kuremezgeta bölgesine havan topu atışları başlatıldığı kaydedildi.

Şiddetli çatışmanın çıktığı bölgede, yerel kaynaklardan alınan bilgiye göre çok sayıda askerin yaşamını yitirdiği ve yaralandığı iddia edildi


ANF 

Detay Haber

Behdinan - Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde yaşan çatışmalara ilişkin bilgi veren HPG Basın- İrtibat Merkezi (HPG-BİM ), Pazar günü yaşanan çatışmalarda 49 asker öldürüldüğünü ve bir skorsky tipi helikopterin düşürüldüğünü bildirdi. HPG, alandaki çatışmaların halen de devam ettiğini kaydetti.

29 Temmuz günü saat 05.30 sularında Şemdinli’nin Guman dağına çıkmak isteyen Türk ordu güçlerine yönelik gerillaların saat 06.00’da bir eylem gerçekleştirdiğine dikkat çeken HPG-BİM gerçekleşen eylem sonucunda 2 askerin öldürüldüğünü 1 askerin de yaraladığını belirtti.

Alev alan Skorsky düştü

Sabaha saat 06.00’dan akşam saat 20.30’a kadar alanlarda yoğun çatışmalar yaşandığını belirten HPG-BİM “Saat 16.30 sularında alandan gücünü çekmek isteyen bir skorsky helikoptere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiş, alev alan helikopter kısa bir süre sonra düşmüştür” dedi.

Ordu geri çekilmek zorunda kaldı

HPG-BİM açıklamasının devamında, gün boyu süren çatışmalara müdahale etmek isteyen ve Şemlinli Tugayından çıkan 2 skorsky helikopterinin gerillaların direnişiyle geri çekilmek zorunda kaldığı ifade edildi. Gün boyu yaşanan çatışmalarda 49 askerin öldürüldüğüne dikkat çeken HPG-BİM Türk ordusunun gerillaların direnişini kıramadığını ifade ederek devamla şunları belirtti: “Gün boyu gerillalarımızın direnişini kıramayan işgalci TC ordusu alana yönelik olarak hem savaş uçakları, hem de havan ve obüslerle yoğun bir şekilde bombalamıştır. Gün boyu yaşanan çatışmalarda düşmanın toplam 49 askeri öldürülürken çok sayıda asker ise yaralanmıştır. Akşama kadar yoğun bombardımanlarla alandan uzaklaşmaya çalışan düşman askeri onlarca skorsky helikopterler ile gücünü geri çekmeye çalışmıştır.”

Ağır silahlarla eylem

HPG-BİM açıklamasında Şemdinli’de yaşanan çatışmalarda gerillaların ağır silahlarla da eylem gerçekleştirdiğine dikkat çekerek, “28 Temmuz günü saat 15.00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Rubarok ile Girana karakollarına yönelik olarak gerillalarımız tarafından ağır silahlarla bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda kamelya ve bir kirpi darbelenmiş karakollarda ise maddi hasar meydana gelmiştir” denildi.

Ağır silahlarla gerçekleşen ikinci eyleminse dün yapıldığını duyuran HPG-BİM eyleme ilişkin de şunları belirtti: “29 Temmuz günü 11.00-12.00 ile 16.00-17.00 saatleri arasında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Garê Alayına yönelik olarak gerillalarımız tarafından ağır silahlarla bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilemezken, alayda ise maddi hasar meydana gelmiştir.”

Hava saldırıları devam ediyor

Gerilla karşısında çaresiz kalan Türk ordusunun sivil yerleşim yerlerine hava saldırıları gerçekleştirdiğine dikkat çeken HPG-BİM şunları ifade etti: “29 Temmuz günü saat 20.00’den 30 Temmuz günü (bugün) saat 06.00’ya kadar aralıklarla işgalci TC ordusu tarafından Gumokê Tepesi, Gostê Tepesi, Geniştepe, Hacıbeg suyu ile Nirukola köyüne yönelik olarak hem savaş uçakları ile hem de havan ve obüsler ile bombardıman yapılmıştır.”

Havan ve obüs saldırısı

HPG-BİM açıklamasının devamında, 29 Temmuz günü 18.00’den 30 Temmuz sabahına kadar aralıklarla Şemdinli’nin Konserve Tepesi, Karker Tepesi ile Geniş Tepeye yönelik olarak “işgalci TC ordusu” tarafından havan ve obüs saldırısı yapıldığını belirtti.


ANF

HDK: Suriye'ye Müdahale Açıkça İşgal Olur!

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Genel Meclis Yürütme Kurulu, AKP iktidarının Batı Kürdistan’a yönelik müdahale tehditlerine tepki göstererek, “Bu açıkça işgal olur, Kürt halkına düşmanlık olur” dedi.

Türk hükümetinin müdahale tehditleri ve “provokasyon” girişimlerine tepki gösteren HDK Genel Meclis Yürütme Kurulu, “Suriye’nin Kürt illerinde halkın inisiyatifi ele geçirmesi üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan’dan arka arkaya tehditkâr açıklamalar geliyor. Başbakan, “Eyvallah demeyiz; müdahale ederiz, tampon bölge dâhil her şeyi düşünmekteyiz” diyor. Ardından ‘‘Suriye sınırında PKK kampları’’ manşetleri atılıyor. Öyle anlaşılıyor ki, AKP iktidarı ve yandaşları Suriye’deki durumu bir provokasyona çevirmeye hevesleniyor” diye belirtti.

Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Peki, Suriyeli Kürtler ne yaptı da, milliyetçi muhafazakâr iktidar çevreleri tahrik oldu? Onlar, çatışmasız bir şekilde kendi yönetimlerini kurmak için adım attılar. Bunu yaparken de Suriye veya Türkiye sınırları ile ilgili herhangi bir saldırgan niyetleri olmadığını belirttiler. Kendi kendilerini yöneteceklerini, bunu da Suriye’nin bütünlüğü içinde ve demokratik özerklik yoluyla yapmak istediklerini ilan ettiler.

"Oraya müdahale ederiz, orayı dağıtırız" diyen Başbakan her zamanki gibi çifte standart kullanıyor. Suriye’nin, Irak’ın veya Gazze’nin Sünni Araplarının çilesi söz konusu olduğunda gösterdiği duyarlılığı, Kürtler söz konusu olduğunda göstermiyor. Hatta Kürt halkının haklarını alması için mücadele etmesine alerji duyuyor.

AKP Hükümeti ve devlet yetkilileri Suriye Kürtleri ile ilgili konuşurken, kendi ülkelerinde milyonlarca Kürdün yaşadığını akıllarından çıkarıyorlar. Bu tutum Irak, Suriye ve İran’da akrabaları olan insanlar için son derece incitici ve dışlayıcı bir yaklaşımdır. Bu tutum Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürt insanının vicdanına indirilmiş bir darbedir. Açılmış olan bir yeni yaradır.

Suriye Kürdistanı’na yönelik bir müdahaleye karşıyız. Çünkü bu tutum savaşın derinleşmesi, insanların hayatlarını kaybetmesi anlamına gelecektir. Suriye Kürtlerinin kendi haklarına sahip çıkması ve kendilerini yönetmek istemeleri Türkiye için bir müdahale nedeni olamaz. Böyle bir tutum uluslararası hukuk açısından da kabul edilemez. Bu açıkça işgal olur, Kürt halkına düşmanlık olur.

Başbakana bir kez daha hatırlatıyoruz: Suriye Kürdistanı’na yönelik saldırgan ifadeleriniz Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanı yaralıyor. Sorumsuz davranışınız birlikte yaşamayı sabote ediyor. Tehditkâr açıklamalarınız milyonlarca insanın vicdanını sızlatıyor...

Irak Kürtleri nasıl Bağdat’ın vesayetini kabul etmedilerse, Suriye Kürtleri de Şam’ın vesayetini kabul etmeyeceklerdir. Demokratik, eşit haklara dayalı ve gönüllü birlik ancak bu ülkelerdeki Kürt toplumunun kendisini yönetmesiyle, kendi özerk yönetimlerine sahip olmasıyla sağlanabilir. Talep edilen de budur zaten.

Suriye Kürtleri düşmanımız değildir, düşman haline de getirilmemelidir. Üstelik sadece Kürtler değil, hangi etnik, inançsal-mezhepsel veya kültürel aidiyete sahip olursa olsun, Suriye'de yaşayan tüm halkların, kendi iradeleri ile yönetilmeye hakları vardır ve demokratik bir Suriye ancak böyle şekillenebilir. Suriye’nin geleceğini bir başka ülke değil, ancak orada yaşayan halklar belirleme hakkına sahiptir.”


ANF

Demirtaş: BDP Heyeti Suriye'ye Gidiyor

Amed - BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, önümüzdeki günlerde partilerinin oluşturacağı bir heyetin, Suriye'deki durumu yerinde gözlemesi için Suriye'ye göndereceklerini açıkladı.

Sosyal paylaşım siteleri üzerinden açıklama yapan Demirtaş, Suriye'de Kürt halkının statü girişimini tehdit ve tehlike olarak algılamanın yanlış olduğunu belirterek, "PYD sözcüleri Türkiye'ye diyalog mesajları gönderirken Türkiye'nin buna karşılık müdahale tehdidiyle cevap vermesi akıllıca bir politika değildir. Hükümetin ilk andan itibaren savaş tamtamları çalmasını görmezlikten gelip, BDP'nin yaptığı iyi niyetli uyarıları kışkırtıcılık olarak sunmaya çalışanlar, bu şekilde davranarak Türkiye'ye iyilik yapmış olmuyorlar. Böylesi dönemlerde gaza gelip akılsızca davranmak yerine olup bitenleri milliyetçi-ırkçı yaklaşımlar dışında sağduyu ile değerlendirmekte fayda vardır" dedi.

Kürt halkı ve Kürdistan'ın bu coğrafyada tarihsel bir gerçek olduğunu kaydeden Demirtaş, ancak bu gerçeği kabullenerek kardeşliğin geliştirilebileceğini söyledi.

Bu tarihsel gerçeği yok saymaya veya yok etmeye dönük her türlü politikanın gerilime yol açtığını ve bunun yerine Türk halkıyla her yerde diyalog geliştirmenin kesinlikle Türkiye'nin yararına olacağını belirten Demirtaş şunları söyledi: "Bu çerçevede Suriye Kürtleri ile Türkiye arasında savaşın değil diyalogun gelişmesi lazım. Bu çerçevede partimiz BDP, Türkiye ile Suriye Kürt Yüksek Konseyi ve PYD arasında diyalog kurulması için elinden geleni yapmaya hazırdır. Önümüzdeki günlerde bir BDP heyetini Suriye'de durumu yerinde gözlemlemesi için bölgeye göndereceğiz. İnşallah çözüm de, barış da yakındır."


ANF

SUK Lideri Kürtleri İkna Etmek İçin Hewler'de

Hewler - Batılı ülkeler ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu baskıcı rejimlerin desteklediği Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) şefi Abdulbasıt Seyda, Kürt organizasyonları ikna etmek için Federal Kürdistan Bölgesi’n ziyaret etti.

AFP’nin Suriye Kürt Ulusal Meclisi’nden (ENSK) bir yetkiliye dayandırdığı haberine göre SUK’un Kürt lideri Abdulbasıt Seyda, Pazar akşamı Hewler’e geldi. Adı verilmeyen yetkili, Seyda’nın Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ile diğer Kürt yöneticilerle görüşeceğini söyledi.

Yetkili, “Seyda, Kürt yöneticilerin Suriye Ulusal Konseyi’ne katılmaları için bir anlaşma elde etmek istiyor” dedi.

AFP’ye göre PYD’nin de içinde olduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ile ENSK de görüşmeye katılacak. Ancak bu bilgi MGRK kaynaklarınca henüz teyit edilemedi.

ANF’nin edindiği bilgilere göre PYD Eşbaşkanı ve aynı zamanda MGRK ile ENSK’nin tek çatı altında birleştiği Kürt Yüksek Konseyi’nin üyesi Salih Müslim de Hewler’de bulunuyor.

Sayda, kısa bir süre önce Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığı görüşme ardından PYD’nin Kürtleri temsil etmediğini, “devrime (SUK’a) destek verdiğini” iddia etmişti.

Müslüman Kardeşlerin ağırlığından dolayı yoğun eleştirilen ve iç muhalefetin desteğini almada başarısız olan SUK’un başına geçtiğimiz aylarda Sayda getirilmişti. Muhalefet arasında tanınmayan ve uzun yıllardır Avrupa’da yaşayan Sayda, Batı Kürdistan’da herhangi bir halk desteğine sahip değil.

İstanbul’da kurulan SUK, Batılı devletler ile Suriye rejiminden daha az baskıcı ve özgürlük düşmanı olmayan Katar-Türkiye-Suudi Arabistan üçlüsü tarafından destekleniyor. Konsey, şu ana kadar Kürtlerin, hak taleplerinin anayasal güvenceye kavuşturulması ve demokratik özerk bir yönetimi reddediyor.

SUK’un liderinin Hewler ziyaretinin Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ziyaretinden öncesine denk gelmesi dikkat çekti. Davutoğlu’nun yarın Hewler’e hareket etmesi bekleniyor.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Batı Kürdistan’daki halk hareketini “terörist yapılanma” olarak suçladıktan sonra, 26 Temmuz’da yaptığı açıklamada Kürtlerin kendi aralarında kurduğu birliğe de karşı çıkmıştı.

“Suriye Kürt Ulusal Konseyi oluşturulması yaklaşımı yanlış bir yaklaşımdır” diyen Erdoğan, “bu yanlışın düzeltilmesi” için en geç Çarşamba gününe kadar Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Federal Kürdistan Bölgesine geçerek buradaki yetkililerle görüşeceğini söylemişti.


ANF

'Sen Ne Terbiyesiz Bir Adamsın' ve Padişah Erdoğan

Mehdi Atay
 
 
Özellikle on yıllık AKP iktidarının son dönemlerinde Türk Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “Osmanlıcılık” sosuna bulanmış “padişahlık” özlemleri kendisini devlet yönetiminde de hissettirir oldu. Hükümet üyelerinden, “bakanlarım” devlet memurlarından, valim” Kürt yandaşlarından, Kürt kökenli vatandaşlarım” sahiplenme kipi ile söz eden Erdoğan, birçok devlet hizmetinden de, “bakanıma talimat verdim, valime söyledim yaptılar” pederşahiliği ile söz ediyor.

Yüzde ellilik oy oranı ile devletin idari mekanizmasının ardından, basının büyük bir bölümünü de “hizaya” getiren Erdoğan varlığından rahatsız olduğu insanları devre dışı bırakması ile de dikkat çekiyor. İş dünyasını devlet olanaklarını üleşimi yolu ile terbiye ederken, aynı yöntemle gazetecilerin işine son vermesi için gazete patronların baskı yapıyor. Hatta son zamanlarda baskı yapmasına da gerek kalmıyor herkes Erdoğan'ın neye “kızıp” neye “kızmayacağını” bilerek hareket ediyor.
Erdoğan'ın, padişahlık kıvamında yaşadığı Başbakanlığı'nın başkenti Ankara'dan uzaklaşıp, dünyalı değerlere yaklaştıkça demokrasiyle ilişkilenmedeki sıkıntısı da yüzüne çarpıyor.

Olimpiyat oyunlarının 30'uncusuna katılan “sporcularını” desteklemek üzere Mahiyeti ile birlikte Londra'da bulunan Erdoğan'ın, padişahlığını ilan ettiğinden habersiz bir Olimpiyat komitesi personelinin kendini uyarmasına hiddetlendiği haberleri geliyor. Türk basınında yer alan habere göre, Türk kadın basketbol takımını soyunma odasında ziyaret eden Erdoğan'a, İngilizler “büyük bir terbiyesizlik yaptı..”

Haberden anlaşıldığı kadarı ile sporcuların soyunma odaları ile basın mensuplarının bulunduğu bölüm arasında geçişe izin verilmiyor. Ancak her hangi bir faninin kendisine her hangi bir doğruyu gösterme şansı olmayan Erdoğan çok sinirlendi. Habere göre, “Kendisine engel olmak isteyen görevliye önce sert bir bakış atan Erdoğan, kendini daha fazla tutamayarak, 'Sen ne terbiyesiz bir adamsın' diye fırça attı.!!!”

Başbakan olduğu günden bu yana, yarım yamalak olan Türk hukukunu da yasalarını da hiçe sayarak kendi politik referanslarının ışığında el yordamı ile yönetmeye çalışan Erdoğan, kendisi dışında konan kurallara uyması gerektiği hatırlatılınca dengesini bir kez daha kaybetti.
Her hangi bir Avrupa ülkesinde en son hangi başbakan bir başka resmi ya da sivil görevliye hatta kendi çocuğuna, “fırça” atmasıyla ülke basınını “gururlandırmıştır”. Hangi Avrupa dilinde bir başbakanın bir vatandaşa “fırça attığı” fiili günlük dilde bu denli rahat kullanılıyor. Hangi başbakan, görevini yaparken kendisinin istemediği bir uygulamada ısrar eden personeline, “terbiye” testi tapacak yetkiyi kendinde görüyor. Bu oyunları izlemeye gelen hangi başbakan Olimpiyat komitesi tarafından konan kuralların kendisini bağlamayacağını iddia ediyor?

Aksine, bu toplumlarda, kamunun koyduğu kurallara uymayan başbakan da olsa, “terbiye” sınırlarını aştığı düşünülür.

Eski Yunan'da ortaya çıkan dünyanın bu en büyük spor organizasyonunun temel hedefi “insanlar ve ülkeler arası barışın sağlanabilmesi” biçiminde özetlenir.

ABD, Rusya, İngiltere, Çin gibi kendi kıtalarının yanı sıra başka kıtalara da savaş açan güçlerin yanında Sudan, Fildişi Sahilleri ve İsrail gibi kendi içinde despotik ülkeler de katılsa da Olimpiyat oyunlarının temenni düzeyinde de olsa barışı gündeme getirmesi dikkate alınır.

Oyunlara ancak amatör sporcu ve ekiplerin katılması da sınırlı bir zaman diliminde de olsa dünyevi ihtirasların ötesine geçerek sporun doğasına uygun bir rekabetle yapılabileceğini göstermektir.

Olimpiyatların ortaya çıkardığı en çarpıcı özelliklerden biri de duyarlılıkları kendi ülkeleri ile sınırlı olsa da demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin geliştiği ülkelerde spordaki gelişmişliğin diğer ölçülerle ciddi bir paralellik göstermesidir.

Bu yüzden amatör sporun eşitlikçi, demokratik ilişkisi Olimpiyatlar'a egemen olsun istenir. Bu nedenle, demokratikleşme, insan hakları ve temel özgürlükler konusunda dünya sıralamasının dibinde olan TC'nin hemen hiç bir spor dalında da dünya genelinde birinci lige çıkmayı başaramaması tesadüf olmasa gerek.

Kendi hükümranlık alanında “ananı da al git” dediği köylüden, kendisini eleştiren gazeteciye, “namert” üniversite öğrencisine, “içkici”, köşe yazarlarına, “yalaka” diyerek elini kolunu sallayarak dolaşan Erdoğan, İngiliz demokrasisinin aynasına takıldı.

Ayna ayna...


ANF

Karadeniz’de AKP'nin HES İşgali



Türkiye’nin en nadide ekosistemlerine ev sahipliği yapan Karadeniz bölgesinde AKP hükümeti halihazırda 54 olan hidroelektrik santrallerinin (HES) sayısını 516’ya çıkarmayı planlıyor. Planlanan ve onaylanan projelerin sonunda Karadeniz bölgesi hidrolelektrik santralleriyle adeta işgal edilecek.

Uzun yıllardan bu yana Karadeniz’de yapılan barajlar tartışma konusu olageldi. Türkiye’nin en yeşil ve en nadide ekosistemlerine ev sahipliği yapan bölgede baraj inşaatları evlerinden edilmesi planlanan halkı isyan ettirdi. Bölge sık sık HES proteto eylemlerine sahne olurken zaman zaman bu nedenle polis ve jandarmayla köylüler arasında çatışmalar yaşanıyor.

Ancak ne artan kamuoyu baskısı ne de çevrecilerin çağrıları AKP hükümetini planlarından vazgeçirmedi. Vazgeçirmediği gibi AKP bölgedeki 54 olan HES sayısını neredeyse 10 kat kadar arttırarak 516’ya çıkaracak.

Meclise sunulan bir soru önergesine Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun verdiği yanıta göre Karadeniz’de şu an 54 HES işletilirken, lisans verilen 115 HES projesi ise inşaat halinde bulunuyor. Bunun yanı sıra bakanlık tarafından 67 HES projesine de gerekli olan lisanslar verilerek inşaat aşamasına hazır halde.
Karadeniz için öngörülen doğa tahribatı bunlarla da sınırlı değil. Karadeniz Bölgesi’nde işletilen, inşaat halinde olan ve lisans süreci tamamlanan 236 HES’in yanında Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci tamamlanan 290 HES projesi de bakanlığın gündeminde bulunuyor. 


ANF

HPG Gerilla Komutanı: Şemdinli'de Denetim Elimizde


Behdinan - HPG komutanlarından Kemal Garzan, Şemdinli’de yaşananlar için “yeni bir taktik” diyerek, karadan kontrolü tamamen gerillanın elinde olduğunu söyledi. Garzan, “Türk ordusu karakollara hapsoldu” dedi.

23 Temmuz’dan beri Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde (Şemzinan) günlerdir süren gerillanın yol kontrolleri ve çatışmaları değerlendiren HPG Askeri Konsey Üyesi Kemal Garzan, “Şemzinan’da geliştirdiğimiz harekat, devrimci bir operasyondur. Bir kuşatmadır. Bölgede denetim HPG’nin elindedir. Bedeli ne olursa olsun geri adım atmayacağız. Türk ordusu ne yapacağını bilemez durumdadır’’ şeklinde konuştu.

Gerillanın Türk ordusunun bütün müdahale girişimlerini yenilgiye uğrattığını vurgulayan Garzan, Şemzinan Gerdi yolunun günlerdir gerilla denetimine girdiğini kaydederek, Türk devletinin buradaki kayıplarını gizlemeye çalıştığını belirtti.

TÜRK ORDUSU AĞIR KAYIPLAR VERDİ

Kemal Garzan Şemdinli’de Türk ordusunun karakollara hapsedildiğine dikkat çekerek, Şemdinli’deki çatışmalara ilişkin şu detayları verdi: “Şemzinan’da 23 Temmuz’da başlattığımız ve hala devam eden devrimci harekât, Türk devleti tarafından Türkiye kamuoyundan gizlenmek isteniyor. Türk ordusu bu harekatta büyük kayıplar verdi. Bu süre zarfında Türk devletinin ve ordusunun Şemzinan’daki örgütlenmesi dağıtılmıştır. Türk ordusu Şemzinan merkezinden ve karakollarından çıkamamaktadır. Türk devleti Şemzinan’da kılıfına çekildi ve bu kılıftan çıkamıyor. Şemzinan Tugayı, Garê Alayı ve civar karakollar sürekli olarak ağır silah birliklerimizce vuruluyor. Gerilla birliklerimiz, Türk ordusunun ileri tekniğine ve yoğun teknik kullanmasına rağmen mevzilerini koruyor. Bölgeyi denetimde tutmaya devam ediyoruz”

TAKTİK DEĞİŞTİ, BU DEVRİMCİ BİR HAMLEDİR

Kemal Garzan bölgede gerilla denetiminde bir operasyon geliştirildiğini belirterek, Türk medyasında gerilla kayıplarına ilişkin verilen haberlerin asılsız olduğuna dikkat çekti. Türk ordusunun onlarca kaybı olduğunu ve çok sayıda askeri aracın imha edildiğini açıklayan Garzan şöyle konuştu. “Bu devrimci bir hamledir. Bu harekât Şemzinan ile de sınırlı değil, civar bölgeleri de kapsıyor. Ayrıca tek düze bir eylem de değildir. Birliklerimiz otuz yıllık gerilla tecrübesiyle birçok eylem biçimini yaratıcı ve ustalıklı bir şekilde uyguluyor. Bu harekatta önemli bir husus da şu: bu yeni bir taktiktir. Gerilla daha önce de kapsamlı ve etkili eylemler gerçekleştirdi ancak bir- iki gün içinde üst bölgelerine geri dönüyordu. Ancak bugün Şemzinan’da yaşanan durum farklıdır."

Gerilla birliklerinin pozisyonlarını 23 Temmuz'dan beridir koruduğunu vurgulayan Garzan, "Şu ana kadar da bölgede kesintisiz bir gerilla denetimi vardır. Defalarca yollara inildi. Bölgede bulunan karakollar sürekli gerilla ateşi altında bulunuyor. Bölgeye kobra ve skorskyler giriş yapamıyor. Karadan denetim tamamen elimizdedir" dedi.

TÜRK ORDUSU KARAKOLLARA HAPSOLDU

Türk ordusunun gerilla karşısında büyük bir çıkmazı yaşadığına vurgu yapan gerilla komutanı, “Türk ordusu ne yapacağını bilemez durumdadır. Ne saldırabiliyor ne de kendisini koruyabiliyor. Türk ordusu Şemzinan’da karakollara mahkûm oldular “ dedi. Gerillanın başlattığı bu sürecin devam edeceğini belirten Garzan, Türk devletinin özel savaş yöntemlerine karşı da halka duyarlılık çağrısında bulunarak, şöyle devam etti: ‘’ Halkımız da duyarlı ve örgütlü olmalıdır. Halkımızdan beklentimiz onurlu duruşunu daha da geliştirerek sürdürmesidir. Bu temelde özellikle de Şemzinan’daki halkımızı direngen tutumundan dolayı selamlıyoruz.’’


ANF 

Ek Haber

Şemdinli’de gerillanın yol kontrolleri devam ediyor

Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi'nde HPG gerillaları oluşturdukları kontrol noktasında 2 saat boyunca kimlik kontrolü yaptı.

Şemdinli İlçesi’nden 35 kilometre uzaklıkta bulunan Gelişen (Şapatan) Köyü’ne bağlı Ulaşan Mezrası ve Samanlı (Mavan) Köyü arasında bulunan bölgede saat 21.00 sularında HPG gerillaları kontrol noktası oluşturdu. Gerillalar 2 saat boyunca yoldan geçen araçları durdurarak, kimlik kontrolü yapıp halka sohbet ettiler. Gerillaların bölgeden ayrılması ardından Türk ordusu, Gelişen ve Samanlı karakollarında bulunan askerleri ile bölgede operasyon başlattığı bildirildi. 



ANF

Şemdinli-Derecik yolu 7 gündür kapalı

Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde 7 gün önce HPG gerillalarının yol kontrolü yapması ardından başlatılan operasyon ve çatışmalar devam ediyor. Operasyonlar sürerken, Derecik Beldesi ile 10 köy ve 42 mezranın yolu 7 gündür kapalı tutuluyor.

Şemdinli'de gerillaların sık sık yol kontrolü yapması ardından havadan ve karadan başlatılan operasyonda çıkan çatışmalar sürüyor. Yaşanan çatışmalar ve can kaybı konusunda yetkililer ciddi bir açıklama yapılmazken, 23 Temmuz gününden itibaren Derecik Beldesi ile 10 köy ve 42 mezranın yolu kapatıldı.

Dün de operasyonların bulunduğu bölgede mahsur kalan köylülerle görüşmek isteyen BDP Hakkari Milletvekili Esat Canan, Hakkari Belediye Başkanı Fadıl Bedirhanoğlu, Yüksekova Belediye Başkanı Ercan Bora ve Şemdinli Belediye Başkanı Sedat Töre'den oluşan heyetin bölgeye gidişine askerler 'güvenlik' gerekçesiyle izin vermedi.

Şemdinli kırsalında karadan operasyonun yapılamadığı bildirilirken, Kobra helikopterlerinin kırsal alanda uçtukları öğrenildi. 


ANF


Şemdinli’de çatışmalar devam ediyor

ŞEMDİNLİ - Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi’nde çatışmalar devam ederken bölgeye skorski tipi helikopterlerle özel harekat timlerinin indirildiği öğrenildi.

Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Bağlar (Nehri) Köyü’ne bağlı Çem (Navrezan) ve Rüzgârlı (Rubunus) mezralarında 24 Temmuz’da başlayan çatışmalar halen devam ediyor. Günyazı (Gelaşk) Köyü’nün Yiğitler (Nırkole) mezrası Goman etekleri ve Mergesave, Serbera ve Sertet kırsalında dün başlayan çatışmalar bugün yine şiddetlendi. Bölgeye skorski tipi helikopterlerle çok sayıda özel eğitimli asker ve özel harekat timlerinin indirildiği öğrenildi. Şemdinli 3. Dağ Taktik Komando Taburu’ndan ilçeye 15 kilometre uzaklıkta bulunan Tekeli (Gare), Balıklı, Mırgesave ve ilçeye 10 kilometre uzaklıkta bulunan Çiyayê Kuremezgeta bölgesine havan topları ile saldırı başlatıldığı kaydedildi. 


ANF

Devlet Şemdinli Gerçeğini Gizliyor


ANKARA - Şemdinli Belediye Başkanı Sedat Töre, ilçe kırsalında çatışmaların sürdüğünü, devletin gerçeği gizlemeye çalıştığını ve HPG'nin bölgede etkisini artırdığını açıkladı. Töre, ileriki günlerde çatışmaların şiddetleneceğini gözlediklerini belirterek, "Bölgenin HPG'lilerin kontrolü altında olduğu bildiriliyor. Son iki gün bu bölgeye dönük hava hareketliliği dışında hiçbir kara faaliyeti görülmemektedir" dedi.

Hakkari'nin Şemdinli kırsalında 1 haftadır HPG gerillalarıyla Türk ordu güçleri arasında çatışmalar sürüyor. Özellikle son iki üç gündür yoğunlaşan çatışmalar nedeniyle bin kadar köylü evlerini terk ederek ilçeye ve başka köylere sığınmış durumda.

HPG gerillalarının kırsal alanda kontrolü elinde tuttuğu ve denetim noktaları oluşturduğuna yönelik iddialar gündemdeki yerini korurken Türk ordusunun karadan harekat gerçekleştiremediği haber verildi.

HPG’nin Basın İrtibat Merkezi de geçtiğimiz günlerde bir açıklamaya yayınlayarak 23 Temmuz tarihinden bu yana devam eden çatışmaların şiddetlendiğini ve dün sabah saatlerinde yaşanan çatışmada da en az 15 Türk askerinin öldürüldüğünü duyurdu.

'HPG'NİN KONTROLÜNDE...'

ANF'ye konuşan Şemdinli Belediye Başkanı Sedat Töre, çatışmaların Şemdinli ilçe merkezine 5 km mesafede başladığını ve altıncı gününe girdiğini belirtti. Töre, çatışma bölgesine yakın köylerde yaşayan insanların da bundan olumsuz etkilendiklerini anlattı.

Şemdinli Belediye Başkanı Töre, şu bilgileri verdi: "Bilindiği üzere bu çatışma 23 temmuzda HPG'lilerin Derecik-Şemdinli yolunda kontrol noktası kurup burada yol ve kimlik kontrolü yapmasıyla başladı. Çatışma alanının son derece sarp ve zor bir alan olması, teknik olarak çok ileri düzeyde ve sayıca da yüksek bir askeri güçle operasyonların icra edilmesine rağmen hala bölgenin HPG'lilerin kontrolü altında olduğu bildiriliyor. Son iki gün bu bölgeye dönük hava hareketliliği dışında hiçbir kara faaliyeti görülmemektedir. Sadece siviller araçlarıyla gidip gelebilmektedir. Fakat bugün sivillerin de geçişine izin verilmedi."

'DEVLET GERÇEĞİ GİZLİYOR VE HEYETLERE İZİN VERMİYOR'

5 mezranın tamamen boşaltılmış durumda olduğunu anlatan Sedat Töre, "Bu da yaklaşık 1000 kisiye tekabül ediyor. Ve bu köylerin durumunun incelenmesi için ne devlet tarafından bir girişim söz konusu ne de buraya gitmek isteyen heyetlere izin veriliyor" dedi.

Bölgede olup bitenlerin bir muamma niteliğinde olduğunu belirten Töre, ekledi: "Yine bu alanda yapılanlar hakkında ciddi endişeler mevcut. Bunca gündür süren bu çatışmanın kamuoyundan gizlenmeye çalışılması gerçekten normal değil."
TSK'nin saldırısına dikkat çeken Töre, ormanların da hedef aldığını bildirdi: "Bu operasyonların maalesef en acı yanlarından biri de her zaman olduğu gibi bölgedeki ormanların Türk ordusu tarafından ilk hedef haline getirilmesi. Üzüntüyle söylemem gerekiyor ki; yüzlerce dönüm ormanlık alan bu 5-6 günlük süre zarfında yapılan top, havan ve füze saldırıları sonucunda meydana gelen yangınlarda kül edildi."

'ÇATIŞMALAR YOĞUNLAŞACAĞA BENZİYOR'

Belediye Başkanı Töre, çatışmaların AKP Hükümeti'nin politikalarından kaynaklandığını ve derinleşeceğini vurguladı: "Devlet, AKP Hükümeti'nin aklı barışı ve Kürtlerle diğer halkların eşititligini özümseyebilmiş değil. Bu da bölgeyi ileriki günlerde daha da sıcak ve çatışmalı bir yöne evireceğe benziyor. Nitekim Şemdinli kırsalında bu eylemle beraber bir alan hakimiyeti niyeti ortaya çıktığını gözlemliyoruz. Bu noktada tek temennimiz; sürecin bir an önce demokratik ve barışçıl çözüm arayışlarının hakim olacağı bir yöne çevrilmesi. Burada sorumluluk ve görev hükümettedir."


ANF

Kuzey Suriye (Batı Kürdüstan) Gerçekleri

Kamışlı

Suriye'de olup biteni anlamak için sınırı geçmek gerekiyormuş. Dün öğle saatlerinde bölgenin en hassas noktası Kamışlı'ya girdim. Bizi uzun namlulu silahlarla karşılayan insanlar bir evde misafir ettiler. Uzun ve dolu bir sohbetten sonra son günlerde Türkiye medyasında yayınlanan haberler ve bu haberlere dayalı analizlerin ne kadar yanlış olduğunu gördüm. Öncelikle başta kendi yazdıklarımı düzelterek Kamışlı ve çevresindeki fotoğrafı ele almak gerekiyor. İlk yanlış bilgi şu:
'PKK, kontrolündeki PYD, Suriye ordusuna Kamışlı'dan çekilmesi için perşembe gününe kadar süre verdi'.

Bugün de tamamen yanlış. Öncelikle PYD, PKK kontrolünde değil. Doktiriner bir eşgüdüm olmadığı elbette söylenemez. İkinci olarak Şam yönetimiyle bir pazarlık söz konusu değil. Kamışlı'ya giriş çıkışlar Suriye güvenlik güçleri tarafından sıkı şekilde kontrol ediliyor. Öte yandan şehir içinde silahlı siviller aleni olmayan bir şekilde devriye geziyor.

Derik, Kobani, Afrin gibi küçük yerleşim yerlerinden yansıyan fotoğraflar o şehirlerden Suriye Devleti'nin çekildiği anlamına gelmediği belirtiliyor. Bölgede ordu birlikleri var. Ancak agresif bir kontrol sergilemek yerine şu ana kadar ihtiyatlı bir tavır içindeler. Kürtler geçen mart ayında başlayan olaylardan bu yana çok başka bir tavır geliştirmişler. Bir yıl önce eylül ayında Batı Kürdistan Halk Meclisi kuruldu. Bölgedeki tüm yerleşim yerlerine, tüm etnik ve dini yapılara açık sandıklar konuldu. İçlerinde Kürt, Arap, Asuri, Keltani ve Ermeniler'in bulunduğu toplam 350 kişi Batı Kürdistan Halk Meclisi'ne seçildi. Bölgede toplam 17 siyasi parti bulunuyor. İçinde en güçlü olanı ise PYD. (Partiye Yekîtiya Demokratik: Demokratik Birlik Partisi) ve lideri İTÜ mezunu bir kimyager Salih Müslim. PYD'nin sloganı ise şu: Demokratik Suriye, Özerk Kürdistan.

ENKS Encümani, Niştimani Kurdi Suriye:(Suriye Kürtleri Ulusal Encümeni) ise birkaç ay önce kuruluyor ve sadece Kürtler'den oluşuyor. Önceki gece ise tüm bu siyasi yapılar bir araya gelerek Yüksek Kürt Konseyi'ni oluşturuyor. Bölgede silahlı savunmayı üstlenen YPG (Yekîneyên Parastina Gel: Halk Savunma Birlikleri) ise Yüksek Kürt Konseyi'ne destek vereceği açıklamasını yapmıştı. Dolayısıyla tablo ve ilk izlenimler özetle böyle. Ülkenin diğer kesimlerindeki çatışmalar nasıl ki. 


Suriye'nin geleceğini şekillendirecekse aynı şekilde Suriye'nin kuzeyini de şekillendirecek.

Akşam

Serdar Akinan

Kürdistan’a Eyvallah Sömürgeciliğe Yallah!


XWE METİN AYÇİÇEK

Gerçekte, Davutoğlu’nun mimarlığını yaptığı Yeni Osmanlıcılık siyaseti, politik bilimlerin öngöremeyeceği kadar hızlı bir biçimde tepetaklak gitti. Hem de ne gidiş.

Küreselleşen kapitalist sermayenin siyaseten de dünya hegemonyasını ele geçirmek istediği tarihlerde, belki de dördüncü sınıf bile sayılamayacak bir akademisyen olan Samuel P. Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezinin başına gelenler, bilim çevrelerinde adı daha önce çok da bilinmeyen kifayetsiz muhteris bir akademisyen olan Davutoğlu’nun da başına geldi. Emperyalist dünya devleri, dünyanın enerji kaynaklarına, yeni pazar alanlarına ve sermayenin kesin imparatorluğuna yönelik saldırı projelerini Hungtington’un tezlerine dayandırarak teorik bir çerçeveye oturtmak istediler. Afganistan, Irak derken dünya halkları tam bir emperyalist saldırı ile yeniden yüz yüze geldi.


Davutoğlu’nun Osmanlıcılık siyaseti ise, yine emperyalist yayılmacılığın Ortadoğu’ya ilişkin ünlü projesinin Türkiye’ye yüklediği taşeron rolü ve bölge koruculuk misyonunu yeni koşullara uygun olarak formüle ediyordu.


Davutoğlu, “Stratejik Derinlik / Türkiye’nin Uluslararası Konumu” adlı kitabında sömürgeci-emperyal yayılmacılığı açıkça öneren bu tezlerle geldi hükümete. 


“Türkiye’ye çevreleyen yakın kara, yakın Deniz ve yakın kıta havzaları, coğrafi olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemin getirdiği dinamik uluslar arası ve bölgesel konjonktürde en yakın havzasından başlayarak dışa açılması kaçınılmaz olan Türkiye’nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta bağlantıları ile yeniden tanımlanması ve bu derinliğin jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının dış politika parametreleri olarak kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. 


Modernite Avrupa-Merkezli bir tarihi sürecin eseriydi; küreselleşme ise kaçınılmaz bir şekilde başta Asya olmak üzere bütün insanlık birikimini tarihin akış seyrinde tekrar devreye sokacak unsunlar taşımaktadır. Tarihi birikimi etkin bir açılıma temel sağlayacak toplumların öne çıkacağı bu süreçte Türkiye tarihi derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturma ve bu bütünü coğrafi derlik içinde hayata geçirme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Staretejik açıdan mihver bir ülke olan Türkiye, bu sorumluluklarının gereğini yerine getirmesi durumunda, yeni dengelerin oluşacağı daha istikrarlı uluslar arası konjonktüre daha uygun şartlarda giren merkez bir ülke konumu kazanacaktır.”

***


Davutoğlu’nun yayılmacı politikasının sadece AKP Devleti’nin ideali olduğunu düşünmek büyük bir hatadır. Unutmamak gerekir ki o 2001’de yayınlanan bu kitaptan 2 yıl sonra,  Kemalizm’in yeni hamisi yine bir hukukçu olan Ahmet Necdet Sezer’in onayıyla, dış politikaya Büyük Elçi aktarıldı. Kemalist sömürgeci olmakla İslami-Kemalist-sömürgeci olmak birbirinden özünde farklı şeyler değildi.


Türkiye Cumhuriyeti, Davutoğlu’nun yayılmacı-sömürgeci ideallerini hiç bir zaman terk etmedi. 


Soğuk Savaş koşullarında dünya devleri karşısında gıkını çıkaramazken, Sosyalist Dünya’da yaşanan çöküşler sonrasındaki yeni denge arayışları içerisinde biti yeniden kanlandı. Kemalist sömürgeci saldırganlık bölge hegemonyası için yeniden saldırı alanları aramaya başladı.


Türk sömürgeciliğinin tarihini akademisyenler yönlendirmedi. Öyle çaplı bir akademisyeni zaten bu ülkedeki din üretemezdi. Tersine, büyük çoğunluğuyla resmi kurum akademisyenlerinin zavallı tarihlerini belirleyen tek neden, göbekten bağlı oldukları sömürücü sistem ve sömürgeci devlet olmuştur.


***


Yeni Osmanlıcılık macerası, kısa süre içinde Türkiye ve Bölge halklarına yaşattığı bunca zulümden sonra, Fethullah Gülen gibi yarı-cahil bir meczubun ABD dolarlı parasal desteğine rağmen yokuş aşağı yuvarlanan boş bir varil gibi bataklığa doğru yol alıyor.


Ne yazık ki, özgürlük günlerinin müjdecisi olan bu gürültülü batışta ne Türk halkının ne Türk basınının, ne de Türk aydınının, ne Türk solunun ciddiye alınabilecek bir payı olmamıştır. Bütün Ortadoğu’nun geleceğini aydınlatan yeni süreç, Kürt halkının kararlı mücadelesi ile başlamıştır ve onların kararlı yürüyüşleri ile sürdürülmektedir.


Tarihin Sonu, Elveda Proletarya, Medeniyetler Çatışması, Stratejik Derinlik gibi profesör çalışmalarının dünyaya vermek istedikleri yılgınlık ve teslimiyet tezleri, “Yaşamak Direnmektir”  devrim anlayışı ile tek tek çökmüştür. Kuzey Kürdistan’da fiilen gerçekleşen, Güney’de otonom yönetim olan, Güney-Batı Kürdistan’da dünyayı Özgürlüğün Baharı’yla selamlayan Kürt halkı, artık sadece Türkiye ya da Ortadoğu çeperinde bir devrimci model değil, barış, özgürlük, adalet ve ulus-devlet kıskacını reddeden bir ortak kimliği yaratma idealinin arayışı içerisinde olan dünyanın ezilen halklarının devrim modeli haline gelmiştir.


Güney-Batı Kürdistan’ı selamlarken, Batı cephesinin zavallılığının burukluğunu taşısa da, yüreğim gururla dolu.Ortadoğu kendi kimliğini yeniden yaratıyor. Ortadoğu Kürt halkıyla yani kimliğiyle buluşuyor.


Kürt halkı bir tarih dersinin altını çizdi yeniden ve çok renkli kalın çizgilerle: Köleliğe eyvallahımız olmayacaktır. Sömürgecilik ya çekip gidecektir kendi mezarına gömülmeye, ya basıp götüreceğiz onu kendi mezarına.


Rojava özgürlüğün adıdır artık. Yani, insanlığın binlerce yıllık göğe hapsedilmiş hayallerinin, bir şahinin kanadıyla yeniden indirilmesidir yer yüzüne.

595
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA