ABD işbirlikçi, ajan İslam temelinde Ortadoğu'yu kontrol etme politikası izlemiştir. Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da bu politikayı yürütmüştür. Ancak bu politikası çökmüştür. Bundan dolayı ABD şimdi önünde engel olan tüm güçleri yıpratacak bir strateji izlemektedir.
Mustafa Karasu
Irak'ta yaşananlardan sonra Ortadoğu'daki
gelişmeler daha kapsamlı ele alınmaya başlanmıştır. Ortadoğu'daki gelişmeler
son on yıllarda çok karmaşık bir karakter gösteriyordu. Ortadoğu'da III. Dünya
Savaşının yaşanmasından söz ediliyordu. Gelinen aşamada bırakalım III. Dünya
Savaşını, neredeyse bin yılların hesaplaşmasının yapıldığı bir siyasal durum
ortaya çıkmıştır.
Ortadoğu'da kelimenin tam anlamıyla bir
kaos yaşanmaktadır. Hiçbir güç kendi önünü göremediği gibi, mevcut siyasal koşullarda
çözüm gücü olabilecek aktörler de söz konusu değildir. Çözüm gücü olamayanlar şimdi
“acaba kaos ve kriz içinde çıkarlarımızı nasıl koruruz” biçiminde politikalara
yönelmektedirler. Şu anda Ortadoğu politikasında dikkat çeken en temel konu
budur. Kuşkusuz Önder Apo'nun önderliğinde özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten
Kürt Özgürlük Hareketi ideolojik, teorik ve toplumsal temel olarak bu gelişmelere
çözüm gücü olabilecek bir güçtür. Önder Apo’nun devletçi ve iktidarcı
sistemleri tüm tarihi içinde çözümlemeye tabii tutup devlet dışı çözümleri
ortaya koyması, güçlü bir ideolojik ve politik hazırlığı ifade etmektedir.
Devletçi sisteme karşı alternatif siyasal yapılanmaların nasıl olacağı ortaya
konulmuştur. Dolayısıyla devletçi sisteme karşı alternatif güç olma konusunda
belli bir hazırlık söz konusudur. Ancak gelinen aşamada Ortadoğu'nun mevcut
sorunlarına çözüm getirecek bir pozisyona kavuşmadığından çözüm politikası
olmayan güçler bu durumdan yararlanarak kendilerini etkin kılmaya çalışmaktadırlar.
Şu açıktır ki, Ortadoğu'daki gelişmeleri
sadece güncel durumlarla ifade etmek mümkün değildir. Devletçi sistemin
toplumlar tarafından kabul edilmemesi yanında, kapitalist modernist sistemin
son iki yüzyılda Ortadoğu halklarına yaşattıkları da bugün ortaya çıkması
kaosta en temel etkendir. Emperyalist kapitalist modernitenin Ortadoğu'da yaşanan sorunlara çözüm
bulamaması, hatta her müdahalesinin sorunları daha da ağırlaştırması, klasik
iktidarcı devletçi güçlerin halklar üzerinde otorite olma gücünü kaybetmeleri,
Ortadoğu'da yaşananların daha kapsamlı ortaya konulmasını gerektirmektedir. Her
şeyden önce devletçi iktidarcı sistem ilk çıktığı coğrafyada can çekişmektedir.
Artık toplumlar binlerce yıldır kendilerine büyük acılar çektiren iktidarcı
devletçi sistemin egemenliği altında yaşamak istememektedirler. Bin yıllardır
egemen olma ve sorunları kat kat yığan karakterleriyle teşhir olan iktidarcı
devletçi sistemi toplumlar artık kaldıramaz duruma gelmiştir. Özellikle de son
iki yüzyılda devletçi sistemin ulus-devlet karakterine bürünerek sorunları daha
da ağırlaştırması, devletçi sistemi tarihin hiçbir döneminde olmayacak kadar
krize sokmuştur. Artık devletçi iktidarcı sistemlerle toplumların siyasal,
sosyal, ekonomik, kültürel sorunlarına çözüm bulmak mümkün olamamaktadır.
Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler de bunu göstermektedir.
Kuşkusuz devletçi sistemin krizi yanında
insanlığın ilk toplumsallaştığı, daha doğrusu insanlaştığı coğrafyada bu derin
toplumsallığın tarih içinde oluşturduğu ahlaki ve kültürel değerler, özelikle
de kapitalist modernitenin son iki yüzyılda Ortadoğu coğrafyasına dayattığı
toplumsallığın parçalanması üzerinde şekillendirilmek istenen siyasal, sosyal,
ekonomik ve kültürel sisteme tepki göstermektedirler. Kapitalist modernitenin bölgede
toplumsallığın dağıtılması üzerinden kendini hakim kılmak istemesi, bunun için
de bireyciliği ve tüketim toplumunu her türlü yol ve yöntemlerle geliştirmeye yönelmesi,
Ortadoğu'nun tarihsel toplumsallığına çarpmış bulunmaktadır. Mevcut durumda yaşanan
krizin bir yönü de maddi uygarlıkla manevi uygarlık arasında yaşanan bir çatışmadır.
Manevi uygarlığın yarattığı toplumsallığın gücü, kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya
sokmak istediği bireycilik ve tüketim toplumunu reddetmektedir. Bireycilik ve tüketim
toplumunun getirdiği toplumsal çözülmeyi, ahlaki çöküntüyü reddetmektedir. Yaşanan
krizin önemli bir boyutunu da böyle görmek gerekmektedir. Toplumsallığın direniş
gücünün ne kadar büyük olduğu, toplumsallığın yarattığı kültürel direnişin ne
kadar büyük bir güce sahip olduğu Ortadoğu
coğrafyasında çok iyi görülmektedir.
Ortadoğu’ya dayatılan işbirlikçi İslam
Kapitalizm toplumsallığı çözmeden yaşayamaz.
Kapitalizm ancak toplumsallığın ölümü üzerinden yaşayan bir güçtür. Nasıl ki
kanser hücreleri insan bünyesindeki diğer hücreleri yiyerek yaşıyorsa,
kapitalizm de toplumsallığı yiyerek varlığını sürdürmektedir. Bu yönüyle de
toplumun tümden ölümünü getirecek bir işlev görmektedir. Ortadoğu'nun tarihsel
toplumsallığı, toplumsallığın gücü bunu hissederek, bunu fark ederek, bununla
uyuşmazlık ve karşıtlık içinde bir direniş göstermektedir. Eğer bugün bütün müdahalelere
rağmen Ortadoğu'da sorunlar çözülmüyorsa, daha da derinleşiyorsa, bunun nedeni,
kapitalist modernitenin Ortadoğu toplumsal gerçekliğine ters karakteridir.
Toplumsallığı derin bir kült haline getirmiş Ortadoğu halkları kapitalist
moderniteyi de ve bu eksende yaşamını sürdürmek isteyen iktidarcı devletçi
otoriter sistemleri de kabul etmemektedir. Ortadoğu'da yaşanan siyasal, sosyal,
ekonomik ve kültürel sorunlar böyle bir kapsam içinde değerlendirilirse anlaşılabilir
ve çözüm yolları bulunabilir.
Ortadoğu'da yaşanan kaos ortamında yeni
iktidar ve devlet kurma hevesinde olan çeşitli sapkın güçler Ortadoğu toplumlarının
bu toplumsal karakterini, toplumsal kültürünü, toplumsallığın bu gücünü,
toplumsallığın bu tepkisini kullanarak kendilerini etkin kılmaya çalışmaktadırlar.
Toplumsallığın kapitalist moderniteye gösterdiği tepkiye arızi, sapkın bir
toplumsallık anlayışıyla sahiplenip kendilerini Ortadoğu'da güç yapmaya çalışmaktadırlar.
Ortadoğu'da mevcut krizi ve kaosu tanımlarken toplumsallıktan sapmayı ifade
eden bu güçlerin dayandığı siyasal, sosyal ve kültürel ortamı da iyi görmek
gerekmektedir. Kuşkusuz bu güçlerin Ortadoğu'nun sorunlarına bırakalım çözüm
bulması, daha da ağırlaştırması gerçeği bulunmaktadır. Demokratik karakterde doğru
bir toplumsallık anlayışı ortaya çıkmadığı müddetçe bu tür akımların kendilerini
var etme koşulları da bulunacaktır.
Kapitalist emperyalist modernist sistem
dinlerin bu toplumsal karakterini ve direncini görerek Ortadoğu halklarının içine
ajan bir İslam sokarak ya da işbirlikçi İslam’ı yaratarak kendini Ortadoğu'da
etkin kılmak istemiştir. Yaşadığı sorunları ve bölgenin kültürel karakterinin
kendisine karşı gösterdiği direnci bir ajan İslam hareketiyle çözebileceğini düşünmüştür.
Türkiye'de Fetullahçılar gibi hareketleri on yıllardır desteklemektedirler. Yeşil
kuşak politikası ve projesi çerçevesinde soğuk savaş döneminden bugüne kadar
belirli İslami çevrelerle ilişki kurmuşlardır. İki kutuplu dünya sisteminin dağılmasından
sonra ortaya çıkan boşluktan yararlanan ve kendine radikal İslam diyen güçlerin
toplumlar içinde etkili hale geldiğini gören Amerika, işbirlikçi İslam, ajan İslam
projesini kendisi açısından daha da gerekli görmüştür. Bu çerçevede ortaya çıkan
Arap halkların tepkisini kullanarak, yönlendirerek işbirlikçi ajan İslam
temelinde Ortadoğu'yu kontrol etme politikası izlemiştir. ABD Mısır’da,
Tunus’ta, Libya’da böyle bir proje doğrultusunda politika yürütmüştür. İşbirlikçi,
kendine ajanlık yapacak İslam üzerinden kapitalist modernist hakimiyeti kurmak
istemiştir. Ancak kısa sürede bu temelde Ortadoğu'da kendisini hakim kılma isteğinin
büyük bir yanılgı olduğunu görmüştür. Ortadoğu toplumlarının tarihten gelen
toplumsallığının gücünü görememesi, sorunun şu ya da bu gücün siyasal tepkisi
olarak görmesi bu yanılgının temelidir. Sadece bazı güçlerin siyasal tepkisi, güncel
ve dönemsel çıkarlarından öte, Ortadoğu
halklarının kapitalist modernist sisteme, tüketim toplumuna karşı toplumsallığın
tepkisi söz konusudur. Bu açıdan kendine göre ajan olabilecek, politikasına koşturacağı
işbirlikçi güçlerle Ortadoğu'yu kontrol altına alma politikası çökmüştür. İki
kutuplu dünya siyasal sisteminin ve bölgedeki iktidarların dağılmasından sonra
toplumsallık kültürü daha da canlanmış, daha da dinamik hale gelmiş, bundan da çeşitli
güçler yararlanarak ABD'nin düşündüğü işbirlikçi ajan projesini boşa çıkaran
hamleler içine girmişlerdir. ABD'nin işbirlikçi ajan projesi tutmadığı gibi,
halkların canlanan toplumsal dinamizmini kötüye kullanan sapkın gruplar bu çözümsüzlük
ortamında kendilerini alternatif göstererek güç olmaya başlamışlardır. Çözümsüzlük
bataklığından beslenmişlerdir. Bunun sonucu da birçok yerde toplumun kapitalist
moderniteye, bireyciliğe, tüketim toplumuna, kapitalist emperyalist sistemin on
yıllardır Ortadoğu ve İslam halklarına yönelik üstenci, oryantalist bakış açısına
tepki duymasını değerlendirmişlerdir.
ABD bu durum karşısında iki yol izlemiştir.
Bir taraftan Türkiye ve Mısır gibi kendisi açısından önemli yerleri sağlam
tutmaya, politikalarına destek verici hale getirmeye çalışırken, diğer taraftan
halkların kapitalist moderniteye karşı tepkisine dayanarak kendini güç yapmaya çalışan
sapkın güçleri de birbirine vuruşturarak, çarpıştırarak güçten düşürme
politikası izlemektedir. Bir taraftan onları parçalayıp birbirine vuruşturmak
isterken, diğer taraftan mevcut kimi iktidarları bunlarla savaştırarak hem
kendi ihtiyaçlarına cevap vermeyen klasik iktidarcı devletçi güçleri zayıflatmayı,
hem de yeni ortaya çıkan sapkın bu hareketleri yıpratmayı hedeflemektedir.
Ortadoğu'daki etkinliğini yaşanan kriz ortamında bu yol ve yöntemlerle sürdürmeye
çalışmaktadır. ABD gelinen aşamada Ortadoğu'da yaşanan sorunlara çözüm bulma
yerine, kriz ortamında kriz yönetimi gerçekliği altında önünde engel olan tüm güçleri
yıpratacak bir strateji izlemektedir. Şu anda Ortadoğu'da izlenen politikaları
esas olarak bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.
Türkiye, KDP, IŞİD ortak cephede
Bu çözümsüzlük ya da hiçbir çözüm
politikası olmayan güçlerin birbirlerine karşı yürüttükleri savaş ortamında
Ortadoğu halklarına tek bir çözüm gücü Kürt Özgürlük Hareketi’dir, Önder
Apo'nun ortaya koyduğu demokratik ulus projesidir. Çözümsüzlüğü esas alan güçlerin
bulunduğu bu ortamda böyle bir çözüm alternatifinin varlığı önümüzdeki dönemde
Ortadoğu'daki siyasal gelişmelerin boyutunun nerelere varacağını da göstermektedir.
Kapitalist modernite önünde engel gördüğü tüm güçleri yıpratan, zayıflatan bir
politika izleyecektir. Bu açıdan hem alternatif bir güç olan hareketimizi yıpratacak,
hem de halkların toplumsallığına dayanarak kapitalist modernitenin bölgedeki
etkinliği konusunda sorun çıkaran hareketleri etkisiz hale getirme politikası
izleyecektir.
Bu yönüyle görülmektedir ki Kürt Özgürlük
Hareketi gelecek dönemde bölgedeki kriz ortamında halkları yıpratarak Ortadoğu'yu
yönetme politikası izleyen kapitalist modernist güçler ve Ortadoğu halklarının
toplumsal karakterini kullanarak kendisini etkin kılmak isteyen sapkın güçlerle
karşı karşıya gelecektir. Hareketimiz mevcut kaos ortamında tek alternatif güç
olduğundan bu güçler bölgede varlıklarını korumak için hareketimizin gelişmesini
ve Ortadoğu'da sorunları çözen bir güç olmasını engellemeye çalışacaklardır.
Dolayısıyla kendini kriz ortamında etkin kılmak isteyen kapitalist modernist
sistemle bu ortamın yarattığı sorunlardan yararlanarak kendini güç etmek
isteyen çeşitli gruplar ve örgütlerle Kürt Özgürlük Hareketi'nin karşı karşıya
gelmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Yakın zamanda ortaya çıkan IŞİD’in hem
Suriye'de hem de Irak'ta etkin olmak istemesi ve en son Musul’u ele geçirerek
Irak’ın özellikle Sünni bölgelerinin tümüne yakınına hakimiyet kurması, Ortadoğu'da
kriz durumunu daha da derinleştirmiş, yeni bir aşamaya ulaştırmıştır. IŞİD adı
altında Musul’u ele geçiren güçler tabii ki mevcut siyasal ortamdan yararlanmışlardır.
Ancak bu mevcut siyasal ortamdan yararlanırken Türkiye ve KDP ile ilişki içinde
olmuşlardır. Türkiye, Irak Sünnileri ve KDP ortak hareket ederek, ittifak
halinde Irak’taki Maliki iktidarına karşı bir hamle yapmışlardır. Zaten son
aylarda büyük bir çatışma ve çekişme içindelerdi. Bu çatışma ve çekişme içinde
Türkiye, KDP ve Iraklı Sünniler böyle bir ittifakla ortak hareket etmişlerdir.
Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün gibi ülkeler de dolaylı ve dolaysız olarak bu
cephe içinde yer almışlardır. Irak'taki Maliki iktidarını zayıflatma ve böylelikle
hem Irak'ta, hem de bölge politikalarında etkin olmak için IŞİD şemsiyesi altında
Irak'taki bütün muhalif güçleri harekete geçirmişlerdir. Bunun sonucu Musul’da
ve Irak’ın diğer yerlerinde olduğu gibi kolay başarılar elde edilmiştir. Musul
zaten savaşmadan saf değiştirmiştir. Türkiye, KDP, eski Saddam yanlıları ve IŞİD
bir nevi Sünni bir cephe kurarak Irak'taki Maliki hükümetini zayıflatmışlar ve
bugünkü çıkmazla karşı karşıya getirmişlerdir. Bu yönüyle Irak’ta yaşananları
sadece IŞİD örgütüyle sınırlı görmek yanlıştır. Saddam yanlıları vardır, Tarık
Haşimi’nin içinde bulunduğu grup dahil yeni ortaya çıkan Sünni muhalif örgütler
böyle bir hareketin içinde yer almışlardır. Bu güçler birleşik hareket etmişlerdir
ve sonuçta da Irak’ın fiili olarak üçe bölünmesi durumu ortaya çıkmıştır.
Kuşkusuz sadece Irak üçe bölünmemiştir,
Irak’ta Sünni cephenin etkili olması Suriye politikalarını da yakından
etkileyecektir. Nitekim Suriye bu olaydan sonra IŞİD'e karşı saldırılarını arttırmıştır.
Daha önce El Nusra, Özgür Suriye Ordusu ve çeşitli muhaliflerin Türkiye, ABD ve
diğer güçlerden destek alarak Esad rejimini geriletme, yıkma ve bu temelde
Suriye'de etkili olma politikalarına karşı, Esad rejimi IŞİD’le bu güçlerin çatışmasından
yararlanarak kendini ayakta tutma politikası izlemiştir. ABD yakın döneme kadar
nasıl ki Esad rejimiyle bütün İslami güçleri çatıştırarak her iki gücü yıpratıp
kendi politikasına çekmek istemişse, Esad da yakın zamana kadar İslami güçleri
birbiriyle çatıştırarak Suriye'de pozisyonunu güçlendirme politikası izliyordu.
Bu çerçevede IŞİD’le açık bir savaş içine girmiyordu. Hatta zımni bir çatışmasızlık
içindeydiler. Ancak son Irak'taki gelişmelerden sonra IŞİD’e yöneldiği anlaşılmaktadır.
IŞİD'in Irak'ta dengeler içinde yer almasının ve Sünni kabarışın Suriye'deki
etkisini kırmak açısından bir saldırı içine girdiği görülmektedir.
Irak’ın 3’e bölünmesiyle sorunlar çözülmüyor
Mevcut durumda Irak'taki rejim ayakta
kalabilir mi, Irak’ın birliğini koruyabilir mi? Şu andaki pozisyonuyla bunu gerçekleştirmesi
mümkün değildir. Ancak hem askeri hem de siyasi radikal hamleler yapabilirse
kendi konumu güçlendirebilir; Irak’ın dağılmasının önüne geçebilir. Eğer böyle
bir performansı göstermez, Sünnileri ve Kürtleri bir arada tutacak daha sonuç
alıcı politikalar izlemezse Irak’ın dağılması
kaçınılmazdır. Mevcut ayrılık demokratik bir anlayış ve zihniyetle olmadığından
Sünni-Şii çatışması, yine Kürt-Arap çatışması biçiminde ortaya çıkacak yeni
gerilim ve çatışma etkenlerini canlı tutan bir parçalanma ve bölünme durumu
ortaya çıkacaktır.
Mevcut durumda öyle üçe bölünmeyle
herkesin kendi konumuna razı olacağı bir durum ortaya çıkmayacaktır. Eğer Sünniler
Irak’ta bir hamle yaparlarsa Bağdat’ı Şiilere bırakmak istemeyeceklerdir. Çünkü
Bağdat kimin elinde olursa Irak coğrafyasında o etkin olacaktır. Bağdat’ın hala
böyle bir konumu vardır. Bu açıdan ya
Bağdat üzerinde Şiilerle Sünniler anlaşacaklar, yeni bir Irak siyasi rejimi
ortaya çıkacaktır ya da Sünnilerle Şiiler bir nevi İsraillilerle
Filistinlilerin Kudüs üzerinde yürüttüğü savaş gibi Bağdat üzerinde de savaş yürüteceklerdir.
Bu kesindir. Bağdat konusunda bir uzlaşma olmadan Şiilerle Sünnilerin ne bir
arada yaşayacağı yeni bir Irak kurulabilir, ne de Şiiler ve Sünniler ayrılsa
bile bu ayrılık çatışmayı durdurabilir. Bu yönüyle Irak'ta önümüzdeki dönemde çatışmaların
artacağı beklenebilir.
Irak'taki mevcut durumun ortaya çıkmasında
tabii ki KDP'nin Türkiye ile birlikte Irak'taki Sünni kesimlerle ittifak yapmasının
etkisi olmuştur. KDP bu nedenle Musul’da direnmemiş, Kürtlerin tümünün göç
etmesine göz yummuştur. Anlaşılıyor ki IŞİD’le, Saddam yanlılarıyla, yine Tarık
Haşimi çevresiyle KDP arasında bir anlaşma vardır. Bu anlaşma içinde Türkiye'nin
olduğu da anlaşılmaktadır. Bu anlaşma da Musul Sünnilere bırakılacaktır, Kürtler
çekilecektir. Irak Sünnileriyle Kerkük konusunda zımni bir uzlaşma yapıldığı,
bu çerçevede Kerkük’ün Kürtler tarafından kontrol edilmesine ses çıkarmadıkları
anlaşılmaktadır. Her ne kadar Musul’da ve Kerkük’te peşmergeler savaşıyor
denilse de bunlar bilinçli olarak abartılan haberlerdir. Öyle KDP alanında peşmergelerle
IŞİD'in, Sünni grupların çatıştığı söylemleri doğru değildir. Kuşkusuz Sünni
cephe bir olmadığından dolayı farklı grupların çeşitli yerlerde KDP ile
gerilimler yaşaması durumu ortaya çıkmış olabilir. Ama esas olarak KDP ile bu güçler
arasında bir çatışmasızlık pozisyonu vardır. KDP peşmergeye IŞİD’le çatışma içine
girmeme, çatışmadan kaçınma talimatı vermiştir. Bu gerçeklik ortaya koymaktadır,
ortaya çıkan kimi çatışmalar, kimi gerilimler mevzi çatışma ve gerilimleridir;
bir genel politikanın sonucu ortaya çıkan gerilimler değildir. Genel anlamda
ise Musul’la çevresindeki Kürtler arasında zımni bir anlaşma yapıldığı, bu zımni
anlaşma çerçevesinde her iki tarafın pozisyon aldıklarını söylemek gerekmektedir.
Kerkük merkezinin Kürtlerin hakimiyeti
altında olması konusunda herhangi bir sorun yok. Ama Kerkük’ün dışındaki
Araplarla Kürtlerin birlikte yaşadığı belirli bölgelerde IŞİD’le YNK güçleri
arasında kimi çatışmalar olmaktadır. Ama bu çatışmalar da abartıldığı gibi değildir.
Oralarda da belirli bir zımni anlaşma vardır, çatışmasızlık durumu vardır. IŞİD,
Sünni cephe esas olarak yoğunlaşmasını Bağdat ve Maliki iktidarı üzerinde
yapmaktadır. Şu anda KDP ile ya da Güney Kürdistanlı güçlerle bir mütareke
durumunu yaşamaktadırlar. Bu gerçekliğin görülmesi gerekir. Ancak ileride durum
böyle mi olur, böyle mi devam eder? Kuşkusuz böyle devam etmez. Çünkü Irak Sünnileri Irak Şiilerinden daha
milliyetçi bir karaktere sahiptirler. Çünkü kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya
girdiği dönemde kapitalist modernitenin, ulus-devletçiliğin, yani milliyetçiliğin
Ortadoğu'ya girdiği ve kökleştiği dönemde Irak'ta Sünniler hakim olmuşlardır.
Bu açıdan Sünniler içindeki Arap milliyetçiliği Şiiler içindeki Arap milliyetçiliğinden daha derindir. Bu yönüyle
de bugün Irak Sünnileriyle Kürtler arasında belirli bir uzlaşma, zımni anlaşmalar
olsa bile bunlar geçicidir, bunun da böyle görülmesi gerekmektedir.
Irak Sünnileriyle Kürtler arasında uzlaşma geçicidir
Bu ortamda KDP'nin ve diğer Kürt gruplarının
politikaları; Irak’ın demokratikleşmesi temelinde kendilerini ve varlıklarını güvenceye
alma yerine, bu tür çatışmalardan yararlanarak,
çeşitli dış güçlerin desteğiyle bir devletçik kurma doğrultusundadır. Bu
nedenle bu ortamda Kerkük üzerinde hakimiyet kurmalarını kendileri açısından önemli
görmektedirler. Devletçiğe yönelmede önemli bir adım olarak değerlendirmektedirler.
140. Maddenin pratikleşmesi olarak ele almaktadırlar. IŞİD ve Baasçıların hamle
yaparak Irak’ın belli bölgesinde etkinlik kurarak Maliki rejimiyle çatışma içine
girmelerinden yararlanarak kendi pozisyonlarını güçlendirme politikası
izlemektedirler. Kuşkusuz 140. Madde üzerinde gerilim vardı. Aslında Kürtler
zaten fiili olarak Kerkük’ü yönetiyorlardı. Kerkük’ün Kürtler tarafından ağırlıklı
olarak yönetilmesi konusunda merkezi hükümetin de yapacağı bir durum yoktu.
Sadece Kerkük çevresinde bazı noktalarda askeri güçleri vardı. Böylelikle Kerkük’ü
kontrolünde tutmak istiyorlardı. Bu durumla birlikte merkezi Irak hükümetine bağlı askeri güçlerin de varlığı
kalmamıştır. Böylelikle Kerkük Kürdistan federasyonuna bağlanmış bir duruma
gelmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz Kürtlerin Irak'ta bulundukları bütün coğrafyalarda
kendi kendilerini yönetmeleri haklarıdır. Bu yönüyle Kerkük’ü yönetmeleri de
haklarıdır. Ancak mevcut durum bir demokratik ulus anlayışı içinde bütün etnik
ve dinsel toplulukların birbirlerinin farklılığını kabul ederek her grubun
kendi bulunduğu bölgede kendi kendini yönetmesi zihniyetinin politikasının
sonucu ortaya çıkmamıştır. Gerilimler, çatışmalar sonucu ortaya çıkan bir
durumdur. Bu açıdan da bundan sonra da belirli düzeyde gerilim alanı olmaya
devam edecektir.
Görünüşte Kürtlerin bir kazanç elde ettiği
düşünülebilir. Kerkük’e Kürtler hakim olmuştur, ancak bir bütün olarak ve uzun
vadeli düşünüldüğünde Kürtlerin Kerkük dahil bulundukları tüm alanlarda kendi
kendilerini yönetmelerini sağlayacak, sadece Güney Kürdistan'da değil,
Rojava’da, Rojhilat’ta, Bakur’da Kürtlerin yaşadığı bütün coğrafyada, illerde,
ilçelerde, hatta köylerde kendi kimlikleriyle, kültürleriyle kendilerini yönetecekleri
özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirecekleri doğru stratejisi böyle midir?
Bu tartışmalı bir konudur. Çünkü Kürtler İran'da, Irak'ta, Suriye'de, Türkiye'de
bu topluluklarla iç içe yaşamışlardır. Bu yönüyle sınır çekmek, sınır çekerek tüm
Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını garantiye almak mümkün değildir. Aslında
bütün toplulukların ister Kürt olsun, ister Türk, Fars, Arap olsun kendi
kimlikleriyle, kültürleriyle özgürce yaşayacağı tek model demokratik ulustur.
Demokratik ulus dışındaki tüm etnik ve ulusal, dinsel etkinlik kurma çabaları
mutlaka bir yerlerde birilerinin diğerlerini tasfiye etmesi, etnik ve inançsal
soykırım yaratmasıyla sonuçlanır. Çünkü mevcut durumda farklı etnik ve dinsel
toplulukların sorunlarını demokratik ulus modeli dışında çözme politikası sürekli
gerilim yaratacak ya da etnik ve dinsel toplulukların belirli alanlarda kültürel
soykırımlarıma uğratılmaları ve zorla göç ettirilmeleri gibi durumlar ortaya çıkaracaktır.
Tüm bunların önüne geçecek; hiçbir kültürel soykırıma, göçertmeye, ötekileştirmeye,
baskı ve zulme fırsat vermeyerek özgür ve demokratik yaşamı sağlatacak tek
proje demokratik ulus projesidir. Bu proje temelinde Kürtler bulundukları her
yerde daha kazançlı çıkacaklardır. Bu proje Türkiye, Suriye, İran ve Irak'ta
uygulandığında tüm Kürtler bulundukları coğrafyada özgür ve demokratik yaşama
kavuşacaklardır. Ya da Kürdistan coğrafyası gerçek bütünlüğüne, gerçek büyüklüğüne
ve birliğine ancak bu temelde ulaşır. Bu gerçekliğin özellikle görülmesi
gerekir.
Öte yandan Kürtlerin Ortadoğu'da varlıklarının
ve özgürlüklerinin güvenceye alınmasının
yolu herhangi bir dış destek ya da uluslararası ve bölgede yaşanan çelişkilerden
yararlanarak kendini var etmek değildir. Ya da bir sınır çekerek kendi varlığını
ve özgürlüğünü sağlayacağını düşünmek değildir. Bunlar Ortadoğu'nun binlerce yıllık
tarihi ve yakın tarihi siyasal gelişmeleri düşünüldüğünde Kürtlerin özgür ve
demokratik yaşamı açısından kalıcı güvence teşkil edemezler. Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamının en
temel güvencesi, bölge ülkelerinin ve bir bütün olarak Ortadoğu'nun
demokratikleşmesi ve özgür yaşam ortamına kavuşmasıyla mümkündür. Özcesi,
Ortadoğu'nun demokratikleşmesi, tek tek ülkelerin demokratikleşmesi, bu temelde
Kürtlerin özgür ve demokratik yaşam sorunlarının çözümü Kürtler açısından en doğru
çözümdür, en fazla kazandıran çözümdür. Özellikle de ezilmiş bir topluluk
olarak bütün temel haklarına bulundukları her yerde kavuşmasını sağlayacak olan
böyle bir projedir. Bunun dışındaki her proje Kürt’ün bütünlüklü özgürlükçü ve demokratik yaşamını sağlamayacak,
bir parçasında belki bazı imkanlar ortaya çıkacak, ama birçok yerde de Kürt’ün
kültürel soykırıma uğraması, asimilasyonla yok edilmesi gibi sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
KDP’nin politikası Kürtleri zayıf düşürüyor
Nitekim en somut örnek Türkiye! Türkiye
neredeyse Güneybatı’yı tümden asimilasyona ve kültürel soykırıma uğratmıştır.
Kuzey Kürdistan'ın Kuzeyi ve belirli bölgelerde
bu yönlü politikalar izlemektedir. Türk devleti Kürt’ün kendi kimliğiyle yaşamını
bazı yerlerle sınırlı tutmaya çalışmaktadır. Milliyetçi yaklaşımlar, devletçi
yaklaşımlar da egemen güçlerin bu yönlü politikalarına hizmet edecek bir karaktere
sahiptir. Bu tür anlayışların sonucu Kürtler ancak sınırlı alanlarda
kendilerinin kimliğiyle, diliyle, kültürüyle yaşama kavuşurlar. Devletçi ve
milliyetçi zihniyet Kuzey Kürdistan'ın yarısının yok edilme durumuyla karşı karşıya
gelmesini sağlayacak sonuçlar ortaya çıkarır.
Bu açıdan bir devletçiğin Kürtler açısından
doğru bir çözüm olacağı yaklaşımı Ortadoğu'nun tarihsel toplumsal gerçekliğine çok
fazla uymamaktadır. Kuşkusuz Kürtler Güney Kürdistan'ın bulundukları her
yerinde, Kerkük’te, Xanekin’de sadece buralarda değil, şu anda KDP'nin terk
ettiği Musul’da da kendi özgür ve demokratik yaşamlarına kavuşmalıdırlar.
Musul’un en azından üçte biri Kürt’tür, çevresi Kürt’tür. Şimdi belli yerlerde
hakim olma adına Musul’daki Kürtlerin
haklarının, hukuklarının bir tarafa itilmesi, buralardan neredeyse vazgeçilmesi,
özgürlükçü ve demokratik bir yaklaşım değildir. Tamamen belirli alanlardaki
hakimiyet kurmaya yönelik milliyetçi, ulus-devletçi bir yaklaşımdır. Kürtlerin
tümünün hak ve hukukunu savunan bir yaklaşım olmamaktadır. Bu yönüyle Irak
genelinde demokratik ulus çizgisinde her toplumun kendi bulunduğu alanda özgür
ve demokratik yaşamını savunacak bir siyasal model ortaya çıkarılsaydı, bunun Kürtlere
kazandırdıkları katbekat fazla olurdu. Şu anda KDP belirli güçlerin desteğiyle
bir devletçik olma peşindedir. Bu konuda kimlerle anlaşmıştır, nasıl bir sonuç çıkacaktır
yakında görülecektir, ama ortada şöyle bir yanlış durum vardır, paradoks vardır:
Özellikle KDP şahsında izlenen yanlış politika vardır. Kürtlerin her parçadaki
haklarını ve hukuklarını güvenceye alma, her parçadaki Kürtlerin haklarını her
yerde savunmak açısından Kürtlerin bir ulusal kongre etrafında ulusal birliğin
gücüne dayanması gerekirken, belli dış güçlere dayanarak bir şey elde etme
yaklaşımı vardır. Bu durum Kürtleri zayıf düşürmektedir.
KDP'nin politikası Kürtleri sadece Kuzey
Kürdistan'da değil, Doğu Kürdistan'da da, Batı Kürdistan'da da, Güney Kürdistan'da
da zayıf düşürmektedir. Kuşkusuz çeşitli
güçlerle ittifak yapılabilir, politika izlenebilir, taktik ilişkiler içine
girilebilir, ama stratejinin esasını çeşitli güçlerle bu tür ilişkilere dayandırmak
değil de, Kürtlerin birliğine dayanan bir yaklaşımla strateji uygulamak, taktik
ilişkilere girmek Kürtlere daha çok kazandıracaktır. Kürtler kendi birlikleri
temelinde çeşitli ilişkilere girdiklerinde özgür ve demokratik yaşamlarını güvenceye
alma stratejisine daha kolay ve daha etkin ulaşacaklardır. Bu açıdan KDP'nin Kürtlerin
haklarını ve hukuklarını savunma konusundaki yaklaşımları yanlıştır. Hep bir
yerlere dayanarak kendine yer açmaya çalışmaktadır. Aslında KDP'nin bu tavrı
KDP'nin kuruluşu sırasındaki bölge siyasal koşullarına göre şekillenmiştir. O dönemde
Kürtler güçsüzdür. Güçsüz oldukları için de KDP ve YNK örneklerinde görüldüğü
gibi şuraya-buraya dayanmışlardır, şuraya-buraya dayanarak varlıklarını sürdürmek
istemişlerdir, şuraya buraya dayanarak politika izlemişlerdir. Belki o günün koşullarında
belli dönemde anlamı olan bu yaklaşımların bugün gerçekten anlamı yoktur. Kürtlerin
çıkarını temsil etmeyen, aleyhinde olan bir yaklaşımdır.
Kürtler 40-50 yıldır büyük mücadele
vererek Ortadoğu'da güç olmuşlardır, Ortadoğu'da örgütlü güç haline gelmişlerdir.
Kürt halkı önemli bir bilinç düzeyine ulaşmıştır. Demokratik toplumcu karaktere
kavuşmuştur. Yani elli-altmış yıl öncesinin Kürdistan'ı yoktur. Elli-altmış yıl
öncesinin KDP gibi örgütlerin zayıflığı nedeniyle belirli güçlerle ilişki kurma
ihtiyacıyla şekillenen politika bugün Kürt gerçeğine uymamaktadır. Bu politika
Kürt’ün kırk-elli yıldır yürüttüğü mücadeleye uymayan, Kürt gerçeğini
anlamayan, buna dayanmayan, buna dayanarak politika yapmayan bir yanlış yaklaşımın
ürünüdür. Bu yanlış ve Kürtlerin bugünkü gerçeğiyle uyuşmayan politik tarzın bırakılması
gerekmektedir. Kürt kırk-elli yıl önceki Kürt değildir. Artık askeri gücü de
vardır, siyasi gücü de vardır, ekonomik gücü de vardır. Bölgede artık Kürtler
var olmadan istikrar sağlanamaz, yeni bir siyasi sistem kurulamaz. Eskiden
bunlar olabilirdi, Kürtleri kendine yedekleyebilirlerdi; ama artık Kürtler bu
durumda değildir. Bırakalım yedeklenmeyi, Ortadoğu'da inisiyatif alabilecek ve
Ortadoğu politikasında en etkili hale gelebilecek bir ulusal-toplumsal gerçeğe
ulaşılmıştır.
Kürtlerde demokratikleşme bilinci,
demokratik zihniyet çok gelişkindir. Ne Türklerde, ne Araplarda, ne Farslarda
olmayacak demokratik ve özgürlük bilinci Kürtlerde vardır. Kürtler buna
dayanarak doğru politikalarla inisiyatif alabilir, bütün Ortadoğu'nun
politikalarında etkin hale gelebilirler. Türkiye'nin politikalarında, İran’ın,
Irak’ın, Suriye’nin politikalarında etkin hale gelebilirler. Kürtler artık böyle
bir ideolojik ve siyasi güce ulaşmıştır. KDP hala bu gerçekliği görmeden elli yıl
önce babasından öğrendiği politikalarla işleri yürütmeye çalışmaktadır. Bu, Kürtlerin
çıkarını savunmak değildir. Bu Kürtlerin
demokratik toplum gücüne dayanmayan, Kürt halkına dayanmayan, sadece dış
güçlere ya da bölgedeki denge çatışmalarına dayanan politika yapmaktır ki,
bunun güvencesi de yoktur, geleceği de yoktur. Esas dayanılması gereken güç Kürtlerin
kırk-elli yıldır yürüttükleri mücadeleyle
ortaya çıkardıkları halk gerçekliği ve Kürtlerin birliğine dayalı ortaya çıkan
güç olmalıdır. Bu birliğe dayanılırsa o zaman diğer güçlerle yapılan
politikalar anlamlı hale gelir, değerli hale gelir, Kürtlere kazandırır. Kürtlerin
birliğine dayanıldığında tüm diplomatik ilişki ve girişimler Kürtlerin etkin
olmasında rol oynar. Ama şimdi ortaya çıkan Kürt halk gerçeği dikkate alınmadan
yapılan politikalar Kürt’ü zayıf düşürmektedir, politikasız bırakmaktadır ve
gelecek açısından tehlikelerle karşı karşıya getirmektedir.
Ulusal birliğe göre politika üretmek Kürtlere kazandırır
Öte yandan bugün sadece Güney Kürdistan
değil, bütün parçaların özgür ve demokratik yaşamını güvenceye alacak imkanlar
ortaya çıkmıştır. KDP şimdi sadece Güney parçasını dikkate alarak, hatta bütün
parçalardaki özgürlük ve demokratik yaşam mücadelesini kendi kuracakları küçük
Kürdistan’a feda eden politikalar izlemektedir. Bu, çok tehlikeli bir yaklaşımdır.
Nitekim Türkiye'nin KDP ilişkileri bu çerçevededir. Türkiye KDP ilişkilerini
PKK düşmanlığı üzerine kurmuştur. Bu nedenle Türkiye ile KDP ilişkileri bu
kadar sıkıdır. Türkiye hala bütün politikalarını, bütün ilişki ve ittifaklarını
Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme, Kürtleri etkisiz kılma üzerine kurmuştur.
KDP'nin kara kaşına kara gözüne hevesli olduğu için değil; KDP üzerinden Kuzey Kürtlerini, Kürt Özgürlük Hareketi'ni
nasıl etkisizleştiririm politikası ekseninde ilişkiler kurmaktadır. Bir nevi
1960’larda KDP'nin Türkiye ile girdiği ilişkiler çerçevesinde Kuzey Kürdistan'daki
gelişmeleri engellemesinin bir benzeri yaşanmaktadır. 1960’lı yıllarda dünyanın
her tarafında ulusal kurtuluş hareketleri gelişirken, en geri topluluklar bile
büyük bir mücadele geliştirirken, hatta ulusal kurtuluş mücadelelerini sonuca
ulaştırırken Kuzey Kürdistan'da amiyane deyimle yaprak bile kımıldamamıştır.
Her tarafta ulusal kurtuluş hareketleri gelişirken, Türkiye'de devrimci
demokratik hareket çok güçlü biçimde gelişirken, Kuzey Kürdistan'da sadece DDKO
gerçeğinde olduğu gibi sınırlı bir durum, hareket, kıpırdama ortaya çıkmıştır.
Kaldı ki bu kıpırdamaya zemin olan zihniyet dünyasını temsil edenlerden Sait Kırmızıtoprak
Türkiye'nin isteğiyle katledilmiştir. Türkiye Sait Kırmızıtoprak ve onun gibi düşünenleri
kendisi için tehlikeli gördüğünden KDP eliyle onları saf dışı etmiştir. Türkiye
bu politikayı bugün güncelleştirmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz eskisi gibi
yapmamakta, sadece İstihbarat örgütleriyle kurulan ilişkilerden öte, çok
boyutlu yeni ilişkiler kurarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni etkisizleştirmek
istemektedir.
Bu
açıdan mevcut KDP'nin Irak ve Ortadoğu genelinde izlediği politika yanlıştır. Türkiye
eksenli bir politikanın Kürtlere fayda getirmeyeceği açıktır. Çünkü Türkiye
hala Kürt düşmanlığında öncüdür. Kürtlerin sadece Kuzey’de değil, Rojava’da, Doğu’da,
her tarafta özgür ve demokratik yaşamını kazanmaması için çaba göstermektedir.
Bu konuda gerektiğinde İran’la da Suriye ile de rahatlıkla ilişki kurabilmektedir.
Başka konularda çatışsalar bile, sıra Kürt konusuna geldiğinde ortak
davranabilmekte, birbirlerinin Kürt politikasını gözetmektedirler. Türk
devletinin hala Kürtleri kültürel soykırıma uğratmak isteyen bir siyasi sömürgecilik
politikası izlediği gerçeği ortadayken AKP ittifakına dayanan bir politika
izlemesi yanlıştır. Bu politika, Kuzey Kürtlerini güçsüz düşürmektedir. Hatta
Kuzey Kürdistan'daki Kürt sorununun çözümünü güçlendiren değil, zayıflatan
etkendir. Bazen KDP ya da sözcüleri biz de sorunun çözümünü istiyoruz deseler
de, KDP ile ilişkileri Türkiye'nin sorunu çözmesine değil, sorunun çözümsüzlük
politikasında ısrar etmesine neden olmaktadır. Bu gerçekliğin görülmesi
gerekir.
Bu kadar gelişme varken, Ortadoğu'da yeni
dengeler kurulmak istenirken mevcut kaos ortamından Kürtlerin güçlü çıkması açısından
ulusal birlikleri çok önemlidir. Ulusal birliğe dayanarak politika üretmek; Türkiye'ye
değil, Suriye'ye değil, şu bu güce değil, Kürtlerin birliğine dayanarak
politika üretmek önemlidir. Ancak öyle olursa o zaman İran ilişkisi, Türkiye
ilişkisi, Suriye ile Irak ile ya da Batıyla, Avrupa, ABD ile Rusya ile
kurdukları ilişkiler Kürtlere kazandırır. Yoksa mevcut anlayışla kurulan ilişkiler
Ortadoğu'da etkin olan, aktör olan güçlerin yedeğine düşme gibi bir durum
ortaya çıkarır. Bu da sonuçta Kürtlerin bütün parçalarındaki özgür ve
demokratik yaşamına güç kazandırmaz. Belki Güney Kürdistan'daki bazı şehirler
KDP'nin ya da bazı grupların, Güneyli siyasi güçlerin kontrolüne girebilir, ama
izlenen yanlış politikalar diğer parçalardaki özgürlük ve demokrasi mücadelesini
güçlendirmez. Kaldı ki böyle bir durumda da Güney Kürdistan varlığını ne kadar
sürdürebilir, özgür ve demokratik yaşamını ne kadar güvenceye alabilir bu da kuşkuludur.
Bu açıdan Güney Kürdistan'ın da özgür ve demokratik yaşamının güvenceye alınması
ve mevcut kazanımların sürdürülmesi açısından da KDP'nin bütün parçaların çıkarlarını
gözeten ve ulusal birliğe dayanan bir politika yürütmesi gerekir. Güney Kürdistanlı
siyasi güçlerin böyle bir yaklaşım içinde olmaları hem genel ulusal çıkarlar
hem de Güney Kürdistan'ın geleceği açısından önem arz etmektedir. Yoksa bencil,
sadece birkaç şehri kontrol etme, petrol gelirlerini elde etme, bunun üzerinden
yaşama gibi yaklaşımlar tarih ve toplum karşısında bu güçleri sorumlu duruma düşürür.
KDP-Türkiye ilişkileri ciddi tehlikeler
taşıyor
Türkiye mevcut gelişmelerden doğru sonuç çıkarmıyor.
Her ne kadar çözüm süreci açısından bir çerçeve yasasından söz edilse de
politikalar esas olarak Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamına saygı duyan, Kürt
sorununun demokratik olma temelinde gerçekleşmesi ve kalıcı çözüme ulaşmasını
sağlayan bir yaklaşım içinde değildir. Önder Apo ve hareketimiz Türkiye'ye uzun
dönemden beri Misak-i Milli’nin güncelleşmesi temelinde bir politika izlenmesi çağrısı
yapmaktadır. Yani Kürtlerin tasfiyesi üzerinden, Kürtlerin soykırıma uğratılması
üzerinden değil, Kuzey Kürdistan'da Kürt sorununu çözerek bütün Kürtlerle
demokratik ittifak içinde bir Ortadoğu politikası izlemesinin daha doğru olacağını
vurgulamaktadır. Bu açıdan Kürt sorunun çözümü Türkiye'ye de kazandıracaktır.
Ama Türkiye Kuzey Kürdistan'da Kürt sorununu çözerek, bu temelde Güney Kürdistan’la,
Rojava’yla, Güney Kürdistan’la, yine Doğu Kürtleriyle ilişki kurarak sınırları
değiştirmeden Misak-i Milli’yi güçlendirip demokratik Türkiye temelinde Ortadoğu'da
etkin olma politikası yerine, Kürtleri tasfiye ederek otoriter bir Türkiye
olmaya çalışmaktadır. Bu temelde Osmanlı ya da yeni Selçuklu diyebileceğimiz
otoriter olmaya dayalı yeni bir Ortadoğu perspektifiyle hareket etmektedir. Bu
tabii ne Kürtler tarafından ne de demokrasi güçleri tarafından kabul
edilebilecek bir yaklaşımdır.
Kuşkusuz Türkiye Güney Kürdistan’la ilişki
kurabilir, Güney Kürdistan Türkiye ile ilişki kurabilir; ama bu ilişki Kuzey Kürdistan'da
Kürt sorununun çözümü temelinde olduğu takdirde doğrudur ve anlamlıdır. Yoksa
tehlikeli bir ilişkidir. Biz Türkiye'nin kendi Kürt sorununu çözerek hem Güney
Kürdistan'daki, hem Rojava’daki Kürt siyasi güçleriyle ilişki içinde olmasını,
ekonomik, sosyal, kültürel ilişki temelinde sınırlara dokunmadan Misak-i
Millinin güncellenmesini doğru buluyoruz. Bu, demokratik bir politikadır,
demokratik etki politikasıdır. Demokratik gücüne dayanarak bölgede etkili olma
politikasıdır. Böyle etkinlik yanlış değildir. Bu etkinlik demokrasi etkinliğidir,
ekonomik, sosyal, kültürel yaşamın demokratikleşmesi etkinliğidir ki, buna karşı
çıkmak mümkün değildir. Bu emperyalist yayılmacılık değildir, yeni Osmanlıcılık
değildir ya da Selçuklunun hakimiyet alanlarını genişletip bölgeye hakim olma
yaklaşımı değildir. Bu, demokratik zihniyet temelinde demokratik bir model
temelinde etkide bulunmaktır. Ya da demokratik bir model olarak ortaya çıkan büyük
ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeye dayanarak bir etkide bulunmaktır ki, bu
da karşı çıkılacak değil, kabul edilecek, bütün Ortadoğu halklarına kazanç ve
yarar getirebilecek bir etkidir. Ama Türkiye gelinen aşamada böyle bir
perspektifle, böyle bir vizyonla değil,
Kürt Özgürlük Hareketi'ni nasıl sınırlarım, nasıl etkisizleştiririm, nasıl zayıflatırım,
böylelikle bu sorundan kurtulup kendimi bölgede güç yaparak siyasi ve askeri
alanda nasıl etkili olurum biçimindeki bir yayılmacı, hegemon anlayışı temsil
etmektedir ki, bunun Kürtler tarafından da bölge halkları tarafından da kabul
edilmesi mümkün değildir.
KDP'nin geçmişte PKK karşıtlığı üzerinden
parlamento açıp Güney’de bir siyasi sistem kurmasına benzer bir durum eğer KDP
mevcut politikalarından vazgeçmezse yine gündeme gelebilir. 1992’de PKK karşıtlığı
üzerinden Güney’de siyasi bir otorite haline gelme politikası PKK'ye saldırma
temelinde devletini kurma biçiminde kendini ortaya koyabilir. Kürtlerin birliğine
dayanarak değil de, dış güçlere dayanarak ya da dış güçler arasındaki çelişkilerden
yararlanarak kendini güç yapma politikası bu tür tehlikeli ve bütün Kürdistan açısından
onarılması zor olan sonuçlar yaratabilir. KDP-Türkiye ilişkileri mevcut durumda
böyle bir tehlikenin olasılık dışı olmadığını göstermektedir. KDP-Türkiye ilişkilerine
dayanan politikalar sadece Kürdistan’ın geneli açısından değil, Güney Kürdistan’ın
geleceği açısından da çok ciddi tehlikeler taşımaktadır.
Bu politikalar karşısında Önder Apo'nun
demokratik ulus projesini her yerde savunmak gerekmektedir. Bölgede yaşanan
mevcut gelişmeler ve derinleşen kaos ortamında da hem Kürtlerin özgür ve
demokratik yaşamını korumak, hem de demokratik ulus projesinin, bu doğru
projenin bütün Irak, Suriye ve bütün Ortadoğu'da etkin kılınmasını sağlayacak
adımlar atılması gerekmektedir. Bu yönüyle Kürtlerin böyle bir ortamda Irak'ta
da, Suriye'de de, Türkiye'de de, İran’da da aktifleşmesi gerekmektedir.
Rojava’da bunun en doğru yolu, Rojava’daki devrimci demokratik güçlerin
Suriye’nin devrimci demokratik güçleriyle birleşerek bir demokratik ulus
modeliyle demokratik Suriye’nin yaratılmasıdır. Bu açıdan ancak demokratik bir
Suriye'de varlıklarını sürdürebilecek Alevi Araplarla, yine dış güçlerin ve içteki
otoriter ve gerici güçlerin baskısı altında bulunan Sünni Arap toplumuyla bir
demokratik ittifakta buluşmak önemlidir. Yine İslam’ın toplumsal değerlerine
saldıran, tüketici ve bireyci kapitalist modernist politikalara dayanarak
Ortadoğu halklarını güçsüz duruma düşüren kapitalist modernizme, emperyalizme,
dış güçlere karşı çıkan hem radikal demokratik hem de sol güçlerle Suriye'de
bir araya gelmek gerekmektedir. Farklı inanç ve etnik topluluklar olan Süryaniler,
Ermeniler, Dürziler, İsmailer gibi toplulukları bir araya getirerek, kadını, özgür
ve demokratik yaşam özlemi olan gençliği yanına çekerek Suriye'de demokratik
bir ittifak temelinde yeni bir Suriye yaratmak önemlidir. Suriye'de mevcut kriz
ve kaostan ancak toplumun istikrarı, özgür ve demokratik yaşamını sağlayacak
yeni bir siyasal projeyle çıkılabilir.
Bu konuda Rojava devrimci güçleri daha
aktif olabilir. Rojava devrimini sadece askeri güçle savunarak ya da Rojava’ya
kapanarak ayakta tutmak zordur. Rojava devrimini savunmayı, Rojava devrimini güçlendirmeyi
devrimi bütün Suriye’ye taşırıp Suriye’yi bu devrim temelinde yeniden şekillendirmekle
sağlayabiliriz. KDP'nin Irak'ta olduğu gibi Türkiye ile ittifak yapıp Cizre’nin
belirli bölgesini kontrol ederek kuracakları Kürdistan'a dahil etme hesapları
ne Rojava halkı açısından ne de Suriye geneli açısından doğru olan politikalardır.
Bu açıdan da özellikle de Irak’taki durumlar görülerek Suriye'de gerçekten de
demokratik ulus projesini etkili kılmak, güçlendirmek, pratikleştirmek bugün
daha da imkanlı hale gelmiştir. Birçok gücü demokratik ulus çizgisinde Rojava
devriminin Suriye’ye taşırılması ve demokratik Suriye’nin oluşması konusunda
ikna etmek, bir araya getirmek, bunun için bir mücadele gücü ortaya çıkarmak
eskisinden daha da olanaklı hale gelmiştir. Bu yapıldığı takdirde sadece Rojava
devrimi değil, bütün Suriye halkı kazanacaktır. Suriye'de gerçekleşecek
demokratik ulusa dayalı demokratik bir devrim ve bu temelde oluşacak demokratik
Suriye sadece Irak açısından değil, bütün Ortadoğu açısından iyi bir model
olacaktır.
Yaşanan kriz İran’ı tehdit ediyor
Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler her zaman İran’ı
ilgilendirmiştir. Bölge dengelerinin oluşmasında İran’ın pozisyonu her zaman önemli
olmuştur. Hatta İran Ortadoğu dengelerinin kurulmasında her zaman bir köşe taşı
niteliği taşımıştır. İran, bölge dengeleri içinde şöyle ya da böyle yer almadan
Ortadoğu'da göreceli de olsa istikrar sağlamak mümkün değildir. Bu açıdan İran’ın
durumu ve İran üzerindeki politikaları bölgedeki siyasal gelişmeleri her zaman
yakından ilgilendirmiştir. İran, yakın zamana kadar Ortadoğu'daki krizlerden ve
sorunlardan beslenip kendi varlığını sürdürürken, şimdi Ortadoğu'da yaşanan
kriz İran’ı da tehdit eder duruma gelmiştir. 35 yıldır bölge istikrarsızlığından
yararlanarak yaşamını sürdüren İran, gelinen aşamada göreceli bir istikrar
temelinde yaşamını sürdürme çizgisine gelmiştir. Bu yönüyle kapitalist
modernist sistemle belli bir uzlaşı arayışı içine girmiştir. IŞİD’in Irak’taki
etkinliğiyle birlikte bir süredir İran’ın siyasi pozisyonunu güçlendiren Irak şimdi
siyasi pozisyonunu zayıflatır duruma gelmiştir. Normal koşullarda Irak’ın zayıflamasını
kendi çıkarına görebilecek olan İran, mevcut durumda Irak’ın parçalanmasının
kendi üzerinde de etkide bulunacağını düşünerek kaygıyla yaklaşmaktadır. Bu
nedenle ABD ve Batıyla ilişkilerini düzeltme eğilimi hiçbir dönemde olmadığı kadar
İran’da gelişmiş bulunmaktadır. Özellikle Türkiye'nin Ortadoğu'da Sünni mezhep
yanlısı politika izlemesi İran’ı rahatsız eder durumdadır. İran, dışarıda
kendisine yönelik gelişen yönelimleri Kürtlerle anlaşma ve belli bir
demokratikleşme yaşamayla aşabilecekken, bu konumdan uzak olması, İran’ın
giderek daha krizli bir siyasal sürece gireceğini göstermektedir. Bu da başta Kürtler
olmak üzere demokrasi güçlerinin hazırlıklı olmasını gerektirmektedir. Ya İran’ın
demokratikleşmesi temelinde ya da demokratikleşmeyen İran’ın yaşayacağı
sorunlar ortamında inisiyatif alarak İran’ı demokratikleştirme temelinde
sorunlarını çözeceklerdir.
Türkiye'de Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve
demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadeleyle önemli bir demokratik birikim ortaya
çıkmıştır. Gerçekten de Türkiye'deki demokratikleşme birikimi bölgedeki birçok ülkeden fazladır. Hem Kürtlerin
en büyük parçası olan Kuzey Kürdistan'da Kürtlerin demokratik bilinci bütün parçalardakinden
daha fazladır, hem de Türkiye halkının on yıllardır yürüttüğü mücadele Türkiye'de
önemli bir demokrasi ve özgürlük birikimi ortaya çıkarmıştır. Eğer bunu doğru
değerlendirilirse Türkiye'yi demokratikleştirmek ve Ortadoğu açısından bir
model haline getirmek mümkündür. Ama bu modellik Demirel’in ya da Erdoğan’ın
modelliği değildir. Bölge ülkeleri üzerinde hakimiyet kurma modeli değildir. Ya
da Ortadoğu'ya kapitalist modernite ajanlığı yapacak, kapitalist moderniteyi taşıracak
bir model değildir. Kuşkusuz maddi uygarlığın temsilcisi ABD, Avrupa Türkiye üzerinden
Ortadoğu'yu fethetmek istemektedirler. Türkiye’yi Ortadoğu'yu fethetmede beşinci
kol olarak, koç başı olarak kullanmak istemektedirler. Böyle bir yaklaşım vardır.
Gerçekten de Ortadoğu'da Batı için, ABD için bu yönlü rol oynayacak en uygun ülke
Türkiye’dir. Diğer yandan da hem Batının, Avrupa’nın bu yönlü hegemonik
politikalarına karşı çıkacak, hem de Ortadoğu'da halkların toplumsallığını saptırarak
sapkın bir toplumsallık temelinde Ortadoğu'daki kaosun derinleşmesinde rol
oynayan güçlere karşı doğru alternatifi temsil edecek ve doğru bir model olacak
bir Türkiye gerçeği vardır. Eğer Türkiye'nin demokrasi güçleri ve Kürt Özgürlük
Hareketi bu gerçeği iyi görür, HDP somutunda olduğu gibi Türkiye'nin
demokratikleşmesinde güçlü bir hamle yapabilirlerse, bu pratikleşebilirse gerçekten
Türkiye'nin Ortadoğu'nun kaderini değiştirecek, geleceğini belirleyecek bir rol
oynaması söz konusu olacaktır. Tabii bunu söylerken Ortadoğu'nun geleceğini
pozitif anlamda belirleyecek bir rolden söz etmekteyiz.
Tabii bu rolü oynamada da Kürtlerin varlığı
çok çok önemlidir. Bugün Önder Apo'nun projesi, düşüncesi kesinlikle Ortadoğu için
tek çözüm seçeneğidir. Hem ideolojik olarak, hem toplumsal ve siyasal yapılanma
olarak çözüm Önder Apo'nun demokratik ulus ve demokratik özerklik projesinde
vardır. Demokratik konfederal temelde bütün toplulukların demokratik özerk yaşaması
Ortadoğu'daki sorunların çözümü için tek yoldur. Bu açıdan demokratik ulus
anlayışının Türkiye'de, Ortadoğu'da hakim kılınması belirttiğimiz demokratik
konfederalizme dayalı demokratik özerkliği sağlatacaktır. Demokratik özerklik ülkelerin,
toplulukların birbirinden kopmasını değil, etnik ve dinsel toplulukların, bütün
toplulukların birbirine daha fazla yakınlaşmasını,
daha fazla bir bütün hale gelmesini sağlayacaktır. Bütünlük böyle bir
demokratikleşmeyle olacaktır. Demokratik topluma dayalı farklılıkların
birbirini tamamladığı, kimliğini ve özgürlüğünü tanıdığı, her farklılığın kimliğini
ve özgürlüğünü demokratik özerklik biçiminde yaşadığı bir Türkiye'de, bir Ortadoğu'da
bütünleşme daha fazla gerçekleşecektir.
HDP bütün Türkiye’nin partisidir
Türkiye çözüm sürecine yasal çerçeve
olacak tasarıyı meclise bir bütünleşme projesi olarak sunmuş. Bütünleşme projesi ancak ve ancak Kürtlerin özgür ve
demokratik yaşamını tanımakla mümkündür. Öyle söylenildiği gibi terör sorununu çözeceğiz
demek, PKK geldi bu birliği bozdu, PKK'yi tasfiye eder birliği sağlarız demekle
bütünleşme sağlanamaz. Kürtleri yine Türkiye içinde etkisiz bir hale getiririz,
bütünlüğü böyle sağlarız yaklaşımı sakattır. Bu yaklaşımla ne Kürt sorunu çözülebilir,
ne Türkiye'nin birliği sağlanabilir ne de Ortadoğu'da birlik ve bütünleşme sağlanabilir.
Ortadoğu'da birlik ve bütünleşme nasıl gerçekleşecek? Türkiye'nin projesi ve
anlayışıyla gerçekleşebilir mi? Türkiye Kürt sorununu çözerek birliğini sağlarsa
Ortadoğu'da gerçekten sorunların çözülmesi temelinde Ortadoğu halklarının birliği
ve dayanışması sağlanabilir. Herkes Türkiye gibi yaparsa Türkiye'de de savaş ve gerilim devam
eder, Ortadoğu'da da savaş ve gerilim
devam eder. Bu bakımdan bütünleşme projelerini de doğru ele almak gerekir. Bütünleşme
projeleri, her türlü etnik ve dinsel kimliğin kendi kimliği ve kültürüyle
kendini örgütleyerek, her farklı topluluk kendi demokratik toplumuna dayanarak
demokratik konfederalizm temelinde demokratik özerk yaşamlarını sağlamayla başarılı
olabilir. Böylelikle de bütün sorunlar çözülecek,
hiçbir etnik ve dinsel topluluk diğerinden rahatsız olmayacak, bu temelde tam
demokrasi, radikal demokrasi yerleşecek, emekçilerin de kadının da gençliğin de
bütün farklı toplumsal kesimlerin de sorunları çözülecektir. Ama bu, belirttiğimiz
gibi gerçek anlamda bir bütünleşme zihniyetiyle olabilir. Bu yönüyle Türkiye'de
yeni çıkarılmak istenen müzakere çerçevesi yasası doğru ele alınırsa rolünü
oynayabilir. Yoksa sorunları derinleştirmekten, ileride daha büyük sorunlara,
gerilim ve çatışmalara yol açmaktan başka bir sonuç vermez.
Bu çerçevede Türkiye'deki HDP projesini önemsemek
gerekiyor. Sadece Türkiye'de değil, Suriye'de de, Irak'ta da, İran’da da bir
HDP projesine ihtiyaç vardır. HDP gibi bütün farklı etnik ve dinsel toplulukları
bir arada toplayacak bir genel partiye ihtiyaç vardır. Tabii ki HDP’nin Kürdistan'da,
Karadeniz’de, Ege’de farklı örgütlenmeleri bulunabilir. Nitekim Karadeniz’in
HDK’si, Ege’nin, Akdeniz’in, Kürdistan’ın, Trakya’nın kendine göre bir HDK’si
olur. Yerel HDK’ler HDP’nin toplumsal zeminini sağlayacak kurumlaşmalar ve
kongreler olur. Böyle olursa gerçekten de toplumun siyasete, toplumsal yaşama
katıldığı radikal demokrasi gerçekleşir. Bu açıdan HDP projesi çok önemsenmelidir.
Gerçekten de Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt halkının özgürlüğünü
isteyen herkes bu projeye destek vermelidir. Kürt sorununun demokratik çözümü
bu projenin güçlenmesiyle gerçekleşecektir. Kürt sorununun çözümünün gerçekleşmesinde
bu partinin rolünü herkes görmelidir. Bu, geçici bir rol değildir; sadece Kürtlerin
partisi değildir, sadece Karadeniz’in partisi değildir, bütün Türkiye'nin
partisidir. Bütün Türkiye'ye yönelik siyaset yapacaktır, ama temel sorunlarla
yakından ilgilenecektir, Kürt sorunuyla ilgilenecektir, Alevi sorunuyla
ilgilenecektir, emekçi sorunlarıyla ilgilenecektir, her türlü etnik ve dinsel
toplulukların sorunlarıyla ilgilenecektir, kadın sorunuyla ilgilenecektir, gençliğin
sorunuyla ilgilenecektir. Bütün sorunları kendi sorunu olarak görecektir. En başta
da Kürt sorunu gibi, Alevi sorunu gibi Türkiye'nin temel sorunu haline gelen
toplulukların sorunlarına çözüm bulmak önemlidir. Bunlarla yakından ilgilenmek
bir Kürt partisi ya da bir Alevi partisi olmayı gerektirmez. Türkiye'nin hangi
partisi olursa olsun Türkiye'nin bu en temel sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır.
Zaten AKP şimdi sabahtan akşama kadar Kürtlerle, Kürt sorunuyla ilgili değil
midir? Ya da her fırsatta Alevilerle
ilgili değerlendirmeler yapmıyor mu? Demek ki Türkiye'nin en temel sorunları
bunlar, bunlar hükümetin önüne geliyor. O zaman tabii ki HDP de bu temel
sorunları önceliğine alacak ve çözmeye çalışacaktır. Kuşkusuz Türkiye'nin tüm
diğer bölgelerinin sorunlarını da kendi gündemine alacak, bu konuda sorunları çözmeye
çalışacak örgütlenmeler yaratacaktır.
Halkların Demokratik Partisi kongresini
yaptı, bu önemli bir gelişmedir. Bazı sorunlar olduysa da bunların zamanla aşılacağını
düşünüyoruz. Çünkü Halkların Demokratik Partisi radikal demokratik bir
partidir. Burada sadece bireyler ve şahsiyetler değil de örgütlü toplumlar da
yer alır. HDP, örgütlü toplum gerçeğini de kabul etmek durumundadır. Sadece
bireylere dayanan bir kitle partisi değildir. Artık böyle bir kitle partisi
anlayışı yoktur. Kuşkusuz toplumunun tümünü kucaklayacak bir parti olmalıdır.
Toplumun bütün kesimlerini kucaklayacak bir parti olmalıdır. Azınlık egemenler
dışında, birey olarak değil, örgütlü güçler olarak, örgütlü topluluklar olarak örgütlenen
bir demokratik toplum partisi olmalıdır. Zaten kitle partisi kavramı yerine,
demokratik topluma dayalı parti demek daha doğrudur. Çünkü yeni demokrasi
zihniyeti esas olarak örgütlü toplulukları esas alan karaktere sahiptir. Sosyal
olabilir, siyasal olabilir, inançsal olabilir ama örgütlü toplulukları esas
almak radikal demokrasinin gereğidir. HDP örgütlü topluluklara dayalı bir parti
olursa gerçek radikal demokrat olur. Yoksa sadece bireylerin örgütlenmesine
dayalı bir parti artık eskide kalmıştır. Radikal demokratikleşmeye dayalı parti
bütün toplulukların tabandan örgütlenerek kendi kimliğiyle, kültürüyle farklılığıyla
örgütlenerek oluşturduğu demokratik topluma dayalı partilerdir. Bu temelde örgütlenen
partiler komünal demokratik partiler olabilir, demokratik sosyalist partiler
olabilir. Bu açıdan da HDP'nin önümüzdeki dönemde böyle bir radikal demokratik
parti olma gerçeği çerçevesinde çalışması, kendini örgütlemesi ve böyle bir
topluma dayanarak etkili siyaset yapması gerekmektedir.
HDP projesine karşı hem Kürt cenahından
hem Türkiye cenahından olumsuz yaklaşımlar bulunmaktadır. Aslında her iki
cenahtan milliyetçi ve ulusalcı kesimler HDP projesinden rahatsızdır. HDP
projesine karşı çıkmaktadırlar. Bu, bir yönüyle devletin halklar arası birliği
engelleyerek Kürt sorununu çözümsüz bırakma politikasının parçası olarak gündeme
gelirken, diğer yandan halkların kardeşliğine değil de dış güçlere dayanan işbirlikçilikle
Kürtlerin haklarının savunulacağını düşünen milliyetçi güçler tarafından gündeme
getirilmektedir. Kuşkusuz sol ve sosyalizm düşmanlığı da HDP projesine karşıtlığın
diğer bir nedenidir. Bu tür yaklaşımlara karşı nereden gelirse gelsin tutum
almak, HDP projesini Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından
stratejik bir proje olarak görmek gerekmektedir. Önder Apo’nun yeni
paradigmansa dayalı Kürt sorununu çözümü ancak böyle bir projeyle gerçekleşebilir.
Demokratik güçler mezhep savaşına karşı durmalı
Kuşkusuz HDP’dir, Kürt Özgürlük
Hareketi’dir, bütün demokratik siyasi güçlerin bu dönemde en temel
hassasiyetlerinden biri de mezhepler arası savaşın önüne geçmek olmalıdır.
Mezhepçiliğe karşı siyasal tutum takınmamak gerekir. Belirli siyasal tutumların
içinde belirli inanç toplulukları yer alabilir; ama bu kesinlikle bir mezhebin
diğer mezhebe karşı savaş açması, bir mezhebin diğer mezhebi geriletmesi, zayıflatması
biçimindeki bir yaklaşım olmamalıdır. Sadece siyasi programlar ekseninde bir
ilişkilenme olabilir. Yoksa mezhepçiliğe ve inanç karşıtlaşmasına dayalı yaklaşımlar
karşı devrimci bir yaklaşımdır; insanlık dışı bir yaklaşımdır. Ortadoğu'da şu
anda en karşı devrimci yaklaşım mezhep savaşları başlatmaktır, mezhep savaşları
içinde yer almaktır. Mezhep savaşları kadar tehlikeli, gerici bir durum yoktur.
Mezheplerin gözü kördür. Mezhep savaşlarının olduğu yerde özgürlükçü ve
demokratik her türlü eğilim ezilir. Mezhepçilik kadar tehlikeli bir şey yoktur.
Milliyetçilik ne kadar tehlikeliyse mezhepçilik de o kadar tehlikelidir. Kuşkusuz
mezhepler tehlikeli değildir. Mezhepleri karşı karşıya getirmek tehlikelidir.
Etnik çatışmalara taraf olmamak kadar mezhepçilikte de taraf olmamak gerekir.
Zaten Ortadoğu'daki bugünkü sorunların bu düzeyde çıkmaz hale gelmesinin
nedenlerinden biri de milliyetçilikle mezhepçiliğin iç içe geçmesidir.
Kapitalist modernite Ortadoğu'ya girip
mezhepçilikle milliyetçiliği iç içe geçirerek soykırımlara, halkların
birbirlerini katletmesine neden olmuştur. Bugün Ortadoğu'daki sorunların en büyük
kaynağı mezhepçilikle milliyetçiliğin iç içe geçirilmiş olmasıdır. Mezhepler
belirli bir kültürü, farklılığı ifade etmektedir. Bir anlamları vardır. Nasıl
ki her dinin bir toplumsal işlevi varsa, mezheplerin de vardır. Mezhepleri yok
saymak, ortadan kaldırmak yanlıştır. Ama mezhepçiliğin fanatikleşmesi, milliyetçilikle
bütünleşerek diğer mezheplerin ortadan kaldırılması ya da milliyetçiliğin diğer
mezhepleri yanına alarak farklı hakları yok etmeye çalışması Ortadoğu halkları
açısından çok gerici, çok tahripkar, çok yıkıcı bir durumdur. Bu açıdan özgürlükçü
güçlerin, demokratik güçlerin, sosyalist güçlerin mezhepçilik savaşına karşı
durmaları, halkların mezhepçilik tuzağı içine
sokulmalarının önüne geçmeleri gerekir. Belki de önümüzdeki dönem
demokratların, sosyalistlerin, özgürlükçü güçlerin temel görevlerinden biri bu
tür mezhepçi saflaşmaya karşı çıkmaları, mezhepçiliğe dayanan çatışmaların karşısında
olmalarıdır. Bu konuda toplumu bilinçlendirerek toplumun mezhepçi ve milliyetçi
çatışmalardan uzak tutarak halkların özgürlük ve demokratik yaşamlarına güç vermelidirler.
Bu temelde de özgür ve demokratik yaşamın gerçekleşmesini sağlayarak bütün
mezhep savaşlarının, bütün etnik savaşların zeminin ortadan kaldırılması
gerekmektedir.
Bütün etnik ve dinsel savaşların zeminin
ortadan kaldırılması radikal demokrasi mücadelesinden geçer. Demokratik ulusa
dayalı demokratik özerklik sistemini kurmaktan geçer. Toplumsal ve ekonomik yaşamın
komünal ekonomik temelde kurumlaşmasından, inşasından geçer. Bu açıdan da
Ortadoğu'da kapitalist modernitenin iki yüzyıllık yarattığı tahribatlara, yine
tarihten bugüne devletçi iktidarcı modernitelerin toplumlar üzerinde yaşattığı
büyük acılar karşısında demokratik modernite çizgisinin alternatif çizgi haline
getirilmesi çok önemlidir. Demokratik modernite çizgisi de devletçi ulusa karşı
demokratik ulus, kapitalist modernist, bireyci, endüstriyalist, doğayı tahrip
eden, doğayı ve toplumu bir sömürü malzemesi olarak gören kapitalist modernist
zihniyete karşı eko-endüstriye dayalı demokratik komünalizmi yaşamsallaştırmak,
bütün Ortadoğu'da halklarının gerçekleştirmesi gereken görev haline gelmiştir.
Bu kaos ortamında beklemek Kürtler için tasfiye anlamına
gelir
Türkiye'de mevcut durumda iki gündem var.
Birincisi; Kürt Özgürlük Hareketi'nin yürüttüğü şu anda yaşanan çatışmasızlık
durumunun ne olacağı konusudur. Kürt Özgürlük Hareketi'nin çatışmasızlık konumu
Türk devleti, AKP hükümeti tarafından değerlendirilecek mi? Kürt sorununun çözümü
için adım atılacak mı, atılmayacak mı, bu önemli bir gündem maddesidir. Bu
konuda Kürtler istim üzerindedir. Ortadoğu'da böyle yoğun gelişmelerin yaşadığı
dönemde adım atılmasını beklemektedirler. Ortadoğu'nun bu çatışma ortamında Kürtler
önlerini görmek istemektedirler. Özgür ve demokratik yaşamları konusunda adım
atılmasını beklemektedirler. Yoksa bu kaos ortamında beklemek Kürtler için ölüm
anlamına gelir. Kürtler için tasfiye anlamına gelir. Bu açıdan Kürtler sorunları
demokratik siyasal yollardan çözmek istiyorlar. Demokratik siyasal çözüm
temelinde Türkiye'nin model olmasını, bir model olarak Ortadoğu'da etkin olmasını
istiyorlar. Sadece Türkiye'deki Kürt sorununun çözümünde değil, bütün Ortadoğu'da
Kürt sorununun çözümünde öncü, aktif bir rol oynamasını istiyorlar. Ama böyle
bir yaklaşım yoksa bu, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesi,
yok edilmesi anlamına gelir. Kürtlere yönelik böyle bir politika aynı zamanda Türkiye'nin
hegemon, baskıcı bir rejim yönünde tercih kullanması, baskıcı hegemonik
karakterini bundan sonra sadece Kürtler üzerinde değil, bütün Ortadoğu halkları
üzerinde sürdürmesi anlamına gelir ki, bunun bütün Ortadoğu halkları tarafından
da, demokrasi güçleri tarafından da kabul edilmeyeceği açıktır. Böyle bir
hegemonik zihniyete karşı Kürtler de demokrasi güçleri de mücadeleyi yükseltirler. Türkiye’yi
demokratikleştirip Kürt sorununu çözme temelinde Ortadoğu’da model olmasını,
inisiyatif kullanarak gerçekleştirmeye yönelirler. Çünkü Türkiye'nin de, Ortadoğu'nun
da Kürt sorununu çözmüş ve demokratikleşmiş böyle bir Türkiye'ye ihtiyacı vardır.
Erdoğan ile İhsanoğlu arasında hiçbir
fark yok
Türkiye'deki diğer önemli bir gündem de
cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Kuşkusuz kimin seçilip seçilmeyeceği önemli değildir.
Önemli olan bu seçimlerin demokratikleşmenin
parçası olup olmamasıdır. Yoksa mevcut hegemonik siyasi güçlerin,
partilerin birbirleriyle yürüttükleri
kavganın, iktidar kavgasının bir parçası olan cumhurbaşkanlığı seçimi
de, cumhurbaşkanı da Kürtleri ve demokrasi güçlerini fazla ilgilendirmez. Kürtler
ve demokrasi güçleri bu seçimlerin demokrasi açısından bir anlamı olup olmadığına
bakarlar. Şu anda mevcut durumda cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye'nin
demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü projesinin bir parçası değildir.
Kesinlikle bir demokratikleşme adımı, demokratikleşme fırsatı değildir. Bir
iktidar mücadelesi, güç gösterisi haline getirilmiştir. Bir taraftan Erdoğan,
bir taraftan CHP ve MHP’nin adayının seçime girmesi, Türkiye'deki hegemonik güçlerin,
iktidarcı devletçi sömürücü güçlerin kendi pozisyonlarını güçlendirme mücadelesi
yürüttükleri dışında başka bir anlam taşımamaktadır. Şu andaki pozisyonları
bunu göstermektedir. Bu durum karşısında tabii ki Kürtlerin, Alevilerin, bütün
demokrasi güçlerin, farklı etnik ve dinsel toplulukların kendi adaylarını
ortaya koyup onun etrafında birleşmeleri gerekir.
Erdoğan ile İhsanoğlu arasında ne fark
vardır! Bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur. Kürtler için, demokrasi güçleri için
tercih edilecek bir yanları yoktur. Çünkü
aralarında hiçbir fark yoktur. Herhangi bir tercih kesinlikle hegemonik güçlere yedeklenme anlamına
gelecektir. Türkiye'deki herhangi bir hegemonik gücün kendisini daha da güçlendirmesi
anlamına gelir. Bu açıdan böyle bir seçimde Kürtler hiçbir hegemonik zihniyeti
güçlendirmek istemezler. Bu bakımdan demokrasi güçleri, Kürtler, Aleviler, sol
güçler, emekçiler, kadınlar, gençler gerçekten alternatif bir aday ortaya
koymalıdırlar. Çünkü AKP'nin ve CHP’nin adayı da aynı zihniyet ve vizyondadır.
Zaten Türkiye'deki sorunlar bu nedenle çözülmüyor. Türkiye'nin alternatif bir
zihniyete, alternatif bir seçeneğe ihtiyacı var. Bu seçeneğin gösterilmesi
gerekir. Bu seçeneğin güçlü bir alternatif olduğu ortaya konulmalıdır. Birinci
turda da, ikinci turda da Kürt demokratik güçleri, Aleviler, demokrasi güçleri,
solcular, emekçiler, kadınlar, gençler kendi adayları etrafında toplanmalıdır.
Birinci turda toplanmalı, hatta ikinci tura kalarak kendi adaylarını seçtirebilmelidirler.
Birinci turda ikinci tura kalma mücadelesi verebilmelidirler. İlk önce hedef bu
olmalıdır. Kesinlikle şu ya da bu partiye yedeklenecek bir yaklaşım içinde
olunmamalıdır. Birinci turda kesinlikle ikinci tura kalınmalı, ikinci turda da
hangi aday kalmışsa onunla cumhurbaşkanlığı yarışı olmalıdır. Böylelikle
hegemonik güçlerle demokrasi güçlerinin adayı yarışma içinde olur, bu Türkiye'nin
demokratikleşmesi mücadelesine güç katar; demokratikleşmenin zeminini güçlendirir.
Bu açıdan cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda bu aday desteklenebilir,
ikinci turunda şu aday desteklenebilir hesapları yapmadan sonuna kadar
demokrasi güçleri kendi adayları etrafında çalışmalarını yürütmeli, kendi
adaylarını güçlendirmelidirler. Bu tercihin Türkiye'nin güçlü bir seçeneği olduğunu
herkese göstermelidirler. Bundan daha değerli bir çalışma olamaz. Bundan daha
değerli özgürlük ve demokrasi çalışması olamaz. Bu bakımdan cumhurbaşkanlığı seçiminde
de tüm demokrasi ve özgürlük güçleri iradeli bir tutum göstermelidirler. Kendi
alternatif ve özgür seçeneklerini muğlaklaştırmamalıdırlar. Başka bir gücün
yedeğine sokmamalıdırlar.
Yıllardır sol CHP’nin yedeğine giriyor.
Bundan kurtulmak gerekir. Ya da bazı çevreler AKP'nin yedeğine düşüyor, bundan
kurtulmak gerekir. AKP'nin ya da CHP’nin yedeğine düşerek elde edilecek bir
kazanım yoktur. Alternatif gücü ortaya çıkarmak önemlidir. Alternatif gücü,
duruşu ortaya çıkarmak önemlidir. Bu açıdan da cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtler
kimden yana olacak, demokrasi güçleri kimden yana olacak tartışmasının içine
girilmemelidir. Kürtlerin, demokrasi güçlerinin şundan, bundan yana olma
pozisyonları yoktur, aksine başka güçler gelip demokrasi ve özgürlükçü güçlerden
yana olmalıdırlar. Bunların adaylarını desteklemelidirler. Bir yan olunacak
durum varsa demokrasi ve özgürlükçü güçlerden yana olma durumu olabilir. Yoksa
başka güçlerden yana olma, onların adayını destekleme gibi bir tutumları
olamaz, olmayacaktır da.