BDP MYK toplantısı sonrasında yapılan açıklamada dokunulmazlıkların
kaldırılması tartışmalarına ilişkin olarak, “Milletvekillerini
Meclis’ten alıp cezaevine göndermek nasıl Kürt halkının demokratik
siyaset mücadelesini durduramamışsa, bugün ‘dokunulmazlıkları
kaldıracağız’ tehdidi de, daha ötesi de mücadelemizi ve doğru
bildiğimizi söylememizi, doğru bulduğumuzu yapmamızı
engelleyemeyecektir. Örgütlü bir halkın karşısında hiçbir güç duramaz”
denildi.
BDP, 3 Eylül günü yapılan MYK toplantısının sonuç
bildirgesini yayınladı. Bildirgede, yapılan toplantıda savaşın giderek
derinleştiğinin altının çizildiği belirtilerek, “Savaşın ve Kürt
sorununun adını doğru koymayan ve ‘terör’ sorununu en kısa zamanda
bitireceğini söyleyen Hükümet, bugün savaşın giderek derinleştiğini
gizlemek için baskı ve tehditlerini sürdürüyor. Özellikle Şemdinli’de
yaşanan gerçekliğin üstünü örtmek için, Eşbaşkanımız Sayın Gültan
Kışanak ve beraberindeki heyetin PKK’lilerle karşılaşmasının gerçekçi
bir analizini ‘dokunulmazlık’ tehdidiyle örtmeye çalışıyor” denildi.
Bildirgede, bölgede belli bir bölgenin PKK’nin denetiminde olduğunun net
olduğu vurgulanarak, Şemdinli’ye giden heyetin basın mensupları ile bu
gerçekliğe tanık olduğu kaydedildi.
Yaşananların hükümetin
güvenlikçi politikalarının iflas ettiğinin kanıtı olduğunun vurgulandığı
bildirgede, “Hükümetin ‘güvenlikçi’ politikaları işe yaramadığı gibi
savaş ve çatışmayı daha da derinleştirmiştir. BDP’nin 8 bin
siyasetçisini cezaevine göndermek nasıl BDP’yi bitirememişse, bugüne
kadar parti kapatmak, milletvekillerini Meclis’ten alıp cezaevine
göndermek nasıl Kürt halkının demokratik siyaset mücadelesini
durduramamışsa, bugün ‘dokunulmazlıkları kaldıracağız’ tehdidi de, daha
ötesi de mücadelemizi ve doğru bildiğimizi söylememizi, doğru
bulduğumuzu yapmamızı engelleyemeyecektir. Örgütlü bir halkın karşısında
hiçbir güç duramaz. Bu tartışmalar vesilesiyle Meclis’te bulunan tüm
vekillerin kürsü dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü dışında
dokunulmazlığının kaldırılması konusundaki ısrarımızı bir kez daha
paylaşıyoruz. Kimse hırsızlığın, yolsuzluğun, ihaleye fesat
karıştırmanın siyasetin bir parçası olduğunu ve dokunulmazlık kapsamında
kalması gerektiğini iddia edemez” denildi.
‘HÜKÜMET TETİKÇİLİĞE SOYUNDU’
Bildirgede,
BDP’lilere özel çıkarılacak bir dokunulmazlık yasasının “bölücülük”
olduğu, bunun yapılması durumunda Türkiye’nin
demokrasiden daha da uzaklaşacağı kaydedildi. Bildirgede, “Tüm kayıtlar,
bilgiler elinde olmasına rağmen aylardır Roboski’yi aydınlatamayan,
sorumlularını yargı önüne çıkarmayan hükümet, Antep katliamı sonrasında
hayali failler yaratıp, ardından da ırkçı saldırıları kışkırttı. İç
savaş tetikçiliğine soyundu. Bugün iç savaşı önleyen biricik şey,
partimizin ve partililerimizin halkların kardeşliğindeki ısrarı ve
kendisini savunacak güçte olmasıdır” denildi.
‘TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASI İFLAS ETMİŞTİR’
Hükümetin
sadece Kürtlere karşı değil Alevilere karşı da kışkırtıcı bir tutum
içinde olduğunun işaret edildiği bildirgede, AKP’nin Suriye’de de
savaşın tarafı olduğuna işaret edildi. Türkiye’nin Suriye politikasının
tamamen iflas ettiğinin vurgulandığı bildirgede şu tespitlere yer
verildi: “Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun çok umut bağladığı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye hakkındaki toplantısına diğer
ülkelerin ilgisizliği ve Türkiye’nin önerilerinin reddedilmesi bu
tespitin en önemli kanıtlarındandır. Türkiye, Ortadoğu halklarının Esad
da dahil, tüm diktatörlere karşı mücadelesinin, eşit ve özgür bir
gelecek seçeneğinin yanında olmak yerine, Sünni ve “bölücü” bir cephenin
yanında yer almıştır. Suriye’de Kürtlerin diğer halklarla birlikte
hayata geçirmeye çalıştığı model, hem Suriye tüm Ortadoğu halkları için
yol gösterici olmalıdır. Barış içinde, bir arada, eşit ve özgür bir
yaşam mümkündür.”
‘ÖCALAN’A TECRİDİ KALDIRMAK BAŞLANGIÇ OLABİLİR’
Bildirgede,
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride son verip çözüm sürecine
katılımını sağlamanın bir başlangıç olabileceği vurgulanarak, aksi
taktirde savaşın ve çatışmaların şiddetleneceğinin ortada olduğu
kaydedildi. Bildirgede, “4+4+4” eğitim sistemine de vurgu yapılarak, “66
aylık çocuğunu okula göndermek istemeyen velileri ‘ihanetle’ suçlayan,
çocukların ‘gerizekalılıkla’ tescilleneceğini söyleyen Başbakan’ın
ardından, Milli Eğitim Bakanı Dinçer de bu sistemin çocuklara erken
yaşta Türkçe öğretmeyle bağını kurdu. Bilimsel olmayan, ırkçı,
cinsiyetçi ve ‘dindar nesil yetiştirmeyi amaçlayan’ bu eğitim sistemi
bütün çocukların geleceğini etkiliyor. Öte yandan Çocuk Hakları
Sözleşmesi’nin en temel maddelerinden olan anadilde eğitim, başta Kürt
çocuklar olmak üzere pek çok çocuğa çok görülüyor. Bu eğitim sistemini
teşhir etmeye ve karşı durmaya devam edeceğiz” denildi.
BDP’Lİ MİLLETVEKİLLERİ TUTUKLU GAZETECİLERİN DURUŞMASINA KATILACAK
Bildirgede,
ayrıca MYK toplantısında alınan kararlar sıralandı. BDP MYK toplantısı
sonrası alınan kararlar ise şöyle: “Gelişmeler, ‘Öcalan’sız savaşın
yürütüldüğünü fakat Öcalan’sız barışa yürünemediğini’ göstermiştir”
denilerek başlatılan “Öcalan’a Özgürlük” kampanyası partimiz tarafından
desteklenecek, .http://imza.la/ocalan-a-ozgurluk adresinden imzaların
toplanmasına destek sağlanacaktır. Özgür Gündem gazetesinin düzenlediği,
Özgür basın çalışanlarının ilk duruşmasından önce 8 Eylül’de
gerçekleşecek yürüyüşe ve 10 Eylül’deki duruşmaya Eşbaşkanımız Gültan
Kışanak ve milletvekilleri katılacaktır. Bir grup milletvekilimiz
Antep’te ırkçı saldırılara maruz kalan il ve ilçe örgütlerimizi ziyaret
edecektir. 15 Eylül’de Eğitim Sen’in düzenlediği, eğitimdeki 4+4+4
sistemine karşı ve anadilde eğitimi içeren taleplerini dile getireceği
mitinge destek verilecek ve katılınacaktır. Üç büyük Alevi
Federasyonu’nun 30 Eylül’de Ankara’da gerçekleştireceği Laik Demokratik
Türkiye İçin Eşit Yurttaşlık Mitingi’ne katılım sağlanacaktır. 17
Eylül’de Eşbaşkanımız dış basınla buluşacaktır. İllerde ve Bölgelerde
oluşan kongre komisyonları; partimizin ezilenlerin, sömürülenlerin,
dışlananların sesi olarak hem gerçek bir muhalefet olan ve hem de eşit,
özgür bir yaşamın inşasında önemli bir role sahip olduğu bilinciyle 14
Ekim de gerçekleştireceğimiz , İkinci Olağanüstü Büyük Kongre’ye
hazırlanacaktır.”
ANF
HPG gerillalarının Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesi merkezinde
başlattıkları “Devrimci Operasyon” kapsamında düzenlediği eylemlerde 4
Eylül günü 6 askerin öldüğü 5 askerin de yaralandığı bildirilirken, bu
harekat çerçevesindeki eylemlerin Cizre ve Silopi’ye de yayıldığı
belirtildi.
HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM), gerillaların
Beytüşşebap’ta 2 Eylül günü saat 22.00 sularında başlattıkları “Şehit
Adil ve Şehit Nuda Devrimci Harekatı” kapsamındaki eylemleri
hakkında bilgi verdi.
“2 Eylül günü gerilla güçlerimiz
tarafından Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde başlatılan Şehit Adil ve
Şehit Nuda devrimci harekatı devam etmektedir” denilen açıklamada
harekat kapsamında gerçekleştirilen eylemlerin ayrıntılarına yer
verildi.
HPG gerillalarının 4 Eylül günü saat 16.00 sularında
Beytüşşebap’a bağlı Çeper tepesine yönelik bir eylem gerçekleştirdiğinin
duyurulduğu açıklamada, “Gerillalarımız aynı gün Beytüşşebap’a bağlı
Gunî tepesi yakınlarında operasyon girişiminde bulunan işgalci TC
ordusuna ait bir askeri birliğe yönelik de bir eylem gerçekleştirmiştir”
denildi. Açıklamada, bu eylem sonucunda 2 askeri öldürüldüğü, 1 askerin
de yaralandığı bildirildi.
Gerillaların yol kontrollerine de
devam ettiğine dikkat çeken HPG-BİM, 4 Eylül günü 16.00-18.00 saatleri
arasında Beytüşşebap-Şırnak yolu üzerinde bir yol kontrolü
gerçekleştirildiğini duyurdu. Durdurulan araçlarda kimlik kontrolü
gerçekleştiren gerillaların toplanan halka devrimci harekat ve süreç
gelişmeleri hakkında bilgilendirmede bulunduğu belirtildi.
TUGAY BİNASI ALEV ALDI
Harekatın
ikinci günü gerillalar tarafından gerçekleştirilen bir eylem hakkında
da bilgi veren HPG-BİM, hedef alınan tugay komutanlığının alev alarak
yandığını bildirdi. “3 Eylül günü gerillalarımızın Beytüşşebap tugay
komutanlığına yönelik gerçekleştirdikleri eylemdeki şiddetli patlama
nedeniyle tugay binasında yangın başlamıştır” ifadelerine yer verilen
açıklamada eylemdeki ölü ve yaralı asker sayısının tespit edilemediğini
belirtti.
ÇATIŞMALAR SÜRÜYOR
Türk ordusunun operasyon
girişimlerine karşı gerillanın karşılık vermesi üzerine bugün sabah
06.00’da başlayan çatışmaların halen devam ettiği bildirildi. “Bugün
saat 06.00 sularında işgalci TC ordusu Beytüşşebap’a bağlı Kerko,
Beybun, Meydan Zengîlê ve Kêjalê alanlarına yönelik bir operasyon
girişiminde bulunmuştur. Operasyon girişimine karşılık veren
gerillalarımız ile işgalci TC ordusu askerleri arasında yer yer
çatışmalar yaşanmaktadır” denilen HPG-BİM açıklamasında çatışmaların
ayrıntılarının netleşmesi ardından kamuoyuyla paylaşılacağı vurgulandı.
ÇATIŞMALAR CİZRE VE SİLOPİ’YE YAYILIYOR
HPG-BİM’e göre
Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerinde de “Şehid Adil ve Şehit Nuda
Devrimci Operasyonu” kapsamında eylemler gerçekleştirildi. HPG-BİM
açıklamasında 3 Eylül günü saat 23.15 sularında Şırnak’ın Cizre ilçesi
sınır hattında bulunan bir karakola yönelik gerçekleştirilen eylemde 2
askeri öldürüldüğü, 4 askerin de yaralandığı belirtildi.
Beytüşşebap
harekatının başladığı saatte Silopi’de de bir eylem
gerçekleştirildiğini ifade eden HPG-BİM, “2 Eylül akşamı saat 22.00
sularında Silopi merkezde bulunan özel harekat polislerine yönelik
gerçekleştirilen eylemdeki ölü ve yaralı polislerin sayısı ise tespit
edilememiştir” dedi.
ŞEMDİNLİ’DE YOL KONTROLLERİ SÜRÜYOR
Öte
yandan HPG-BİM, HPG gerillalarının Şemzinan’da (Şemdinli) 23 Temmuz
gününden beri devam eden alan hakimiyeti çerçevesinde 4 Eylül günü de
rutin yol kontrollerinin devam ettiği bilgisini verdi.
Açıklamada,
“4 Eylül günü 10.30-18.00 saatleri arasında Hakkari’nin Şemdinli
ilçesiyle bu ilçeye bağlı Gerdiya alanı arasındaki yolda gerillalarımız
tarafından bir kontrolü gerçekleştirilmiştir” diye belirtildi. HPG-BİM,
gerillaların durdurulan araçlarda kimlik kontrolü gerçekleştirdiği ve
toplanan halka süreç hakkında bilgilendirmede bulunduğunu belirtti.
Türk
ordusunun bombardımanlarını sürdüğüne de dikkat çeken HPG-BİM “işgalci
TC ordusu”nun 5 Eylül günü 02.00-03.00 saatleri arasında Hakkari’nin
Şemdinli ilçesine bağlı Goman dağı ve çevresine yönelik savaş
uçaklarıyla bir bombardıman düzenlediğini duyurdu.
DARBE ALAN HELİKOPTER DÜŞTÜ
4
Eylül Salı günü bir helikopterin acil iniş yapmak zorunda kaldığı
bilgisini veren HPG-BİM, bugün yeni bir açıklamada bulundu. “Dün yapmış
olduğumuz açıklamada Hakkari’nin Yüksekova ilçesinden Şemdinli’nin
Goman dağına hareket eden skorsky helikopterin Şapata köyü yakınlarında
vurulduğunu, darbe alan helikopterin Radiolink tepesine zorunlu iniş
yaptığı bilgisini kamuoyuyla paylaşmıştık” denilen açıklamada vurulan
skorsky helikopterin Radiolink tepesine acil iniş yapmak istediği esnada
düştüğü bildirildi.
ANF
Afyon'da Mete Saraç kışlasındaki mühimmat deposunda yaşanan patlamada 32 askerin öldüğü iddia edildi.
Afyon'da
yayın yapan yerel bir televizyon kanalı olan Kanal 3 olay yerindeki
muhabirinin geçtiği bilgiye dayanarak mühimmat deposunda yaşanan
patlamada 32 askerin öldüğünü öne sürdü.
Haber konusunda henüz Türk yetkilileri resmi bir açıklama yapmadı.
ANF
Türk devletinin sansürcü politikaları sadece Kürdistanla sınırlı değil.
Afyon’da yaşanan patlamanın üzerinden geçen zamana rağmen Türk
yetkilileri kayıp ya da ölü asker sayısı konusunda net bir açıklama
yapmıyor. Yerel kaynaklar cephanelikte bomba sayımı sırasında yaşandığı
söylenen patlamada çok sayıda askerin öldüğünü kaydediyor.
Afyon’un
Ataköy ilçesindeki Mehmet Saraç Kışlasında bugün yerel saatle 21:15
sıralarında büyük bir patlama yaşandı. Mühimmat deposunda el
bombalarının tasnif ve sayımı sırasında yaşanan patlamanın şiddeti tüm
şehirde hissedildi. İnsanlar kendilerini deprem oldu zannederek dışarı
atarken hastanelere 4’ü asker 7 kişi kaldırıldı.
Patlamayla
birlikte büyük bir yangın çıkarken çevreye dağılan mühimmat nedeniyle
yangını söndürme çalışmalarının yürütülemediği bildirildi.
Olayın
ardından yerel bir haber kanalı patlamada 32 askerin öldüğünü iddia
etti. Ulusal kanallar ise patlamanın olduğu sırada depoda çok sayıda
askerin olduğunu ve bu askerlerin akıbetleri konusunda bir bilgi
edinilemediği bilgilerini geçiyor.
Afyon valisi İrfan
Balkanlıoğlu yaptığı açıklamada patlamanın kaza sonucu yaşandığını ve
sabotaj ihtimalinin sözkonusu olmadığını kaydetti.
Belediye
Başkanı Burhanettin Çoban ise patlama nedeniyle bazı askerlerin ölmüş
olabileceğini söyledi ancak net bir sayı vermekten kaçındı.
Suriye’nin başkenti Şam’da 5, Batı Kürdistan’ın Dirbêsiyê kentinde 5 Kürt rejim güçlerince gözaltına alındı.
Suriye
istihbarat elamanları, Şam’da Kürt işçilerin evlerine düzenlediği
baskında 5 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltıların gerekçesi öğrenilemedi.
Sözkonusu kişilerin kentte işçi olarak çalıştığı öğrenildi.
Batı
Kürdistan’ın Dirbêsiyê kentinde de bugün beş kişi gözaltına alındı.
Aynı aileden olan kişilerin, araçla Xennamiye köyünden yola çıkarak
Qamişlo’ya gitmek isterken Dirbêsiyê ve Qamişlo kenti arasında, Zorê
kavşağında durduruldukları bildirildi.
Gözaltına alınanların
Hecî Îsa Sîdo (50), Kawa Sîdo, Mihemed Îso Sido, Azad Îsa Silêman ve
Cihat Hisên Sido oldukları öğrenildi.
Rejim güçleri, Batı
Kürdistan’ın en büyük kenti olan Qamişlo’da da 3 Eylül günü 25 Kürt
gencinin “asker kaçağı” oldukları gerekçesiyle gözaltına almıştı. Bunun
üzerine sokaklara çıkan Kürt gençleri, misilleme olarak Asayiş
güçlerinin de desteği ile 8 polisi gözaltına almıştı. Yüksek Kürt
Konseyi’nin araya girmesi ile yapılan görüşmeler sonucunda bazı
gençlerin serbest bırakıldığı belirtiliyor. Görüşmelerin sürdüğü
öğrenildi.
ANF
Qamışlo'da Yüksek Kürt Konseyi üyeleri Ahmet Silêman, Salih Müslüm ve Sînem Mihemed'le görüşüyoruz.
Salih
Müslüm aynı zamanda PYD Eşbaşkanı. Bu göreve gelmeden önce defalarca
tutuklanıp işkence görmüş, bir süre Suriye dışında kaldıktan sonra son
gelişmelerle birlikte Batı Kürdistan’a geri gelmiş. Üniversite eğitimini
İstanbul ve Londra'da görmüş. Kürtçe ve Arapçanın yanısıra; iyi derece
İngilizce ve Türkçe konuşuyor. Dünya'nın değişik yerlerinden arayan
gazetecilerden dolayı telefonları susmak bilmiyor.
Sinem Mihemed
ise Efrinli, İngilizce öğretmeni. 20 yıl Suudi Arabistan'da yaşamış.
Yaklaşık bir senedir Batı Kürdistan Demokratik Halk Meclisleri
Eşbaşkanı. Yüksek Kürt Konseyinde yer alan 2 kadın üyeden biri.
Ahmet Silêman ise yıllarca Kürdistan Demokrat Parti paralelinde siyaset yapmış, Batı Kürdistan'da saygınlığı olan bir isim. Defalarca Baas rejimi tarafından tutuklanmış, son 8 yılda yurtdışına çıkışı yasaklanmış. Şimdi Yüksek Kürt Konseyi basın sözcüsü...
Yüksek
Kürt Konseyi 10 üyeden oluşuyor. Batı Kürdistan'daki en yüksek siyasi
irade. Üyelerin tümü değişik siyasi parti ve örgütlerde yer almış
insanlar. Kuruluş aşamasında üyelerin tespiti için bazı örgütler
arasında tartışmalar yaşanmış olsa da, mevcut durumda tüm örgütlerin
üzerinde konsensüs sağladığı en üst siyasal yapı.
Yüksek Kürt
Konseyi bünyesinden üç önemli komite kurdu. Siyasal Komite, Savunma
Komitesi ve Dış işleri komitesi. Bu komitelerde tüm örgütlerin temsili
bulunuyor.
Siyasal Komite Batı Kürdistan'daki siyasal eylem ve
etkinlikleri organize ediyor. Savunma Komitesi asayış ve genel
güvenlikten sorumlu. Dış işleri komitesi ise diplomasiden sorumlu. Bu
komitenin yurtdışında alt komiteleri de kuruldu. Siyasal ve savunma
komiteleri bünyesinde bölge ve şehir alt komiteleri kuruluyor.
Peki Yüksek Kürt Konseyi Suriye’nin ve Batı Kürdistan'ın geleceği hakkında ne düşünüyor?
Dünkü yazımızın son bölümünde yer alan sorunun cevabı da burada gizli...
Konsey
bünyesinde yer alan Kürt siyasal parti ve örgütler daha önce Batı
Kürdistan ve Suriye’deki Kürtlerin geleceğine ilişkin değişik perspektif
ve programa sahiptiler. Halen de bu konuda değişik görüşler var. Zaten
böylesi bir konseyin oluşma sebebi de bu değişik görüşleri bir araya
getirmek ve Kürtleri ortak bir programa kavuşturmaktır.
Nitekim
Konsey üyeleri ve doğrudan konseyde üyesi bulunmayan parti ve örgütler
bu konuyu tartışarak ortak bir konsensüse ulaştılar.
Konsey,
'Yeni Suriye’de Kürtlerin bir halk olarak tanınması, bunun anayasada
tanımlanması ve haklarının güvenceye alınmasını' Kürtlerin kırmızı
çizgisi olarak tanımlıyor.
Peki Konsey Suriye’nin geleceği hakkında ne düşünüyor;
Öncelikle
mevcut durumdan memnun değiller. Yaşanan savaşın Suriye halklarının
lehine olmadığını düşünüyorlar. Baas rejiminin kesinlikle gitmesini ve
her kesimden, tüm Suriye'li dinamiklerin içinde yer alacağı yeni bir
yönetim öneriyorlar. Dünya ve bölgesel güçlerle konunun konuşulmasını
benimsiyorlar ancak dış müdahalenin Suriye’nin geleceğini karartacağını
belirtiyorlar. Dış müdahale fikrinin Türkiye gibi 'Kürt karşıtı'
ülkelere ait olduğunu belirtiyorlar. Nitekim Ahmet Silêman, 'Hewler
toplantısında bunu Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun yüzüne
söyledik' diyor.
Ancak Kürtler, 'durum bir sakinleşsin ona göre
bakarız' diye düşünmüyorlar. Kendi yönetimlerini oluşturma ve güvenliği
sağlama çalışması devam ediyor.
Suriye için konuşulan olası iki temel senaryoya 'Kürtler hazırız' diyorlar.
Birinci
senaryo; tüm tarafları bir araya getirmek, herkesin temsil edildiği bir
geçici yönetim oluşturmak ve uzun vadede Suriye’nin bütünlüğü
çerçevesinde sorunu çözmek. Bu senaryoya göre mevcut Baas rejimi
iktidarı bırakacak. Kürtlerin benimsediği proje bu. 'Bu proje hayata
geçerse talebimiz Demokratik özerklik olacak' diyor Salih Müslüm.
Ama
aynı zamanda tarafların birbirinden oldukça uzaklaştığı ve projenin
zemin kaybettiği de herkesin paylaştığı genel bir kanaat. Eğer
Demokratik Özerklik temelinde bir çözüme gidilecekse Kürtlerin üç Özerk Bölgesi olacak; Derik'ten Serekaniye'ye kadar Cizre bölgesi, Kobanê bölgesi ve Efrîn bölgesi.
İkinci senaryo ise Suriye’nin parçalanması, Alevilerin, Sunnilerin, Durzi'lerin, Kürtlerin ayrı ayrı devlet kurması.
Yüksek
Kürt Konseyi bunu tek kelimeyle bir felaket senaryosu olarak
tanımlıyor. Böylesi bir durumda yaşanan savaşın derinleşeceği, mezhep
çatışmalarının uzun yıllar süreceğinden endişe duyuyorlar.
Zaten
Kürt bölgelerinin tek bir Kürt devleti çatısı altında birleşmesi ise
maddi olarak mümkün değil. Zira Cizre ile Kobanê bölgeleri arasındaki
200 km coğrafyaya Sunni Araplar yerleştirilmiş. Kobenê ile Efrin
arasında ise 70 km'lik bir ara bölge var. Mevcut durumdaki savaş en çok
bu bölgelerde yaşanıyor.
Eğer Suriye parçalanırsa bu coğrafik parçalanma Kürtler için bir soru işareti.
Özetle; Kürtlerin gelecek için modeli; Demokratik Suriye Özerk Kürt bölgeleri.
AMED DİCLE
Tartışılacak düşüncesi olmayanların kişiliği tartışma konusu olur.
Türkiye’de bugün düşünce ya hapiste ya da tehdit altında. Hükümete
bağımlı olan gazeteler de böyle bir ortamda, hiçbir değeri olmayan
görüşleri bir “düşünme ürünü” olarak pazarlıyor.
Bu tür
yazarların “düşünerek” ürettiği iddia edilen yazılarında
tartışılabilecek tek bir fikre rastlamak mümkün değil. Okumak için
harcanan vakte yazık. Üreten ve düşünen insan için vakit değerlidir.
Bilgi
ya da kayda değer fikir içermeyen bu yazılar, ayrıca hükümet medyasının
toplumsal psikoloji ve insani duygulara zarar veren yayınlarının bir
parçası olmanın ötesinde anlam taşımıyor. İnsan aklına yönelik birer
saldırı olarak anlam kazanıyor.
Bazı tipler, gazete köşelerinde
yazdıkları yazılar ya da kitap sahibi olmalarının kendilerini “düşünce
insanı” ve “aydın” yaptığını düşünüyor olmalı. Türkiye’deki mevcut
iktidarın entelektüel kapasitesi dikkate alındığında, sözkonusu tiplerin
kendilerini “önemli bir fikir üreticisi” olarak görmelerinde şaşırtıcı
bir durum yok.
Bu açıdan yazar diye geçinenlerin gazete
köşelerinde ya da kitap sayfalarında yazdıkları üzerine yürütebilecek
bir tartışmaya ihtiyaç olmadığı gibi, lüzumsuz bir vakit kaybına yol
açacak.
Tartışılacak bir düşüncesi olmayanlar, zaten tavırları
ile de bunu ortaya koyuyor. Orhan Miroğlu belki bunun son örneği ancak,
ne yazık ki sayıları oldukça fazla.
Sayfalarca cevabı hakkedecek
bir duruşa sahip değil. ANF’yi suçlarken ve bunun üzerinden de yazar
Ahmet Altan’ı vururken, kendisini yeterince ele veriyor.
İnsanoğlunun
deneyimler sonucu elde ettiği birikimler, hiçbir hakaret ve suçlama
içermeyen eleştiriler karşısında bu kadar agresifleşen, tüm bir
konuşması hakaret ve suçlamalardan oluşanların, esasta kendilerini tarif
ettiklerini bize anlatıyor. Bu deneyimler aynı zamanda, esas haksız ve
yalancı tarafın da bu tür refleksleri gösterenler olduğuna ışık
tutuyor.
Tek tek kullandığı ifadeleri yorumlanın ve bunlara
cevap vermenin bir anlamı yok. Bu kadar değeri hakketmiyor. Zira
söylediklerinde suçlamalar ve hakaretlerin dışında, değerlendirmeye veya
doğrulamaya konu olabilecek herhangi bir ifade yok.
Kendisine “yazar”, “aydın”, “gazeteci” sıfatını yakıştıranların sadece bu şekilde gündem olmaları, içler acısı bir durum.
Ortaya
çıkan tablo Türkiye’de mevcut rejimin hem bu mesleklere hem de topluma
reva gördüğü “düşünsel kapasiteyi” gözler önüne seriyor. Bu sadece utanç
verici bir durum. Miroğlu örneği de bir kez daha düşmenin sınırının
olmadığını gösteriyor.
ANF
VEYSİ SARISÖZEN
BDP’li vekillerin dokunulmazlığını kaldırmak, “barışı” boğmak demektir. Anlatalım:
Herkes “barış” der.
Örneğin Türkiye Kıbrıs savaşına “Barış harekatı” adını vermişti.
Bütün
savaş tarihi, savaşan tarafların birbirlerini “savaşın” gerçek
sorumlusu olarak ilan ettiğine tanıktır. Savaşan devletler karşılıklı
olarak “barış” çağrısında bulunurlar. Savaşan devletlerin diplomatlarını
dinlediğinizde bunların birer “barış” bülbülü olduğunu sanırsınız.
Demek ki, “barış” istemek, asla onu isteyenin “barışçı” olduğunu ortaya koymaz.
O halde BDP’nin “barışçılığı” ile AKP’nin “barışçılığı” arasındaki fark nedir?
Bu
iki “barışçılık” arasındaki fark denizlerin en derin yeri olan Mariana
Çukuru ile, dağların en yüksek yeri olan Ewerest zirvesi arasındaki fark
gibidir. BDP’nin barışçılığı Ewerest’in 8850’nci metresinde dalgalanır.
AKP’nin “barışçılığı” Okyanus’un 11 034’üncü metresinde “yatar”…
Abarttığımı düşünüyorsanız, konuya devam edelim.
Bir
devletin ya da örgütün savaşabilmesi için, o devletin ya da örgütün
dayandığı kitlenin bu savaşı desteklemesi en büyük, en temel, en olmazsa
olmaz koşuldur. Şimdiye kadar hiçbir devlet, kendi halkını savaşa razı
etmeden savaşa girmemiştir. Girerse yenilir. Amerika Vietnam’da savaşı
Amerikan halkının “Savaşa Hayır” dediği gün kaybetmiştir.
Elbette
halk desteği tek başına savaşın kazanılmasına yetmez. Ama halkın desteği
olmadan hiçbir savaş asla kazanılamaz. Bu savaşların temel sosyolojik
kanunudur.
İşte bu “sosyolojik kanun” icabıdır ki, devletler,
diplomatlar, hükümetler sürekli olarak “barış“ sözü ederler, ama “savaşa
karşı” asla çıkmazlar. Bu ikisi arasında ince bir fark vardır çünkü.
Devletlerin “barış” siyasetinin ana sloganı “yaşasın barış, kahrolsun
barışın düşmanı düşmanımız” sloganıdır. Bu “yaşasın barış, yaşasın
savaş” demenin diplomatçasıdır. İnsanlık dilinde bu tek bir anlama
gelir: “Yaşasın savaş!”
İşin bir yanı budur.
İşin ikinci yanı
ise şudur: Devletler ve hükümetler, savaş halindeyseler, halklarının
“barış talebi” etrafında birleşmemesi için, kitleleri “barış
mücadelesine” çağıran muhalefeti en vahşi yöntemlerle ezerler. Kitleleri
barış için harekete geçiren muhalifleri “vatan haini” olarak
damgalarlar.
Şimdiye kadar hiçbir devlet, savaş hali sürerken, kendi
halkını meydanlara toplayıp, bu halkın “kahrolsun savaş, yaşasın barış”
diye haykırmasına izin vermemiştir. O nedenle savaş hali devam ederken
“barış“ mitingleri yapmak “en devrimci” eylemdir.
AKP savaşçı bir parti olduğu için, seçmeninin “barış” demesine izin vermez.
Buna
karşılık BDP “barışçı” bir partidir. O nedenle BDP yalnız 1 Eylül
günlerinde değil, her fırsatta, her yerde, her mekanda ve zamanda
“barış” talebi etrafında kendi kitlesini seferber etmektedir. Bu kitle,
üstelik desteklediği güç devlete karşı savaş yürütürken, “kahrolsun
savaş, yaşasın barış” demektedir.
İşin daha da önemlisi, Kürt
halkının “kahrolsun savaş, yaşasın barış” diye haykırmasına, devlete
karşı savaşmakta olan PKK de onay vermektedir.
Kendi seçmeninin
“barış” için miting yapmasına izin vermeyen AKP, BDP’nin mitinglerde
“barış talebini” yükseltmesini ve PKK’nin de bunu desteklemesini,
“siyasi bir oyun” gibi göstermektedir.
Siyasilerin “barış” sözcüğünü
kullanırken “siyasi taktik ya da oyun, ya da sahtekarlık” yaptığı
doğrudur. Bugün “barış” diyen Hükümet, yarın “savaş” diyebilir. Ama
BDP’li siyasetçiler için bu geçerli değildir. Çünkü onlar “barış” sözünü
kendileri dillendirmiyorlar. Milyonlarca Kürt insanının dillendirmesi
için mitingler örgütlüyorlar. Böylece “barış talebi”ni milyonlara mal
ediyorlar. Milyonların “savaşa karşı, barıştan yana” bir konum alması
için yardım ediyorlar. Milyonlar bir kere “barış“ deyince, ona “savaşı”
benimsetemezsiniz.
Bu çok “riskli” bir politika değil mi?
Zaten
bu “riski” gören Hükümet, onun yandaşları, en çok da “iki iskemlede
birden oturmak” isteyen sahte liberaller, “madem barış istiyorsunuz, o
halde PKK silahı bıraksın” demekteler. BDP, kendi kitlesini barış
hedefine yönelttikçe, onlar daha fazla “tek taraflı silahsızlanma”
dayatmasında bulunuyorlar.
Ama buna rağmen BDP riske giriyor, PKK bu riskli siyaseti onaylıyor.
Bu neyi gösteriyor?
Bu BDP’nin barışçı olduğunu gösteriyor. PKK’nin de bu barışçı politikayı desteklediğini gösteriyor.
AKP, BDP’nin yaptığını yapamaz. Buna cesaret bile edemez. Yanından bile geçemez.
AKP
milyonlarca seçmenini alanlarda toplasa ve bu milyonların “kahrolsun
savaş, yaşasın barış” diye haykırmasına yardımcı olsa, “AKP barış
istiyor” dese, halk da “çok iyi, biz de zaten o nedenle AKP’yi
destekliyoruz” diye yanıtlasa ne olur?
Başbakan “sonuna kadar savaş”
siyasetini sürdüremez. Hem Türkler, hem de Kürtler “barış” isteyince,
savaş o anda “savunulamaz” hale gelir.
BDP ya da AKP liderlerinin
“ağzından” çıkan “barış” sözcüğünün kendi başına hiçbir anlamı yoktur.
Ama BDP ve AKP kitlelerinin kolektif ağzından çıkan “barış” sözü savaşı
sona erdirecek en büyük “silahtır.”
---------------------------------------II------------------------------------------
BDP’li vekiller Ewerest’in zirvesinde “barış bayrağını” dalgalandırıyor.
AKP Mariana çukurunda “barışı” boğmaya çalışıyor…
Savaş şehirlere sıçradı. Beytüşşebap acı bir şekilde bunu gösterdi.
Demirtaş’ın “400 kilometre kare PKK hakimiyeti” saptaması doğrulandı.
Şemdinli’ye bakan tepeye PKK, “gerilla” eliyle bayrak dikti, TSK ise
helikopterle bayrağı bombaladı. Neden “komando” tepeye çıkıp, bayrağı
“ele geçirmedi”? Ve şu askeri aracın üstündeki PKK bayrağı ne?
Erdoğan’la, Başbuğ’un çömeldiği yerde bu HPG’liler ne yapmakta? Artık
barış zamanı gelmedi mi?
Biz konumuza devam edelim:
BDP’li
vekillerin, önlerini kesen gerillarla kucaklaşması, görünüşe göre
AKP’nin eline, dokuz vekilin dokunulmazlığını kaldırmak için bir fırsat
veriyor.
AKP zaten böyle bir fırsatı kolluyordu. Böyle bir fırsat
eline geçmediği halde, altı BDP’li vekili hapiste tutan da bu AKP değil
mi? Demek ki, AKP için esas olan, bir fırsatını yakalayıp, BDP’li
vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırmak.
Bunu aylardan beri
yazıyoruz. On bin BDP’liden sonra, sıranın BDP parlamento grubuna
geldiğini duyuruyoruz. İşte şimdi bu aşamadayız. Vekillerle gerilla
karşılaşması olmasaydı, bir başka bahane zaten bulunacaktı. Bahane
bulunmadan altı vekil hapiste olduğuna göre, bahaneye bile ihtiyaç
kalmayacaktı. Şimdi karşı karşıya olduğumuz gerçek bu.
Eğer BDP’li
dokuz vekilin dokunulmazlığı kaldırılırsa ne olur? BDP cenahının ne
yapacağı malum. Direnecekler. Ben AKP’ye Ertuğrul Kürkçü’ye
“dokunduğunda” ne olacağını hatırlatacağım: Kızıldere’nin üstünü örten
zaman külleri o anda savrulur ve için için yanmaya devam eden kor,
mağmaya dönüşür.
Deneyin. Kürkçü’ye dokunduğunuz anda, THKP’C’nin,
THKO’nun, TİKKO’nun ve genel olarak Dev-Genç’in geleneklerini taşıyan
genç insanlar Denizleşmeye, Mahirleşmeye, İbrahimleşmeye başlarlar.
Bu bir.
İkincisi,
Mersin ayağa kalkar. Hangi Mersin? Kürkçü’yü seçen “Kürt Mersin”
elbette ayağa kalkar. Ama şimdi Kürkçü’nün dokunulmazlığını
kaldırdığınız zaman, “Arap Mersin” de ayağa kalkar. Mersin’de bir türlü
birleşemeyen bu Kürt ve Alevi Arap gücü, o anda birleşir.
Mersin,
Mersin’le sınırlı kalmaz. Mersin demek, Adana demektir, daha çok da
Hatay demektir. O anda, tüm eski Klikya ve Nusayri topraklarının
gençleriyle Kuzey ve Batı Kürdistan gençliği birleşir.
Deneyin ve göreceksiniz.
BDP’li
vekillerin dokunulmazlığı ile oynamak çok tehlikeli bir oyundur. Bunu
anlatıyoruz. Çünkü BDP’li vekiller, “barış” ile “gerilla” arasındaki
köprüdür. Gün gelip barış saati çaldığında, dağdaki gerilla ovada
kendisine sarılan BDP’lilere güvenerek dağdan inecektir. Onu sırtından
vuranlara güvenmeyecek, AKP’nin barış ilan edilse bile, her an barışa
ihanet edeceği kuşkusunu içinde yaşatacaktır. Gerillayı ve PKK’yi barışa
razı edebilecek güç İmralı’daki Öcalan ve yol kesişmesinde gerillayla
kucaklaşan BDP olacaktır.
Eğer Kışanak “gerillayı gördüğünde
korkudan onunla göz göze gelemeseydi”, o gerillaya sırtını dönseydi,
gerilla “dağdan inmek için güvenilecek hiçbir şey yok” diye
düşünecekti.
Demek ki, gerillayla kucaklaşan BDP’liler, geleceğin
barış gününde gerillayı dağdan indirecek inandırıcı bir güç olduklarını
ispat etmişlerdir. Bu kucaklaşmadan dolayı, gerilla dağdan inme kararı
verdiğinde BDP’ye mi güvenir, AKP’ye mi? Mesele budur. Mesele barış
gününe hazırlıktır. Barış gününün güvenilir sivil gücünü yaratmaktır.
Dokunulmazlıkları kaldırmak, bu geleceği dinamitlemektir.
Ve gün
gelip, barış saati çaldığında, Türk halkını barışa razı edecek olanlar
da, BDP grubu içindeki Kürt olmayan vekillerdir. Onların temsil ettiği
sosyalist çevrelerdir, Türkiyeli demokratik güçlerdir. AKP toplumun
içine akıttığı zehiri, kendisi etkisiz kılamaz. Barış saati geldiğinde,
Türk halkına Kürkçüler, Önderler, Tüzeller seslenecektir. Kürt halkı ile
Türk halkı arasındaki köprüyü Tayyip Erdoğan değil, onlar kuracaktır.
Çünkü
barış vakti geldiğinde Erdoğanlar, Güller, Bahçeliler değil, onlar
“haklı” çıkmış olacaklardır. Onlar “haklı” çıktığı için, halk onların
sözlerine kulak verecek; dün de bugün de “barış“ diyenlere, dün “kan ve
savaş“ diyenlerden çok daha fazla güvenecektir. Kürkçüler, Önderler,
Tüzeller, “dün de bugün de barış diyordu, sen ise ey AKP, ey Erdoğan, ey
Gül, ey Genelkurmay Başkanı, dün mü yalan söylüyordunuz, yoksa bugün mü
yalan söylüyorsunuz” diyecektir.
Dokunulmazlıkların kaldırılması,
Kürdistan’da, Türkiye solunun devrimci geleneklerinin yaşadığı yerlerde
ve yeni olarak da tüm eski Klikya’da, Hatay’ın, Adana’nın, Mersin’in
Alevi Arap-Kürt toplumları içinde “parlamenter yöntemleri” anında
itibarsız hale getirir. Dokunulmazlıkları kaldırma macerasından
vazgeçilmelidir. Çünkü BDP geleceğin barışı için Türkiye’nin en çok
ihtayaç duyacağı güçtür. Ona “dokunmak”, Türkiye’nin geleceğine vurmak
demektir.
Ve şurası açık; Kürt halkı Türkiye’nin Meclisinden umut
kestiği gün, “birlikte yaşama” umudunu da kaybedecektir. İşte size bir
soru: Barış günü geldiğinde, şu ya da bu şekilde gerilla dağdan
indiğinde, namlularına karanfil takarak dağdan inen gerillayla AKP’li
vekiller Şemdinli’ye 15 kilometre mesafede karşılaştığında ne olacaktır?
Dünkü düşmanlar dost olacak ve kucaklaşacaktır. Şemdinli resmi barışçı geleceğin resmidir.
Dizinin son yazısını da yazalım. Başdanışman Yalçın Akdoğan artık Erdoğan’ın “Propaganda Bakanı”dır.
Hitler’in
Propaganda Bakanı Göbbels “Kızıl Ordu, Stalingrad’da bir milyonluk
ordumuzun ancak 200 binini esir alabildi, düşmana ağır darbe indirildi,
geri kalan 800 bin SS kahramanca öldü, düşman perişan bir şekilde esir
alacak asker bulamıyor…” gibi laflar ediyordu.
Bu da o hesap. Bakın Erdoğan’ın Propaganda Bakanı neler demiş?
“Şemdinli’de
denedi, orada ciddi bir bozguna uğradı. Daha sonra aynı şekilde
Beytüşşebap. Devlet diz çökmez. Şehir merkezinde tamamen püskürtüldüğünü
ve tamamen etkisiz hale getirildiğini görüyoruz.”
O merkezde askeri
zırhlı araç PKK bayrağı taşıyor ve halk önünden geçerken asker, resmi
lojmandan kendi milli bayrağını apar topar indiriyor; Şemdinli tepesine
HPG bayrak dikiyor, TSK o bayrağı tepeye gidip indiremiyor,
bombardımanla, ince bir çubuğun üstünde dalgalanan bayrağı bilmem
kaçıncı atışta “tam isabetle” vuruyor. Ve medya bununla övünüyor.
Dikkatli
bir göz, bu şahsın legal ve illegal köşelerinden yazdığı yazılardaki
bütün argümanları Hükümet yanlısı medyanın aynıyla kullandığını
gösteriyor. “Propaganda merkezi” Yalçın Akdoğan’dır.
Şöyle demiş:
“Oslo süreci tabir edilen seçimler öncesi süreçte farklı bir atmosfer
vardı. Ama seçimden sonra PKK’nın yeni bir kulvara girdiğini gördük.
Silvan saldırısı bir kırılma noktasıydı. ‘Hükümet daha ileri adımları
atarsa biz ne olacağız...’ PKK’nın bu şekilde bir tavır takındığını
görüyoruz. ‘Hükümet adım atarsa benim amaç ve hedeflerim nasıl
gerçekleşecek’ diye düşünüyorlar.”
Bu laflar akıllı bir insanın değil, ancak “ne söylersem halk bana inanır” diyen bir “tek parti” “propaganda bakanının” lafları.
Bu
argüman hem Hükümetin “reformcu” olduğunu, hem de PKK’nin bu
“reformları” önlediğini anlatan bir argüman. Hükümet “çözecekti”, ama
PKK “hükümet çözerse ben ne yaparım” diyerek önledi…
Nasıl önledi?
Madem PKK senin reformların yüzünden perişan olacaktı, madem o nedenle
senin bu reformlarını önlemek istedi, sen ne demeye PKK’nin yapmak
istediğini yaptın? Neden şu reformlarını yapıp da PKK’yi “perişan”
etmedin?
Başdanışmanın aklı bu kadarına yetmiyor. Şimdi bu
Başdanışman, Başbakan’a BDP’lilerin dokunulmazlığını kaldırma konusunda
“akıl” veriyor. Ve Başbakan dünkü konuşmasında BDP’lilere küfürler
ediyor.
Belli ki, Türkiye’nin böyle bir Başbakan’a ve Başdanışman’a
değil, BDP’ye ihtiyacı var. Çünkü BDP giderek kanlı ve yıkıcı bir
nitelik kazanan bu savaşı durdurmada rol oynayabilecek biricik sivil
güç. O bu gücü, hem sivil Kürt halkı arasındaki saygınlığından, hem de
silahlı Kürt insanlarının ona duyduğu güvenden alıyor. Hem halk, hem
gerilla Türkiye’nin parlamenter rejimi içinde yer alan bir tek bu kuruma
güveniyor. Siz şimdi onu yıkmak üzeresiniz.
BDP Eşbaşkanı
Selahattin Demirtaş cesur bir siyaset adamı. O, bırakalım “Propaganda
Bakanını”, Başbakan’ın yanına bile yaklaşamayacağı büyük bir tezin
sahibidir. Demirtaş şu gerçeği dile getirmiştir:
“Ne HPG Türk ordusunu, ne de TSK Kürt gerillasını yenebilir”…
Savaşa
haklı olarak “zafer” inancıyla giden asker ve gerillanın “biz
kazanacağız” demesine kimse itiraz edemez. Çünkü onlar her çarpışmada
gerçekten de ya “zafer” kazanıyor, ya da “yenilgi” alıyorlar. Şu sıralar
“zafer” sırası belli ki gerillada. Yarın sıra TSK’ya da gelebilir.
Ama
iş sivillere gelince, gerçeğin diğer yanı önem kazanır. 30 yıllık
deneyimin sonucu şudur: Bu 30 yılda ne TSK HPG’yi, ne de HPG TSK’yı
yenememiştir. Bir, iki yıllık değil, 30 yıllık deney hep aynı sonucu
vermişse, bu artık bir “kesinlik” demektir.
Selahattin Demirtaş’ın
sözlerini Başbakan tekrar edemez. Dediği anda savaş sona erer. Çünkü
“madem TSK HPG’yi, HPG de TSK’yı yenemez, o halde evlatlarımız neden
ölüyor” sorusu barış getirir.
Demirtaş’ın saptaması barışın
anahtarıdır. Ben buna “Demirtaş Anahtarı” adını veriyorum. “Madem HPG
orduyu, TSK da gerillayı yenemez”, o halde bu savaşı sürdürmenin anlamı
yoktur.
“Madem yenemeyecek, neden HPG silahlarını gömmüyor” gibi
hamakat ürünü laflara ne denebilir? Şöyle denebilir: Yenemediğin güçten
silahlarını gömmesini nasıl istiyorsun? Ne HPG TSK’nın silahlarını
gömmesini isteyebilir, ne de TSK HPG’nin silahları gömmesini
isteyebilir. Çünkü ortada “ne yenen var, ne de yenilen”…
O halde
yalnızca şu istenebilir: Yeneni ve yenileni olmayan insanca, hakça bir
barış! Bu olmazsa bir tehlike var: Türkiye’nin yenilmesi…
Savaşın
devamı PKK’nin varlık nedenlerini tehdit etmez. Kürtlerin kaybedecekleri
fazla bir şeyleri yok çünkü. Ama “sırça köşkte oturan” AKP, her şeyini
kaybedebilir. O kaybederken Türkiye ağır bir yenilgiye uğrayabilir.
Ekonomi çökebilir, Türkiye sürüklendiği savaşta ağır bir yıkıma
uğrayabilir. Kürdün yanında Aleviler, Nusayriler ayağa kalkabilir.
Türkler bile ayağa kalkabilir. Her şey olabilir.
“Propaganda Bakanı”nın yönettiği medya ne diyor?
PKK, Hükümeti masaya oturtmak için savaşıyor!
Hükümet neden savaşıyor? Masaya oturmamak için!
Evet: Tek çare, “Demirtaş Anahtarı”yla barış kapısının kilidini açmak: Ne yenen, ne yenilen, insanca, hakça, barışçı bir düzen!
Türk Başbakan Tayyip Erdoğan, Şemdinli'de PKK gerillaları tarafından
yapılan yol kontrolü sırasında BDP milletvekilleri ile gerillalar
arasında yaşananlar üzerinden başlayan linç girişiminin talimatını
kendisinin verdiğini açıkladı.
AKP Genel Merkezi'nde bugün
yapılan genişletilmiş grup toplantısına katılan Erdoğan, BDP'lilerin
dokunulmazlığının kaldırılması için gerekli “hukuki” düzmecenin
hazırlanması için yargıya talimat verdiğini açıkladı.
BDP'li dokuz milletvekilinin dokunulmazlıkları konusuna değinen Erdoğan şunları söyledi:
“İnanın
kameralar olmasaydı bunlar terörist efendilerinin ellerini de
öperlerdi. Terörist efendilerinden üç kuruşta harçlık alırlardı.
Efendileri bunlara acıdı. O teröristin elindeki kan işte o
milletvekillerinin bir defa sırtına bulaşmıştır. Eğer kendilerine çok
daha rahat yer arıyorlarsa kendilerine adres verdim, Kandil’e gitsinler,
ama bu parlamentonun içinde mücadele edeceklerse anayasa ne
emrediyorsa, hukuk neyi emrediyorsa o çerçevede hareket etmeye
mecburdurlar. Yargıya zaten gerekenleri söyledik, yargı da gereğini
yapıyor, biz de parlamentoda gereği neyse onu yapacağız.”
Yargıya
talimat verdiğini söyleyen Türk Başbakan, yargının ”aldığı talimatı
yerine getirmesinin” ardından parlamentonun da “gerekeni” yapacağı
garantisi veriyor.
Modern dünyada örneğine az rastlanır bir
itirafta bulunan Erdoğan, “Bağımsız yüce Türk yargısının” kendisinin
talimatları ile vazife gördüğünü açıkça itiraf etmiş oldu.
Ankara
egemenliği, Kürt sorunu söz konusu olduğunda başta demokratik teamüller
olmak üzere tüm hukuk kurallarını hiçe sayar. Ancak bugüne kadar bunun
kılıfını bulmak için de dostlar alışverişte görsün cinsinden plastik
makyajlar yapardı. Ancak Erdoğan'ın başbakanlığında buna da ihtiyaç
duyulmuyor.
Erdoğan çok açık bir biçimde “Bağımsız yüce Türk yargısını” kendisine bağladığını ilan ediyor.
BDP
Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Şemdinli başta olmak üzere geniş bir
bölgenin PKK'nin denetiminde olduğuna ilişkin sözlerine somut verilerle
cevap vermek yerine karalama yapan Erdoğan:
“Bakıyorsunuz sosyal
medyayı kullanarak birileri haber yapıyor. Yok buralar terk edilmiş.
Utanır insan ayıptır. Şu anda ülkede bir metrekaremizin bizim
kontrolümüz dışında olduğunu kimse söyleyemez.
Siz eş başkanın
söylediklerine ne bakıyorsunuz? O önce kendisinde yüz olsa parlamentoda
değil Kandil Dağı’na çıkması gerekir. Sen hangi yüzle geliyorsun da bu
parlamentoda yemin ediyorsun ve 400 kilometrenin terör örgütünün
kontrolünde olduğunu söylüyorsun. Kendinize rahat bir yer arıyorsanız
Kandil’e gidin. Bu insanlar bu ülkede yönetime talip olabilecek bir şey
mi?” gibi kendi içinde de bir anlam barındırmayan saldırgan bir üslup
kullandı.
Partisinin 30 Eylül'de yapılacak kongresi öncesi
yapılan en kapsamlı son toplantıda konuşan Erdoğan, yeni dönem AKP'sinin
ırkçı diskurunu da buradan ilan etmiş oldu.
ANF
GÜNAY ASLAN
Türkiye ve Kürdistan kanlı bir süreçten geçiyor.
Kim, ne kadar
farkında bilemiyorum ama, her gün onlarca insanın hayatını kaybettiği
kanlı gidişat, Türkiye ve Kürdistan’ı yangın yerine çevirecek olan
topyekün savaşın sinyallerini veriyor.
Öteki veriler bir yana
yalnızca TSK ve HPG’nin açıkladığı Ağustos ayı savaş bilançoları bile tek
başına durumun vehametini anlatmaya yetiyor.
Türk ordusu son bir ayda 350 gerillanın, HPG ise 403 asker ve polisin öldürüldüğünü söylüyor.
Rakamların
gerçeği yansıtıp yansıtmadığı bir yana, 30 yıllık savaş sürecinde iki
taraf da ilk defa, ‘sınır içideki’ çatışmalarla ilgili olarak bu denli
yüksek kayıp rakamları telaffuz ediyor.
Gerçi, Türk ordusunun
açıkladığı bilançoya ordunun ve hükümetin kendisi bile inanmıyor ama,
sorun bu değil; Sorun, açıklanan bir aylık bilançonun savaşın gidişatı
ve sonuçları hakkında hiçbir fikri olmayan birini dahi dehşet içinde
bırakacak kadar (753) yüksek olmasıdır.
AKP Hükümeti’nin tepe tepe
kullandığı kişiliksiz egemen medya durumunun vehametini gizlemeye
çalışıyor ve aşağılık manipülasyonlarına devam ediyor. Fakat, gerçekleri
halktan saklamanın ve kanlı çatışmaları daha fazla uzatmanın bundan
sonra gideceği tek yer topyekün savaş; dolayısıyla da ‘milli
boğazlaşma’dır.
Şayet Türk devletinin arzusu buysa; ‘toplu katliam‘
için uygun fırsat kolluyor, İsrail-İran savaşını bu amaçla bekliyor ve
Ankara’da önceki gün ağırladığı CIA Başkanı Petraus‘la bunu konuşuyorsa,
çözüm için; iki halkın eşitlik ve özgürlük temelinde birarada kardeşçe
yaşaması için yapacak bir şey kalmamış demektir.
Bu durumda Kürt
halkı dişini tırnağına takacak direnmeye devam edecektir. Tarihte olduğu
gibi; Piran’da, Ağrı’da ve Dersim’de yaşandığı gibi yeni bir tedip ve
tenkil harekatına geçit vermeyecektir.
Türkiye’de devlet içinde ve
dışındaki bazı çevreler yeni bir soykırım için hevesleniyor ve bu amaçla
ırkçı nefreti körüklüyor olabilirler ancak, devir değişmiştir! Kürtleri
eskiden olduğu gibi tepelemek artık kolay değildir.
Kürt halkı her
biri bir cihan parçası olan oğulları ve kızlarının canları pahasına
özgürleşme yolunda elde ettiği mevzilerden hiçbir şart altında
vazgeçmeyecektir. Kürtleri yeniden karanlığa gömmek mümkün değildir; bu
kimsenin harcı ve haddi de değildir.
Kürt ulusalcılığının yükselişe
geçtiği, genç- yaşlı- çocuk, kadın ve erkek her yaştan ve her toplumsal
gruptan Kürtlerin insanca yaşama tutkusu ve özgürlük aşkıyla ölümüne
direndiği, Kürt meselesinin de bölgesel ve küresel bir mesele haline
geldiği günümüzde ‘etnik temizlik‘ yapmaya yeltenmek akıl karı değildir.
Böyle bir girişim astarı yüzünden pahalı bir sonuç verecektir.
Türk
devleti ve AKP Hükümeti Kürt mücadelesini bastırmak amacıyla uğursuz
planlar yapıyor, kafalarına çuval geçiren generalle kirli pazarlıklara
girişiyor ve halklarımızı adım adım felakete doğru sürüklüyor ama, bu
Kürtlerden çok Türkiye’nin felaketi anlamına gelecektir.
Öte yandan
CIA Başkanı Petraus’un Ankara ziyaretinin yaklaşan İran savaşıyla ilgili
olduğu, çuvalcı generalin İsrail-Türkiye barışını sağlamak amacıyla
Türkiye’ye gittiği bilinmektedir.
Suriye politikası çöken AKP şimdi
de İran kartını oynamak istemektedir. İran savaşına destek karşılığında
ise Kürtleri masaya sürmektedir.
Erdoğan, Suriye ile kaybettiğini İran’la geri almayı düşünmektedir!
Erdoğan,
PKK ile MİT arasında Oslo’da yapılan görüşmeler sonrasında hazırlanan
mutabakat metnini Suriye olayları patlak verince askıya almış,
Amerika’nın kendisini kesin olarak destekleyeceğini hesap ettiği için de
bodoslama savaşa dalmıştı.
PKK ve lideri Öcalan’ın uyarılarına da kulak asmamış ve böylece tarihi barış fırsatını kaçırmıştı.
Ne var ki işler Suriye’de üstlendiği taşeron rolüne aşırı güvenen Erdoğan ve partisinin beklediği şekilde gitmedi.
Süreç AKP’ye değil, PKK’ye hizmet etti.
Bu yüzden aradan bir yıl geçmeden tasfiye edilmesi planlanan PKK, AKP’yi tasfiyenin eşiğine getirdi.
AKP artık ayakta durmakta zorlanıyor. Erdoğan’ın da kimyası bozulmuşa benziyor.
Erdoğan
ve kurmayları şimdi oturmuş bir yandan kara kara düşünüyor, diğer
yandan da PKK karşısında kaybettiği mevzileri yakınlaşan İran savaşıyla
geri almanın hesaplarını yapıyorlar.
Bu yüzden başlarına çuval
geçiren Amerika’yla ve Mavi Marmara'da kafalarına kurşun sıkan İsrail’le yeni anlaşmalar
yapmanın peşinde koşuyorlar!
Erdoğan Kürdistan’da kaybettiğini Suriye’de aramış, bulamamıştı! Şimdi İran’da arıyor.
Onun bu durumu Nasrettin Hoca’nın anahtar fıkrasını andırıyor.
Hazinesinin
anahtarını evinin bodrumunda kaybeden Nasrettin Hoca, anahtarı orada
değil, sokakta aramaya başlamış, komşusunun neden içeride aramadığı
sorusuna da, ‘içeride kaybettim ama, içerisi karanlık, dışarısıysa
aydınlık; bu yüzden dışarıda arıyorum‘ karşılığını vermiş.
Ne var ki Erdoğan için dışarısı içerisinden de karanlık.
Anahtar içeride duruyor ama, Türkiye’nin başbakanı içeriyi aydınlatmak yerine dışarıda anahtar aramaya devam ediyor.
Devam ettiği içindir ki her gün onlarca insanın hayatını kaybettiği kanlı gidişat topyekün savaşın sinyalini veriyor...
Şemdinli’de 23 Temmuz günü başlayan çatışmalar
hala devam ederken, Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nde ise, çatışmalar artık
gün ortasında yaşanıyor. Gündüzleri de Çukurca'nın tepelerine
konuşlandırılan ve ilçeyi yarı açık cezaevi konumuna sokan askeri üs
bölgelerine HPG gerillaları sürekli taciz ateşleri ve saldırılar
yaparken, askerlerin rastgele yaptıkları atışlarda birçok eve mermi
isabet ediyor. Çatışmalar nedeniyle ilçede yaşam akşam 18.00'dan sonra
duruyor. Geceleri ölü kente dönen ilçede gündüzleri de saat 09.00'a
kadar zorunlu olmadıkça kimse evinden çıkmıyor.
İlçe halkı, yaşanan
çatışmalı ortamı barışçıl yollarla aşmaya çalışma yerine, hükümetin
askeri kanalları seçmesi sonucunda ilçe merkezine ve köylerine yaklaşık
20 bin askerin konuşlandırıldığını belirtiyor. İlçe merkezi ve
köylerinde konuşlandırılan askerler ise, yaptıkları 3 katlı kuleler
içinde kalarak bölgede tutunmaya çalışıyor. Şemdinli olayından sonra
artık zorunlu olmadıkça askerler ilçe merkezine bile çıkamıyor. Bölge
halkı, zaman zaman yaya olarak bölgede operasyona çıkan ilçedeki askeri
birliklerin, yaşanan son çatışmadan sonra birliklerinden çıkamaz durama
geldiğini belirtiyor.
Artık gerilla operasyon yapıyor
BDP
İlçe Başkanı Servet Tunç da, son dönemde art arda yaşanan çatışmalar
ardından askeriyenin kendi kışlasına ve mevzisine çekildiğini kaydetti.
Tunç, "Askeriye Çukurca'da artık savunma pozisyonundadır. Dışarı
çıktıklarını, operasyon yaptıklarını göremiyoruz. Artık kendi
karakollarında, kendi mevzilerinde kendince bir mücadele veriyorlar"
diye konuştu. Çukurca'da alan hakimiyetinin devletin elinde olmadığını
ifade eden Tunç, "Gelinen aşamada öyle görünüyor ki alan hakimiyeti
devletin elinde değil. Sabah öğlen akşam, gece gündüz, bu kadar sık
çatışmaların olduğu bir yerde devletin daha önce yaptıklarına
bakıldığında, devletin alan hakimiyetinin kaybettiğini gösteriyor" dedi.
Bölgedeki askerlerin daha önce bölgede yaptığı yol kontrolleri,
aramalar ve bölge arama tarama ve keşif operasyonlarına bakıldığında
artık devletin değil de, PKK'nin operasyon yaptığını belirten Tunç,
"Devlet artık dar bir alanda inşa ettiği mevzilerine çekilerek sıkışmış
durumda. Zaman zaman basına da yansıdığı gibi artık devlete karşı PKK
operasyon yapmaktadır" dedi.
Çatışmaların artık gece gündüz fark
etmeden yaşandığını belirten Tunç, bölgenin ekonomik olarak bitme
noktasında olduğunu söyledi. Tunç, "Yaşanan çatışmalı süreç, kısmi
olarak küçükbaş hayvancılıkla geçinen bölge insanını bitirdi. Çünkü
ilçenin hemen altındaki çıkışı ile üst taraftaki Cumhuriyet
Mahallesi'nin ötesine geçemiyoruz. Bu da hayvancılığın yok olmasına
neden oluyor. Burada demokratik mücadelemizi veriyoruz. Ve barışın
gelmesi bizim temennimizdir" dedi.
Şemdinli'de yaşanan çatışmalarla
Çukurca'daki yaşama bakıldığında hiçbir farkın olmadığını belirten
Belediye Başkanvekili Ziro Koç, 23 Temmuz günü Şemdinli'deki çatışma ile
birlikte Çukurca'da da büyük değişimler olmaya başladığını ve bölgenin
büyük bir kısmının HPG gerillalarının denetiminde olduğunu belirtti.
Meydanan,
Garê, Ertuş ve Bilêcan (Kavuşak), Serê Şevê Hespa, Erbûş arası, Serê
Talesêvan, Serê Bêtût, Bêtût(Dedeköyü) yaylaları, Şîvrezan, Serê Kevrê
Lîhana, Deşta Xanê (Han yaylaları), Hîne Tepesi'nden Haskel zirvesine
kadar, Federal Kürdistan sınırında bulunan Stûna Mêzixte ve Hantepe şu
an HPG'lilerin denetiminde.
HAMZA GÜNDÜZ/DİHA/HAKKARİ
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Irak-Türkiye-İran resmi sınırlarının
üçgenindeki Hecibeg vadisinden başlayıp Hakkari'ye doğru genişleyerek
devam eden devrimci harekatın Medya Savunma Alanları'na kattığı
bölgelerdeki gerillalar, Türk ordusunun silah bolluğunu anlattı.
Çatışmalara
ve eylemelere katılan gerillalarla konuşuyoruz. Söyledikleri bir şey
dikkatimi çekiyor. Baran ve Delila isimli iki gerilla, Türk ordusunun
gerillalara yönelik “tuhaf” silahlar kullandıkları bilgisini veriyor
bize. Ayrıntıları soruyoruz, bu silahların ne tür etkileri olduğunu
konuşuyoruz: “Sis bombasına benzer bombalar atıyorlar. Bu bombalardan
bir tanesi yakınımızda patladı. Rüzgar olmasına rağmen bembeyaz duman
uzun süre hiç dağılmadı. Normalde bu dumanın dağılması gerekirdi. Kusan
arkadaşlarımız oldu. Ağzınıza bir anda köpük doluyor. Aniden
vücudunuzdaki bütün suyun çekildiğini, ani ve keskin bir susuzluk
hissediyorsunuz. Şiddetli bir baş ağrısı oluyor.”
Gerillaların
anlatımı, geçen yıl KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın,
Amanoslar’da çatışma izi olmadığı halde bir birlikte bulunan bütün
gerillaların yaşamını yitirdiği bir olayı değerlendirdiği röportajı
aklıma geldi. Karayılan, bu röportajında “Türk ordusunun bayıltıcı
özelliği olan kimyasal silahlar kullandığını” kamuoyuna duyurmuştu.
Şemdinli harekatında yer alan gerillaların anlatımı bu silahların burada
da kullanıldığını kanıtlıyor. Bu olayı köylülere de soruyoruz. Köylüler
de Türk ordusunun her türlü silahı kullandığını, çatışmaların başladığı
ilk günlerde yaylalarda bulunan bazı köylülerin de benzer
anlatımlarının olduğuna dikkat çekiyor.
Tepenin biçimi değişti
Türk
ordusunun Şemdinli kırsalına yönelik kullandığı kazan bombalarının,
roketlerin, füzelerin, obüs ve havan toplarının haddi hesabı yok. Goman
çatışmasında yer alan Rêber isimli gerillanın anlatımlarını dinliyoruz:
“Goman’da bulunduğumuz tepelik yüz metre uzunluğunda ve yaklaşık on
metre genişliğinde küçük bir tepecikti. Savaş uçakları aynı gün içinde
tam yetmiş tane roket ve kazan bombası ile vurdular. Tepenin biçimi
değişti. Aynı anda topçu birlikleri de sürekli olarak havan ve obüs
topları atıyordu. Ancak aldığımız tedbirler sayesinde hiçbir arkadaşın
burnu bile kanamadı…”
Havada patlayan bombalar
Birlikleri
dolaşırken, havan topu ve katuşşa füzeleri çok yakınlarımıza vuruyor.
Savaş uçaklarının ve İHA’ların sesi hiç eksik olmuyor. Anlaşılan o ki
ANKA, BAYRAKTAR, HERON yetmemiş. ABD müdahalesi istenmiş, şimdi Şemdinli
kırsalında PREDATÖR’lerin bile imdada yetiştiği söyleniyor. Anlaşılan o
ki, o da kar etmiyor gerillaya.
Bazı bombaların havada patlaması
ve simsiyah dumanlar çıkarması dikkatimi çekiyor. Yanımdaki gerillaya
‘havanların yerde patlaması gerekmez mi?’ diye soruyorum. “Bunlar havada
patlayan türleri. Sahra topu diyorlar bu toplara. Sahrada mevziler üstü
açık olduğu için çözüm olarak bulmuşlar bunları…”
Neyi var neyi yok yağdırıyor
Bu
bombalar 200/300 metre havada patlıyor. Binlerce demir parçası
patlamanın etkisiyle 360 derece etrafa savruluyor. Çöllerde üstü açık
mevzilerde savaşıldığı için, çöllerde yapılan bombardımanlarda yaygın
olarak kullanılan bu bombalar, şimdi Kürdistan yaylalarında, Şemdinli
kırsalında kullanılıyor. Bir de mantar şeklinde patlayan ve oluşturduğu
bembeyaz renkli toz bulutu uzun süre dağılmayan bombalar var. Kısacası
Türk ordusu elinde neyi var neyi yok, silah yaparak Kürdistan dağlarına
yağdırıyor. Dünyanın neresinde bir silah varsa bulmuş buluşturmuş ve
gözü dönmüşçesine Kürdistan dağlarında kullanıyor.
Şemdinli'de roller değişti
Savaş
bölgesinde bulunduğumuz dönemde ilginç bir olaya daha şahit oluyoruz.
Gerillanın ilerleyişi karşısında ne yapacağını bilemeyen ordu güçleri,
can havliyle tutundukları karakollara yakın tepelerdeki güçlerini de
geri çekiyorlar. 11 Ağustos günü, arazide bulunan Türk ordusuna ait son
birliklerin de 15 Ağustos’un yıldönümü yaklaşırken bölgeden
çekildiklerine şahit oluyoruz.
Gerilla komutanları gelişmeler
hakkında gerilla birliklerini sürekli bilgilendiriyorlar. Gerilla
telsizlerinden eylem sesleri yükseliyor. Bütün gerilla birlikleri
sürekli hareket halinde ve eylem arayışındalar. Tabir yerinde ise
gerilla karakolların etrafında adeta fır dönüyor. Bundan kaynaklı
askerler araziye çıkamıyor. Gündüz karakollarda hareket sıfır. Geceleri
ise ağır silahlarla etraflarını tarıyorlar. Hakimiyet tamamen gerillada
olduğu için Şemdinli’de roller değişmiş. Gerilla hem gece hem gündüz
hareket ediyor. Askerler ise ancak gece hareket edebiliyorlar. Bu durum
gerillalara büyük bir psikolojik üstünlük sağlamış durumda.
Ya askerlerin amacı ne?
Özel
ordunun hiçbir özelliğinin kalmadığını söylüyorlar. “Düşmanın bütün
tekniğini, son teknolojiyi kazma ve küreklerle boşa çıkardıklarını” yarı
espri yarı ciddi anlatıyorlar. Bir de yaşanan savaşın bir irade savaşı
olduğuna dikkat çekiyor Kürt gençleri. Bu irade savaşında ordunun
kaybettiğini, gerillanın kararlılığı ve amacına ulaşma azmi karşısında
sürekli gerilediğini vurguluyorlar. “Bizim amaçlarımız büyük. Onun için
verdiğimiz ve vereceğimiz savaş da büyük oluyor, olacak. Amaçları büyük
olmayanlar Kürdistan coğrafyasında yaşayamaz. Ya askerlerin amacı ne? Bu
konuda kendilerinin dahi bir fikri yok. Onun için ordu tamamen savunma
pozisyonunda. İnisiyatif tamamen bizde” cümleleriyle özetliyor Rêber
Gever isimli gerilla.
Evet, gerillaların dört parçadan Kürt
gençlerinin yer aldığı Kürdistan ordusu buralarda ne aradığını bile
bilmeyen Türk devleti/AKP’nin sözde özel ordusu karşısında büyük bir
başarı elde etmiş durumda. Türk ordusu gitgide geriliyor. Gün be gün
gerillaların denetimi artıyor.
CİHAN ÖZGÜR / ZAGROS
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Türk hükümeti yaşanan savaşın boyutlarını gizlemeye devam ederken, ANF
HPG gerillalarının Temmuz ve Ağustos ayındaki bazı çatışmalarda ele
geçirdikleri askeri malzemelerin listesi ve görüntülerine ulaştı. 22
Ağustos’taki yetkililere göre 5 askerin!! öldüğü bir eylem sonucunda özel
ordu mensuplarına ait kimlikler ve banka kartları da gerillanın eline
geçti.
22 Ağustos’ta HPG’ye göre 18 özel ordu mensubunun
öldürüldüğü, 12’sinin de yaralandığı eylemde gerillalar birçok ferdi
silahın ve askeri malzemenin yanı sıra, askerlere ait kimlikler, sigorta
belgeleri, banka hesap cüzdanları, askeri çantalar, özel birliğin
komutanına ait bir telefon, haritalar ve krokilerin de aralarında
bulunduğu birçok askeri belgeye el koydu.
Bu bilanço, Şemdinli
merkeze bağlı Navreza-Bêgirdê-Robinus üçgeninde gerilla birliklerinin
Şemdinli Tugayı’na bağlı 120 özel ordu mensubu ve 30 korucudan oluşan
hareketli birliğe yönelik üç koldan gerçekleştirdiği eylemin sonucu.
Türk ordusunun gerillaların çatışma bölgesinden çekilmesinden saatlerce
sonra ölü ve yaralılarını skorsky tipi helikopterlerle bölgeden
uzaklaştırdığı çatışmada, gerilla birlikleri hiçbir kayıp vermeden geri
çekilmişlerdi.
Ancak Türk yetkililer bu çatışmada 5 askerin
öldüğünü, 7 askerin ise yaralandığını iddia etmişti. Gerillaların ele
geçirdiği silahlar, ordu güçlerinin kaybının boyutlarını gözler önüne
sererken, aynı zamanda AKP hükümeti, Genelkurmay Başkanlığı ve bölgedeki
mülki amirliklerin Şemdinli'ye ilişkin açıklamalarını da yalanlıyor.
SADECE KİMLİKLERİ GERİLLANIN ELİNE GEÇEN ASKERLER ÖLÜ KABUL EDİLİYOR
Eylemi
gerçekleştiren gerilla birliğinin komutanı Çekdar Cizre, Türk
devletinin, sadece kimlikleri gerilla eline geçen özel ordu
mensuplarının öldüğünü kabul ettiğini söyleyerek, “Bu çatışmada üzerine
gittiğimiz asker cenazesi sayısı 18’dir. Birçok yaralıları da vardı.
Birçok asker de silahını ve çantasını geride bırakarak kaçtı.
Çekilmeseydik cenazelerini bile alamazlardı” dedi. Gerilla komutanı,
birçok silahı da eylem yerinde imha ettikleri bilgisini vererek,
“Eylemde kaldırdığımız silahlar bile tek başına Türk ordusunun büyük
kayıp verdiğini kanıtlıyor. Bu kadar silahın 5 askere ait olduğuna kimi
inandırabilirler?” diye konuştu.
22 AĞUSTOS’TA ELE GEÇEN SİLAHLAR
İşte, 22 Ağustos’ta yaşanan çatışmada gerillaların ele geçirdiği silahlar ve askeri malzemeler:
3
adet AK-33 Melez ferdi silah ve bu silahlara ait yüzlerce mermi ve
onlarca jarjör. 1 adet bomba atar silahı. Bir adet BKC tipi orta silah
ile yedek namlusu ve bu silaha ait yedek mermi şeritleri, bu silaha ait
çok sayıda mermi. 21 adet mika ve demir jarjör. 1 adet tabanca.
Pusulalar. 9 adet savunma bombası. Telsiz ve 3 adet yedek telsiz
bataryası. 4 adet küçük boy telsiz ve 15 adet ASELSAN yapımı küçük boy
telsiz bataryası. 4 adet termal. 3 adet ferdi silah dürbünü. 4 adet
gündüz dürbünü. 1 adet sırtta taşınır jeymir(sinyal karıştırıcı). 1 adet
bomba atar ve bu bomba atara ait 18 bomba. 4 adet AK-33 bomba atar
silahına ait bomba. 5 adet işaret bombası(sis bombası-işaret fişeği) 4
adet haberleşme ışıldağı. 7 adet küçük boy ışıldak. 6 adet çanta. 4 adet
gece görüşlü dürbün. 2 adet hücum yeleği. Haritalar ve askerlerin
krokilerinin yanı sıra operasyon bilgilerini içeren ve işaretlenmiş el
yapımı haritalar. Çatışmada öldürülen bazı askerlerin kimlikleri, askeri
kimlikleri, sigorta ve banka hesap belgeleri ile birliğin komutanı
Necim Ay Işık’a ait bir adet telefon.
23 TEMMUZ-1 EYLÜL ŞEMDİNLİ BİLANÇOSU
23
Temmuz’da başlayan ve HPG’nin “Şehit Rubar Piran- şehit Arjin Garzan
Devrimci Harekatı” olarak adlandırdığı harekatın üzerinden tam 45 gün
geçti. Bu süre zarfında gerilla birlikleri Şemzinan’ı (Şemdinli)
kuşatarak tam denetimi sağladı. Bölgede her gün gerilla eylemleri
gelişirken, HPG-BİM’in verdiği bilgilere göre 23 Temmuz ile 1 Eylül
arasında Şemdinli’nin bilançosu şöyle:
Gerillaların bu süre zarfında gerçekleştirdiği eylem sayısı: 67
Suikast eylemi sayısı: 23
Ağır silahlarla yapılan eylem sayısı: 26
Sabotaj eylemi: 7
Bu
eylemler sonucunda 213 özel ordu mensubu öldürüldü, en az 21 asker de
yaralandı. Yaşanan çatışmalarda 14 gerilla yaşamını yitirdi.
Gerillaların gerçekleştirdiği eylemlerde 1 skorsky tipi helikopter ile 1
kobra tipi helikopter düşürüldü. 1 skorsky darbelendi. 3 askeri araç, 1
konteynr ve çok sayıda ağır silah imha edildi. 8 askeri araç ise
gerillaların sabotaj eylemlerinde darbelendi.
Bu süre zarfında
Türk hava kuvvetleri çatışma bölgesine yönelik 25 hava saldırısı
düzenledi. Çatışma bölgesi 39 defa Türk topçusunun obüs, havan ve
katyuşa saldırısına maruz kaldı.
23 Temmuz-1 Eylül tarihleri
arasında Şemdinli kuşatmasının HPG-BİM’in resmi rakamlarına göre
gerillaların ele geçirdiği silahların envanteri ise şöyle:
1 adet bomba atar ve bu silaha ait 20 tane roket.
Gündüz dürbünü: 8
Gece dürbünü: 7
Dedektör: 1
BKC mermisi: 1700
AK-33 MELEZ: 3
AK-33’e ait 2 dürbün ile bu silaha monte edilen 1 adet bomba atar
Ferdi silah şarjörü: 21
Askeri çanta: 13
Telefon:7
Tabanca: 1
Büyük Jeymir(sinyal karıştırıcı): 1
Bomba: 15
Küçük telsiz: 2
BKC: 1
Termal: 4
Havan pusulası:2
Bunların yanı sıra askerlere ait yazışmalar, banka hesap cüzdanları, sigorta belgeleri, kimlikler, krokiler ve haritalar.
ANF