Türkiye medyasında kendine özgü bir misyona sahip olan ve yakın dönem siyasal gelişmelerinde çok önemli bir rol oynayan gazete, fiilen tarihe karıştı.
Gelişmeleri yakından izlemeyenler için şaşırtıcı bir gelişme gibi görünen bu “final”, aslında beklenen ve hatta gecikmiş bir final. Gazetenin kuruluş “misyonu” çoktan tamamlanmıştı.
PLAN VE MİSYON
Taraf’ın “misyonu” neydi?
Taraf’ın misyonunu anlamak için, Amerikan-Türk Ortak Planına kısaca bakmak gerekir. O dönemde ortaya konan bu plan özetle şöyleydi: Artık dönemini doldurmuş olan “askeri vesayet rejimine” son vermek, Türkiye’yi Afganistan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da öngörülen gelişmelere (şimdi anlaşılıyor ki, ‘Arap Baharına’ ve İran’a karşı savaşa) hazırlamak, bu amaçla “İhvan” muadili AKP’nin “Türk-İslam sentezine” dayalı egemenliğini güçlendirmek ve aynı zamanda yine bu öngörüyle bağlı olarak, “ılımlı-işbirlikçi Kürt” alternatifini bölgede desteklemek amacıyla, Kuzey Kürdistan’daki “radikal Kürt hareketini” tasfiye etmekti.
Taraf Gazetesinin “doğrudan” bu planın bir gereği olarak kurulduğunu söylemek için yeterli somut veriler elimizde olmamakla birlikte, bu gazete hangi “niyetle” kurulmuş olursa olsun, bu planın sahipleri Taraf Gazetesi’ni, ona “özgün bir misyon” yükleyerek, bu “misyon” sona erene kadar büyük bir destek verdiler. Ve büyük olasılıkla Ahmet Altan gibi demokrat insanlar, geçici olarak bu “misyona” hizmet eder duruma getirildiler.
Sözünü ettiğimiz Amerikan-Türk planında Fethullah Gülen cemaatinin büyük bir rolü olduğu çok açık. Amerikan servisleriyle içli dışlı olan ve dünya çapında muazzam bir “istihbarat volan kayışı” rolü oynayan bu cemaate yakın unsurlar, Taraf gazetesine yerleştirildi. Onlar, gazeteyi adım adım bu planın “militan medya dayanağı” haline getirmeyi başardılar.
EKLEMLENMEYE YOL AÇAN HATA
Gerçekte Ahmet Altan, Murat Belge gibi isimler, Taraf Gazetesinde, AKP’nin Avrupa Birliğine üye olma ve askeri vesayete son verme programına samimi olarak güvenerek çalıştılar. Nitekim onların AKP’yi destekledikleri ilk dönemde, AB yönünde kimi olumlu reformlar yapılmıştı ve AKP özellikle 27 Nisan muhtırasına karşı takındığı tutumla ve 27 Nisan muhtırasından birkaç gün sonra Ümraniye’de ele geçen “bombalarla” ilgili tutuklamalarla “askeri vesayet”i sona erdiren süreci başlatmıştı.
Bugün istifa eden aydınların asıl hatası AKP’yi “AB hedefi ve askeri veyasete son verme amacı” nedeniyle desteklemek değildi. Eğer onlar, bu desteği, Kürt sorununda demokratik çözüm koşuluna bağlamış olsaydılar, elbette “devrimci” bir çizgi izlemiş olmazlardı, ama kesinlikle “demokrat ve adına layık liberal” bir yönelim almış olurlardı.
Böyle olmadı. Ahmet Altan’ı ve onunla dayanışma içinde olanları ABD-Türkiye, AKP-Cemaat “planlarına” eklemleyen ve onları bugün AKP’nin izlediği “muhafazakar otoriter” siyasette “pay” sahibi yapan hata, gazetedeki “planın” gerçek uygulayıcılarının dayattığı çizgiye teslim olmalarıydı. Bu çizgi, “askeri vesayete son verme hedefini, Kürt sorununda çözümsüzlük hedefinden” kopartmaları ve adım adım gazeteyi militan bir PKK düşmanı yayın organı haline getirmeleriydi.
İşte bu büyük yanlış, bugün yaşanan istifaları, daha o günden kaçınılmaz kılmıştır.
Onlar, “askeri vesayete son verme hedefinin” kendiliğinden “demokrasiye” yol açacağını sandılar. Buna o kadar inandılar ki, “askeri vesayete son verildiğinde” demokrasi gelecek diye, AKP’nin Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü imha ve inkar siyasetine açıkça destek verdiler. Öyle ki, Taraf Gazetesi bir süre sonra, “vesayete son verme” mücadelesini, “çözümsüzlüğe son verme” mücadelesiyle birleştirmek yerine, tam tersini yaptı. “Ergenekon’a karşı mücadeleyi PKK’ye karşı mücadeleyle” birleştirdi. Bu gazete, kirli bir propagandaya yöneldi ve “Ergenekon ile PKK” arasında “bağ” icat eden yazılarla dolup taştı. "Alternatif Kürt hareketi" yaratmak için en kirli isimler gazetenin sayfalarında yer aldı. Gazete “PKK iki halkın düşmanıdır” manşetini attığı zaman, Taraf Gazetesi’nin “askeri vaseyete” karşı mücadelesinin hiçbir demokratik içeriği kalmamış oldu. Bu aynı zamanda Ahmet Altan ve arkadaşlarını nesnel olarak Amerikan-Türk, AKP-Cemaat planlarının bir parçası haline getirdi.
"DARBEYİ" KİM ÖNLEMİŞTİ?
Neden “askeri vesayete son verme” hedefi, bu hedef gerçekleştiğinde kendiliğinden demokratik bir sonuç veremezdi? Bugün artık bu sorunun yanıtı, Ahmet Altan ve arkadaşlarının da ağır biçimde eleştirdikleri AKP uygulamalarından kolayca anlaşılıyor. Ama o dönemlerde konu bu kadar aydınlık değildi.
Kürt sorununda çözümsüzlüğe radikal bir şekilde son verme hedefiyle birleştirilmedikçe, askeri vesayete son verme mücadelesi, bütün anti-militarist ve anti-bürokratik içeriğinden boşalmış oluyordu. Çünkü askeri vesayet rejimi aslında ömrünü doldurmuş, işlevini ve misyonunu tamamlamıştı. Çünkü uluslar arası durum değişmiş, soğuk savaş sona ermiş, Avrupa’nın bütün ülkelerinde “gladio” tipi örgütlenmeler tasfiye edilmiş, “askeri vesayet”in vurucu gücü “Ergenekon”a ise, PKK’ye karşı yürütülen savaş yüzünden “göz yumulmuştu”…Kürt halkının yere serdiği Türk Gladiosunun cenaze namazını, ABD AKP'ye kıldırma kararı almıştı.
Ne var ki, Türk gladiosu, dolayısı ile “vesayet güçleri”, yalnız misyonlarını doldurmakla kalmamıştı, onlara “göz yummak” da giderek imkansız hale gelmişti. Ergenekon’a PKK ile 1990 başındaki kirli savaş yüzünden göz yumanlar, sonuçta bu gücün Kürt özgürlük hareketi karşısında tam bir başarısızlığa uğradığını gördüler. Göz yummanın anlamı yoktu. Yalnız başarısızlığa da uğramakla kalmamıştı. Bu güç savaş boyunca dejenere olmuş, suça bulaşmış, uyuşturucu, kaçakçılık, fuhuş alanında mafyayla iç içe geçmişti.
ABD, “Ergenekoncuları”, onların kışkırttığı “darbecileri” asıl 2002 yılında “cezalandırma” kararı verdi. ABD’nin Irak’ı işgal planı gereği 1 Mart tezkeresiyle ilgili gelişmelerden söz ediyorum. Ordu, aslında 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmesini istiyordu. Çünkü ABD ile birlikte Irak’a girecek olan ordu, orada Kürtlerin “fiilen var olan federal” kazanımlarını yok edecekti. Buna karşılık ordu, bir Müslüman ülkeye, ABD ile birlikte girme “sorumluluğunu” kendi üstüne almamak, bunu AKP’ye yıkarak, Hükümeti daha işbaşına geldiği günlerde zayıf düşürmek, İslami cephede bölünme yaratmak amacıyla, Meclisin toplanmasından bir gün önce yapılan MGK toplantısında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e rağmen generaller bu konuda Hükümete “yazılı” bir destek vermeyi kabul etmemişlerdi. Ordunun bu “oyununa” karşı, AKP içinde bir grup vekil 1 Mart tezkeresinin geçmesini önlemişti. Bütün bunlar olurken, ABD’nin binlerce askeri İskenderun açıklarında birkaç ay beklemişti. ABD, ordunun “cezalandırılmasına” bu nedenle karar verdi…(Şimdi bu ordu, ABD, Almanya ve Hollanda’nın beşer yüz kişilik askerleri eşliğinde Türkiye’de konuşlanacak olan Patriot rampalarının önünde ‘ceza nöbeti’ tutacak…)
Türk Silahlı Kuvvetlerini, bölgede büyük “hedefler” için güçlü bir dayanak olarak kullanmak isteyen ABD ve NATO açısından ordunun bu durumu “kabul edilemez” hale gelmişti. Böyle bir orduyla Amerikan savaş planları birbirine ters düşüyordu. İşte ABD ve NATO çevrelerinde “Ergenekon” tasfiyesi bu nedenle karar altına alındı. Hükümete gerekli güvenceler verildi.
NATO "KOMUTANININ" İHBARI
Ne var ki, Ergenekon tasfiye edileceğini anlayınca, milyarlarca dolarlık maddi çıkarlarını ve varlıklarını korumak amacıyla, ordu içinde AKP’ye karşı “darbe” kışkırtmasına girişti. Öyle ki, o ana kadar NATO’nun ve ABD’nin “emir komutası” altında, “Sovyet tehlikesine” karşı örgütlenen bu güç birden bire “anti-Amerikan” sloganlarla harekete geçti. Böylece, ordunun “Ergenekon”la özdeş olmayan kesimleri de, hızla bunların dümen suyunda “darbe” hazırlığına başladı.
İşte bu durumda, ABD düğmeye bastı. Ordu “darbe” yapamayacağını kısa zamanda anladı. O nedenle, şimdi yargı önünde olan “darbe planları” hayata geçirilmeden çöpe atıldı. AKP herhangi bir darbe girişimini önlememişti. Ortada “plan” dışında hiçbir “girişim” ya da “teşebbüs”, hatta “teşebbüse hazırlık” bile yoktu. Yapılan planlar yıllar öncesinde “kadük” olmuştu. Büyükanıt, ordunun ağzına “bal” çalan 27 Nisan muhtırasını verdikten hemen sonra, “iyi” bir NATO “komutanı” olarak, Dolmabahçe’de “darbe” olmayacağını Başbakan’a temin etmiş ve bunun kanıtı olarak da, muhtemelen Hükümet’in Ergenekon’a karşı harekete geçmesini sağlayan bilgileri Başbakan’la paylaşmıştı. Ve bu görüşmeden on gün kadar sonra Ümraniye’deki bombaların ele geçmesiyle birlikte, darbecilerin ve Ergenekoncuların tasfiye süreci de başlamıştı.
Eğer bu tasfiye süreci, o yıllarda Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme mücadelesiyle birleştirilseydi, bu gerçek bir demokrasiye yol açacaktı. Ama “planda”, askeri vesayete son vermek varken, Kürt sorununda çözümsüzlüğe son vermek yoktu.
VESAYETLE SAVAŞTA TARAF
Bu tasfiyede Taraf’ın rolü şuydu: Ergenekon ve darbe hazırlıkları ile ilgili kamuoyunun hazırlanmasında yeni bir yayın organına ihtiyaç vardı. Çünkü AKP yanlısı İslamcı medyanın, daha sonra Taraf’ta yayınlanan “belgeleri” yayınlaması kamuoyunda hiçbir inandırıcılık taşımayacaktı. Hatta böyle yapılsaydı, bu belgelerin yayınlanması tam tersine orduda büyük infiale neden olacak, böylece Ergenekon ve darbenin tasfiyesi için var olan zemini bile daraltacaktı. Orduya karşı operasyonları merkez medya, örneğin Hürriyet grubu ve Cumhuriyet gibi gazetelerin desteklemesi de düşünülemezdi. Çünkü onlar darbeyi desteklemekteydi. Geriye yeni bir yayın organına ihtiyaç vardı; bu öyle bir yayın olmalıydı ki, laik çevreleri de, solu da etkilemeliydi. En azından onları “demokrasi” adına “nötralize” edebilmeli, onların karşısında “inandırıcı” olabilmeliydi. İşte Ahmet Altan, Murat Belge gibi ve pek çok sosyalist isim böyle bir işlev gördü. “Laik cephe” kısa zamanda Taraf’ın yayınlarıyla birlikte paralize oldu.
Bunun bir başka sonucu da, demokrat, sol ve sol liberal geniş çevrelerin hızla Kürt özgürlük hareketiyle dayanışma yerine, ona karşı tutum almasıydı. Aralarında Avrupa Birliği çevreleriyle yakın ilişki içinde olan aydınların Taraf çizgisine gelmesi, AB ülkelerindeki sol ve yeşil çevrelerinin zorluk çekmeden PKK’ye karşı, AKP’den yana tutum almasına da yardım etmişti. Böylece en başta yazdığımız “plan”ın bütün hedefleri Taraf Gazetesi tarafından başarıyla savunuldu ve bu hedeflere katkıda bulundu.
Gazete, “Ergenekon”cular ve “darbeciler” tutuklandıktan ve BDP’ye karşı üç yıl önce başlayan kitlesel “KCK” tutuklamalarından sonra AKP ve Cemaat açısından “misyonunu” tamamladı. Hüseyin Gülerce’nin “Artık AKP’nin liberallere ihtiyacı kalmadı” fetvasından sonra Taraf gazetesinin de “sonu” görünmüştü.
BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI VE SONUÇ
Ahmet Altan ve arkadaşları, AKP’nin gerçek yüzünü gördükten sonra, gazetede büyük bir öfkeyle AKP karşıtı kampanya başlatıp ve Kürt sorununda giderek eski çizgilerinin yerine daha “makul” bir yönelim almaya kalkınca, bu isimlere karşı hem AKP yanlısı medyada, hem de bizzat gazetenin içinde yıkıcı bir karşı kampanya örgütlendi. Bu kampanyanın Orhan Miroğlu ile başlaması, gazetede “alternatif Kürt” yaratma hayallerinin yıkımı oldu. Sonuçta Cemaat’e yakın Yıldıray Oğur ve benzerleri Ahmet Altan ve arkadaşlarını tasfiye ederek gazeteye el koyma tertiplerinde başarılı oldular. Şimdiki istifalar yaşandı.
Taraf Gazetesinin kısa tarihi, Türk demokrat aydınının hayal kırıklığı tarihi oldu.
Bu kısa tarihten çıkan biricik ders şudur: Türkiye’nin somut tarihsel koşullarında, Kürt sorununda doğru tutum almadıkça, hiçbir demokratik hedefe ulaşılamaz.
Zaten Ahmet Altan ve arkadaşları bu tarihsel dersin farkına vardıkları için Taraf macerasına son vermiş olmalıdırlar. Hiç değilse ben böyle sanıyorum…Zaman zaman kırıcı olma pahasına bu sonucun kaçınılmazlığı hakkında uyardığım bütün bu değerli insanların, Türkiye’nin demokrasi mücadelesine bundan sonra, asıl katkıyı yapacaklarını düşünüyorum.
ANF