4 Eylül 2011 Pazar

PKK Sonrası

Başlık benim değil, sevgili okuyucularım; Zaman'dan. Prof. M.Türködimne'ye ait.. PKK'nin bu gün yarın, hattabir iki saate kadar biteceğine dair yazısıOkumayanınız varsa önce kendisinin bu günkü yazısını vereyim. Ardından da benim ona olan yanıtını sizlerle paylaşmak istedim.

Kandil cephesinde kritik gelişmeler yaşanıyor.
Türkiye-İran ve Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi, PKK'ya (ve PJAK'a) karşı ortak bir askerî operasyon yürütüyor. İran'ın Kandil'e kara harekâtıdevam ediyor. Kuzey Irak Yönetimi Kandil'e giden yollardan kuş uçurtmayarak PKK'nın ikmal yollarını kesmiş ve yalıtmış durumda. Türkiye'nin havaoperasyonu devam ederken, Kuzey Irak'ta sayısı azımsanamayacak askerî gücünün operasyonlar yaptığı haberleri geliyor. Yine Türkiye Irak sınırınayığınak yapmaya devam ediyor.

Arka planda yoğun bir diplomasi ve üç ülke arasında işbirliği var. Kuzey Irak'taki bölgesel yönetim PKK aleyhinde bir kampanya sürdürüyor. Türkiye'ninve İran'ın Kuzey Irak'a yaptığı askerî operasyonların sorumluluğunu PKK-PJAK ikilisine çıkartıyor. Bayramdan önce Neçirvan Barzani ve BölgeselYönetim'in İçişleri Bakanı Kerim Sincarî İran'a gidip, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad dahil çok üst düzey temaslarda bulundu. Arkasından SincarîTürkiye'ye gelerek temaslar hakkında bilgi verdi. Sonrasında Kuzey Irak'ta, Türkiye ve İran'ın askerî harekâtını protesto edenlere yönetim sertmüdahalelere başladı.

Tablo netleşiyor. PKK-PJAK'a karşı üç ülke uyumlu ve koordineli bir operasyon yürütüyor. Bölgesel Yönetim'in PKK'ya böyle sert bir tavır alacak kadarbu operasyona angaje olması, arkada ABD'nin de bu işbirliğine destek verdiği anlamına geliyor.

Peki bu tablo ne anlama geliyor? Bu gelişmelerin çok kesin bir anlamı var: PKK'nın işi askerî olarak bitiyor. Kılıçla yaşayan, kılıçla ölüyor. Daha anlaşılırbir ifade kullanalım: Silahlı Kürt Ulusal Hareketi yok ediliyor. Yok edenlerden biri de Irak'ın Kürtleri.

14 Temmuz Silvan saldırısı ile PKK ölümcül bir hata yaptı. İran'ın Suriye'de Esed rejimini ayakta tutmak için Türkiye ile karşı karşıya geldiğini ve aradakiçatlağa yerleşerek kendine alan açacağını hesapladı. 16 Temmuz'da İran'ın Kandil'e yaptığı askerî operasyonda PJAK hemen teslim oldu. Silvansaldırısının İran'la teması olan grup tarafından yapılması tesadüf değildi. Öcalan'ın uzlaşması sabote edildi. Demokratik özerklik ilanı ile 'devrimci halk savaşı'nın ilk adımı atıldı. Bugün Duran Kalkan'ın, 'Öcalan'ın önerdiği protokolün Başbakan Erdoğan tarafından kabul edilmediği' iddiası, Silvan saldırısı başlayan yeni dönemin geç kalmış ilebir bahanesi olarak ileri sürülüyor. Bu bahanenin şimdi ileri sürülmesi, Silvan'la izlenen stratejinin iflasının ilanı anlamına da geliyor. PKK'nın İran-Suriye eksenine yerleşerek Türkiye'de şiddeti tırmandırma stratejisi bütünüyle çökmüş durumda. Daha ötesi PKK daaskerî olarak iflas etmiş ve tükenmiş durumda.

Üç gücün ortak operasyonu, Kandil'in artık PKK-PJAK ikilisi için bir ana üs ve karargâh olmaktan çıkması ile neticelenecek. PKK'lılar için 'çıkılacak dağ' kalmayacak. Dolayısıyla birPKK bir silahlı örgüt olarak ortadan kalkacak. 27 yıl devam eden bir isyanın sonuna geliyoruz. Söylediğimi tekrarlayayım: Silahlı Kürt Ulusal Hareketi kesin bir yenilgiye uğruyor.
Üzerinde düşünmemiz gereken yeni soru: 'PKK'dan sonra ne olacak?'

AK Parti hükümetinin PKK'ya karşı izlediği strateji sonuç aldı. Bu sonuç diplomasi ile alındı. Bu diplomasiyi yürüten ve netice alan akıl, ' sonra'sı PKK'daniçin de hata yapmaz. Unutmamalıyız ki Kürt Ulusal Hareketi'nin silahlı kanadı çökertildi; siyasî kanadı değil. Terör, kitlesel desteğini kaybetse de rahatsızlık vermeye devam eder. Ama asıl Kürt siyasal hareketinin önü açılmış oldu. BDP'lilerin yeni yönetimi belirleyecekleri toplantı, bu ışığında yapıldığı gelişmeleriniçin bir dönüm noktası olacak. Kürt siyasal hareketi üzerindeki PKK vesayeti, üç ülkenin ortak operasyonu ile kaldırılıyor.

Bir savaş sona eriyor. Doğru olan, yenilenlere onurlarıyla yaşayacakları bir alan bırakmak. Yenilenler Kürt ulusalcıları. Bu alanda nefes alıp vermeye ihtiyaçları var. Kalıcı bir barışın tesisi ve Türkiye'nin entegrasyon dinamiklerinin önünün açılması ancak böyle mümkün olacak. Ve unutmamalıyız: sorunu Kürtdevam ediyor. Demokratik açılımın da üzerinden terör gölgesi kalkacağı için daha cesur hamlelerle ilerlemesi gerekiyor.
m.turkone@zaman.com.tr 
Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir
04 Eylül 2011, Pazar

Abdullah Kaya

Barış Nerede?

"Madem barış talebinin altında gizli niyetler aradılar söyleyeyim, bizim niyetimizelinize taşı almaya karar verdiğiniz ilk anda vazgeçmenizi sağlamak."

1 Eylül Dünya Barış Günü'nde Kadıköy'de yine aynı gaz kokusu, aynı boğaz yanması, taşlar vesopalar. Aynı kaçışlar, birbirini korumaya çalışan aileler, çevik kuvvetin koşarken çıkardığısesleri, esnafın ve bayram gezmesinde olanların bu filmi tekrar izlemesi.

O kadar ironik ki Dünya Barış Günü'nde savaşmak ama yine de şaşırmadık olanlara. Çünkü biz zaten sürekli savaşıyoruz. Hem dağda hem mahalle aralarında.


O kadar gergin ki herkes, bırakın barış istemeyi, sağduyu, insanlık beklemek bile saçmaoluyor. En ufak bir söz yetiyor ellerinde sopalarla mahalle esnafının göstericileri dövmek içinnöbet beklemesine.


1 Eylül'de de aynen böyle oldu. Camları kırıldığı için sinirlenen mahalleliler gelip geçen bütün Kürtlere küfür etmeye başladı. Kürtlerden bazıları "Biz barışistiyoruz" diye haykırırken bazıları da tutamadı kendini, küfürle karşılık verdi.


Beş dakika sonra mahalleliler almıştı eline sopaları ve evlerine, dükkanlarına giren taşları geri fırlatmaya başladılar. Ağızlarında da aynı laf: "Polis onlarıkorumaya geliyor ama vatandaşını korumuyor."


Sorun buradan çıkmıyor mu zaten? Cam çerçeve indirenlerin bu ülkede vatandaş sayılmamasından, hak talep edememesinden, sözsöyleyememesinden, sadece 1 Eylül'de değil, gündelik hayatın her alanında, bazılarının doğal hakkı olduğu için hiç düşünmeden yaptığının onlara yasakolmasından.


Devletin otobüs duraklarına, Karadeniz pidecisine, Türk bayraklı eve taş atanlar ve onları dövmek üzere ellerine sopaları, taşları alıp sokaklara dökülenmahalleliler.


O mahallelilerin empati kurmaya niyeti yok. Onların dünyasında tek bir gerçek var, o da camlarının kırıldığı. Cam kırıldı, parasını nasıl ödeyecekler, korkmuş olmak onlara yakışmayacak, "İyice azıttılar" mahallelerine girdiler, birilerinin onlara hadlerini bildirmesi gerekiyor.


"Oradan insan geçiyor, taş atmayın" diyecek oldum. Sen misin diyen. "Merak etme bize taş atanlara gelir o taş, size gelmez" dedi elinde sopatutanlardan biri. Yaşlı bir adam bana nasıl yolun karşısından güvenle geçebileceğimi tarif etmeye çalıştı. Ama eli sopalılar sonra kanaat getirdiler kibenim niyetim başkaymış.


Evet, benim niyetim başka. Benim niyetim, kafama taş gelmeden geçip gitmek değil. Yolun karşısına geçip olaylardan hızlıca uzaklaşmak da değil. Benim niyetim barış için geldiğim mitingden boğazım yanarak, korkarak, nefret ederek uzaklaşmak zorunda kalmamak.


Ama bunu anlatamazdım. Tuttuklarını dövmemeleri için diretecek oldum, "Sen kadınsın, haddini bil" dediler. Haddimin nereye kadar olduğunubilmiyordum, öğrenmiş oldum. Haddim erkek şiddetine karışmamakmış. "Saldırmayın" diyemezmişim çünkü benim aklım ermezmiş.


Kimin neyi başlattığını tartışmak yersiz. Biliyoruz ki şiddeti başlatan her zaman güce sahip olanlardır ama kimseye bunun böyle olduğunuinandıramazsın.


1 Eylül Dünya Barış Günü'nde de bütün Kadıköy halkı ve esnafı savaşı yaşadı ve halklar ne yazık ki yine birbirinden nefret etti. Bir nefret başlar, kontrolden çıkar, herkeste farklı tepkiye yol açar, kimisi gururundan, kimisi kaybedecek bir şeyi olmadığından, kimisi sesini duyurmak için elindeki tekşey olduğu için ilk taşı atar.


Artık o taşı durdurmak imkansızdır. Artık ne desek boştur. "Durun yapmayın" diye bağırırız, kimse duymaz. "Senin niyetin başka" derler. "Senin niyetintaviz vermek" derler.


Madem barış talebinin altında gizli niyetler aradılar söyleyeyim, bizim niyetimiz elinize taşı almaya karar verdiğiniz ilk anda vazgeçmenizi sağlamak.

ELİF İNAL

BİANET

Solin Bebeğin Ahı Sizi Çarpacak!


Hani birkaç ay önce ortalığa çıkıp PKK beni tehdit ediyor demişti ya? Böylelikle ortalığı velveleye vermiş, bir sürü kişiyi de bu yalana inandırmaya çalışmıştı. Sonra bir sürü kehanetle ortalarda gezinmeye çalışmıştı da eline yüzüne bulaştırmıştı. Kehanetlerinin haddi hesabı yoktu. Öyle ki, son günlerin popüler yalanı olan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın İran tarafından yakalandığı haberi üzerine balıklama atlamıştı. Karayılan ve Bayık’ın tasfiye edildiğinden tutalım, PKK’nin içinde Suriyeli Türkiyeli çatlağı çıkartmaya kadar. Neredeyse her alakasız konuda kehanetlerde bulunmaya çalışıyordu. Kahin ya; kehanetlerinin de doğru çıkmasını bekler, ama bir türlü gerçekleşmediğini görünce deliye dönmüşcesine yeni yalanlara başvururdu.


Kimden bahsettiğimizi anlamışsınızdır. AKP’nin son dönemin revaçtaki stratejisti Emre Uslu’dan bahsediyoruz. Dün yine ortalığa çıktı. Neyle mi? Tabi ki yine bir yalanla!

Böylelikle bu şahsiyetin bir uzman olduğunu anlamış olduk. Evet bu adam bir uzman; bir yalan uzmanı, bir dezenformasyon uzmanı. Ve bu uzmanlığını AKP yararına sonuna kadar kullanmaktan geri durmuyor.

TÜM BASININ YALANI YETMEYİNCE BU ‘UZMAN’ GİRDİ DEVREYE

Son dezenformasyon hareketi Kandil’de Türk savaş uçakları tarafından vurulan ve hunharca katledilen 7 sivil Kürdün üzerineydi.

Kendi denetimlerine geçen Genelkurmay yalanlamıştı ya bu olayı, birileri de bunu topluma empoze etmeye uğraşmalıydı. Olayın birkaç gün sonrası TSK’nın yaptığı açıklama, Taraf dahil bütün gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanmış, yandaş ve candaş basın, olayın Türk savaş uçakları tarafından gerçekleştirildiğini yalanlamak için birbiriyle yarışmıştı.

Ancak tüm bu çabalar yetmemiş olacak ki, devreye yine bu “uzman” bozuntusu girdi. Olaya öyle bir giriş yaptı ki, artık Kürt sorunuyla alakası bile olmayan bir insanı dahi inandıracak durumda değildi. Yazısındaki tüm argümanları, bir sonraki cümlede hemen çöküyor, ardı ardına sıraladığı fotoğraflar, bunları anlatan kelimeler, cümleler, paragraflar yüzüne gözüne bulaşıyordu.

Solin bebeğin ahı olsa gerek; neresinden tutuyorsa, yalanı yüzüne çarpıyordu adeta. Evet, Solin bebeğin ahı çarpıyordu Emre Uslu’yu. Bu yüzden yalanı elinde kalıyordu, yüzüne bulaşıyordu.

KULDAN UTANMIYORSUN, ALLAH’TAN DA MI KORKMUYORSUN

Şimdi Emre Uslu’ya sormaya başlayalım! Ey be adam; haydi sen kuldan utanmıyorsun, Allah’tan da mı korkmuyorsun? Hani siz AKP’liler ‘dindardınız?’ Hani yaratılanı yaratandan dolayı seviyordunuz? Hani Başbakanınız koşa koşa Somalili din kardeşlerimizin imdadına koşuyordu da onları açlıktan kurtarıyordu? Nerde kaldı dindar ve ‘insanseven’ yanınız?

İnsanda biraz utanma olur.

Tamam anladık, dezenformasyon uzmanlık alanınız ama bunu yaparken bile insanda biraz utanma, arlanma olur. Biraz kuralına, kanununa göre yapar. Hiç mi kalmadı sizde izan?

Dedim ya; Solin bebeğin ahı çarpacak sizi. Bundan da mı korkmadınız?

Emre Uslu, “çok dikkatli” bir inceleme sonucu bize köşesinde yayınladığı fotoğrafların analizini yapıyor. Fotoğrafları anlatırken, vurulan aracın yeni vurulmadığını, birkaç aylık enkaz olduğunu inandırmaya çalışıyor üstelik.

Dedik ya; insanda biraz utanma olur. Peki sen olayın hemen ardından Gazeteci Halit Ermiş tarafından çekilen görüntüler ve fotoğraflara hiç mi bakmadın? Orada yerde yatan parçalanmış Solin bebeğin ve ailesinin yerdeki cesetlerini de mi görmedin? Eminim ki görmüşsündür. Mesele o fotoğraf ve görüntüleri görüp görmeme meselesi değil, mesele “olayı nasıl çarpıtırım” üzerine kurgulu olduğu için yapılması gereken de bu görüntüleri gözlerden ırak tutmak, görünmez kılmak.

LÜTFEN ŞU GÖRÜNTÜLERİ TEKRAR YAYINLAYIN

Fırat Haber Ajansı’ndan, Dicle Haber Ajansı’ndan ve Roj TV’den rica ediyorum; o fotoğraf ve görüntüleri tekrar yayınlasınlar. Tekrar yayınlasınlar ve Emre Uslu’nun o görmeyen, görmek istemeyen gözlerinin içine soksunlar. Ama lütfen bu kez üzeri mozaikli olmasın. Açık açık yayınlansın ki, o kör gözlerin tam içine girsin. Mozaiklenmeden yayınlansın ki, Emre Uslu onları da analiz etsin. Bakalım o görüntülere, o parçalanmış cesetlere de birkaç aylık ceset diyebilecek mi?

Uzman olmak, kehanet sahibi olmak öyle ucuz olmamalı. İnsan biraz da araştırma yapar be insafsız!

“Aylar önce vurulmuş bir enkaz olabilir” dediğin o aracın geçtiği yol en az 40 köy ve birkaç ilçe ile kasabayı birbirine bağlayan işlek bir yol. Öylesine işlek bir yolda bir enkazın aylarca kalmayacağını bilmez misin? Enkazı geçtim, insan cesetleri bırak işlek bir yolda, dağda-taşta bile bırakılır mı? (Gerçi siz toplu mezarlarla ünlü bir ülkesiniz, o açıdan değerlendirmişsinizdir)

Hani fotoğrafları tarif ederken bahsettiğin toprak var ya, işte o topraktan o yolda zerre kadar yoktur. O yol asfalt bir yol. Hatta asfalt bile değil, betonarme bir yol. Fotoğrafları incelerken bunu da görürsün belki.

İnsan bir yalanı kurgularken bile biraz dikkat eder, araştırır, soruşturur. Ama bu zevat o hale gelmiş ki, yalanlarına kılıf bulma gereği bile duymazlar.

BUNLAR APOLETLİ GAZETECİLERİ BİLE GEÇTİLER

Eskiden, yani 90’lı yıllarda savaşın yakıcılığını hissettirdiği dönemde, bu tipler yine vardı. Bunlara üniformalı gazeteci denirdi. Mehmetçik basını veya apoletli gazeteciler olarak da bilinirlerdi. Güntaç Aktanlar, Ertürk Yöndemler, Ertuğrul Özkökler, Fatih Altaylılar vardı. Ancak onlar bile bunlara rahmet okuturlardı. O apoletli gazetecileri bile bu ölçüsüzlerle karşılaştırdığında daha insaflı bir tablo çıkıyor insanın karşısına. O dönemin “özel savaş kalemşörleri” bile Şimdiki Zaman’ın, Yeni Şafak’ın, Sabah’ın, Star’ın, Taraf’ın yanında melaiket kalırlardı.

Bunlar artık özel savaş kalemşörlüğünü de aştılar, “kirli savaşın birer yılmaz savaşçısı” haline geldiler. Amerika da, İsrail de, Nazi Almanyası da yürütmüştür psikolojik harbi. Ancak bu kadarını onlar bile yapamazdı.

DERDİNİZ KİMYASAL NECDET’İ AKLAMAK MI

İşte görüyorsunuz; dünün düşürülmesi gereken, darbeci, Ergenekoncu Genelkurmayı bugün savunulacak bir mevzi haline geldi. Ne oldu da bu kadar kısa sürede bu dereceye geldi? Yoksa tüm bu kehanet, Kürtlerin artık “Kimyasal Necdet” olarak literatürlerine geçirdiği Necdet Özel’in Genelkurmay Başkanı olması mı? Düştü değil mi o mevzi? Artık asker de AKP’nin, cemaatin birer yılmaz neferi oldu değil mi? Derdiniz “Kimyasal Necdet”i aklamak mı?

Öyle ise ne yapmalı? Tabi ki savunmalı bu “kutsal ordu”yu. Dünün darbeci Ergenekoncu ordusu artık bir “Peygamber Ocağı.” Bu nedenle onun yaptığı tüm kirlilikleri, tüm katliamları da savunmak lazım.

Öyle mi? Artık savunmak gerekiyor değil mi Peygamber Ocağı’nı? Artık ne tür kirlilikler yaratsalar da, kaç yüz gerillayı kimyasal silahla öldürmüşse de, kaç tane sivili bombalarla hedefleseler de, tek talebi barış olan BDP’lileri tarayıp öldürseler de savunmak gerekir değil mi bu “yılmaz ordu”yu?

KÜRTLERİN GAZABI ÜZERİNİZDE OLACAKTIR


Peki sonunuz ne olur biliyor musunuz? Bugün her fırsatta laf çaktığınız, kendileri de çıkıp “evet biz zamanında çok hata ettik, Kürtlere çok haksızlık yaptık, çok yalan söyledik, bu kirli savaşa alet olduk” diyen gazetecilerin durumuna düşmeyecek misiniz?

Gücünü haklılığından alan, halkının uğradığı haksızlıktan alan, tarihi geçmişinden ve değerlerinden alan Kürt Hareketi sizleri de tarihin çöplüğüne gömmeyecek mi?

Solin bebeğin gülüşünü nasıl sileceksiniz hafızalardan? O gülüşü gören her Kürdün gazabından nasıl koruyacaksınız kendinizi?

Şundan artık emin olun ki, bu yalan söylemleriniz ve dezenformasyon hareketinizle çok fazla yol alamayacaksınız. Kürtlerin gazabı üzerinizde olacaktır. Kürt halkı ve Özgürlük hareketi bunu defalarca kanıtlamıştır.

Son söz olarak tekrar yazmakta yarar var; Solin bebeğin ahı sizi çarpacaktır!

BDP'den 'Demokratik Çözüm Protokolü'

BDP Siirt Milletvekili Gülten Kışanak Ankara’da devam eden BDP 2. Olağan Büyük Kongresi’ne ‘Demokratik Çözüm Protokolü’ sundu. Protokolünde, yeni anayasada çok kimlikli realitenin tanınarak, demokratik ulus tanımı çerçevesinde, özerklik hukukunu esas alan ademi merkeziyetçi yönetim biçimine geçilmesi istendi.

Ankara’da devam eden BDP 2. Olağan Büyük Kongresi’nde söz alan, BDP Eş Başkanlığına aday gösterilen Siirt Milletvekili Gülten Kışanak, kongreye ‘Demokratik Çözüm Protokolü’sundu. Kışanak, sunduğu çözüm protokolünde, Türkiye’nin yeni anayasasının çok kimlikli realitesini tanıması gerektiğini belirtti.

"BDP-Blok olarak sorumluluk almaya, demokratikleşme konusunda müzakerelere başlamaya hazır olduğumuzu net bir dille ifade ediyoruz" diye Kışanak, protokol maddelerini şöyle sıraladı:

"1-Türkiye'de yaşayan tüm kimliklerin, kültürlerin, dillerin, inançların anayasal güvence altında olduğu, açıkça anayasada yer almalı. Etnik kimlikler arasında alt kimlik-üst kimlik tartışması yapılmamalı. Bu çerçevede, üst kimlik olarak hiç bir etnik kimliğe vurgu yapmayan anayasal vatandaşlık esas alınmalıdır.

2-Herkesin kendi anadilini özgürce ve hiç bir kayıt-koşul olmadan kamusal alan dahil her alanda kullanabilmesi anayasal güvence altında olmalıdır. Anadilde eğitim anayasal bir hak olarak tanınmalıdır.

3- Tüm kültürlerin korunması, geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması kamusal bir sorumluluk olarak tanımlanmalı. Bu konuda yürütülen sivil çalışmalar da anayasal güvence altında olmalı.

4-Devletin küçültülüp, sivil alanının ve özgürlüklerin genişletildiği, her türlü vesayete son verilerek halk iradesinin tam anlamıyla hayata geçirilmesine olanak tanıyan ademi merkezi yönetim sistemine geçilmelidir. Bu çerçevede; bölgesel düzeyde tanınacak özerkliklerle bölge, il ve belediye meclislerinin yetkileri merkeze oranla arttırılmalıdır. Her türden sivil demokratik halk meclislerinin faaliyetleri anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.

5- Çalışanların emeğini ve sosyal haklarını koruyabileceği örgütlenmelere devlet ve hükümet müdahalesi önlenmeli, grevli toplu sözleşme hakkı dahil olmak üzere çalışanların örgütlenme ve mücadele hakkı anayasal güvencede olmalıdır. İLO sözleşmeleri hiç bir çekince olmadan anayasal güvence altında uygulanmalıdır.

6-Kadınların sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yaşama katılımı önündeki her türlü engel kaldırılmalı, gerçek ve fiili eşitlik sağlanıncaya kadar özel önlemler alınmalı, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık insanlık suçu olarak tanımlanmalı ve kadın hakları anayasada özel bir başlık altında düzenlenmelidir.

7-Düşünce açıklama özgürlüğü, örgütlenme hakkı, basın hürriyeti AİHS ve BM sözleşmeleri esas alınarak anayasal düzenlemeye kavuşturulmalıdır.

8- Doğanın korunması, ekolojik dengenin bozulmasını önleyecek tedbirlerin alınması anayasal düzeyde teminat altına alınmalıdır."

SÜREÇ İÇİN ÖNERİLER

Kışanak, bütün bu süreçlerin demokratik bir esasla yürütülmesinin ve anayasa inşa sürecinin katılıma açık olmasının esas alınması gerektiğine vurgu yaparak, bunların gerçekleşmesi için de şu talepleri sıraladı:

"a- Seçim barajı kaldırılmalı, siyasi partiler kanunu ve seçimlerle ilgili yasalar demokratik temsil hakkını güvence altına alacak şekilde düzeltilmelidir.

b- Siyasi saiklerle tutuklanmış bütün Kürt siyasetçiler ve tutuklu milletvekilleri serbest kalmalı, bunun için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Demokratik siyasetin önünün açılması için TCK, CMK yeniden düzenlenmeli, TMK kaldırılmalıdır. Siyasi amaçlı tutuklamalara hemen son verilmelidir.

c- 2011 genel seçimlerinde Diyarbakır'dan milletvekili seçilen Mehmet Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin hukuksuz bir şekilde düşürülmesi karşısında hükümet siyasi olarak telafinin yollarına açık olmalı, Sayın Dicle'nin parlamentoya gelebilmesi için açık bir çözüm iradesi ortaya koymalıdır.

d- Emek, Demokrasi ve Özgülük Bloku'nun temsilcilerinin de içinde yer alacağı bir demokratik anayasa komisyonu kurulmalı, ancak öncelikli olarak, Parlamentoda sayısal çoğunluğu elinde bulunduran ve iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi, Emek, Demokrasi ve Özgülük Bloku'nun bu önerilerine ilişkin tutumuna bir açıklık getirmelidir.

e- Demokratik Anayasa Komisyonu, STK'lara, sosyal taraflara ve kanaat önderlerinin etkin katılımına açık olmalıdır.

f- Demokratik Anayasa Komisyonu ile eş güdüm içinde çalışacak bir hakikat ve adalet komisyonu kurulmalı, bu komisyonun arkasında hem TBMM, hem de hükümet iradesi olmalıdır. Her iki komisyon da TBMM'de ve TBMM dışında çalışabilecek yetkinlikte ve yetkide olmalıdır. Komisyonlarda TBMM üyelerinin dışında STK temsilcileri ve uzmanlar da bulunmalıdır.

g- Bütün bu süreçlerin aynı zamanda barışa da hizmet edebilmesi için Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğunu temsilen bir heyetin İmralı'da yüz yüze görüşme yapması, sonrasında görüşmelerin daha sağlıklı yürütülebilmesi için İmralı sistemine son verilmesi ve kısa vadede ev hapsi, orta vadede ise serbest bırakılması öngörülmelidir."

AKP HÜKÜMETİNE ÇAĞRI

Protokolün bir "Müzakere metni" olduğunu söyleyen Kışanak, AKP hükümetine şu çağrıda bulundu: "Çözümden korkma. Barıştan korkma. Korkacaksan çözümsüzlük siyasetinden ve savaştan kork. Çünkü çözümsüzlük siyaseti yenilmeye mahkumdur. Kazanan demokratik çözüm, onurlu barış ve halkların kardeşliği olacaktır."

DEMOKRATİK ÇEVRELERE ÇAĞRI

Kışanak, liberal demokrat çevrelere de şöyle seslendi: "Herkes 90'lı yıllarda yaşadığımız büyük acılarda kendi payını görmeli ve aynı hatalara bir kez daha düşmemek için, vicdanına sığınmalıdır. Binlerce faili meçhul cinayet işlenirken, köyler yakılırken sessiz kalan, görmezden gelen yada çarpıtanlar; bugün gelinen noktada bu tutumlarının insanlığa, halkımıza ve Türkiye'ye hizmet etmediğini görmüş olmalılar."

Kışanak, AKP hükümetinin bugün "entegre strateji" adı altında yürütmeye çalıştığı projenin 90'lı yılların "topyekun savaş" konseptinin yeni adı olduğuna vurgu yaparak, Herkesi bunun karşısında sorumluluk almaya davet etti. Kışanak, çözüm önerilerinin tartışılmasını ve AKP hükümetinin çözüm masasına çekilmesini istedi.

‘SAFIMIZ NETTİR’

"BDP ve demokratik Kürt siyasetinin tehdit, şantaj, baskı,sindirme, teslim alma yöntemlerine karşı, bedeli ne olursa olsun 'onurumuzu' ve direnişi tercih edeceğiz" diyen Kışanak, "Herkes safını belirlesin" diyorlar. Bizim safımız belli ve nettir. Biz demokratik çözümün, onurlu barışın, halkların kardeşliğinin safındayız" dedi.

‘PROTOKOL YOL HARİTAMIZDIR’

"Demokratik çözüm protokolü"nün yol haritaları olduğunu kaydeden Kışanak, şöyle devam etti: "AKP çözümü, diyalog ve müzakereyi tercih ederse tüm Türkiye kazanır. Savaşta ve çözümsüzlükte ısrar ederse; biz yolumuzu yürümekten geri duracak değiliz. Tüm Türkiye halklarıyla, demokrat, sol, sosyalist, devrimcilerle, yolumuza devam edeceğiz."

Kürt sorununun çözümünde Öcalan'ın aldığı role dikkat çeken Kışanak, Öcalan'ın çözüme ve diyaloga açık olduğunu söyledi.

BDP 2. Olağan Kongresi'nden Notlar...

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 2. olağan kongresi sürüyor. Konuk temsilcilerinin konuşmalarının ardından kongrede eşbaşkanlık seçimiyle Parti Meclisi seçimleri yapılacak.

* “Demokratik özerklikle demokratik cumhuriyeti selamlıyoruz” sloganıyla gerçekleştirilen kongrede konuşmaların çoğunda “demokratik özerklik” vurgusu yapıldı.

* BDP 2. olağan kongresi Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda yapılan kongre, Hakkari Çukurca’da canlı kalkan yürüyüşü sırasında ölen BDP’li Van İl Genel Meclisi Üyesi Yıldırım Ayhan’a adandı.

* Kongre salonuna Ayhan’ın yanısıra 1993 yılında devlet güçleri tarafından öldürülen DEP milletvekili Mehmet Sincar, PKK’nin kurucularından Mazlum Doğan ve 1996’da Çanakkale cezaevinde bedenini ateşe veren Sema Yüce ile Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve Ulaş Bardakçı’nın posterleri asıldı.

* Salonda Türkçe, Kürtçe, Zazaca ve Süryanice pankartlar yer aldı. Kongrede Türkçe ve Kürtçe şarkılar çalındı.

* Kongrenin yapıldığı Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nun hıncahınç dolduğu gözlenirken çok sayıda BDP’li de salon dışında kaldı.

* 12 Haziran seçimlerinde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ndan seçilen tüm milletvekilleri salonda hazır bulundu.

* BDP Eşbaşkan adayları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak’la birlikte salona girdi. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak ile birçok BDP’li belediye başkanı da kongreye katıldı.

* Kongre gündeminin okunmasının ardından “Özgürlük, barış ve devrim mücadelesinde şehit düşenler” anısına saygı duruşunda bulunulduğu sırada ayağa kalkmayan bazı gazetecilere bazı partililer “Yuh, basına yuh” diyerek tepki gösterdi.

* Kongreye katılan milletvekillerinin isimleri okunurken 12 Haziran seçimlerinde milletvekili seçilmelerinin ardından tahliye talepleri reddedilen KCK tutuklusu milletvekilleri ile milletvekilliği YSK tarafından düşürülen Hatip Dicle’nin isimleri “Aramızda” denilerek anons edildi. Bu isimler salondan büyük alkış aldı.

* “Biji serok Apo”, “PKK halktır, halk burada”, “Öcalan” sloganları attılar. Konuşmalar sırasında Öcalan’ın ismi geçtiğinde salondan yoğun bir alkış ve tezahürat yükselirken Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ismi geçtiğinde “yuh” sesleri yükseldi.

* Kongreye siyasi parti ve demokratik kitle örgütlerinden temsilciler de katıldı. BDP kongresine katılanlar arasında TKP, ÖDP, EMEP, Sosyalist Parti, EDP, DSİP, ESP, SDP, HAK-PAR, SODAP, Halkevleri ve İHD’den temsilcilerin yanı sıra CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Zeki Gündüz de yer aldı.

*Kongreye yurtdışından da Almanya’dan Sol Parti, Sırbistan’dan Demokrat Parti, İsveç’ten Sol Parti, Yunanistan’dan PASOK, Yeni Kıbrıs Partisi, İspanya’nın Bask bölgesinden Aramar Partisi ile Avrupa Sol Parti temsilcileri katılırken birçok büyükelçilik temsilcisi de katıldı.

* KESK, BES, SES, Türkiye Barolar Birliği, Tüm Bel Sen ve Eğitim Sen de BDP’nin kongresine çelenk gönderdi

ARDA TURAN'A SELAM

Bu arada kongreye katılan konuk siyasi parti temsilcilerin konuşmaları sürerken ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Türkiye-Kazakistan milli futbol maçından sonra “Attığım golü Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün halkların şehit olan evlatlarına armağan ediyorum” diyen milli futbolcu Arda Turan’a selam göndererek “Arda kardeşime buradan selam olsun” dedi. Taş’ın sözleri büyük alkış aldı.

Vayennoye Obozreniye: ''Kürtler Büyük Patlamaya Yol Açabilir''

Rusya’da yayın yapan savunma dergisi Vayennoye Obozreniye, İran İle Kürtler arasında yaşanan çatışmaların bölgede büyük savaşlara yol açabileceğini yazdı. “İran-Kürt çatışması hangi sonuçlara yol açar” başlıklı yazıda Ortadoğu'da yeni bir savaş döneminin başladığına dikkat çekildi.

Aleksandr Samsonov’un kaleme aldığı analizde Ortadoğu'da yeni bir savaş döneminin başladığına dikkat çekilerek, İran ile Kürtler arasında yaşan çatışmaları irdeledi.

‘’İran- Irak sınırlarında Devrim Muhafızları ile Kürtler arasında çatışmalar yaşanıyor. Eğer ABD ordusu Iraktan çekilirse bu iki tarafın çatışması daha da derinleşebilir’’ diyen Samsonov, çatışmaların aynı zamanda Irak Kürdistan’ı içinde yeni bir dönemin başlangıcı anlamına geldiğini kaydetti.

Aleksandr Samsonov’un analizi şöyle: ‘’Tüm bunlar sürecin belirsizlikleridir. Bu Irak’ta bir halk savaşına dönüşmesine, Türk ordusunun yeniden bu bölgeye girişine veya İran-Irak savaşına yol açabilir. (Ki Irak son yıllarda ABD’den yeni askeri teknolojiler aldı bu belli bir hazırlığa işaret ediyor.)

Bazı gözlemciler bu gibi olayların uzakta cereyan ettiğini düşünebilir, ama yanılıyorlar Kürt problemi kendi içinde muazzam bir güç kaynağını taşıyor, ki bu İsrail probleminden daha az değil. Çünkü bu problem büyük bir bölgede (Türkiye, İran, Irak, Suriye) patlatmaya yol açabilecek düzeydedir . Zaten Irak Kürdistan’ın enerji rezervleri açısından dünyada 6. sırada yer aldığını unutmamalıyız.

Kürtler zapt edilemeyen insanlardır ve bu Ortadoğu’da büyük güçler (Persler ve Osmanlı imparatorluğu) için her zaman rahatsızlık kaynağı olmuştur. Pers çarlarından Arap halifelerine ve Osmanlı sultanlarına karşı kendi öz asaletlerini korumayı başarmışlardır. Birinci dünya savaşından sonra Britanya imparatorluğu ve Fransa yeni Ortadoğu haritasını çizerken kendilerine göre suni devletler kurdular. Fakat Kürtlere hiçbir şey verilmedi. Oysa nüfus olarak Kürtler Arap, Türk ve Perslerden daha az değiller… Kürtler bütün devletlerde ikinci sınıf sayılırlardı. Türkiye de ise halk olarak bile görülmüyorlar.”

Amerika’nın Kürt sorunu konusunda ikili oynadığını vurgulayan Rus uzman, ‘’Bir taraftan Türkiye ile ilişkilerini bozmak istemiyor diğer yandın karışıklıkları kullanıyor. İran ve Suriye’deki çatışmalardan yararlanıp dize getirmeye çalışırken Türkiye’yi de yerine oturtuyor. Kürtler ve liderleri Arap ülkelerindeki devrimleri Suriye ve İran üzerindeki baskıları görüp bundan yararlanmaya çalışıyor. Örneğin son zamanlarda hakları için muazzam eylemler yapıyorlar. Özellikle Türkiye ve Irakta yaşananlar Kürt yurtseverlerini yeniden kendi devletlerini kurma düşüncesine götürüyor” diye yazdı.

PJAK TEOKRATİK SİSTEMİ DEMOKRATİKLEŞTİRMEK İSTİYOR

Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK)’ın özerk yada bağımsız değil daha çok otonom bir bölge yaratmak istediğine dikkat çekilen analizde yazar şu saptamaları yapıyor: ‘’PJAK’ın programında batılı görüşler dikkat çekiyor. Örneğin kadın haklarını, dini ve etnik azınlıklar için demokratik hakları savunuyor yani teokratik rejimi demokratik bir rejime dönüştürmek istiyor.

Bu organizasyon İran’da terörist olarak nitelendirilip yasaklanmış. Bu yüzden PJAK için tek yol kalıyor o da askeri yollarla mücadele etmek. Tahran ise bir yandan asker ve polislerle içerde bir yandan devrim muhafızlarıyla sınırları geçerek PJAK ile savaşıyor. Özellikle devrim muhafızlarının komutanı General Abbas Kasimi’nin Kum şehrinde Kürt savaşçıları tarafından öldürülmesinden sonra. Alınan bilgilere göre onunla birlikte iki üst düzey olmak üzere 8 yüksek rütbeli komutan öldürüldü. Bunların içinde aynı zamanda Zerdesh ve Piranşehr askeri kamplarının komutanı Delaver Ranjbalzade ve Doğu cephesi özel timleri komutanı Haci Ağa Mağrufi de yer alıyordu.

Yaşanan operasyonlar hakkında elimizde net bilgiler yok ancak her iki tarafta kendi başarılarından söz ediyorlar. Fakat anlaşılan şu ki her iki taraf için de büyük bir başarıdan söz edilemez. Yine Devrim Muhafızları saldıranlara karşı mücadelelerini sürdüreceklerini açıkladılar. Ama şu da açık ki Kürtler susmayacaktır. Yine Bağdat çağrıda bulunarak askerlerinizi çekin Saddam Hüseyin dönemine dönmeyelim diyerek tehditte bulundu. Irak’ın durumu böyle bir savaşa el vermez ama Irak Kürdistan’ın askeri güçleri savaşa dâhil olabilir ki orda 100 bin asker (peşmerge) var. Eğer böyle olursa bölgede büyük bir savaş patlak verebilir.

Ortadoğu’da Kürtler için şu anki durumlar çok kritik. İran askeri güçleriyle saldırıyor, Ankara bağımsız bir Kürt devletinin doğmasını engellemek için çalışıyor. Ayrıca ABD ordusunu çekiyor ki bu da Kerkük için bir dönemeçtir. Bu gerçekleşirse Arap, Türkmen ve Kürtler arasında büyük bir çatışma başlayabilir. BM’nin barış gücü yerleştirmesini mümkün ama bunun için somut bir şey yok. Önemli bir nokta daha var ki o da Washington’un son günlerde İran’ı El kaide ile ilişkide olmakla suçluyor.’’

ANF NEWS AGENCY

Yüzde Yüz İsabet mi, Yüzde Yüz Yalan mı?

Türk ordusunun 17 Ağustos 2011 tarihinde itibaren Güney Kürdistan’a yönelik başlattığı hava ve topçu bombardımanı çeşitli aralıklarla sürdürüyor.

Bombardıman sürerken Pensilvanya medyası kanlı manşetler atarak yalan üzerine zafer inşa ediyor.

Medyanın manşetlerini yeterli bulmayan Genelkurmay Başkanlığı ise iki defa açıklama yaparak bombardımanın bilançosunu açıkladı.

23 Ağustos 2011 tarihinde yaptığı ilk açıklamada, sözde ‘90 ile 100’ gerillayı ‘etkisiz’ hale getirdiğini açıklayan Genelkurmay, birincisini yetersiz bulmuş olacak ki ikinci açıklama yapma ihtiyacı hisseti.

Karargah, 29 Ağustos tarihinde yaptığı ikinci açıklamasında ise ‘145 ile 160’ gerillanın ‘etkisiz’ hale getirildiğini açıkladı.

Genelkurmay her iki açıklamasında, sivillerin katledilmesine yer vermedi ve başarısını yine ölümle ölçtü.

‘KEPAZE OLDUK’

Kürt Özgürlük Hareketine karşı savaşın yıllarca birinci düzeyde koordinatörlüğünü yapan eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in; ‘PKK karşısında yenildik, kepaze olduk, 2 kişi geliyor 30 kişiyi kaçırıyor, mevzileri bırakıp kaçıyoruz’ itirafını bir tarafa bırakarak Genelkurmayın açıklamasıyla devam edelim.

Genelkurmay Başkanlığının son yaptığı açıklamalardaki sahte zafer nutukları yeni değil. Kamuoyu, 2009 yılının Şubat ayında Zap’a yapılan saldırı sonrası da benzer haberler görmüştü.

ERDOĞAN-SAYGUN ABD’DE

5 Kasım 2007 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun-şimdi Ergenekon sanığı ile birlikte Beyaz Saray’a çıktılar ve PKK’ye karşı yapılacak hava ve kara harekatı için icazet istediler.

Erdoğan-Saygun ikilisi dönemin ABD Başkanı George Bush’tan hem icazet aldılar, hem de Kürt halkını ‘ortak düşman’ ilan edip ülkelerine döndüler. Bush-Erdoğan zirvesinden 42 gün sonra ABD’nin verdiği istihbaratla Medya Savunma Alanlarına saldırılar başladı. 16 Aralık 2007 tarihinde onlarca Türk savaş uçağı Kürdistan’ı bombalamaya başladı. .

Türk Genelkurmay Başkanlığı 16 Aralık 2007 tarihinde başlayan 22 Aralık tarihine kadar devam eden hava saldırıları için 25 Aralık 2007 tarihinde yaptığı açıklamada; "200 hedefin savaş uçaklarımız ve karada konuşlu ateş destek unsurlarımız tarafından ateş altına alınmış, hedefler tam isabet vurulmuştur" demişti.

Genelkurmay resmi internet sitesinden yer alan bir açıklamaya göre bombardımanda 150 ile 175 arasında gerillanın öldürüldüğü iddia ediliyordu.

Genelkurmayın açıkladığı bu rakamları Pensilvanya ve Ergenekon basını manşetlerine taşıdı. Gazeteler ‘Jetlerimiz inlerinde vurdu: 175 ölü’ gibi manşetlerle çıktı. TV ekranları grafiklerle donatıldı.

21 ŞUBAT 2008 ‘DE KARA HAREKATI BAŞLADI

Hava saldırılarını işgal harekatı izledi.

AKP hükümeti ‘Güneş Harekâtı’ adıyla 21 Şubat 2008'de Güney Kürdistan’a, Medya Savunma Alanlarına havadan ve karadan 10 bin askerle işgal harekatı başlattı.

16 Aralık 2007 tarihinde başlatılan hava harekatlarının devamı olan işgal harekatı tam 9 gün sürdü.

21 Şubat 2008 tarihinde Medya Savunma Alanlarına yapılan işgal girişiminden sonra; Türk Genelkurmay Başkanlığı 3 Mart 2008 tarihinde yaptığı açıklamada sözüm ona ‘272 hedef vurduklarını, burada 240 PKK’linin etkisiz hale getirdiğini’ duyuruyordu.

HPG ise 2 Mart 2008 tarihinde yaptığı açıklamada toplam kayıplarının 9 olduğunu bildiriyordu.

Peki Türk Genelkurmayının açıklamalarda verilen rakamlar doğru muydu?

SES KAYIDI


19 Şubat 2008 tarihinde elime ulaşan bir ses kaydı bunun doğru olmadığını söylüyordu.

19 Şubat 2008 Salı günü şimdi bir gazetenin genel yayın yönetmeni olan biri beni telefonla aradı ve önemli bir haber verdi. Adı bende saklı olan gazeteci ‘Güney Kürdistan’a kara harekatının başlayacağını söyledi.

Aynı kişi 19 Şubat Salı akşamı söyleyeceğini doğrulayan bir ses kaydını bana ulaştırdı. Ses kaydı dönemin Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutan’ı Tuğgeneral Münir Erten’ aitti.

Ses kaydını dinledikten sonra haberi teyid etmek için birden fazla kaynaktan bilgi almaya çalıştım. Erten’in verdiği bütün bilgiler önemli olmakla birlikte, bir nokta son derece önemliydi ve kamuoyunun bunu bilmesi gerekiyordu.

Erten, 20-22 Şubat tarihinde Güney Kürdistan’a kara operasyonu icra edileceğini söylüyordu.

Ses kaydını bana ileten gazeteciyi defalarca aradım. Gazeteci kendisinden emindi ve bilgilerin, adı geçen kişinin gerçek olduğunu üstüne basa basa tekrarladı.

Her durumda risk alıp bu önemli bilgi ve haberi kamuoyuyla paylaşmak gerekiyordu. Roj TV haber müdürümüzle bunu paylaştım ve o da dinledi. Ses kaydını yayınlamamız gerektiğine karar verdik.

Biz ses kaydını yayınlamadan aynı günün akşamı ses kaydı bir şekilde yotube paylaşım sitesine de düştü.

Ancak kamuoyu bu ses kaydı ve haberi ROJ TV’den öğrendi.



9 OCAK 2008’DE NE OLDU?


Hava saldırıları devam ettiği günlerde Genelkurmay peş peşe açıklamalarda bulunuyor ‘hedefler yüzde yüz vuruldu, örgüte ağır zayiat’ verildi denilerek operasyonun başarılı olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı.

Aynı günlerde Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Hava Kuvvetleri Komutanı Doğan Babaoğlu’a sarılarak ‘çocuklarla gurur duyuyorum’ demiş, Erdoğan’da kameralar karşısında geçmiş ‘Türk Silahlı Kuvvetlerini kutluyorum’ demişti.

Açıklamalarla yetinmeyen Yaşar Büyükanıt 9 Ocak 2008'de Genelkurmay Elektornik Sistemler Komutanını ziyaret etme ihtiyacı hissetmişti.

Herkes Yaşar Büyükanıt’ın ziyaretin hava operasyonda sözüm ona sağladıkları başarıyı kutlamak amaçlı olduğunu düşünüyordu.

Ancak bir kişi hariç. O isim ise GES komutanı Tuğgeneral Münir Erten’dı.

Yaşar Büyükanıt’ın GES komutanlığını ziyaretinin aslı amacı 'öldürdük' dediği ‘175’ sayısını doğrulatmaktı.

TUĞGENERAL ERTEN KAYIBIN 175 OLMADIĞINI BİLİYORDU


Ancak GES komutanı Erten, başından beri operasyonun başarısız, hayatını kaybeden gerilla sayısının karagahın açıklandığı gibi 175 değil, 5 olduğunu biliyordu.

Aslında bu gerçeği Büyükanıt ve Genelkurmay 2. Başkanı Saygun’da biliyordı. Ancak gerçeği halktan gizliyorlardı. Belki yaratılan havanın içinde sayıyla ölçecekleri bir başarıya ihtiyaçları var.

İşte bu gerçek olmayan başarı için Büyükanıt- Saygun yalan söylüyordu ve herkesin bu yalana inanmasını istiyorlardı.

Ancak işler ‘PKK'yi BBG evleri gibi izliyoruz’ diyen Büyükanıt'ın dediği gibi olmadı.

Peki bu ses kaydında ne vardı ve Münir Erten ne diyordu?

Dönemin GES komutanı Münir Erten’in mesai arkadaşlarına verdiği bilgide şunları söylüyordu:

‘Konu şu; 16 ve 18’indeki bombardıman ve kara harekatından sonra basına bir açıklama yapacaklar.

Tutarlı bilgi arıyorlar. Kaç kişi öldürdük?.’

Erten bu soruya şu yanıtı veriyor:

‘Biz açıkça 5 kişinin öldüğünü, 4 artı 4, 8 kişinin yaralandığını söyledik. 4 kişisi ilk bombardımanda, 4 kişisi 2 taburluk bir kara harekatın olmuştu Şemdinli güneyinde, Irak kuzeyinde yıllar sonra. Orada olduğunu söyledik. Bildiride açıklamadıkları için çok sayıda adamın etkisiz hale gelebileceğini söylediler.’

İstihbaratın başında ki isim Erten, Genelkurmayın açıkladığı 175 sayısını açıkça yalanlıyordu.

Aynı ses kaydında 20-22 Şubat’da kara harekatının başlayacağını söylüyordu.

Öyle de oldu ve harekat başladı.

Sonuç;

Bu ses kaydını 20 Şubat’da Roj TV ana haber bülteni ve Rojaktul gece de yayınladı. Kara harekatı 21 Şubat 2008 Türkiye saatiyle 19.00’da başladı ve 29 Şubat tarihine kadar sürdü.

Ses kayıdının yayınlanmasından sonra doğruları söyleyen Münir Erten görevden alındı yada baskılara dayanmayarak kendi isteğiyle emekliliğini istedi.

ERDAL ER