PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkışı ve 15 Şubat 1999’da ‘uluslararası bir komplo’ ile Türkiye’ye teslim edilmesi sürecinin aktörlerinden Yunan İstihbaratçısı (EYP) Binbaşı Savvas Kalenderidis, Öcalan’ın teslim edilmesinde rolü olan Yunanlıların açığa çıkartılması gerektiğini belirterek, 'Yunan Meclisi’nde bir tartışma yapılsın ve komploda parmağı olan Yunanlar halka açıklanmalı' dedi.
Öcalan ile ilgili Yunanistan’ın insan hakları, iç ve dış uluslararası hukuku ihlal ettiğini de söyleyen Kalenderidis, bir halkın önderine karşı tüm dünya da kapıların nasıl kapatılarak ve uluslararası hukukun ayaklar altına alındığını komplonun yıldönümü dolayısı ile ANF’ye anlattı.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998’den Suriye’den çıkıp 15 Şubat 1999’da Kenya’nın başkenti Nairobi’den alınıp Türkiye’ye teslim edilmesi sürecinin ‘nasıl’ uluslararası bir komplo ile gerçekleştiği hafızalardaki yerini koruyor. Suriye’den çıkış ile başlayan, Yunanistan, Rusya, İtalya ve Kenya gibi bir çok ülkede soluksuz bir şekilde yaşanan süreç, uluslararası hukuk, insan hakları ve evrensel değerler yine ilgili ülkelerin kendi iç hukuklarını ayaklar altına alınmasının da hikayesi oluyordu. Bu sürecin bir çok aktörü vardı ve bu aktörlerden en önemlilerinden biri ise dönemin Yunan İstihbarat Ajanı (EYP) Binbaşı Savvas Kalenderidis'ti. Kalenderis, yıllar sonra bu dönemi “Öcalan Teslimi: Hakikatin Zamanı" kitabı ile anlatarak, uluslararası komplonun boyutlarını belli oranda hem itiraf etmiş hem de tanıklıklarını aktarmıştı. Öcalan’a karşı 9 Ekim 1998 yılında başlatılan uluslararası komplonun yıl dönümü dolayısı ile Savvas Kalenderidis, bir kez daha o dönemi ve yaşananları ANF’ye anlattı.
*Sayın Savvas Kalenderidis, Öcalan’ın esir düşmeden önceki son süreçlerini yakinen yaşayan ve tanık olan birisiniz. Öcalan’ın Yunanistan daveti nasıl gelişti?
-Sayın Abdullah Öcalan’ı ilk kez 9 Ekim 1998 yılında Atina havaalanında karşılaştım. Öcalan, Şam’dan Suriye’den çıktıktan sonra hava alanına indi. O zaman bize haber verdiler ve çalıştığım kurumun başkanıyla beraber ben tercüman olarak yanına gittim. Ve o gün bazı görüşmeler oldu. Bu görüşmelerde ben tercümanlık yaptım. Öcalan gelmeden önce benim haberim yoktu. Bildiğim kadarıyla çalıştığım kurumunda haberi yoktu. Sonradan öğrendiğime göre, bir Yunan milletvekili Şam’a çağrıldı. Çünkü Suriye Kürt liderine bir ültimatom verdi ve Suriye’den çıkmasını rica etti. Kürt tarafı bir çözüm arıyordu. Bu çözümlerden biri de Atina, Avrupa’ydı. Bir milletvekili çağırdılar Şam'a, durumu anlattılar. Daha sonra o milletvekili Atina’ya geldi. Bazı görüşmeler yaptı ve telefonla mesaj verdi gelebilirsiniz. Fakat benim bildiğim kadarıyla hükümete ve devlete haber vermedi. Kendi inisiyatifiyle Abdullah Öcalan’ı Yunanistan’a davet etti.
*Yani Öcalan Hükümet bilgisi dahilinde gelmedi mi?
- Anlaşmaya göre Badouvas olması gerekiyordu. Kendi insanları olacaktı, onlar karşılayacaktı, durumu onlar idare edecekti. Fakat gelmedi, kimse gelmedi. Uçak inmeden yarım saat önce bize haber verdiler. Biz havaalanına gittiğimizde uçak inmişti. Kimse yoktu. Sayın Öcalan, Rozerin ve iki Suriyeli yanında vardı. Bizi görünce, ''birkaç gün için misafir etmeniz gerekiyor'' dedi. Ona göre çalışmalar, görüşmeler oldu o gün.
* Öcalan ile kaç gün bir arada kaldınız?
- Tüm süreç boyunca 17-18 gün. İlkin 9 ekim günü onu tanıdığımda ve görüşmeler sürecinde, onu bir müzakereci olarak tanıdım. Bir taraftan, Öcalan, bir taraftan Stavrakakis... Onlar müzakere yürütüyorlardı. Ben tercümandım. Orda dengeli ve iyi niyetli bir müzakereci, lider olarak tanıdım Öcalan'ı. Aslında uçakta geldiği ilk gün öğleden sonra bir çözüm bulundu. Rusya çözümü. Ancak Sayın Öcalan benimde kendisi ile birlikte kalmam konusunda rica etti. Yunanistan’dan bir temsilci, yetkili yanımda olsun diyordu. Güvenlik gerekçesi ile bunu söylüyordu. Uçakta 3 saat beraberdik. Orda ilk kez rahat bir ortamda konuşma fırsatı buldum. Ben birkaç yıl onun konuşmalarını, yazdıklarını, kitaplarını, makalelerini takip ediyordum. O üç saat, Kürt mücadelesi, Kürt halkının kaderi hakkında sorular sordum. O da bana Helen tarihini sordu. Aramızdaki üç saat böyle geçti.
* Peki Moskova’da nasıl karşılandınız?
- Moskova’da iyi bir şekilde gayrı resmi bir törenle karşılandı. Ondan sonra ayrıldık. İkinci görüşmemiz Roma’da oldu. Roma’da iken Yunan Meclisi ikinci Başkanı Zuhuridis ile ziyaret ettik. Orda iki üç saat beraber kaldık. Politik gelişmeleri konuştuk. Ondan sonra ikinci kez Yunanistan’a geldiğinde seyahatimiz birlikte başladı ve 15 Şubat’a kadar sürdü.
* Peki Roma sürecini nasıl izlediniz. Öcalan’ın oradan çıkışı ve 15 Şubat’a kadar olan süreç nasıl gelişti?
- Öcalan Roma’da iken ben durumu Atina’dan izliyordum/izlemeye çalışıyordum. Çünkü sadece Kürtler için değil, bölge için benim halkım için çok önemli bir olaydı. İtalya’da Öcalan'a verilen ev hapsi kaldırıldıktan sonra artık 'alarm zilleri' aslında çalmaya başladı. Bence o karar bilinçli alınmıştı. Kürt liderine kapıyı aralıyordu, baskı yapılacak, ondan sonra yasadışı bir şekilde İtalya’dan çıkacak.... Böyle bir durumu sezdim. İtalyanlar baskı yaparsa yada çıkmasını isterler Öcalan’ın başka gidecek yeri yok. Bize gelecek. Bizim bir planımız olması gerekiyordu. Bu plana da hükümetten onay gerekiyordu.. Birkaç gün sonra hepimizi gördük, Öcalan yeniden Rusya’ya gitmek zorunda kaldı. Rusya’dayken, okuduğumuza, duyduğumuza göre, Yunanistan’dan bazı siyasi çevreler, Öcalan’a yeniden Yunanistan’a gelmesi yönünde teklifleri, telkinleri vardı. Dışişleri Theodoros Pangalos bir açıklama yapmıştı. Öcalan 'Zümrüdü anka kuşu gibidir, her an her yerde olabilir...'
Aslında o zaman Minsk'teydi. Fakat Öcalan Moskova’dayken, Hükümet bir taraftan diyordu, ‘gelmeyin, taşıyamayız biz bu durumu’, ancak öteki taraftan politik çevreler, ‘Yunanistan’a gelin, biz seni destekleriz. Hükümete rağmen, seni destekleriz’ diyordu.
'ÖCALAN'I ÇAĞIRANLAR KAYBOLDU'
*Kimdi bu politik çevreler ?
- Ben bir kitap yazdım. Ben bir şahit olarak, bildiğimi, ispatlayabildiğimi yazdım. Fakat ben bir subaydım, bir yetkiliydim, bildiğim şeyler sınırlıdır. Politik konuları açacak olan ben değilim. Bunu Yunanistan’da siyasilerin tartışması gerekiyor. Kimler çağırdı? Hangi amaçla çağırdı? İktidardaki parti içerisinde kutuplaşma vardı. 'Gel seni destekleyeceğiz' diyenler ve çağıranlar sonra ortadan kayboldu. Böylece Öcalan devletin elinde kaldı. Bu konu tartışılmadan Kürt sorununa Yunanistan bir çözüm oluşturamaz. Bu olay, Yunan tarihinde bir gölgedir. Politikacıların Kürtlerle yeniden ilişkilenmesinde aşılamaz bir engeldir.
‘MECLİS AÇIĞA ÇIKARTMALI'
*Siz,‘ben politikacı değilim’ diyorsunuz. Fakat gerçekler nasıl açığı çıkacak ve bu gölge nasıl kalkacak?
- Ben bir Helen olarak, Yunan olarak, bunun gerekli olduğunu yıllardır söylüyorum . Kürtler için, sayın Abdullah Öcalan için değil, BU bizim için gereklidir. Sözümün geçebildiği kadarıyla, tanıdığım politikacılara, Yunan kamuoyuna bunu ısrarla söylüyorum. Umarım olacak. Bunun tartışılacağı yer Meclis’tir. Meclis’te Kürt sorunu konuşulmalı ve bir halkın liderini düşmanlarının eline verenleri Yunanistan halkının bilmesi gerekiyor.
Kimlerin çağırdığı konusunda ise iktidardaki partide bir kanat idi. Bir kişi değildi. Fakat Öcalan Atina’ya geldiğinde o insanlar kayıp oldu ve Öcalan’ı hükümetin elinde bıraktılar. Zaten ne olduysa ondan sonra olan oldu.
‘HOLLANDA HAVA SAHASINI KAPATTI’
* Peki Öcalan’ı ikinci kez Yunanistan’a davet edenlerin Kürt hareketi ile ilişkileri ne boyutta idi sizin bilginiz var mı?
- Onu davet edenler, PKK veya Kürt hareketi ile mutlaka ilişkileri vardı. Onun gelmesi için ikna ettiler. Zaten Öcalan’ın başka çaresi de yoktu. Rusya çok acımasız davrandı. Sayın Öcalan Atina’ya ikinci kez geldiğinde bir yazarın evinde kaldı. Ondan sonra devlet ile ilişkiye geçti. Çünkü onu çağıran taraf hala ortada yoktu. Mecburen devletle ilişkiye geçti. Görüşmeye başladı. O görüşmelerde tam ne oldu, bilmiyorum. Bazı çözümler teklif edildi. Libya konusu falan sanırım. Ve sonunda Hollanda çözümü masaya geldi.
Hollanda’ya Misnk üzerinden gidilecekti. O planı bazı Hollandalı avukatlar teklif ettiler ve bir uçak tahsis edildi. Uçağa o zaman beni çağırdılar. Uçakla Minsk üzerinden Hollanda’ya gidecektik. Minsk’e gittiğimizde Öcalan’ı taşıyacak uçak gelmedi, çünkü Hollanda hava sahasını kapattı. Orda birkaç saat, eksi 17-18 derecede donma tehlikesi atlattık. Ondan sonra Atina Havaalanı’na döndük. Orda tehlike vardı, zannediyorum. Birileri fark etti Öcalan’ın orada olduğunu. Atina’ya döndük, orda bir iki saat kaldık ve Korfu Havaalanı’na gittik.
‘BİLGİLER TÜRKİYE’YE AKTARILIYORDU’
* Neden Korfu?
- Neden Korfu havaalanı... O havaalanında kışın çok uçak olmazdı, ıssız bir yerdir ve bir iki gün bekleyecektik. Bir çözüm bulunana kadar kalacaktık. Bir iki gün kaldık zaten. Tabi bu arada müzakereler sürüyordu. Kıbrıslı bir işadamı vardı ve onun aracılığı ile Yunan Hükümeti’nin teklifleri Öcalan’a aktarılıyordu. Orada bir İtalya planı, ben hazırladım. Hızlı bir bot ile iki saatte yeniden İtalya’ya götüreceğimizi ben teklif ettim. Bazı hazırlıklar da yaptık. Bu Atina’dan kabul görmedi. Fakat o planı teklif ettiğimde bir iki saat sonra Ecevit açıklama yaparak ‘Öcalan'ın yeniden İtalya’ya gitme olanağı var’ dedi. Galiba, birileri dinliyordu ve haber verdiler. Bir de İtalya o anda bir mesaj gönderdi bütün liman müdürlüklerine, 'dikkat Öcalan yeniden deniz yoluyla gelebilir. Siz önleyiniz' diye.
Orada bir uluslararası abluka altında olduğumuzu sonradan anladım. Akşam bir teklif daha geldi Atina’dan... O iş adamı aracılığıyla Öcalan’a teklif iletildi. Öcalan kabul etmiyordu. Sonunda benim başkanım Stavrakakis aradı. 'Lütfen rica edin o planı kabul etsin' diye. Ben 'tamam, ben rica edeceğim, ikna edeceğim' dedim. Fakat planın ne olduğunu da bilmiyorum. Bana şunu söyledi: 'Bir Afrika ülkesine gidecek. Yunan devletinin güvencesi ile. Biz güvence veriyoruz, Öcalan kabul etsin. Bir kaç gün orda kalacak, ondan sonra Güney Afrika’ya götüreceğiz. Biz söz veriyoruz, devlet sözü. O devlet, o gideceğiniz yer için sana bilgi vermeyeceğiz, götürüp bırakacaksın, geri döneceksin. Ve nereye gittiğinizi kesinlikle bilmeyeceksin. Bu bir emirdir' dendi.
KORFU HAVAALANINDAKİ KAZA
Bunu harfiyen Öcalan’a anlattım. Dinledi. Sonra bana ‘ne diyorsun’ diye sordu. Ben ise 'gideceğimiz yeri bilmiyorum ve açıklanmaması konusunda emir var. Yeri siz biliyorsunuz, çünkü iş adamı size söyledi, biliyorsunuz' dedim. Fakat burada bir değişiklik var, müzakerelerde şimdiye kadar gideceğiniz yere gidin, Yunan devleti bilmek istemiyor idi. Şimdi burada bir politika değişikliği görülüyor. Teklif böyle, Yunan devletinin güvencesi altında olacaksınız.
Teklife göre görüşümü söyledim. O zaman gözlerime baktı ‘tamam gidiyoruz’ dedi. Bunu Atina’ya aktardım. Ve havaalanına doğru yola çıktık. Karanlıktı... Havaalanının ışıkları sönüktü... Çünkü birileri Öcalan'ı Yunanistan'a çeken politik çevreler, gazetecilere Öcalan Korfuda'dır biçiminde haber verdiler. Korfu Havaalanı’nda onu açığa çıkarın... Kameralar geldi ve biz karanlık olana kadar bekledik, bütün ışıklar bir şey çekmesin diye ve uçağa doğru çıktık ve kaza bu şartlar altında oldu. Orda kesinlikle başka boyut yok bu kazada. Böyleydi…
* Öcalan bunun bir saldırı olabileceğini ifade ediyor?
- Fakat Yunanistan’daki durumunu ben çok daha iyi biliyorum. İkimizde ölecektik. Önde ben oturuyordum, ben yaralandım ve hemen arkamda Sayın Öcalan vardı. Yaralandığım zaman Öcalan çok bir ilgi gösterdi. Başka bir havaalanına doğru yöneldik. İsviçre'den bir uçak tahsis edildi. Birbuçuk iki saat sonra yeniden bir telefon geldi. Bana o zaman şunu söylediler: 'Sen sonunda geri dönmeyeceksin, Öcalan ile birlikte gideceksin, ineceksin ve öteki uçakla Güney Afrika’ya gideceksin. Mandela’nın avukatını bulacaksın, oradaki Büyükelçimiz aracılığı ile. Dışişleri Bakanı’nın emridir. Orada Öcalan’ın gelişi için gerekli hazırlıkları yapacaksın. Mandela’nın avukatının yardımı, aracığıyla...’
Bu görüşmeden sonra öteki havaalanına ulaştık. Otuz kırk dakika sonra havadayken, Sayın Öcalan’ın yanına gittim. Ona Güney Afrika’ya gideceğim ve orada sizin gelişiniz için hazırlıklar yapacağım, dedim. O zaman havadayken, kırk dakika sonra Nairobi’yi gittiğimizi Öcalan’ın ağzından duydum.
* Peki Yunan Hükümeti ile Öcalan arasındaki arabulucu olan iş adamı kimdi ve o da sizinle birliktemiydi?
- O adamı ben daha önce tanımıyordum. Sadece Öcalan Roma’da iken bir gün benimle ilişkiye geçti. Sanıyorum Rozerin aracılığı ile. ‘Ben Stavrakakis ile görüşmek istiyorum’ dedi. 'Konu nedir' diye sordum. Konunun Öcalan olduğunu, baskı gördüğünü oradan gitmesi gerektiğini söyledi. Bana, ‘Yunanistan’dan yardım istiyoruz. Onu Lübnan’a ulaştırmak istiyoruz, fakat emniyetli bir şekilde. Çünkü korkuyoruz, normal botla götürürsek, Türkler yada başka birileri batırabilir’ dedi. Ben de onu Stavrakakis’e yönlendirdim. Hemen ayarladım, aynı gün gitti görüştü. İlk olarak, o zaman görüştüm o insanla. İkinci kez ise Minsk yolculuğunda görüştüm. Yine Kenya’ya giderken bizim yanımızdaydı Kıbrıslı iş adamı.
* Kürt tarafının size eleştirileri var…
- Kürt tarafından bana eleştirileri var. Öcalan’ı ikna ettiğime ilişkin. Öcalan büyük bir hareketin lideridir. Yabancı bir devletin bir yetkilisinden ne kadar dostluk duyarsa kolay kolay ikna olamaz. Orda ben bir emir aldım, o emri harfiyen aktardım. Görüşümü sordu, görüşüm o zamanki değerlendirmem oydu, olduğu gibi söyledim. Onun arkasında başka şeyler aramak doğru değil. Birileri diyor orda hata yaptın. Bir değerlendirmem vardı, görüşüm soruldu ben de söyledim. Bunun arkasında kimse başka bir şey aramasın.
* Peki, siz ikna ettiniz. Ya da göreviniz buydu, ikna etmeye çalıştınız.
- Görevim, görüşümü söylemek değildi. Görüşümü sorduğunda benim görüşüm yoktu demem gerekiyordu. Fakat ilişkimiz böyleydi ve ben de görüşümü söyledim. O kadar...
‘ANLAŞMA VARDI’
* Güney Afrika değil Kenya Naoribi’ye gittiniz. Öcalan’da Yunan Devleti’nin güvencesi altında...
- Doğrudur, fakat bir detay vardı: ‘Bir iki gün Büyükelçilikte kalacaksınız, bizim denetimimizdeki bir çiftliğe gideceksiniz, emniyetli bir yerdir. Ve on-onbeş gün sonra Yunan devleti, kendi imkanlarıyla sizi Güney Afrika’ya götürecek.’ Bu anlaşmaya dahildi. Biz oraya gittiğimizde Öcalan hemen sezdi, orda bir tuzaktı. Bazı şeyler oldu.
* Neler oldu?
- Ben Güney Afrika’ya gidecektim, beni engellediler. Öcalan bazı şeyleri sezdi: ‘Ben bu evden çıkmam. Büyükelçinin evi Yunan toprağı, bayrağı var, ben buradan çıkmıyorum. Size iltica dilekçesi veriyorum. İltica dilekçesi verenin bazı hakları var, bana ona göre davranmalısınız. Lütfen bana cevap verin, hayatım tehlikededir, seziyorum, sizden iltica talebinde bulunuyorum.’
* Peki bugün neler söylenebilir o günden bugüne..
- İlk günden itibaren benim görevim idi, ben büyükelçilikte gidiyordum, internetten olup bitenleri takip ediyordum, önemli makaleleri kopyalıyordum ve Öcalan’a veriyordum. Her gün dünyada neler olduğunu, onunla ilgili yada Kürt hareketi ile ilgili. Okuyordu ve ilk olarak o yazılanlardan tuzakta olduğunu anladı. Ona göre iltica talebini hazırladı. Ondan sonra her gün Atina’dan veya basından öğrendiğimizi ona aktarıyorduk. Bir de bunun için ben büyük eleştiriler aldım. Niye bilgilendiriyorsunuz Öcalan’ı diye. Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulmuştu. Ben de benim görevim olduğunu, biz o insanın Yunan devletinin güvencesi altında olduğu sözünü verdik. Bir halkın lideridir, hakkıdır olup bitenlerden haberdar olmalı. Ben de öyle yanıtladım.
‘HER GÜN MÜZAKERELER VARDI’
Ayrıca başka bir değerlendirmesi vardı Öcalan’ın. Çünkü her gün müzakereler oluyordu, Yunan devleti, ‘lütfen istediğiniz yere gidin’ diyordu. Kendisi de, ‘tamam siz beni çağırdınız, ben nereye gideceğim. Avrupa ortasında’ diyordu. Zannediyorum bu müzakereler elçinin raporunda da dakika dakika yazıyordu. Öcalan, ‘burada siyasi irade yok, Yunan devletinin siyasi iradesi yok. Tek beni koruyacak faktör hukuktur’ diyordu. Ona göre bundan hareketle talimat verdi, örgüte, burada Avrupa’dan, her ülkeden bir iki avukat gelsin. İnsan hakları konusu ile ilgilenen avukatlar gelsin, ya da Kürt halkının dostu olan avukatlar. O zaman sadece iki avukat geldi. O avukatlar tek başına olduğunu görünce kalmadılar. Düşünce neydi, plan neydi, otuz-kırk avukat gelince onun etrafında hukuki bir zırh oluşturulsun ve yasadışı girişimler önlensin. Zannediyorum o zaman tek çare zaten oydu, o onu başaramadı.
* Peki Güney Afrika seçeneğini neden dayatmadınız?
- Ben gidemedim, havaalanında beni engellediler ve Atina’ya bildirdim. ‘Başkasını gönderin’ dedim Bana ‘tamam sen Atina’ya dön’ dediler. Ben Atina’ya da dönemedim. Atina’dan Güney Afrika’ya giden de olmadı.
* Uluslararası hukuka göre sizin Öcalan’a BM güvencesi vermeniz gerekmiyor muydu?
Hukukçu değilim, fakat büyükelçi ve katibi hukukçuydu, Nairobi’de. Çünkü psikolojik baskı uygulandı. Size açıkça, üzülerek söylüyorum, bu doğrudur. Bize açıkça söylediler, zorladılar, onu zorla çıkarınız büyükelçilikten dediler. Orda kesinlikle, insan hakları veya iç ve dış uluslararası hukuk ihlal edildi. O kesindir, anlamı ne olduğunu bilmiyorum, fakat ben o izlenimi gördüm, şahidim.
‘KÜRT HALKI MAĞDUR EDİLDİ’
*Aslında artık Öcalan’ın neden Kenya’ya gönderildiği açığa çıkmıştı. Ancak sizce neden Kenya?
- Kimseye haksızlık yapmak istemiyorum. Kürt halkı mağdur bir halktır. Fakat, duyduğuma göre, bunu ispat edemiyorum, Kenya, Nairobi seçimi Yunanistan’a teklif edildi. Yunanistan’a, ‘Siz oraya götürün, orda ABD’nin gücü çoktur’ demişler. Orda yüzlerce ajanları vardı. Oradan sizin elinizden alıp, Türklerin eline vereceğiz. Plan buydu. Yunanistan’da bu kime söylendi, veya o Güney Afrika planı gerçek miydi, değil miydi bilmiyorum. Galiba Güney Afrika planı teklif edenlerin kafalarında başka şeyler vardı. Bu ne demek, Türklerin eline düşmesi. Bunu da o dönemde iktidarda olan, yada politik olarak rol oynamak isteyen kesimler çok daha net bir şekilde bilir.
‘ÖCALAN’I UYUTUP OTELE ATACAKLARDI’
* Size ‘Öcalan’ı Büyükelçilikten zorla çıkarın’ yönünde baskıları kim uyguladı?
- Sözlü tehditler, aşırı deercede psikolojik baskı vardı. Bu baskılar Atina’dan geliyordu. Bize de söylediler zorla çıkarın. Biz bunu kesinlikle reddettik. Büyükelçi, katibi ve ben anlaştık ve ‘biz yasadışı hiçbir şey yapmayacağız’ dedik. Yazılı bir şey gelirse o zaman değerlendireceğiz. Fakat sözlü olarak, ‘onu çıkartın’ dediler. Biz o sorumluluğu üzerimize almıyoruz, yazılı emir gelirse ona göre hareket edeceğiz, bakacağız, dedik. Yazılı emir hiçbir zaman gelmedi. Ondan sonra dört Yunan polisi Nairobi’ye gönderdiler. Ve onlar bana söylediklerine göre, bizim görevimiz onu narkotikle uyutup, bir çarşafla alıp, bir otele yerleştirmek. Tutuklama bile değil, yasa dışı bir şekilde onu kaçırmak ve aslında olan odur.
‘PSİKOLOJİK BASKI UYGULANDI’
*Son gün ne oldu?
- Yavaş hareketten kopardılar, tecrit ettiler, psikolojik baskı uygulandı ve son gün Kenya devleti yasadışı bir şekilde kaçırmak istiyordu. Biz, o çaresizlikte onlar için, bir anlaşma teklif ettiler. Bu anlaşma nedir? Kenya devleti, Abdullah Öcalan’ın Kenya topraklarında olduğunu biliyorlar. Bu problemden kurtulmak için size bir teklifimiz var, biz bir uçak tahsis edeceğiz. Yunanistan kabul etti, çünkü o zamana kadar Yunanistan emir veriyordu, ‘kesinlikle Öcalan’ın büyükelçilikte olduğunu kabul etmeyeceksiniz.’ Kenya ne derse desin siz ‘hayır’ diyeceksiniz. Sonra telefonla o teklif Atina’dan aktarıldı. Hükümet ‘tamam kabul ediniz’ dedi. Öcalan’a götürünüz ve kabul ederse uygulayınız. Öğleden sonra o teklifi götürdük, büyükelçi o teklifi götürdü. Afrika’nın ortasında sana güvence veren ülke, her gün daha fazla baskı uyguluyor, gidin veya zorla çıkaracağız. Sonuçta bir teklif geliyor, o teklifi kabul ettiğimizde onu da değiştirmeye başladılar. Çünkü biz dedik, büyükelçinin arabasıyla gideceğiz ve şartlar iyi değilse, ben uçağa çıkacaktım, kontrol edecektim, mürettebat ile konuşacaktım ve uygun olduğunda o zaman inip Öcalan’ı alıp inecektik ve beraber gidecektik.
*Nereye gidecektiniz?
Ya Seyşel, ya Hollanda ya da Finlandiya’ya. Biz bagajlarımızı büyükelçinin arabasına koyduk. Binmeye başladık bize dediler; ‘Hayır bu araçla gitmeyeceksiniz, devlet araçlarıyla gidilecek. Büyükelçilik sınırları dışında sorumlu biziz.’ Orada son basamağa ulaştığımız belli oldu. Ondan sonra Öcalan’ın arabası kayboldu.
*Şimdi ne düşünüyorsunuz?
- Bu kolay bir şey değil, bu olayda şahidim ve rolüm vardı. Bir insan, bir halkın lideri şimdi hapistedir. Bu kolay bir şey değil. Bir de Kürtlerin haklı ve haksız eleştirilerini de düşünürsek insan bu şey altında ezilebilir. Fakat biraz önce söylediğim gibi o gölgeyi ortadan kaldırmamız gerekiyor.
* Yunanistan sorumluluğunu tam olarak kabul etmiyor ama?
- Evet bütün detayları da yazdığım kitapta anlatmışım. Bu kitap tarihi bir şahitliktir. İlk olarak, şunu söylemek istiyorum, ben bu olaya kendi isteğimle dahil olmadım. Sayın Abdullah Öcalan kendisi istedi, böylece dahil oldum. Bir de o ilk andan itibaren tarihi bir olaya şahit olduğumun bilincindeydim ve ona göre hareket ettim. Bir de başka bir konu vardı, o ailesel, kişisel faktörü. Bu ne demek, benim ailemin tarihi faktörü, bir de halkımın faktörü. Yunan halkı mağdur bir halktır. Kürtler gibi, Türk politikası tarafından mağdur olan bir halktır ve gerçekten bu olaydan o halk yaralandı. Yunan halkının tarihi gölgelendi. Zannediyorum, bu olay iki halk arasında bu olaydan sonra büyük bir yara oluştur. Yunan halkının suçu, kabahati yok. Bir, iki, üç, dört, beş kişi, bir elin parmaklarından fazla değil, bu sorumluluğu aldı, bu kirli işi yaptı. Kürtler de, Yunanlar da veya Kürt hareketine sempati duyanlar da oklarımızı bu kişilere yönlendirmemiz gerekiyor.
ANF NEWS AGENCY