İslam algısının dışındaki söylemleriyle dikkat çeken yazar İhsan Eliaçık, AKP’nin kapitalizme abdest aldırdığını söylüyor.
İslam,
Marksizm, mülkiyet ve adalet konularında alışılmış İslam algısının
dışındaki söylemleriyle dikkat çeken yazar İhsan Eliaçık, AKP’nin
kapitalizme abdest aldırdığını, diyanet yoluyla ‘devletin dini’
dayatmasının yapıldığını söylüyor. AKP’nin ‘boğazına kadar konformizm ve
kariyerizme batmış durumda’ olduğunu söyleyen Eliaçık, ‘’Türkiye’de
İslam değil, Şaman-İslam sentezi var. Derin devlet gibi, derin din var.
Gül, Erdoğan dini çevreler 70’li yılardan itibaren anti-komünist bir
eğitimden geçirildi. Bunların İslamiyetle alakaları yoktur’’diyor.
Kimi
İslami çevrelerce komünist olmakla ithaf edilen, İslamiyet’in kurumsal
yönü ile mülkiyet-adalet temalarını ele alan, Sosyalizm, Marksizm ve
İslamiyet alanında Türkiye’nin en dikkat çeken isimlerinden biri olan
yazar İhsan Eliaçık, AKP, devlet dini ve Sivil Cuma konularını ANF’ye
değerlendirdi.
* Türkiye’de elbette ki yasalara veya
resmi anlayışa göre bir cumhuriyet ya da demokrasi rejimi var. Size göre
Türkiye’de şu an hakim olan gerçek rejim, yönetim biçimi nedir?
-
Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarına baktığımızda, o zamanki cumhuriyetle
şu anki arasında fark var. Bir kere Türkiye şu anda laik bir ülke
değil. Bana göre Bizantist bir ülke. Daha doğrusu devlet laik değil.
Bizantist devlet gelenekleri hakim. İstanbul’un fethiyle beraber
Bizans’ın başkenti İstanbul, oradan devir alınan bir devlet mirası var.
Buradaki dinle ilişki, dinin devletin güdümüne verilen bir ilişkidir.
Aslolan devlettir. Devlet dine biçim verir şekil verir. ‘Din budur’ diye
tanımlar ve insanların bu dini yaşamasını ister. Bu bir kere laiklik
falan değildir. Bu Bizantistliktir. Dini açıdan böyle.
OLİGARŞİNİN KIRILMASI İÇİN
Siyasi
açıdan ise Türkiye’de bir oligarşi var. Bu oligarşinin yönetim dışına
çıktığı, yani bilim, iktidar ve serveti kendi tekeline toplamış olan bir
grup azınlık. Bu azınlık, Türkiye’nin iktidar ve servet kaynaklarını
başkasına paylaştırmak istemiyor. Buna oligarşi denir. Türkiye ciddi bir
oligarşik yapıya sahiptir. Bunun kırılması için, bilgi kaynaklarının,
iktidar kaynaklarının ve servet kaynaklarının Türkiye’de yaşayan herkese
dağılması, yayılması gerekir. Türkiye’nin hazinelerinin bir grup
oligarkın elinden çıkıp, dağıtılması lazım. Bütün bu kesimlerin
Türkiye’nin yer altı yer üstü kaynaklarını, yani bilgi servet ve iktidar
kaynaklarından eşitçe yararlanması lazım.
* Yüksek
perdeden herkesin diline pelesenk ettiği demokrasi denen bir kavram var
Türkiye’de. Hemen herkesin her fırsatta sarıldığı bir kelime bu.
Türkiye’de demokrasi denen olgu işlevsel bir durumda mı şimdi?
-
İşlevseldir ama eksiktir. Bir cumhuriyet var ama tam anlamıyla
demokrasi cumhuriyeti değil. Cumhuriyet, cumhurun, halkın iktidarı
paylaşması demektir. Servetin halka yayılması, söz sahibi olmasıdır.
İktidarda halkın söz sahibi olması demektir. Bu iktidar kaynağı, daha
önce sultanın elindeydi, sultan da gücünü tanrıdan aldığını söylüyordu.
Bunun kaynağı da esasında Bizantist’tir. Ve bu binlerce yıl önce Muaviye
tarafından, Suriye’de devralınmıştır. Emevilerden Abasilere,
Selçuklulara ve oradan Osmanlı’ya geçti. Bunun yerine cumhuriyet geçti
işte. Ama bu kez cumhuriyet elitleri ve oligarşisi oluştu. İktidar tam
olarak yine halka yayılmadı. Halk iktidar makamlarına tam olarak
katılamadı. Dolayısıyla şu an yüzeysel bir seçim yapılıyor. Türkiye’yi
yönetecek insanlar seçimle iş başına geliyor. Bu anlamda buna şekilsel
demokrasi diyebiliriz. Fakat derinleştirilmiş demokrasi değildir.
DERİNLEŞTİRİLMİŞ DEMOKRASİ
Derinleştirilmiş
demokrasi benim görüşüme göre halkın doğrudan doğruya yönetimde söz
sahibi olduğu, yöneticilerini seçtiği ve azledebildiği bir yönetimdir.
Mesela bir milletvekili diyelim 60 bin oyla seçiliyor. 60 bin imza ile
de bunun milletvekilliğinin düşebilmesi lazım. Halkın seçtiği
milletvekili iş yapmıyor diyelim, aynı seçim bölgesinden 60 bin noter
tasdikli sahte olmayan, sahici imza ile milletvekilliği düşebilmeli.
Hatta 20 bin oyla milletvekilinin diyelim altı ay maaşı kesilir, üç ay
meclise girişi yasaklanır. Yani halkın yaptırımda bulunabilmesi lazım.
İşte bu tür şeyler işletilmiyor. Buna derinleştirilmiş demokrasi
diyoruz. Çağdaş tabiri budur. Yani danışmanın egemen olduğu, ülkenin
kararları hakkında halkın söz sahibi olduğu bir yönetimdir. Mademki
bakanlıklar var, belediyeler var, kamu faaliyetleri var, birilerinin
seçilmesi lazım. Bu açıdan demokratik yönetim kaçınılmazdır. Bunun da
mevcut olanla yetinilmeyip, derinleştirilmesi lazım. Türkiye’deki
demokrasinin görüntüsü bu şekildedir.
“TÜRKİYE’DE DERİN DEVLET GİBİ DERİN DİN VAR”
*
Türkiye’de şu an itibariyle bir kurumsal din baskısı söz konusu mu?
Buna mahalle baskısı diyebiliriz belki. Böyle bir sonuç hissediliyor mu
sizce de?
- Şimdi iktidardan öte devletin bir dini var.
Devlet Bizantist geleneği sürdürerek, dini tanımlamış ve nasıl
yaşanacağını resmileştirmiş. Bu zaten bir dayatmadır. Her şey özgür
oluyor da, din niye özgürleşmiyor? Bu mevcut iktidar, kendi din
anlayışını, devletin zaten var olan din anlayışıyla örtüştürüyor. Zaten
bir çerçeve var. Diyanet tarafından çizilen çerçevenin kendisi zaten
saçma. Buna ben Şaman-İslam sentezi diyorum. Türkiye’de İslam değil,
Şaman-İslam sentezi var. Şaman gelenekleriyle, İslam ritüelleri
karıştırılmak suretiyle bir din oluşturulmuştur. Biz buna ‘derin din’
diyoruz. Türkiye’de derin devlet gibi, derin din var. Hun
İmparatorluğu’nun Şamanizm’e bakışı neyse, TSK’nın da İslam’a bakışı
aynıdır. Din burada ruhlarla ilgili bir şeydir. Adalet ve mülkiyet
meseleleriyle ilgili bir konu değildir. Kandil geceleridir, namaz, oruç,
türbeler ve ritüellerdir. Dini böyle algılıyorlar.
“AKP’NİN BİR ŞEYE İNANCI KALMAMIŞ”
* Sadece TSK mı yoksa mevcut iktidarda böyle mi algılıyor?
-
Mevcut iktidarın da bunun dışına çıktığını sanmıyorum. Öte yandan bu
dini baskı meselesine gelince, iktidar çevrelerinde siyasi baskı
olabilir. Ama bence dini baskı yok. Çünkü iktidar kendi din anlayışını
dayatacak kadar dine inanan birileri değil. Bu çok tuhaf. Dışarıdan
‘dinci iktidar’ deniyor ama alakası yok. Adamların bir şeye inancı
kalmamış ki, neyi dayatacak. Bir şeye inanması lazım ki dayatsın. Ben
bunların inançlarını kaybettiklerine inanıyorum. Bunlar kariyerist ve
konformisttir. Bir yere gelmek ve bunu kaybetmemek içindir bütün
çabaları. Bunlar kariyerizm ve konformizme sonuna kadar batmış
insanlardır. Böyle bir dini ideal, sosyal ideal taşıyan insanlar değil.
Sanıldığı gibi bir mahalle baskısı uygulayabilecek insanlar değil. Bu
mahalle baskısı daha çok iktidar dışındaki toplumun içindeki dini
çevrelerden olabilir. Diyelim ki tarikat kendi din anlayışının hak
olduğunu savunur, onun dışındakileri kafir ilan eder, sapkın ilan eder.
Böyle gruplar var. Bu iktidar zamanında bunlar palazlanabilir,
gelişebilir.
“DEVRAN DÖNECEK, PERİŞAN OLACAKLAR”
İktidarın
siyasi baskı vaatlerini siyasal açıdan susturma eğilimine girdiğinden
bahsedebiliriz. Bunun sebebi de siyasi doktrin falan değil, haksız
kazançlar sağlaması, kamu üzerinden zenginleşmeleridir. Bunun hesabının
sorulacağından korkuyorlar. Yani diyelim, ben buna şey diyorum,
Silivri’dekilerin hışmından korkun diyorum. Onlar yatıyor orda. Biz
bunları gördük. 28 Şubat sürecinde gördük. Şimdi onlar gitti bunlar
geldi. Peki bunlar gittiğinde kim gelecek. Devran bir gün dönecek. O
zaman bunların hali perişan olacak. Kovuşturma, yargılanmalar, yüce
divanlar olacak. Yolsuzluk dosyaları açılacak. Hesaplaşma başlayacak
yani. Sen onlara yaparsan onlar da sana yapar. Bunun yarattığı bir korku
var, tedirginlik var. Bu duruma düşmemek için de şimdiden muhaliflere
karşı tavizsiz davranma eğilimlerine giriyorlar. Kendi otoritelerini
korumak için, otoriteryen davranışlara yer yer girebiliyorlar. Bunun
dinden falan kaynaklandığına inanmıyorum.
* Mahkemeler
konusuna gelmişken, Silivri benzeri bir durum da Diyarbakır’da hüküm
sürüyor. Benzer bir yöntem orada da işliyor. KCK operasyonu adı altında
yüzlerce siyasetçi ve seçilmiş tutuklandı ve bu devam ediyor. Devranın
dönmesi burayı da bulur mu?
- Kürt siyasetine karşı,
Ergenekoncularda oldukları kadar tedirgin olduklarını düşünmüyorum.
Silivri’dekilerin gelişi, Kürt hareketinin gelişi kadar tehlikeli olmaz
onlar için. Çünkü bunlar devletin içinden sökülüp atılanlar. Öbür
taraftaki ise Kürt siyasetine karşı bir tavır geliştirmek gerektiğinde
destek bulacak bir durum. O zaman PKK ile derin devlet, Ergenekon hepsi
bir olmuş oluyor. Buna inandırmak için zemin bulabiliyor. Onu ayrı
değerlendirmek lazım. Orda da mevcut iktidarın devletin oligarşik
çizgilerini aşabilecek bir zihinsel ufka ve siyasal perspektife sahip
değil.
Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra ne çizilmiş? Devleti
belli çizgiler oluşturur. AKP’nin bunu aşacak bir kapasitesi yok.
AKP’nin savunabileceği şey adalet devleti değildir. Hatta korktukları
bir şeydir. Diyoruz ki, TC 1920-1924 arasında kurulmuştur. 1924’ten
sonrası devrim değildir. Dönemin hükümetlerinin çıkardığı kanun ve
kararnamelerle yönetilmiştir. Adalet devleti dediğimiz şey şöyle bir
şey, kamunun, kamuyu temsilen devletin, resmi metinlerinde Türk ve Kürt
gibi herhangi bir etnik köken, İslam, Hıristiyanlık gibi herhangi bir
din, Atatürk gibi herhangi bir şahıs ismi yer almamalıdır. Hak, hukuk,
adalet, eşitlik, emek, özgürlük, demokrasi kavramları yer almalıdır.
Bunlar aşağı yukarı her kesimin diline doladığı kavramlar. O zaman
bunlar olsun. Diğerlerine gerek yok ki. İslami açıdan da bir sorun yok.
İslam diyor ki, hükmettiğin zaman, adaletle hükmet. Eşitlik, adalet… Bir
devlet kendini bunlara adapte ettiği zaman, devlet olmaktan kaynaklanan
zaruret yine gelmiş olur.
“ÖTEKİ DE KÜRT DEVLETİ DER”
Devletin
adalet ve eşitliği sağlamak, birilerinin baskı uygulamasına mani olmak
gibi bir sorumluluğu vardır. Bu felsefeye inanman lazım önce. AKP
çevresinde buna inanan yok. Ankara’daki generaller içinde de, Ergenekon
çevresi içinde de buna inanan yok. Adam ‘Türk devleti’ diyor. Etnik bir
grubun ismi devlete verilir mi? Coğrafyanın ismi Türkiye. Böyle şey olur
mu? Hadi bunu kabul ettik diyelim, ‘TC devletine vatandaşlık bağıyla
bağlı olan herkes Türk’tür’ dersen olmaz. ‘Türk devleti’ dersen olmaz. O
zaman öteki ‘Kürt devleti’ der. Ne hakla ‘olmaz’ diyorsun? O zaman Kürt
ve Türk’ün devleti olmalı. Ayrıca bir devlet kurmaya gerek yok, bu
kurulu devleti adam gibi bir adalet devletine kavuşturmak lazım.
“İSLAMİYET SERVET VE İKTİDAR SAHİPLERİNİN ELİNDE”
*
İslamiyet’te mülk edinme yasağı da var. Yani ihtiyaç fazlasını
yasaklar. Mesela Hz. Muhammed’in geride bıraktıklarına baktığımızda da
bu durum kendini gösteriyor. Bu gün İslami referanslı olduğunu iddia
eden AKP çevresinin tamamı iş adamı ve zengin üst sınıftan oluşuyor.
Sermaye ve paranın asıl sahipleri. Bu çelişkiyi nasıl
değerlendiriyorsunuz? AKP bunu neye değindiriyor?
- AKP
dediğimiz daha önce Milli Görüş, siyasal İslam diye tabir edilen
çevrelerden gelen insanlardan oluşuyor. Türkiye’nin genel din
anlayışında bu mülkiyet konusu yanlış ele alınıyor. Doğru bilinmiyor.
Buna tarikatlar dahildir. Milli Görüş dışındaki gruplar da dahil,
diyanet de dahil. İslamiyet’te mülkün yeri nedir? Kuran’ın mülk
konusundaki ayetleri nedir? Bu dini çevrelerde neredeyse unutulmuş.
İslam’da Kuran’da ‘Kenz’ diye bir kavram var. Müftü bunu bilmiyor. Kenz
diye bir şey duydun mu diyorum, ‘ne bu’ diyor. Namaz kılmak, oruç, haç,
kandil, hac çerçevesinde dönen bir din var. Biz diyoruz ki, hayır, din
esasında bunlardan ibaret değildir. Bunların birçoğu zaten hurafeye
batmış durumda. Çok azı kalmış. İslam’ı, Kur’an esas itibariyle adalet
ve mülkiyet konusunda ortaya çıkarır. Eğer İslam’ın adalet ve mülkiyete
dair söyleyeceği bir şey yoksa bu dine de gerek yok. Gitsinler başka
dine girsinler. Bu nereden kaynaklanıyor, bu dinin zenginlerin eline
geçmesinden kaynaklı. Emeviler’den beri İslamiyet servet ve iktidar
sahiplerinin eline geçmiştir. Tefsirlerin çoğunu onlar yazmış, fıkıhın
çoğunu onlar oluşturmuştur. Adam Kuran’daki verme kısmını unutmuş, tam
tersini söyleyerek eleştirdiği şeyi fıkıhın temeli haline getirmiş.
“ANTİ-KOMÜNİZM EĞİTİMİNDEN GEÇİRİLDİLER”
Servet
ve iktidar sahiplerinin imparatorluklar boyunca bu dini
şekillendirmesi, yorumlaması var. Şu anki dini zihniyet o kaynaklara
dayanıyor. Oradan gelen kültürü benimsiyor ve yaşıyor. Dolayısıyla
dışına çıkamıyor. Bu tür şeyler duyunca da şaşırıyor. Daha bir özel
sebep; dini çevreler 70’li yılardan itibaren anti-komünist bir eğitimden
geçirildi. Zihin şekillendirmesinden geçmiştirler. Bunun için de
ABD’den özel olarak çalışmalar gelmiş, çalışılmıştır. Türkiye
Müslümanları 70’den itibaren anti-komünizm üzerine eğitilmiştir.
Neredeyse dinin gereği komünizm karşıtı olmak, ‘sağcı ve muhafazakar
olacaksın’ şeklinde bir anlayışlar gelişmiştir. Komünizmle mücadele
derneklerinden, mukkadesatçı gençlik merkezlerine kadar zihinler
şekillenmiş. Şu anki cumhurbaşkanı Gül’den, Erdoğan’a ve bakanlara kadar
hepsi oralardan şekillenmiştir. Türkiye’yi bunlar yönetiyor.
Dolayısıyla
bunlardan ne bekleyebilirsin ki? Ben diyorum ki ‘kenz’ yapmayın. Mal,
para biriktirmeyin. İhtiyaçtan fazlasını dağıtın. Bir Müslüman’ın şu an
ortalama olarak bir evi bir arabası olabilir. Bunun dışında şahsi mal
mülk olamaz. Gerisini yoksullarla paylaşacaksınız. Ama atölye, iş yeri
fabrika olabilir. Bu fabrikada işçinin hakkını vermek suretiyle, açlık
sınırından aşağı maaş vermeyerek, elde edilen gelirin yarısı emekçinin
olacak şekilde olmalı. Buna rıza gösteriyorsanız eyvallah. Bunun dışında
şahsi mal biriktirmeyeceksiniz. Stoklanan maldır kenz. Bu da hegomonya
olarak kullanacağın şey oluyor. İslamiyet buna izin vermiyor.
“BÖYLE MÜSLÜMAN OLUNUR MU?”
* Sanırım size de komünist diyorlar…
-
Evet, bunu söylediğim zaman ‘komünistsin sen’ diyorlar. Ben komünist
değilim. Kuran ayetleri böyle diyor. Peygamberimiz vefat ettiğinde
hiçbir mülkiyeti malı yoktu. Oysa 23 yıl hem peygamberdi hem devlet
yönetti. Zengin ile yoksulluk arasındaki fark, vefatına yakın bir
süreçte neredeyse sıfırlandı. Yoksulları zenginlerin içine katmıştır.
‘Paylaşın’ demiştir. Şimdi gidip müftülükte başını örtüp, kelime-i
şahadet getirip Müslüman oluyorlar. Böyle şey olur mu? Böyle Müslüman
olunur mu? Sakal, cüppe, örtünme baştan aşağı, kapanmayı dine girmek
olarak algılıyorlar. Dine asıl giriş yöntemlerini tartıştığınızda
sosyalizmi veya komünizmi dine sokmak olarak algılıyorlar. Hiçbir
sosyalist eser okumazsan bile, adalet ve mülkiyet konusunda, Kuran’da
önyargılardan arınarak, samimi bir şekilde okuduğunda bulursun zaten.
“MEVCUT EKTİDARIN DİNLE ALAKASI YOK”
*
Kurumsal İslam’ı elinde tutan, İslamiyet’i yaşadığını iddia eden cemaat
ve iktidar sahipleri, öbür taraftan da bir jeep tutkunu oldu. Bir
yandan açlıktan ölen bebek, öbür taraftan jeepe binmek. Başbakan
‘gemicik’ diyor, öbür taraftan çocuklar açlıktan ölüyor. Bunu kendi
kafasında İslam’ın neresine dayandırıyor acaba?
- Daha
önceki dönemlerde ortaya çıkmış dini kaynaklar var. Kendine dayanak
bulabilir. Ama önemli olan doğrunun ne olduğudur. En geleneksel
çevrelerin itibar gösterdiği İmam-ı Gazali der ki, bekarların 40 gün,
evlilerin bir yıl temel ihtiyaçlarını biriktirme hakkı vardır. Bundan
fazlasının dağıtılması gerekir. O bile söylüyor. Tasavvufun ilk
temsilcilerini okusalar, görürler. Tasavvuf, Emevi dinine ve saray
hayatına tepki olarak doğar. Senin malın mülkün fakirin ayaklarının
altındadır. Tarikatların bunları okuması lazım. Tarikat şeyhi mesela bin
yıl dünyada yaşayacakmış gibi bir anlayışa sahip. Bunların
Müslümanlıkla falan alakası yok. Mevcut iktidar çevrelerinin,
muhafazakar çevrelerin din anlayışını gözden geçirmeleri lazım. Benim
tavsiyem şu; bu dinden çıkın, lehül mülk kapısından dine yeniden giriş
yapın. Aksi halde din ve hayatınız heba olur.
“KÖKLÜ BİR DİN ANLAYIŞI DEĞİŞİKLİĞİ LAZIM”
*
İslam ve Kapitalizm meselesine biraz değinmek gerekirse, Türkiye’de 80
yıllık bir iktidar ve devlet yapısı vardı. Ama son 9 yılda birden
değişti ve başka bir şey oldu. AKP’nin bu dönemi itibariyle bütün mesele
buradan gelen bir güç mü, yoksa kapitalist bir işbirliği var mı bu
kurumsal yapının birden tersyüz olmasında?
- Bunun
birkaç sebebi var. Birincisi, başlangıçta toplumun temel din algıları bu
diyanet yoluyla çizilen devletin, toplumun, Türkiye’nin temel din
algısı, cemaat ve Fethullah Hoca grubunun din algısıyla örtüşüyor. Milli
Görüş’ün din algısı ile devletin din algısı örtüşüyor. Dolayısıyla
toplumda yayılması anlaşılır bir durum. Türkiye toprağının manevi iklimi
İslamiyet’tir. Buradan kaynaklanan hareketlerin taraftar bulması,
gelişmesi normaldir. Toprağın ruhunda var. Benim Marksizm’i eleştirdiğim
temel noktalardan biri burasıdır. Aydınlanmacı kafayla dine
yaklaşırsanız başarılı olamazsınız. Lenin’in bir sözü vardır; acemi
Bolşevik, işçi ile emekçiyle Allah var mı yok mu tartışması yapar. Sen
şimdi kalkıp Türkiye’de Allah var mı yok mu tartışması yapamazsın. Allah
var ama nedir? Bunu tartışabilirsin. Anlamak için tartışabilirsin. Bu
başka bir şey, ama inkar edersen bu coğrafya kabul etmez seni.
Dolayısıyla bu bahsettiğimiz hareketler bu toprağın ruhuna uygundur,
zihnine kafa yapısına uygun. Ama eleştirmesi lazım. Biz de bunu
yapıyoruz. Köklü bir din anlayışı değişikliği lazım. İkincisi,
kapitalist dış güçler, küresel güçlerle de tabi ki irtibatlıdır.
Onlardan bağımsız açıklamak doğru değil.
“KAPİTALİZMİN TANRISI MAMONDUR”
Malum,
Türkiye dünya denizi içinde bir ada değil ki. Bir sürü hesap var.
İlişkiler var. AB’den tutun, ABD’ye kadar ilişkide olduğu, kendini bağlı
kıldığı, müttefik ilan ettiği yerler var. NATO budur işte. Dünyada bir
savaş çıksa NATO saflarında savaşıp öleceğiz. Dışarıyla sıkı bir
irtibatı var Türkiye’nin. Dolayısıyla elbette ki katkısı vardır. Kürt
politikasından tutalım, bütün diğer politikalarda da böyle bir ilişki
ağı var elbette. Ama bunun bir ajan faaliyeti olduğunu sanıyorlar.
Fethullah
Gülen, Erdoğan, Ladin, ajan değillerdir. Bunlar dini iklimlerden çıkmış
bir takım gruplardır. Kapitalistlerle de ters düşmemektedirler. ABD
tarzında dini gruplarla işbirliği yapmak vardır. Tarzına, siyasetine,
adalet anlayışına, mülkiyet dürüstlüğüne, memleket anlayışına bakar ve
çeşitli şekillerde irtibat kurar. Sonra der ki, ‘bunun önünü’ açın.
Mesele budur. Çıkarlarına ters düşen bir durum yoktur yani. ABD’nin dini
grupları yönetmesi bu şekildedir. Tayip Erdoğan ve Fethullah Gülen
doğuşunda da böyle olmuştur. Bunlar paraya falan tutulmuş ajanlar
değildir yani. PKK de kendiliğinden doğmuş bir örgüttür mesela. ABD
işine geldiği yerde bastırır, işine gelmediği yerde ses çıkarmaz. İşine
gelmediği yerde üstüne gider ezer. Kurgulanmış örgütlerin sosyolojide
karşılığı olmayacağı ve uzun yıllar yaşamayacağı kanaatindeyim. Türkiye
gerçeğinde yeri olmayan hareketler gider. Ama bunlar yönlendirilir, dış
dünya ile ilişkisi vardır sürer gider. Kapitalizmin tanrısı mamondur
yani paradır. Tapusu da mülkiyettir. Bu ikisini tartışmak lazım. Mamonu
ret etmek gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bu dine giremezsin.
“MISIR’DA KAPİTALİZM KURULACAK”
*
Ortadoğu’da bir takım gelişmeler var. Arap ülkelerindeki gelişmelerin
kapitalizmle bir alakası var mı yoksa bunlar özgürlük çığlıkları mıdır?
-
İkisi de var. Bir enerjisi var bu hareketlerin, yıkıcı enerjisi vardır.
Ama kurucu irade ve enerjisi yoktur. Bir araştırma yapılsa zaten
patlama olacağını söylerdi mesela Mısır için. Diktatörlük var çünkü.
Oligarşik yapılar var. Bilgi, sermaye ve iktidarı ele geçirmiş gruplar
var. Oysa açlık ve sefalet söz konusu. Mısır laikliği ile buradaki
farklı. Asıl kapitalizm orada kurulacak. Orada devletin dini İslam,
şeriat mahkemeleri var. Kanunlar Kuran’a uygun. Tüm kamu kurumlarında
başörtüsü serbest. Yani İslam zaten yerleşik, yeni bir İslam
propagandası yapmaya gerek yok. Din yoğun şekilde ön planda yaşanıyor.
Böyle bir ülkede İslamcılık yapmanın manası yok. Şeriat zaten var.
Dolayısıyla orada asıl kapitalizm kurulacaktır. İslam burada emek
sermaye çelişkisine oturmak zorunda. Kimsesizlerin, ezilenlerin sesidir
İslam. Kapitalizme karşıdır. Ama işte başka bir şey kurulacaktır orada.
Eğer orada İslam adına bazı kurucu enerjiler yoksa, ne olacak,
kapitalizm kurulacaktır.
SİVİL CUMAYI ENGELLEMEK ERDOĞAN’IN HADDİ DEĞİL
*
Kürdistan’da devam eden ‘Sivil Cuma’ eylemleri var. Bilindiği gibi
Kürtler İslamiyet’i kabul eden ikinci halk. Ama başbakan Kürdistan’a,
Muş’a gidip bir takım tehdit ve absürt söylemlerde bulundu. ‘Sivil
Cuma’yı yasaklamak Erdoğan’ın haddi olabilecek bir şey mi?
-
Hayır canım. Şimdi aslında bunlara yabancı değilim. 80’li yıllarda
böyle bir gençlik hareketinden geliyorum. Cuma namazlarına gitmeme,
devletin memurlarının arkasında namaz kılmamak gibi bir eylemimiz vardı.
Radikal İslam patlaması buydu. Şimdi buna dönüldüğünü ya da yakın bir
eylem yapıldığını görüyorum. Daha da geliştirilmiş bir eylemdir. Ben
yabancı değilim buna. Bunlar resmi din yorumuyla bastırılabilecek şeyler
değil. Din diyanetin tekelinde olduğu için, her şeyi kanun gibi
algılıyorlar. Doğru değil bu. Nasıl ki çoğulculuk var, etnik çoğulculuk
var, bir sürü şirket var, dernek var vakıf var, o zaman dini çoğulculuk
da lazım. Dini monopolculuk doğru değildir. Tabi ki Kürtler, Türkler,
Mezopotamya halkaları büyük oranda Müslüman’dır. Bunun çeşitli yorumları
olabilir. Bu yorumları tekçi bir din yorumuyla bastırmak doğru değil.
Bu noktada Kürt halkının Müslümanlıkla ilişkisinin yeniden kurulması
gerekiyor. Esasında Kürtler İslamiyet’e geçmiştir ama Kürtlere gelen
İslam Emevi İslam’ıdır. Kürtler Emevi İslamiyet’inden almıştır. Kürtler
de imparatorluk İslam’ı ile İslamlaşmıştır. Eski Orta Asya kültürü ile
İslamiyet birbirine karışmış.
“BDP VE PKK DEVRİMCİ İSLAMI HALKA ANLATMALI”
Bir,
dini aydınlanma hareketi lazım. Anadolu ve Mezopotamya’da bu lazım.
Gerek BDP gerek PKK’nin bu hususta zayıf kaldığını düşünüyorum. Dinle
ilgilenmeleri lazım. Bu dini aydınlanmaya katılmaları lazım. Devrimci
İslam’ı halka anlatmaları lazım. Teolojik sorunları olsa bile, Allah’a
inanmıyor olsalar bile, bir halka ve hak gerçeği olarak bunu kabul
etmeleri lazım. Bir devrimci halkın inançlarıyla uğraşmaz, oynamaz. O
zaman devrimci olamazsın. Dış güçler uğraşır, buna alet olmamak lazım.
Kendi halkınızın dinini kabul edersiniz, nasıl bir din olduğunu önce
görürsünüz. Halkımız hurafeye inanıyor, biz buna inanmayacağız. Bu
ayrımı yapmak lazım. Dini doğru kaynaklarından öğrenip, öğretmek lazım.
Din, iktidar sahiplerinin, ağa ve beylerin dini olsun diye gelmedi. Tam
tersine, ezilenlerin, kadınların, fakirlerin, yoksulların dini olarak
ortaya çıktı. Bunu iyi anlamamız lazım. Büyük bir devrimci kaynaktır bu.
Kürt hareketine mensup olanların birçoğunun aydınlanmacı kafayla dine
yaklaştıklarını görüyorum. Batı Avrupa’da çıkmış, bilimci, Marksist
kafayla bu din yorumlanamaz. Din vicdanla başlayan, tarihsel ve
toplumsal bir devrimdir. Yoksulların çığlığıdır.
ABDESTLİ KAPİTALİZM DÖNEMİ
*
Seçim sonrasında Türkiye’yi neler bekliyor? ‘Çılgın projeler’ var,
Kürdistan’a ordu yığılıyor. Yeni dönemde ‘AKP yönetecek’ varsayımıyla,
neler bekliyor ülkeyi?
- Türkiye’nin geleceğinde, mamon
ve mülkiyet dışında her şeye razı olunacaktır. Yeni bir anayasa
hazırlamaktan tutalım, ülke isminin değişmesine kadar, AKP’nin abdestli
kapitalist politikalarına kadar her şey değişebilir. Mümkündür. Ama bir
tek şey değişmiyor, servet para ve mülkiyet. Bu açıdan bakıldığında
önümüzdeki dönemde Türkiye’de bir dönem daha AKP var. Bu dönem içinde
eğer ki Ergenekon ve Kürt sorunu mevcut muhafazakar iktidarın yıkılacak
olan noktalarının tartışılmasının önünden kalkarsa bir şeyler çıkar.
Yani ne zaman iktidarın asıl yüzü ortaya çıkarsa, bir bakıyorsunuz, bir
Ergenekon dosyası ya da bir operasyon başlıyor. O yüzden iktidarın asıl
yüzü tartışılmıyor. Asıl tartışılması gereken yüz başkadır. Bu dönemin
adı abdestli kapitalizmdir. Sivil vesayet, mahalle baskısı gibi
kavramlar önemli değil, dönemin resmini çizmiyor. Asıl ismi abdestli
kapitalizmdir. Müslümanlar parayla servetle tanıştırılıyor ve hoşlarına
gidiyor. Anadolu’da bununla tanışmak isteyen, ruhen aç, kapitalist
süreci yaşamamış kitleler var. Akın akın AVM’ler açılıyor, yeni bir
dünyaya giriyorlar. Asıl mesele budur.
ELİAÇIK KİMDİR?
1961’de
Kayseri’de doğdu. Kayseri ve Kırşehir’deki değişik okullarda ilk, orta
ve lise öğrenimi tamamladı (1980). Erciyes Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde okudu (1985-1990). İlahiyat Fakültesi’nden ayrılarak
yazarlık hayatına başladı. Kayseri Gündem, Değişim, Yeryüzü, Bilgi ve
Düşünce, Yarın, Özgün İrade, Bilge Adam, Söz ve Adalet, Gerçek Hayat,
Doğudan gibi bir çok gazete ve dergide yazıları, Milli Gazete, Star,
Tempo, Zaman, Habertürk, Sabah, Birgün, Radikal gibi gazete ve
dergilerde söyleşileri yayınlandı.
RAWİN STERK -ANF