Savaş yayılıyor ve giderek “bölgesel” bir niteliğe bürünmenin eşiğinde duruyor.
Medya bu duruma adım adım kendini uyarlayacak. Amerikan yönetimiyle içli dışlı olan AKP’nin yandaşları için, İran ordusunun Güney Kürdistan sınırlarını aşmasına ve PJAK gerillalarına karşı saldırıya geçmesine destek vermek bir hayli karmaşık bir iş. Çünkü bu destek onların iç yüzünü ortaya çıkarmakta.
Türk-İran anti-PKK ittifakı göstermiştir ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti uluslararası toplumu kandırmıştır. Başbakan’ın İran’a karşı BM ya da NATO müdahalesi yerine, “diyalog ve barışçı müzakere” önerisi, İran’ın nükleer silah programını durdurmak amacıyla değil, İran ordusunu Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı saldırıya geçirmek ve Güney Kürdistan’ı, Irak Şiileriyle birlikte hegemonya altına almak, Kerkük petrolünü Kürt halkından çalmak amacıyla yapılmıştır. Afganistan başta olmak üzere, NATO’nun ve ABD’nin bütün askeri müdahalelerine fiilen ya da resmen katılan Türk hükümetlerinin İran karşısındaki “hassasiyetinin” altında, ne İslam dayanışması, ne barış ideali yatıyor; bu “hassasiyet” Kürt düşmanı ortaklığın bir gereği oluyor. ABD bu siyaseti destekliyor.
Hızla “çok cepheli” bir savaş görünümü kazanan gelişmelere, AKP’nin ve yandaş medyanın “iç hat manevraları” eşlik ediyor. Taraf gazetesinin yeniden tırmandırdığı anti-PKK ajitasyonunun öncülüğünde yandaş medya harekete geçmiş, hükümetin “polis devleti” kurma yönündeki adımlarını perdeliyor. Bu medyada çalışan kimi aydınlar “polis devletinin” Kürt coğrafyasında “hizmet” vereceğinden emin oldukları için, onlar da bu devletle, Kürtleri “feda” karşılığında kendi özgürlükleri için uyum içinde yaşıyorlar.
Güncel olarak bu medya Kürt halkı arasında beş kuruşluk değere sahip değildir. Onun misyonu, Türk halkı arasında Kürtlere karşı ırkçı düşmanlık yaratmak ve özellikle Türk aydınlarını manen çökerterek, onların Kürt Özgürlük Hareketi’yle dayanışmasını önlemektir.
Şu son zamanlarda, hem sözde AKP’den, ama asıl olarak PKK’den “uzak” durma, “üçüncü” gücü yaratma denilen “teorimsi” lafların edilmesi bu misyonun aydınları nasıl şaşırttığına örnektir. Bu dolambaçlı “üçüncü güç” lafları, hiçbir AKP yanlısı aydını yerinden bile oynatamaz, buna karşılık, bu “üçüncü güç” fantazisi, ağır tehdit ve terör altında Kürt Özgürlük Hareketi’yle dayanışma içinde olan ve yakın gelecekte Çatı Partisi saflarında yer alacak aydınları “azaltmaktan” başka hiçbir işe yaramaz. İki devletin arasına sıkışmış bir halkın ya yanında olunur, ya da karşısında.
Daha şimdiden medyada saldırı başlamıştır. “Üçüncü güç” içinde yer almayan Ece Temelkuran ve Nuray Mert’e karşı Yeni Şafak yazarlarından, bir hayli “liberal” görüntülü Hilal Kaplan bu misyon çerçevesinde harekete geçmiştir. Üst üste yazdığı yazılarda, Temelkuran ve Mert’i “Kandil muhibbi” (hayranı, aşığı) olarak ilan etmiş ve onların geçmişte Kürt Özgürlük Hareketi’ne olumsuz yaklaşırken, şimdi görüşlerini değiştirmiş olmalarını bir “çelişki” imiş gibi göstermiştir. Erbakancılıktan Erdoğancılığa geçişi, müthiş bir “değişim” sayan Kaplan, kendi milliyetçiliğinden kopan aydınların değişimini “çelişki” sanıyor.
“Çelişki” yok. Biz Türkler, ben de dahil (eski anti-PKK laflarımızı bulabilirsem Hilal Kaplan’a gönderirim), geçmişteki görüşlerimizi değiştiriyoruz, sırtımızdaki kirli gömlekleri çıkarıp atıyoruz ve Kürt halkının haklı davasıyla omuz omuza mücadeleye atılıyoruz. Eğer böyle olmasa, Türkler ve en başta Türk aydınları böyle bir değişim geçirmeyecek olsa, Kürt sorunu nasıl çözülecek? Değişmeyen ırkçı, milliyetçi, Türk-İslam sentezinin kurbanı Hilal Kaplan gibileriyle mi? Çözümsüzlüğün manevi nedeni “değişmeyen Türkçü-İslamcı Türk aydını” değil mi?
Ve Türk aydınlarının, benim gibi, Temelkuran gibi, Mert gibi değişe değişe tek bir çatı altında Kürt halkıyla omuz omuza gelmesi iktidarı ürkütmüştür. Öyle ki, Hilal Kaplan’ın köşe kafadarlarından Murat Aksoy, “aydınların değişmesini önlemek” için, Çatı Partisinin hayata geçemeyeceğini yazdı ve şöyle dedi: “Çatı Partisi her şeye rağmen hayata da geçebilir. Hayata geçirilecek Çatı Partisi’nde siyaseti görünürde kuranlar yapsa da esas siyaseti Öcalan ve Kandil yapacaktır.”
Siz “Kandil muhibliği” laflarının aydınları terörize etmek amacı taşıdığını sanırım anlamış bulunuyorsunuz. Liberal tesettürlü Hilal Kaplan’ın haline insan acıyor.
Yeni “polis devleti” savaşın çok cepheli bir şekilde yayıldığı koşullarda inşa ediliyor. “Polis devletinin” inşa edildiği ve savaşın tırmandığı bir anda, “İmralı muhiblerine” karşı yapılan ajitasyon, siyasi ve polisiye saldırıyı Kürt Özgürlük Hareketi’yle dayanışma içindeki aydınlara karşı yönlendirmekten ve Çatı Partisi’ni doğmadan boğmaya çalışmaktan başka hiçbir anlama gelmiyor.
Ve son bir söz: Ey Türk aydını, eğer bu Çatı Partisi’ni yukardaki yazarın dediği gibi, gerçekten de Öcalan ve Kandil yönetecekse, bundan siz değil, sizi korkutmak isteyenler korksun. Çünkü onların yönettiği örgütler, biz Türk aydınlarının yönettiği örgütlere hiç mi hiç benzemiyor...
Allah selamet versin!
Medya bu duruma adım adım kendini uyarlayacak. Amerikan yönetimiyle içli dışlı olan AKP’nin yandaşları için, İran ordusunun Güney Kürdistan sınırlarını aşmasına ve PJAK gerillalarına karşı saldırıya geçmesine destek vermek bir hayli karmaşık bir iş. Çünkü bu destek onların iç yüzünü ortaya çıkarmakta.
Türk-İran anti-PKK ittifakı göstermiştir ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti uluslararası toplumu kandırmıştır. Başbakan’ın İran’a karşı BM ya da NATO müdahalesi yerine, “diyalog ve barışçı müzakere” önerisi, İran’ın nükleer silah programını durdurmak amacıyla değil, İran ordusunu Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı saldırıya geçirmek ve Güney Kürdistan’ı, Irak Şiileriyle birlikte hegemonya altına almak, Kerkük petrolünü Kürt halkından çalmak amacıyla yapılmıştır. Afganistan başta olmak üzere, NATO’nun ve ABD’nin bütün askeri müdahalelerine fiilen ya da resmen katılan Türk hükümetlerinin İran karşısındaki “hassasiyetinin” altında, ne İslam dayanışması, ne barış ideali yatıyor; bu “hassasiyet” Kürt düşmanı ortaklığın bir gereği oluyor. ABD bu siyaseti destekliyor.
Hızla “çok cepheli” bir savaş görünümü kazanan gelişmelere, AKP’nin ve yandaş medyanın “iç hat manevraları” eşlik ediyor. Taraf gazetesinin yeniden tırmandırdığı anti-PKK ajitasyonunun öncülüğünde yandaş medya harekete geçmiş, hükümetin “polis devleti” kurma yönündeki adımlarını perdeliyor. Bu medyada çalışan kimi aydınlar “polis devletinin” Kürt coğrafyasında “hizmet” vereceğinden emin oldukları için, onlar da bu devletle, Kürtleri “feda” karşılığında kendi özgürlükleri için uyum içinde yaşıyorlar.
Güncel olarak bu medya Kürt halkı arasında beş kuruşluk değere sahip değildir. Onun misyonu, Türk halkı arasında Kürtlere karşı ırkçı düşmanlık yaratmak ve özellikle Türk aydınlarını manen çökerterek, onların Kürt Özgürlük Hareketi’yle dayanışmasını önlemektir.
Şu son zamanlarda, hem sözde AKP’den, ama asıl olarak PKK’den “uzak” durma, “üçüncü” gücü yaratma denilen “teorimsi” lafların edilmesi bu misyonun aydınları nasıl şaşırttığına örnektir. Bu dolambaçlı “üçüncü güç” lafları, hiçbir AKP yanlısı aydını yerinden bile oynatamaz, buna karşılık, bu “üçüncü güç” fantazisi, ağır tehdit ve terör altında Kürt Özgürlük Hareketi’yle dayanışma içinde olan ve yakın gelecekte Çatı Partisi saflarında yer alacak aydınları “azaltmaktan” başka hiçbir işe yaramaz. İki devletin arasına sıkışmış bir halkın ya yanında olunur, ya da karşısında.
Daha şimdiden medyada saldırı başlamıştır. “Üçüncü güç” içinde yer almayan Ece Temelkuran ve Nuray Mert’e karşı Yeni Şafak yazarlarından, bir hayli “liberal” görüntülü Hilal Kaplan bu misyon çerçevesinde harekete geçmiştir. Üst üste yazdığı yazılarda, Temelkuran ve Mert’i “Kandil muhibbi” (hayranı, aşığı) olarak ilan etmiş ve onların geçmişte Kürt Özgürlük Hareketi’ne olumsuz yaklaşırken, şimdi görüşlerini değiştirmiş olmalarını bir “çelişki” imiş gibi göstermiştir. Erbakancılıktan Erdoğancılığa geçişi, müthiş bir “değişim” sayan Kaplan, kendi milliyetçiliğinden kopan aydınların değişimini “çelişki” sanıyor.
“Çelişki” yok. Biz Türkler, ben de dahil (eski anti-PKK laflarımızı bulabilirsem Hilal Kaplan’a gönderirim), geçmişteki görüşlerimizi değiştiriyoruz, sırtımızdaki kirli gömlekleri çıkarıp atıyoruz ve Kürt halkının haklı davasıyla omuz omuza mücadeleye atılıyoruz. Eğer böyle olmasa, Türkler ve en başta Türk aydınları böyle bir değişim geçirmeyecek olsa, Kürt sorunu nasıl çözülecek? Değişmeyen ırkçı, milliyetçi, Türk-İslam sentezinin kurbanı Hilal Kaplan gibileriyle mi? Çözümsüzlüğün manevi nedeni “değişmeyen Türkçü-İslamcı Türk aydını” değil mi?
Ve Türk aydınlarının, benim gibi, Temelkuran gibi, Mert gibi değişe değişe tek bir çatı altında Kürt halkıyla omuz omuza gelmesi iktidarı ürkütmüştür. Öyle ki, Hilal Kaplan’ın köşe kafadarlarından Murat Aksoy, “aydınların değişmesini önlemek” için, Çatı Partisinin hayata geçemeyeceğini yazdı ve şöyle dedi: “Çatı Partisi her şeye rağmen hayata da geçebilir. Hayata geçirilecek Çatı Partisi’nde siyaseti görünürde kuranlar yapsa da esas siyaseti Öcalan ve Kandil yapacaktır.”
Siz “Kandil muhibliği” laflarının aydınları terörize etmek amacı taşıdığını sanırım anlamış bulunuyorsunuz. Liberal tesettürlü Hilal Kaplan’ın haline insan acıyor.
Yeni “polis devleti” savaşın çok cepheli bir şekilde yayıldığı koşullarda inşa ediliyor. “Polis devletinin” inşa edildiği ve savaşın tırmandığı bir anda, “İmralı muhiblerine” karşı yapılan ajitasyon, siyasi ve polisiye saldırıyı Kürt Özgürlük Hareketi’yle dayanışma içindeki aydınlara karşı yönlendirmekten ve Çatı Partisi’ni doğmadan boğmaya çalışmaktan başka hiçbir anlama gelmiyor.
Ve son bir söz: Ey Türk aydını, eğer bu Çatı Partisi’ni yukardaki yazarın dediği gibi, gerçekten de Öcalan ve Kandil yönetecekse, bundan siz değil, sizi korkutmak isteyenler korksun. Çünkü onların yönettiği örgütler, biz Türk aydınlarının yönettiği örgütlere hiç mi hiç benzemiyor...
Allah selamet versin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder