İslam algısının dışındaki söylemleriyle dikkat çeken yazar İhsan Eliaçık, AKP’nin kapitalizme abdest aldırdığını söylüyor.
İslam,
Marksizm, mülkiyet ve adalet konularında alışılmış İslam algısının
dışındaki söylemleriyle dikkat çeken yazar İhsan Eliaçık, AKP’nin
kapitalizme abdest aldırdığını, diyanet yoluyla ‘devletin dini’
dayatmasının yapıldığını söylüyor. AKP’nin ‘boğazına kadar konformizm ve
kariyerizme batmış durumda’ olduğunu söyleyen Eliaçık, ‘’Türkiye’de
İslam değil, Şaman-İslam sentezi var. Derin devlet gibi, derin din var.
Gül, Erdoğan dini çevreler 70’li yılardan itibaren anti-komünist bir
eğitimden geçirildi. Bunların İslamiyetle alakaları yoktur’’diyor.
Kimi İslami çevrelerce komünist olmakla ithaf edilen, İslamiyet’in kurumsal yönü ile mülkiyet-adalet temalarını ele alan, Sosyalizm, Marksizm ve İslamiyet alanında Türkiye’nin en dikkat çeken isimlerinden biri olan yazar İhsan Eliaçık, AKP, devlet dini ve Sivil Cuma konularını ANF’ye değerlendirdi.
* Türkiye’de elbette ki yasalara veya resmi anlayışa göre bir cumhuriyet ya da demokrasi rejimi var. Size göre Türkiye’de şu an hakim olan gerçek rejim, yönetim biçimi nedir?
- Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarına baktığımızda, o zamanki cumhuriyetle şu anki arasında fark var. Bir kere Türkiye şu anda laik bir ülke değil. Bana göre Bizantist bir ülke. Daha doğrusu devlet laik değil. Bizantist devlet gelenekleri hakim. İstanbul’un fethiyle beraber Bizans’ın başkenti İstanbul, oradan devir alınan bir devlet mirası var. Buradaki dinle ilişki, dinin devletin güdümüne verilen bir ilişkidir. Aslolan devlettir. Devlet dine biçim verir şekil verir. ‘Din budur’ diye tanımlar ve insanların bu dini yaşamasını ister. Bu bir kere laiklik falan değildir. Bu Bizantistliktir. Dini açıdan böyle.
OLİGARŞİNİN KIRILMASI İÇİN
Siyasi açıdan ise Türkiye’de bir oligarşi var. Bu oligarşinin yönetim dışına çıktığı, yani bilim, iktidar ve serveti kendi tekeline toplamış olan bir grup azınlık. Bu azınlık, Türkiye’nin iktidar ve servet kaynaklarını başkasına paylaştırmak istemiyor. Buna oligarşi denir. Türkiye ciddi bir oligarşik yapıya sahiptir. Bunun kırılması için, bilgi kaynaklarının, iktidar kaynaklarının ve servet kaynaklarının Türkiye’de yaşayan herkese dağılması, yayılması gerekir. Türkiye’nin hazinelerinin bir grup oligarkın elinden çıkıp, dağıtılması lazım. Bütün bu kesimlerin Türkiye’nin yer altı yer üstü kaynaklarını, yani bilgi servet ve iktidar kaynaklarından eşitçe yararlanması lazım.
* Yüksek perdeden herkesin diline pelesenk ettiği demokrasi denen bir kavram var Türkiye’de. Hemen herkesin her fırsatta sarıldığı bir kelime bu. Türkiye’de demokrasi denen olgu işlevsel bir durumda mı şimdi?
- İşlevseldir ama eksiktir. Bir cumhuriyet var ama tam anlamıyla demokrasi cumhuriyeti değil. Cumhuriyet, cumhurun, halkın iktidarı paylaşması demektir. Servetin halka yayılması, söz sahibi olmasıdır. İktidarda halkın söz sahibi olması demektir. Bu iktidar kaynağı, daha önce sultanın elindeydi, sultan da gücünü tanrıdan aldığını söylüyordu. Bunun kaynağı da esasında Bizantist’tir. Ve bu binlerce yıl önce Muaviye tarafından, Suriye’de devralınmıştır. Emevilerden Abasilere, Selçuklulara ve oradan Osmanlı’ya geçti. Bunun yerine cumhuriyet geçti işte. Ama bu kez cumhuriyet elitleri ve oligarşisi oluştu. İktidar tam olarak yine halka yayılmadı. Halk iktidar makamlarına tam olarak katılamadı. Dolayısıyla şu an yüzeysel bir seçim yapılıyor. Türkiye’yi yönetecek insanlar seçimle iş başına geliyor. Bu anlamda buna şekilsel demokrasi diyebiliriz. Fakat derinleştirilmiş demokrasi değildir.
DERİNLEŞTİRİLMİŞ DEMOKRASİ
Derinleştirilmiş demokrasi benim görüşüme göre halkın doğrudan doğruya yönetimde söz sahibi olduğu, yöneticilerini seçtiği ve azledebildiği bir yönetimdir. Mesela bir milletvekili diyelim 60 bin oyla seçiliyor. 60 bin imza ile de bunun milletvekilliğinin düşebilmesi lazım. Halkın seçtiği milletvekili iş yapmıyor diyelim, aynı seçim bölgesinden 60 bin noter tasdikli sahte olmayan, sahici imza ile milletvekilliği düşebilmeli. Hatta 20 bin oyla milletvekilinin diyelim altı ay maaşı kesilir, üç ay meclise girişi yasaklanır. Yani halkın yaptırımda bulunabilmesi lazım. İşte bu tür şeyler işletilmiyor. Buna derinleştirilmiş demokrasi diyoruz. Çağdaş tabiri budur. Yani danışmanın egemen olduğu, ülkenin kararları hakkında halkın söz sahibi olduğu bir yönetimdir. Mademki bakanlıklar var, belediyeler var, kamu faaliyetleri var, birilerinin seçilmesi lazım. Bu açıdan demokratik yönetim kaçınılmazdır. Bunun da mevcut olanla yetinilmeyip, derinleştirilmesi lazım. Türkiye’deki demokrasinin görüntüsü bu şekildedir.
“TÜRKİYE’DE DERİN DEVLET GİBİ DERİN DİN VAR”
* Türkiye’de şu an itibariyle bir kurumsal din baskısı söz konusu mu? Buna mahalle baskısı diyebiliriz belki. Böyle bir sonuç hissediliyor mu sizce de?
- Şimdi iktidardan öte devletin bir dini var. Devlet Bizantist geleneği sürdürerek, dini tanımlamış ve nasıl yaşanacağını resmileştirmiş. Bu zaten bir dayatmadır. Her şey özgür oluyor da, din niye özgürleşmiyor? Bu mevcut iktidar, kendi din anlayışını, devletin zaten var olan din anlayışıyla örtüştürüyor. Zaten bir çerçeve var. Diyanet tarafından çizilen çerçevenin kendisi zaten saçma. Buna ben Şaman-İslam sentezi diyorum. Türkiye’de İslam değil, Şaman-İslam sentezi var. Şaman gelenekleriyle, İslam ritüelleri karıştırılmak suretiyle bir din oluşturulmuştur. Biz buna ‘derin din’ diyoruz. Türkiye’de derin devlet gibi, derin din var. Hun İmparatorluğu’nun Şamanizm’e bakışı neyse, TSK’nın da İslam’a bakışı aynıdır. Din burada ruhlarla ilgili bir şeydir. Adalet ve mülkiyet meseleleriyle ilgili bir konu değildir. Kandil geceleridir, namaz, oruç, türbeler ve ritüellerdir. Dini böyle algılıyorlar.
“AKP’NİN BİR ŞEYE İNANCI KALMAMIŞ”
* Sadece TSK mı yoksa mevcut iktidarda böyle mi algılıyor?
- Mevcut iktidarın da bunun dışına çıktığını sanmıyorum. Öte yandan bu dini baskı meselesine gelince, iktidar çevrelerinde siyasi baskı olabilir. Ama bence dini baskı yok. Çünkü iktidar kendi din anlayışını dayatacak kadar dine inanan birileri değil. Bu çok tuhaf. Dışarıdan ‘dinci iktidar’ deniyor ama alakası yok. Adamların bir şeye inancı kalmamış ki, neyi dayatacak. Bir şeye inanması lazım ki dayatsın. Ben bunların inançlarını kaybettiklerine inanıyorum. Bunlar kariyerist ve konformisttir. Bir yere gelmek ve bunu kaybetmemek içindir bütün çabaları. Bunlar kariyerizm ve konformizme sonuna kadar batmış insanlardır. Böyle bir dini ideal, sosyal ideal taşıyan insanlar değil. Sanıldığı gibi bir mahalle baskısı uygulayabilecek insanlar değil. Bu mahalle baskısı daha çok iktidar dışındaki toplumun içindeki dini çevrelerden olabilir. Diyelim ki tarikat kendi din anlayışının hak olduğunu savunur, onun dışındakileri kafir ilan eder, sapkın ilan eder. Böyle gruplar var. Bu iktidar zamanında bunlar palazlanabilir, gelişebilir.
“DEVRAN DÖNECEK, PERİŞAN OLACAKLAR”
İktidarın siyasi baskı vaatlerini siyasal açıdan susturma eğilimine girdiğinden bahsedebiliriz. Bunun sebebi de siyasi doktrin falan değil, haksız kazançlar sağlaması, kamu üzerinden zenginleşmeleridir. Bunun hesabının sorulacağından korkuyorlar. Yani diyelim, ben buna şey diyorum, Silivri’dekilerin hışmından korkun diyorum. Onlar yatıyor orda. Biz bunları gördük. 28 Şubat sürecinde gördük. Şimdi onlar gitti bunlar geldi. Peki bunlar gittiğinde kim gelecek. Devran bir gün dönecek. O zaman bunların hali perişan olacak. Kovuşturma, yargılanmalar, yüce divanlar olacak. Yolsuzluk dosyaları açılacak. Hesaplaşma başlayacak yani. Sen onlara yaparsan onlar da sana yapar. Bunun yarattığı bir korku var, tedirginlik var. Bu duruma düşmemek için de şimdiden muhaliflere karşı tavizsiz davranma eğilimlerine giriyorlar. Kendi otoritelerini korumak için, otoriteryen davranışlara yer yer girebiliyorlar. Bunun dinden falan kaynaklandığına inanmıyorum.
* Mahkemeler konusuna gelmişken, Silivri benzeri bir durum da Diyarbakır’da hüküm sürüyor. Benzer bir yöntem orada da işliyor. KCK operasyonu adı altında yüzlerce siyasetçi ve seçilmiş tutuklandı ve bu devam ediyor. Devranın dönmesi burayı da bulur mu?
- Kürt siyasetine karşı, Ergenekoncularda oldukları kadar tedirgin olduklarını düşünmüyorum. Silivri’dekilerin gelişi, Kürt hareketinin gelişi kadar tehlikeli olmaz onlar için. Çünkü bunlar devletin içinden sökülüp atılanlar. Öbür taraftaki ise Kürt siyasetine karşı bir tavır geliştirmek gerektiğinde destek bulacak bir durum. O zaman PKK ile derin devlet, Ergenekon hepsi bir olmuş oluyor. Buna inandırmak için zemin bulabiliyor. Onu ayrı değerlendirmek lazım. Orda da mevcut iktidarın devletin oligarşik çizgilerini aşabilecek bir zihinsel ufka ve siyasal perspektife sahip değil.
Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra ne çizilmiş? Devleti belli çizgiler oluşturur. AKP’nin bunu aşacak bir kapasitesi yok. AKP’nin savunabileceği şey adalet devleti değildir. Hatta korktukları bir şeydir. Diyoruz ki, TC 1920-1924 arasında kurulmuştur. 1924’ten sonrası devrim değildir. Dönemin hükümetlerinin çıkardığı kanun ve kararnamelerle yönetilmiştir. Adalet devleti dediğimiz şey şöyle bir şey, kamunun, kamuyu temsilen devletin, resmi metinlerinde Türk ve Kürt gibi herhangi bir etnik köken, İslam, Hıristiyanlık gibi herhangi bir din, Atatürk gibi herhangi bir şahıs ismi yer almamalıdır. Hak, hukuk, adalet, eşitlik, emek, özgürlük, demokrasi kavramları yer almalıdır. Bunlar aşağı yukarı her kesimin diline doladığı kavramlar. O zaman bunlar olsun. Diğerlerine gerek yok ki. İslami açıdan da bir sorun yok. İslam diyor ki, hükmettiğin zaman, adaletle hükmet. Eşitlik, adalet… Bir devlet kendini bunlara adapte ettiği zaman, devlet olmaktan kaynaklanan zaruret yine gelmiş olur.
“ÖTEKİ DE KÜRT DEVLETİ DER”
Devletin adalet ve eşitliği sağlamak, birilerinin baskı uygulamasına mani olmak gibi bir sorumluluğu vardır. Bu felsefeye inanman lazım önce. AKP çevresinde buna inanan yok. Ankara’daki generaller içinde de, Ergenekon çevresi içinde de buna inanan yok. Adam ‘Türk devleti’ diyor. Etnik bir grubun ismi devlete verilir mi? Coğrafyanın ismi Türkiye. Böyle şey olur mu? Hadi bunu kabul ettik diyelim, ‘TC devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür’ dersen olmaz. ‘Türk devleti’ dersen olmaz. O zaman öteki ‘Kürt devleti’ der. Ne hakla ‘olmaz’ diyorsun? O zaman Kürt ve Türk’ün devleti olmalı. Ayrıca bir devlet kurmaya gerek yok, bu kurulu devleti adam gibi bir adalet devletine kavuşturmak lazım.
“İSLAMİYET SERVET VE İKTİDAR SAHİPLERİNİN ELİNDE”
* İslamiyet’te mülk edinme yasağı da var. Yani ihtiyaç fazlasını yasaklar. Mesela Hz. Muhammed’in geride bıraktıklarına baktığımızda da bu durum kendini gösteriyor. Bu gün İslami referanslı olduğunu iddia eden AKP çevresinin tamamı iş adamı ve zengin üst sınıftan oluşuyor. Sermaye ve paranın asıl sahipleri. Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP bunu neye değindiriyor?
- AKP dediğimiz daha önce Milli Görüş, siyasal İslam diye tabir edilen çevrelerden gelen insanlardan oluşuyor. Türkiye’nin genel din anlayışında bu mülkiyet konusu yanlış ele alınıyor. Doğru bilinmiyor. Buna tarikatlar dahildir. Milli Görüş dışındaki gruplar da dahil, diyanet de dahil. İslamiyet’te mülkün yeri nedir? Kuran’ın mülk konusundaki ayetleri nedir? Bu dini çevrelerde neredeyse unutulmuş. İslam’da Kuran’da ‘Kenz’ diye bir kavram var. Müftü bunu bilmiyor. Kenz diye bir şey duydun mu diyorum, ‘ne bu’ diyor. Namaz kılmak, oruç, haç, kandil, hac çerçevesinde dönen bir din var. Biz diyoruz ki, hayır, din esasında bunlardan ibaret değildir. Bunların birçoğu zaten hurafeye batmış durumda. Çok azı kalmış. İslam’ı, Kur’an esas itibariyle adalet ve mülkiyet konusunda ortaya çıkarır. Eğer İslam’ın adalet ve mülkiyete dair söyleyeceği bir şey yoksa bu dine de gerek yok. Gitsinler başka dine girsinler. Bu nereden kaynaklanıyor, bu dinin zenginlerin eline geçmesinden kaynaklı. Emeviler’den beri İslamiyet servet ve iktidar sahiplerinin eline geçmiştir. Tefsirlerin çoğunu onlar yazmış, fıkıhın çoğunu onlar oluşturmuştur. Adam Kuran’daki verme kısmını unutmuş, tam tersini söyleyerek eleştirdiği şeyi fıkıhın temeli haline getirmiş.
“ANTİ-KOMÜNİZM EĞİTİMİNDEN GEÇİRİLDİLER”
Servet ve iktidar sahiplerinin imparatorluklar boyunca bu dini şekillendirmesi, yorumlaması var. Şu anki dini zihniyet o kaynaklara dayanıyor. Oradan gelen kültürü benimsiyor ve yaşıyor. Dolayısıyla dışına çıkamıyor. Bu tür şeyler duyunca da şaşırıyor. Daha bir özel sebep; dini çevreler 70’li yılardan itibaren anti-komünist bir eğitimden geçirildi. Zihin şekillendirmesinden geçmiştirler. Bunun için de ABD’den özel olarak çalışmalar gelmiş, çalışılmıştır. Türkiye Müslümanları 70’den itibaren anti-komünizm üzerine eğitilmiştir. Neredeyse dinin gereği komünizm karşıtı olmak, ‘sağcı ve muhafazakar olacaksın’ şeklinde bir anlayışlar gelişmiştir. Komünizmle mücadele derneklerinden, mukkadesatçı gençlik merkezlerine kadar zihinler şekillenmiş. Şu anki cumhurbaşkanı Gül’den, Erdoğan’a ve bakanlara kadar hepsi oralardan şekillenmiştir. Türkiye’yi bunlar yönetiyor.
Dolayısıyla bunlardan ne bekleyebilirsin ki? Ben diyorum ki ‘kenz’ yapmayın. Mal, para biriktirmeyin. İhtiyaçtan fazlasını dağıtın. Bir Müslüman’ın şu an ortalama olarak bir evi bir arabası olabilir. Bunun dışında şahsi mal mülk olamaz. Gerisini yoksullarla paylaşacaksınız. Ama atölye, iş yeri fabrika olabilir. Bu fabrikada işçinin hakkını vermek suretiyle, açlık sınırından aşağı maaş vermeyerek, elde edilen gelirin yarısı emekçinin olacak şekilde olmalı. Buna rıza gösteriyorsanız eyvallah. Bunun dışında şahsi mal biriktirmeyeceksiniz. Stoklanan maldır kenz. Bu da hegomonya olarak kullanacağın şey oluyor. İslamiyet buna izin vermiyor.
“BÖYLE MÜSLÜMAN OLUNUR MU?”
* Sanırım size de komünist diyorlar…
- Evet, bunu söylediğim zaman ‘komünistsin sen’ diyorlar. Ben komünist değilim. Kuran ayetleri böyle diyor. Peygamberimiz vefat ettiğinde hiçbir mülkiyeti malı yoktu. Oysa 23 yıl hem peygamberdi hem devlet yönetti. Zengin ile yoksulluk arasındaki fark, vefatına yakın bir süreçte neredeyse sıfırlandı. Yoksulları zenginlerin içine katmıştır. ‘Paylaşın’ demiştir. Şimdi gidip müftülükte başını örtüp, kelime-i şahadet getirip Müslüman oluyorlar. Böyle şey olur mu? Böyle Müslüman olunur mu? Sakal, cüppe, örtünme baştan aşağı, kapanmayı dine girmek olarak algılıyorlar. Dine asıl giriş yöntemlerini tartıştığınızda sosyalizmi veya komünizmi dine sokmak olarak algılıyorlar. Hiçbir sosyalist eser okumazsan bile, adalet ve mülkiyet konusunda, Kuran’da önyargılardan arınarak, samimi bir şekilde okuduğunda bulursun zaten.
“MEVCUT EKTİDARIN DİNLE ALAKASI YOK”
* Kurumsal İslam’ı elinde tutan, İslamiyet’i yaşadığını iddia eden cemaat ve iktidar sahipleri, öbür taraftan da bir jeep tutkunu oldu. Bir yandan açlıktan ölen bebek, öbür taraftan jeepe binmek. Başbakan ‘gemicik’ diyor, öbür taraftan çocuklar açlıktan ölüyor. Bunu kendi kafasında İslam’ın neresine dayandırıyor acaba?
- Daha önceki dönemlerde ortaya çıkmış dini kaynaklar var. Kendine dayanak bulabilir. Ama önemli olan doğrunun ne olduğudur. En geleneksel çevrelerin itibar gösterdiği İmam-ı Gazali der ki, bekarların 40 gün, evlilerin bir yıl temel ihtiyaçlarını biriktirme hakkı vardır. Bundan fazlasının dağıtılması gerekir. O bile söylüyor. Tasavvufun ilk temsilcilerini okusalar, görürler. Tasavvuf, Emevi dinine ve saray hayatına tepki olarak doğar. Senin malın mülkün fakirin ayaklarının altındadır. Tarikatların bunları okuması lazım. Tarikat şeyhi mesela bin yıl dünyada yaşayacakmış gibi bir anlayışa sahip. Bunların Müslümanlıkla falan alakası yok. Mevcut iktidar çevrelerinin, muhafazakar çevrelerin din anlayışını gözden geçirmeleri lazım. Benim tavsiyem şu; bu dinden çıkın, lehül mülk kapısından dine yeniden giriş yapın. Aksi halde din ve hayatınız heba olur.
“KÖKLÜ BİR DİN ANLAYIŞI DEĞİŞİKLİĞİ LAZIM”
* İslam ve Kapitalizm meselesine biraz değinmek gerekirse, Türkiye’de 80 yıllık bir iktidar ve devlet yapısı vardı. Ama son 9 yılda birden değişti ve başka bir şey oldu. AKP’nin bu dönemi itibariyle bütün mesele buradan gelen bir güç mü, yoksa kapitalist bir işbirliği var mı bu kurumsal yapının birden tersyüz olmasında?
- Bunun birkaç sebebi var. Birincisi, başlangıçta toplumun temel din algıları bu diyanet yoluyla çizilen devletin, toplumun, Türkiye’nin temel din algısı, cemaat ve Fethullah Hoca grubunun din algısıyla örtüşüyor. Milli Görüş’ün din algısı ile devletin din algısı örtüşüyor. Dolayısıyla toplumda yayılması anlaşılır bir durum. Türkiye toprağının manevi iklimi İslamiyet’tir. Buradan kaynaklanan hareketlerin taraftar bulması, gelişmesi normaldir. Toprağın ruhunda var. Benim Marksizm’i eleştirdiğim temel noktalardan biri burasıdır. Aydınlanmacı kafayla dine yaklaşırsanız başarılı olamazsınız. Lenin’in bir sözü vardır; acemi Bolşevik, işçi ile emekçiyle Allah var mı yok mu tartışması yapar. Sen şimdi kalkıp Türkiye’de Allah var mı yok mu tartışması yapamazsın. Allah var ama nedir? Bunu tartışabilirsin. Anlamak için tartışabilirsin. Bu başka bir şey, ama inkar edersen bu coğrafya kabul etmez seni. Dolayısıyla bu bahsettiğimiz hareketler bu toprağın ruhuna uygundur, zihnine kafa yapısına uygun. Ama eleştirmesi lazım. Biz de bunu yapıyoruz. Köklü bir din anlayışı değişikliği lazım. İkincisi, kapitalist dış güçler, küresel güçlerle de tabi ki irtibatlıdır. Onlardan bağımsız açıklamak doğru değil.
“KAPİTALİZMİN TANRISI MAMONDUR”
Malum, Türkiye dünya denizi içinde bir ada değil ki. Bir sürü hesap var. İlişkiler var. AB’den tutun, ABD’ye kadar ilişkide olduğu, kendini bağlı kıldığı, müttefik ilan ettiği yerler var. NATO budur işte. Dünyada bir savaş çıksa NATO saflarında savaşıp öleceğiz. Dışarıyla sıkı bir irtibatı var Türkiye’nin. Dolayısıyla elbette ki katkısı vardır. Kürt politikasından tutalım, bütün diğer politikalarda da böyle bir ilişki ağı var elbette. Ama bunun bir ajan faaliyeti olduğunu sanıyorlar.
Fethullah Gülen, Erdoğan, Ladin, ajan değillerdir. Bunlar dini iklimlerden çıkmış bir takım gruplardır. Kapitalistlerle de ters düşmemektedirler. ABD tarzında dini gruplarla işbirliği yapmak vardır. Tarzına, siyasetine, adalet anlayışına, mülkiyet dürüstlüğüne, memleket anlayışına bakar ve çeşitli şekillerde irtibat kurar. Sonra der ki, ‘bunun önünü’ açın. Mesele budur. Çıkarlarına ters düşen bir durum yoktur yani. ABD’nin dini grupları yönetmesi bu şekildedir. Tayip Erdoğan ve Fethullah Gülen doğuşunda da böyle olmuştur. Bunlar paraya falan tutulmuş ajanlar değildir yani. PKK de kendiliğinden doğmuş bir örgüttür mesela. ABD işine geldiği yerde bastırır, işine gelmediği yerde ses çıkarmaz. İşine gelmediği yerde üstüne gider ezer. Kurgulanmış örgütlerin sosyolojide karşılığı olmayacağı ve uzun yıllar yaşamayacağı kanaatindeyim. Türkiye gerçeğinde yeri olmayan hareketler gider. Ama bunlar yönlendirilir, dış dünya ile ilişkisi vardır sürer gider. Kapitalizmin tanrısı mamondur yani paradır. Tapusu da mülkiyettir. Bu ikisini tartışmak lazım. Mamonu ret etmek gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bu dine giremezsin.
“MISIR’DA KAPİTALİZM KURULACAK”
* Ortadoğu’da bir takım gelişmeler var. Arap ülkelerindeki gelişmelerin kapitalizmle bir alakası var mı yoksa bunlar özgürlük çığlıkları mıdır?
- İkisi de var. Bir enerjisi var bu hareketlerin, yıkıcı enerjisi vardır. Ama kurucu irade ve enerjisi yoktur. Bir araştırma yapılsa zaten patlama olacağını söylerdi mesela Mısır için. Diktatörlük var çünkü. Oligarşik yapılar var. Bilgi, sermaye ve iktidarı ele geçirmiş gruplar var. Oysa açlık ve sefalet söz konusu. Mısır laikliği ile buradaki farklı. Asıl kapitalizm orada kurulacak. Orada devletin dini İslam, şeriat mahkemeleri var. Kanunlar Kuran’a uygun. Tüm kamu kurumlarında başörtüsü serbest. Yani İslam zaten yerleşik, yeni bir İslam propagandası yapmaya gerek yok. Din yoğun şekilde ön planda yaşanıyor. Böyle bir ülkede İslamcılık yapmanın manası yok. Şeriat zaten var. Dolayısıyla orada asıl kapitalizm kurulacaktır. İslam burada emek sermaye çelişkisine oturmak zorunda. Kimsesizlerin, ezilenlerin sesidir İslam. Kapitalizme karşıdır. Ama işte başka bir şey kurulacaktır orada. Eğer orada İslam adına bazı kurucu enerjiler yoksa, ne olacak, kapitalizm kurulacaktır.
SİVİL CUMAYI ENGELLEMEK ERDOĞAN’IN HADDİ DEĞİL
* Kürdistan’da devam eden ‘Sivil Cuma’ eylemleri var. Bilindiği gibi Kürtler İslamiyet’i kabul eden ikinci halk. Ama başbakan Kürdistan’a, Muş’a gidip bir takım tehdit ve absürt söylemlerde bulundu. ‘Sivil Cuma’yı yasaklamak Erdoğan’ın haddi olabilecek bir şey mi?
- Hayır canım. Şimdi aslında bunlara yabancı değilim. 80’li yıllarda böyle bir gençlik hareketinden geliyorum. Cuma namazlarına gitmeme, devletin memurlarının arkasında namaz kılmamak gibi bir eylemimiz vardı. Radikal İslam patlaması buydu. Şimdi buna dönüldüğünü ya da yakın bir eylem yapıldığını görüyorum. Daha da geliştirilmiş bir eylemdir. Ben yabancı değilim buna. Bunlar resmi din yorumuyla bastırılabilecek şeyler değil. Din diyanetin tekelinde olduğu için, her şeyi kanun gibi algılıyorlar. Doğru değil bu. Nasıl ki çoğulculuk var, etnik çoğulculuk var, bir sürü şirket var, dernek var vakıf var, o zaman dini çoğulculuk da lazım. Dini monopolculuk doğru değildir. Tabi ki Kürtler, Türkler, Mezopotamya halkaları büyük oranda Müslüman’dır. Bunun çeşitli yorumları olabilir. Bu yorumları tekçi bir din yorumuyla bastırmak doğru değil. Bu noktada Kürt halkının Müslümanlıkla ilişkisinin yeniden kurulması gerekiyor. Esasında Kürtler İslamiyet’e geçmiştir ama Kürtlere gelen İslam Emevi İslam’ıdır. Kürtler Emevi İslamiyet’inden almıştır. Kürtler de imparatorluk İslam’ı ile İslamlaşmıştır. Eski Orta Asya kültürü ile İslamiyet birbirine karışmış.
“BDP VE PKK DEVRİMCİ İSLAMI HALKA ANLATMALI”
Bir, dini aydınlanma hareketi lazım. Anadolu ve Mezopotamya’da bu lazım. Gerek BDP gerek PKK’nin bu hususta zayıf kaldığını düşünüyorum. Dinle ilgilenmeleri lazım. Bu dini aydınlanmaya katılmaları lazım. Devrimci İslam’ı halka anlatmaları lazım. Teolojik sorunları olsa bile, Allah’a inanmıyor olsalar bile, bir halka ve hak gerçeği olarak bunu kabul etmeleri lazım. Bir devrimci halkın inançlarıyla uğraşmaz, oynamaz. O zaman devrimci olamazsın. Dış güçler uğraşır, buna alet olmamak lazım. Kendi halkınızın dinini kabul edersiniz, nasıl bir din olduğunu önce görürsünüz. Halkımız hurafeye inanıyor, biz buna inanmayacağız. Bu ayrımı yapmak lazım. Dini doğru kaynaklarından öğrenip, öğretmek lazım. Din, iktidar sahiplerinin, ağa ve beylerin dini olsun diye gelmedi. Tam tersine, ezilenlerin, kadınların, fakirlerin, yoksulların dini olarak ortaya çıktı. Bunu iyi anlamamız lazım. Büyük bir devrimci kaynaktır bu. Kürt hareketine mensup olanların birçoğunun aydınlanmacı kafayla dine yaklaştıklarını görüyorum. Batı Avrupa’da çıkmış, bilimci, Marksist kafayla bu din yorumlanamaz. Din vicdanla başlayan, tarihsel ve toplumsal bir devrimdir. Yoksulların çığlığıdır.
ABDESTLİ KAPİTALİZM DÖNEMİ
* Seçim sonrasında Türkiye’yi neler bekliyor? ‘Çılgın projeler’ var, Kürdistan’a ordu yığılıyor. Yeni dönemde ‘AKP yönetecek’ varsayımıyla, neler bekliyor ülkeyi?
- Türkiye’nin geleceğinde, mamon ve mülkiyet dışında her şeye razı olunacaktır. Yeni bir anayasa hazırlamaktan tutalım, ülke isminin değişmesine kadar, AKP’nin abdestli kapitalist politikalarına kadar her şey değişebilir. Mümkündür. Ama bir tek şey değişmiyor, servet para ve mülkiyet. Bu açıdan bakıldığında önümüzdeki dönemde Türkiye’de bir dönem daha AKP var. Bu dönem içinde eğer ki Ergenekon ve Kürt sorunu mevcut muhafazakar iktidarın yıkılacak olan noktalarının tartışılmasının önünden kalkarsa bir şeyler çıkar. Yani ne zaman iktidarın asıl yüzü ortaya çıkarsa, bir bakıyorsunuz, bir Ergenekon dosyası ya da bir operasyon başlıyor. O yüzden iktidarın asıl yüzü tartışılmıyor. Asıl tartışılması gereken yüz başkadır. Bu dönemin adı abdestli kapitalizmdir. Sivil vesayet, mahalle baskısı gibi kavramlar önemli değil, dönemin resmini çizmiyor. Asıl ismi abdestli kapitalizmdir. Müslümanlar parayla servetle tanıştırılıyor ve hoşlarına gidiyor. Anadolu’da bununla tanışmak isteyen, ruhen aç, kapitalist süreci yaşamamış kitleler var. Akın akın AVM’ler açılıyor, yeni bir dünyaya giriyorlar. Asıl mesele budur.
ELİAÇIK KİMDİR?
1961’de Kayseri’de doğdu. Kayseri ve Kırşehir’deki değişik okullarda ilk, orta ve lise öğrenimi tamamladı (1980). Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okudu (1985-1990). İlahiyat Fakültesi’nden ayrılarak yazarlık hayatına başladı. Kayseri Gündem, Değişim, Yeryüzü, Bilgi ve Düşünce, Yarın, Özgün İrade, Bilge Adam, Söz ve Adalet, Gerçek Hayat, Doğudan gibi bir çok gazete ve dergide yazıları, Milli Gazete, Star, Tempo, Zaman, Habertürk, Sabah, Birgün, Radikal gibi gazete ve dergilerde söyleşileri yayınlandı.
RAWİN STERK -ANF
Kimi İslami çevrelerce komünist olmakla ithaf edilen, İslamiyet’in kurumsal yönü ile mülkiyet-adalet temalarını ele alan, Sosyalizm, Marksizm ve İslamiyet alanında Türkiye’nin en dikkat çeken isimlerinden biri olan yazar İhsan Eliaçık, AKP, devlet dini ve Sivil Cuma konularını ANF’ye değerlendirdi.
* Türkiye’de elbette ki yasalara veya resmi anlayışa göre bir cumhuriyet ya da demokrasi rejimi var. Size göre Türkiye’de şu an hakim olan gerçek rejim, yönetim biçimi nedir?
- Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarına baktığımızda, o zamanki cumhuriyetle şu anki arasında fark var. Bir kere Türkiye şu anda laik bir ülke değil. Bana göre Bizantist bir ülke. Daha doğrusu devlet laik değil. Bizantist devlet gelenekleri hakim. İstanbul’un fethiyle beraber Bizans’ın başkenti İstanbul, oradan devir alınan bir devlet mirası var. Buradaki dinle ilişki, dinin devletin güdümüne verilen bir ilişkidir. Aslolan devlettir. Devlet dine biçim verir şekil verir. ‘Din budur’ diye tanımlar ve insanların bu dini yaşamasını ister. Bu bir kere laiklik falan değildir. Bu Bizantistliktir. Dini açıdan böyle.
OLİGARŞİNİN KIRILMASI İÇİN
Siyasi açıdan ise Türkiye’de bir oligarşi var. Bu oligarşinin yönetim dışına çıktığı, yani bilim, iktidar ve serveti kendi tekeline toplamış olan bir grup azınlık. Bu azınlık, Türkiye’nin iktidar ve servet kaynaklarını başkasına paylaştırmak istemiyor. Buna oligarşi denir. Türkiye ciddi bir oligarşik yapıya sahiptir. Bunun kırılması için, bilgi kaynaklarının, iktidar kaynaklarının ve servet kaynaklarının Türkiye’de yaşayan herkese dağılması, yayılması gerekir. Türkiye’nin hazinelerinin bir grup oligarkın elinden çıkıp, dağıtılması lazım. Bütün bu kesimlerin Türkiye’nin yer altı yer üstü kaynaklarını, yani bilgi servet ve iktidar kaynaklarından eşitçe yararlanması lazım.
* Yüksek perdeden herkesin diline pelesenk ettiği demokrasi denen bir kavram var Türkiye’de. Hemen herkesin her fırsatta sarıldığı bir kelime bu. Türkiye’de demokrasi denen olgu işlevsel bir durumda mı şimdi?
- İşlevseldir ama eksiktir. Bir cumhuriyet var ama tam anlamıyla demokrasi cumhuriyeti değil. Cumhuriyet, cumhurun, halkın iktidarı paylaşması demektir. Servetin halka yayılması, söz sahibi olmasıdır. İktidarda halkın söz sahibi olması demektir. Bu iktidar kaynağı, daha önce sultanın elindeydi, sultan da gücünü tanrıdan aldığını söylüyordu. Bunun kaynağı da esasında Bizantist’tir. Ve bu binlerce yıl önce Muaviye tarafından, Suriye’de devralınmıştır. Emevilerden Abasilere, Selçuklulara ve oradan Osmanlı’ya geçti. Bunun yerine cumhuriyet geçti işte. Ama bu kez cumhuriyet elitleri ve oligarşisi oluştu. İktidar tam olarak yine halka yayılmadı. Halk iktidar makamlarına tam olarak katılamadı. Dolayısıyla şu an yüzeysel bir seçim yapılıyor. Türkiye’yi yönetecek insanlar seçimle iş başına geliyor. Bu anlamda buna şekilsel demokrasi diyebiliriz. Fakat derinleştirilmiş demokrasi değildir.
DERİNLEŞTİRİLMİŞ DEMOKRASİ
Derinleştirilmiş demokrasi benim görüşüme göre halkın doğrudan doğruya yönetimde söz sahibi olduğu, yöneticilerini seçtiği ve azledebildiği bir yönetimdir. Mesela bir milletvekili diyelim 60 bin oyla seçiliyor. 60 bin imza ile de bunun milletvekilliğinin düşebilmesi lazım. Halkın seçtiği milletvekili iş yapmıyor diyelim, aynı seçim bölgesinden 60 bin noter tasdikli sahte olmayan, sahici imza ile milletvekilliği düşebilmeli. Hatta 20 bin oyla milletvekilinin diyelim altı ay maaşı kesilir, üç ay meclise girişi yasaklanır. Yani halkın yaptırımda bulunabilmesi lazım. İşte bu tür şeyler işletilmiyor. Buna derinleştirilmiş demokrasi diyoruz. Çağdaş tabiri budur. Yani danışmanın egemen olduğu, ülkenin kararları hakkında halkın söz sahibi olduğu bir yönetimdir. Mademki bakanlıklar var, belediyeler var, kamu faaliyetleri var, birilerinin seçilmesi lazım. Bu açıdan demokratik yönetim kaçınılmazdır. Bunun da mevcut olanla yetinilmeyip, derinleştirilmesi lazım. Türkiye’deki demokrasinin görüntüsü bu şekildedir.
“TÜRKİYE’DE DERİN DEVLET GİBİ DERİN DİN VAR”
* Türkiye’de şu an itibariyle bir kurumsal din baskısı söz konusu mu? Buna mahalle baskısı diyebiliriz belki. Böyle bir sonuç hissediliyor mu sizce de?
- Şimdi iktidardan öte devletin bir dini var. Devlet Bizantist geleneği sürdürerek, dini tanımlamış ve nasıl yaşanacağını resmileştirmiş. Bu zaten bir dayatmadır. Her şey özgür oluyor da, din niye özgürleşmiyor? Bu mevcut iktidar, kendi din anlayışını, devletin zaten var olan din anlayışıyla örtüştürüyor. Zaten bir çerçeve var. Diyanet tarafından çizilen çerçevenin kendisi zaten saçma. Buna ben Şaman-İslam sentezi diyorum. Türkiye’de İslam değil, Şaman-İslam sentezi var. Şaman gelenekleriyle, İslam ritüelleri karıştırılmak suretiyle bir din oluşturulmuştur. Biz buna ‘derin din’ diyoruz. Türkiye’de derin devlet gibi, derin din var. Hun İmparatorluğu’nun Şamanizm’e bakışı neyse, TSK’nın da İslam’a bakışı aynıdır. Din burada ruhlarla ilgili bir şeydir. Adalet ve mülkiyet meseleleriyle ilgili bir konu değildir. Kandil geceleridir, namaz, oruç, türbeler ve ritüellerdir. Dini böyle algılıyorlar.
“AKP’NİN BİR ŞEYE İNANCI KALMAMIŞ”
* Sadece TSK mı yoksa mevcut iktidarda böyle mi algılıyor?
- Mevcut iktidarın da bunun dışına çıktığını sanmıyorum. Öte yandan bu dini baskı meselesine gelince, iktidar çevrelerinde siyasi baskı olabilir. Ama bence dini baskı yok. Çünkü iktidar kendi din anlayışını dayatacak kadar dine inanan birileri değil. Bu çok tuhaf. Dışarıdan ‘dinci iktidar’ deniyor ama alakası yok. Adamların bir şeye inancı kalmamış ki, neyi dayatacak. Bir şeye inanması lazım ki dayatsın. Ben bunların inançlarını kaybettiklerine inanıyorum. Bunlar kariyerist ve konformisttir. Bir yere gelmek ve bunu kaybetmemek içindir bütün çabaları. Bunlar kariyerizm ve konformizme sonuna kadar batmış insanlardır. Böyle bir dini ideal, sosyal ideal taşıyan insanlar değil. Sanıldığı gibi bir mahalle baskısı uygulayabilecek insanlar değil. Bu mahalle baskısı daha çok iktidar dışındaki toplumun içindeki dini çevrelerden olabilir. Diyelim ki tarikat kendi din anlayışının hak olduğunu savunur, onun dışındakileri kafir ilan eder, sapkın ilan eder. Böyle gruplar var. Bu iktidar zamanında bunlar palazlanabilir, gelişebilir.
“DEVRAN DÖNECEK, PERİŞAN OLACAKLAR”
İktidarın siyasi baskı vaatlerini siyasal açıdan susturma eğilimine girdiğinden bahsedebiliriz. Bunun sebebi de siyasi doktrin falan değil, haksız kazançlar sağlaması, kamu üzerinden zenginleşmeleridir. Bunun hesabının sorulacağından korkuyorlar. Yani diyelim, ben buna şey diyorum, Silivri’dekilerin hışmından korkun diyorum. Onlar yatıyor orda. Biz bunları gördük. 28 Şubat sürecinde gördük. Şimdi onlar gitti bunlar geldi. Peki bunlar gittiğinde kim gelecek. Devran bir gün dönecek. O zaman bunların hali perişan olacak. Kovuşturma, yargılanmalar, yüce divanlar olacak. Yolsuzluk dosyaları açılacak. Hesaplaşma başlayacak yani. Sen onlara yaparsan onlar da sana yapar. Bunun yarattığı bir korku var, tedirginlik var. Bu duruma düşmemek için de şimdiden muhaliflere karşı tavizsiz davranma eğilimlerine giriyorlar. Kendi otoritelerini korumak için, otoriteryen davranışlara yer yer girebiliyorlar. Bunun dinden falan kaynaklandığına inanmıyorum.
* Mahkemeler konusuna gelmişken, Silivri benzeri bir durum da Diyarbakır’da hüküm sürüyor. Benzer bir yöntem orada da işliyor. KCK operasyonu adı altında yüzlerce siyasetçi ve seçilmiş tutuklandı ve bu devam ediyor. Devranın dönmesi burayı da bulur mu?
- Kürt siyasetine karşı, Ergenekoncularda oldukları kadar tedirgin olduklarını düşünmüyorum. Silivri’dekilerin gelişi, Kürt hareketinin gelişi kadar tehlikeli olmaz onlar için. Çünkü bunlar devletin içinden sökülüp atılanlar. Öbür taraftaki ise Kürt siyasetine karşı bir tavır geliştirmek gerektiğinde destek bulacak bir durum. O zaman PKK ile derin devlet, Ergenekon hepsi bir olmuş oluyor. Buna inandırmak için zemin bulabiliyor. Onu ayrı değerlendirmek lazım. Orda da mevcut iktidarın devletin oligarşik çizgilerini aşabilecek bir zihinsel ufka ve siyasal perspektife sahip değil.
Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra ne çizilmiş? Devleti belli çizgiler oluşturur. AKP’nin bunu aşacak bir kapasitesi yok. AKP’nin savunabileceği şey adalet devleti değildir. Hatta korktukları bir şeydir. Diyoruz ki, TC 1920-1924 arasında kurulmuştur. 1924’ten sonrası devrim değildir. Dönemin hükümetlerinin çıkardığı kanun ve kararnamelerle yönetilmiştir. Adalet devleti dediğimiz şey şöyle bir şey, kamunun, kamuyu temsilen devletin, resmi metinlerinde Türk ve Kürt gibi herhangi bir etnik köken, İslam, Hıristiyanlık gibi herhangi bir din, Atatürk gibi herhangi bir şahıs ismi yer almamalıdır. Hak, hukuk, adalet, eşitlik, emek, özgürlük, demokrasi kavramları yer almalıdır. Bunlar aşağı yukarı her kesimin diline doladığı kavramlar. O zaman bunlar olsun. Diğerlerine gerek yok ki. İslami açıdan da bir sorun yok. İslam diyor ki, hükmettiğin zaman, adaletle hükmet. Eşitlik, adalet… Bir devlet kendini bunlara adapte ettiği zaman, devlet olmaktan kaynaklanan zaruret yine gelmiş olur.
“ÖTEKİ DE KÜRT DEVLETİ DER”
Devletin adalet ve eşitliği sağlamak, birilerinin baskı uygulamasına mani olmak gibi bir sorumluluğu vardır. Bu felsefeye inanman lazım önce. AKP çevresinde buna inanan yok. Ankara’daki generaller içinde de, Ergenekon çevresi içinde de buna inanan yok. Adam ‘Türk devleti’ diyor. Etnik bir grubun ismi devlete verilir mi? Coğrafyanın ismi Türkiye. Böyle şey olur mu? Hadi bunu kabul ettik diyelim, ‘TC devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür’ dersen olmaz. ‘Türk devleti’ dersen olmaz. O zaman öteki ‘Kürt devleti’ der. Ne hakla ‘olmaz’ diyorsun? O zaman Kürt ve Türk’ün devleti olmalı. Ayrıca bir devlet kurmaya gerek yok, bu kurulu devleti adam gibi bir adalet devletine kavuşturmak lazım.
“İSLAMİYET SERVET VE İKTİDAR SAHİPLERİNİN ELİNDE”
* İslamiyet’te mülk edinme yasağı da var. Yani ihtiyaç fazlasını yasaklar. Mesela Hz. Muhammed’in geride bıraktıklarına baktığımızda da bu durum kendini gösteriyor. Bu gün İslami referanslı olduğunu iddia eden AKP çevresinin tamamı iş adamı ve zengin üst sınıftan oluşuyor. Sermaye ve paranın asıl sahipleri. Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP bunu neye değindiriyor?
- AKP dediğimiz daha önce Milli Görüş, siyasal İslam diye tabir edilen çevrelerden gelen insanlardan oluşuyor. Türkiye’nin genel din anlayışında bu mülkiyet konusu yanlış ele alınıyor. Doğru bilinmiyor. Buna tarikatlar dahildir. Milli Görüş dışındaki gruplar da dahil, diyanet de dahil. İslamiyet’te mülkün yeri nedir? Kuran’ın mülk konusundaki ayetleri nedir? Bu dini çevrelerde neredeyse unutulmuş. İslam’da Kuran’da ‘Kenz’ diye bir kavram var. Müftü bunu bilmiyor. Kenz diye bir şey duydun mu diyorum, ‘ne bu’ diyor. Namaz kılmak, oruç, haç, kandil, hac çerçevesinde dönen bir din var. Biz diyoruz ki, hayır, din esasında bunlardan ibaret değildir. Bunların birçoğu zaten hurafeye batmış durumda. Çok azı kalmış. İslam’ı, Kur’an esas itibariyle adalet ve mülkiyet konusunda ortaya çıkarır. Eğer İslam’ın adalet ve mülkiyete dair söyleyeceği bir şey yoksa bu dine de gerek yok. Gitsinler başka dine girsinler. Bu nereden kaynaklanıyor, bu dinin zenginlerin eline geçmesinden kaynaklı. Emeviler’den beri İslamiyet servet ve iktidar sahiplerinin eline geçmiştir. Tefsirlerin çoğunu onlar yazmış, fıkıhın çoğunu onlar oluşturmuştur. Adam Kuran’daki verme kısmını unutmuş, tam tersini söyleyerek eleştirdiği şeyi fıkıhın temeli haline getirmiş.
“ANTİ-KOMÜNİZM EĞİTİMİNDEN GEÇİRİLDİLER”
Servet ve iktidar sahiplerinin imparatorluklar boyunca bu dini şekillendirmesi, yorumlaması var. Şu anki dini zihniyet o kaynaklara dayanıyor. Oradan gelen kültürü benimsiyor ve yaşıyor. Dolayısıyla dışına çıkamıyor. Bu tür şeyler duyunca da şaşırıyor. Daha bir özel sebep; dini çevreler 70’li yılardan itibaren anti-komünist bir eğitimden geçirildi. Zihin şekillendirmesinden geçmiştirler. Bunun için de ABD’den özel olarak çalışmalar gelmiş, çalışılmıştır. Türkiye Müslümanları 70’den itibaren anti-komünizm üzerine eğitilmiştir. Neredeyse dinin gereği komünizm karşıtı olmak, ‘sağcı ve muhafazakar olacaksın’ şeklinde bir anlayışlar gelişmiştir. Komünizmle mücadele derneklerinden, mukkadesatçı gençlik merkezlerine kadar zihinler şekillenmiş. Şu anki cumhurbaşkanı Gül’den, Erdoğan’a ve bakanlara kadar hepsi oralardan şekillenmiştir. Türkiye’yi bunlar yönetiyor.
Dolayısıyla bunlardan ne bekleyebilirsin ki? Ben diyorum ki ‘kenz’ yapmayın. Mal, para biriktirmeyin. İhtiyaçtan fazlasını dağıtın. Bir Müslüman’ın şu an ortalama olarak bir evi bir arabası olabilir. Bunun dışında şahsi mal mülk olamaz. Gerisini yoksullarla paylaşacaksınız. Ama atölye, iş yeri fabrika olabilir. Bu fabrikada işçinin hakkını vermek suretiyle, açlık sınırından aşağı maaş vermeyerek, elde edilen gelirin yarısı emekçinin olacak şekilde olmalı. Buna rıza gösteriyorsanız eyvallah. Bunun dışında şahsi mal biriktirmeyeceksiniz. Stoklanan maldır kenz. Bu da hegomonya olarak kullanacağın şey oluyor. İslamiyet buna izin vermiyor.
“BÖYLE MÜSLÜMAN OLUNUR MU?”
* Sanırım size de komünist diyorlar…
- Evet, bunu söylediğim zaman ‘komünistsin sen’ diyorlar. Ben komünist değilim. Kuran ayetleri böyle diyor. Peygamberimiz vefat ettiğinde hiçbir mülkiyeti malı yoktu. Oysa 23 yıl hem peygamberdi hem devlet yönetti. Zengin ile yoksulluk arasındaki fark, vefatına yakın bir süreçte neredeyse sıfırlandı. Yoksulları zenginlerin içine katmıştır. ‘Paylaşın’ demiştir. Şimdi gidip müftülükte başını örtüp, kelime-i şahadet getirip Müslüman oluyorlar. Böyle şey olur mu? Böyle Müslüman olunur mu? Sakal, cüppe, örtünme baştan aşağı, kapanmayı dine girmek olarak algılıyorlar. Dine asıl giriş yöntemlerini tartıştığınızda sosyalizmi veya komünizmi dine sokmak olarak algılıyorlar. Hiçbir sosyalist eser okumazsan bile, adalet ve mülkiyet konusunda, Kuran’da önyargılardan arınarak, samimi bir şekilde okuduğunda bulursun zaten.
“MEVCUT EKTİDARIN DİNLE ALAKASI YOK”
* Kurumsal İslam’ı elinde tutan, İslamiyet’i yaşadığını iddia eden cemaat ve iktidar sahipleri, öbür taraftan da bir jeep tutkunu oldu. Bir yandan açlıktan ölen bebek, öbür taraftan jeepe binmek. Başbakan ‘gemicik’ diyor, öbür taraftan çocuklar açlıktan ölüyor. Bunu kendi kafasında İslam’ın neresine dayandırıyor acaba?
- Daha önceki dönemlerde ortaya çıkmış dini kaynaklar var. Kendine dayanak bulabilir. Ama önemli olan doğrunun ne olduğudur. En geleneksel çevrelerin itibar gösterdiği İmam-ı Gazali der ki, bekarların 40 gün, evlilerin bir yıl temel ihtiyaçlarını biriktirme hakkı vardır. Bundan fazlasının dağıtılması gerekir. O bile söylüyor. Tasavvufun ilk temsilcilerini okusalar, görürler. Tasavvuf, Emevi dinine ve saray hayatına tepki olarak doğar. Senin malın mülkün fakirin ayaklarının altındadır. Tarikatların bunları okuması lazım. Tarikat şeyhi mesela bin yıl dünyada yaşayacakmış gibi bir anlayışa sahip. Bunların Müslümanlıkla falan alakası yok. Mevcut iktidar çevrelerinin, muhafazakar çevrelerin din anlayışını gözden geçirmeleri lazım. Benim tavsiyem şu; bu dinden çıkın, lehül mülk kapısından dine yeniden giriş yapın. Aksi halde din ve hayatınız heba olur.
“KÖKLÜ BİR DİN ANLAYIŞI DEĞİŞİKLİĞİ LAZIM”
* İslam ve Kapitalizm meselesine biraz değinmek gerekirse, Türkiye’de 80 yıllık bir iktidar ve devlet yapısı vardı. Ama son 9 yılda birden değişti ve başka bir şey oldu. AKP’nin bu dönemi itibariyle bütün mesele buradan gelen bir güç mü, yoksa kapitalist bir işbirliği var mı bu kurumsal yapının birden tersyüz olmasında?
- Bunun birkaç sebebi var. Birincisi, başlangıçta toplumun temel din algıları bu diyanet yoluyla çizilen devletin, toplumun, Türkiye’nin temel din algısı, cemaat ve Fethullah Hoca grubunun din algısıyla örtüşüyor. Milli Görüş’ün din algısı ile devletin din algısı örtüşüyor. Dolayısıyla toplumda yayılması anlaşılır bir durum. Türkiye toprağının manevi iklimi İslamiyet’tir. Buradan kaynaklanan hareketlerin taraftar bulması, gelişmesi normaldir. Toprağın ruhunda var. Benim Marksizm’i eleştirdiğim temel noktalardan biri burasıdır. Aydınlanmacı kafayla dine yaklaşırsanız başarılı olamazsınız. Lenin’in bir sözü vardır; acemi Bolşevik, işçi ile emekçiyle Allah var mı yok mu tartışması yapar. Sen şimdi kalkıp Türkiye’de Allah var mı yok mu tartışması yapamazsın. Allah var ama nedir? Bunu tartışabilirsin. Anlamak için tartışabilirsin. Bu başka bir şey, ama inkar edersen bu coğrafya kabul etmez seni. Dolayısıyla bu bahsettiğimiz hareketler bu toprağın ruhuna uygundur, zihnine kafa yapısına uygun. Ama eleştirmesi lazım. Biz de bunu yapıyoruz. Köklü bir din anlayışı değişikliği lazım. İkincisi, kapitalist dış güçler, küresel güçlerle de tabi ki irtibatlıdır. Onlardan bağımsız açıklamak doğru değil.
“KAPİTALİZMİN TANRISI MAMONDUR”
Malum, Türkiye dünya denizi içinde bir ada değil ki. Bir sürü hesap var. İlişkiler var. AB’den tutun, ABD’ye kadar ilişkide olduğu, kendini bağlı kıldığı, müttefik ilan ettiği yerler var. NATO budur işte. Dünyada bir savaş çıksa NATO saflarında savaşıp öleceğiz. Dışarıyla sıkı bir irtibatı var Türkiye’nin. Dolayısıyla elbette ki katkısı vardır. Kürt politikasından tutalım, bütün diğer politikalarda da böyle bir ilişki ağı var elbette. Ama bunun bir ajan faaliyeti olduğunu sanıyorlar.
Fethullah Gülen, Erdoğan, Ladin, ajan değillerdir. Bunlar dini iklimlerden çıkmış bir takım gruplardır. Kapitalistlerle de ters düşmemektedirler. ABD tarzında dini gruplarla işbirliği yapmak vardır. Tarzına, siyasetine, adalet anlayışına, mülkiyet dürüstlüğüne, memleket anlayışına bakar ve çeşitli şekillerde irtibat kurar. Sonra der ki, ‘bunun önünü’ açın. Mesele budur. Çıkarlarına ters düşen bir durum yoktur yani. ABD’nin dini grupları yönetmesi bu şekildedir. Tayip Erdoğan ve Fethullah Gülen doğuşunda da böyle olmuştur. Bunlar paraya falan tutulmuş ajanlar değildir yani. PKK de kendiliğinden doğmuş bir örgüttür mesela. ABD işine geldiği yerde bastırır, işine gelmediği yerde ses çıkarmaz. İşine gelmediği yerde üstüne gider ezer. Kurgulanmış örgütlerin sosyolojide karşılığı olmayacağı ve uzun yıllar yaşamayacağı kanaatindeyim. Türkiye gerçeğinde yeri olmayan hareketler gider. Ama bunlar yönlendirilir, dış dünya ile ilişkisi vardır sürer gider. Kapitalizmin tanrısı mamondur yani paradır. Tapusu da mülkiyettir. Bu ikisini tartışmak lazım. Mamonu ret etmek gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bu dine giremezsin.
“MISIR’DA KAPİTALİZM KURULACAK”
* Ortadoğu’da bir takım gelişmeler var. Arap ülkelerindeki gelişmelerin kapitalizmle bir alakası var mı yoksa bunlar özgürlük çığlıkları mıdır?
- İkisi de var. Bir enerjisi var bu hareketlerin, yıkıcı enerjisi vardır. Ama kurucu irade ve enerjisi yoktur. Bir araştırma yapılsa zaten patlama olacağını söylerdi mesela Mısır için. Diktatörlük var çünkü. Oligarşik yapılar var. Bilgi, sermaye ve iktidarı ele geçirmiş gruplar var. Oysa açlık ve sefalet söz konusu. Mısır laikliği ile buradaki farklı. Asıl kapitalizm orada kurulacak. Orada devletin dini İslam, şeriat mahkemeleri var. Kanunlar Kuran’a uygun. Tüm kamu kurumlarında başörtüsü serbest. Yani İslam zaten yerleşik, yeni bir İslam propagandası yapmaya gerek yok. Din yoğun şekilde ön planda yaşanıyor. Böyle bir ülkede İslamcılık yapmanın manası yok. Şeriat zaten var. Dolayısıyla orada asıl kapitalizm kurulacaktır. İslam burada emek sermaye çelişkisine oturmak zorunda. Kimsesizlerin, ezilenlerin sesidir İslam. Kapitalizme karşıdır. Ama işte başka bir şey kurulacaktır orada. Eğer orada İslam adına bazı kurucu enerjiler yoksa, ne olacak, kapitalizm kurulacaktır.
SİVİL CUMAYI ENGELLEMEK ERDOĞAN’IN HADDİ DEĞİL
* Kürdistan’da devam eden ‘Sivil Cuma’ eylemleri var. Bilindiği gibi Kürtler İslamiyet’i kabul eden ikinci halk. Ama başbakan Kürdistan’a, Muş’a gidip bir takım tehdit ve absürt söylemlerde bulundu. ‘Sivil Cuma’yı yasaklamak Erdoğan’ın haddi olabilecek bir şey mi?
- Hayır canım. Şimdi aslında bunlara yabancı değilim. 80’li yıllarda böyle bir gençlik hareketinden geliyorum. Cuma namazlarına gitmeme, devletin memurlarının arkasında namaz kılmamak gibi bir eylemimiz vardı. Radikal İslam patlaması buydu. Şimdi buna dönüldüğünü ya da yakın bir eylem yapıldığını görüyorum. Daha da geliştirilmiş bir eylemdir. Ben yabancı değilim buna. Bunlar resmi din yorumuyla bastırılabilecek şeyler değil. Din diyanetin tekelinde olduğu için, her şeyi kanun gibi algılıyorlar. Doğru değil bu. Nasıl ki çoğulculuk var, etnik çoğulculuk var, bir sürü şirket var, dernek var vakıf var, o zaman dini çoğulculuk da lazım. Dini monopolculuk doğru değildir. Tabi ki Kürtler, Türkler, Mezopotamya halkaları büyük oranda Müslüman’dır. Bunun çeşitli yorumları olabilir. Bu yorumları tekçi bir din yorumuyla bastırmak doğru değil. Bu noktada Kürt halkının Müslümanlıkla ilişkisinin yeniden kurulması gerekiyor. Esasında Kürtler İslamiyet’e geçmiştir ama Kürtlere gelen İslam Emevi İslam’ıdır. Kürtler Emevi İslamiyet’inden almıştır. Kürtler de imparatorluk İslam’ı ile İslamlaşmıştır. Eski Orta Asya kültürü ile İslamiyet birbirine karışmış.
“BDP VE PKK DEVRİMCİ İSLAMI HALKA ANLATMALI”
Bir, dini aydınlanma hareketi lazım. Anadolu ve Mezopotamya’da bu lazım. Gerek BDP gerek PKK’nin bu hususta zayıf kaldığını düşünüyorum. Dinle ilgilenmeleri lazım. Bu dini aydınlanmaya katılmaları lazım. Devrimci İslam’ı halka anlatmaları lazım. Teolojik sorunları olsa bile, Allah’a inanmıyor olsalar bile, bir halka ve hak gerçeği olarak bunu kabul etmeleri lazım. Bir devrimci halkın inançlarıyla uğraşmaz, oynamaz. O zaman devrimci olamazsın. Dış güçler uğraşır, buna alet olmamak lazım. Kendi halkınızın dinini kabul edersiniz, nasıl bir din olduğunu önce görürsünüz. Halkımız hurafeye inanıyor, biz buna inanmayacağız. Bu ayrımı yapmak lazım. Dini doğru kaynaklarından öğrenip, öğretmek lazım. Din, iktidar sahiplerinin, ağa ve beylerin dini olsun diye gelmedi. Tam tersine, ezilenlerin, kadınların, fakirlerin, yoksulların dini olarak ortaya çıktı. Bunu iyi anlamamız lazım. Büyük bir devrimci kaynaktır bu. Kürt hareketine mensup olanların birçoğunun aydınlanmacı kafayla dine yaklaştıklarını görüyorum. Batı Avrupa’da çıkmış, bilimci, Marksist kafayla bu din yorumlanamaz. Din vicdanla başlayan, tarihsel ve toplumsal bir devrimdir. Yoksulların çığlığıdır.
ABDESTLİ KAPİTALİZM DÖNEMİ
* Seçim sonrasında Türkiye’yi neler bekliyor? ‘Çılgın projeler’ var, Kürdistan’a ordu yığılıyor. Yeni dönemde ‘AKP yönetecek’ varsayımıyla, neler bekliyor ülkeyi?
- Türkiye’nin geleceğinde, mamon ve mülkiyet dışında her şeye razı olunacaktır. Yeni bir anayasa hazırlamaktan tutalım, ülke isminin değişmesine kadar, AKP’nin abdestli kapitalist politikalarına kadar her şey değişebilir. Mümkündür. Ama bir tek şey değişmiyor, servet para ve mülkiyet. Bu açıdan bakıldığında önümüzdeki dönemde Türkiye’de bir dönem daha AKP var. Bu dönem içinde eğer ki Ergenekon ve Kürt sorunu mevcut muhafazakar iktidarın yıkılacak olan noktalarının tartışılmasının önünden kalkarsa bir şeyler çıkar. Yani ne zaman iktidarın asıl yüzü ortaya çıkarsa, bir bakıyorsunuz, bir Ergenekon dosyası ya da bir operasyon başlıyor. O yüzden iktidarın asıl yüzü tartışılmıyor. Asıl tartışılması gereken yüz başkadır. Bu dönemin adı abdestli kapitalizmdir. Sivil vesayet, mahalle baskısı gibi kavramlar önemli değil, dönemin resmini çizmiyor. Asıl ismi abdestli kapitalizmdir. Müslümanlar parayla servetle tanıştırılıyor ve hoşlarına gidiyor. Anadolu’da bununla tanışmak isteyen, ruhen aç, kapitalist süreci yaşamamış kitleler var. Akın akın AVM’ler açılıyor, yeni bir dünyaya giriyorlar. Asıl mesele budur.
ELİAÇIK KİMDİR?
1961’de Kayseri’de doğdu. Kayseri ve Kırşehir’deki değişik okullarda ilk, orta ve lise öğrenimi tamamladı (1980). Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okudu (1985-1990). İlahiyat Fakültesi’nden ayrılarak yazarlık hayatına başladı. Kayseri Gündem, Değişim, Yeryüzü, Bilgi ve Düşünce, Yarın, Özgün İrade, Bilge Adam, Söz ve Adalet, Gerçek Hayat, Doğudan gibi bir çok gazete ve dergide yazıları, Milli Gazete, Star, Tempo, Zaman, Habertürk, Sabah, Birgün, Radikal gibi gazete ve dergilerde söyleşileri yayınlandı.
RAWİN STERK -ANF
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder