19 Ekim 2010 Salı

Türk Devleti ve Iyimserlik

     Türk devlet geleneğinde sorunları adil, karşılıklı rıza ve kabule dayalı çözme yeteneği yok. Tarihsel serüvenine bakıldığında bu yeteneğin edinilmek istenmediğini görürüz. Zamana yayma, bastırma, yok etme veya tolere edilebilir eşiğe getirerek birlikte yaşamayı yeğlediği sabittir. Bu bir devletli Türk refleksidir ve dönemsel renk değişimlerine rağmen cari bir vakadır. Dışardan kabul ettiği meselelerde çözüm formülü nettir; ya kültürel-zihinsel sindirim sistemini genişleterek müttefik olur ya da kontrollü bir düşmanlık gerilimiyle idare eder. İçerden gördüğü sorunlar karşısında ise daha agresif, saldırgan, parçalayıcı ve merhametsizdir. 
 
    Mısır'daki Kavalalı olayından tutun Balkanlara (Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, vs..) Arap coğrafyasına ve Girit'e kadar. Bunlar çözülmedi, kırıldı. Ermeni ve Kıbrıs meseleleri, büyük mezalimlere rağmen kısmen güncelliğini koruyor. Kürt meselesinde de Ermeni ve Makedon halklarının yaşadıklarının bileşimi yaşanmaya devam ediliyor. Bırakın halklarla ilgili meseleleri hala dünyanın en büyük metropolüne sahipken imar sorununu bile çözemiyor.
 
    Kürtlerin bu gelenekle ilgili tarihsel ittifak kurgularını referans göstererek, güncel anlamlar yükleyip günümüze yanlış tercümelerinin dörtbaşı mamur bir AKP ve yeni Kürt işbirlikçiliğini doğurduğunu söyleyip, itiraz etmenin şimdilik faydası yok. 'İttifak' dediğimiz işbirliğinin 'iyi Kürtler'le yapıldığını ama 'Kötü Kürtler'in ekarte edildiğini yeniden kendimize anlatmaya gerek yok. 
 
    İşte bu devlet geleneğinin başındaki siyasi iktidarın yukarıdaki iki temel parametrenin dışına çıkacağına yönelik karamsarlığım devam ediyor. Son Hakkari katliamı ve 'değişimci-reformcu' Gül-Erdoğan kliğinin kirli dilleri karamsarlığıma katkı sunuyor.
Birazcık yakın dönem hafızamızı tazeleyelim.
 
    Kürt hareketi, 1 Haziran itibariyle yeniden savaşmak zorunda kalınca sürmekte olan yeni-eski devlet uzlaşısı ortak bir plana dayalı hamleler yaptı:
* Askeri olarak; cesetleri bile tahrip edecek kadar ilkel yöntemleri digital silahlarla harmanladı.
    * Diplomatik olarak ittifaklarını bütün çelişkilere rağmen sıkılaştırdı. 
    * Kürtlerin 30 yıllık kazanımlarını bertaraf etme işini polis- adliyeye havale etti. Medyanın manipülatif gayreti yoğunlaştırıldı.
    * Kürt bölgesindeki sivil toplum ve PKK'ye uzak kesimlerden bir blok oluşturup, Kürt hareketinin karşısına dikmek istedi.
    * Türkiye kentlerinde yaşayan Kürt nüfusu kovmakla tehdit ederek, kontrollü operasyonlarla sindirerek, Kürt hareketinin nüfuzunu kesmeye başvurdu.
    * Öcalan üzerinden silahlı unsurların kenara itilmesini sağlamak. Referandum sürecinde Kürtleri sistemin herhangi bir tercihine monte etmeye uğraştı.
 
    Sonuncu maddeden başlanarak, bunların hepsi deşifre edildi; kısmen de etkisiz kılındı ve Kürt hareketi kendi ajandasını taktik hamlelerle besleyerek ilerledi. 
'Eski-yamalı anayasayı boykot' ve bu dinamik-kararlı güce eşlik eden özyönetimin ifadesi 'Demokratik Özerklik' ile birincisine yaslanarak ikincisine yol almanın etabı olacak olan 'anadil için okulları boykot', Türk devlet aklının bütün unsurlarını hoplatmaya yetti. Üzerine uluslararası şahsiyetlerin dahil olduğu görüşmeler geldi.
 
    Bunun için eski devlet, yer-zaman-yöntemini kendisi belirleyerek bilinen adımlarından birini attı: Sivilleri katlet, PKK'nin üstüne yık ve çözümsüzlük üzerine iktidar dengeleriyle uzatmaları oyna. Yöntemde Güçlükonak ancak beceride Şemdinli gibi olan katliam, o kadar pervasızca yapıldı ki Erdoğan ve Gül, toplumun büyük desteği ve dışarının itme gücüne rağmen sahiplendiler. 
 
    Tekrar başa dönelim, Türk devlet aklı çözümden korkmaktadır. Başbakan ve bütün iktidar ile muhalefet bileşenlerinin okulları boykottan bu kadar ürkmelerinin sebebi de çözüm halinin karşılarına çıkaracağı çıplak gerçekten ürkmeleridir. 
 
    Çok karamsar oldu; biliyorum ve ekliyorum: Makedonya ve Bulgaristan birer bağımsız devlettir. Kürtler, nüfus ve nüfuz itibariyle Ermenilerin akıbetine uğrama eşiğini atladılar. Sınırların yeniden çizilmesinden de, 40 milyon Kürt'ün her halükarda 6 bin silahlı itirazcı çıkaracağından da Türk devleti korksun. İyimserim...

Türk Irkçılığının Yeni Versiyonu: Fethullah Gülen Hoca Efendi-2

Türk ve Kürt toplumu içersinde bir Fenommen olarak lanse edilen , hoşgürü, barış, sosyal-adaletin temel unsuru, baskı ve zülme karşı ermiş çağdaş dinsel bir filozof konuma eriştirilen Fethullah Gülen Hoca Efendi, gerçekten bu pozisyonu hakkediyor mu? Amerika’ da sürgün adı altında tutulan, gizemli bir fenommen konuma getirilen bu şahıs,gerçekten bu önvanı hakkediyor mu yoksa bir robot ve sistemin toplum içersindeki kukla-işbirlikçi manipülasyoncusu mu?
Kim bu fethullah Gülen Hoca efendi; Abant toplantıları ile Kurdistan halkına şirin gösterilen, Kurdistan' ın Kuzey ve Güneyinde devasa eğitim kurumları bulunan dev bir medya ordusunu yöneten triliyonlara varan bir sermayeye sahip olan Ferhullah Gülen Hoca efendi, kendi anlatımı ile kökleri Bitlis Ahlat kazasindan, Ataları, vukubulan bir kan davasından dolayı Ahlat’ tan Erzuruma kaçan ve kendisi de 27 Nisan 1941 yılında Erzurum’ un Pasinler kazasında doğan bir Kürt! Kendisi bu kimliğini red eden biri. Nasıl ki Türk devletinin Başbakanı Ecevit dedesinin mezar taşında Kurdizade Mustafa taşını kaldırıp çöpe attıysa, Fethullah Gülen Hoca Efendi’ de yörede Kürt olarak bilinen atalarını bir kalemde Türkleştiriyor. 23. 11. 2006 tarihinde Cumhuriyet gazatesi yazarlarından Oral Çalışlar ile yaptığı röpotajda şunları belirtiyor;

    Oral Çalışlar: Anılarınızda ‘’İlk zamanlar Said Nursi Kürt olduğunu öğrenince ondan uzak durdum’’ diyorsunuz. Sizde Ahlatlısınız ve bu yönü ile Kürt kökenlisiniz. Zaten anılarınızda, dedenize ‘’Kürt’’ lakabı takıldığını söylüyorsunuz.
Fethullah Gülen: İsterseniz, bu sorunuzun cevabına sonundan başlayalım. Öncellikle dedeme Kürt ve Kurt denilmesi tamamen o yöreye ait bir yakıştırmadır...Zaten Ahlat merkezi ( bir makalesinde dedelerinin köyde yaşadığını belirtiyor), özbe öz Türktür. Said Nursi ile ilgili mülahazama gelince, bu da supjektif bir meseledir. Her Erzurumlu gibi bende de milliyetçiliğin tesiri olmuş olabilir.

    Fethullah Gülen Hoca Efendi, kendi soyunu inkar edip kendisini soysuzlaştırıyorsa bu onun kendi sorunu ama devşirilmiş Türkleşmiş bu şahsın ilgi alanı Kurdistan ve Kurdistan’ lı körpe beyinlerin yeniçeri ocakları benzeri, Kürt çocuklarını Türkleştirip, soyuna düşman etme planları olunca, her Kürt gibi bu da benim sorunumdur.

    Fethullah Gülen TSK baskı ve zülümden dolayı, Türkiye’ yi terk etmek zorunda kaldığı propağandası beyinlere kazınıyor. Hümanist ve büyük bir deha-filozof olarak Kürt halkına lanse ediliyor ve buna bir kesim Kürt’lerde aracı oluyor. Bir kez, Fethullah Gülen Hoca Efendi TSK tarafından istenmeyen, öldürülmeye çalışılan, suikast düzenilmek istenilen bir kişi demegojisi büyük bir yalan. Verdiği Vaazlerde hiçkira hiçkıra ağlayan, gözşayıları seller oluşturan Fethullah Gülen, kendi ifadesi ile yaptığı bütün çalışmaları TSK’ nin bilgi, onayi ve yönlendirmesi ile gerçekleştiriyor.

    Kurdistan ve Türkiye’ de Abant toplantıları ve Dinler arası höşgörünün mimari olarak lanse edilen Fethullah Gülen Hoca Efendi, ilk çalışmalarını Nurcular olarak tanınan Yeni Asya grubu ve Mehmet Kutlular birlikte yürütüyor. 12 eylül darbesinden sonra bu gruptan kopup ( Bazı kesipler, Mehmet Kutlular ekipi, Fethullah Gülen keramet sahibi olduğu şeklinde fısıltılar yayınlatmasından dolayı ekipten atıldığı söyleniyor) 12 eylül cuntası ile çalışmaya başlıyor. 12 Eylül anayasının kabulu için evet oyu verilmesi gerektiği şeklinde propağandalar yapıyor.

    Dinler arası höşgürü, Türkçülüğün gelişmesi, Kürt’ lerin asimile edilmesi için, Kurdistan’ da okul-burs-okuma salonlarıın açılması, Abant toplantıları....vs’ lerin düzenlenilmesi TSK’ nin kontrol ve yönlendirmesi altında olduğunu kendisi açık bir şekilde ifade ediyor.

    Fethullah Gülen Cumhuriyet gazetesinde yapmış olduğu rapörtajda: ‘’ Ben devletimize rağmen hiç bir şey yapmadım, rahmetli Özal ve Tansu Çiller destekledi, Sayın Demirel, Sayin Hikmet Çetin destek verdi, katkıda bulundular. Beni kimin tehdit gibi gördüğünü bilmiyorum. Ülkenin Cumhurbaşkanından başlayarak kimse öyle görmüyor. Başbakanlarda öyle görmüyor, Parti liderleride de öyle görmüyor....

    Fethullah Gülen, Askerlerle olan ilişkilerinin ne kadar rahat olduğu yaptığı bütün faaliyet ve planları önceden Askerlere gönderdiği onların onayını aldıktan sonra girişimdelerde bulunduğu açık.

    Fethullah Gülen:’’ Patrik hazretleriyle bir görüşme yapmam sözkonusu olmuştu, kendisinin Heybeliada Ruhban Okulu’ nun yeniden açılması için siyasiler nezdindeki görüşmelere destek vermemi isteyeceğini biliyordum. Karşılık olarak Selanik’te Atatürk adına bir lise açılmasına izin verilmesini sağlamasını istemeyi düşündüm. Bu düşüncemi MGK genel sekreteri Kılıç Paşaya( MGK genel sekreteri olan İlhan Kılıç Hava kuvvetleri komutanı ve 28 Şubat muhtırasının mimarlarından) illetim, yerinde bulmaları üzerine Patrik hazretlerine yansıttım. Ama netice alınamadı.

    İslamiyeti rehber edinen, insanlık ve islamiyet için çalıştığını iddia eden bu Fethullah Gülen, Rafizi ve din karşıtı olan ve müslünlarca lanetlenen Atatürk' ü düşmanlarının kalbine bir hançer gibi sokmaya çalışacak kadar Atatürkçü....

Devam edecek.....

Türk Irkçılığının Yeni Versiyonu :Fethullah Gülen-1

    Kürt kökenli olduğu iddia edilen Fethullah Gülen, Ecevit gibi kökenlerini red ediyor. Amerika’ da yaşayan Gülen ve onun kurucusu olduğu Gülen cemeatine bağlı, çeşitli ülkelerde eğitim faeliyetleri gösteren onlarca, ilk, orta lise ve üniversiteler var. Yeni aktuel dergisinin yaptığı araştirmaya göre 92 ülkede 500 yüz ilk-orta ve lise, 6 üniversite Gülen Cemeati tarafından yönetilmektedir. Fethullah Gülen cemeatlerine bağlı okulların nasıl finanse edildiği hep soru işareti olarak! Olarak kalmıştır. Mal varlığı ve okulların nasıl finanse edildiği sorularına sürekli, üzerindeki elbiselerin den başka mal varlığının olmadığı, okulların ise hayırsever işadamları tarafından finanse edildiğini beyan ediyor. Fethullah Gülen okulları Rusya hariç, şimdiye kadar faaliyet gösterdiği ülkelerde herhangi bir sorunla karşılaşmamış. Rusya, Gülen okullarını, Türk ırkçılığı ve Türkiye’ nin gizli faaliyetlerini, casusluk yaptıkları iddiası ile kapatıp, Rusya’ da faaliyetlerini yasaklamıştır.

    12 eylül darbesi ile yıldızı parlayan Fethullah Gülen, 23. 08. 2007 tarihinde ‘’ Okullar Ne Yaptılar’’ başlığı altında, fgulen.comda yayınladığı makalesinde, neden böyle bir girişimde bulunduğuna dair şunları belirtiyor’’ ....Bizim bayrağımızın( Türk bağrağı) altta kalmasına hiç tahammülüm yok. Çin’ in, Rusya’ nin, Amerika’ nin, belki 4 bin yıldan beri insanlık tarihinde önemli bir yeri olan Türk milletinin bayrağının üstüne çıkmasına hiç tahammülüm yok. Bu okullar aldıkları madalyalarla yurt içinde ve yurt dışında Türk bayrağını bayrağını dalgalandırmışlardır. Amerika’ dan tutun Güney Afrika’ya, oradan Sibirya’ ya kadar bütün tehlikleri gögüsleyerek giden insanlar Türkiye’ nin bayrağını, şerefini yükseltmişlerdır.

    Fethullah Gülen okulları ile ilkez 1994 yılında Kurdistan’ ın güneyinde, başkent Hewlêr’ de karşılaştım. Şêst.metr caddesi üzerinde bulunan bir lokantada, güney Kurdistan’ lı bir dostumla yemek yerken, sohbet esnasında bana lokantaya yakın bir yerde bir okulunun bulunduğunu söyledi. Merak ettim. Yemek’ ten hemen sonra birlikte gidip baktık. Okul tabelasında ‘’ Özel Işık ilkokulu’’ yazıyordu.

    Şêst.metr, caddeleri güney Kurdistan’ da meşhurdur. Saddam, Güney Kurdistan şehirlerini herhangi bir serhildan karşısında kuşatma altına almak için Alman’ ların RİNG dedikleri, şehiri daire şeklinde kuşatan geniş caddeler yapmıştır. İki şeritli ve geniş olan bu caddeleri halk şêst.metr adını takmışlar. Fethullah Gülen cemeatinın Güney Kurdistan’ da ilk açtıkları okul ‘’ Özel Işık İlkokuludur’’
Fethullah Gülen, Kurdistan’ ın güneyinde okul açma isteklerini şöyle belirtiyor’’ Şimdi gelecek adına bu okullarda yürekten ve samimi olarak Türkiye’ye ve Türk insanına bağlı öyle lobiler oluşacak ki bunu görmemek için kör olmak lazim. Bu mevzuda devletin mülahazaları nedir, sonra değişik yorumlara sebebiyet verilmesin diye Sayın Cumhurbaşkanına sordurdum bu meseleyi. Dedim burada böyle bir şey yapmazsak başkaları yapar bunu… O insanların içine Amerikalı ve başka ülke ajanları sokuluyor, o millet birbirine düşürülüyor. Biz oraya girersek denge oluruz… Kuzey Irak bizim komşumuzdur. Problem olmaması için bizim oraya girmemiz lazım. Kendi kültürümüzle, kendi anlayışımızla girmemiz lazım. Geleceğe ikisi birbirine yabancı dünyalar olarak gitmeyelim. Onlar bizi tanısın, biz onları tanıyalım… Sayın Cumhurbaşkanı… siz okul açabilirsiniz demişti. Biz de Erbil'de bir okul açtık. Onlar ikincisini teklif ettiler, açın dediler. Ne Barzani'den, ne Talabani'den ciddi bir itiraz da gelmedi…’’

    Fethullah Gülen, Türkiye dışında açtığı bütün okullar, Türk milli eğitim bakanlığının onay ve tasdikinden geçiyor. Özellikle, Kurdistan’ ın güney ve Kuzey kesiminde, ulusal bilinç, ulusal kazanım ve ulusal dayanışmanın yoğun olduğu 90’ lı yılların başında, Fethullah Gülen Cemeatı yoğun bir şekilde faaliyetlere başlıyor. TSK ve Kemalistler tarafından ‘’ baş düşman’’ ilan edilen Fethullah Gülen cemeati TSK’ nin gölgesi altında Hakkari’ de 90’ lı yılların başında eğitim faaliyetlerine başlaması ilginç....

Devam edecek....

Lazca ve Asimilasyon



Almanya’da yaşayan Türklerin anadilde eğitim hakkı üzerine fikir beyanında bulunan Başvekil Erdoğan, ilerici ve devrimci güçlerin her zaman ifade ettikleri gibi “asimilasyon bir insanlık suçudur” demiş.
Elbette asimilasyon bir insanlık suçudur; çok uluslu ülkelerde, devletli egemen ulusun diğer ulusları ve halkları ‘kendileştirmesini’ sağlamak amacıyla işlenen büyük bir insanlık suçu…
Başvekil de biliyor olmalı; bin yıllar boyunca pek çok halka yurt olmuş Anadolu coğrafyasında 1924’ten bu yana aleni bir asimilasyon suçu işlenmektedir.
Türk ulusunun temsilcileri siyasal ve askeri üstünlüğü ele geçirip devletleştikten sonra, Anadolu’nun diğer halklarını ‘Türkleştirmeye’ karar verdiler. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk icraatlarından biri, Kürtleri, Lazları ve Anadolu’nun diğer halklarını asimile etmek üzere ‘Türklüğe davet’ etmekti!..
Türkleşmeyi kabul etmeyenlere, asimilasyona direnenlere sistematik bir baskı uygulandı. Türkçe, herkesin öğrenmek zorunda olduğu resmi dil haline getirilirken diğer halkların anadilleri yasaklandı. Lazca da bu ‘yasaklı’ dillerden biridir.
Asimilasyon politikasını uygulamaya koyan devletler, öncelikle asimilasyona tabi tutulan halkların anadiline saldırırlar. Bunun nedeni açıktır; dilsiz bir halkın yaşaması mümkün değildir ve şayet bir halkı asimile edip tarihe gömmek istiyorsanız, evvelemirde o halkın dilini yok etmelisiniz!..
Anadil yasağı, özelikle okullarda etkili oldu. Okul yaşına kadar anadilleri dışında dil bilmeyen Laz çocukları asimilasyonun ilk kurbanlarıydı; çocuklar baskılanarak ‘terbiye’ edildiler ve Türkçe’yi öğrendiler. Bu arada Türkçe ile birlikte kapıları “Türküm, doğruyum, çalışkanım” andıyla açılan okullarda Türklüğü de benimsemeye başladılar.
Asimilasyonda, ‘yasal’ baskının yanı sıra kitle iletişim araçlarının, özellikle de televizyonun çok önemli bir işlevi var. Televizyon hayatımıza girmeden önce evlerinde ya da mahallelerinde Lazca konuşan çocuklar Türkçe ile ancak okullu yıllarda tanışıyorlardı. Televizyonsuz zamanlarda, okul öncesinde Türkçe bilen çocuklar azınlıktaydı. Fakat televizyonun ‘hane halkından biri’ haline geldiği günümüz koşullarında okul öncesinde Türkçe konuşan çocukların sayısı hızla artarken Lazca konuşanlar azaldı.
Teslim etmek lazım ki devlet, Lazları asimile etme ‘işinde’ büyük ölçüde başarıya ulaşmıştır. Asimilasyon sonucu Lazların kayda değer bir kesimi Türkleştirilmiştir. Anadillerini bilmeyen Laz gençlerinin çokluğu kaygı vericidir. Kentlerde yaşayan Laz gençleri içinde Lazca konuşabilenler yok denecek kadar azdır. Ve acil önlem alınmazsa, birkaç kuşak sonra Lazca bilen kimse kalmayacaktır.
Vahim bir durumdur ve gerçektir; Lazca ölüm döşeğindedir!..
Hiç kuşku yok ki, bu vahim durumunun müsebbipleri insanlık tarihine suçlu olarak kaydedileceklerdir, fakat durumun ‘seyrinde’ olanların da masum sayılmayacakları bilinmelidir.
Lazın kültürel soykırımı anlamına gelen Laz dilinin ölümü, bütün insanlığı, ama öncelikle Lazları ilgilendiren yakıcı bir meseledir.
Kuşaklar boyunca süren asimilasyon yüzünden ölümcül yaralar alan Laz dilini sağaltmak için acil müdahaleye, anadilde eğitime ve televizyon yayınına ihtiyaç var.
Laz aydınları bu amaçla yaklaşık yirmi yılı aşkın bir süredir çabalıyorlar. Ama artık bununla yetinilemez; hemen şimdi müdahale edilmezse birkaç kuşak sonra tarihten silinecek olan Lazların dik başlı kızları ve oğulları kendilerini, bir insanlık suçu olan asimilasyona karşı Laz aydınlarının başlattıkları kültür eylemine katılmakla görevlendirmelidir…
 
Sadık Varer / varers@gmail.com
 
www.enternasyonalle.com