ADİL BAYRAM
Kürt direnişinin Türkiye ortamını ve siyasetini aydınlatma durumu devam
ediyor. Özellikle gerilla direnişinin başladığı 15 Ağustos’un
yirmisekizinci yıldönümü vesilesiyle artan eylemlilik ortamında bu durum
çok daha belirgin bir şekilde yaşanıyor. Siyasetçilerin ve siyasal
partilerin iç çelişkileri bir bir ortaya çıkıyor.
Kuşkusuz derin
iç çelişkiler yaşamada iktidardaki AKP başı çekiyor. Bir süredir
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dilinden “Meclisin içindeki partilerle
görüşme olur, AKP terör örgütüyle görüşmez” sözü düşmüyor. Yani
sorunların çözüm yeri meclistir, mecliste grubu bulunan partiler kendi
aralarındaki diyalogla sorunları çözer demeye getiriyor.
Bu
sözlere CHP ve BDP yönetimleri inanmış olacaklar ki, Şemdinli’de
çatışmalar yoğunlaşınca, bu durumu görüşmek üzere “Meclisin olağanüstü
toplanmasını” gündeme getirdiler. Özellikle CHP yönetimi “Meclisi
toplantıya çağırması” için TBMM Başkanlığına başvuruda bulundu. İçtüzük
gereği Meclis Başkanı’nın da bu önergeyi gündeme koyması gerekiyordu.
İşte
bu durum AKP gerçeğini, yaşadığı iç çelişkileri açığa çıkartmaya
yetti. Başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticileri meclisin işlevine
dair defalarca tekrarladıkları sözlerini bir anda unutuverdiler. CHP’nin
Meclisi toplantıya çağırmasının “Terörün kuyruğuna takılmak olduğunu”
açıkladılar.
Haklı olarak birçok çevre şu soruları sordu: Hani
sorunların çözüm yeri meclisti? Hani “Terör örgütüyle görüşülmez, ama
meclisteki uzantıları ile görüşülür” idi? Hani herkes hakkını meclis
çatısı altında aramalıydı?
Eğer AKP yönetimi işine geldiğinde
söylediği gibi, sorunların çözüm yeri olarak meclisi görseydi, o zaman
CHP grubunun toplantı çağrısına olumlu yanıt verirdi. Kaldıki BDP
yönetimi de “Meclisin toplantı yapıp Şemdinli’deki olayları görüşmesini”
istemişti. Ayrıca PKK Lideri ve yönetimi de zaten bu konuda “Meclisin
inisiyatif olarak çözüm yeri olması gerektiğini” defalarca açıklamıştı.
Bu konuda meclise çağrı yapmış, “PKK Lideri’nin önünü açan kararlar
almasını” istemişti.
Kısaca Kürt sorununun çözümü konusunda
TBMM’ye rol tanınıp oynatılması hakkında genel bir mutabakat vardı. Eğer
AKP bu konuda tutarlı olsaydı, o zaman meclis işlevli hale gelir, Kürt
sorununun çözümünde yeni bir süreç başlayabilirdi. Meclise dayalı çözüm
sürecinin önü açılabilirdi.
Fakat böyle bir gelişme olmadı. Çünkü
AKP yönetimi tutarlı değil, sözünde durmadı. İşine geldiğinde meclisi
adres gösteriyor, işine gelmediğinde hemen sözünden vazgeçiyor. Ne kadar
çelişkili, faydacı, pragmatist bir siyaset izlediği netçe görülüyor.
AKP
böyle çelişik ve tutarsız da, CHP çok mu farklı? Değil, CHP de AKP
gibi. Deyim yerindeyse al birini vur ötekine! Adeta birisi diğerini
arattırıyor. Daha çok da CHP yönetiminin AKP iktidarına koltuk değneği
olduğu görülüyor.
CHP yönetiminin çelişik ve tutarsız duruşunu da
Dersim milletvekili Hüseyin Aygün’ün birkaç gün gerillalar tarafından
alıkonulması olayı ortaya çıkardı.
Halbuki bu olaydan önce CHP
yönetimi hep “Kürt sorununa çözüm projeleri”nin olduğundan söz ediyordu.
AKP'yi sorunu yeniden çatışmalı hale getirmiş olmakla eleştiriliyordu.
Özellikle Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu miting meydanlarında bunları
dile getiriyordu. Hatta bu konuda somut çözüm projelerine sahip
oldukları gerekçesiyle Kemal Kılıçdaroğlu-Tayyip Erdoğan görüşmesi
yapılmıştı.
Tıpkı CHP ve BDP’nin meclisi toplantıya çağırması
karşısında AKP’nin gösterdiği refleks gibi, Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün kaçırılması ardından CHP de benzer bir refleks gösterdi. Bizzat
Kemal Kılıçdaroğlu, bir sosyaldemokrat partinin ağıza almaması gereken
sözler söyledi. Gerçekte Kürt sorununun çözümüne dair hiçbir çözüm
projelerinin olmadığını, söylediklerinin bir aldatmacadan ibaret
olduğunu, Kürt karşıtı faşist-milliyetçi çizgiyi CHP’nin de
benimsediğini ortaya koydu.
İşin ilginç tarafı, Genel Başkan
Kemal Kılıçdaroğlu kürsüden böyle milliyetçi ve tutarsız sözler
söylerken, CHP grubu “Faşizme karşı omuz omuza” sloganını atıyordu.
Kuşkusuz izleyenler “Hangi faşizme?” diye kendilerine sormaktan
edememişlerdir. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu kürsüden PKK şahsında Kürtlere
gözdağı veriyordu. Herhalde CHP de, AKP yönetimi gibi, faşizmin “PKK ve
Kürtlere ait olduğunu” düşünüyor.
Siyasal arena Dersim
Milletvekili Hüseyin Aygün’ün bırakılışı ve yaptığı açıklamalar ardından
daha da karıştı. Hüseyin Aygün’ün kendini kaçıranlar için “Arkadaşlar”
demesi, gerillaların kendinden taleplerini kamuoyuna açıklaması, kısaca
gördüklerini ve yaşadıklarını olduğu gibi anlatması basın ve siyaset
dünyasını birbirine kattı.
Bu kez karışan sadece CHP’nin içi veya
partiler arası çatışma değil, bunların hepsi birden yaşandı. CHP ciddi
bir iç çatışmaya sahne olurken, onunla birlikte CHP-MHP-AKP arasında
şiddetli bir ağız dalaşı başladı. Buna psikolojik savaş medyasının da
eklenmesi, faşist-milliyetçi tabloyu tümüyle tamamladı.
Hepsi
birleşerek ve elbirliği ederek Hüseyin Aygün’e saldırdılar. Niçin? Niye
doğru söylüyor, yalan söylemiyorsun diye! Öyle ya, faşizmin ve
şoven-milliyetçiliğin çıkarına yalan söylemeliydi! Onun için
milletvekili yapılmıştı ve devletten maaş alıyordu! Gördüklerini ve
yaşadıklarını değil, devlet çıkarına gereken yalan ve yanlışı dile
getirmeliydi!
Kısaca bir milletvekili göz göre göre “Yanlış
söylemeye” zorlandı. “Niye doğru söylüyorsun?” diye suçlandı. “Neden PKK
ve Kürtler aleyhine konuşmuyorsun?” diye neredeyse afaroz edilecekti.
Bütün
bunlar AKP, MHP ve CHP tarafından temsil edilen hâkim siyasetin yalancı
ve faşist karakterini açıkça gösteriyor. Kürt direnişinin
aydınlatıcılığı bu hâkim siyaseti iyice teşhir edip daraltıyor. Bu da
AKP siyasetinin daraltılması ve kuşatılması oluyor. Buradan ve bunlara
karşı mücadele içinde demokratik siyaset gelişebilir. Hâkim siyasetin
yalancı ve faşist karakterinin teşhir edilmesi, demokratik siyasetin
zeminini güçlendirip önünü açabilir. Buradan da doğru ve halkçı
demokratik siyaset çıkış yapıp gelişebilir.
Bu gerçeği tüm
demokratik ve sol güçler iyi görmek ve değerlendirmek durumundadır.
Özellikle demokratik siyasetin birleşik örgütlü gücü olarak Halkların
Demokratik Kongresi bütün bunları değerlendirmeyi bilmelidir. Bu
çerçevede de AKP iktidarının alternatifini oluştururken, aynı zamanda
hâkim siyaseti aşan bir demokratik alternatif yaratmayı başarmalıdır!..
KAYNAK: Yeni Özgür Politika

PKK yok sayılan Kürt halkının bağrından çıktı ve Kürt sorununun nedeni
değil sonucudur. PKK’yi silahlı direnişe zorlayanın 12 eylül faşizmi
olduğu bugün daha net görülmektedir. Türkiye’de sınırlı düzeyde bile
demokratik bir yapılanma olmuş olsa ve Kürtlerin halk olarak varlıkları
Kabul edilip hakları tanınmış olsaydı, PKK’nin tercihi elbette
demokratik siyasal mücadeleden yana olacaktı. Ama yüzyıllık inkar ve
imha politikalarının geldiği sonuç yeni bir Kürt isyanıydı. Ancak bu
isyan, gerek ideolojik-örgütsel önderliği ve gerekse de siyasal
perspektifi öncekilerden çok farklıydı. Kendisini Kürdistan’daki klasik
Kürt isyanlarını bastırmaya göre konumlandırmış olan Türk ordusu, mevcut
strateji ve taktiklerle hamleyi hemen bastıracak güçte değildi. Klasik
halk savaşlarının sıradan gerilla taktikleri karşısında bu ordunun
çaresiz kalması kaçınılmazdı. İlk gelişmeler bunu kanıtladı. Devreye
NATO’nun girmesi gecikmedi.
Siyasal, toplumsal bir sorun olarak
ele alınıp çözüm aranacağı yerde Kürt sorunu bir “terör” ve güvenlik
sorunu olarak ele alınınca askeri çözümde ısrar edildi. “48 saatte kökü
kazınacak” nutukları atıldı. Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal
uygulamalarıyla Kürdistan’da her türlü devlet terörü uygulandı. Savaş
hükümetleri-koalisyonları kuruldu. Sayısı 50 bine varan kontr-gerilla
ordusu, 90 bini aşan köy korucusu, devlet eliyle oluşturulan islami
tandanslı Hizbullah terörü, güney’deki Kürt partilerin 30 bin
dolayındaki peşmerge gücü ve yarım milyonun üzerinde TSK’ya bağlı
düzenli ordu gücü PKK’nin 10 bin civarındaki silahlı gerilla güçlerini
ezmek, yok etmek için savaşa sürüldü. 29 yıldır denenmedik askeri yöntem
bırakılmadı. Savaş hukuku ve ahlakında yeri olmayan her türlü insanlık
dışı uygulamalar, 17 bin beşyüz faili devlet olan cinayetler, yakılıp
yıkılan 4 bini aşkın köy, yerinden yurdundan edilip zorla Kürdistan ve
Türkiye metropolllerine göçertilen 3 milyondan fazla insan…
SON 30 YILIN TÜRKİYE’Sİ: KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ
Apolitikleştirilen
toplum üzerinde medya yoluyla her türlü psikolojik özel savaş denendi.
Kitlenin bilinci çarpıtıldı, ruhu karartıldı. Bir futbol maçını
kaybederken bile “kahrolsun Kürtler” diye slogan atıp Kürtlerin evlerini
taşlayan psikolojik, ruhsal olarak hastalıklı bir Türk toplumu gerçeği
oluştu. Kürdü linç etme kampanyaları düzenlendi. Siyasi partiler,
dernekler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, sporcular, mafya babaları ve
daha niceleri Kürtlere karşı kin ve nefreti geliştirmeden, her türlü
hakarette bulunmadan işini sürdüremez oldu. Ulusal seferberlik ruhuyla
yüklenilip kitleler milliyetçilik zehriyle Kürt düşmanı kılındı.
Anti
demokratik ve faşist karakterli 12 Eylül anayasası yetmedi, Devlet
Güvenlik Mahkemeleri ile Kürt ve Kürdistan’a dair her şeyin suç
kapsamına alındığı Terörle Mücadele Kanunları düzenlendi. Gazete
binaları bombalandı, gazeteciler öldürüldü. Çiller’in eline ölüm
listeleri tutuşturuldu.
Sonuç: 29 yılda 40 binin üzerinde insan
yaşamını yitirdi. PKK bitmedi, aksine; daha da güçlenerek bölge
siyasetinde kilit öneme sahip bir aktör haline geldi. Devletin resmi
ideolojisi iflas etti. İnkar ve imha politikası çöktü. Çok övündüğü
şanlı ordusu gerilla mücadelesi karşısında her türlü ileri teknolojik
donanıma rağmen savaşamaz duruma geldi. Türkiye ekonomisi savaş
ekonomisine dönüştürülerek halk yoksullaştırıldı. Savaştan beslenen
siyasi ve askeri çeteler Türk devleti ve toplumunu her anlamıyla bir
felakete sürükledi. Örtülü ödenekler, bankaların hortumlanması ve bir
gecede milyarder olan savaş rantçıları… Toplumsal soruna hiç bir çözüm
üretme derdi olmayan parlamento ve siyasi partilere inanç kalmadı.
Sayısal istitastik olmanın ötesinde siyasal bir değer ifade etmeyen kaç
hükümet, kaç başbakan, kaç genelkurmay başkanı, kaç MGK toplantısı ve
genel sekreteri geldi geçti. Çoğunun adı bile unutuldu. Her yeni gelen
büyük bir kararlılıkla “bitireceğiz” dedi, ama kendisi bitti. Ne
hikmetse her genelkurmay ancak emekli olduktan sonra gerçeği itiraf
etmeyi ve “sorun askeri olarak çözülemez” demeyi akıl etti. Kürt ve PKK
sendromu yaşayan, sistemi Kürt inkarı üzerine kurulu olan Türk
ulus-devleti PKK ve Kürtleri ezmek için alacağı destek karşılığında tüm
kaynaklarını dış güçlere peşkeş çekti.
Dünyada ve bölgedeki
siyasal, toplumsal gelişmeleri sağlıklı değerlendirecek bir bilimsel
bakıştan koptu. Bunun sonucunda hiç istemediği halde ve tüm faşizan
çabalarına rağmen Güney Kürdistan’da federe bir bölgesel yönetimin
yanısıra Suriye’de demokratik özerk Kürt yapılanmasının gelişmesini
engelleyemedi.
BİR MUHATAP BULUNAMADI
28 yılını geride
bırakan silahlı direniş Türkiye’de yıllarca kamuoyundan gizlenen bir çok
gerçeği açığa çıkarması bakımından da bir hayli öğretici derslerle
doludur. “Savaşta ilk önce gerçekler ölür” sözü en çok da Kürdistan’daki
kirli savaşta anlamını bulmuştur. Sadece 3 Kasım 1996’daki Susurluk
kazasıyla açığa çıkan belgeler bile Kürdistan’daki savaş içinde
devletin, siyasetin, ordu, istihbarat ve emniyetin ne kadar mafyayla
içiçe geçerek kirlendiğini gözler önüne sermeye yetti. Vatanseverlik ve
milliyetçilik söylemlerinin altında her türlü pislik ve çıkar
ilişkisinin gizlendiği açığa çıktı.
12 Eylül faşizmine ve onun
askeri saldırılarına silahla direnen, devlet, siyaset ve ordu kurumunu
bu silahlı direnişle önemli oranda işlemez kılan PKK, aslında sömürgeci,
soykırımcı rejimin silahının işe yaramadığını gösterdi. PKK lideri
Abdullah Öcalan, daha 1988 yılında gazeteci M. Ali Birand ve Doğu
Perinçek’le gerçekleştirdiği görüşmelerde kanallar açılırsa tercihinin
siyasal mücadele olacağını ifade etmişti. Sorunun demokratik siyasi
zeminde çözümüne yoğunlaşan Kürt Halk Önderi her fırsatta bir muhatap
aradığını vurguladı.15 Ağustos 1984 askeri atılımından 9 yıl sonra, 17
Mart 1993’te Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü için ilk adımı
attı. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın çağrısı üzerine tek taraflı
ateşkes ilan ederek siyasal çözüme hazır olduğunu beyan etti. Aralık
1995’te de dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın gizli aracılar ve
mektuplarla yaptığı ateşkes talebine olumlu yanıt verdi. 28 Ağustos 1998
yılında ise genelkurmayın talebi üzerine üçüncü kez tek taraflı ateşkes
ilan ederek silahlı mücadele yerine siyasal demokratik yollarla çözüme
gitme beyanında bulundu. İlk ateşkes Özal’ın öldürülmesiyle, ikinci
ateşkes 28 Şubat darbesi ve Erbakan hükümetinin düşürülmesiyle, üçüncü
ateşkes ise uluslar arası komployla boşa çıkarıldı. Dikkat çeken diğer
bir nokta da her ateşkes ilanından sonra Kürdistan genelinde
yoğunlaştırılan askeri operayonlar oldu. Ateşkesler, gerillayı ezmenin
fırsatına dönüştürüldü. Aynı oyun günümüzde de AKP eliyle tezgahlanıyor.
AKP: KİRLİ SAVAŞTAN ÇIKAN AK(!) PARTİ
Türkiye’de
iktidar olabilmenin yegane koşulu Kürdistan’da siyasal egemenlik
sağlamak ve Kürtleri kültürel soykırıma uğratacak politikalar
geliştirmektir. Bunu gerçekleştiremeyen hiç bir güç ve parti iktidarını
sürdürememiştir. Bu gerçek görüldükçe her iktidar partisinin öncelikli
hedefi Kürt özgürlük hareketini bir an önce tasfiye edip asimilasyon ve
kültürel soykırımda sonuç almak olmuştur. Bu zihniyeti değiştirmeden hiç
bir partinin Kürt sorununu siyasetle çözme şansı yoktur. Bunu bugünkü
AKP iktidarında da gözlemlemek mümkündür. Ulusalcı-Ergenekoncu kanadın
inkar ve imhada sonuç alamadığı anlaşılınca siyasal islamcı yeşil
Ergenekon, devletin Kürdistan’da tutunabileceği son umut olarak rol
aldı. Kürt halkının dini duyguları istismar edilerek Kürt inkarı ve
imhasının sonuca götürülebileceği hesaplandı. Savaşın durduğu bir
dönemde Kürt sorununu çözme iddiasıyla iktidar olan ve “Kürt sorunu
benim sorunumdur” söylemiyle bu yönlü umut ve beklenti oluşturan AKP, 10
yıllık iktidarı boyunca gerçek anlamda demokratik barışçıl bir çözüm
geliştirmek yerine sahtekar bir politika izleyerek Kürt özgürlük
hareketini oyalamayı, zaman kazanarak iktidarını güçlendirmeyi temel
taktik yaklaşım olarak benimsedi. Devletin tüm kurumlarını ele geçirdi
ve hegemonyasını inşa etmeye koyuldu. Özal’ın yolundan gideceğini
belirten Erdoğan’ın Çillerleştiği kısa zamanda açığa çıktı. Haziran 2011
seçimlerinde yüzde elli oy almasına rağmen Kürdistan’da siyasal
hakimiyet sağlayamayan AKP, bu önemli kitle desteğini kalıcı bir barışa
ve demokratik çözüme dönüştürmek yerine Kürt halkı üzerinde mutlak
egemenlik sağlayıp demokratik talepleri bastırmaya yöneldi. Bunun için
de önce özgürlük mücadelesini ezmesi gerekiyordu. Iktidarını
sağlamlaştırdığını düşünerek Kürt halkına ve özgürlük hareketine savaş
açtı. Halkın iradesini kırmayı, böylece inkar ve imhada sonuç almayı
amaçlayan askeri, siyasi soykırım operasyonlarını yaygınlaştırdı. Halkın
özgürlük ve demokrasi talepleri gelişip gerilla direnişi de
yaygınlaşınca AKP’nin hiç de sandığı gibi güçlü olmadığı ve direniş daha
da yükseltilirse iktidarını kaybedeceği görüldü. Bunun üzerine PKK’ye
“silah bırak, ondan sonra gel görüşelim” demeye başladı. Türk devletinin
30 yıldır uğraştığı, başaramadığı ve sorunu çözümsüz kılan da zaten bu
zihniyettir. AKP şimdi buna yeni kılıf biçme telaşındadır.
Silah
bırak öyle gel çözelim demek, Kürt halkına ve özgürlük hareketine
teslimiyet dayatmasıdır ve AKP’nin kötü niyetinin dışa vurumudur. Bu
söylem, aynı zamanda 30 yıllık silahlı mücadeleyle Kürt halkının
iradesini kıramadıklarının da itirafıdır. Ortaya çıkan tablo; ismi ak,
ama ruhu ve siyaseti kirli bir AKP gerçeğidir.
KIŞIN ‘BİTİRDİK’LERİ PKK’YLE BAHARDA NEYİ GÖRÜŞECEKLER?
AKP,
her günü operasyonlarla ve ölüm haberleriyle dolu geçen çetin bir kış
süreci boyunca “bitirdik, belini kırdık, dağıldılar” söylemleriyle
kamuoyunu aldatmaya çalıştı. PKK’nin eylem yapamaz hale geldiğini vaaz
veren Türk medyası ve sözde siyasal-stratejik analistler de, baharla
birlikte söz birliği içinde ağız değiştirip çözüm için gizli
görüşmelerin olduğunu, AKP’nin yeni bir çözüm stratejisi geliştirdiğini,
genel affın ve Öcalan’a ev hapsinin yolda olduğunu, PKK’nin silah
bırakacağını müjdelemeye(!) başladılar. Erdoğan “silah bırakırlarsa
askeri operasyonlara gerek kalmaz” dedi. Gazeteci Avni Özgürel Kandil’e
gidip KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la görüştü. CHP ve
Kılıçdaroğlu’nun ‘Kürt’ çıkışı oldu. Beşir Atalay silah bıraktırmak için
Güney Kürdistan’da görüşmeler yaptıklarını söyledi. Kürdistan
Yurtseverler Birliği’nin (YNK) sözcüsü Azad Cündiyani, “Celal Talabani,
ateşkes ilan etmesi konusunda ikna etmek amacıyla PKK ile görüşüyor,”
dedi. Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulacağı açıklandı. Yeni anayasa
çalışmaları gündemleştirildi. Tüm bunlar biraraya getirilince kamuoyunda
“bu iş çözülüyor galiba” şeklinde bir hava oluşması sağlandı. Ancak
PKK’nin bu konuda söyledikleri, bunun bir oyun (tasfiye konsepti)
olduğu, ısrarla ve büyük bir titizlikle kamuoyundan gizlendi. Çok karşıt
hususlar, topluma aynı anda ve gerçekmiş gibi veriliyordu. KCK Siyasi
Komitesi, yazılı bir açıklamayla, Erdoğan ve yardımcısı Beşir Atalay’ın,
Federal Kürdistan Bölgesi’yle görüşmeler yapıldığına ilişkin
açıklamalarına “Hareketimizin ve halkımızın iradesi dışında özgürlük
mücadelesiyle ilgili yapılan her tartışma ve alınan her karar yok
hükmündedir” şeklinde yanıt verdi. “İlgili taraflardan” açıklama isteyen
KCK, AKP ve CHP’nin terör dedikleri sorun ile ilgili bir araya
gelmelerinin, kesinlikle Kürt sorununun çözümünü değil, “PKK’yi nasıl
çözeriz” ittifakı geliştirmek için olduğunu belirtip şunları ekliyordu:
“Sorun gerçekten çözülmek isteniyorsa, her şeyden önce adı konulmalıdır
ki; bu sorun Kürt sorunudur. Muhatap aranıyorsa, muhatap bellidir. Önder
Apo’suz hiçbir çözümün gerçekleşme şansı yoktur. Çözümün yolu
deniliyorsa, Kürt halkının iradesi kabul edilecektir. Halkımızın
demokratik özerklik talebi gerçekleşmeden ne çözüm ne de barış
olmayacaktır.”
Belli ki ortada ciddi bir psikolojik savaş vardı.
Toplumun kafası karıştırılmak, bilinci çarpıtılmak, yersiz beklenti
içine sokulmak isteniyordu. Adil BAYRAM, 18 Haziran 2012 tarihli
‘Ayînesi İştir Kişinin’ başlıklı köşe yazısında bu gayretkeşliğe dikkat
çekiyor ve AKP’nin içinde bulunduğu ruh halini deşifre ediyordu:
“Bir
süreden beri AKP’nin yoğun bir arayış içinde olduğu görülüyor. Fakat bu
arayışın başta Kürt sorunu olmak üzere ülkemizin temel sorunlarını
çözmek için mi, yoksa oyalama yapıp zaman kazanarak iktidarını
güçlendirmek için mi olduğu pek belli değil. Kış boyunca Kürt direnişini
kıramaması ve ezememesi, yine kısmen oluşmuş demokratik birliği
dağıtamaması AKP’yi bu duruma getirdi. Baharın ve yazın gelişi
AKP’lilere kâbuslar yaşatmaya başladı. Buna bir de Suriye’de ABD’nin
krizi sürece yayma politikası eklenince AKP iktidarı tarihinin en
sıkışık ve zor anını yaşar hale geldi.”
BARIŞA VE ÇÖZÜME KİM ENGEL?
AKP
ve akıl hocaları her fırsatta Türkiye’de Kürt sorununu çözmeye
çalıştıklarını ancak PKK’nin buna engel olduğunu ileri sürüyorlar.
Gerçekler hiç te AKP ve borazancılarının kurguladıkları gibi değil. AKP
hükümeti Türkiye’yi kritik ve zorlu bir viraja sürüklüyor. Söylemler
çözüme dairken sergilenen pratik bunun tam tersidir.
PKK ve Kürt
halkı Kürt Halk Önderi Öcalan’a yaklaşımı savaş ve barış gerekçesi kabul
ediyor. Devletin İmralı’da uyguladığı ağır tecrit bir yılı aştı,
Öcalan’ın avukatları tutuklandı, Roboski’de 34 sivil insan “zaten
figürandılar” denilerek katledildi, bir çok belediye başkanı, BDP, DTK
çalışanı, on binden fazla Kürt siyasetçi KCK Davası kapsamında
tutuklandı, özgür basın çalışanları zindanlara dolduruldu, cezaevleri
toplama kamplarına dönüştürüldü, Urfa ceazevinde insanlık dışı koşullara
isyan eden 13 mahkum öldürüldü, AKP faşizmini protesto eden, direnen ve
sokaklara dökülen halka her türlü polis terörü uygulandı, üzerine bir
de özel yetkili mahkeme terörü estirilip hak ve özgürlük taleb eden
hemen herkes ağır cezalara çarptırıldı, askeri operasyonlar aralıksız
devam ettirildi, Medya Savunma Alanları her gün bombalandı. Tüm bunlara
tepki olarak gelişen Oramar baskını, ardından Şemzinan kuşatması ve Çelê
eylemleri gerillanın direniş ve eylem gücünü ortaya serince “tam da
sorun çözülecek ve AKP adım atacaktı ki…” diye başlayıp giden ve PKK’yi,
çözümü sabote etmekle suçlayan içi boş cümleler AKP medyası ve paralı
stratejistlerinin ağzına pelesenk gibi yapıştı. Ancak bu cümleler ilk
defa kurulmuyor ve Kürtler de buna itibar edecek değil. Ortada ne bir
demokratikleşme adımı ne de Kürt sorununun çözümüne dönük bir siyasal
irade beyanı vardır.
3 Temmuz 2012 tarihinde ‘Çözümsüzlüğü Örtme
Çabaları’ başlığıyla Yeni Özgür Politika gazetesinde yazan Hüseyin Ali
bu gerçeği şu sözlerle dile getiriyordu:“Bu hükümet söylemle, gerçek
politikalarını örten psikolojik savaş argümanı yapılan kimi adımlarla
demokrasi güçlerini ve Kürt halkını oyalamayı bir politik tarz haline
getirmiştir. Bu tarz Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun
çözümü için en tehlikeli yaklaşımı ifade etmektedir. Bugünkü savaşın
sürmesine yol açan da bu politik tarzdır. Onlarca yıllık mücadeleyle
Türkiye'de bir demokratikleşme birikimi ortaya çıkmıştır. Türkiye halkı
da Kürt sorununun çözümünü istiyor. AKP, halkın bu isteğini karşılama
yerine bu demokratikleşme özlemlerini toplumu oyalayan sınırlı bazı
adımlarla boşa çıkarıyor. Toplumun beklentilerini kendi iktidarını
sürdürme aracı yapıyor. Demokrasi zihniyeti olmadığı için
demokratikleşme adımları atacağı beklentisi yaratarak bu yüzünü örtmeye
çalışıyor. On yıldır Türkiye halkıyla böyle oynuyor. AKP'nin bu
gerçeğini görmeyenler ya AKP yandaşı ve yalakasıdır ya da kendini
kandıranlardır.”
EN ÇOK AKP’YE ŞANS TANINDI
Kürt halkı ve
özgürlük hareketi bugüne kadar en fazla demokratik siyasi mücadele
şansını 2002 Kasım’ında iktidar olan AKP'ye karşı tanıdı. Bütün bunlara
karşı TC devleti ve AKP hükümeti hep baskıyla, saldırıyla karşılık
verdi, hep bu durumları kendisine fırsat bildi. Ona dayanarak nasıl
PKK'yi ezip tasfiye ederim arayışı içinde oldu. İşte belgeler:
1-PKK,
7. Olağanüstü Kongresi’nde Kürt sorununun demokratik çözümü için
hazırladığı “Barış Projesi’ni” 20 Ocak 2000 tarihinde yayımladı.
2-PKK, 11 Eylül 2000 tarihinde yeniden “Ulusal Barış ve Demokrasi Projesi” yayınladı.
3- Kürt Özgürlük Hareketi, Demokratikleşme ve Barış İçin Acil Eylem Planı’nı 4 Kasım 2000 tarihinde yayınladı.
4-
Gerilla güçlerini sınır dışına çekerek silahlı mücadeleyi durduran Kürt
Özgürlük Hareketi, 22 Kasım 2002 tarihinde Acil Çözüm Projesi
yayınlayarak Türk devletinin atması gereken adımların ne olduğunu
açıkladı.
5- KADEK Yönetim Kurulu, 15 Nisan 2003 tarihinde
Türkiye İçin Çıkmazdan Çıkış Bildirgesi’ni açıkladı. “Kürt sorununda
çözüm inkarcı politikaların aşılmasına bağlıdır” belirlemesi yaptı.
6-
KADEK, Barış ve Demokratik Çözüm İçin Yol Haritası’nı kamuoyuna deklere
etti. 20.01.2000'de Barış Projesi, 04.11.2000'de Demokrasi ve Barış
için Acil Eylem Planı, 19.06.2001'de yeni bir savaşın gündemleşmemesi ve
çözüm sürecinin gelişmesi için acil taleplerimiz, 22.11.2002'de Acil
Çözüm Bildirgesi ve 2000'in başında ve 2002'nin sonunda olmak üzere iki
defa Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve tüm
siyasal partilere Kürt sorununun çözümü konusunda düşüncelerini ortaya
koyan mektuplar gönderdiklerini belirtti. Yol Haritası’nda, Türk
devletinin bu projelere cevabının baskıları giderek daha da arttırmak ve
askeri operasyonları süreklileştirmek olduğu kaydedildi. KADEK Yönetim
Kurulu’nun 2 Ağustos 2003 tarihinde yayınladığı Yol Haritası’nda Üç
aşamalı bir çözüm önerisine yer verildi.
7- KONGRA GEL Yürütme
Konseyi ‘Demokratik Birlik ve Kalıcı Barışın Yol Haritası’nı 4 Eylül
2004 tarihinde açıkladı. Yine üç aşamalı bir çözüme vurgu yaptı.
8-
KONGRA GEL Başkanlık Divanı ve Yürütme Konseyi, Kürt sorununda barışçıl
ve demokratik bir çözüm için 12 Kasım 2004 tarihinde bir kez daha
Demokratik Birlik ve Kalıcı Barış Projesi yayınladı.
9- “Kürt
kimliği, kültürü ve dili üzerindeki baskı ve yasaklar kaldırılmadan,
barışçıl ve demokratik bir çözüm geliştirilmeden Ortadoğu’da kalıcı
barışı ve çağdaş bir düzeyi yakalamak olanaksızdır” diyen KONGRA-GEL
Başkanlık Divanı ve KKK Yürütme Konseyi, 15 Ocak 2006 tarihinde
Türkiye’de Kürt Sorununa Demokratik Çözüm İçin Barış Projesi yayımladı.
10-
KKK Yürütme Konseyi, 20 Ağustos 2006 tarihinde Kürt Sorununda
Demokratik Çözüm Deklarasyonu’nu kamuoyuna deklere etti. Deklarasyonda,
“Türk devleti, Kürt Özgürlük Hareketi karşıtı diplomatik ilişkiler
yürütme, taviz üzerine taviz verme yerine, Kürt halkının ve
Önderliği’nin çağrılarına kulak vermesi halinde, sorun daha kısa sürede
çözülebilecek bir durumdadır” denildi.
11- KKK Yürütme Konseyi
Başkanlığı, 30 Eylül tarihinde Basına Ve Kamuoyuna başlıklı bir açıklama
yaptı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 7 Eylül 2006 tarihinde Kürt
Özgürlük Hareketi’ne yaptığı ateşkes çağrısına olumlu cevap verdi.
12-
KONGRA GEL Başkanlık Divanı ve Koma Komalén Kürdistan Yürütme Konseyi
11 Nisan 2007 tarihinde “Kürt Sorununda Tek Muhatap Abdullah Öcalan’dır”
adıyla yayınladığı deklarasyonda ise “Öcalan’a yönelik zehirleme
saldırısına dikkat çekti.
13- KCK, 2009 29 Mart yerel
seçimlerinden sonra 13 Nisan’da tekrar ateşkes ilan etti. AKP buna 14
Nisan’da başlattığı “KCK operasyonu” ile cevap verdi.
14-13 Ağustos 2010’da eylemsizlik ilan edildi. 12 haziran seçimlerine kadar da fiili olarak sürdürüldü.
Bu
tablodan anlaşılan şu: Türk devleti 30 yıldır silahla, savaşla
yapamadığını AKP Hükümeti eliyle başarmak ve Kürt halkının iradesini ve
PKK’yi Öcalan üzerinden teslim almak istedi. İmralı ve Oslo’da yapılan
görüşmeleri de bu yönlü zaman kazanmak için geliştirdi. 13 ağustos
2012’de Hürrüyet gazetesi’nde Şükrü Küçükşahin imzalı yazıda MİT’in Oslo
görşmeleri esnasında bile PKK’ye dönük nokta opersyonları hazırlığında
olduğunu belirterek AKP’nin gerçek amacını açıklamış oldu. Öcalan bu
oyuna alet olmayacağını belirterek aradan çekilince savaş yeniden
tırmandı. Gerilla askeri taktik ve eylem gücünü kısa zamanda Oramar,
Şemzinan ve Çelê devrimci oprasyonlarıyla gösterdi. Siyasal çözüm dönemi
kapandı ve PKK askeri çözüm döneminde olduklarını ve bunun sorumlusunun
AKP olduğunu duyurdu.
ANF

AKP hükümetinin son 10 yılda 270 bin personeli bulunan Emniyet Genel
Müdürlüğü bünyesinde 248 bin 69 polise “üstün başarılarından” dolayı
maaş arttırma ve para ödülü verdi.
Cumhuriyet gazetesinde bugün yayınlanan bir haber AKP hükümetinin polisi adeta milis gücü gibi paraya boğduğunu ortaya çıkardı.
Hemen
hemen tüm toplumsal muhalefet olaylarında vahşi yöntemler kullanan Türk
polisinin neredeyse tamamı AKP hükümeti tarafından “üstün başarıları”
nedeniyle para ödülü verildi. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde görev
yapan yaklaşık 270 bin polis bulunurken görevinde üstün başarı
gösterenlere verilen “maaş artırma” ve “para ödülü” alan polis sayısı
son 10 yılda 248 bin 69 oldu.
Emniyet Teşkilatı Yasası’na göre
ülkenin güvenlik ve esenliği, devletin çıkarları ve kişilerin can, ırz
ve mallarını korumada yüksek hizmetleri görülen, olağanüstü durumlarda
yaşamını ortaya koyarak büyük yararlılık gösterenlere para ödülü
veriliyor. Türk polisi ödül verilmesi bir tarafa AKP döneminde 1990larla
kıyaslanabilecek bir sicile sahip.
Türk polisinin 2002-2011 yılları arasındaki icraatları özetlenecek olursa:
2002
- 75 kişi Faili meçhul cinayetler, 40 kişi yargısız infaz sonucu, 5 kişi gözaltında hayatını kaybetti.
- 876 kişi işkence ve kötü muameleye uğradı.
- 21 bin 612 kişi gözaltına alındı.
- 200’ü gazeteci olmak üzere 1.148 kişi tutuklandı.
2003 yılında;
- Faili meçhul saldırılar sonucu 50 kişi, yargısız infaz sonucu 44 kişi öldürüldü.
- 1.849 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
- 9 bin 648 kişi gözaltına alındı, 1.196’sı tutuklandı.
- 52 eylem, basın açıklaması ve mitinge polis tarafından müdahale edildi.
- 46 siyasi kuruluşa baskın düzenlendi.
2004 yılında;
- Faili meçhul saldırılar sonucu 42 kişi, yargısız infaz sonucu 47 kişi öldürüldü.
- 843 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı, toplumsal gösterilerde 213 kişi yaralandı.
- 6 bin 391 kişi gözaltına alındı, 774’ü tutuklandı.
- 124 basın açıklaması, gösteri, eylem ve mitinge polis tarafından müdahale edildi.
2005 yılında;
- Faili meçhul cinayetlerle 213 kişi, yargısız infaz sonucu 24 kişi yaşamını yitirdi.
- 79 kişi işkence ve kötü muamele gördü.
- 4.956 kişi gözaltına alındı 515’i tutuklandı.
- 4 kişi gözaltında öldürüldü.
2006 yılında
- 5.560 kişi gözaltına alındı, bunların 1545’i tutuklandı,
-
44 kişi yargısız infaz edildi, toplumsal gösterilere müdahalede
aşırı güç kullanımı nedeniyle 12 kişi öldü, 869 kişi yaralandı,
- Polisin silah kullanma yetkisinin ihlali nedeniyle 32 kişi öldü, 45 kişi yaralandı.
- 708 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
2007
- Faili meçhul saldırılarda 42 kişi ölürken, 29 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.
- Gözaltında 5 ölüm yaşandı.
- Toplam 687 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
- 7.197 kişi gözaltına alındı, 1440 kişi tutuklandı.
2008 yılında;
- Faili meçhul saldırılarda 29 kişi ölürken, 33 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.
- 8 kişi gözaltında öldürüldü.
- Toplam 448 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
- 11.002 kişi gözaltına alındı, 2.347 kişi tutuklandı.
- 64 parti temsilciliği, 35 dernek binası ve 4 sendika ve oda şubesi baskına ve saldırıya uğradı.
2009 yılında;
- 36 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.
- 1.835 kişi işkence, kötü muameleye maruz kaldı.
- 7.718 kişi gözaltına alındı, 1.923 kişi tutuklandı.
2010 yılında
- 15 bin 976 kişi gözaltına alındı.
-
23 bin 573 hak ihlali yaşandı. Sadece Kürt bölgelerinde 3 bin 706
kişi gözaltına alındı, 987 kişi tutuklandı, 741 işkence ve kötü muamele
vakası tespit edildi.
2011
- 2011 yılında 310 kişi,
gözaltında, 517 kişi gözaltı yerleri dışında, 724 kişi ise cezaevlerinde
işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 2011′de toplam 3 bin 252 kişi
işkenceye maruz kaldı.
- Kolluk güçleri tarafından tehdit
edilenlerin sayısı 102 olarak belirlendi. Toplumsal gösterilerde polis
saldırısı sonucu yaralananların sayısı 1425 olurken, özel güvenlik
görevlilerinin saldırısı sonucu yaralananların sayısı 58 oldu.
2011 yılında 12 bin 685 kişi gözaltına alındı, 2 bin 922 kişi tutuklandı.
ANF