20 Ağustos 2012 Pazartesi

Çelişkiler

ADİL BAYRAM


Kürt direnişinin Türkiye ortamını ve siyasetini aydınlatma durumu devam ediyor. Özellikle gerilla direnişinin başladığı 15 Ağustos’un yirmisekizinci yıldönümü vesilesiyle artan eylemlilik ortamında bu durum çok daha belirgin bir şekilde yaşanıyor. Siyasetçilerin ve siyasal partilerin iç çelişkileri bir bir ortaya çıkıyor.

Kuşkusuz derin iç çelişkiler yaşamada iktidardaki AKP başı çekiyor. Bir süredir Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dilinden “Meclisin içindeki partilerle görüşme olur, AKP terör örgütüyle görüşmez” sözü düşmüyor. Yani sorunların çözüm yeri meclistir, mecliste grubu bulunan partiler kendi aralarındaki diyalogla sorunları çözer demeye getiriyor.

Bu sözlere CHP ve BDP yönetimleri inanmış olacaklar ki, Şemdinli’de çatışmalar yoğunlaşınca, bu durumu görüşmek üzere “Meclisin olağanüstü toplanmasını” gündeme getirdiler. Özellikle CHP yönetimi “Meclisi toplantıya çağırması” için TBMM Başkanlığına başvuruda bulundu. İçtüzük gereği Meclis Başkanı’nın da bu önergeyi gündeme koyması gerekiyordu.

İşte bu durum AKP gerçeğini, yaşadığı iç çelişkileri açığa çıkartmaya yetti. Başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticileri meclisin işlevine dair defalarca tekrarladıkları sözlerini bir anda unutuverdiler. CHP’nin Meclisi toplantıya çağırmasının “Terörün kuyruğuna takılmak olduğunu” açıkladılar.

Haklı olarak birçok çevre şu soruları sordu: Hani sorunların çözüm yeri meclisti? Hani “Terör örgütüyle görüşülmez, ama meclisteki uzantıları ile görüşülür” idi? Hani herkes hakkını meclis çatısı altında aramalıydı?

Eğer AKP yönetimi işine geldiğinde söylediği gibi, sorunların çözüm yeri olarak meclisi görseydi, o zaman CHP grubunun toplantı çağrısına olumlu yanıt verirdi. Kaldıki BDP yönetimi de “Meclisin toplantı yapıp Şemdinli’deki olayları görüşmesini” istemişti. Ayrıca PKK Lideri ve yönetimi de zaten bu konuda “Meclisin inisiyatif olarak çözüm yeri olması gerektiğini” defalarca açıklamıştı. Bu konuda meclise çağrı yapmış, “PKK Lideri’nin önünü açan kararlar almasını” istemişti.

Kısaca Kürt sorununun çözümü konusunda TBMM’ye rol tanınıp oynatılması hakkında genel bir mutabakat vardı. Eğer AKP bu konuda tutarlı olsaydı, o zaman meclis işlevli hale gelir, Kürt sorununun çözümünde yeni bir süreç başlayabilirdi. Meclise dayalı çözüm sürecinin önü açılabilirdi.

Fakat böyle bir gelişme olmadı. Çünkü AKP yönetimi tutarlı değil, sözünde durmadı. İşine geldiğinde meclisi adres gösteriyor, işine gelmediğinde hemen sözünden vazgeçiyor. Ne kadar çelişkili, faydacı, pragmatist bir siyaset izlediği netçe görülüyor.

AKP böyle çelişik ve tutarsız da, CHP çok mu farklı? Değil, CHP de AKP gibi. Deyim yerindeyse al birini vur ötekine! Adeta birisi diğerini arattırıyor. Daha çok da CHP yönetiminin AKP iktidarına koltuk değneği olduğu görülüyor.
CHP yönetiminin çelişik ve tutarsız duruşunu da Dersim milletvekili Hüseyin Aygün’ün birkaç gün gerillalar tarafından alıkonulması olayı ortaya çıkardı.

Halbuki bu olaydan önce CHP yönetimi hep “Kürt sorununa çözüm projeleri”nin olduğundan söz ediyordu. AKP'yi sorunu yeniden çatışmalı hale getirmiş olmakla eleştiriliyordu. Özellikle Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu miting meydanlarında bunları dile getiriyordu. Hatta bu konuda somut çözüm projelerine sahip oldukları gerekçesiyle Kemal Kılıçdaroğlu-Tayyip Erdoğan görüşmesi yapılmıştı.

Tıpkı CHP ve BDP’nin meclisi toplantıya çağırması karşısında AKP’nin gösterdiği refleks gibi, Milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılması ardından CHP de benzer bir refleks gösterdi. Bizzat Kemal Kılıçdaroğlu, bir sosyaldemokrat partinin ağıza almaması gereken sözler söyledi. Gerçekte Kürt sorununun çözümüne dair hiçbir çözüm projelerinin olmadığını, söylediklerinin bir aldatmacadan ibaret olduğunu, Kürt karşıtı faşist-milliyetçi çizgiyi CHP’nin de benimsediğini ortaya koydu.

İşin ilginç tarafı, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu kürsüden böyle milliyetçi ve tutarsız sözler söylerken, CHP grubu “Faşizme karşı omuz omuza” sloganını atıyordu. Kuşkusuz izleyenler “Hangi faşizme?” diye kendilerine sormaktan edememişlerdir. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu kürsüden PKK şahsında Kürtlere gözdağı veriyordu. Herhalde CHP de, AKP yönetimi gibi, faşizmin “PKK ve Kürtlere ait olduğunu” düşünüyor.

Siyasal arena Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ün bırakılışı ve yaptığı açıklamalar ardından daha da karıştı. Hüseyin Aygün’ün kendini kaçıranlar için “Arkadaşlar” demesi, gerillaların kendinden taleplerini kamuoyuna açıklaması, kısaca gördüklerini ve yaşadıklarını olduğu gibi anlatması basın ve siyaset dünyasını birbirine kattı.

Bu kez karışan sadece CHP’nin içi veya partiler arası çatışma değil, bunların hepsi birden yaşandı. CHP ciddi bir iç çatışmaya sahne olurken, onunla birlikte CHP-MHP-AKP arasında şiddetli bir ağız dalaşı başladı. Buna psikolojik savaş medyasının da eklenmesi, faşist-milliyetçi tabloyu tümüyle tamamladı.

Hepsi birleşerek ve elbirliği ederek Hüseyin Aygün’e saldırdılar. Niçin? Niye doğru söylüyor, yalan söylemiyorsun diye! Öyle ya, faşizmin ve şoven-milliyetçiliğin çıkarına yalan söylemeliydi! Onun için milletvekili yapılmıştı ve devletten maaş alıyordu! Gördüklerini ve yaşadıklarını değil, devlet çıkarına gereken yalan ve yanlışı dile getirmeliydi!

Kısaca bir milletvekili göz göre göre “Yanlış söylemeye” zorlandı. “Niye doğru söylüyorsun?” diye suçlandı. “Neden PKK ve Kürtler aleyhine konuşmuyorsun?” diye neredeyse afaroz edilecekti.

Bütün bunlar AKP, MHP ve CHP tarafından temsil edilen hâkim siyasetin yalancı ve faşist karakterini açıkça gösteriyor. Kürt direnişinin aydınlatıcılığı bu hâkim siyaseti iyice teşhir edip daraltıyor. Bu da AKP siyasetinin daraltılması ve kuşatılması oluyor. Buradan ve bunlara karşı mücadele içinde demokratik siyaset gelişebilir. Hâkim siyasetin yalancı ve faşist karakterinin teşhir edilmesi, demokratik siyasetin zeminini güçlendirip önünü açabilir. Buradan da doğru ve halkçı demokratik siyaset çıkış yapıp gelişebilir.

Bu gerçeği tüm demokratik ve sol güçler iyi görmek ve değerlendirmek durumundadır. Özellikle demokratik siyasetin birleşik örgütlü gücü olarak Halkların Demokratik Kongresi bütün bunları değerlendirmeyi bilmelidir. Bu çerçevede de AKP iktidarının alternatifini oluştururken, aynı zamanda hâkim siyaseti aşan bir demokratik alternatif yaratmayı başarmalıdır!..

KAYNAK: Yeni Özgür Politika

PKK Silah Bırakacak(mı?)-2


PKK yok sayılan Kürt halkının bağrından çıktı ve Kürt sorununun nedeni değil sonucudur. PKK’yi silahlı direnişe zorlayanın 12 eylül faşizmi olduğu bugün daha net görülmektedir. Türkiye’de sınırlı düzeyde bile demokratik bir yapılanma olmuş olsa ve Kürtlerin halk olarak varlıkları Kabul edilip hakları tanınmış olsaydı, PKK’nin tercihi elbette demokratik siyasal mücadeleden yana olacaktı. Ama yüzyıllık inkar ve imha politikalarının geldiği sonuç yeni bir Kürt isyanıydı. Ancak bu isyan, gerek ideolojik-örgütsel önderliği ve gerekse de siyasal perspektifi öncekilerden çok farklıydı. Kendisini Kürdistan’daki klasik Kürt isyanlarını bastırmaya göre konumlandırmış olan Türk ordusu, mevcut strateji ve taktiklerle hamleyi hemen bastıracak güçte değildi. Klasik halk savaşlarının sıradan gerilla taktikleri karşısında bu ordunun çaresiz kalması kaçınılmazdı. İlk gelişmeler bunu kanıtladı. Devreye NATO’nun girmesi gecikmedi.

Siyasal, toplumsal bir sorun olarak ele alınıp çözüm aranacağı yerde Kürt sorunu bir “terör” ve güvenlik sorunu olarak ele alınınca askeri çözümde ısrar edildi. “48 saatte kökü kazınacak” nutukları atıldı. Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal uygulamalarıyla Kürdistan’da her türlü devlet terörü uygulandı. Savaş hükümetleri-koalisyonları kuruldu. Sayısı 50 bine varan kontr-gerilla ordusu, 90 bini aşan köy korucusu, devlet eliyle oluşturulan islami tandanslı Hizbullah terörü, güney’deki Kürt partilerin 30 bin dolayındaki peşmerge gücü ve yarım milyonun üzerinde TSK’ya bağlı düzenli ordu gücü PKK’nin 10 bin civarındaki silahlı gerilla güçlerini ezmek, yok etmek için savaşa sürüldü. 29 yıldır denenmedik askeri yöntem bırakılmadı. Savaş hukuku ve ahlakında yeri olmayan her türlü insanlık dışı uygulamalar, 17 bin beşyüz faili devlet olan cinayetler, yakılıp yıkılan 4 bini aşkın köy, yerinden yurdundan edilip zorla Kürdistan ve Türkiye metropolllerine göçertilen 3 milyondan fazla insan…

SON 30 YILIN TÜRKİYE’Sİ: KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ

Apolitikleştirilen toplum üzerinde medya yoluyla her türlü psikolojik özel savaş denendi. Kitlenin bilinci çarpıtıldı, ruhu karartıldı. Bir futbol maçını kaybederken bile “kahrolsun Kürtler” diye slogan atıp Kürtlerin evlerini taşlayan psikolojik, ruhsal olarak hastalıklı bir Türk toplumu gerçeği oluştu. Kürdü linç etme kampanyaları düzenlendi. Siyasi partiler, dernekler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, sporcular, mafya babaları ve daha niceleri Kürtlere karşı kin ve nefreti geliştirmeden, her türlü hakarette bulunmadan işini sürdüremez oldu. Ulusal seferberlik ruhuyla yüklenilip kitleler milliyetçilik zehriyle Kürt düşmanı kılındı.

Anti demokratik ve faşist karakterli 12 Eylül anayasası yetmedi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile Kürt ve Kürdistan’a dair her şeyin suç kapsamına alındığı Terörle Mücadele Kanunları düzenlendi. Gazete binaları bombalandı, gazeteciler öldürüldü. Çiller’in eline ölüm listeleri tutuşturuldu.

Sonuç: 29 yılda 40 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. PKK bitmedi, aksine; daha da güçlenerek bölge siyasetinde kilit öneme sahip bir aktör haline geldi. Devletin resmi ideolojisi iflas etti. İnkar ve imha politikası çöktü. Çok övündüğü şanlı ordusu gerilla mücadelesi karşısında her türlü ileri teknolojik donanıma rağmen savaşamaz duruma geldi. Türkiye ekonomisi savaş ekonomisine dönüştürülerek halk yoksullaştırıldı. Savaştan beslenen siyasi ve askeri çeteler Türk devleti ve toplumunu her anlamıyla bir felakete sürükledi. Örtülü ödenekler, bankaların hortumlanması ve bir gecede milyarder olan savaş rantçıları… Toplumsal soruna hiç bir çözüm üretme derdi olmayan parlamento ve siyasi partilere inanç kalmadı. Sayısal istitastik olmanın ötesinde siyasal bir değer ifade etmeyen kaç hükümet, kaç başbakan, kaç genelkurmay başkanı, kaç MGK toplantısı ve genel sekreteri geldi geçti. Çoğunun adı bile unutuldu. Her yeni gelen büyük bir kararlılıkla “bitireceğiz” dedi, ama kendisi bitti. Ne hikmetse her genelkurmay ancak emekli olduktan sonra gerçeği itiraf etmeyi ve “sorun askeri olarak çözülemez” demeyi akıl etti. Kürt ve PKK sendromu yaşayan, sistemi Kürt inkarı üzerine kurulu olan Türk ulus-devleti PKK ve Kürtleri ezmek için alacağı destek karşılığında tüm kaynaklarını dış güçlere peşkeş çekti.

Dünyada ve bölgedeki siyasal, toplumsal gelişmeleri sağlıklı değerlendirecek bir bilimsel bakıştan koptu. Bunun sonucunda hiç istemediği halde ve tüm faşizan çabalarına rağmen Güney Kürdistan’da federe bir bölgesel yönetimin yanısıra Suriye’de demokratik özerk Kürt yapılanmasının gelişmesini engelleyemedi.

BİR MUHATAP BULUNAMADI

28 yılını geride bırakan silahlı direniş Türkiye’de yıllarca kamuoyundan gizlenen bir çok gerçeği açığa çıkarması bakımından da bir hayli öğretici derslerle doludur. “Savaşta ilk önce gerçekler ölür” sözü en çok da Kürdistan’daki kirli savaşta anlamını bulmuştur. Sadece 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasıyla açığa çıkan belgeler bile Kürdistan’daki savaş içinde devletin, siyasetin, ordu, istihbarat ve emniyetin ne kadar mafyayla içiçe geçerek kirlendiğini gözler önüne sermeye yetti. Vatanseverlik ve milliyetçilik söylemlerinin altında her türlü pislik ve çıkar ilişkisinin gizlendiği açığa çıktı.

12 Eylül faşizmine ve onun askeri saldırılarına silahla direnen, devlet, siyaset ve ordu kurumunu bu silahlı direnişle önemli oranda işlemez kılan PKK, aslında sömürgeci, soykırımcı rejimin silahının işe yaramadığını gösterdi. PKK lideri Abdullah Öcalan, daha 1988 yılında gazeteci M. Ali Birand ve Doğu Perinçek’le gerçekleştirdiği görüşmelerde kanallar açılırsa tercihinin siyasal mücadele olacağını ifade etmişti. Sorunun demokratik siyasi zeminde çözümüne yoğunlaşan Kürt Halk Önderi her fırsatta bir muhatap aradığını vurguladı.15 Ağustos 1984 askeri atılımından 9 yıl sonra, 17 Mart 1993’te Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü için ilk adımı attı. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın çağrısı üzerine tek taraflı ateşkes ilan ederek siyasal çözüme hazır olduğunu beyan etti. Aralık 1995’te de dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın gizli aracılar ve mektuplarla yaptığı ateşkes talebine olumlu yanıt verdi. 28 Ağustos 1998 yılında ise genelkurmayın talebi üzerine üçüncü kez tek taraflı ateşkes ilan ederek silahlı mücadele yerine siyasal demokratik yollarla çözüme gitme beyanında bulundu. İlk ateşkes Özal’ın öldürülmesiyle, ikinci ateşkes 28 Şubat darbesi ve Erbakan hükümetinin düşürülmesiyle, üçüncü ateşkes ise uluslar arası komployla boşa çıkarıldı. Dikkat çeken diğer bir nokta da her ateşkes ilanından sonra Kürdistan genelinde yoğunlaştırılan askeri operayonlar oldu. Ateşkesler, gerillayı ezmenin fırsatına dönüştürüldü. Aynı oyun günümüzde de AKP eliyle tezgahlanıyor.

AKP: KİRLİ SAVAŞTAN ÇIKAN AK(!) PARTİ

Türkiye’de iktidar olabilmenin yegane koşulu Kürdistan’da siyasal egemenlik sağlamak ve Kürtleri kültürel soykırıma uğratacak politikalar geliştirmektir. Bunu gerçekleştiremeyen hiç bir güç ve parti iktidarını sürdürememiştir. Bu gerçek görüldükçe her iktidar partisinin öncelikli hedefi Kürt özgürlük hareketini bir an önce tasfiye edip asimilasyon ve kültürel soykırımda sonuç almak olmuştur. Bu zihniyeti değiştirmeden hiç bir partinin Kürt sorununu siyasetle çözme şansı yoktur. Bunu bugünkü AKP iktidarında da gözlemlemek mümkündür. Ulusalcı-Ergenekoncu kanadın inkar ve imhada sonuç alamadığı anlaşılınca siyasal islamcı yeşil Ergenekon, devletin Kürdistan’da tutunabileceği son umut olarak rol aldı. Kürt halkının dini duyguları istismar edilerek Kürt inkarı ve imhasının sonuca götürülebileceği hesaplandı. Savaşın durduğu bir dönemde Kürt sorununu çözme iddiasıyla iktidar olan ve “Kürt sorunu benim sorunumdur” söylemiyle bu yönlü umut ve beklenti oluşturan AKP, 10 yıllık iktidarı boyunca gerçek anlamda demokratik barışçıl bir çözüm geliştirmek yerine sahtekar bir politika izleyerek Kürt özgürlük hareketini oyalamayı, zaman kazanarak iktidarını güçlendirmeyi temel taktik yaklaşım olarak benimsedi. Devletin tüm kurumlarını ele geçirdi ve hegemonyasını inşa etmeye koyuldu. Özal’ın yolundan gideceğini belirten Erdoğan’ın Çillerleştiği kısa zamanda açığa çıktı. Haziran 2011 seçimlerinde yüzde elli oy almasına rağmen Kürdistan’da siyasal hakimiyet sağlayamayan AKP, bu önemli kitle desteğini kalıcı bir barışa ve demokratik çözüme dönüştürmek yerine Kürt halkı üzerinde mutlak egemenlik sağlayıp demokratik talepleri bastırmaya yöneldi. Bunun için de önce özgürlük mücadelesini ezmesi gerekiyordu. Iktidarını sağlamlaştırdığını düşünerek Kürt halkına ve özgürlük hareketine savaş açtı. Halkın iradesini kırmayı, böylece inkar ve imhada sonuç almayı amaçlayan askeri, siyasi soykırım operasyonlarını yaygınlaştırdı. Halkın özgürlük ve demokrasi talepleri gelişip gerilla direnişi de yaygınlaşınca AKP’nin hiç de sandığı gibi güçlü olmadığı ve direniş daha da yükseltilirse iktidarını kaybedeceği görüldü. Bunun üzerine PKK’ye “silah bırak, ondan sonra gel görüşelim” demeye başladı. Türk devletinin 30 yıldır uğraştığı, başaramadığı ve sorunu çözümsüz kılan da zaten bu zihniyettir. AKP şimdi buna yeni kılıf biçme telaşındadır.

Silah bırak öyle gel çözelim demek, Kürt halkına ve özgürlük hareketine teslimiyet dayatmasıdır ve AKP’nin kötü niyetinin dışa vurumudur. Bu söylem, aynı zamanda 30 yıllık silahlı mücadeleyle Kürt halkının iradesini kıramadıklarının da itirafıdır. Ortaya çıkan tablo; ismi ak, ama ruhu ve siyaseti kirli bir AKP gerçeğidir.

KIŞIN ‘BİTİRDİK’LERİ PKK’YLE BAHARDA NEYİ GÖRÜŞECEKLER?


AKP, her günü operasyonlarla ve ölüm haberleriyle dolu geçen çetin bir kış süreci boyunca “bitirdik, belini kırdık, dağıldılar” söylemleriyle kamuoyunu aldatmaya çalıştı. PKK’nin eylem yapamaz hale geldiğini vaaz veren Türk medyası ve sözde siyasal-stratejik analistler de, baharla birlikte söz birliği içinde ağız değiştirip çözüm için gizli görüşmelerin olduğunu, AKP’nin yeni bir çözüm stratejisi geliştirdiğini, genel affın ve Öcalan’a ev hapsinin yolda olduğunu, PKK’nin silah bırakacağını müjdelemeye(!) başladılar. Erdoğan “silah bırakırlarsa askeri operasyonlara gerek kalmaz” dedi. Gazeteci Avni Özgürel Kandil’e gidip KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la görüştü. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun ‘Kürt’ çıkışı oldu. Beşir Atalay silah bıraktırmak için Güney Kürdistan’da görüşmeler yaptıklarını söyledi. Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (YNK) sözcüsü Azad Cündiyani, “Celal Talabani, ateşkes ilan etmesi konusunda ikna etmek amacıyla PKK ile görüşüyor,” dedi. Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulacağı açıklandı. Yeni anayasa çalışmaları gündemleştirildi. Tüm bunlar biraraya getirilince kamuoyunda “bu iş çözülüyor galiba” şeklinde bir hava oluşması sağlandı. Ancak PKK’nin bu konuda söyledikleri, bunun bir oyun (tasfiye konsepti) olduğu, ısrarla ve büyük bir titizlikle kamuoyundan gizlendi. Çok karşıt hususlar, topluma aynı anda ve gerçekmiş gibi veriliyordu. KCK Siyasi Komitesi, yazılı bir açıklamayla, Erdoğan ve yardımcısı Beşir Atalay’ın, Federal Kürdistan Bölgesi’yle görüşmeler yapıldığına ilişkin açıklamalarına “Hareketimizin ve halkımızın iradesi dışında özgürlük mücadelesiyle ilgili yapılan her tartışma ve alınan her karar yok hükmündedir” şeklinde yanıt verdi. “İlgili taraflardan” açıklama isteyen KCK, AKP ve CHP’nin terör dedikleri sorun ile ilgili bir araya gelmelerinin, kesinlikle Kürt sorununun çözümünü değil, “PKK’yi nasıl çözeriz” ittifakı geliştirmek için olduğunu belirtip şunları ekliyordu: “Sorun gerçekten çözülmek isteniyorsa, her şeyden önce adı konulmalıdır ki; bu sorun Kürt sorunudur. Muhatap aranıyorsa, muhatap bellidir. Önder Apo’suz hiçbir çözümün gerçekleşme şansı yoktur. Çözümün yolu deniliyorsa, Kürt halkının iradesi kabul edilecektir. Halkımızın demokratik özerklik talebi gerçekleşmeden ne çözüm ne de barış olmayacaktır.”

Belli ki ortada ciddi bir psikolojik savaş vardı. Toplumun kafası karıştırılmak, bilinci çarpıtılmak, yersiz beklenti içine sokulmak isteniyordu. Adil BAYRAM, 18 Haziran 2012 tarihli ‘Ayînesi İştir Kişinin’ başlıklı köşe yazısında bu gayretkeşliğe dikkat çekiyor ve AKP’nin içinde bulunduğu ruh halini deşifre ediyordu:

“Bir süreden beri AKP’nin yoğun bir arayış içinde olduğu görülüyor. Fakat bu arayışın başta Kürt sorunu olmak üzere ülkemizin temel sorunlarını çözmek için mi, yoksa oyalama yapıp zaman kazanarak iktidarını güçlendirmek için mi olduğu pek belli değil. Kış boyunca Kürt direnişini kıramaması ve ezememesi, yine kısmen oluşmuş demokratik birliği dağıtamaması AKP’yi bu duruma getirdi. Baharın ve yazın gelişi AKP’lilere kâbuslar yaşatmaya başladı. Buna bir de Suriye’de ABD’nin krizi sürece yayma politikası eklenince AKP iktidarı tarihinin en sıkışık ve zor anını yaşar hale geldi.”

BARIŞA VE ÇÖZÜME KİM ENGEL?

AKP ve akıl hocaları her fırsatta Türkiye’de Kürt sorununu çözmeye çalıştıklarını ancak PKK’nin buna engel olduğunu ileri sürüyorlar. Gerçekler hiç te AKP ve borazancılarının kurguladıkları gibi değil. AKP hükümeti Türkiye’yi kritik ve zorlu bir viraja sürüklüyor. Söylemler çözüme dairken sergilenen pratik bunun tam tersidir.

PKK ve Kürt halkı Kürt Halk Önderi Öcalan’a yaklaşımı savaş ve barış gerekçesi kabul ediyor. Devletin İmralı’da uyguladığı ağır tecrit bir yılı aştı, Öcalan’ın avukatları tutuklandı, Roboski’de 34 sivil insan “zaten figürandılar” denilerek katledildi, bir çok belediye başkanı, BDP, DTK çalışanı, on binden fazla Kürt siyasetçi KCK Davası kapsamında tutuklandı, özgür basın çalışanları zindanlara dolduruldu, cezaevleri toplama kamplarına dönüştürüldü, Urfa ceazevinde insanlık dışı koşullara isyan eden 13 mahkum öldürüldü, AKP faşizmini protesto eden, direnen ve sokaklara dökülen halka her türlü polis terörü uygulandı, üzerine bir de özel yetkili mahkeme terörü estirilip hak ve özgürlük taleb eden hemen herkes ağır cezalara çarptırıldı, askeri operasyonlar aralıksız devam ettirildi, Medya Savunma Alanları her gün bombalandı. Tüm bunlara tepki olarak gelişen Oramar baskını, ardından Şemzinan kuşatması ve Çelê eylemleri gerillanın direniş ve eylem gücünü ortaya serince “tam da sorun çözülecek ve AKP adım atacaktı ki…” diye başlayıp giden ve PKK’yi, çözümü sabote etmekle suçlayan içi boş cümleler AKP medyası ve paralı stratejistlerinin ağzına pelesenk gibi yapıştı. Ancak bu cümleler ilk defa kurulmuyor ve Kürtler de buna itibar edecek değil. Ortada ne bir demokratikleşme adımı ne de Kürt sorununun çözümüne dönük bir siyasal irade beyanı vardır.

3 Temmuz 2012 tarihinde ‘Çözümsüzlüğü Örtme Çabaları’ başlığıyla Yeni Özgür Politika gazetesinde yazan Hüseyin Ali bu gerçeği şu sözlerle dile getiriyordu:“Bu hükümet söylemle, gerçek politikalarını örten psikolojik savaş argümanı yapılan kimi adımlarla demokrasi güçlerini ve Kürt halkını oyalamayı bir politik tarz haline getirmiştir. Bu tarz Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için en tehlikeli yaklaşımı ifade etmektedir. Bugünkü savaşın sürmesine yol açan da bu politik tarzdır. Onlarca yıllık mücadeleyle Türkiye'de bir demokratikleşme birikimi ortaya çıkmıştır. Türkiye halkı da Kürt sorununun çözümünü istiyor. AKP, halkın bu isteğini karşılama yerine bu demokratikleşme özlemlerini toplumu oyalayan sınırlı bazı adımlarla boşa çıkarıyor. Toplumun beklentilerini kendi iktidarını sürdürme aracı yapıyor. Demokrasi zihniyeti olmadığı için demokratikleşme adımları atacağı beklentisi yaratarak bu yüzünü örtmeye çalışıyor. On yıldır Türkiye halkıyla böyle oynuyor. AKP'nin bu gerçeğini görmeyenler ya AKP yandaşı ve yalakasıdır ya da kendini kandıranlardır.”

EN ÇOK AKP’YE ŞANS TANINDI

Kürt halkı ve özgürlük hareketi bugüne kadar en fazla demokratik siyasi mücadele şansını 2002 Kasım’ında iktidar olan AKP'ye karşı tanıdı. Bütün bunlara karşı TC devleti ve AKP hükümeti hep baskıyla, saldırıyla karşılık verdi, hep bu durumları kendisine fırsat bildi. Ona dayanarak nasıl PKK'yi ezip tasfiye ederim arayışı içinde oldu. İşte belgeler:

1-PKK, 7. Olağanüstü Kongresi’nde Kürt sorununun demokratik çözümü için hazırladığı “Barış Projesi’ni” 20 Ocak 2000 tarihinde yayımladı.

2-PKK, 11 Eylül 2000 tarihinde yeniden “Ulusal Barış ve Demokrasi Projesi” yayınladı.

3- Kürt Özgürlük Hareketi, Demokratikleşme ve Barış İçin Acil Eylem Planı’nı 4 Kasım 2000 tarihinde yayınladı.

4- Gerilla güçlerini sınır dışına çekerek silahlı mücadeleyi durduran Kürt Özgürlük Hareketi, 22 Kasım 2002 tarihinde Acil Çözüm Projesi yayınlayarak Türk devletinin atması gereken adımların ne olduğunu açıkladı.

5- KADEK Yönetim Kurulu, 15 Nisan 2003 tarihinde Türkiye İçin Çıkmazdan Çıkış Bildirgesi’ni açıkladı. “Kürt sorununda çözüm inkarcı politikaların aşılmasına bağlıdır” belirlemesi yaptı.

6- KADEK, Barış ve Demokratik Çözüm İçin Yol Haritası’nı kamuoyuna deklere etti. 20.01.2000'de Barış Projesi, 04.11.2000'de Demokrasi ve Barış için Acil Eylem Planı, 19.06.2001'de yeni bir savaşın gündemleşmemesi ve çözüm sürecinin gelişmesi için acil taleplerimiz, 22.11.2002'de Acil Çözüm Bildirgesi ve 2000'in başında ve 2002'nin sonunda olmak üzere iki defa Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve tüm siyasal partilere Kürt sorununun çözümü konusunda düşüncelerini ortaya koyan mektuplar gönderdiklerini belirtti. Yol Haritası’nda, Türk devletinin bu projelere cevabının baskıları giderek daha da arttırmak ve askeri operasyonları süreklileştirmek olduğu kaydedildi. KADEK Yönetim Kurulu’nun 2 Ağustos 2003 tarihinde yayınladığı Yol Haritası’nda Üç aşamalı bir çözüm önerisine yer verildi.

7- KONGRA GEL Yürütme Konseyi ‘Demokratik Birlik ve Kalıcı Barışın Yol Haritası’nı 4 Eylül 2004 tarihinde açıkladı. Yine üç aşamalı bir çözüme vurgu yaptı.

8- KONGRA GEL Başkanlık Divanı ve Yürütme Konseyi, Kürt sorununda barışçıl ve demokratik bir çözüm için 12 Kasım 2004 tarihinde bir kez daha Demokratik Birlik ve Kalıcı Barış Projesi yayınladı.

9- “Kürt kimliği, kültürü ve dili üzerindeki baskı ve yasaklar kaldırılmadan, barışçıl ve demokratik bir çözüm geliştirilmeden Ortadoğu’da kalıcı barışı ve çağdaş bir düzeyi yakalamak olanaksızdır” diyen KONGRA-GEL Başkanlık Divanı ve KKK Yürütme Konseyi, 15 Ocak 2006 tarihinde Türkiye’de Kürt Sorununa Demokratik Çözüm İçin Barış Projesi yayımladı.

10- KKK Yürütme Konseyi, 20 Ağustos 2006 tarihinde Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Deklarasyonu’nu kamuoyuna deklere etti. Deklarasyonda, “Türk devleti, Kürt Özgürlük Hareketi karşıtı diplomatik ilişkiler yürütme, taviz üzerine taviz verme yerine, Kürt halkının ve Önderliği’nin çağrılarına kulak vermesi halinde, sorun daha kısa sürede çözülebilecek bir durumdadır” denildi.

11- KKK Yürütme Konseyi Başkanlığı, 30 Eylül tarihinde Basına Ve Kamuoyuna başlıklı bir açıklama yaptı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 7 Eylül 2006 tarihinde Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaptığı ateşkes çağrısına olumlu cevap verdi.

12- KONGRA GEL Başkanlık Divanı ve Koma Komalén Kürdistan Yürütme Konseyi 11 Nisan 2007 tarihinde “Kürt Sorununda Tek Muhatap Abdullah Öcalan’dır” adıyla yayınladığı deklarasyonda ise “Öcalan’a yönelik zehirleme saldırısına dikkat çekti.

13- KCK, 2009 29 Mart yerel seçimlerinden sonra 13 Nisan’da tekrar ateşkes ilan etti. AKP buna 14 Nisan’da başlattığı “KCK operasyonu” ile cevap verdi.

14-13 Ağustos 2010’da eylemsizlik ilan edildi. 12 haziran seçimlerine kadar da fiili olarak sürdürüldü.

Bu tablodan anlaşılan şu: Türk devleti 30 yıldır silahla, savaşla yapamadığını AKP Hükümeti eliyle başarmak ve Kürt halkının iradesini ve PKK’yi Öcalan üzerinden teslim almak istedi. İmralı ve Oslo’da yapılan görüşmeleri de bu yönlü zaman kazanmak için geliştirdi. 13 ağustos 2012’de Hürrüyet gazetesi’nde Şükrü Küçükşahin imzalı yazıda MİT’in Oslo görşmeleri esnasında bile PKK’ye dönük nokta opersyonları hazırlığında olduğunu belirterek AKP’nin gerçek amacını açıklamış oldu. Öcalan bu oyuna alet olmayacağını belirterek aradan çekilince savaş yeniden tırmandı. Gerilla askeri taktik ve eylem gücünü kısa zamanda Oramar, Şemzinan ve Çelê devrimci oprasyonlarıyla gösterdi. Siyasal çözüm dönemi kapandı ve PKK askeri çözüm döneminde olduklarını ve bunun sorumlusunun AKP olduğunu duyurdu.


ANF

AKP ‘İmamın Ordusu’nu Paraya Boğdu




AKP hükümetinin son 10 yılda 270 bin personeli bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 248 bin 69 polise “üstün başarılarından” dolayı maaş arttırma ve para ödülü verdi.

Cumhuriyet gazetesinde bugün yayınlanan bir haber AKP hükümetinin polisi adeta milis gücü gibi paraya boğduğunu ortaya çıkardı.

Hemen hemen tüm toplumsal muhalefet olaylarında vahşi yöntemler kullanan Türk polisinin neredeyse tamamı AKP hükümeti tarafından “üstün başarıları” nedeniyle para ödülü verildi. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde görev yapan yaklaşık 270 bin polis bulunurken görevinde üstün başarı gösterenlere verilen “maaş artırma” ve “para ödülü” alan polis sayısı son 10 yılda 248 bin 69 oldu.

Emniyet Teşkilatı Yasası’na göre ülkenin güvenlik ve esenliği, devletin çıkarları ve kişilerin can, ırz ve mallarını korumada yüksek hizmetleri görülen, olağanüstü durumlarda yaşamını ortaya koyarak büyük yararlılık gösterenlere para ödülü veriliyor. Türk polisi ödül verilmesi bir tarafa AKP döneminde 1990larla kıyaslanabilecek bir sicile sahip.

Türk polisinin 2002-2011 yılları arasındaki icraatları özetlenecek olursa:

2002

- 75 kişi Faili meçhul cinayetler, 40 kişi yargısız infaz sonucu, 5 kişi gözaltında hayatını kaybetti.

- 876 kişi işkence ve kötü muameleye uğradı.

- 21 bin 612 kişi gözaltına alındı.

- 200’ü gazeteci olmak üzere 1.148 kişi tutuklandı.

2003 yılında;

- Faili meçhul saldırılar sonucu 50 kişi, yargısız infaz sonucu 44 kişi öldürüldü.

- 1.849 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.

- 9 bin 648 kişi gözaltına alındı, 1.196’sı tutuklandı.

- 52 eylem, basın açıklaması ve mitinge polis tarafından müdahale edildi.

- 46 siyasi kuruluşa baskın düzenlendi.

2004 yılında;

- Faili meçhul saldırılar sonucu 42 kişi, yargısız infaz sonucu 47 kişi öldürüldü.

- 843 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı, toplumsal gösterilerde 213 kişi yaralandı.

- 6 bin 391 kişi gözaltına alındı, 774’ü tutuklandı.

- 124 basın açıklaması, gösteri, eylem ve mitinge polis tarafından müdahale edildi.

2005 yılında;

- Faili meçhul cinayetlerle 213 kişi, yargısız infaz sonucu 24 kişi yaşamını yitirdi.

- 79 kişi işkence ve kötü muamele gördü.

- 4.956 kişi gözaltına alındı 515’i tutuklandı.

- 4 kişi gözaltında öldürüldü.

2006 yılında

- 5.560 kişi gözaltına alındı, bunların 1545’i tutuklandı,

- 44 kişi yargısız infaz edildi, toplumsal gösterilere müdahalede aşırı güç kullanımı nedeniyle 12 kişi öldü, 869 kişi yaralandı,

- Polisin silah kullanma yetkisinin ihlali nedeniyle 32 kişi öldü, 45 kişi yaralandı.

- 708 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.

2007

- Faili meçhul saldırılarda 42 kişi ölürken, 29 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.

- Gözaltında 5 ölüm yaşandı.

- Toplam 687 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.

- 7.197 kişi gözaltına alındı, 1440 kişi tutuklandı.

2008 yılında;

- Faili meçhul saldırılarda 29 kişi ölürken, 33 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.

- 8 kişi gözaltında öldürüldü.

- Toplam 448 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.

- 11.002 kişi gözaltına alındı, 2.347 kişi tutuklandı.

- 64 parti temsilciliği, 35 dernek binası ve 4 sendika ve oda şubesi baskına ve saldırıya uğradı.

2009 yılında;

- 36 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.

- 1.835 kişi işkence, kötü muameleye maruz kaldı.

- 7.718 kişi gözaltına alındı, 1.923 kişi tutuklandı.

2010 yılında

- 15 bin 976 kişi gözaltına alındı.

- 23 bin 573 hak ihlali yaşandı. Sadece Kürt bölgelerinde 3 bin 706 kişi gözaltına alındı, 987 kişi tutuklandı, 741 işkence ve kötü muamele vakası tespit edildi.

2011

- 2011 yılında 310 kişi, gözaltında, 517 kişi gözaltı yerleri dışında, 724 kişi ise cezaevlerinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 2011′de toplam 3 bin 252 kişi işkenceye maruz kaldı.

- Kolluk güçleri tarafından tehdit edilenlerin sayısı 102 olarak belirlendi. Toplumsal gösterilerde polis saldırısı sonucu yaralananların sayısı 1425 olurken, özel güvenlik görevlilerinin saldırısı sonucu yaralananların sayısı 58 oldu.

2011 yılında 12 bin 685 kişi gözaltına alındı, 2 bin 922 kişi tutuklandı. 


ANF