BERLİN -
HPG gerillası Ebru Muhikancı'nın fotoğraflarını inceleyen Almanya’nın
tanınmış askeri uzmanlarından Erich Schmidt-Eenboom, Türk ordusunun
Kazan vadisinde yeni silahlar kullandığını belirtti. ANF'ye bilgi veren
Eenboom’e göre fotoğraflardaki beyaz lekeler kimyasal silah
kullanıldığına dair en önemli kanıt.
Hakkâri'nin Çukurca
İlçesi'nde 22-24 Ekim tarihlerinde kimyasal silah kullanılan saldırıda
hayatını kaybeden 36 HPG gerillasından biri de Ebru Muhikancı’ydı.
Ailesi “kızımızın bedeni kömüre dönmüş” derken, Muhikancı’nın Malatya
morgunda çekilen fotoğrafları Almanya’nın önde gelen askeri ve
istihbarat uzmanlarından Erich Schmidt-Eenboom inceledi.
Fotoğraflar
için “Tek kelime ile korkunç” diyen Eenboom, Türk ordusunun yeni bir
kimyasal silah kullanma ihtimalinin yüksük olduğuna dikkat çekti. Aynı
zamanda Weilheim Barış Politikası Araştırmalar Enstitüsü Başkanı da olan
Eenboom, kimyasal silah kullanıldığına dair şüphelere ilişkin şu
görüşleri dile getirdi:
“Fotoğraflarda bolca beyaz lekeler ve
izler görülüyor. Bunlar normal bir bombanın yaratacağı izler veya
tahribatlar değil. Bu izler kesinlikle kimyasal silah kullanıldığını
gösteriyor.”
Kazan Vadisi’ndeki bombardımandan sağ kurtulan HPG
gerillaların verdiği “Elma, armut ve süt karışımı bir kokuyu hissettik.
Kokuyu soludukça göğsümüz yanıyordu ve gözlerimizden yaşlar akıyordu”
şeklindeki bilgiler için ise askeri uzman Eenboom şunları söyledi:
“Bu
anlatımlar ve tarifler napalm veya kazan türü bir bombanın da ötesinde.
Çünkü napalm ve diğer bombalar böyle kokular vermezler. Eğer gerçekten
sağ kurtulanlar böyle bir koku hissetmişlerse, o zaman yeni bir kimyasal
silah kullanılma olasılığı yüksek.”
‘TÜRKİYE GÜÇ GÖSTERİSİ YAPIYOR”
Türk
ordusunun böyle silahlar kullanarak uluslararası anlaşmaları ihlal
ettiğine dikkat çeken Alman uzman Türkiye’nin Kürtlere yönelik artırdığı
şiddete ilişkin ise şu görüşleri dile getirdi: “Öyle görünüyor ki
Türkiye, PKK ile mücadele ederek güç gösterisi yapmak ve bölge
devletlerine mesaj vermek istiyor.”
Erich Schmidt-Eenboom,
Almanya’nın önde gelen askeri ve istihbarat uzmanların başında geliyor.
Eenboom, geçtiğimiz hafta Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in SSCB
döneminde Sovyet gizli servisi için Doğu Almanya'nın Dresden kentinde
görev yaptığı sırada aile içi şiddet uyguladığına dair belgeleri ortaya
çıkarmasıyla gündeme gelmişti.
Özellikle Alman istihbarat
servisine yönelik çalışmalarıyla bilinen Eenboom iki arkadaşıyla
birlikte 2002 yılında kaleme aldığı “Dosta ve Düşmana Karşı-BND: Gizli
Siyaset ve Kirli İşleri’ kitabı ise uzun süre tartışılmıştı.
Eenboom,
geçtiğimiz Eylül ayında 2007’deki Zap’a yönelik Türk ordusunun hava
saldırısında BND’nin rolüne ilişkin ise Spiegel dergisine verdiği
demeçte “BND, CIA’nın aksine ABD askeri istihbarat örgütü DIA ile
işbirliği içinde” diyerek, Alman istihbaratının operasyondan haberdar
olabileceğini söylemişti.
George Orwel'in "Hayvan Çiftliği" reel sosyalizmin eleştirisi üzerine
kurulu, kurgusal bir romandı. Ancak reel sosyalizm yıkıldı. Hayvan
Çiftliği romanına karşılık gelen bir durum daha mevcut. Eski Sovyet
ülkelerine bağlı Türki cumhuriyetleri kendi çiftliği haline getiren
Fetullah Gülen'in yarattığı algılar ve ırkçı cemaatinin aktörlerini bu
romandaki kurgu ile insan ele alıp çözümleyebilir.
Türk
ırkçılığının baskın geldiği liberal görünümlü totaliter yapısıyla
"ağabeylik" kültü ile döşenen bu yapılanma tam da Hayvan Çiftliği'ndeki
karakterleri anımsatıyor. Söylenen herşeyin doğru ve mutlak olduğu
ölçüsü bu çiftlikçi Fetullah Gülen. Fetullah otoritesinin yayılım alanı
ise Zaman gazetesi. O gazeteyi bütün yönleri ile ele alın, köşelerini,
haberlerini ve içindeki anlam dünyasına bakın Hayvan Çiftliği romanında
verilen mesajları görürsünüz. Eğer zamanınız yoksa bu kadarına, sadece
Ekrem Dumanlı'nın bugünkü yazısına bakın daha pratik bir sonuca
varırsınız.
EKREM DUMANLI NEDEN TELAŞLI?
Geçtiğimiz
günlerde KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan önceki gün
"Fetullah Gülen'in Kürdistan'daki Kontrgerilla örgütlenmesini" içeren
belgelere sahip olduklarını açıkladı. Bu cemaatin İslam dinini
kullanarak Türk ırkçı ideolojisini Kürdistan'da yeniden inşaa etmek
istediklerine dikkat çekti. İşte Karayılan'ın bu açıklamaları
Kürdistan'da soykırım yapılması için ABD'deki çiftliğinden konuşan
Fetullah Gülen'in gazetesinin sonradan görme yayın yönetmeni Ekrem
Dumanlı'yı bir telaş sarmış. Öyle bir telaş ki bu korkuyla karışık bir
şey! ABD'deki çiftlikteki hocasının belgelerinden söz edilince eli ayağı
birbirine dolanıyor.
Bu belgelerin telaşı ile ayaklarında
dolandığı iktidara daha fazla yaklaşıyor. Saray soytarılarını aşan bir
tarzla başbakan uçaklarında duyduklarını manşetlerine taşıyor.
KCK
operasyonlarında tutuklananları 'Ergenekonculukla" suçluyor; daha
mahkemelere ulaşmamış bilgileri ve belgelere dayanarak şu cümleleri
yazıyor: "Son KCK tutuklamaları sonrasında meseleye hissi yaklaşanlar
oldu. Ergenekon'da da böyle olmuştu. Davayı bilmeden hatta iddianameyi
görmeden konuşanlara rastlanmıştı. KCK davasında bazıları da meseleyi
yine 'cemaat' suçlamasına götürerek olayı başka bir vadiye sürüklemek
istedi. İlginçtir ki bu suçlamaları yapanlardan bir kısmı 'aydın' diye
biliniyor. Ne var ki onlar için 'cemaat' takıntı, hatta saplantı haline
gelmiş. Dostları için 'masumiyet karinesi' diye çırpınırken koca bir
kitleyi yalan ve iftiralarla töhmet altında bırakabiliyorlar. Namuslu
bir aydının yapacağı iş midir bu?"
Dumanlı daha da ileri
gidiyor; "aydın" tanımlaması yapıyor. Ölçü koyuyor. Akıl veriyor.
Cemaatin tutuklamalarda bir parmağı olmadığını yazıyor. Oysa, Çiftlikten
gelen ses "etrafını sarın, altını üstüne getirin, kırın dökün ve kökünü
kurutun!" diyordu. Darbelerdeki vesayeti güncelleştirin çağrısında
bulunuyordu. Bunları söylerken de etrafındaki polis kırması derme/çatma
akademisyenlerin, köşe yazarlarının, bazı bürokratların "dumanlı dumanlı
amiiin!" sözleri işitiliyordu.
Beş bini aşan tutuklamaları
koşulsuz sahiplenenler sadece Gülen ve adamlarıdır! "Durmayın devam
edin, sonlarını Kaddafi gibi yapın!" diye yazan da Ekrem Dumanlı'dır.
Çocuk kandırır gibi her hafta köşesinden Kürtlere küfür ve hakaret
yağdıran bu ABD çiftliğinden yönetilen gazetenin sonradan görme yayın
yönetmeni "Avrupalı dostlarından" da Kürtleri linç etmek için yardım
istiyor.
GÜLEN CEMAATİNDE KARAYILAN TELAŞI
Ekrem Dumanlı
durmamış devam etmiş. Ekrem Dumanlı acayip daralmış, sıkılmış ve
sıkışmış; Karayılan'ın "Fetullah ile ilgili belgeler var elimizde"
demesine. Bakın iç geçirerek yazdığı şu cümlelere: "... örgütün dağdaki
adamı, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ve 'cemaat'i suçlayarak esip
yağmış. Güya elinde belgeler varmış, dileyen gazeteciye verebilirmiş.
Komik manzaraya bakın: Bir elinde Kalaşnikof bir elinde dosya. Kanlı
terör örgütü lideri kim(ler)in ajanıdır ki dağlarda dosyalarla (!)
dolaşıyor."
Elinde belge olanları "ajan" ilan eden Cemaat
çiftliğinin gazetecisi bir dönemin Aydınlık gazetesinin rolünü oynayan
Aksiyon ve Zaman gazetesinin "BDP'lilerin tutuklanacağını önceden haber
veren, polis ve istihbarat bilgilerini haber olarak yutmamızı istiyor.
Kozmik odalardan, ABD istihbaratından, MİT'ten özel olarak servis edilen
bilgilerle insanları tutuklatan ve bunun meşruiyetini yaratmak için
özel çaba gösteren yeni yetme iktidar yanlısı bu çiftlikteki bakıcıları
bize haberci olarak yutturmasınlar. Eğer gerçekten gazetecilerse o
belgeleri alıp yayınlarlar. Biz de o belgeleri istiyoruz. Hakikaten
çarpıcı belgeler olabilir.
FETULLAH GÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ MÜ KURDU?
Ekrem
Dumanlı yazısının bir bölümünde Kürtleri aşağılayan şu cümleyi kuruyor:
"... Asıl tuhaf olan konu da şu: Dağdaki yılan ile şehirdeki kravatlı
dostları neden hep eşzamanlı hareket ediyor ve birbirinden habersizmiş
gibi davranarak hep aynı yere ateş ediyor? "
Hayvan Çiftliğinin
yeni şefinin her konuşmasına "kutsal ve mutlak doğru" olarak; şefin
istediği sesleri çıkaran Dumanlı'nın toy ve acemilik kokan cümleleri
daha da iyi düşünerek kurması gerekiyor. Hele o belgeler bir çıksın,
nerede kim kontra örgütlenmelerin içinde bilsin ona göre konuşsun.
Kürdistan kentlerindeki FETULLAH GÜLEN TERÖR ÖGÜTÜ olarak Türk
sömürgeciliğini hangi argüman ve araçlarla kurdukları ortaya çıkacaktır.
Mesela bu konuda belki Önder Aytaç'ın, Emre Uslu'nun kontra örgütlenme
ve operasyonlara akıl veren isimleri vardır! Belki bazı vali ve emniyet
müdürlerin isimleri örgütlenme şemasında yer alıyordur? Hatta AKP
içindeki Gülen örgütlenmesinin krokisi de olabilir?
Hangi vekil
ve bakan ne tür bir misyonla AKP içinde yer alıyordur? Belki bunları
öğrenebiliriz! Ordu içine hangi subaylar eliyle Fetullahçılık
örgütlendiriliyor? Hangi "özel yetkili savcıları" Gülen'in yanına gitti
ya da özel kuryelerle nelere konuştular? Hangi köşe yazarları ve
televizyoncular Gülen'in yanına gitti, ne gibi telkinler alıp "hidayete"
erdiler? Yani Gülen'in çiftliğinde kim hangi sesleri çıkarıyor onları
görüp tanıyabiliriz! Kötü mü bunlar? Eski Ergenekon ve JİTEM'in
maskesinin düşmesi biraz zaman aldı ama Yeşil Ergenekoncu Gülen ve
Erdoğan tayfasının özel savaş kurumlarının maskesinin düşmesi pek de
gecikecek gibi görünmüyor. Bekleyelim görelim. Sakin olalım yeter ki!
Ha
Ekrem Duman'ıl bir de şöyle bir cümle kurmuş: "PKK dağda sıkıştı, KCK
şehirde sıkıştı. Şimdilerde hedef saptırmak için çırpınıp duruyorlar.
KCK'nın tepesindeki adam KCK operasyonunda 'cemaat'i hedef gösteriyor.
Bir başkası da 'zehirli zarf' teorisi uydurarak aynı hedefe saldırıyor.
Güya hükümetin KCK operasyonlarından hiç haberi yokmuş da bu işleri
'cemaat' yapıyormuş. Cuma günkü gazete manşetlerinde Başbakan'ın net
tavrını görünce bu hedef saptırıcılar utanmadı mı? Topu taca atmaya
gerek yok; hiçbir devlet 'paralel devlet'e izin vermez. Bu siyasi
gerçekliği aşamayacağını düşünenler sivil toplumu hedef gösteriyor ve
örgüte payandalık yapıyor..."
Hedef saptırma konusunda Zaman
gazetesinin günlük yayınları bire birdir. Her Zaman bir yalanla çıkan ve
Kürtleri aşağılayarak Türk Irkçılığının tesisini yapmaktadır. İkincisi,
PKK dağda, KCK şehirde sıkıştıysa Ekrem Dumanlı ve Gülen niye öyle
sesler çıkarıyor ki? Üçüncüsü KCK'nin paralel devlet kuracağı endişesi
çok yersiz. Devlete karşı toplum örgütlenmesi argümanı daha gerçekçi
olur. Dördüncüsü devlete paralel devlet enine ve boyuna Gülen Cemaati
tarafından kurulmuş durumdadır.
KARAYILAN NE DEMİŞTİ?
KCK
Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan Gülen'in bu açıklamalarına
ilişkin yaptığı değerlendirmede, Türkiye'de NATO'ya bağlı oluşturulan
Gladionun Ergenekon biçiminde uzun süre rol oynadığını söyledi.
Ergenekon'un Kürtlere karşı savaşta yıpranması, çeteleşmesi ve devlet
için bir ağırlık haline gelmesi sonucu bugün devre dışı bırakıldığını
belirtti. 'Gladio bugün kılıf değiştiriyor' diyen Karayılan,
Ergenekon'un yerini Yeşil Ergenekon olarak tabir edilen Gülen
örgütlenmesinin aldığını kaydetti.
"Gülen Cemaatinin üyeleri her
ilde bir komite halinde örgütlenmiş bulunup o ildeki emniyet
yetkililerinin, valinin devlet uygulamalarının hangi doğrultuda
gerçekleşmesi gerektiğini karar altına almakta ve esas yönlendirme
merkezi onlar olmaktadır. Bu Kürdistan'da da Türkiye'de de böyledir.
Belki devlet içinde henüz bu sisteme dahil edilmemiş bazı kesimler de
vardır ama onları da istediği doğrultuda yönlendirebilmektedir. Hem
merkezi düzeyde örgütlü bir yapı hem de iller bazında oldukça
örgütlenmiş bir yapı söz konusudur."

Özgür Politika Gazetesindeki yazısında Selahattin Erdem, BDP’nin artık
dışarı da değil, zindana alınmış bir parti durumunda olduğunu
belirterek, ‘’AKP iktidarı tarafından BDP ‘terör örgütü’ muamelesi
görüyor. Peki bütün bunların yaşandığı bir durumda BDP, onun yönetimi ve
meclis grubu çekilmeyip de ne yapacak’’ dedi.
‘’BDP açısından
artık bıçak kemiği de kesmiş, neredeyse bu sürecin sonuna gelinmiş
gibidir. Bu durumda ‘Çekilme’ olayının çok yönlü tartışılıp
değerlendirilmesi ve geç kalmadan sürece uygun cevapların geliştirilmesi
elbette elzemdir’’ diyen Erdem yazısında, BDP Eşbaşkan Gülten
Kışanak’ın ‘çekilme’ uyarısının herkesçe dikkate alınması gerektiğine
dikkat çekti. Erdem’in yazısı şöyle:
‘’AKP hükümetinin “KCK
Operasyonu” adıyla yürüttüğü Kürt avı devam ediyor. AKP rejiminin
Kürtlere yönelik uygulamaları, Hitler rejiminin “Yahudi pogromları”nı
andırıyor. Hemen her gün AKP polisleri arasında ve elleri kelepçeli
olarak götürülen sıraya dizilmiş Kürtlerin TV ekranlarındaki
görüntüleri, adeta toplama kamplarına götürülen Yahudilere, ya da tehcir
edilen Ermenilere benziyor. Bu siyasal soykırım süreci, BDP Parti
Meclisi Üyesi ve Anayasa komisyonu çalışanı Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile
Yazar Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmasına kadar ulaşmış bulunuyor. AKP
faşizminin, ne kadar bilinçli ve özgürlük isteyen Kürt ile Kürt dostu
demokrat varsa hepsini tutuklayıp zindanlara doldurma karar ve planına
sahip olduğu anlaşılıyor.
ANAYASA ÇALIŞMALARINDAN ÇEKİLME
Yaşanan
son olaylar üzerine, yani Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun
tutuklanması ardından yaptığı açıklamada BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak,
ilk defa ve ciddi bir biçimde “çekilmeyi gündeme alıp tartışacaklarını“
belirtmiş bulunuyor. Herhalde bu çekilme açıklaması birçok farklı şeyi
birlikte içeriyor. Örneğin ortak Anayasa çalışmalarından çekilmeyi.
Örneğin meclis çalışmalarından çekilmeyi, yani sineyi millete dönmeyi.
Tabi bir kere gündeme girdimi çekilmenin sınırı yoktur. Bu süreç partiyi
alıp dağa ya da yurtdışına çekilmeye kadar da gidebilir.
BDP ARTIK ZİNDANDA
Elbette
gidişat böyle devam ederse, “Neden çekildiniz?” diye hiç kimse BDP’yi
suçlayamaz. Niye mi? Görmüyor musunuz, AKP rejiminin “Kürt programları”
dolu dizgin devam ediyor. Yani siyasal soykırım operasyonlarında değil
azalma, her geçen gün artış yaşanıyor. BDP artık dışarı da değil,
zindana alınmış bir parti durumunda. İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit ve işkence, yani imha süreci
yüz günü aşmış bulunuyor. Kürt gençleri dağlarda kimyasal silahlarla
katlediliyor. Başbakan Tayyip Erdoğan dünyanın dörtbir yanını kapı kapı
dolaşarak yürüttüğü Kürt katliamına herkesten destek istiyor. Atlantik
ötesinde emperyalistler elinde tutsak bulunan beyni sulanmış bir zat,
“Kürtlerin kökünün kurutulması” fetvasını veriyor. TC yasalarına göre
kurulmuş olmasına rağmen, AKP iktidarı tarafından BDP “Terör örgütü”
muamelesi görüyor.
BDP NE YAPACAK?
Peki bütün bunların
yaşandığı bir durumda BDP, onun yönetimi ve meclis grubu çekilmeyip de
ne yapacak? Herhalde AKP faşizminin ayıplarını örten asma yaprağı olacak
değil! Bu bakımdan Eşbaşkan Gülten Kışanak’ın yaptığı açıklama çok
önemli ve ciddidir. BDP açısından artık bıçak kemiği de kesmiş,
neredeyse bu sürecin sonuna gelinmiş gibidir. Bu durumda “Çekilme”
olayının çok yönlü tartışılıp değerlendirilmesi ve geç kalmadan sürece
uygun cevapların geliştirilmesi elbette elzemdir.
İZLENEN STRATEJİ
Çünkü
AKP’nin demokratik siyaseti tasfiye doğrultusunda izlediği BDP
stratejisi artık netleşmiştir: Bilinçli ve örgütlü insanları “KCK
Operasyonu” adı altında tutukla, parti örgütlerini işlemez kıl, ortada
BDP il ve ilçe örgütü bırakma, sadece dokunulmazlığı olan bir avuç
milletvekili grubunu ortada bırak, onları da mecliste yaptığın faşist
çalışmaların suç ortağı kıl! İşte izlenen strateji budur. Peki BDP gibi
bir parti böyle bir stratejiye “Evet” der mi? Bir partinin ve Kürt
halkının “Bağımsız adaylar” olarak seçtikleri milletvekilleri böyle bir
uygulamaya razı olur mu?
Olmayacağı açıktır. Dolayısıyla AKP
rejiminin dayattığı gidişat BDP’nin çekileceği yönündedir. BDP adım adım
bir yerlerden çekilmeye doğru gitmektedir. Fakat bu çekilme yerinin
neresi olacağı ve çekilişin nerede duracağı şimdilik pek belli değildir.
AKP faşizminin yarattığı şiddetli çatışma ve Türk-Kürt kopuşu ortamında
BDP’nin elinde farklı bir şans görünmemektedir.
BDP ÇEKİLİRSE NE OLUR?
Peki
BDP çekilirse ne olur? Elbette bu, çekilişin biçimi, yeri ve zamanına
bağlıdır. AKP provokasyonuna gelerek yaşanacak yersiz ve zamansız bir
çekilme AKP faşizmine hizmet edeceği gibi, yeri ve zamanı olmasına
rağmen çekilmemek de AKP faşizmine hizmet eder. O nedenle BDP’nin çok
derin düşünmesi ve iyi hesap etmesi gerekir. Aynı zamanda yeri
geldiğinde cesur, ortak ve kararlı davranmayı bilmesi de gerekir.
Yeri
ve zamanı oluştuğunda, yani halkın ve iç-dış demokratik güçlerin
desteğini alan bir BDP çekilmesi, hiç kuşkusuz AKP iktidarını çok ciddi
bir biçimde zora sokar. AKP’nin oyunlarını, planlarını bir bir bozar.
Türkiye’de çok güçlü bir demokrasi hamlesi ortaya çıkarır. Örneğin,
BDP’nin haklı bir konumda yeni anayasa çalışmalarından çekilmesi,
AKP’nin biraz da yangından mal kaçırarak gerçekleştirmeye çalıştığı
anayasa oyununu bozar. AKP çabalarını bir anayasa komplosu haline
getirir. Zaten şu anki başlayış da bundan pek farklı değildir.
Kürdistan’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, siyasal soykırım
operasyonları dolu dizgin devam ederken, İmralı’da vahşi bir imha süreci
yaşanırken nasıl bir yeni anayasa çalışması yapılacaktır? Böyle bir
ortamda sağlıklı bir tartışma ve ortak paydalarda uzlaşma sağlanabilir
mi?
DEMOKRATİK ANAYASA HAZIRLAMA KOŞULLARI YOK
Bunların
olamayacağı açıktır. O halde mevcut haliyle yeni demokratik anayasa
hazırlama koşulları yoktur. Bu ortamda anayasa yapmak demek, 12 Eylül
rejimi gibi yapmak demektir. Bu koşullarda AKP’de 12 Eylül cuntası gibi
kendi anayasasını hazırlamak istemektedir. Dolayısıyla AKP anayasası da
12 Eylül anayasasından pek farklı olmayacaktır. Oysa Kürt kimliğini
kabul etmeyen, Kürt sorununu çözmeyen ve Türkiye’nin demokratikleşmesini
öngörmeyen bir anayasayı da BDP’nin ve halkın kabul etmesi mümkün
değildir. Böyle bir durumda BDP çekilirse AKP’nin anayasa oyunu bozulur.
BDP’nin yer almadığı bir anayasayı Kürt halkı kabul etmez. Kürtlerin
onaylamadığı bir anayasanın da meşruiyeti ve yönetme gücü olmaz.
Demekki
BDP’nin “çekilmesi” ciddi sonuçlar doğurur. Anayasa çalışmasından
çekilirse, 12 Eylül anayasasından farklı, meşru ve demokratik bir
anayasa ortaya çıkmaz. Meclis çalışmasından çekilirse mevcut meclisin
demokratik meşruiyeti kalmaz. Meclis çözüm gücü olmaktan çıkınca
sorunların çözümü sokakta ve dağda aranır. Bu da daha çok şiddet ve
Türk-Kürt kopuşu demektir. BDP’nin dağa ya da yurtdışına çekilmesinin
nelere yol açacağını ise varın siz düşünün! O halde Eşbaşkan Gülten
Kışanak’ın “çekilme” uyarısının herkesçe dikkate alınması zorunludur.
BDP ATAĞA GEÇMESİ GEREKİR
Kuşkusuz
“çekilme”yi tartışması ve koşulları oluştuğunda da gerçekleştirmesi
BDP’nin hakkı ve görevidir. Bu BDP’nin bileceği bir iştir. Fakat
çekilmeden önce farklı mücadele imkânlarını da sonuna kadar kullanması
gerekir. Şu haliyle belli bir mücadele yürütse de, yetersiz
görünmektedir. Neredeyse AKP faşist saldırı kampanyasını daha etkili
yürütmektedir. Psikolojik savaşa tam gaz hız verilmiştir. Polis terörü
ve operasyonları artarak sürmektedir. AKP yöneticileri ülke ülke
dolaşarak, BDP üzerinde uygulanan teröre destek aramaktadır. Oysa BDP,
AKP’den on kat fazla çalışabilir. Ardında büyük bir halk desteği vardır.
İç ve dış demokratik kamuoyu duyarlıdır. BDP çok haklı bir demokrasi
mücadelesi vermektedir.
O halde BDP’nin atağa geçmesi gerekir.
Her türlü haksızlığa, faşist teröre ve siyasal soykırım operasyonlarına
karşı kıyameti koparmalıdır. Neden yetersiz kalıyor, anlaşılır gibi
değildir. Oysa yüzbinleri, milyonları meydanlarda toplayıp AKP faşizmine
“Dur” diyebilir. Gerçekleri ortaya koyan ve AKP yalanlarını deşifre
eden çok yoğun bir propaganda yürütebilir. Kürt ulusal birliği ve
Türkiye demokratik ittifakı yönünde daha aktif çalışabilir. Yurtdışında
AKP’nin Kürt katliamını teşhir edebilir.
Elbette bunlar
yapılıyor, hiç yapılmıyor değil. Fakat yetersizdir. Çok daha fazlasını
yapmak gerekir. Çünkü gün mücadele günü, AKP faşizmini yenmek üzere
direnme günüdür.’’
Haber Merkezi -
AKP ve Fetullah Gülen ortaklığındaki hükümetin “demokratikliği”
söylemden öteye gitmiyor. Bugüne kadar barış ve özgürlük için tek bir
eylemi olmayan Gülen Cemaati, ilk kez sahip oldukları bir hükümeti de en
kaba şekilde yönetiyor. Bu hareket, hiç olmadığı kadar deşifre olmuş
durumda. Düşen maskesinin altında “zulüm”den başka bir şey görünmüyor.
Neden
tek seçenekleri baskı ve zulüm? Demokratik zihniyeti olmayanların,
demokrasi için mücadelelerinden bahsedilemez. Sürekli iktidarların
yanında yer alan örgütlenmelerin, özgürlük adına sunacakları somut
önerileri olamaz.
Müslümanların acı çekmesi üzerinden propaganda
yaparak bugüne kadar iktidar yürüyüşlerini meşrulaştırmaya çalışan
Gülen cemaati, aslında hiçbir dönemde acı çekmedi. Kuşkusuz gerçek
Müslümanlar acı çekti, ancak bu yapı her zaman devletin “alicenap”
yüzüyle tanıştı ve destek gördü. Çünkü görevini “layıkıyla” yerine
getiriyordu. Bu da Kürt asimilasyonuydu.
AKP ile birlikte
iktidarı devralmalarından bu yana da sürekli “mağduriyet” üzerinden
propaganda yapan bu yapı, taşıdığı bu “ağırlığı” da üzerinden atarak
gerçek yüzünü ortaya koydu. İktidardaki halleri daha çok “sonradan
görme” bir durumu ifade ediyor. Akıllı gibi görünseler de yaptıkları
kirli işleri ve acemiliklerini gizleme faaliyetlerinden öteye bir anlam
taşımıyor.
PROPAGANDA İLE İŞLENEN ÜÇ SUÇ
90’lı yılların
kara propagandasını en kaba ve çirkin haliyle uygulamaya koyup PKK ile
mücadelede yeni bir durummuş gibi sunmaları, kendi hafıza
yoksunluklarını ifade ediyor. Bugüne kadar bütün iktidarların denediği
bu yöntem Kürt hareketini yok etmek bir yana, sürekli büyüttü. Çünkü bu
yöntem içinden en ağır haksızlık ve baskıları barındırıyor. Üç suç bir
den işleniyor: Birincisi halkı kandırıyor, ikincisi işlenen devlet
suçlarını gizliyor, üçüncüsü suça teşvik ediyor.
BARIŞ İÇİN BİR DUA BİLE ETMEDİLER
Yeniden
eski derin devlet yöntemlerine başvurulması, devralınan bu yapı
konusunda ne kadar “acemi” olduklarını, 30 yıldır yaşanan bu savaşa ne
kadar yabancı durduklarını gösteriyor. Yabancılar, çünkü bugüne kadar
çözüm adına, barış adına bir dua bile okumamışlar.
En son
cemaatin lideri Fethullah Gülen’in Kürtler için Allah’tan “dua”sı da
vahşet oldu: “Onların altlarını üstlerine getir, birliklerini boz,
evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir.”
Bu
zihniyetten “demokratik bir çözüm” beklenebilir mi? Tek duası Kürtlerin
susturulması olan bir hareketin, barıştan yana bir anlayışı olabilir mi?
DEMOKRATİK BİR ADIM ATAMAZLAR
Gülen Cemaati, Türkiye’ye
tam hakimiyet önünde tek engelin Kürt hareketi olduğunu biliyor. Bu
nedenle de iktidarları boyunca Kürt hareketini hep bir tehdit olarak
görecektir. Türkiye’deki sorunların çözümü yönünde adım atmaları
halinde, demokratik alanın genişleyeceği ve iktidarlarının sallanmaya
başlayacağını biliyorlar. Bu yüzden değil Kürt sorununu çözmek,
gerçekten demokrasi ve özgürlükler adına da herhangi bir adım atma
iradesine ve zihinsel yapısına sahip değiller.
Nitekim AKP
2002’de iktidara geldiğinden bu yana vaatler dışında sorunları çözmek
için somut bir adım atmadı. Onlar için demokrasi sadece toplumu uyutmak
için kullanılan bir söylemden öteye gitmiyor. İlk başta yapılan bazı
reformlar da kendilerine daha geniş alan açmaktan başka bir anlama
gelmiyor. Bugün de durum aynı, eğer olacaksa “demokratik adımlar”, o da
kendi ihtiyaçları doğrultusunda olacak.
ÖZGÜRLÜK DÜŞMANLARI
Ötekilere,
ya da diğer bir ifadeyle kendilerine muhalif olanlara tanınacak
özgürlükleri, kendi iktidarları önünde tehdit olarak görüyor. Bu açıkça
“özgürlük düşmanı” olmaktır ancak halen bu gerçek görülmek istenmiyor.
İdeologu Gülen olan bu iktidarın, susturmak, ezmek ve yok etmek dışında
seçenekleri yok. Zira diğer seçenekler özgür ve demokratik zihniyet
gerektiriyor.
KORKU DUVARI
Ağırlıklı olarak da psikolojik
bir savaş yürütüyorlar. Bu aynı zamanda onların çok kusurlu olduğunu
gösteriyor. Bir yapı oluşturuldu ama içi boş. Etrafında bir korku duvarı
örülmüş durumda. Her geçen gün bu duvar daha da sağlamlaştırılmak
isteniyor, nedeni de duvarın arkasındaki cemaat korkularını gizlemek ve
“yıkılmaz” algısı yaratmak.
TARİHTE HİÇBİR DUVAR YIKILMAZ DEĞİLDİR
Oysa
zorbalığın “kader” olarak sunulduğu rejimlerde bile bu algı, Tunus ve
Mısır gibi Arap dünyasındaki ayaklanmalarında olduğu gibi yıkıldı.
İktidarın korku duvarını sağlama alma çabası, çarpışmanın da
şiddetlendiğinin göstergesi oluyor. Ancak bilmeleri gerekir ki tarihte
hiçbir duvar halkların direnişine karşı uzun süre dayanamamıştır. Bu
duvar da yıkılacaktır.
Evet bugün Gülen Cemaati hiç olmadığı
kadar deşifre olmuş durumda. Korkuyorlar. Bu korku aynı zamanda özgürlük
ve gerçek demokrasinin gelmesinden duyulan korkudur. Bu kadar zulümden
sonra, iktidarı kaybetmekten korkuyorlar ve saldırıyorlar. Demokratik
bir zihniyete sahip olmadığından, saldırmaktan başka seçenekleri
bulunmuyor.