17 Ekim 2011 Pazartesi

5 Belediyeyi Gasp Ettiler

AKP seçimle alamadığı Şırnak’ı siyasi darbeyle almaya çalışıyor. Türk İçişleri Bakanlığı, 5 belediye başkanı, 3 yardımcısı, 15 belediye meclis üyesi ile 6 il genel meclis üyesini görevden aldı.

Türk Başbakan Erdoğan’ın seçimden sonra “özel stratejiler uygulayacağız” dediği Şırnak’ta AKP Hükümeti tam bir darbe yaptı. İçişleri Bakanlığı, KCK adı altındaki soruşturma ve davalar kapsamında tutuklanan belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve il genel meclis üyelerini yargılama sonucunu beklemeden görevden aldı. Seçimlerde yüzde 80’lere varan oy alarak göreve gelen Şırnak, Silopi, Cizre, İdil, Uludere belediye başkanlarını tek bir kararla görevden alan Bakanlık, ayrıca 1 belediye başkanvekili, 6 il genel meclis üyesini de görevden uzaklaştırdı. Böylece kentte seçilmiş BDP’li ile yönetici bırakılmadı.

İçişleri Bakanlığı’ndan belediyelere gönderilen resmi yazıda, belediye başkanları ile belediye meclis üyelerinin Anayasa’nın 127’nci maddesinin 4’üncü fıkrası ile 5393 sayılı Belediye Kanunun 47’nci maddesi uyarınca ‘geçici tedbir’ kapsamında görevlerinden uzaklaştırıldığı bildirildi. Bakanlık kararıyla görevden uzaklaştırılan belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve il genel meclis üyelerinin isimleri şunlar: Tutuklu Şırnak Belediye Başkanı Ramazan Uysal, Silopi Belediye Başkanı Emin Toğurlu, İdil Belediye Başkanı Resul Sadak, hakkında yakalama kararı bulunan Uludere Belediye Başkanı Şükran Sincar, Aralık 2009’da tutuklanan Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Şırnak Belediye Başkan Yardımcısı Piruz Üstün, Şırnak Belediyesi Meclis Üyeleri Gurbet Balık, Abdulaziz Bilgi, Aydın Pusat, Maruf İke, Ayşe İrmez, Zeynep İnan, Mehmet Selim Basan, Cemil Yorgun, Mehmet Çakan, Yahya Barınç, Silopi Belediye Başkan Yardımcısı Kadir Kunur, Silopi Belediye Meclis Üyesi Serhat Sevişoğlu, Temel Tanrıkulu ve Abdulaziz Tanrıkulu, Cizre Belediye Başkanvekili Mehmet Sacı, Cizre Belediye Başkan Yardımcısı Hanım Onur, Cizre Belediye Meclis Üyesi Adem Gölce İke, Cizre Belediye Meclis Üyesi yedek üyeleri Reşit Gün, Basri Ertene, 2009 yılında tutuklanan BDP Şırnak İl Genel Meclis Üyesi Emin İrmez ile 21 Eylül’de Diyarbakır 7’inci Ağır Ceza Mahkemesi kararı ile tutuklanan il genel meclis üyeleri Ali Aktaş, Hasan Atak ve Sarya Ölmez’in yanı sıra haklarında arama kararı çıkartılan BDP Şırnak İl Genel Meclis Başkanı Leyla Birlik ve Şırnak İl Genel Meclis Üyesi Sıtkı Demir.

Anayasa’nın 127. maddesi 

 
Bakanlık görevden almalara Anayasa’nın 127. maddesi ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nu dayanak yaptı. Anayasa’nın 127’nci maddesinin 4’üncü fıkrasında şöyle deniyor: Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri, konusundaki denetim yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir.

5393 sayılı Belediye Kanunu 

 
5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 27’nci Maddesi’nde ise şöyle: Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir. Görevden uzaklaştırma kararı iki ayda bir gözden geçirilir. Devamında kamu yararı bulunmayan görevden uzaklaştırma kararı kaldırılır, görevden uzaklaştırılanlar hakkında; kovuşturma açılmaması, kamu davasının düşmesi veya beraat kararı verilmesi, davanın genel af ile ortadan kaldırılması veya görevden düşürülmeyi gerektirmeyen bir suçla mahkum olunması durumunda görevden uzaklaştırma kararı kaldırılır. Görevden uzaklaştırılan belediye başkanına, görevden uzak kaldığı sürece aylık ödeneğinin üçte ikisi ödenir ve bu süre içinde diğer sosyal hak ve yardımlardan yararlanmaya devam eder.

Kaplan: Bakanlığın yetkisi yok

 
BDP Grup Başkanvekili ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, görevden almalara sert tepki gösterdi. Kararı hukuksuzluk olarak değerlendiren Kaplan, İçişleri Bakanlığı’nın böyle bir karar almaya yetkisinin bulunmadığını kaydetti. Bugün gerekli işlemlere başlayacaklarını belirten Kaplan, kararın geri alınmasını istedi. Tutuklu belediye başkanlarının avukatları da belediye başkanlarının tutuklanma gerekçelerinin görevleri ile ilgili olmadığından dolayı kararın anti demokratik olduğunu belirtti.

Kongre Hareketi Tek Tekçi AKP’nin Sonunu Getirecektir

Devrimci demokratik hareketi bir çatı altında toplayan kongre gerçekleşti. Bu kongre daha şimdiden AKP iktidarını korkutmuştur. Basının bir taraftan görmezlikten gelmesi, diğer taraftan yıpratıcı değerlendirmeler yapılması bunun kanıtıdır. 

AKP bir demokratik çatı hareketinden ve bunun giderek bir parti haline gelmesinden korkuyor. Çünkü Türkiye’de en ucuz ve kolay hükümet olan ve devleti ele geçiren parti AKP’dir. AKP’nin darbeler ürünü olduğunu en iyi onu iktidara götüren sürece bakarak anlayabiliriz. 

AKP iktidara demokrasi, özgürlük ve refah sloganlarıyla geldi. Sol güçlerin söylemini kullanarak iktidar oldu. Solun güçsüz olduğu ortamda bunu yaptı. Eğer sol demokratlar alternatif olabilseydi AKP hiçbir zaman hükümet olamazdı. 

12 Eylül darbesi geldi solun üzerinden buldozer gibi geçti. Zaten 12 Eylül solun ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir daha belini doğrultmaması için gelmişti. Bu konuda idam dahil her türlü baskı yöntemini kullandı. Sol üzerindeki baskılardan önemli düzeyde sonuç da aldı. Solun hala kendini toparlayamamasında bunun belirleyici etkisi vardır. Kürt özgürlük hareketi ise bu baskılara rağmen örgüt olarak kendini ayakta tuttu ve mücadeleyi geliştirmesini bildi. 12 Eylül, Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezme hedefinde başarılı olamadı. Başarılı olamayınca 12 Eylül anayasasına dayalı sistem daha baştan darbelenmiş ve meşruiyeti zayıflamış biçimde doğmuş oldu. 

12 Eylül sol güçleri ezince siyasal alan tamamen klasik siyasi güçlerle siyasal İslamcılara kaldı. Turgut Özal hükümeti bir yönüyle de 12 Eylül sonrası ilk siyasal İslamcı iktidardı. Özal dört eğilimi birleştirdim dese de hükümeti zamanında esas güçlenenler Fetullahçılar başta olmak üzere siyasal İslamcılar oldu. Zaten 12 Eylül askeri darbesi siyasal İslam’ın önünü açmıştı. Bunda ABD’nin Ortadoğu’da ılımlı işbirlikçi İslamcıları tercih etmesinin de rolü vardır. 

Özal belki öldürüldü, ancak 1990’lı yılların başında Kürt Özgürlük Hareketinin Kürtler içinde etkili olmaması için siyasal İslamcıların özellikle Kürtler içinde örgütlenmesine göz yumuldu, hatta teşvik edildi. Kuşkusuz bu dönemden yararlanan siyasal İslamcılar sadece Kürtler içinde değil, her alanda kendini örgütleyip güçlendirmeye çalıştılar. Öte yandan hizbulkontrayı da yurtsever demokratların üzerine sürerek Kürt demokratik hareketinin örgütlenmesinin ve güçlenmesinin önünü kesmeye çalıştılar.  Bu yıllarda devlet Kürt hareketinin sol güçlerle birleşmemesi için birçok yolu denedi. Bir taraftan sola göz açtırılmazken öte yandan sol güçlerin Kürt Özgürlük hareketiyle bir araya gelmemesi için solu manipüle etmeye çalıştılar. Böylece sol bu yıllarda da başını kaldıramadı; bir gelişme gösteremedi. 

1990’lı yıllarda Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen kirli savaşta klasik iktidar bloklarının baskıcı ve antidemokratik yüzü hiçbir dönemde olmadığı kadar ortaya çıktı. Bu ortamda siyasal İslamcılar dışındaki tüm siyasi güçler yıpranıyordu. Öte yandan siyasal İslamcıların önleri de açıldığından 1995 yılında ilk defa yüzde 25 civarında oy aldılar. Ancak Erbakan ABD’nin ve Türkiye’deki asker ve sivil bürokrasinin istediği İslamcı şablona tam uymuyordu. Bu nedenle 28 Şubat 1997’de siyasal İslamcı harekete postmodern denilen bir darbe yaptılar. Siyasal İslamcılara eğer kendinizi değiştirmezseniz iktidar olamazsınız denildi. Böylece içeriden bir muhalefet geliştirerek siyasal İslamcı hareketi işbirlikçi ve ılımlı çizgiye çektiler. AKP, 12 Eylül’de önü açılan ve 28 Şubat darbesiyle işbirlikçi çizgiye getirilen bir sürecin ürünüdür. Bu yıllarda da solun üzerinde her türlü baskı ve psikolojik savaş yürütülerek belini doğrultmasını engellediler. 

Kürt Halk Önderinin komployla İmralı’da esaret altına alınmasıyla birlikte Türkiye yirmi yıllık savaşın ekonomik yükünü halkın üzerine yıktılar. 2001 devalüasyon denilen gerçek budur. Bu devalüasyon iktidardaki DSP, ANAP ve MHP’yi bitirmiştir. Zaten savaş içinde Doğru Yol Partisi bitmişti. Böylece siyaset meydanı tamamen siyasal İslamcılara kalıyordu. 

Savaş ortamının halkta yarattığı demokrasi özlemi ve ekonomik sıkıntılardan kurtulma beklentisi esas olarak da bir sol partiyi iktidara getirme koşullarlıydı. Ne var ki sol demokrat güçler hem 12 Eylül darbesinin etkisini üzerinden atmamaları hem de özel savaş güçlerinin Kürt hareketiyle buluşmalarını önlemek için uyguladığı özel savaş yöntemleri sonucu bu ortamdan yararlanamadılar. Bırakalım sosyalistler ve diğer radikal demokratları, gerçek bir sosyal demokrat hareketin ortaya çıkmasını bile istemediler. Seçimlerden önce İsmail Cem ve Kemal Derviş’in etrafında bir araya getirilmek istenen sosyal demokrat hareket iç ve dış müdahalelerle dağıtıldı. Derviş bu oluşumdan çekilip CHP’ye dahil olunca kemikleşmiş sosyal demokrat oylar CHP’de kaldığı gibi, bu birliğin yarattığı sinerji de ortadan kalktı. Böylece 2002 seçimine katılan AKP daha seçimden önce ucuz bir zafer kazanma imkanına kavuştu. 

AKP 2002 yılında kolay bir zafer kazandığı gibi, daha sonraki seçimlerde hükümet imkanlarını da kullanarak daha kolay başarılar elde etti. Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi karşısında asker ve sivil bürokrasi başarısız kalınca AKP’yi durduracak hiçbir güç kalmamıştı. Dış desteği de alınca tek iktidar alternatifi olarak kalmıştı. 

Sol güçlerin ezildiği ve başını kaldırmasına izin verilmediği ortamda Kürt Özgürlük Hareketi’yle devlet arasındaki savaştan aradan sıyrılan ve güçlenen AKP olmuştur. Eğer bu dönemde sol güçlerle Kürt demokratik hareketi ittifak yapabilseydi kesinlikle Türkiye’de etkili siyasi güçler sol güçler olur ve Türkiye Kürt sorununu çözerek demokratikleşebilirdi. Bu olmayınca klasik iktidar bloklarının Kürt Özgürlük Hareketi karşısında yenildiği ve diğer siyasi güçlerin de eski politikalarda ısrar ettiği ortamda AKP ucuz seçim başarıları elde etmeye devam etti.  Dünyada mücadele etmeden AKP kadar ucuz başarılar elde eden başka bir siyasi hareket görülmemiştir. Kürt Özgürlük Hareketi ve sol güçler mücadele etmiş, ama bunun sonuçlarından AKP yararlanmıştır.
Şunu açıkça söyleyebiliriz; AKP’nin ucuz başarılar elde etmesinden birinci dereceden sorumlu olanlar sol güçlerdir. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi de yürüttüğü mücadeleyi daha da iyi geliştirip sonuç alıcı kılmadığı için de sorumludur. Eski klasik güçleri yenilgiye uğratmış, ancak diğer demokrasi güçleriyle etkili bir ortak demokrasi hareketi yaratıp bu büyük mücadelesini demokrasi güçlerinin zaferiyle taçlandıramamıştır. Mücadeleyi bu noktaya getiremediği için klasik güçlerin yenilgisinden yararlanan AKP olmuştur. Eğer son 20 yılın ve özellikle son 10 yılın siyasal analizi yapılacaksa bu gerçekler görülmelidir. Sol güçler kendilerinin güç olamamalarını ve AKP’nin iktidarı ele geçirmesini iyi analiz etmezlerse bundan sonra da başarılı olamazlar. 

Sol güçler az mücadele etmediler. Herhalde AKP’den çok fazla demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi yürüttüler, ama ideolojik alandan politik alana geçememe ve dar siyasi yaklaşımlar solun etkili olmasını engelledi. Kuşkusuz baskılar ve dış güçlerin etkisi mutlaka sonuç üzerinde çok yönlü etkili olmuştur. Ancak buna rağmen sol güçler başarılı olabilirdi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin sistemi bu kadar sarstığı ortamda sonuç alma imkanları vardı. İç ve dış koşullar buna uygundu. Nitekim Latin Amerika’da iç ve dış baskılar olmasına rağmen sol birçok yerde etkili oldu. Kuşkusuz ideolojik ve siyasal eksikleri var, ama onlarca yılların mücadelesinin ürününü kısmen de olsa topladılar. Türkiye’de neden olmuyor denilirse bunun üç nedeni var. Birincisi; 12 Eylül ve sonrası baskılar. İkincisi; Kürt hareketiyle bir araya gelmelerinin çok yönlü çabalarla engellenmesi. Bu engeller içinde devletin çeşitli yollardan yaptığı manipülelerle yapılan engellemeler de vardır. Üçüncüsü; sol güçlerin birlik oluşturamamaları. Böyle olunca AKP’nin ucuz başarısı gerçekleşmiştir. 

AKP devlet içi ve dışından bazı güçler tarafından desteklendi. Bunun için de sol güçlerin kafasını kaldırmaması için her türlü baskı uygulandı. Ancak Türkiye’deki klasik iktidar blokları içinde olan bir kesim AKP karşıtı da belki sonucun böyle olacağını kestiremiyordu. AKP karşıtı bu kesimler de Kürt korkuları nedeniyle AKP’yi kullanmak istediler. Bu AKP karşıtları içinde kendilerine sosyalist, sol ya da sosyal demokrat diyen bir kesim de vardı. Ancak sonunda kullanılan AKP onları da saf dışı etti.  Tüm bu gerçekler Türkiye’de gerçek demokrasinin gelmesi ve Kürt sorununun çözümü için sol güçlerin bir araya gelmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bir araya gelinip alternatif asgari bir programda -buna radikal demokrasi programı da diyebiliriz- bir araya gelinirse sol demokratlar kısa sürede güçlenir. Türkiye kendine demokrat kendine Müslüman AKP iktidarından ancak böyle kurtarılır. Kürt sorununu gerçek anlamda çözüm yoluna sokacak olan da budur.

AKP bugün eski iktidar güçlerinin programını kendi programı haline getirmiştir. Kürt sorunu başta olmak üzere temel konularda AKP klasik devletten ayrı düşünmüyor. Eski iktidar bloklarının siyasi etikleri en aza indirilmiştir. Ancak AKP bunu devlet zihniyetini kendi müktesebatı yaparak elde etmiştir.  Ucuz zafer kazanmasının bir nedeni de mutasyona uğrayarak eski iktidarı yeni biçimde sürdüren güç haline gelmiştir. Şu anda AKP hükümeti 1930’lu yılların CHP’si gibi tek partili bir iktidardır. Diğer partiler bu gerçeği örtmek için var olan özel savaş partileri durumundadır.   Kürt demokratik hareketi, sosyalistler ve tüm radikal demokratlar bu gerçeği görerek kongre hareketini her gün daha da güçlendirmelidirler. Eğer sorumlu ve ciddi olunacaksa bu hareketi titizlikle geliştirmeleri gerekir. Bunu başaramazlarsa 12 Eylül tarafından yenilerek iradesi kırılmış ve hiçbir şey yapamayan güçler haline gelmiş olarak tarihe geçerler. 

Bazı sol güçlerin ayrı ayrı örgütler olarak güçlenelim sonra birleşiriz yaklaşımı tamamen yanlıştır. Bu yaklaşım aslında solun Kürtlerle buluşmasını engellemek isteyen devletin oyununu bozmamak olur. Doğru olan, ortak hareket ederek güçlenmektir. Tek tek sol ve demokrasi güçlerinin artık Türkiye’de güçlenme şansları yoktur. Aksine güçsüzlüğe mahkum olmaktan kurtulamazlar.  Biz Kongre Hareketini selamlıyoruz. Türkiye’nin kurtuluşu bu hareketedir. Bu açıdan Ertuğrul Kürkçü’nün tekçilik toprağa gömülmüştür sözü anlamlıdır. Tek tek örgütlerin geleceği de güçlenmesi de kongre çatısı altında demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yükseltilmesinden geçmektedir. Eğer Türkiye radikal demokratların etkisiyle gerçek demokratik bir ülke haline gelirse o zaman toplumun ihtiyaçlarına cevap veren siyasi güçlerin kısa sürede gelişmesi imkanı doğar. Böylece kendi öngördükleri ideolojik ve siyasi sistemin etkisinde bir siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürle düzen kurma çabaları anlamlı hale gelir. 

Kongre Hareketi gerçekleşirken Kürt hareketini parçalamak için çaba gösteren Kemal Burkay için de bir şeyler söylemek istiyoruz. Kendisi ne kadar itiraz etse de AKP’nin, daha doğrusu devletin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kullanılmak için Türkiye’ye çağrıldığı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. On binlerce şehidi olan gerillalar ve yürüttükleri kahramanca mücadele hakkında devletin istediği biçimde kuşku uyandırmak için konuşmalar yapması; yine 13 yıldır zindanda en ağır koşullarda yaşayan Kürt Önderine özel savaş ağzıyla saldırması yüklendiği misyonu göstermektedir. 

Kürt Halk Önderinin daha ilk yıllardan itibaren örgüt içindeki tüm toplantı ve eğitimlerde ifade ettiği Pilot Necati konusundaki kuşku ve değerlendirmelerini PKK gibi bir hareketi devlet ve istihbarat örgütleriyle ilişkilendirme biçiminde kullanması siyasi ahlaktan yoksun oluğunu ortaya koymuştur. On yıllardır sürdürdüğü Apo ve PKK düşmanlığını Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin en kritik döneminde Kürt siyasi hareketine karşı siyasal soykırım sürdüren AKP ile birlikte yapması gerçekten de ibret vericidir. Binlerce siyasetçinin tutuklandığı bir yerde AKP hükümetinin elinde oyuncak olmak ancak psikolojik bir vaka olmakla izah edilebilir. Herhalde Kemal Burkay da Tayyip Erdoğan’ın artık inkar ve asimilasyon bitti sözüne inanmakta ve bu nedenle AKP’nin bu demagoji ve aldatma politikasına itiraz eden Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırmaktadır.

Eğer Kemal Burkay Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen bu özel savaşın bir parçası olmaktan kendini kurtaramazsa bundan sonra kendisi hakkında daha çok fazla şeyler yazacağımız anlaşılmaktadır. 

MUSTAFA KARASU

ETA'dan Geri Dönüşümsüz ve Nihai Ateşkes!


Bask ülkesinde BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın da katıldığı büyük barış konferansı devam ederken, ETA örgütünün mevcut kalıcı ateşkesi "geri dönüşümsüz ve nihai ateşkese" dönüştürme kararı aldığı bildirildi. Bu kararın hafta içinde açıklanması bekleniyor.

Bask ülkesinin Sen Sebastian (Donostia) kentindeki konferansa Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile Sinn Fein lideri Gerry Adams, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in Kuzey İrlanda barış süreci müzakerelerinde kilit rol oynayan danışmanı Jonathan Powell, eski İrlanda Başbakanı Bertie Ahern, eski Fransa İç ve Savunma bakanı Piere Joxe ve eski Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland gibi uluslararsı şahsiyetler yanı sıra, Bask siyasi ve sivil toplum örgütleri ile İspanya Sosyalist Parti yetkilileri katılıyor.

Aiete Kültür Parkı’ndaki Derechos Humanos binasında saat 13.00’da katılımcıların gelmesiyle başlayan konferans, saat 14.00’dan itibaren kapalı kapılar ardında devam ediyor.

Konferansta tüm gözler Bask ülkesinin bağımsızlığı için mücadele veren, 1 Ocak 2011’den itibaren kalıcı ateşkes ilan eden ETA örgütüne çevrilmiş durumda. Bask ülkesinin temel siyasi partisi olan PNV’den bir yetkili ETA’nın bu ateşkesinin “geri dönüşümsüz ve nihai” bir karara dönüştüğünü belirterek, bu kararın hafta içinde açıklanacağını söyledi.

AFP’ye konuşan yetkili, “Nihai karar alındı ve bu konferans sonuç kararına yol açan bir mizansendir” derken, bununla birlikte ETA’nın kendisini feshetmeyeceğini söyledi.

Bask ülkesinde son bir yıldır silahlı mücadelenin sona erdirilerek, bağımsızlık mücadelesinin barışçıl yollardan devam ettirilmesine dönük stratejik değişiklik tartışmaları yaşanıyor. Bunun için konferans birçok kesim tarafından, bir dönemin sona erdirilerek, yeni bir sürecin başlaması olarak ele alınıyor.

YENİ STRATEJİNİN SİYASİ KAZANIMLARI

ETA, 40 yıllık mücadelenin ardından 10 Ocak günü “kalıcı” ve “uluslar arası toplumun denetimine açık” ateşkes ilan etmişti. Ancak sosyalist Jose Luis Rodrigez Zapatero hükümeti bu teklifi reddederek, örgütün silahı tamamen bırakmasını istemişti. Ateşkes ilanının ardından Fransa ve İspanya’da koordineli olarak düzenlenen operasyonlarda çok sayıda Basklı, ETA üyesi oldukları gerekçesiyle gözaltına alınmıştı.

ETA’nın yeni stratejisi Mayıs ayındaki seçimlere de güçlü bir şekilde yansımıştı. İspanya genelinde yapılan yerel yönetim seçimlerinde iktidardaki Sosyalist Parti ağır yenilgi alırken Bask’ta ETA’nın desteklediği Bildu koalisyonu Bask ve Navarra bölgesinde 1110’dan fazla belediyeyi kazanarak, Bask bölgesinde ikinci büyük parti olmuştu. Bildu’nun ilk kez katıldığı seçimlerdeki büyük başarısı ETA’nın silahlı mücadeleye son vermesiyle gündeme gelen değişim sürecinin Basklı seçmenlerde olumlu tepki alması olarak yorumlanmıştı.

Bildu koalisyonu ETA’nın stratejik bir parçası olduğu gerekçesiyle Yüksek Mahkeme tarafından yasaklanmıştı. Ancak bağlantısı olduğuna dair delil olmadığı kanaatine varan Anayasa Mahkemesi Bildu’nun seçimlere katılmasına izin vermişti.

Altan Tan Mahkemeye Zorla Götürülecek

Hakkında farklı tarihlerde yapmış olduğu 3 farklı konuşma nedeniyle dava açılan ve 23 yıl 6 hapsi istenen Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın mahkemeye “polis zoru” ile getirilmesine karar verildi.

BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan hakkında farklı tarihlerde yapmış olduğu konuşmalar nedeniyle açılan ve 23 yıl 6 ay hapsi cezası istenen davanın duruşması Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Tutuksuz yargılanan Tan ile avukatının katılmadığı duruşmada mahkeme heyeti, sanığa tebligat yapıldığı, ancak yapılan yoklamada hazır olmadığını belirtti. Bunun üzerine iddia makamı, tebligat yapılan Tan’ın duruşmaya katılmaması nedeniyle 14 Aralık tarihinde görülecek duruşmaya zorla getirilmesini talep etti.

İddia makamının talebini kabul eden mahkeme heyeti, Tan’ın bir sonraki duruşmaya “polis zoru” ile getirilmesine karar verdi.

BDP’li Milletvekili Tan hakkında hazırlanan iddianamede; “Örgüt propagandasını yapmak”, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu muhalefet etmek” ve ”Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” iddiaları ile toplamda 23 yıl 6 aya kadar hapis cezası isteniyor.

Ahmet Altan'a Zorunlu Bir Yanıt

Geçen hafta Taraf gazetesinde Sayın Ahmet Altan’ın iş cinayetleri konulu bir yazısı yayınlandı.

Yazı objektif olmaktan uzak olduğu gibi, BDP’yi ve Kürt basınını suçlayıcı bir dilde kaleme alınmıştı.

Ahmet Altan belli ki ne işçi sınıfı mücadelesi hakkında, ne de Kürt hareketinin emek yaklaşımları konusunda bilgi sahibi değil.

Sayın Altan’ın iş cinayetlerine yönelik duyarlılığı olumlu olmakla birlikte, Kürt kurumlarını “aynı fotoğrafın siyahıyla beyazı” deyip ırkçılıkla suçlamasının etik olmadığı gibi iyi niyetle bağdaşmadığı kanısındayım.

Kuşkusuz Kürt hareketini bir aydın tutarlılığı ile eleştirmesinde sakınca görmüyorum.

Ama asıl sorun Ahmet Altan’ın sanki BDP’nin ve Kürt basınının, Kürtlerden başka diğer halklardan emekçilerin sorunlarına eğilmedikleri ve herhangi bir duyarlılık dayanışma göstermediklerini söylemesidir.

Sayın Altan’ın makalesinden Kürt hareketini iyi tanımadığını ve Kürt kurumlarına bu nedenle kötü niyetli yaklaştığını söylemek mümkündür.

Zira Ahmet Altan’ın görmediği ya da görmezden geldiği şey şudur: Devletin tüm dışlama ve ötekileştirme politikalarına rağmen, Kürt siyasal hareketi, Türk halkı ve emekçileriyle birlikte omuz omuza bir mücadeleyi önüne koymuş ve bu tutumunu hiç değiştirmemiştir.

12 Haziran seçimlerinde BDP’nin Türkiye’nin ezilen, dışlanan kesimleriyle birlikte, “Özgürlük ve Demokrasi Bloku”nu oluşturması ve bloğun önemli bir başarı sağlayarak Meclis’te grup kurması, Türkiye emekçi sınıfları açısından bir umut yaratmıştır.

Kuşkusuz şimdilerde “Kongre Hareketine” dönüşen bu birlik sıradan bir ittifak değildir. Aksine stratejiktir ve tüm işçilerin, işsizlerin, ekoloji hareketlerinin, kadınların, gençlerin, dini azınlıkların, halkların ortak örgütlülüğünü ifade etmektedir.

Ayrıca Sayın Altan’ın Kürt kurumlarının, kendi halkının acılarını paylaşmalarını bile sanki ırkçılıkmış gibi göstermesi de tam bir talihsizliktir. Oysa Kürtler otuz yıldır süren savaş boyunca, devlet tarafından ekonomik, ekolojik siyasal, kültürel soykırıma tabi tutuldular. 4 milyon Kürt doğup yaşadıkları topraklarından kovuldu. Sermaye bu otuz yılda güvencesizlik, kayıtdışılık yani ucuz işgücü üzerinden zenginliğine zenginlik kattı. Kentlere yığılan Kürtler, büyük ‘işsiz kıtaları’ oluşturdu ve en güvencesiz, en riskli işleri yapmak zorunda bırakıldılar.

Sayın Altan; işte bahsettiğiniz ölümlü iş kazalarının önemli bir kısmına bu çaresiz, her türlü sömürüye açık, güvencesiz Kürt emekçilerinin maruz kaldığını biliyor musunuz?

Elbette BDP ve Kürt basını, Kürtlerin yaşadıkları bu trajediye sessiz kalmıyor, yaşananlara tepki gösteriyor. Ne var ki Kürt kurumları sadece Kürtlerin mağduriyetini değil, tüm mazlum ve mağdurların sesi olmaya gayret gösteriyorlar.

Ancak Sayın Altan, siz Kürt kurumlarını ırkçılıkla suçlarken, acaba ülkenin muhtelif yerlerinde, sırf Kürt oldukları için iş verilmeyen, linçlere maruz kalan Kürtler için Allah aşkına çıkıp bir söz ettiniz mi? Ya da siz veya gazeteniz, acaba Türkiye emekçilerinin 18. yüzyıl koşullarında çalıştırılmalarına ve eğitim, sağlık, sosyal güvenlik sisteminin piyasalaştırılmasına karşı bir tutum aldınız mı? Örneğin: 47. insanın öldüğü silikozis hastası kot taşlama işçileri ile ilgili hiç dayanışma gösterdiniz mi? Ya da tersanelerde, madenlerde ölüme atılan onlarca işçi için kılınız kıpırdadı mı?

Sayın Altan peşinen söyleyelim; vahşi kapitalizmin ezdiği kitleler ne sizin, ne de gazetenizin umurunda. Kaldı ki kırk yılda bir, emekçilerin yaşam koşullarının aklınıza gelmesi duyarlılığınızı ifade etmez. Ancak ırkçılıkla suçladığınız Kürt basını ve BDP, tüm halkların acılarını, kendi acısı olarak gördüğü, bu nedenle tüm ezilen dışlananların yanında yer aldığını bilmenizi isterim. Kürt siyasal hareketi nerede bir grev, bir direniş varsa gücü oranında dayanışma sağlamıştır. Son olarak; BDP’nin emek sorunları hakkında Meclis’e verdiği soru önergelerini, Meclis araştırmalarını araştırdığınızda, asıl ırkçılığın kendi kafanızda olduğunu göreceksiniz.


Murat Işık / Özgür Gündem

Hizbullahçılar Serbest Bırakıldı

1990'lı yıllarda Kürt coğrafyasında yurtsever, demokrat, Kürt-İslamcılara karşı vahşi yöntemler kullanarak cinayetler işleyen Hizbul-Kontra'nın önde gelen isimlerinden Hacı İnan tahliye edildi.

Hizbullah davasında aralarında Hacı İnan'ın da bulunduğu 6 kişi tahliye edildi. İstanbul'daki Hizbullah operasyonu davasının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmasında, Hacı İnan ile örgütün Türkiye sorumlusu olduğu iddia edilen Mehmet Bahattin Temel'in de aralarında bulunduğu tutuklu 6 sanık tahliye edildi.

Hacı İnan tutukluluk süresini belirleyen Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle 4 Ocak 2011 tarihinde tahliye edilmişti. Ancak daha sonra yeniden tutuklanmasına karar verilmişti.

Suriye Televizyonu: ''Suriye'ye Silahlar Türkiye Üzeri Giriyor''

Suriye Televizyonu’na göre Ömer Hammudi Nisr ve Necip Zeki Hac Necip isimli iki kişinin “askeri ve sivilleri” vuran, pusular kuran “terör grupları” oluşturduklarını itraf etti. Sözkonusu kişiler, silahların Türkiye ve Lübnan’dan getirildiğini iddia etti.

Suriye Televizyonu’nun dün akşam yayınladığı belirtilen itiraflar resmi haber ajansı Sana’da bugün yer aldı. “Terörist” olarak sunulan sözkonusu kişilerin resimleri de yayınlanırken, “itiraflar” arasında, sivillere ve askerlere yönelik çok sayıda eylem de yer alıyor.

Tarık Nisr isimli bir kişiye ait çiftlikte, amcasının oğlunun kendisine silahlı bir grup kuracaklarını ve güvenlik güçleri ile askerleri öldüreceklerini söylediğini belirten Ömer Hammudi Nisr, sözkonusu çiftliğin Han Şeyhun kentinin kuzeyinde olduğunu ifade ediyor.

Nisr, “Çiftlikte Safvan Kemal Nisr, Muhammet İyd İbrahim Nisr, Masab Muhammet Nisr, Halef Barud, Semir Mevvas ve İbrahim Maarrati ile karşılaştım. Hepsinde kalaşnikof silah vardı. Bana da bir pompalı tüfek verdiler” diyerek, silahların kendilerine Lübnan ve Türkiye’den getirtildiğini iddia ediyor.

Necip Zeki Hac Necip ise düzenledikleri saldırıların ardından Hurbatulcavz’a, oradan da Türkiye’deki kamplara yöneldiklerini söylüyor. Necip, sınırdaki Türklerin, insanların geçişi ve kamplara araçlarla taşınması işini üstlenmiş olduğunu belirtiyor.

Demokratik Halk İnisiyatifi: Direniş Dalgasını Yükselteceğiz

 
Demokratik Halk İnisiyatifi yaptığı yazılı açıklamada, AKP iktidarının Kürt halkına yönelik topyekun savaş açtığını belirterek, ‘’AKP’nin politikaları halkımızın kararlı duruşu ile boşa çıkartılacaktır. Direniş dalgası yükseltilecektir’’ dedi.

Demokratik Halk İnisiyatifi’nin açıklaması şöyle:

''Uzun süreden beridir Önderliğimize karşı geliştirilen ağırlaştırılmış tecrit koşulları, medya savunma alanlarına dönük hava saldırıları ve gerillaya karşı imha operasyonları artarak devam ediyor. Legal alanda siyasi soykırımı aşan düzeyde işkence, gözaltı, tutuklama ve katletmeler sürdürülüyor.

Hareketimize ve halkımıza karşı geçmişte denen ve sonuç alınamayan tüm yöntem ve uygulamalar AKP tarafından toptan devreye konulmuş durumda.

AKP’nin ısrarla ve büyük bir cüretle sürdürdüğü bu siyasal soykırım ve ağırlaştırılmış tecrite karşı Önderliğin büyük direnişi, gerillanın gösterdiği kahramanlık ve halkımızın Botan, Amed, Serhat başta olmak üzere tüm metropollerde sergilediği görkemli direniş ve gösteriler sürdürülmektedir.

Dün olduğu gibi bugünde tüm bu sömürgeci gerici saldırılar karşısında bir tek adım geri atılmayacak her dem serihıldan ruhu ile direniş dalgası yükseltilecektir. AKP’nin oyuları halkımızın kararlı duruşu ile boşa çıkarılacaktır. Halkımız bu konuda uyanık olmalı. AKP, Kürt halk Önderine karşı geliştirdiği tecrite yeni bir kılıf bulma arayışında. Bunun için kendi yandaşı basını devreye koymuş bulunmaktadır. Son günlerde ortaya atılan “görüş cezası” söylemi bunun en açık örneklerinden biridir. Yine nerede ise her gün yüzlercesi gözaltına alınarak tutuklanan Kürt siyasetçiler hakkında birçok yalan yanlış haber yayınlanmakta bu yolla kendi saldırı ve siyasal soykırımlarına gerekçeler yaratarak meşruluk kazandırmaya çalışmaktalar.

Halkımız çok iyi bilmelidir ki AKP Kürt halkına karşı topyekun bir savaş açmış, bu savaşın başarısı için hiçbir çirkin, kanlı ve sinsi saldırı, karalama ve uygulamadan çekinmemektedir. Çünkü bu topyekun saldırılara karşı halkımız direnişini sürdürerek yılmadığını yılmayacağını her alanda göstermektedir. Kadını, genci, yaşlısı ve çocuğu ile serihıldan dalgasını yükselterek kendisine hayat hakkı tanımayanlara dünyayı dar etmektedir.

AKP iktidarı çok iyi bilmelidir ki, Kürt halkı tüm saldırı, karalama ve oyunları boşa çıkaracaktır. Bunun için hayatın her alnında ve yaşamın olduğu her mekanda direniş dalgasını yükselterek her dem serihıldan ruhu ile alanlara çıkacaktır. Bu halkı tanımayan, yok sayan, dilini yasaklayan zihniyete karşı bu halk kendi sistemini kurarak devletin meşruiyetini tanımayacaktır. Halkımız kendi temel değerlerine karşı başlatılan saldırı ve özgür yaşamı yaratma mücadelesini kanla bastırmak isteyen AKP ve zihniyetini etkisiz kılarak kendi sistemini kuracaktır.

Bunun için halkımız her alanda kendi değerlerine, kurumlarına ve evlatlarına sahip çıkmalı, sömürgeci kurum ve kuruluşlarını işlevsiz kılmanın araç ve yöntemlerini hayata geçirmeli. Bunun için kendine öncüyüm, aydınım, yurtseverim, yöneticiyim diyen herkes ve kesim bilinçlendirme ve örgütlenerek harekete geçme mücadelesine hız kazandırmalı.

Önderlik üzerinde geliştirilen ağırlaştırılmış tecrit uygulamasına kılıf uyduran AKP’nin yalanlarına, karalama kampanyalarına karşı halkımızı duyarlı olmaya ve başta basın olmak üzere bu kampanyayı yürüten tüm kesim ve bireylere karşı tavır almaya, daha görkemli direniş ve gösteriler ile Önderlik üzerinde geliştirilen ağır tecrit koşullarına karşı çıkmaya; siyasal soykırım uygulamalarına karşı tavır almaya çağırıyoruz.

Saldırıların kapsamı ve düzeyi, mekanı ve süresi ne kadar yaygın ve sürekli olursa olsun halkımız AKP devletinin yalanlarına kanmayacak, hilelerini ve halkımızı aldatma girişimlerini boşa çıkaracak, saldırıları karşısında geri adım atmayacaktır.''

Karayılan: ''Beni Tutuklamak Kolay Değil''

Gülistan Tara-ANF
 
 
Son günlerde Türk basınında en fazla tartışılan isimlerden biri olan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, İran devleti tarafından tutuklandığına yönelik haberlerin asılsız olduğunu belirterek, “Böyle bir şey yoktur. Her şeyden önce ben kendi üs alanlarımdayım ve hiçbir yere gitmiş değilim. Bir de halkımızın bilmesi gerekir ki bizi herhangi bir gücün tutuklaması öyle kolay değildir” dedi. Karayılan, siyasette AKP’nin boşluk ve başarısızlık içinde olduğunu belirtirken, Suriye, İran ve Türkiye arasındaki anti-Kürt ittifakının parçalandığını söyleyerek, “İşte ‘kuyruk acısı’ budur ve bundan korkmaktadırlar” ifadelerini kullandı.

Dengê Mezopotamya Radyosu’na konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, kendisine ilişkin yapılan tartışmaları ve bu haberlerin altında yatan nedenleri, PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan tecridi, askeri ve siyasi operasyonları, Kongre Hareketi’ni değerlendirdi.

PSİKOLOJİK SAVAŞ

Karayılan İran tarafından tutuklanıp bırakıldığına ilişkin haberlere cevap vererek, “Önderliğimiz, gerillamız, halkımız ve Kürt siyaseti üzerinde saldırılar devreye konulmuştur. Bunun yanında bir psikolojik savaş da yürütülmekte ve yandaş Türk basını psikolojik savaş yürütme temelinde masaüstü haberler yapmaktadır” dedi.

Karayılan şöyle devam etti: “Kürdistan özgürlük mücadelesi bugün çok önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Sömürgeci güçler hareketimizin bu güçlü duruşu karşısında bir telaş içerisine girmişlerdir. Kürt özgürlük hareketinin geriletilmesi için yüksek teknolojiye dayalı saldırılar geliştiriyor; bütün mücadele alanlarına dönük geniş çaplı saldırıların geliştirilmesi için de her türlü çaba içerisine giriyor; diplomasi, siyaset, ekonomi ve askeri alanda tüm gücünü devreye koyuyor. Bunun yanında bir de geniş-kapsamlı psikolojik bir savaş yürütmektedirler. Psikolojik savaş esasta yalanlar üzerine kurulu savaş anlamına gelmektedir. Kendisini sürekli güçlü gösterme, karşısındakinin de moralini bozma, bu temelde var olanı yok sayma, olmayanı da olmuş gibi yayma anlamına geliyor. Psikolojik savaşın özü budur ve Türk devleti de bize yönelik kapsamlı bir psikolojik savaş yürütmektedir. Bunun yanında Önderliğimiz, gerillamız, halkımız ve Kürt siyaseti üzerindeki saldırılarını da güçlü bir biçimde devreye koymuştur. Aynı zamanda halkımızın moralini bozma, çelişki yaratma temelinde Türk medyasında da özel ve psikolojik bir savaş yürütülmektedir. Özellikle yandaş medya bu tür masaüstü haberleri çok daha fazla yapmaktadır.”

TÜRKİYE, SURİYE VE İRAN ARASINDAKİ İTTİFAK PARÇALANDI

Karayılan, yayılan bu haberlerin altındaki nedenleri genişçe değerlendirdiği röportajda Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ardından Türkiye, İran ve Suriye arasındaki ittifakların parçalandığını dile getirdi.

“Böyle bir şey olmamasına rağmen bu haberlerin yayılmasının altındaki nedenler nedir?” diye soran Karayılan şöyle konuştu: “Şimdiye kadar Türk devleti hem bölgesel güçlerden istifade ediyor hem de uluslararası güçlerden istifade ederek, bize karşı bir savaş yürütüyordu. Türkiye, İran ve Suriye arasındaki ittifak temelinde Kürtlere karşı bir savaş vardı. Aynı zamanda AKP devleti NATO ve Amerika ile de bir ittifak geliştirmişti. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler Türk, İran ve Suriye devletleri arasındaki ittifakı parçaladı. Bölgede yaşanan yeni gelişmeler onlar arasında bir çelişki yarattı. Özellikle AKP hükümetinin Suriye’ye karşı olan tavrının netleşmesi; yine Türkiye’nin füze kalkanı projesini, denetiminde bulunan Kürdistan’a yerleştirmeyi kabul etmesi ardından Türk devletinin bu güçler açısından gerçeğini açığa çıkarmıştır. Bu da Türkiye ve Suriye devletleri arasında bir çelişki yarattı, yine Türkiye ve İran devleti arasında çelişki çıkmasına neden oldu. Bize dönük planlanan ittifak da bu temelde boşa çıktı. Bundan bir buçuk ay önceye kadar da bu devletler bize karşı ortak bir saldırı içerisindeydiler. Ama şimdi bu güçler arasında çelişki var ve ittifakları boşa çıktı. Nasıl ki Türk devleti İran ve Suriye devletlerinden istifade ederek, bize karşı savaş yürütüyorduysa şimdi de sanki biz onlardan yana olmuşuz gibi bir propaganda yaymak istemektedirler. Ama daha düne kadar Suriye devleti onlarca arkadaşımızı Türkiye’ye teslim etmişti. Şimdi de o arkadaşlarımız ağır cezalar almış, zindanda yatmaktadırlar.”

İRAN VE PJAK ATEŞKESİ ARDINDAN TÜRKİYE’NİN KUYRUK ACISI

İran’da tutuklanıp, bir ittifak temelinde bırakıldığı yönündeki haberleri yalanlayan Karayılan, “Türk devleti Kürt halkının haklı davasını sürekli dış mihraklara dayanmakla suçlamıştır. Şimdi de öyle bir yalan teori oluşturmak için bu biçimde uydurma haberler yapıyorlar” diye belirtti.

Karayılan, PKK hareketi olarak Ortadoğu’da kendi öz güçlerine dayanarak mücadele eden bir hareket olduklarını dile getirerek Türk devletinin PJAK ve İran devleti arasında gerçekleştirilen ateşkesten rahatsız olduğuna da dikkat çekerek, şunları vurguladı:

“Bundan bir buçuk ay önce de İran ile PJAK arasında bir çatışma ve savaş yürütüldü. Bu bizi de direk etkileyen bir durumdu. Türk devletinin rahatsız olduğu şey Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı yaptıkları ittifakın parçalanmasıdır. İşte ‘kuyruk acısı’ budur ve bundan korkmaktadırlar. Şimdi de bizi bu konuda suçlayarak, bir kamuoyu oluşturmak istemektedirler. Sözde ‘ben İran’da tutuklanmışım, daha sonra da biz birbirimizle ittifak yapmışız’; böyle bir şey yaymak istiyorlar. Bu haberin hiçbir temeli yoktur. Biz PKK hareketi olarak Ortadoğu’da kendi öz gücümüze dayanarak mücadele yürüten bir hareketiz. Biz, bölge halklarının çıkarını ve halkların kardeşliğini savunan bir hareketiz. Bölge halklarının kendi aralarındaki sorunlarını dış güçleri karıştırmadan kendi içinde çözmeleri gerektiğini düşünmekteyiz. Biz, bölge halkları olarak kendi sorunlarımızı kendi içimizde çözebiliriz. Bu görüşümüz geçmişte de böyleydi, şimdi de böyledir. Biz bağımsız bir hareketiz. Bizim arkamızda halkımız ve dağlarımız vardır; yolumuz doğru bir yol, davamız haklı bir davadır. Bizim gücümüz buradan geliyor. Türk devleti bu gerçeği saklamak için sürekli ‘arkalarında birileri var’ diyerek, bizi dışarıyla izah etmektedir. Ama bu çaba boş bir çabadır. Neden? Bütün herkes de bilmektedir ki biz bir süre önceye kadar da bu güçlerle bir çelişki ve çatışma içerisindeydik. Belki bugün yeni koşullar doğmuştur ve bu güçlerle aramızda çatışma yaşanmaz. Bu mümkündür, olabilir bu. Türk devleti bundan rahatsız olmaktadır. Şimdi İran ve PJAK arasında bir ateşkes durumu söz konusudur. Her iki taraf da bu ateşkesi uygulamaktadır. Ama ne var ki Türk devleti bunun karşısında çok rahatsız olmaktadır. Ateşkes olduğu için ‘PJAK teslim olmuş’ demektedir. Hayır, PJAK teslim olmamıştır. PJAK Kandil’de büyük bir direniş sergilemiştir. Özellikle kahraman bir komutan olan Simko Serhildan arkadaşın öncülüğünde gerçekleştirilen direniş temelinde PJAK kendini ispatlamıştır.

İRAN KANDİL’E GİRMENİN KOLAY OLMADIĞINI GÖRDÜ

İran İslam Cumhuriyeti Kürt sorununun ağır bir sorun olduğunu, yine Kandil’e girmenin öyle kolay olmadığını gördü ve Türk devletinin durumunu göz önüne aldı. Çünkü Türkiye’nin Suriye’ye karşı tavrı, füze kalkanı projesine karşı sergilediği tutum bu son iki ayda netleşti. Onun için İran bir yandan PJAK’ın direnişini, diğer yandan Türkiye’nin durumunu göz önüne alarak, ateşkesi kendi çıkarları açısından doğru gördü. Bu doğru bir yaklaşımdı. Biz de bundan memnunuz. İran ve PJAK arasında yapılan ateşkes ve her iki tarafın da bu ateşkese uyması doğrudur. Bu belki ileride Doğu’da Kürt sorununun çözümünde kalıcı bir sürece de dönüşebilir, böyle bir şans da vardır. Ama Türk devleti bu durumdan çok fazlasıyla rahatsızlık duymaktadır. Çünkü Türk devleti herkesin Kürtlere karşı düşman olmasını ve saldırmasını istemektedir.

PJAK’IN GÜÇLERİ YERİNDE DURUYOR

İşte ‘PJAK güçlerini İran içlerinden çekmiş’ demektedirler. Halbuki PJAK, güçlerini herhangi bir yere çekmemiştir. PJAK güçleri yerindedir. Önümüzdeki süreçlerde nasıl olacağına dair bir tartışma konusu olarak gündemdedir. Durumlar da o zaman netleşecektir. Sınırda bazı düzeltmeler oldu. Bundan dolayı Casusan Tepesi’ni çok gündemleştiriyorlar. Halbuki biz bu konuda bir açıklama da yaptık. Yani Casusan Tepesi zaten daha önce de İran sınırları dahilinde olan bir tepeydi. Bir karargah değil, sadece sınırdaki bir tepedir. Sınır düzeltmesi çerçevesinde o tepe boşaltıldı. Bütün mesele budur. Türk devleti bunu tersine çevirerek yaymaktadır. Bunu yapanlar kendilerine de bir pay çıkarmaya çalışıyorlar. Sanki ‘işte PJAK teslim oldu, PKK de olabilir havasını yaratmak istiyorlar. Bu, tamamen kendi kendini kandırma ve kamuoyunu da bu yalan haberlerle aldatmaktır.”

KENDİ ÜS ALANLARIMDAN HİÇBİR YERE GİTMİŞ DEĞİLİM

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Karayılan, Kürt siyasetinin doğruluğunun bazı önemli sonuçlar açığa çıkardığını dile getirerek, kendi üs alanında bulunduğunu, kimsenin ne kendisini ne de onun gibi arkadaşlarını kolay kolay yakalayamayacağını belirterek, böyle bir girişimin büyük bir savaş doğuracağına önemle dikkat çekti.

Karayılan şöyle konuştu: “AKP hükümeti, Kürt Özgürlük Hareketinin siyasetinin başarısından oldukça rahatsızdır. Bugün eğer bu sonuç ortaya çıkmışsa bunun nedenleri vardır: Birincisi, bölgede yaşanan gelişmeler ve AKP hükümetinin netleşmesi durumudur. İkincisi PJAK’ın direnişi, üçüncüsü de yürütülen doğru siyasetin bu sonuçları doğurma gerçeğidir. Dolayısıyla bu sonuç Türk devletinin özgürlük hareketine karşı hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde geliştirdiği konsepti tamamen delmiş bulunuyor. Artık onların planları hedefledikleri gibi asla başarı elde edemez. Şimdi de NATO ve ABD’nin desteğiyle yaptıkları hava saldırılarıyla sonuç almak istiyorlar. Ama bununla da sonuç almaları mümkün değildir. Kalkıp Güney Kürdistan Yerel Hükümeti’ne gözdağı verme ve Irak Federe Devleti’ni de tehdit ederek hiç sonuç elde edemezler. Yani siyasette AKP devleti bir boşluk ve başarısızlık içerisindedir. Bundan daralmakta ve hareketimizi suçlamaktadır. AKP hükümeti boşluğa düşen siyasetlerinin gerçeğini örtmek, bunu Türkiye kamuoyundan gizlemek için bizi, hareketimizi, hatta İran’ı bile suçlamakta ve bu tür yalanları yaymaktadır. Özellikle bu tür haberlerin yandaş diye bilinen medya organları tarafından ortaya atılması da bu nedenledir.

İRAN YENİDEN AKP KONSEPTİNE DAHİL OLMAYACAK


Kürdistan özgürlük mücadelesi, bir kez daha pratikte onların konseptini etkisiz bırakmakta ve başarılı bir duruş ile politikayı sergilemiş bulunmaktadır. Artık bu konseptin ayaklarından birinin olmayacağı açıktır. Bu saatten sonra İran’ın yeniden böyle bir konsepte dahil olma durumu söz konusu olmayacaktır. Bu da çok önemlidir. Çünkü AKP, hareketimize karşı imhayı planlarken, en çok bu ayağa dayanmaktaydılar. Bundan dolayı bir sürü yalan haber yaymakta ve Türkiye kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Haftalardır İran’ın beni tutukladığı haberini yayarak, ittifak yapıldığını söylüyorlar. Böyle bir şey yoktur. Her şeyden önce ben kendi üs alanlarımdayım ve hiçbir yere gitmiş değilim. Bir de halkımızın bilmesi gerekir ki bizi herhangi bir gücün tutuklaması öyle kolay değildir. Türk devleti bizi yıllardır tutuklamak istiyor. O kadar özel operasyon ve savaş yürütüldü. Bizim de bir gücümüz var elbette. Herkes bilmeli ki biz artık kendimizi koruyabilecek güçteyiz. Sadece kendimizi değil, değerlerimizi ve kazanımlarımızı da koruyabilecek düzeydeyiz.

AHMET ALTAN’A YAZDIĞIM MEKTUP ÖNEMLİ BİR BELGEDİR

Ahmet Altan’a yazdığı mektubun Türk medyasında yoğun bir biçimde tartışılmasına ilişkin de değerlendirme yapan Karayılan, tartışmaları olumlu gördüğünü, mektubun önemli bir belge olduğunu belirtirken, psikolojik savaş yalanları ile AKP’nin ikiyüzlü politikalarına yönelik cevap içerikli bir mektup olduğunu ifade etti. Karayılan şöyle konuştu:

“Türk basınının Kürt halkının özgürlük mücadelesine yönelik gerçekleri çarpıtma ve karalama saldırılarının olduğu bir gerçektir. Bu açıdan hareketimize karşı bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Samimi olan ve sorunun çözümünü isteyen kimi yazar-çizeri dışında tutarsak genelde Türk basınının bu psikolojik saldırılara katıldığı görülmektedir. Ben de bütün bunlara cevap olması açısından bir mektup yazdım. Özellikle de Taraf gazetesinin farklı bir yerde durduğunu iddia etmesine rağmen, o da daha farklı bir üslupla aynı derekeye düşen ve sonuçta devleti destekleyen bir pozisyona düşme durumu vardı. Ben bu konulara ilişkin görüşlerimi ve eleştirilerimi dile getirdim. Bu çerçevede yazılan bir mektuptu. Sayın Ahmet Altan ve Taraf gazetesinin hiçbir kısıtlama yapmadan bu mektubu yayınlamış olmaları iyi bir şeydir. En azından gazetecilik görevlerini yerine getirip, sorunun tartışılmasını istedikleri açık görülüyor. Bu çerçevede ben bu tutumu olumlu görüyorum. Diğer yandan Türk basını da bir süredir bu konuya yönelik tartışmalar yürütüyor. Köşe yazarları da yazılar yazıyorlar. Tabii ki herkes kendi açısından yaklaşıyor ve kendine göre değerlendiriyor. Ancak ben genel olarak konunun tartışılmış olmasını olumlu görüyorum. Bu konuda Kürt basını daha geride kaldı. Gerektiği gibi tartışamadı. Nasıl gündemine alacağını bilememe ve dar bir yaklaşım içerisinde oldu. Daha çok gündemin hızla nasıl ele alınması gerektiği konusunda bir algılama ve hakimiyet sorununun olduğu belirtilebilinir.”

Ahmet Altan’a yazmış olduğu mektubu önemli bir belge olarak niteleyen Karayılan, “Mektupla ilgili yapılan tartışmalar da Kürdistan özgürlük davasının haklılığını bir kez daha ortaya koymaktadır” dedi.

GERÇEKTEN KCK SİSTEMİ KURULMUŞ OLSAYDI BU KADAR KİŞİYİ TUTUKLAYAMAZLARDI

Karayılan, Öcalan’a yönelik tecrit uygulamalarını değerlendirerek, devletin aile görüşmesine izin vermesinin, tecridi gölgelemeye dönük bir taktik olduğunu belirterek KCK operasyonu adı altındaki tutuklamalara da değindiği konuşmasında şunları dile getirdi:

“Kürt halkının özgürlük mücadelesine yönelik bir yok etme konsepti vardır. Bu konsept temelinde ise Önder Apo, gerilla ve Kürt siyaseti hedeflenmektedir. Bu temelde Önderliğimize yönelik hukuk dışı bir tecrit uygulanmaktadır. Önderliğimizin ailesiyle görüştürülmesi de tecridi gölgelemeye dönük bir taktiktir. Kendi başına olumlu bir adım sayılamaz. Tecridi kaldırmamak ve sürdürmek için bu taktiği geliştirmişlerdir. İmralı’da hala bir psikolojik işkence politikası yürütülmektedir. Önderliğimize yönelik gerçekleştirilen bu konsept genel konseptle bağlantılıdır. AKP devletinin yürüttüğü bir yok etme ve zulüm politikasıdır. Bu zulüm, İmralı şahsında bütün Kürt halkına yapılmaktadır. Halkımız sokaklarda bunu her zaman dile getirmiştir, getirmektedir. Ama bu işkence sistemi salt İmralı’da yürütülmemektedir. Aynı sistemi Kürdistan sokaklarında da uygulamak istiyorlar. Kürt siyaseti üzerinde de, yine medya savunma alanlarındaki gerilla güçlerine karşı da yürütülmek istenmektedir.”

Karayılan, “eğer gerçekten KCK sistemi kurulmuş olsaydı onlar bu kadar kişiyi tutuklayamazlardı, KCK davası adıyla tutuklananların sesleri de daha güçlü çıkardı” diyerek, şunları dile getirdi:

“KCK operasyonu adı altında gerçekleştirilen tutuklamalar Kürt halkı açısından büyük bir zulümdür. Siyasi bir soykırımdır. Kürt siyasetini bu şekilde güçsüzleştirmek, geri adım attırmak ve teslim almak istemektedirler. Bunun için ısrar edip, tutuklamalara devam etmektedirler. Buna karşı çok daha fazla direnmek gerekiyor. 2009 yılında bu tutuklama furyasının başlangıcında Kürt halkı ve siyaseti buna karşı daha fazla mücadele edebilmeliydi. Belki bir duruş sergilendi ama çok güçlü olmadı. Onun için de devam ederek, halkı sindirmek, geri adım attırmak istediler. Eğer gerçekten KCK sistemi kurulmuş olsaydı onlar bu kadar kişiyi tutuklayamazlardı. KCK davası adıyla tutuklananların sesleri de daha güçlü çıkardı. Ama böyle bir sistem henüz pratikleşmemişken binlerce insanı tutukladılar. Bu Kürt siyasetine karşı büyük bir zulümdür. Kürt siyasetçilerinin hepsini bu şekilde tutuklayarak, meydanı başkalarına açmak istiyorlar. AKP devletinin bütün gazete ve televizyonları, dünyanın neresinde bir PKK karşıtı insan varsa onu arayıp, buluyor ve konuşturuyor. Şimdi Kemal Burkay’ı da kanal kanal dolaştırarak, konuşturtmaktadırlar. Böylece işbirlikçi bir siyaset yaratarak, özgür Kürt kimliğine dayalı siyaseti tasfiye etmek istemektedirler. Şimdi AKP bu politikayı önüne koymuştur. Bu politikaları boşa çıkarma temelinde bir duruşun sergilenmesi gerekmektedir.”

ÇOCUKLARI MAYIN TARLASINA SÜRMEK BÜYÜK BİR VAHŞETTİR

Murat Karayılan, Öcalan’a yönelik tecrit ve KCK adı altındaki tutuklamalarla beraber, Kürt halkına yönelik bir zulüm politikası yürütüldüğünü ve bu zulüm politikasında özelde çocukların hedef alındığını belirterek sözlerine şöyle devam etti:

“Örneğin iki gün önce Nusaybin’de on iki yaşından daha küçük yaşta olan Kürt çocuklarını önlerine katarak, mayın tarlasına sürdüler. Jandarma, polis ve köpeklerin hepsini peşlerinden koşturarak, bunu yapmışlardır. Daha sonra da kameralar karşısında o Kürt çocuklarına işkence yaptılar. Bu vahşetten dolayı Nusaybin belediye başkanı bir açıklama yaparak Nusaybin’de Mart ayından bu yana 23 Kürt çocuğun gaz bombasıyla kafasından darbe aldığını ve bu çocukların çeşitli düzeylerde halen sağlık sorunları yaşadıklarını belirtti. Bunu resmi bir makamda görevli olan bir kişi söylemektedir ve bu çok ciddi bir durumdur. Aynı biçimde şimdi beyninden darbe almış 3 yaşındaki Y.E. komadadır. Peki, “Filistin çocuklarına sahip çıkıyorum” diyenler hani neredeler? Hedef alınan bu 23 Kürt çocuğunun kafatasında hasar oluştu ve muhtemelen çoğu artık sağlıklı bir insan olarak yaşayamayacaklardır. Bu vahşet değil midir? Büyük bir zulüm değil midir? 21. yüzyıldayız; bu çağda dünyanın neresinde böyle bir zulüm görülmüştür? Ama Türk devleti Kürdistan’da bunu Kürt halkına ve çocuklarımıza karşı uygulamaktadır. Fakat bunu kamuoyuna yansıtmamakta, basınında vermemekte, böyle bir şey olmamış gibi yaklaşarak, Türkiye’yi demokratik-model bir ülke olarak göstermeye çalışmaktadır. Bunu kabul etmek mümkün mü? Bu çerçevede yaklaştığımızda halkımızın Serhildan eylemlerinde bir fedakarlık vardır; belli bir düzey kazanmıştır. Zulme karşı sessiz kalınmadı. Ama artık bugün gelinen aşamada bu serhildan düzeyi yetmemektedir. Daha yüksek düzeyde bu saldırılara karşı cevap olması gerekmektedir. Artık AKP zulmüne karşı durmak, çocuklara yapılan bu vahşeti durdurmak, tüm Kürt siyasetçilerini toplayıp tutuklamalarına karşı çıkmak, bunların önüne geçecek ve durduracak toplumsal bir duruşa ihtiyaç vardır. Günümüzde serhildan hareketinin önündeki süreç, böyle bir süreçtir. Bu, artık temel bir görevdir; halkımız bunun üzerinde derinleşerek sonuç almayı hedeflemelidir.”

KONGRE HAREKETİ, TÜM ORTADOĞU İÇİN ÖNEMLİ BİR SEÇENEKTİR

Karayılan son olarak Türkiye’de gerçekleştirilen Kongre Hareketi’ne yönelik de bir değerlendirmede bulunarak, bu toplantı perspektifinin salt Kürt ve Türk halkının birliğini sağlayan bir perspektif olmadığını, Ortadoğu için de önemli bir seçeneği ortaya koyduğunu belirtti. Karayılan şunları ifade etti:

“Kongre Hareketi ilk kongresini gerçekleştirmektedir. Biz bu kongreyi önemli görüyoruz. Kongrenin perspektifi Demokratik Ulus Perspektifi çerçevesindedir. Demokratik Ulus Perspektifi sadece Türkiye’yi demokratikleştiren, Kürt ve Türk halkının birliğini sağlayan bir perspektif değil, aynı zamanda Ortadoğu için de önemli bir seçenektir. Bugün kapitalist modertineye karşı halkların birliği, demokrasisi ulus-devletle değil, Demokratik Ulus Perspektifiyle gerçekleşebilir. Onun için anlamı ve önemi vardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda iktidara hakim olan İttihat Terakkici ulusalcı-milliyetçi anlayış, bir yandan Kürt halkını ve Türk solunu cumhuriyetten dıştalarken, diğer yandan da muhafazakar-milliyetçi kesimleri de dıştaladı. Katı ulus-devlet anlayışıyla tekçi anlayışını asimilasyon ve katliamlarla oturtmak isteyen bu zihniyet, cumhuriyet sistemini ters ve ağır sancılarla oturttu. Genel olarak üç ayrı kanattan bahsedebileceğimiz Türkiye gerçekliğine tek kanatın hakimiyeti, giderek sorunlar yaşadı; Türkiye’yi büyük çıkmazlarla karşı karşıya getirdi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesinden de yararlanan muhafazakar-milliyetçiler, iktidara gelerek iktidarın el değiştirmesine ve ortaklaşmaya yol açtı. Bugün hala dıştalanma konumunu yaşayan Kürdistan halkı, sol hareket ve çok geniş bir çevre bulunmaktadır. Üçüncü akım diyebileceğimiz bu çevreler Cumhuriyet dıştalanan ve haksızlığa uğrayanlar kesimlerdir. İşte bu kongre, seçim öncesinde oluşan Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun genişlemesi sonucu cumhuriyetten dışlanan bütün kesimleri temsil etmek iddiasıyla yola çıkmış olmaktadır. Bunun için biz önemsiyoruz; gerçek Demokratik Türkiye ve Demokratik Özerk Kürdistan mücadelesi açısından önemlidir. Demokratik Ulus gerçeğini geliştirmek üzere özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yeni bir mücadele sürecini geliştirebilecek bir çıkış durumundadır. Demokratik özgür yaşam ile Kürt ve Türk halklarının birliği için de yeni bir adım olacaktır. Bütün bu nedenlerden dolayı Kongre Hareketi’ne katılım gösteren bütün kesimleri ve kongreyi selamlıyor, arkasında olacağımızı ifade ediyoruz.”

ANF NEWS AGENCY

Ertuğrul Kürkçü: İyimserlik, Cesaret ve İhtiyat


BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Halkların Demokrasi Kongresi’yle sonuçlanan iki günlük kongrenin ardından “İnsanlar çok iyimserdi ve cesurdu. Zor zamanlara cesaret çok önemli” diyor. Bir keşfe çıktıklarını söyleyen Kürkçü, problemleri de “bulmacaya” benzetti, “Bazı bulmacaları çözmekten zevk alırsın, bunlar da zevkli bir problem olarak gözüküyor” dedi. Kürkçü, tabandan doğru örgütlenen kongrenin yeniden tabana dönmesinin ve sabırlı bir şekilde çalışmanın önemli olduğuna dikkat çekti.

Halkların Demokrasi Kongresi’yle sonuçlanan Kongre Girişimi’nin çağrıcıları arasında yer alan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, kongreye ilişkin değerlendirmelerini ANF'ye anlattı.

Bütün katılımcıların iki gün boyunca tartışmalara aktif olarak katıldığına dikkat çeken Kürkçü, “Ben şahsen iki gün boyunca oturup sabahtan akşama kadar tartışamayabilirdim. Oysa herkesin ısrarla tartışmayı sürdürmek, kendisini ifade etmek, program, tüzük ve karar tasarılarına kendi rengini ve fikrini katmak için zamanını bu kadar cömertçe adamasından çok etkilendiğimi söylemem lazım” dedi.

‘İHTİYATLI ANCAK İYİMSERLER’

Delegelerin ihtiyatlı ancak çok iyimser bir yönelim içinde olduğunu belirten Kürkçü, şunları söyledi: “Bu çok önemli. Bu bana geçmiş acı deneyimlerin tadını unutmadıklarını gösteriyor. Ama öte yandan iyimserler. Bu da çok önemli. Çünkü Kürt özgürlük mücadelesi ile yan yana durmak, sıradan solculuk için hiç kolay bir şey değil. Dolayısıyla bu da solcu- sosyalist-enternasyonalist duyarlılığın çok derine gittiğini bana düşündürüyor. Şimdi baskı, zor zamanları. Bu zor zamanlarda insanların böyle göğüslerini gererek ileri çıkmaları, cesaretleri benim için çok önemli. Hakikaten böyle şeyler şimdi cesaret gerektiriyor. Belki 3 yıl önce bu kadar cesaret gerektirmezdi ama şimdi gerektiriyor ve bunların hepsini burada bir arada görüyorum. Belki o yüzden başka hiçbir şeyden etkilenmediğim kadar çok etkilendim. Mesela ÖDP kurulurken de solda genel olarak böyle bir heyecan vardı. Ancak bu heyecan biraz kaynağını geçmişten alıyordu.”
‘BU İLK KEŞİF’

Kürkçü bugün ise tamamen yeni bir yolu denediklerini söyleyerek, “İnsanların, daha kararlı bir biçimde sıfırdan yeni bir şey inşa etmek için yola çıktıklarını görüyoruz. Çünkü bunun evveli yok. Daha öncesinin evveli vardı. Bu evveli olmayan bir ilk keşif, ilk buluş. O açıdan da ben insanları bu buluş heyecanıyla çok dolu görüyorum. Çok olumlu olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.

‘BU İŞ ÇOK SABIR GEREKTİRİYOR’

“Tabi ki problem yok değil, problemler var. Bir kere bazı metodolojik problemlerimiz var” diyen Kürkçü, problemlere ilişkin de şunları söyledi: “Farklı toplumsal, politik, kültürel, vicdani mücadele düzeylerini birbiriyle bakıştırmak bakımından aslında elde bilinen bir metot yok. Genellikle sınıf mücadelesi yordamları akla geliyor ya da cephe deneyimleri. Dolayısıyla hem eski alışkanlıkların bizi geriye doğru çekmesi riski var hem de öbür taraftan çok metodolojisini kurmadığımız bir şeyle yürüyeceğiz. O yüzden çok sabır gerektiriyor.”

Tabanda yürütülen bir çalışma ile örgütlenen kongrenin, yeniden kendisini tabanda örgütlemesinin de önemli bir problem olduğunu söyleyen Kürkçü, “Bu kongre hakikaten bölge meclislerinden gelen delegasyonun üzerine oturuyor. Burada yukarıdan aşağıya hiçbir şey yok. Ama bunun kendisi de başlı başına bir yukarısı. Dolayısıyla bunun dönüp kendisini aşağıda yeniden kurması gerekecek. Bu çok zor ve zorlu bir süreç. Çünkü birçok yerde yeterince örgütlü olmayan hareketler bunu derinleştirecekler. Kimi yerlerde ise Kürt özgürlük mücadelesi dişinden tırnağına kadar örgütlü. Mesela Mardin'de bu kongreyi nasıl derinleştireceğiz? Diğer taraftan DTK var. Dolayısıyla bunlar birbirlerine nasıl bakacak. Bunlar da çözülmesi gerekli problemler” diye konuştu.

‘BUNLAR ZEVKLİ PROBLEMLER’

Mersin Milletvekili Kürkçü, problemler karşısındaki tutumlarını ise “Bazı bulmacaları çözmekten zevk alırsın, bunlar da zevkli bir problem olarak gözüküyor” şeklinde tanımladı, “Çok iyi niyet var ortada ve bu cesareti kamçılıyor. Herkesin yapıcı olduğunu görüyoruz. İnsanlar bu iş ‘olsun’ diye uğraşıyor” dedi.

‘TARİHİ BİRŞEY YAPIYORUZ’

"Tüm bunlarla birlikte ben aslında çok tarihi bir şey yaptığımızı düşünüyorum" diyen Kürtçü, çeşitli ulusal topluluklardan delegelerin kongreyi 13 dille selamlamasının bile başlı başına çok önemli olduğuna vurgu yaptı.

Kürkçü, Türkçe selamlama yapılmamasına ilişkin olarak bazı gazetelerde yer alan haberlere ise tepki göstererek, şu eleştirilerde bulundu: “Orada kendimize haksızlık yaptığımızı bugün gazeteleri görünce anladım. ‘Türkçe temsil edilmemiş’ deniliyor. Baştanbaşa her şeyin Türkçe olduğu bir yerde, Türkçenin bir daha temsilini, diğer azınlıkların yanı sıra, ‘ben de Türküm diye ortaya çıkmak’... Yani Sırrı Süreyya Önder bir espri yaptı ama sonuçta bütün kötü insanlar üstüne atlamışlar bunun. Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal, ‘salonun yarısı boştu’ diyor. Salonun yarısı boş değildi, biz kendimize yetenden iki katı büyük bir salonda toplantı yapmak zorunda kaldık. Aslında bütün delegeler gelmişti. Bu tür küçük vukuatları bir yana bırakırsak, her şey, benim varsaydığım ortalamadan daha iyi gidiyor. Bu benim için çok ümit verici.”

‘AYDINLARIN FİKRİ KATILIMI YÜKSEK’

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, aydınların katılımıyla ilgili bir soru üzerine şu yanıtı verdi: “Aydınların fiziki katılımı düzeyinde bir darlık, görünmezlik var. Fakat burada olmayanların büyük bir çoğunluğu hareketle zaten irtibatlılar. Her şeyin aceleye gelmesinden, kaçınılmaz protokol işlerinin biraz savsaklanmasından doğan bir sorun var ortada. Düzenlemede bir beceriksizlik ve telaştan kaynaklanıyor. Ben, fikri ve manevi katılımın çok daha yüksek olduğunu biliyorum.”

‘GENÇLİK MÜCADELESİ DAR ALANDA’

Gençler bakımından ise katılımın az olduğunu belirten Kürkçü, bu durumda Türkiye'deki gençlik mücadelesinin dar alanda seyretmesinin etkili olduğunu belirtti. Kürkçü, Kürt gençlerinin de bu tip oluşumlara ilgi göstermediğini söyledi, “Kürt gençliği çok hareketli fakat Kürt gençliği politik tartışmalara değil mücadeleye daha çok ilgi gösteriyor. Ama onlarla temastayız” dedi.

‘KONGRE GENÇ TEMALARLA HAREKET ETMELİ’

Kürkçü, kongrenin hala genç temalarla hareket etmediği eleştirisinde bulunarak şunları söyledi: “Gençten kastım şu: Mesela bilişim özgürlüğünün çok önemli bir konu olarak devşirilmesi için hala vakit var. Herkes bunun farkında fakat nasıl yapacağını bilmiyor. İnternet yasaklarına karşı 30–40 bin kişi sokaktaydı ve onları bizim içerebilmemiz lazım. Ya da pop kültür ve onun eleştirisi üzerinden kurulacak başka mücadele düzlemleri var. Vicdani ret felsefesi değil, harbiden askerliğe karşı söylem, pek çok gençle yeniden teması sağlayacak, bu tür temaları devreye sokmamız gerekir. Genç kadınların ayrıca mücadeleyle ilgisi bakımından yol yordam düşünmek gerekir. O anlamda gençlerle ilgili eleştirinin haklı olduğunu düşünüyorum.”

Kürkçü, kadınların kongreye katılımlarının yüksek olduğu değerlendirmesinde bulunarak,“Delegelerin yarısı kadın olacak diye sürekli örgütleri zorladık. Bu zorlamanın bir karşılığı oldu. Kadın katılımı oldukça yüksek gerçekleşti” dedi.

‘LGBT BİREYLERİ UNUTMADIK’

Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, dünkü konuşmasında LGBT bireylere yer vermemesiyle ilgili gelen eleştiriler üzerine de şunları söyledi: “Talihsiz bir durum olmuş. Onları unuttuğumuzu düşünmüşler. Tam da öyle değil. Her konuşanın her şeyi sayması halinde konuşmaların bitmemesi ihtimali vardı. Konuşmacılar olarak kendi aramızda paslaşmadaydık. Ben şahsen ana doğrultular üzerinden konuşmayı tercih ettim. İhmal etmekten ziyade vakit yoktu ama tabi ki ihmal edilen onlar oldu. Bugün pankartlarının kaldırılmasından yakınmışlar haklılar, kaldırılmamalıydı.Bütün bunlarda şöyle bir yan da var: Bazen bütün bu ‘laf-sus’ların bir anlamı oluyor. Zihnimizin gerisine ittiğimiz meselelerde gerisinde kalmış oluyorlar. Haklılar. Kendimizi eğiteceğiz. Onlar da hemen küsmemeli, dayağa devam etmeli.”

Kapitalizmin Tabutuna Bir Çivi Daha!

 
Şimdi herkesin kafasında bu soru var; 68 ruhu geri mi dönüyor? Yoksa 1968’de tamamlanmayan göreve devam mı? Wall Street’in işgali ile başlayan protesto dalgası dünyaya yayıldı. Kapitalist sistemin tabutuna bir çivi daha çakılıyor. Diğerlerinden farklı olarak göstericilerin başını eğitimli orta sınıf çekiyor. Kimilerine göre ise fatura bankalara kesildi ve bu kez onlar ‘günah keçisi’.

Dünya hareketli bir hafta sonu geçirdi. Geçtiğimiz hafta sokağa dökülen, dünya ekonomik sisteminin merkezinde eylemin fitilini çeken “Occupy Wall Street” (Wall Street’i işgal) hareketine Amerika kıtasının yanı sıra Avrupa, Asya ve Afrika ülkelerinden destek geldi. Sokaktaki öfke ve protesto dalgası 15 Mayıs’ta İspanya’da başlayan “15-M Hareketi”nin devamı gibi.

Uluslararası haber ajansları hafta sonu 82 ülkenin 950 kentinde eylemlerin yapıldığını bildirdi. Protestoları organize eden internet sitesi “occupywallst.org”a ise dünya çapında 1500 şehirde dün gösteriler vardı. Zaten site 24 saat kesintisiz Wall Street’teki işgali canlı olarak verdi. Gösterilerin merkezinde Roma, Frankfurt, Londra, Lizbon, Tokyo ve Hong Kong vardı.

Şiddetli olayların yaşandığı Roma’daki gösteriye 200 bin kişi katıldı, çıkan çatışmalarda yüzden fazla kişi yaralandı. Londra’da borsa binasının önünde yapılan eyleme ise WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’nın katılması dikkat çekti. Avrupa’daki gösterilerin zirveye çıktığı saatlerde Paris’te ise G-20 üyesi ülkelerin maliye bakanları, Euro krizine çözüm bulmak için kafa yoruyordu.

Ancak öyle görünüyor ki dünya ekonomisinin liderleri “IMF’nin fonları korunacak” mesajı ile sokağa kulak asmak istemiyor. Zira dünkü dünyanın ortak tepkisi fırsat eşitsizliği, sosyal adaletsizlik, banka ve IMF’nin diktatörlüğü, ekonomik krizin ardından artan kemer sıkma politikaları, ücret kesintileri ve işsizliğeydi. Öfke listesi uzayıp gidiyor. Tepkilerin birleştiği nokta, hedef tahtasında ise banka sistemi var.

‘SİSTEM, BANKALAR ÜZERİNDEN AKLANIYOR’

Dünyaca ünlü New Yorklu ekonomi profesörü Paul Krugman Frankfurter Rundschau gazetesindeki köşesinde durumu “Amerikan rahat yaşam tarzı moral bozukluğu yaşıyor. Bu yüzden de süper güçler korku içinde” şeklinde özetlerken, kapitalist sistemin kaymağını yiyen bankaların artık gözden çıkarıldığı ayrıntısı gözlerlerden kaçmıyor.

Göstericilerin yanı Avrupalı politikacılar, liberaller, sosyal demokratlar, solcular, hatta Hıristiyan demokratlar bir ağızdan banka sistemini topa tutuyor. Bunların arasında menajer partisi olarak bilinen Alman hükümetinin ortağı Hür Demokratlar Partisi (FDP)’nin de yer alması dikkat çekici. FDP Grup Başkanı Rainer Brüderle “Bankalar eğer ev ödevlerini yapamıyorsa el konulmalı” derken, Sol Parti Genel Başkanı Klaus Ernst yeni sistemin insanı esas alınmasını istedi.

Ancak topa tutulan bankacılar deyim yerindeyse “burnundan kıl aldırmıyor”. Kendilerine karşı başlatılan savaşa anlam veremediğini söyleyen Alman Bankacılar Birliği Başkanı Andreas Schmitz, “Politikacılar bize köpürmesin. Banka krizi yok, siyasi güven bunalımı var” dedi. Almanya’da eleştiri oklarının yöneldiği isim ise Deutsche Bank’ın şefi Josef Ackermann. Avrupa’nın en büyük bankasının tepesindeki isim geçtiğimiz hafta “Politikacıların krizi uzun vadede çözemeyeceğine dair şüphelerim var” sözleriyle gündeme gelmişti.

‘SAVAŞI EĞİTİMLİ ORTA SINIF BAŞLATTI’

Bankaların “ortak düşman” seçilmesi kimilerine göre sistemin nefes alması için gösterdiği bir “günah keçisi”. Belki kitlelerin tepkisi ardından hükümetler, Manhattan caddesinden birçok ders çıkaracak ve sistemin aksamaması için bankaları yeniden düzenleyecek. Fakat bu kez siyaset bilimci Claus Leggewie’ye göre sisteme karşı tepkiyi eğitimli orta sınıf organize ediyor ve bundan dolayı daha öncekilerden ayrışıyor.

Zaten göstericiler ipad gibi son teknoloji ürün ve tüketici çılgınlığına karşı çıkarak farklı bir profil çiziyor. Üstelik sosyal medyanın nimetlerinden yararlanmaktan da geri durmuyorlar. Bu yüzden de kimi analizciye göre yeni başlayan “sınıf mücadelesi” diğerlerinden çok farklı. Aynı zamanda insanlığın 200 yıllık demokrasi mücadelesinde de yeni bir kilometre taşı.

Çünkü 2011’de Kuzey Afrika’da diktatörler devrilirken, birileri batının demokrasi anlayışını “emsalsiz adaletini” ve refah düzeyini hep örnek gösterdi. Ancak 2011’in sonuna yaklaşırken dünya, batının da benzer bunalımları yaşadığına tanık oldu. Meğer batı, doğudan göründüğü gibi değilmiş. Yüksek binaların arkasında, batının sokaklarından öfke taştı. Kısacası 2011 kapitalizmin tabutuna küresel bir çivi vurmaya aday. Belki batı ve doğunun yeni ortak bir sistemi kurma zamanı gelmiştir.