Uluslararası güçlerin gerek Kürdistan’da gerekse de Orta Doğu’da
özgürlük hareketine karşı yürüttükleri savaş tüm boyutlarıyla
sürmektedir. Komployu sadece bir kişinin yaşamının daraltılıp tecrit
edilmesi olarak algılamak büyük bir yanılgı olur. Daraltılan bir adanın
kendisi değil koca bir dünyada milyarlarca insanın özgürlük alanıdır.
İktidar imparatorluğu kendisine karşı tehdit algıladığı için en çirkin
ve kapsamlı insanlık dramına başvurmuştur.
Bu anlamda Kürdistan’ı
iç içe bütünsel değerlendirmek bir gereklilik değil bir zorunluluk
olmuştur. Aynı çerçevede dış denklemin kendisini iç denklemle
karşılaştırmak kaçınılmazdır. Hatta karşılaştırmak bir yana bütünlük
içerisindedirler.
İlginç bir paradoksun çılgın ahlaksızlığıyla
karşı karşıyayız. Bu gerçeğin aynı zamanda iki yüz yılı Osmanlı dönemi
olmak üzere toplam üç yüz yıla aşkın bir süredir aynı topraklarda ortada
yıkılmasına izin verilmeyen bir Osmanlı-Türkiye devlet geleneğiyle
karşı karşıya olduğumuz bir diplomasi geleneği Kürt gerçeğini
kemirmektedir.
Buna karşın PKK’nin güçlenmesini engelleyen güçler
dışta-“iç”te aranabilir ama PKK’nin bitmesini ve zayıflamasını
engelleyen, başka bir ifadeyle, onu güçlendiren güç, özdedir.
Dış Güçler ve İçteki Denklemleri
a) Güney Kürdistan: BM’nin 688’i ve PKK’ ye Karşı Fiili NATO
NATO
Sovyetlerin Atlantik üzerinde oluşturduğu ‘tehdide’ karşı oluşturulan
bir anlaşmayken bugün Rusya’nın kendisinin de NATO’ya üye olmasına
rağmen; NATO kalmamış tehdit üzerinde varlığını sürdürmektedir.
Normalde
uluslararası anlaşmalar bir tehdit sonucunda oluşturulduklarından o
tehdidin kendisi bitiğinde anlaşma otomatik olarak fes edilmektedir.
Zaten oluşturulan tehdit eğer taraflara karşı faal durumda değilse yine
taraflar harekete geçemezler.
NATO’nun kendisini meşrulaştırdığı
ve halen daha 5. maddesinin yürürlükte olmasının sebebini BM’nin 51
maddesindeki öz savunma hakkına bağlamaktadır.
BM Güvenlik Konseyi’nin olduğu sürece dünyanın en büyük ülkeleri hangi tehdit algısına karşı NATO’yu sürdürmektedir?
NATO’nun
ilk değişmez ilkeleri arasında yer alan “NATO savunma amaçlıdır” ilkesi
pratik haliyle “NATO saldırı amaçlıdır” gerçeğini yansıtmaktadır.
Her
şeyden önce bu kombinasyonda müdahaleye açık konuma getirilen,
sömürülen bir Kürdistan coğrafyası ortadadır. 1991’de BM’nin 688 sayılı
kararı ve arkasında Güney’in PKK karşısında operasyonel bir güç haline
getirilerek ve NATO’nun beşinci maddesinin fiilen hayata geçişi bu
kombinasyo’nun uluslararası başlangıcına tekabül eder.
Sözü edilen
sadece PKK’nin zayıflatılması değil aynı çerçevede ‘kazanımlara katkı
sunmak’ amacıyla o tarihlerde Güney’e doğru göç eden Doğu Kürdistan
güçlerinin tasfiye biçimleri çok ilginçtir. Bu dönemde sadece Güneyde
yapılan faili meçhulleri araştırmak için kendileriyle görüştüğümüz Doğu
Kürdistan PDK’si ve Komala yetkilileri PDK’den 250, Komala örgütünden 50
olmak üzere toplam 300 kadrolarının (PDK ve YNK tarafından) infaz
edildikleri, çeşitli yollarla Kürdistan bölgesi sınırları içerisinde
pusuya düşürüldüğünden yakınmaktadırlar.
Bu tür kirli oyunların
bir kısmını PKK’ye de yapmaya çalıştılar (kaçkınların önünü açarak)
örneğin Musul’da PYD’nin öncü kadrolarına karşı gerçekleştirdikleri
benzeri karanlık eylemlerle Batı Kürdistan’daki hareketi silikleştirmeye
çalıştılar. Ancak PKK’nin misilleme ve hareket kabiliyeti bu tür
eylemleri durdurmuştu.
Güney Kürdistan uluslararası denklemde
Kürtlere kurulan komplonun kronometresi gibidir. Komploda zaman ve mekan
burada işlemektedir.
1991 sürecinin sadece PKK’ye karşı yapılan bir
tasfiye olmadığı gerçeği; Güney şekillenmesinin diğer parçalara karşı
yapılan pazarlık sonucu olduğu görülmektedir. Belki de PKK’nin tasfiye
edilmemesi Güneyi kazanıma dönüştüren gerçeğin kendisini ifade
etmektedir.
ABD’nin Erdoğan’la Kasım 2007 anlaşması belki de bu
gerçeğe duyulan tepkinin kendisini taşımaktadır. Hesaplara göre Güney’de
oluşturdukları, ekmek istediklerini biçmek istediklerine paralel olarak
Güney diğer parçaların tohumluk alanı olacaktı. Burada yetiştirilen
tohumlar diğer parçaları şekillendirecekti oysa bu süreç uluslararası
komployla sonuçlanmasına rağmen halen hesapların çok ötesinde bir
gerçek; yeşerten bir Kürdistan gerçeği bulunmaktadır.
AKP bir
yandan sermayeci güçlerle ortak kurumsallaşırken diğer taraftan PKK’nin
ilişkilenme potansiyeli olan ülkelerle bu potansiyelin kablolarını
kesmektedir. Rüstem Cûdî arkadaş bir konuşmasında “AKP sadece Kürt
kazanımlarına karşı değildir, aynı zamanda kazanım (Güney, Doğu ve
Güneybatı Kürdistan’ı kast etmişti) ve ihtimallerine de karşıdır”
demişti.
Ancak NATO’nun Barzani’ye verdiği ‘Barış Ödülünü’ daha
önceki bir yazımda paylaştığım gibi tekrar hatırlatmak istiyorum. Bu,
her ihtimalde yeni bir sürecin başlangıcı olarak algılanmalı.
İkinci
bir 688 girişimi olabilir mi? Kaynaklarımızdan aldığımız bilgilere göre
son günlerde Güney Hükümetinin Bağdat’a rest çektiği ve giderek bir
kopuşa doğru gittiği söyleniyor. Bu yüzden Bölge Başkanı başta olmak
üzere Güney siyasetinin ABD, Bağdat ve Türkiye’yle çok yakın zamanda
gizli görüşmeler yaptığı duyumları alınıyor.
Değişen dünya
koşularına rağmen NATO’nun mevcut durumuyla Kürtlerin bir kısmını
barışla ödüllendirirken diğer kısmını savaşla cezalandırmaktadır.
Arap
Yarımadasında Arap milliyetçiliğini 22 devlete bölen bu anlayışın
kendisine karşı hiç bir gücün kurumsallaşmasına tahammül etmemektedir.
Aksine karşıtlık konusunda 30 yıldır yürütülen savaşa ikmalde
bulunmasına rağmen halen Kürtler her hangi bir düşmanlık
göstermemiştir.
Bir başka ihtimalde bu görüşmelerin gündeme
taşındığı gibi öyle Bağdat’tan kopmanın senaryoları değil çok yakın
zamanda gerçekleşecek olan Güney operasyonunun siyasi ve tekniki
hazırlıkları olduğudur.
Bu ihtimalde olası bir operasyonda PDK’nin
fiziki olarak operasyona katılmayacağı ancak T.C askerlerine coğrafyayı
esnek kullanma ya da istihbari aktarımların olacağı düşünülüyor. Yeni
denklemde Kürdistan’ın güç dengesini elden bırakmak istemeyen güçler
Barzani’den operasyonun sonuna doğru bazı ‘ulusal’ çıkışlar yapmasını
bekleyebilir.
Sinirlioğlu’nun görüşmesinden sonra gelen iki
heyetten birinin operasyonların siyasi boyutlarını diğerinin ise tekniki
boyutlarını tartışmak üzere geldiği kanısındayım.
Böyle bir süreç mi var yoksa PKK’ye karşı yapılacak operasyonların son hazırlıkları mı?
Her
iki ihtimalde de şayet Güneydeki statü bir değişikliğe giderse bunun
karşılığında bu statüden PKK’ye karşı durulması isteneceği kesindir.
Zaten Bağdat’ta Şiiler önemli bir güce sahipken İran’ın sınırlarıyla
ilgili giriştiği atakları daha çok Güneyle yaptığı ve Türkiye’nin de
aynı şekilde sınır tartışmalarını usulen Bağdat’la yapsa da daha çok
Güneyle yaptığı tartışma ve görüşmeler dikkat çekmektedir. Güneyli
temsilciler bu tartışmalardan rahatsızlığını dile getirseler de bu
durumdan doğan statüden çok memnunlar.
Bir devletleşmeye doğru
gidildiği açıktır. Ancak bu devletleşmenin başta Güney yönetiminden
koparılan %40-45 Kürtler olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçalarına
nasıl yansıyacağı önemlidir.
Kast edilen her iki ihtimalin iç içe
olma ihtimali yüksektir. Bu durumda hiç bir operasyon olmasa bile
aylardır bir operasyona doğru endekslenen Türk kamuoyunun şimdiden
Güney’e yerleştirdikleri binlerce ajanla bir hakimyet ve fiili işgal söz
konusudur.
Aldığımız bilgiler korucu, asker, polis, itirafçı ve
birçok kesimin değişik yollarla Güney Kürdistan’a sızdırıldığıyla
ilgilidir. Türk Ordusunun AKP’nin eline geçişiyle birlikte “mahalli
istihbarat” dedikleri ve MGK’da her seferinde gündemleşen bir
seferberlik başlatılmıştır. Böylesi bir durumda bundan sonra operasyon
yapılmasa bile AKP’nin gerek Güney’de gerekse de Kürdistan’ın diğer
parçalarında hızlı bir ajan borsasının oluşturulduğu, oluşturacağı
açıktır.
Halk dinamizmini ABD’nin Irak müdahalesinden bu yana
elinde tutmayı başaran PKK hareketi; ABD’yi hem PKK’ye karşı hem de PDK
ve YNK’ye karşı küplere bindirmiştir.
Ajanlık sadece PKK’ye karşı
askeri istihbaratla ilgili değildir. Aynı zamanda Güneyde geniş çapta
hareket gerçeğini manipüle eden ve Güneydeki her kesimi değişik
biçimlerde PKK karşısında örgütlemeye çalıştığı görülmektedir.
PKK’nin
varlığının Güney gerçeğini kazanıma dönüştürdüğü gerçeği işte bu
dinamizmin halkta yaratığı ruh ve düşünceyle Güneyli siyasetçilerin
artık isteseler bile kendilerine biçilen misyonu yerine
getiremeyecekleri gerçeğidir.
Yine ulaştığımız küçük bir ipucu
ABD’nin Irak müdahalesinden bu yana Doğu Kürdistanlı iki temel dinamizmi
(PDK-İ ve Komala’yı) dokuz ayrı parçaya ayırdıklarıdır. Bu noktadaki
bir diğer ayrıntı ise 2003’te PKK içerisinde yaptırılan iç komplo sonucu
bölmek istedikleri örgüt için bu örgütleri parçaladıkları mekanların
aynısını (Koyê ve Süleymaniye çevresi) planladıklarıdır. Doğrusu bu
ipuçlarıyla ulaştığımız sonuç; bu zaman ve mekan bütünlüğünün Kürtler
için nasıl bir felaket hazırladığıdır.
Bu çerçevede Barzani’nin
PKK’ye karşı PDK benzetmesine temkinli yaklaşılmalı. Bahsettiği
deneyimin kendisi bir sorunu çözme yerine mevcut şekilde görüldüğü gibi
tasfiye etmeyi uygun görmüştür.
Bu çerçevede bir Güney profilini çizmek daha doğru ve yapıcıdır:
Mevcut
durumda bölgedeki ve Kürdistan’daki gericilik ve merkez iktidarın
Kürdistan’da bu kırıntılar aracılığıyla gerici devletleri ve gerici Kürt
gruplarının PKK’ye karşı fiili NATO takımını oluştururken diğer
taraftan bu pazarın sonucunda bile ortaya çıkmışsa sözde statüyü özde
bir kazanıma dönüştürmek çok önemlidir.
Kürdistan coğrafyasını
siyasi partilerden ve siyasi hareketlerden silme dalgaları üç ayrı
dalgayla oluştu; birincisi 1991-1992’de başlayan ve 9 Ekim 1998’e kadar
süren sürecin kendisidir. Aslında ikinci dalga 9 Ekim komplosuyla
başlatılmış olan süreç AKP’nin 2002-2003’te güçlenmesi ve ABD’nin Irak
müdahalesiyle başlayan sürecin kendisidir.
Unutulmaması gereken
Kürt Halk Önderi 9 Ekim komplosundan önce defalarca fiziki tehlikeyle
karşı karşıya gelmiş ancak yapılan suikast planları bir türlü hedefini
bulamamıştır.
Komplonun ikinci aşaması önderlik kurumu (PKK
Öncüleri) üzerinde gerçekleşti. PKK’nin yönetimini ele geçirerek PKK’yi
Güneyde boğma çabasıydı. Aslında önderlik kurumuna karşı 3 Kasım 2002’de
AKP Türkiye iktidarı için iktidara gelişi ve kurumsallaştırılması tamda
bu aşamaya denk düşen bir çabaydı. Kurumsal önderlik ya da önderlik
kurumuna karşı; kurumsal AKP ya da AKP’nin kurumsallaşması denilen süreç
başlatılmış oldu.
Hareketin o dönemde AKP’ye biçtiği ömür 6 ayken
daha sonra AKP’nin diğer siyasi partilere benzemediği ve üzerine
varılan AKP mutabakatının iç ve dış güçler açısından stratejik bir
mutabakat olduğu anlaşıldı.
İkinci dalgada PKK’yi tasfiye girişimi
1 Haziran 2004 atılımıyla patinaj edince diğer siyasi partileri
parçalasalar da (PKK karşısında kullanmak için) bitirmediler.
Kanımca
ikinci dalgada PKK Hareketi kısmen darbelense de aynı zamanda PKK’nin
direnişi PKK’nin içindeki tasfiyeci eğilimin tasfiyesiyle
sonuçlanmasıyla bu süreç daha fazla hızlandırılabilinseydi PKK yeni
atılımında bölgede süreci erkenken kendine entegre eder, erken entegre
olurdu. Yani PKK kendi içindeki bu eğilimden erken kurtulabilirdi.
İkinci
aşamada bu dağınıklıktan etkilenen Sêrt, Çewlik, Wan ve Agirî gibi
alanlarda belediyeler 2004 Yerel Seçimlerinde kaybedildi.
Ancak 2009
Yerel seçimlerde Sêrt ve Wan belediyelerinin tekrar kazanılmasından
tutalım nerdeyse seçim hedefinden daha büyük bir başarıyı elde eden
Özgürlük Hareketi giderek Kürdistan’da kurumsallaşıyordu. Buna tahammül
edemeyen AKP Hareketin pratikleşen alanlarına saldırıyordu.
Kurumsalkırım: KCK Operasyonları
KCK
operasyonları bu anlamda Kürdistan coğrafyasında pratikleşen
Önderliğe/Harekete yapılan operasyonlardır. Tutuklanan binlerce kadro
ve çalışanla aslında Kürdistan coğrafyasında bilinç katliamı yapılarak
halkın hafıza kaybı yaşamasını hedeflemektedirler.
Dolayısıyla
komplonun üçüncü aşaması en derinleştirilmiş komplodur. Kastettiğimiz
niceliği kabarık durumun kendisi değil aslında niteliksel inkarın ta
kendisidir.
Hak aramak hak ispatlamanın onda biri bile değildir.
Hak ispatlamak aranan hakkın irade beyanıdır. Her ne kadar PKK Hareketi
yıllardır açık bir şekilde gasp edilen 40 milyon Kürd’ün hakkının arayış
hareketi olduğunu söylese de gerçekte referandumlara dönüştürülen (tüm
engellemelere rağmen)seçimlerde yakaladığı başarı bu arayışın ispatı
olmuştur.
Komplo adeta hareketin stratejik değişimini izler gibi
hareket hangi alanı stratejikleştirirse oraya saldırmaktadır. Harekette
her şeyin merkezinin Kür Halk Önderi Öcalan olmak zorunda kaldığı
(önderlik kurumunun henüz zayıf olduğu dönemde) direk fiziki şahsına
yönelim gerçekleşmiştir. Ancak KADEK süreciyle başlayan Kürdistan’da
kurumsallaşma stratejisiyle daha güçlenmesi gereken önderlik ve öncülük
kurumu parçalatmaya çalışarak hareketin öncü kadrolarına saldırılmış bir
kısmı sistemin kırıntılarıyla geçinmeye ikna edilmiştir. Son dönemlerde
hareketin her şeyi halka devrettiği bir dönemde en kapsamlı
saldırılarla binlerce insan rehine alınmıştır.
Üçüncü aşamanın
inkar derinliği halkın her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen seçtiği
insanların (halkın iradesinin) tutuklanmasıyla ilgilidir. Bu irade ve
bilinç katliamının hem Kürt halkının geçtiği süreç hem de halkların
geçtiği süreç açısından bakıldığında zamanın özgürlükler için altın
değerde olduğu bir döneme tekabül etmektedir.
Özgürlük Hareketine
yönelik AKP iktidarı döneminde yapılan saldırıların önemli bir kısmı
kurumsallaşan harekete karşı yapılmıştır. Hatta son KCK operasyonlarında
ortaya çıkan TC’nin kurumsallaşmasını engellemek için harekete karşı
yaptığı operasyonlarda hiç bir hukuku tanımadığı, yıllarca yürütülen
kirli savaş kuralsızlığını burada uyguladığı görülmektedir. Hatta hukuk
dışı birçok uygulamaya yaptığı yasal düzenlemelerle hukuksal kılıf
uydurarak tüm zamanların devlet vahşetini hem resmileştirmiştir hem de
bir zat artırarak yapmıştır.
AKP bu zamanının kendisini
kurşunlamaktadır. Bırakalım Türk Basını tarafından PKK-devlet arasında
görüşmeler varmış gibi lanse edilmesine inanmayı bölgedeki diğer
devletler Kürtlere karşı sadece savunma pozisyonunda dururken Türkiye bu
altın döneme hunharca saldırmakta şuandan ‘PKK-Devlet görüşmesi’ ne
doğurursa doğursun hiç bir kazanım PKK’nin bu dönemde yapacağı atılım
kadar değerli bir kazanım olmayacaktır.
Açıkça söylemek gerekirse bu dönemde vaatler ve iyimser yaklaşımdan daha etkileyici bir silah bir katliam olmamaktadır.
Oyalama
taktiği Kürt Davası’nın en temel kör düğümü haline gelmiştir.
Türkiye’deki birçok ‘aydın-yazar-çizerin’ en önemli özelikleri bu
taktiğe hizmet etmeleridir.
Tüm roller adeta bu taktik üzerinden
paylaşılmıştır. Yıllarca bu sorunun içinde bulunan Cengiz Çandar bile
PKK’yi kastederek “Kürtlerin giden iktidarları desteklememeleri
gerektiğini söylemektedir”. Kürtlere dostça yapıldığı düşünülen bu öneri
Kürt Hareketinin enerjisini ölen iktidarlarda harcamaya çalışmaktadır.
Güneri
Civaoğlu’nun “Kürtlerin Son Baharı” başlığındaki tehditle Çandar’ın
yaptığı tehdit aslında aynı şeyi ifade etmektedir. Bunların yanında
Hasan Cemal devleti uyarmaktadır. Yine Taraf ve saz arkadaşlarının MİT
taktiklerinden ödün vermeden güllük gülistanlık bir portre çizmektedir.
İşin
aslı devlet Temmuz ortalarından itibaren neredeyse son yüz yılın tüm
savaşları kadar gerillanın üzerine bombalar yağdıracak kadar
vahşileşmiş, en son bu vahşilik Gülen ve Gül’ün talimatıyla iş kimyasal
ve napalm bombalarını kullanımına kadar varmıştır.
Değişik
yolardan değişik rollerle çıkışların oluşu farklılık gibi görünse de
aynı yörüngede dönmektedirler. Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın TC ile
olan dostlukları kemalizmden daha yaşlıdır.
Şimdilerde herkes
müzakerelerde verilen sözleri bunca tartışmaları bırakmış Kürtleri
yaşanan süreçten tecrit ederek Türkiye’ye entegre etmenin peşindedir.
Erdoğan Anayasa değişikliği için en erken dokuz ay biçmektedir. Aslında
tecrit etmeye çalışırken yem olarak atmayı da ihmal etmemektedirler.
Kürtler
bu deneyimi birinci ve ikinci dünya savaşları sonrasında yaşadılar.
Başkası için devrim başkası için yaşam felsefesi Kürtler açısından
miladını doldurmuş olması gerek.
Bu tür taktiklere karşı şu
söylenebilinir: “Ey ‘dost’ tamam da PKK bu iktidarların düşmemesine
verilen çabanın kendisi değildir fakat kastın onlara yönelmekse
başka...”
Güya dost tavsiyesi yapan bay aydınlar Kürtlerin
devrilen rejimlerin altında kalmasıyla sonuçlanacak pratikler
önermektedirler. Biz buna dost tavsiyesi yerine dost tasfiyesi desek
daha doğru olur.
Sovyetlerin yıkılışından sonra “Soft Power”
teorisi yani yumuşak güç siyaseti kapitalizmin en gelişmiş silahı oldu.
ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaşadığı hüsran bu taktiği neredeyse
kaçınılmaz kıldı. Bu taktik kapitalist modernite kolonyalizmine aittir.
AKP’nin ve yeni dönem inkarın temsil ettiği gerçek şiddetin yanında
birde Soft Power’i yani yumaşak gücü kullanarak sosyal, siyasal ve
kültürel olarak derin inkar adacıklarını çeşitli çevreler aracılığıyla
kurmuş oldular.
Yeni dönem sömürgeciliğini iyi algılamak gerekir.
Soft Powerciliğin inkar derinliği kaba gücün inkar derinliğinden bin kat
daha sömürücü ve işgalcidir.
BDP’nin türban önerisinde de açığa
çıktığı kadarıyla AKP yönetimi 2002’de kemalistlerden aldığı yönetimi
aslında kemalizme devrederek büyük bir ilizasyonu oynamış bulunmaktadır.
Fakat
gelinen aşamada bu gerçeklik şimdiye kadar iyi teşhir edilmemiştir.
Güçlendikçe kemalistleşen, kemalistleştikçe siyonistleşen AKP İsrail
karşıtlığını yaptıkça da Türkiye’yi İsrailleştirmektedir.
Bu
anlamıyla AKP hem Kürtler için hem de bölge halkları için kurulmuş en
büyük komplo kurumudur. Orta Doğudaki halkların serhildanlarına karşı
ABD müfettişliğine soyunan AKP bölgede ve Kürdistan’da özgür alanların
kurumsallaşmasına müdahale etmektedir.
BDP Ve Rolleri Üzerine
Kürtler
için önemli olan Kürdistan’daki kurumsallaşmadır. Devlet ise tersini
uyguluyor bir taraftan Kürdistan’daki tüm belediyelere saldırıp onlara
nefes bile aldırmazken diğer taraftan meclise ‘katılmayı’ çok önemsiyor.
Bu
anlamda AKP Güney siyasetine, aydınlara ve neredeyse herkese “ Ne
söyleyeceklerse gelip TBMM’de söylesinler, gerçek savaşlarını orada
yapsınlar” dedirtti. Bu zihniyet Ankara’yı kurumsallaştırma
zihniyetidir. Hatta bırakalım Kürdistan’daki kurumsallaşmaya BDP
milletvekilleri İstanbul’da bile eylemlere katıldıklarında saldırıya
uğruyorlar.
Bizler dilin döndürdüğü kelimelerden çok pratiğin
döndürmesi gereken kelimelere itibar etmek zorundayız. “Ne söyleyeceksen
TBMM’de söyle” anlayışı aslında “pratikleşme, kendini gerçekleştirme ne
söyleyeceksen söyle” anlayışıdır. Bu felsefik olarak da ahlaki olarak
ta insanın en alçaltılmış halini temsil ediyor.
Bu yüzden her
kesin gündemine konulan milletvekillerin TBMM zemininde siyaset yap(ma)
istemi bir muhataplıktan çok bir teslimiyet çağrısıdır. Bu çağrının
ardında Türk televizyonları her gün milletvekillere saldıran bir
kahraman polisi ekranlarına konuk ediyor. Devlet bilinçli olarak
“Kürdistan’a gelip kurumsallaşırsan, eylem yaparsan bacaklarını kırarım,
gözünü çıkarırım panzerlerin altında ezerim” diyor. TBMM’nin dışına
çıkan milletvekillerine mahkum muamelesi yapılıyor. Eylemdeki
milletvekilleri namlunun ucunda dur ihtarına uymayıp her an vurulacak
mahkumlar gibi görüyor.
Botan’da Aysel Tuğluk, Amed’te Gülten Kışanak ölümle burun buruna geliyor.
Nedir bu?
Ölümü
koklatmak, tehdit etmek artık AKP siyasetinde günlük televole
programlarından daha basit ve ucuzlamış görünüyor. Ölüm magazini artık
“kimi kiminle nerede” sorularından daha maskara olmuş görünüyor.
Aslında
her yerde hareket alanını daraltıp mücadeleden caydırma politikasını
uygulamaktadır. Güney’de, Kuzey’de, Doğu’da, Batı’da ve her yerde
daraltmayı hedeflemektedir.
Kürdistan’ın en acımasız
soykırımlardan geçtiği günlerde bir milletvekilinin şike tartışmalarında
bardağı kırması çektirilen acıya karşı gösterilen en bariz ‘tarihsel
sorumluluğun’ örneğidir.
Gerçekte de Ankara’ya böyle bir gidişin
anlaşılması hem Kürtlere uygulanan tarihsel hem de güncel zulmün
karşısında anlam birliği içinde olmadığı aşikârdır.
Nasıl ki
Hareketin en değerli kadrolarının katledildiği bir tarihte Hareketle bir
diyalog varmış gibi tehlikeli bir portre çizildiğinde asıl verilmesi
gereken tepki etkisizleştirilmek isteniyorsa bu durumda da belirleyici
güç olacağımıza güç belirleyiciliğimizi yitirmemeliyiz.
Ankara’ya
gidilmeli mi gidilmemeli mi? tartışmasından ziyade kanımca Ankara’ya
gidiş Kürdistan’ı kurumsallaştıran eğilimindeyse bu gidişin hiç bir
mahsuru yoktur. Tam aksine eğer Ankara’ya gidiş Ankara’yı Kürdistan’da
kurumsallaştırıyorsa Ankara’ya gidişin gidişatının iyimser olmadığını
itiraf etmek durumundayız.
Meclis intikamı alınmayacak kadar değerli arkadaşlarımızın ardındaki ciddiyetsizliğimizin tehşir yeriyse neden Ankara’dayız?
Sorun
bir kaç arkadaşın bedeni üzerinde bunları değerlendirmek değildir tam
aksine bu arkadaşlarımızın emekleri ve amaçları yaşayıp yaşamadıklarını
tartışmaktan çok daha başka bir mertebededir; bin bir emekle
siyasallaşan kitleyi bir anda futbol seyircisi gibi fanatikleştirip
siyasal değerini yitirmek en büyük anlam terörizmidir.
Bir başka
olaysa Roboski’deki örnek de olmak üzere ‘provakasyon’ terimi üzerinden
halk engellenmeye çalışılıyor. Şimdi bu konu önderlik tarafından da
açığa kavuşturulmadı mı? Gençleri frenleyip devletin kaymakamını,
valisini, bakanını korumanın görevi kimseye düşmemiş?
Güya meşru
mücadeleyi yasal alanda savunan bir misyon kurumsallaşması içinden
devlete her gün; “bakın biz sizi koruyoruz” mesajı verilerek ve gerçekte
öfkelerin önüne barikatlar kurarak devlet yasalarına bekçilik ediliyor.
Komplo
kurumu veya komplo kurumsallaşmasını değerlendirirken özelikle Kürtler
açısından durum sade bir sübjektiflik ya da sade bir objektiflikten
kaynaklanan bir kullanma biçimi değildir.
Bu komplo değirmeni
Burkay, Metiner, Miroğlu ve Kızılkaya gibilerini sübjektif kullanıp
bunların üzerinde hem AKP içinde güya bir Kürt siyasi hareketi varmış
gibi bir senaryoyu çizmekteler hem de bazı Kürt siyasi partileriyle açık
bir diyalog içerisinde olup onları bu tezgaha meze yapmaktadır.
Bahsettiğimiz
objektif kullanma biçimiyse belirli kişilerin karakterlerinden ya da
günlük yaşamlarından yakaladığı pürüzleri cımbızlayarak komplo
değirmeninde öğütmektedir
Madem en zor şartlarda Ankara’ya gitmenin bedelini ödüyoruz neden Ankara’ya ‘siyasallaşmanın’ bedelini ödetmiyoruz.
Bir
Türk polisi bir milletvekilimizin yasalara karşı itirazı sırasında
kameraların önünde “yasaları çıkartan sizsiniz biz sadece uyguluyoruz”
deyişi yasamaya katılmanın sorumluluğunu hatırlatmaktadır.
Dünyanın
her yerinde bu gerçek böyledir: Yasamaya katılım göstermişsen yasamayı,
hükümete katılım göstermişsen hükümeti eleştiremezsin. Bir mekanizmaya
katılmayı uygun görüp katılımcılığına inanmışsan sen o mekanizmanın
kendisisin artık; ancak özeleştirisini verirsin.
BDP nerede durmalı?
BDP
Kürt hareketinin siyasal geleneğini temsil ettiği için Kürt
Hareketi’nin terörize ettiği her yerde Brüksel’de Washington’da,
Tahran’da, Şam’da, Hewlêr’de ve Bağdat’ta olmalı.
Unutulmamalı ki
devletlerin kaderlerini belirleyecek yeni sınır ve siyasal iktidarlara
gebe dönemlerde komşu devletlerin uykuya dalmış çelişkileri
uyanmaktadır. Sürecin kendisi normal olmadığından ilişkilerin normal
olması da düşünülemez. Tek kutuplu dünyayı göz önüne aldığımızda ikili
oyunların fevkalade anlaşılacağı açıktır. İran’ın ‘Kürt Fraksiyonu’
adına yaptığı Roboski kınaması bu dönemin en ilginç örneğidir.
PKK bir kes daha bölge halklarıyla stratejik bir çizgiyi sürdürdüğünü İran ve Suriye konusunda ispatlamıştır.
Terörize
orijinli merkezlerden terörize eden merkezlere doğru temsilcilik açmak
durumundadır. Yine Kürdistan’daki işgalci devletlerin merkezinde
bulunmalıdır. Böylece Türkiye’nin ‘katılımcı’ olmanın en koyu sembolü
haline getirilen BDP’nin bu gerçeğini; BDP’nin bölge devletleri üzerinde
oynayacağı rolü de kendine yedirmek zorundadır.
Bu siyasallaşma
ve terörize durumu paronayak bir hal almaması gerekir. Aksine sadece
terörize olmaktan korkan bir yapı hem kendini daha fazla terörize eder,
hem de devlet terörünü anlatmaktan ve onu teşhir eden bir duruştan uzak
olur.
Siyasalaşmak isteyen özgürlük hareketlerine karşı terörize edilmelerine karşı panzehirleri siyasalaşmadır.
Zaten
en işgalci devletin yasalarına göre seçilmiş insanların diyelim ki
Tahran’da diplomasi yürütmesi idamlara, karşı ittifaklara karşı en büyük
hamle olacaktır.
Ancak tam aksine her ne kadar bölgedeki bahar
havası şimdilik ittifaklarını dağıtsa da 1999 komplosundan sonra Türkiye
bölgedeki her devletle onlarca anlaşma imzaladı.
Devlet AKP ile
PKK’ye karşı mücadelede silah ve yöntemde çeşitlilik göstermiştir. Bu
çeşitlilik o kadar güçlenmiş ki basın aracılığıyla en samimi arkadaşın
bile kelimelerini çarpıtıp silaha dönüştürmektedir.
Önce
Kürdistan’da örgütlenmek üzere tüm dünyada yayılma gerekliliği sadece
BDP ve KCD’nin görevi değildir. Başta Kürtçe’nin lehçeleri olmak üzere
Farsça, Arapça ve İngilizce bilen kadroların yetiştirilmesi aciliyet arz
etmektedir. Örneğin Hewlêr’de yirminin üzerinde konsolosluk ve
temsilcilik açılmış olmasına rağmen ne bunların ziyaret edeceği bir
kurum (BDP temsilciliği gibi) nede bunları ziyaret edecek bir mekanizma
bulunmamaktadır.
ABD’nin sözüm ona Kürtleri tanıma adına Güney’e
sıkıştırma (orda da yarısını koparma) taktiği Türkiye’de BDP üzerinden
yapılmaktadır. Bu; kendini büyük hissettiğin yerde eşittir hiç bir
şeysin politikasıdır.
KCD (DTK) Güney Ziyaretleri Üzerine
Tüm
Kürt hareketlerin Güney’e parçalı bir şekilde çakıldığı ve dağıtılma
hesapları anlaşılmadan yüzlerce ulusal kongre ve konferanslar yapılsa
bile uluslaşan hiç bir homojen sonuç doğurmayacaktır.
Kendileriyle
görüştüğümüz birçok siyasi parti DTK heyetinin Güney Kürdistan’ı
ziyareti sırasında kendileriyle görüşmek istenmesine rağmen değişik
biçimlerde engellendiklerini aktardılar (neyse ki DTK son ziyaretiyle
bunu kısmen fark etmiş oldu).
DTK Kuzey kazanımlarına Ulasal bir
biçim kazandırma hareketidir ve bu alanın diğer alanlarla ilişkisini
sağlama çabası tüm Kürt halkının duyulan özleme kavuşturma çabasıdır.
Ulusal
konferans çalışması sürecinde dahil böylesi taktiklerle Güney
kazanımını temsil edenlerin DTK heyetini karşılarken gösterdikleri
mütevaziliği bu çalışmanın özüne de gösterseler Ulusal konferans
sürecine en büyük katkıyı sağlamış olurlar.
Davutoğlu bir
gazeteciye Orta Doğu’da ilerlemelerin önündeki en büyük engelin PKK
olduğunu söylemektedir. AKP iktidarının bu kadar paronayaklaşması
gittiği her ülkede karşılaştığı PKK gücüdür. Özellikle yeniden dizaynın
en merkezi kalelerinde PKK Kürt halkını örgütlemiş, ciddi bir dinamizm
yaratılmıştır. Ancak bu dinamizm birçok alanda kurumsallaşmaktan uzak
olduğundan meyveleri alınmamaktadır.
Bırakalım meyveleri mevcut
Orta Doğudaki birçok güç bu dinamizmin yaratığı enerji içerisinde
kendisini kurumsallaştırırken PKK kendi enerjisini etki alanı kadar
kurumsallaştıramadı. Zaten en büyük kurumsal komplo; PKK
kurumsallaşmasını engelleyen komplodur.
Önderliğe uygulanın
komplonun ana hedefleri arasında PKK çizgisi yerine Kürdistan ve Orta
Doğu’da farklı kahramanları yaratmaktı. Bu gerçek ger gün dile
getirilmesine rağmen zaman ilerledikçe daha da anlaşılan bir gerçek
halini almıştır.
Bu yönüyle KCD’nin Güney’e ziyaretleri sırasında
Güney’in iktidarından çok kendi toplumuna inebilmelidir. AKP bile ciddi
bir enformasyon çalışmasını sürdürdüğü Güneyde sadece iktidarı muhatap
almamaktadır.
Güney Kürdistan’ın Sermayecileştirmesi ve Gülenci Faaliyet
• Güneyde Sermaye Kaynakları
-Her
iktidarın yıkılışından sonra geriye kalan malvarlığı ve yıkılışında
talan edilen rakamlar sistem yandaşlarına değişik biçimlerde
dağıtılmaktadır. Orta Doğuda dünya zenginlerini aşan diktatör servetleri
değişik biçimlerde yağmalanmaktadır. Türkiye’nin bu konularda özelikle
İran ve Libya’da iktidarları değişik biçimlerde aldatarak para
hortumladıkları söylenmektedir.
Bir de benzer kaynaklardan yerele
aktarılma durumu vardır. Libya’daki örnek o kadar somutlaştı ki çiçeği
burunlarındaki Libyalı ‘muhalifler’ hemen bu durumu Suriye’ye taşıdılar.
Mevcut durumda bu ülkedeki savaşın asker kayıplarıyla sonuçlanması bu
takviyenin bir sonucudur.
2003 ABD müdahalesinden sonra Güney
Kürdistan’a 17 milyar dolardan daha fazla para aktarıldığı söyleniyor.
Bu kayak hem bölgedeki sosyal yapıya hem de siyasal ve sivil toplum
örgütlerine ciddi yansıması oldu.
Bu kaynaklarla kendilerine göre sivil toplum, kendilerine göre siyasi yapılar ve kendilerine göre sosyal yapılar inşa ettiler.
-Irak’taki
petrol kaynaklarının Kerkük sorununu erteleyerek bölüştürüldüğü paydan
Kürt Hükümeti %17 almaktadır. Güneyde sözü edilen rant kavgasının resmi
kısmı yıllık yaklaşık 11 milyar dolara takabül eden bu gelirlerin
hortumlanmasıyla ilgilidir.
Hükümetin Türk sermayesiyle yaptığı
partnerliğin tamamı bu sermaye üzerindedir. Bahsedilen paranın önemli
bir bölümü Türk sermayesine kalan bir kısmıysa iç hizmette
tüketilmektedir. Türkiye’deki en faşist kurumlar bu kaynak üzerinden
Güney’e getirildi. Fettullahçılar bu kaynak üzerinden birçok hizmet
alanında örgütlendi.
-Bir diğer kaynaksa kaçak petrol kuyularıdır.
Kimine göre, 70 kimine göre 80’den çok fazla kaçak kuyu bulunmaktadır.
Bu kuyulardan faydalanan devletlerin başında Türkiye ve İran
gelmektedir.
Taktak kuyusu yıllarca Türkiye ve Güney arasında
kaçak kullanıldı. Adı geçen ülkeler ya gizli anlaşmalarla sevk ediliyor
ya da o ülkelerin iktidar ahbapları tarafından emilmektedir.
Ulus
üstü derin ilişkiler bu tür kaynaklar üzerinden daha da pekiştiriliyor.
Bu bataklıktan beslenen bütün unsurla birbirlerini alternatifler olarak
gösteriyor. Dikkat edilirse Ranya Kortek’teki katliamdan sonra Kürt
Parlamentosu tarihinin en uzun ve en katılımcı (neredeyse herkesin söz
aldığı) toplantıyı gerçekleştirmiş, ancak Türkiye karşısında bir karar
mekanizması olmayı becerememiştir.
Bu ilişkilenmeler şöyle bir
söylem yaratmaktadır “AKP ne yaparsa yapsın Kürt sorununa en yakın
siyasi partidir.” Sanki AKP büyük katliamlar yapsa da bunun Kürdistan’da
bir meşruiyeti varmış gibi yansıtılıyor. Bu tür derin ilişkiler
yıllardır Kürdistan’da üretimsizliği farz kılmış bin bir türlü rant ve
yolsuzlukla halktan kopartılan para kaynakları Türkiye kentlerine
aktarılmıştır. Kürt yönetimindeki şahsiyetler de olmak üzere birçok
insanın parasını kendilerine partnerlik yapılarak Kürdistan’da belki ilk
kez kullanılacak bir durumu ; “sermaye göçünü” gerçekleştirmişlerdir.
Gülen
cemaati çok kaypak bir kurnazlıkla “senin malın benim malım benim malım
zaten benim malım” oyununu oynamaktadırlar. Böylece sermaye karşıtı ya
da yandaş olmak bir yana Kürt sermayecileri oluşturulmuş fakat Kürt
sermayeciliği oluşturulmamıştır. Aslında Kuzey hareketinin sermayeye
mesafeli duruşu bugüne kadar sermayeye yakın duran Kürt eğiliminin
sermayeci sistemi içerisinde kurumsallaşmasını gündemleştirmemiştir.
Oysaki Gülen zihniyeti partner şirketler yoluyla Kürdistan’daki her
türlü sermayeyi Türkiye’ye kaydırırken Kürtlerin sermaye sistemi
içerisinde bile kurumsallaşmasını engellemiştir.
Erdoğan’ın “Kürt
sorunu yoktur benim Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” deyimi Gülence
“Kürt sermayeciliği yoktur Kürt bireylerinin sermayesi vardır” şeklinde
konumlandırılmıştır.
Bu kaynakların en önemli özelikleri
resmiyeti olmadığı için ne kitleler tarafından sorgulanabiliniyor ne de
parlamentolar tarafından denetleniyor. İktidar çevrelerini
holdingleştiren en büyük kaynaklardır. Güneyde asıl iç savaşın dahi
siyasi partilerin resmi gelirleri dahi yerel hükümetten kaçırmasından ve
bunun doğurduğu çekişmeden kaynaklandığı söylenirken bu gayri resmi
kaynakları insan göz önünde bulundurulduğu zaman rant kapısının nelere
gebe olduğu insan kestirmek bile istemiyor.
İşin en ilginç tarafı
her ne kadar mevcut sermaye sistemi sınırları ve ulusları aşmışsa da her
ulus kendi varlığını ve toplumunu bunun içinde ayakta tutmaya
çalışırken Kürt ulusu apaçık bu alanda da tasfiye edilmektedir.
Neredeyse Avrupa ülkelerinde bile ülkeler bu sistemle ilgili
kararlarında ulusal düzeyde temkinli yaklaşmaktadırlar.
Devlet
arazilerinin Türk ve Güney Kürdistan iktidar elitine yakın şirketlere
peşkeş çekilmesi ise bir başka açıdan rant kapısını oluşturmaktadır.
Genelde
Kürt toplumu özelde Güney halkı birilerinin aniden ekonomik yükselişini
hazmedemezken buna karşı farklı formül arayışları olmaktadır. Güneyde
onlarca holding kurularak dikkatin aynı merkezlerde olmasını
engellemişlerdir. Holdingler konfederasyon şirketleri gibi birçok çatı
oluşturarak bu rantı toplum gözünde manipüle etmişler.
Fettullahçı Örgütlenme
Fettullahçılar tarihsel Türkleştirme deneyimleri güçlü olduğundan bu ilişkilenmeden kendileri kazançlı çıkmıştır.
Bireysel
araştırmalarımız sonucu daha önce iç savaş döneminde Türkiye’deki
faşist yapıların PDK ve YNK’nin parayı tekelleştirme yarışlarını fırsat
bularak bölgedeki halkın açlığını İslami Yekgirtû Kürdistan (Kürdistan
İslami Birliği) üzerinden terbiye ettirerek bu yapılanmaya taban
kazandırmış, hatırlanacağı üzere bu partinin liderinin faşistlerin
cenazesine katılacak kadar ilişkilendirmiştir.
Okullar ve Devşirmeler
Çokça
tekrarına giremeyeceğimiz Güneyde yaygınlaşan okullarıyla Gülen hem
fakir kesimini hem de elit kesimi devşirerek Güneyi ele geçirme çabasına
girmiştir.
Hastane ve Alışveriş Merkezlerinde Toplumsal Verilerin Toplanması
Gülenin
işgali o kadar kökleşmiş ki ulaştığımız bazı kaynaklar son dönemlerde
hastane ve alışveriş merkezlerini her tarafta açıp çok yoğun toplumsal
veriler toplanmaktadır.
Örneğin bu toplumun en çok hangi
psikolojik ve diğer hastalık sorunlarını yaşadıkları neyi giyip neyi
içtiği Türk uzmanlarına veriler halinde sunulmaktadır. Bu gerçeğin önü
alınmadığından bu bilgilerin toplumla paylaşmamızın doğru olmadığını
düşünüyorum.
Basın ve Akademi Alanındaki İlişkilenmeler
Bu alanda üç temel ilişkilenme söz konusudur:
1)İslami kesim üzerindeki ilişkilenmeler
2)Güya
demokrat ve Kürt sorununun çözümünde ‘yardımcı’ olan Cengiz Çandar’ın
öncülüğünü yaptığı manipülasyoncu, tatmin edici harekettir.
3)
Üçüncüsü ise sübjektif ve dezenformacı genelde Türkmenlerin içinde
kullanılarak yapılan sızmalardır. Burada bunlara karşı doğru bilgiyi
Soranca’ya çevirecek bir dinamizme ihtiyaç bulunmaktadır.
Sınırların Ötesindeki Komplo
AKP’nin
neredeyse uzaylılarla bile oturduğunda PKK’ye karşı durmayı şart olarak
koşmaktadır. Her ilişkilenmesine PKK şartı koşturmaları içerisinde
bulundukları ruh halini Davutoğlu’nun deyimini doğruluyor.
Ancak o
kadar basite alıp üzerinden geçersek günümüz Bilgi Toplumunun evrensel
değerini görmezden gelir, uluslararası ilişkilenmelerin öneminden yoksun
kalırız. Kürt Özgürlük mücadelesi özelikle Güney Afrika, Latin Amerika
ve Çin Devrimindeki mücadeleler gibi mücadelelere çok benzemekte ve
bunlarla enternasyonal bir paydada ortaklaşmaktadır.
Erdoğan’ın
Afrikalılarla PKK’yi şart koşması başlangıçta çok gülünç gelse de
aslında gayet ciddidir. Kürt Halk Önderi’nin Kenya’da yakalanması ne
kadar ciddi ise Kürtler açısından bu ilişkilenme biçimi de o kadar
ciddidir..
Şimdi amansız bir komplo ve kirli bir savaşa rağmen
Doğu ve Batı Kürdistan’da denklemleri yönlendirecek hatta alt üst edecek
bir hareketin varlığı tekrardan herkesi çıldırtmaktadır. Bu yüzden
Kuzey’de çözüm kapıya dayansa bile diğer parçalardan kaynaklı tersine
dönüp bu etkeni silmeye çalışmaktadırlar.
PKK’nin dördüncü
stratejik dönemi olarak tanımladığı yeni dönem atılımı Avrupa’ya
uzayıncaya dek statüsüzlüğü ret eden bir atılıma dönüşmüştür.
Halkların
Baharı’nın da verdiği zeminle Kürdistan’ın statüsüne kavuşma süreci
hızlanırken Avrupa ülkelerindeki statü eylemleri Avrupa’nın Kürt
sorununa gerçek yaklaşımını ortaya çıkaracaktır. İçindeki komplo
kurumunun düzeyini ortaya çıkaracaktır. Bu eylemler aynı zamanda
diplomasi potansiyelini yaratacaktır.
AKP’nin akıl hocalarının
önce AKP siyasetine dalga dalga KCK operasyonlarını önerirken giderek
bazı ilginç katliamlarını parmakla işaret etmektedirler. Bu anlamda
Srilanka benzetmesi Kürdistan’a karşı Kudüs olmuş bir zihniyetin
ürünüdür. Bu denklemin içinde Tamilleri PKK hareketine benzetilmesi
ahmaklık değil midir?
Devletin önemli bir kesiminin ETA örneğini
de araştırdığı ve araştırdıkları benzer modellerin devlet taktiklerini
PKK’ye karşı uyguladıkları açıktır. Ancak PKK’nin siyasal derinliğini
fark etmedikleri de açıktır. Hasan Cemal’in bir süredir bağıra bağıra
uyarı yaptığı bu derin gerçekliğin görülmeden hangi felaketlere
gidileceğiyle ilgilidir.
ETA’ya karşı mücadele taktiklerini
uygulayan hatta hızını alamayıp Tamil örneğiyle yamyamlaşan zihniyet bu
kadar acımasızlaşan siyasal ve sivil katliamlara karşı farklı Kürt
örgütlerinin onlarca yerleşim alanlarında vereceği siyasi ve askeri
mesajların sonuçlarına da katlanmak zorundadırlar.
Birincisi;
Tamilleri komplo süreci içerisinde erittiler, PKK ilk müdahalenin adresi
oldu. İkincisi ise ABD’nin Irak’a gelişi ve işgal girişimine karşı
PKK’den başta bir kaç kişi koparmışsa bile PKK genel olarak bu süreci en
fazla değerlendiren örgüt olmuştur ve karşılaştırma yapacaklarsa bu
süreci köklü ele alıp komplo öncesi ve sonrası karşılaştılar. Kendinin
defalarca katlayarak büyüyen bir PKK’yi göreceklerine eminim.
PKK’nin
Dördüncü Stratejik dönem olarak ifade ettiği ve Özerkliğin ilan
edilişiyle devam eden süreçte kendini kurumsallaştırmanın en önemli
başlangıcı olmuştur. Bu çerçevede devletsiz namaz, mecliste Kürtçe
konuşma benzeri eylemler devlete karşı özerk olmayı simgeleyen eylemler
olmuştur.
Legal alanlardaki sivil itaatsizlik eylemlerinin yanında
HPG’nin devletin fiziki ve kültürel soykırımına karşı yaptığı esir alma
eylemleri Kürdistan’da iki hukukun işlendiğinin büyük bir kanıtı
olmuştur. Zaten KCK Adalet Divanı’nın verdiği kararla AKP
işbirlikçileri, asimilasyoncu öğretmenler ve askerler olmak üzere her
yerde HPG Kürtlerin hukukunu işlemiştir ve bu hukukun pratik gücü olmayı
başarmıştır.
Yüz yıllardır terörize edilen Kürt davasının giderek
Kürt sorununa dönüştüğü ve Kürtlerin mücadele hakkının “Kürt Sorunu”
tanımlamasını hak etmediği halde sistem tarafından bu şekilde
tanımlanmasını bir kazanım olarak gören bir yaklaşımın açığa çıktığını
görüyoruz.
Kendisini sorun olarak gören bir yaklaşım hakim olduğu
için özerk eylemlerin taktikleşmesi söz konusudur. Örneğin çeşitli
belediyelerde Kürtçe hizmet ve tabelaların oluşturulması gibi özerk
fiiliyatlar olmuşsa da bunların kurumsallaşması tabelada kalmıştır.
Kürdistan’ı
inşa etme yerine Kürdistan inşasını bir tehdit olarak sunan ve bunu
sunarken parçalı bir duruşla tek seslilikten uzak kurumsallaşmayan bir
gerçek ortadadır.
Eğer PKK’nin süreçlere bağlı çökeceği bir dönem
olsaydı o dönem Sovyetlerin çöktüğü dönem olacaktı. Kanımca PKK bu
dönemde zayıflayacağına sosyalist alternatifliğin merkezi oldu. Aslında
komplo o gün başladı. Neden Sovyetlerin çöküşünden sonra birçok
sosyalist gücün tasfiyesine rağmen PKK’nin ayakta kaldığı sorusuna
bulunacak cevap PKK’nin gelenek-güncel bakışını özetleyen cevaptır.
PKK
geldiği geleneğin kendisine köklü bir eleştiridir. Dolayısıyla klasik
ideoloji ve klasik Kürt ayaklanmalarından ayrıştıran özelliği sadece
kalıcı ve sürekli olması değil bu kalıcılık sürekliliğin geleneğe
sunulan eleştirinin kendisidir.
Ancak geleneksel deneyimi
beraberinde getirebilen ve iyi bir deneyim geleneğini yaratmakla beraber
güncel yeniliği başarmış bu hareketin herkesten çok gelenekten
faydalandığı da açıktır.
PKK’yi herkesten ayrıştıran bu özellik
aslında kurulan tarihsel komploya karşı konulan ilk tavrın
kurumsallaşmasını ifade ettiği kanaatindeyim.
“Din afyondur”
söyleminin peşinden milyonların koştuğu bir süreçte PKK kendi kongre ve
konferanslarında Halacı Mansurları tartışarak toplumsal, tarihsel
gerçeklere (klasik sosyalizmin tüm dayatmalarına rağmen) ışık tutmuştur.
Aşırı
keskinleşen kabul ve ret ölçüleri radikal değildir. Tam aksine köklü
kabul ve retler radikal ve derinliklidir. Düzenin manipülasyonuna maruz
kalmış en temel kavramlardan bir tanesi de radikalizm ve fanatizm
gerçeğidir. Haliyle PKK Hareketi de yıllarca içerde dışarı da bu savaşı
vermek zorunda kalmıştır. Aynı şekilde devlet objektif ve sübjektif
olarak PKK Hareketinin tüm alanlarında radikallik yerine fanatizmin
yolunu açan bir savaş yürütmüştür.
Geldiği toplumsal, ideolojik
geleneğe eleştirel yaklaşmakla PKK hareketi hem statükonun yoğun olduğu
Orta Doğu’da, hem de pozitivizmin “egemenlik kayıtsız şartsız
patronundur” anlayışına hizmet eden modern hurafeciliğine karşı muazzam
bir düşünce dinamizmini yarattı.
Güney Kürdistan’da bile
gözlemlediğimizde Öcalan’ın Kürtçeye çevrilen kitapları tek başına büyük
sorgulayan, şüpheci davranabilen bir potansiyel yaratmıştır.
Yeri
gelmişken tarihsel komplonun en önemli kurumu dengeler ve yörüngeler
portresidir. Dengeler üslup ve yöntem konusunda gözetilmeli; bu dengeler
arayışı ilkelere sıçrarsa dengeler adına yapılan siyasetin yörüngeleri
değiştirme tehlikesi vardır.
Bu bir gözlemdir; propaganda
değildir. Bence yüzlerce bedenin ateşle buluşarak anlattığı Öcalan
gerçeğini kelimelerle propagandaya dönüştürmek Öcalan’ı yücelten bir
davranış değildir. Bu anlamıyla Öcalan bir eylem dili olmayı
başarmıştır. Her gün tutuklanan binlerce kadroya rağmen dinmeyen ateş
bunun en somut kanıtıdır. Bu anlamıyla Öcalan kurumsal kimlik ve eylem
olma becerisine önderlik etmiştir.
Yeniden dizaynda Sermaye
İmparatorluğundan (ABD+İngiltere+İsrail’den) alınan rol karşılığında
Kürdistan’da istediği gibi at koşturmasına izin verilen Erdoğan bir
icazeyide TBMM’nin kendisinden almıştır. Aslında meclisten aldığı ilk
yetki Kürdistan’daki savaş koordinatörlüğüdür.
MHP-CHP ve AKP
faşizmi koşulsuz şartsız Kürdistan’daki savaşta birleşmişlerdir. Yeniden
dizaynda Türkiye’deki üç güç teknik olarak farklı şeyler söyleseler de
pratik ve stratejik olarak birleşmişlerdir. Bunun karşısında Kürdistan’ı
güçlere reva gördükleri parçalı siyasetin kendisidir. Dünyanın en vahşi
bombardımanı Kürdistan’da olmasına rağmen bazı Kürdistan’lı güçler bu
amaca hizmet eden açıklamalar yapmışlardır.
Karşıt güçlerle
ilişkilenmeyi bu güçlerle taraf olmak olarak bilen bir yanılgı söz
konusudur. İran’ın Nêçirvan Barzani’nin önüne koyduğu seçenekleri
değerlendiren Güney Kürdistan Hükümeti’nin İran temsilcisi bir gazeteye
verdiği demeçte “ İran Kürtleri birbirine kırdırtıyor diyenler
vicdansızlık yapmaktadır. Çünkü İran’ın önerdiği sadece sınıra peşmerge
yerleştirme seçeneği değildir” taraf olmayı sınırların biraz ötesine
taşırarak “ Casusan tepesinin (İran ile PJAK’ın savaştığı tepe)
Abdulkerim Kasım zamanında da sınıra konulan taşlara bakıldığında her
iki sınır arasında ara bir bölgede kalmaktadır” diye uzatmaktadır.
İlişkilenmeyi
taraf olarak algılama yanılgısının olduğunu söylemiştik. Şimdi burada
verilen mesaj da birincisi işgalci ve saldırgan bir güce sayısız sivilin
ölümü ve mağduriyetine rağmen vicdan aramak ve mağdur tarafı
vicdansızlıkla suçlama durumu var.
İkincisi, temsilcisi olduğu
ülkenin parçalanmasını savunan ve işgalcilerin tapu kadastro memuru gibi
topraklarının neredeyse İran’a ait olduğunu söyleyen bir durumla karşı
karşıyayız.
Üçüncüsü ise, diyelim ki ‘vicdan terazisine’ soyuldu
ve sınırları nispeten düzeltip İran’ın hak iddiasını doğruladı peki
apolitik olmayan bir insan için madem İran’ın hakkı olan bir toprakta
bir savaş yaşanmış ve İran bu savaşta kaybetmiş o zaman İran
topraklarındaki zaferin ya da kaybın sizinle ilgisi nedir sorusu
sorulur?
Eğer durum böyleyse İran’ın kendi başarısızlığını kendi
topraklarında Güney Kürdistan’a yüklemesi daha da zorlaşır. O zaman
PKK’ye yapılan eleştiri İran adına mı yapılıyor, Güney Hükümeti adına mı
yapılıyor?
AKP çelik halatlarla Özgürlük Hareketi’nin gücünü
ısrarla Kuzeyden ve Batı Kürdistan’dan Güney ve Doğu Kürdistan’a çekmeye
çalışmaktadır. Birleştirdiği üç faşist güce karşı parçalama çabasında
olduğu Kürdistan’ı üç temel gücü birbirine düşürerek fitne
çıkarmaktadır.
Erdoğan’ın İsrail karşıtlığı sonrasında yaptığı
Mısır gezisi ve planladığı Filistin gezisi İsrail karşıtlarını düşürmek
için kullanacağı silaha mermi toplamak içindir. Orta Doğu’da PKK
hareketi bu politikayı iyi analiz ettiği için Erdoğan ancak bu alandan
mermi değil boş kovan toplaya bilecektir.
Diyelim ki AKP faşizmi
İran ve Suriye’de iktidarları ve Kürtleri birbirine düşürmeyi (ki en
büyük çabası bu) başardı; PKK taktiksel bir örgüt olmadığı için sıkacağı
kurşunları yine kendi amacını aydınlatarak sıkacaktır. Zaten PJAK’ın
son zaferinde İran PJAK’ı ABD ve İsrail işbirlikçisi olmakla suçlamaya
çalışırken PJAK İran’ın kendisine atmak istediği çamura batırdı: Nitekim
bu savaşta ele geçirilen silah ve mühimmatların ABD ve NATO’ya ait
olduğu ispatlandı.
İsrail Karşıtlığı Safsata ve Stratejik Komplodur
AKP’nin
yaratığı kimlik ve taraf olma bulanıklığını iyi algılamadan Orta
Doğu’da kimin silahına kimin mermisinin sürüldüğü ve kimin silahının
kimin hedefine doğrultulduğunu anlamak mümkün değildir.
Küçük
Ortadoğu (Filistin- İsrail) projesinin deneyimlerine çokça benzeyen
Erdoğan’ın taktikleri AKP’yi küçük HAMAS’tan yola çıkarak büyük HAMAS
olmaya doğru ittiği açıkça görülmektedir.
Bu taktiğin özü şudur;
bugün Filistin mücadelesi görece bir zafere gitse bile bu zafer
İsrail’in en büyük hizmetçisi olmaktan kurtulmayacaktır.
Demek
istediğim Erdoğan Neo-Osmanlı kılıcıyla İsrail düşmanlarını yenerken
İsrail’e karşı zafer kazanmışlarında alın terini İsrail’e doğru
akıtmakta, bu terle İsrail siyasetini sulamaktadır. Böylece İsrail bir
tarafta kaybedenlerin kanıyla beslenirken diğer tarafta kazananların
teriyle gübrelenecektir.
AKP ittifakıyla oluşturulan faşist gericilikle sömürü modernitesinin uzlaşmasıdır.
Zaten
yaptığı kabadayılıkla İsrail’e muhalif olanların rolünü çalmaktadır.
İran ve Mısır’daki bahçıvanlar biraz daha bilinçli olsalar Erdoğan’ı
bahçede olgunlaşmamış meyveleri çalarken yakalarlardı.
Sen hem
İsrail’e meydan okuyacaksın hem de NATO’nun, İsraillilerin, İngilizlerin
düşürdüğü kalelerde rahat rahat dolaşacaksın! AKP Türkiye’si Müslüman
İsrailler Türkiye’sidir.
Bütünlüklü anlatım bütünlüklü algılayış ve bütünlüklü mücadele tarzı aciliyet arz etmektedir.
Kurumsal
komplonun kendisiyle mücadele ederken onun eylemlerine cevap olacak
eylemsel bir dille ve kurumlarına karşı ise büyük bir örgütlü duruşa
ihtiyaç vardır.
Komplo Kurumsallaşmasının Geleceği Ve Özgürlük Hamlesi
a)Güneyin Devletleşme İhtimali Üzerine
Güney
için düşünülen devletleşme senaryolarının en uzağı beş yılı
geçmemektedir. Dolayısıyla baharda ya da bir kaç bahar sonrasında ilan
edilecek devlet komplo karakterinde derin- iç kurumsallaşmayı
sağlayacaktır.
Batı Kürdistan’ı Suriye’deki Alevi nüfusuyla anlaşarak Güneye deniz yolunun açılması öngörülüyor.
Güney
hükümetinin Ulusal kongre için öne sürdüğü “PKK’nin saldırı
pozisyonunda olduğu bir dönemde yapılması düşünülemez” söylemi aslında
kongrenin TC’nin ne kadar baskısının altında olduğunun bir sinyalidir.
Aslında tam da burada kongrenin kendisinin PKK’ye karşı bir baskı aracı
olarak kullanılması düşünülebilinir.
Ancak bu ihtimale karşı
“kongre PKK’ye karşı kullanılabilinir” tespiti kongrenin oluşunu değil
oluş biçimini bir düzene getirebilir.
Suriye’den çıkacak sonuç hem Kürtler açısından hem de PKK açısından kader tayin edicidir.
Güneyde
Güney Batı dinamizmi Dr. Fuat Mahsun etrafında şekillenecektir. Ayrıca
edindiğimiz bilgilere ve tahminlerimize göre Türkiye-İngiltere-ABD vb
güçlerin aracılığıyla gerekirse bu alandaki Kürtler
silahlandırılacaktır.
Sermayeci güçler bu alana milyar dolarları
yatırmaktan bahsediyor. Yine bu paranın kaynağı olarak 2012’nin sonuna
kadar Güney’de 500 ile 1000 arası petrol kuyusunun kazılacağı yılsonuna
kadar bu eğilimin maddi kaynakları ikiye katlanacağı tartışılmaktadır.
Tabi ki bu kuyulardan Kürtlere aktarılan miktar çok az olsa da bunun bu
güçlerin tekelinde gelişmesi büyük bir miktara tekabül etmektedir.
Türkiye;
“ bölgede bir Kürt yönetimi olmasın olursa PDK çizgisinde olsun
fikrinde”. Bu anlamda KCK adıyla yapılan operasyonların ve gerillaya
karşı yapılan operasyonun esnetilmesini düşünmek saflık olur.
b)Kürdistan’da GLADYO’nun Güncellenmesi
Yinede
belirtmek gerekir ki en çılgın silah bile özgürlük hareketlerini
gevşeten tutum kadar etkili değildir. Bir taraftan HAK-PAR ve KADEP’in
özgürlük hareketine göz kırptığı bir dönemde aynı çizgilere yakın Burkay
ve Güçlü doksanlı yılların itirafçıları gibi konuşuyorlar. ‘Hakikat
Araştırma Komisyonu’ bunların itirafçılık ve ajanlık ifadeleriyle adeta
coşuyor.
Gerilla savaş mevsimleri aracılar aracılığıyla
esnetilirken siyasal alanda yaratılacak her boşlukta kendi çizgilerini
doldurmaktadırlar. Önümüzdeki günlerde Kürdistan’daki devlet
çeteciliğinin ittifak yapması kaçınılmazdır.
PKK’ye karşı savaş mevsimleri iyi okunmalıdır:
Bu
anlamda Güneydeki NATO ve Kürt öncülüğü altan alta Hizbullah vb
yapılanmaların propagandasını yaparak muhtemelen ilerde bunlarla
ittifakını açıklayacaklardır. Sorun bu ittifakın açıklanıp açıklanmaması
değil bir GLADYO ittifakının tekrar güncelleneceği açıktır.
Hizbullah’ın son açıklaması Hizbullah’ın içine sinmiş bir Kürdistan
değil sindirilmiş bazı Kürt çevrelerinin karakter ve yapısının ürünüdür.
Burkay gibi gereksizlerin gündem işgali ve karalama kampanyaları bu
merkezlerden güç almaktadır. En ulusal süreçlerde bile bu yapılara
karşı önlem alınmalıdır.
Kürtler devletleştirildikçe özgürlükleri
elerinden alınmaktadır. Ancak Özgürlük Hareketi’nin kazanıma dönüştürme
yapıcılığı bu rüzgârı tersine de çevirebilir.
c)PKK’ye Karşı Çoklu İttifak
PKK’nin
etkinlik alanının geniş olmasından ve bölgesel güçlerle stratejik
birlikteliği esas alan stratejisinden kaynaklı içte dışta üç ayrı
çerçevede gelişme sağlayabilir.
Birincisi bahsettiğimiz GLADYO’nun
Kürdistan’daki güncelliği, ikincisi bölgesel düzeyde bölge devletlerinin
veya bölge devletleri içerisindeki eğilimler üçüncüsü ise uluslararası
sermayeci güçlerin Güney çizgisine yeşil Kuzey çizgisine kırmızı ışığı
yakacakları tekrardan tahmin ediliyor.
d)Çok Kutuplu Dünya ve Özgürlük Hamlesi
ABD’nin
eskisi gibi tek kutuplu durumunun olmadığı anlaşılmıştır. BM’nin Suriye
kararında da ortaya çıktığı gibi Çin ve Rusya oylarını ABD’nin değil
Suriye’nin lehine kulandılar. Suriye yönetiminin ne zaman düşeceği bir
yana artık Suriye ve İran düşse bile ABD’nin kendi gücünü koruyamayacağı
açıktır.
Ekonomik olarak ta bakıldığında Rusya ve Çin ekonomik
krizden daha az etkilenmekteler ve giderek bu durumdan faydalanmaktalar.
Hem özelde ABD’nin, genelde kapitalist sistemin içine girdiği siyasi ve
ekonomik krizinin faturası gün geçtikçe kabarmaktadır.
Bütün
bunlar olmasa bile insan ve dolayısıyla devlet ilişkilerindeki çoklu
ilişki tarzı çoklu diyaloğu bu da beraberinde çok kutuplu dünya gebe
olan bir çağı getirmiştir. Bu süreçte dinamiklerin (tarafların) dostluk
düşmanlık süreçleri aşırı değişken bir döneme girebilir.
Tercihlerin
olduğu bir yerde T.C faşizminin tek kutbunun barbarlığıyla bir şeyler
yapması zor gibi görünmektedir. En azından böyle bir şeye giriştiği
zaman tercih fırsatı bu faşizmi çembere alabilir.
Sorun kutupların
ideolojik olarak nerde durduğu değildir; şimdiye kadar kutupların
olmayışı Özgürlük Hareketi’nin (her ne kadar kendi ayakları üzerine
kendi çabasıyla durmuşsa da) stratejik ayaklarından birinin sakat
kalmasına sebep olmuştur. Sorun sadece Sovyetlerin desteğini alıp almama
olayı değildir Sovyetler yıkıldığından bu yana tek kutbun Kürdistan tek
kutbun ölçüsüz savaşıyla karşı karşıya kalınmıştır. Şimdi ise bölgesel
ve küresel ölçüde birçok kutbun çıkma ihtimali hareket için çift kutuplu
dünyadan daha büyük fırsatlar doğurmuştur.
PKK liderliğinin
sürekli kabullenemediği “yetersiz yoldaşlık ve sahte dostluk” kavramı
bugünlerde kendisinin hedef halinde olduğu bir dönemde günceliğini
korumaktadır. Bu durum stratejik önderliğinin yanında pratik önderlik
olmaya zorlamıştır. Kendisinin düşünsel çıkışı gereği de sosyalist
önderlikten demokratik bilimsel, ekolojik, sosyalist bir öndere
evrilmesi gereği yeni dönemde Apocu’luğu güncelleştirmek ve
kurumsallaştırmak onun pratikçisi ve düşünürü olduğu bu harekete
bağlılığın en acil gereği olmalıdır. Bilimsel önderlik şakşakçılığı
eleştiren, onun fanatizminden çok radikal pratizmini gerçekleştiren
önderliktir.
Kürtler kendilerine karşı oluşturulan savaşın
mitolojik devrini geçip, komplonun yaratığı kurumlarla kurumsal komplo
gerçeğini tartışmak durumundadır. AKP kurumsal komplo platformudur. Bu
komplo klasik bir oyundan çok bir sistemler stratejisidir. Buna karşı
sistematik ve aralıksız mücadele vermek var olmanın en acil gereğidir.
Ozan Erdem
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info