13 Haziran 2012 Çarşamba

Demirtaş: Kürtler Asla Seçmeli Ders Kabul Etmeyecektir

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kürtçenin seçmeli ders olarak haftada iki saat verilebileceği açıklamalarına tepki göstererek, "Kürtler ayrı bir halk ve ayrı bir ulustur. Asla seçmeli ders kabul etmeyecektir” dedi. Demirtaş, “Eğer Kürtçe seçmeli ders verilecekse asimilasyon politikalarının kaldırılması için, batıda Türklere verilmesi gerekiyor" diye konuştu.

Dün Hakkari'de çeşitli incelemelerde bulunan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, BDP Hakkari milletvekilleri Adil Kurt ve Esad Canan'la birlikte Yüksekova'ya geçti. Demirtaş ve beraberindekiler Yüksekova girişinde bulunan Şakitan Köprüsü'nde aralarında belediye başkanları, sivil toplum örgütü temsilcileri, BDP il ve ilçe örgütü temsilcilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda araçlık konvoyla karşılandı. Daha sonra Cengiz Topel Caddesi üzerinde bulunan Oslo Oteli önüne gelen Demirtaş, binlerce kişi tarafından karışılandı. İlçe merkezinde halkla yürüyen Demirtaş daha sonra Eski Cezaevi Kavşağı'nda kitleye seslendi. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın posterleri, PKK ve Konfederalizim bayraklarının açıldığı alanda son zamanlarda yaşamını yitiren HPG'lilerin posterleri de açıldı. İlçede ilk kez bir karşılamada kepenk kapatmayan esnaf, yerlerine çocuklarını bırakarak konuşmayı dinlemeye geldi. Barış Anneleri'nin en önde bulunduğu alan sarı, kırmızı ve yeşil renklerle süslendi. Polis ilçede yoğun önlem almasına rağmen kitlenin bulunduğu alandan uzak kalmayı tercih etti.

‘AKP SANDIKTAN ÇIKAN İRADEYİ YOK SAYDI’


Kitleye seslenen Demirtaş, son seçimlerde Hakkari ve ilçelerinde açılan sandıklarla dünyaya bir mesaj verildiğini belirterek, seçimlerle 90 yıllık faşizan sömürgeci rejimin sandığa gömüldüğünü dile getirdi. AKP'nin devletle birlikte Hakkari'de iflas bayrağını çektiğini söyleyen Demirtaş, "Oslo ve İmralı'da müzakereler yapılıyordu. Biz çözümün olması için bütün irademizle destek verdik. Ancak seçimden hemen sonra hükümet verdiğimiz desteği görmemezlikten geldi. AKP sandıktan çıkan iradeyi yok sayarak belki 30 yıllık savaşı durdurabilecek bir fırsatı kaçırdı. Yeni hükümet sandıktan çıkan sonuçlarla ilk olarak Hatip Dicle'nin vekilliğini gasp etti. İradeyi tanımayarak siyasi gaspçı Oya Eronat'ı milletvekili olarak seçtirdi. Daha sonra tutuklu vekiller tüm itirazlarımıza rağmen serbest bırakılmadı. Seçimden sonra AKP'nin verdiği mesaj siz seçersiniz biz tutuklarız oldu. Bu yöntem 100 yıldır devam ediyor ve halen de devam ediyor" diye konuştu. Kürt halkına yönelik katliamcı zihniyetin halen sürdüğüne de vurgu yapan Demirtaş, "Kürt halkı üzerindeki baskı ve zulüm olmamış gibi Kürt halkı ve BDP'yi savaş yanlısı kandan yana eli kanlı katil olarak lanse ediyorlar. Sayın Öcalan üzerindeki tecridi geliştirerek, Öcalan'ı halkından koparmaya çalışmaktadırlar" dedi.

‘TÜRK HALKI KÜRT HALKINA DÜŞMAN EDİLDİ’


AKP hükümetinin savaş politikalarında ısrar ederek Roboski katliamını gerçekleştirdiğini, sokakta çocukları katlettiğini, Türk yargısı ve medyası ile Türk halkını Kürt halkına düşman ettiğini belirten Demirtaş, AKP'nin yarattığı yargıyla Kürt siyasetçilerinin hatta 90 yaşındaki annelerin bile cezaevine atıldığını dile getirdi. Demirtaş, "Kürt halkı için bu kadar baskı aracı haline getirilen yargı kendisine yüklendiği zaman ise yargı kendi içinde devlet olmuş diyorsun. Ve yasal düzenlemeler yapıyorsun. Yani kendisine dokunduğu zaman isyan eden, Kürtlere imha dayatan bir sisteme destek veren bir Başbakan vardır" diyerek, "Senin özel mahkemelerin milletvekilleri, belediye başkanları, gençleri tutuklayacak, ama sana dokunduğu zaman isyan edeceksin. Bu düşman yasası, düşman hukukudur. Eğer sen Kürt halkını düşman görüyorsan bunu çık açıkla. Biz de beraber yaşayıp yaşamadığımızı bilelim" ifadesinde bulundu.

‘KÜRTLER ASLA SEÇMELİ DERS KABUL ETMEYECEKTİR’


Başbakan Erdoğan'ın dün dile getirdiği 2 saatlik Kürtçe seçmeli ders açıklamasına da sert tepki gösteren Demirtaş, şöyle devam etti: "Kürtler ayrı bir halk ve ayrı bir ulustur. Sen kendi bölgende seçmeli ders kabul etmiyorsan neden Kürtler etsin ki. Sen Kürtleri vatandaş olarak görmüyorsun, Kürtlere düşman hukuku uyguluyorsun, elbette ki itiraz edeceğiz konuşacağız. Haftada iki saatlik seçmeli ders olacak deniliyor. Ben anneden doğduğum zaman seçme hakkım oldu mu ki anadilimde seçmeli ders olsun. Eğer seçmeli ders uygulanacaksa Türklere batıda asimilasyon politikasına karşı Kürtçeyi seçmeli ders olarak ver. Yoksa Kürt halkı asla seçmeli dersi kabul etmeyecektir. Kürtler bir halktır bir ulustur. Sen kalkacaksın bir halkı asimilasyondan geçireceksin sonra 2 saatlik seçmeli ders vererek bu asimilasyon sürecini tamamlayacaksın. Bunu asla kabul etmeyeceğiz." Kürt dili üzerindeki asimilasyon politikalarının bir günde bitmeyeceğini de belirten Demirtaş, "90 yılda yasakladığın bir dili bir günde çözemezsin. Bunun alt yapısını oluşturmak zorundasın. Bunun bütün boyutlarını oluşturmak zorundasın. Matematiğini, kimyasını oluşturacaksın, yani bütün alt yapısını oluşturacaksın. Bu ancak bir iki senede oturacak bir sistem olacaktır. Öyle kalkıp haftada iki saatlik ders ve TRT şeş'i kullanarak bununla yetin diyeceksin. Kusura bakma bunu kabul etmeyeceğiz. Bu halk esir değildir. Biz şunu söylüyoruz Kürdistan'a top asker yığacağına bunları geri çek, öğretmen gönder, karakol yapacağına karakolları iptal et onun yerine Kürtçe okullar yap. Bizim talebimiz anasınıfından üniversiteye kadar Kürtçe eğitimdir" diye konuştu.

‘BU HALK KİMSEDEN KORKMADI VE KORMAYACAKTIR’


"Türk dilini geliştirmek için olimpiyatlar düzenliyorsun Kürtçe diline tahammül etmiyorsun" diyen Demirtaş, sorunun çözümünü şöyle dile getirdi: "Bir halkın dilini haftada iki saate sığdırmayacaksın. Ankara'dan vali ve kaymakam atamasından vazgeçeceksin. Tutukluları serbest bırakıp özerklik hakkını tanıyacaksın. İşte sorunun çözümü budur. Bu şekilde barış gelecektir. Bizi sürekli bölücülükle itham etmekten vazgeçeceksiniz. Biz bölmüyoruz iki halkın eşit haklarda yaşamasında ısrar ediyoruz." Başbakan Erdoğan'ın her mikrofonu eline aldığında BDP'yi ve Kürt halkını hedef aldığını belirten Demirtaş, "Tayip Erdoğan her mikrofonu eline aldığında bizi hedef gösteriyor. PKK'nin korkusundan AKP'ye destek vermiyorsunuz diyor. Bu halka hakarettir. BDP ve Kürt halkına korkaksınız diyor. Aslında bu onların korkaklığıdır" şeklinde konuştu.

Kenan Evren'in katliamlarından korkmayan Kürt halkının asla AKP'nin uygulamalarından da korkmayacağını sözlerine ekleyen Demirtaş, "Kürt halkı her katliama karşı direniş sergiledi. Hiçbir zaman korkmadı. Kürt halkının korkma zamanı değildir. İleri çıkma zamanıdır. Bakın Mazlum Doğan aşırı baskı altında dışarıda halk desteği olmadan tek başına direniş meşalesini yaktı. Eğer o direniş olmasaydı bugün bu halk bu meydanda olmazdı, ben buradan size hitap edemezdim. Kürt halkı gösterilen direnişle bugüne geldi. Gever halkının gösterdiği direnişle bu alanlardayız. Gever hiçbir zaman diz çökmedi. Amaç Gever üzerinde bir halka diz çöktürmekti. Ama bunu başaramadılar. Biliyorlar Gever direndikçe Kürtler direniyor. Gever şu ana kadar 600 tutuklu, bine yakın sürgün vermiştir. Bine yakın kişi aranıyor. Ancak Gever halkı asla geri adım atmadı ve faşizm üzerine kararlı bir şekilde yürüdü" dedi.

Demirtaş, konuşmasından sonra geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren HPG'li Cengiz Özek, Özek'in cenaze töreninde öldürülen Özgür Taşar ile cezaevinde yakalandığı kanser hastalığından sonra taburcu edilen ve hastanede yaşamını yitiren BDP eski İlçe Başkanı Şahabettin Tamur'un ailelerine taziye ziyaretlerinde bulunmak üzere alandan ayrıldı.

Devrimci 78'liler: Türkiye Kabile Ülkesine Dönüştü

Devrimci 78’liler Federasyonu, bir yandan 12 Eylül cuntası yargılanırken, diğer yandan da cunta dönemi yargılamalarının hukuki sayıldığını belirterek, 78’liler ve dostlarının onlarca yıl hapis tehdidi altında olduğuna dikkat çekti. Türkiye’nin bir kabile ülkesine dönüştüğünü kaydeden Federasyon, AKP rejiminin 3. Paketine de işaret ederek, bu pakete faşist katillere af niteliğinde bir madde eklendiği tepkisinde bulundu.

Devrimci 78’liler Federasyonu, demokratikleşmenin mahkemeler eliyle gerçekleşemeyeceğini ifade ederek Meclisi göreve çağırdıklarını hatırlatırken, “Ancak çağrımızdan bu yana bir dizi gelişmeler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor” dedi.

FAŞİST AFFI

Federasyon, sözkonusu “gelişmeleri” şöyle sıraladı:

“1- Önderlerimizi andığı gerekçesiyle üyelerimiz ve dostlarımız ceza almaya devam ediyor. Üyelerimiz 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanıp ceza aldıkları için önceden “kasıtlı suçtan mahkûmiyetleri” bulundukları gerekçesi ile cezaları onaylanıyor.

Bir yandan 12 Eylül cuntası yargılanırken öte yandan cunta dönemi yargılamaları hukuki sayılıyor, bunlara dayanılarak infazlar yakılıyor, 78’liler ve dostları onlarca yıl hapis tehdidi altında tutuluyor.

Hem yerel mahkemelerin kararları, hem de Yargıtay’ın bu kararları onaması bir hukuk skandalıdır. Yargıtay kendi içtihatlarını çiğneyerek bu kararları onamıştır. Bu kararlar bir kez daha göstermiştir ki Türkiye adalet sistemi resen suçlu üreten bir mekanizma haline dönüşmüştür. 12 Eylül cunta yargılamaları tüm sonuçları ile ortadan kaldırılmalıdır.

2- TBMM Adalet komisyonunda kabul edilen 3. yargı paketinde 12 Eylül öncesi Öğrencileri, bilim adamlarını, gazetecileri öldüren, toplu katliamlar yapan faşist katillere af niteliğinde bir madde eklendi.

Basın ve kamuoyunda çok tartışılan, kamuoyu vicdanını yaralayan bu maddeyi “utanç” maddesi olarak değerlendiriyoruz. 12 Eylül’le hesaplaşacağını iddia edenlerin de nasıl bir hesaplaşmayı hedefledikleri daha iyi anlaşılıyor. Katilleri koru, faşistleri ödüllendir, devrimcileri içerde tut. “taşı bağla iti serbest bırak.” …”

“Faşist affı” diye anılan bu maddenin 3.yargı paketinden çıkartılmasını isteyen Federasyon, “12 Eylül cunta yargılamalarının tüm sonuçlarını ortadan kaldıracak bir madde eklenmelidir” dedi.

TMK VE ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER KALDIRILMALI

Açıklamada, diğer gelişmeler şöyle sıralandı:

3- Birçok katliam davası, öldürülen birçok sendikacı, bilim adamının, aydın, demokrat devrimcinin davası, zaman aşımı gerekçesi ile düşürüldü. Zaman aşımı Faşist katiller için “hayırlı” bir kalkan oldu. Öte yandan Devrimci Tahir Canan yaklaşık 31 yıldır cezaevinde. 12 Eylül’ün en uzun tutuklusu, başka bir deyimle 12 Eylül’den bu yana cezaevinde unutulan devrimci. Zindanlarda insan unutma geleneği yeni değil. Ama ileri demokrasiden dem vuranların demokrasi anlayışının ne kadar ileri olduğunu anlama açısından çarpıcı bir örnek. Tahir Canan derhal serbest bırakılmalı. Yapılan hukuksuz uygulamalar sonucu oluşan kayıpları tazmin edilmelidir. Zaman aşımı zırhına bürünenler yargı önüne çıkarılmalı. Zamanaşımı diye bir kavram kaldırılmalı. Yargıda uygulanan çifte standarda son verilmelidir.

4- Adı “özel” ile başlayan her yapılanma olağanüstü çağrışımlar yapar. (Özel tim, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler, Özel hareket, Özel Yetkili Mahkemeler, vb) Demokrasi ile bağdaşmaz. Demokratikleşme beklentilerini “özel”e havale etmiş bir anlayış samimiyet testinde sınıfta kalmış demektir. Bilmem kaçıncı yargı paketiyle, bilmem hangi genelge ile veya hangi fetvalarla ülke yönetmeye çalışanlar 12 Eylül Anayasasını kaldırma düşüncesinde değildir. Olsa olsa kendine göre revize etme, sistemi yeniden üretme çabasındadır. Adı özelle başlayan tüm yapılanmalar kaldırılmalı.12 Eylül Anayasası tarihin çöp sepetine atılmalıdır. Yerine demokratik, katılımcı, ülkenin bağımsızlığını temel alan, eşit, özgür bir Anayasa yapılmalıdır.

5- TMK ile öğrenciler, çocuklar, halkın iradesini temsil eden belediye başkanları, milletvekilleri, sendikacılar, gazeteciler, aydınlar, yazarlar cezaevlerindedir.12 Eylül’de bizleri “anarşist, komünist, Kızılbaş” diye işkencelerde öldürdünüz, zindanlarda çürüttünüz. Şimdide “Kürt, terörist, Alevi” diye zindanlara atıyorsunuz. Ne değişti? 12 Eylül devam etmiyor mu? Her zaman bir düşman yaratıldı. Bu anlayıştan vazgeçilmeli, TMK derhal kaldırılmalı. Cezaevlerinde tutuklu bulunan TMK’dan yargılananlar biran önce serbest bırakılmalıdır.

6- Federasyonumuz daha önce yayınladığı deklarasyonda 12 Eylül cunta mahkemelerinde, olağanüstü hal mahkemelerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde verilen kararların yok sayılması, darbe mahkemelerinin verdiği kararların tüm sonuçları ile ortadan kaldırılması doğrultusunda bir çağrı yapmıştı. Ancak yaptığımız çağrı, katilleri serbest bırakma ve af etme şeklinde karşılık buldu. Çağrımızı tekrarlıyoruz; 12 Eylül cunta mahkemelerinde, olağanüstü hal mahkemelerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, Devlet Güvenlik mahkemelerinde verilen kararlar yok sayılsın, darbe mahkemelerinin verdiği kararlar tüm sonuçları ile ortadan kaldırılsın.

ROBOSKİ KATLİAMI FAİLLERİ YARGI ÖNÜNE ÇIKARTILSIN

7- Roboski katliamının üzerinden 5 aydan fazla zaman geçti. Hükümet katilleri bulmak yerine ölenleri suçlu ilan etti. Roboski katliamının katilleri, emredenleri, azmettirenleri açıklansın. Derhal yargı önüne çıkartılsın.

8- Girmedikleri bir yatak odamız kalmıştı oraya da girdiler. Ne kadar çocuk yapacağımıza, çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimize, kadınlarımızın çocuk yapıp yapamayacağına, kürtaj olup olamayacağına onlar karar veriyor. Birde fetva çıkarıyorlar. Yakında ferman çıkarırlarsa şaşırmamak gerekir. Kadınların bedeninden, çocukların geleceğinden elinizi çekin.

9) Eğitimde 4+4+4 olarak formüle edilen düzenlemeyle çocuk işçiler, çocuk gelinler hedefleniyor. Yapılmak istenen; neo-liberal politikaların gereği olarak ucuz ve yoğun işgücü potansiyeli yaratmak, sözde seçmeli yapıyorum gerekçesiyle din dersinin zorunlu hale getirilmesini hedefleyen eğitim sisteminden bir an önce vazgeçilmelidir

10- Sağlıkta devrim olarak sundukları sistem hem hastaları hem de sağlık çalışanlarını perişan etti. Parası olanın tedavi edildiği parası olmayanın öldüğü sağlık sisteminden vazgeçilmeli, sağlık hizmetleri parasız olmalıdır.

İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN HAKLARINA GÖZ DİKTİLER

11-Yeni imar yasaları ile en değerli yerleri sermayeye peşkeş çektiler. Halkın barınma hakkını ellerinden aldılar. Bu insanlar bu ülkenin vatandaşı değil mi. Talan yasaları derhal geri çekilmelidir

12- Emeklileri “yek ekmeğe muhtaç” ettiler. Ölsünler diye gözlerinin içine bakıyorlar. Bu gün soframızdaki ekmeği içtiğimiz suyu yaşadığımız konutu geçmişte onlar üretmediler mi? Tüm yaşamlarını bu ülkenin geleceği için tüketen bu insanlara layık görülen bu mu? Emeklilere yaşamlarını rahatça sürdürebileceği ortamlar ve ücretler sağlanmalıdır.

13- işçilerin, emekçilerin kıdem tazminatlarına ve tüm sosyal haklarına göz diktiler. Hayatı yaratan ve üreten insanlara karşı bu kin bu öfkenin sebebi adına hareket ettiğiniz egemenler mi? İşçi ve emekçilere insanca yaşayabilecekleri bir ücret verilmeli, kazanımlarına göz dikilmemelidir.

KÜRT SORUNUNDA İNKARCILIKTAN VAZGEÇİLMELİ

14- Kürt sorununda inkârcı ve imhacı politikaları devam ettiriyorlar. Her gün çatışmalarda gençlerimiz ölüyor. Anaların gözyaşları hiç dinmiyor. Kürt sorunu çözülmeden demokrasi’den nasıl söz edilebiliniyor. Buna inanan birileri var mı? Kürt sorununda inkârcı politikalardan vazgeçilmeli Kürt halkının seçip gönderdiği temsilcilerle görüşüp barışçıl bir çözüm bulunmalıdır.

15-Son zamanlarda Başbakanın alt kültür üslubu davalara konu olabilecek bir noktaya ulaşmıştır. Bazı insanlara tasmayı layık görürken, ‘ölü insanlara cinsel istek duymak’ anlamına gelen “ölü sevicilik”” nekrofili” deyimini kimi siyasiler için sıkça kullanan başbakan bu deyimin cinsel yönelim bozukluğu olduğunu bilerek mi konuşmaktadır?

16- Basının ve kamuoyunun bilgilenmesini engellemek için bir yasaklar zinciri oluşturulmuş, bir sansür uygulaması başlatılmıştır. Gönüllü sansürcüler bir yana; bilgilenme, düşünme ve ifade etme üzerindeki baskı ve yasaklar derhal kaldırılmalıdır.

KABİLE ÜLKESİNE DÖNDÜ

17- İnsan hakları ihlallerinde Afrika ülkelerini bile geride bıraktık. Bir kabile, bir göçebe ülkesine dönüştük. Başka ülkelerin insanlarına verdiğiniz değeri birazda kendi ülkenizin insanlarına verin.

18- Din ve inanç özgürlüğü diye bir kavram var. Bu kavramın bizim ülkemize de uğramasına izin verin. Alevi köylerine cami yapmaktan vazgeçin. Bırakın Cem evlerini yapsınlar. Diyanet işlerini kaldırın. Herkes kendi inancını kendisi yaşasın. İnançları devlet bütçesi yönetmesin.

19- Devrim şehitlerimizi sadece ölüm yıldönümlerinde anarak görevini yerine getirmenin vicdani rahatlığını yaşayan tüm aydın devrimci kamuoyunu; yoldaşlarımızı katledenlere karşı yürüttüğümüz mücadelede, işkencecilerin, katillerin, darbecilerin yargılanması için açtığımız davalarda bize destek olmaya, bu konuda göstermiş olduğumuz hassasiyete duyarlı olmaya davet ediyoruz.”

Devrimci 78’liler Federasyonu ayrıca bu süreçte, “Sermayenin değirmenine su taşıyanları, Faşist katillerle kol kola omuz omuza olanları, Karışanları ve barışanları, 12 Eylül’ün devamından medet umanları asla affetmeyeceklerini” kaydetti.

ANF NEWS AGENCY

HPG: Beş Çatışmada 16 Asker Öldürüldü

HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM), Şemdinli, Çukurca ve Beytüşşebap’ta 16 askerin öldürüldüğünü, 9 askerin de yaralandığını bildirirken, Çukurca ilçesinde yaşanan bir çatışmada 3 gerillanın hayatını kaybettiğini de açıkladı.

HPG-BİM, 10-12 Haziran günleri arasında yaşanan 5 ayrı temasa ilişkin açıklamada bulundu.

BEYTÜŞŞEBAP’TA 4 ASKER ÖLDÜRÜLDÜ

Şırnak’ın Betüşşebap ilçesine bağlı Gire Şabana bölgesinde operasyona çıkan “işgalci TC ordusu” askerleriyle HPG gerillaları arasında 10 Haziran günü saat 10.00 sularında bir çatışmanın yaşandığını ifade eden HPG-BİM, bu çatışmada 1 askerin öldüğü, 1 askerin de yaralandığını bildirdi.

Aynı operasyonun 11 Haziran günü Gire Goniyê, Gire Kerkûl ve Meydan Zengîlê alanlarına doğru genişlediği bilgisinin verildiği açıklamada aynı gün akşam saat 20.30 sularında yaşanan ikinci çatışmada da 3 askerin öldüğü, 1 askerin de yaralandığı bildirildi. Açıklamada ayrıca Türk ordusunun kobra helikopterler desteğindeki skorsky helikopterlerle ölü ve yaralı askerleri çatışma alanından uzaklaştırdığı kaydedildi.

ŞEMDİNLİ’DE 4’Ü UZMAN ÇAVUŞ 5 ASKER ÖLDÜ

Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde Salı günü yaşanan çatışma hakkında da bilgi veren HPG-BİM, Şemdinli ilçesinde bulunan Girana karakolu askerlerince düzenlenen operasyon esnasında yaşanan çatışmada 5 askerin öldürüldüğü, 4 askerin de yaralandığını bildirdi.
“12 Haziran günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Girana karakoluna ait askerleri tarafından Zêtê boğazı mıntıkasında düzenlenen operasyonda gerillalarımız ile işgalci TC ordusu arasında bir çatışma yaşanmıştır” denilen açıklamada ölen 5 askerden 4’ü uzman çavuş olduğu kaydedildi. Açıklamada ayrıca Türk ordusunun ölü ve yaralılarını skorsky helikopterlerle Girana karakoluna kaldırdığı belirtildi.

3 GERİLLA HAYATINI KAYBETTİ

10 Haziran günü Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Bilican Alayı askerlerince düzenlenen operasyonda 20.00-21.00 saatleri arasında yaşanan çatışmada 3 gerillanın yaşamını yitirdiği bildirilirken, kobra tipi helikopterlerin gerillaları yoğun bir şekilde bombaladığı belirtildi. HPG-BİM açıklamasında çatışmadaki Türk ordu kayıplarının tespit edilemediği de yer aldı.

Yaşamını yitiren gerillaların Viyan Cudi kod isimli Maku doğumlu Xece Brukimilan, Zerin Zilan kod isimli Maku doğumlu Besra Delayimilan ve Mazlum Amed kod isimli Erzurum doğumlu Ayetullah Kandemir olduğu bildirildi.

ÇUKURCA’DA 7 ASKER ÖLDÜ

3 gerillanın yaşamını yitirdiği operasyon katılan özel bir birliğe yönelik gerillaların bir eylem gerçekleştirildiğini belirten HPG-BİM, bu eylemde 6 askerin öldürüldüğünü, 3 askerin de yaralandığını bildirdi.

HPG-BİM, Bilican Alayı askerlerine yönelik 12 Haziran günü saat 03.20 sularında gerçekleştirilen bu eylem ardından Türk ordusunun ölü ve yaralı askerlerin bulunduğu alanı kobra tipi helikopterlerle yoğun bir şekilde bombaladıktan sonra skorsky helikopterlerle alandan uzaklaştırdığını kaydetti.

Öte yandan HPG-BİM, Çukurca ilçesine bağlı Karataş karakolu yakınlarında 12 Haziran günü saat 15.00 sularında HPG gerillaları ile Türk ordu birlikleri arasında yaşanan çatışmada 1 askerin öldürüldüğünü kaydetti.

ZAP YİNE BOMBALANDI

HPG-BİM açıklamasında ayrıca “12 Haziran günü tüm gün boyunca Medya Savunma Alanları sınırları içinde bulunan Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Zap’ın Erbîş, Şifreza ve Cennetê köylerine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir” denildi.

ANF NEWS AGENCY

Clinton Sinyali Verdi, AKP Cizre-Nusaybin Hattında Tankları Suriye Sınırına Konuşlandırılıyor

Clinton'dan sinyali alan AKP Hükümeti tankları Suriye sınırına konuşlandırıyor. İlginç olan ise Clinton'ın AKP Dışişleri Bakanı edasıyla büyük Kürt şehri Halep'i hedef göstermesi ve Türkiye'nin ''stratejik kırmızı çizgileri''nden bahsetmesi...Emperyalizmin uşaklığı tam olarak bu olsa gerek.
Suriye'deki kriz derinleşirken, Türkiye'nin Suriye ile sınırı olan Şırnak'ın Cizre ilçesi ile Mardin'in Nusaybin arasında kalan bölgedeki askeri birliklerde bulunan tanklar sınır kesimine konuşlandırıldı.

Cizre ilçesinde bulunan tank taburundan çıkan tanklar, sınır kesiminde Suriye'nin Andivar bölgesine bakacak şekilde konuşlandırılırken, sınır karakollarında güvenlik amacıyla bulundurulan tankların da Suriye sınırına gönderildikleri ve tankların namlularının sınıra çevrildiği bildirildi.

Bölgesel savaş tehlikesi giderek büyürken, tankların sınıra sevk edilmesi ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un “kırmızı çizgi” açıklamasından sonrasına denk geldi.

HALEP ALARMI

ABD düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü'nde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'le birlikte konuşmacı olarak katılan Clinton, ''Suriye güçlerinin son iki gün içerisinde Halep çevresinde yığınak yaptığına dair bilgi edindiklerini'' belirtti. Clinton, bunun, "stratejik ve ulusal çıkarları" açısından Türkiye için bir "kırmızı çizgi" olabileceğini söyledi.

"Edindiğimiz bilgiye göre, Suriye güçleri son 24-48 saat içerisinde Halep çevresinde yığınak yapıyor" diyen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, "Bu, stratejik ve ulusal çıkarları açısından Türkiye için bir kırmızı çizgi olabilir. Dolayısıyla bunu çok dikkatle takip ediyoruz" şeklinde konuştu.

Suriye’nin ikinci büyük kenti olan Halep, aynı zamanda Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı ve çok örgütlü olduğu bir kent olarak da dikkat çekiyor.
Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye-Katar ikilisi ile Batılı ülkelerin desteğindeki Suriye Ulusal Meclisi’nin başına bir Kürt getirilerek, konseye katılmayan Kürtler ve Suriye’deki diğer dini ve etnik azınlıkların desteğinin alınması planlandı.

Kamuoyunda tamamen deşifre olan ve iç bölünmeler yaşayan Ulusal Konseyi “inandırıcı” ve “güvenilir” kılma çabası sürerken, Clinton’un açıklaması ve sınır hattına yerleştirilen tanklar “dış müdahale için ön hazırlıkların” yapıldığı yorumlarına neden oldu.
Bu arada İngiliz İndependent gazetesinin bugün manşetten geçtiği, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu’nun Müslüman Kardeşler kanadına silah yardımı yaptığı haber de bunu doğrular nitelikte.
MİT’İN ADAMLARI…


Gazete, Ankara’daki bir batılı diplomata dayanarak geçtiği haberde, Suudi Arabistan ve Katar'ın 3 hafta önce, Türkiye üzerinden muhalif Özgür Suriye Ordusu'na silah temin ettiğini, teslimatın Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından gerçekleştirildiğini kaydetti. Kalaşnikof, makineli tüfek, el bombası ve tank savarlardan oluşan silahların “yalnızca Suriyeli Müslüman Kardeşler grubuna yakın muhaliflere yapıldığını” belirten ismi açıklanmayan batılı diplomat, geçtiğimiz günlerde başına Kürt Abdulbasit Seyda’nın getirildiği Suriye Ulusal Konseyi’nden (SUK) bahsederken, MİT’i kastederek ‘onların adamları’ demesi dikkat çekti.

Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi Başkan Yardımcısı ve PYD’nin lideri Salih Muslim Muhammed, geçtiğimiz günlerde ANF’ye yaptığı açıklamada, Türkiye ve batılı ülkelerce desteklenen, İstanbul’da kurulan SUK için “Uluslar arası güçlerin elinde bir oyuncağa dönüştüğünü herkes biliyor artık” demişti.

Muslim, Suriye’nin önünde Arap Birliği ve BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın 6 maddelik barış planı çerçevesinde Suriye’de bulunan gözlemci grubu 3-4 bin kişilik barış gücüne dönüştürme dışında bir seçeneğin kalmadığını belirterek, aksi durumda iç savaşın kaçınılmaz olduğunu sözlerine eklemişti.

ANF NEWS AGENCY

Clinton: Halep’te Yığınak Ankara İçin Kırmızı Çizgi Olabilir!

Evet bu demeçle Clinton, AKP hükümetine ''Savaşa Başlamaya hazır ol'' talimatı verdi...Ve anlaşılan o ki Türkiye'nin ''kırmızı çizgi''leri ABD tarafından belirleniyor...
Suriye Esad rejiminin Halep çevresinde yığınak yaptığını söyleyen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Cinton, “Bu durum stratejik ve ulusal çıkarları açısından Türkiye için kırmızı çizgi olabilir” dedi.

ABD düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü'nde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'le birlikte konuşmacı olarak katılan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye güçlerinin son iki gün içerisinde Halep çevresinde yığınak yaptığına dair bilgi edindiklerini belirtti. Clinton, bunun, "stratejik ve ulusal çıkarları" açısından Türkiye için bir "kırmızı çizgi" olabileceğini söyledi.

"Edindiğimiz bilgiye göre, Suriye güçleri son 24-48 saat içerisinde Halep çevresinde yığınak yapıyor" diyen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, "Bu, stratejik ve ulusal çıkarları açısından Türkiye için bir kırmızı çizgi olabilir. Dolayısıyla bunu çok dikkatle takip ediyoruz" şeklinde konuştu.

Clinton konuşmasından devamında Esad rejimine askeri helikopter göndermekle suçladığı Rusya’ya da sert eleştirilerde bulundu. Moskova'nın Esad'a gönderdiği savaş helikopterlerinin şu anda yolda olduğunu iddia eden Clinton, "Rusya'nın helikopter satışı, Suriye'deki çatışmanın çok dramatik sonuçlar doğurmasına neden olabilir" iddiasında bulundu.

Clinton’un açıklamaları, Suriye’de dış müdahale için ön hazırlıkların hızlandırıldığı izlenimini veriyor. İngiliz İndependent gazetesinin bugün manşetten geçtiği, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu’nun Müslüman Kardeşler kanadına silah yardımı yaptığı haber de bunu doğrular nitelikte.

Gazete, Ankara’daki bir batılı diplomata dayanarak geçtiği haberde, Suudi Arabistan ve Katar'ın 3 hafta önce, Türkiye üzerinden muhalif Özgür Suriye Ordusu'na silah temin ettiğini, teslimatın Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından gerçekleştirildiğini kaydetti. Kalaşnikof, makineli tüfek, el bombası ve tank savarlardan oluşan silahların “yalnızca Suriyeli Müslüman Kardeşler grubuna yakın muhaliflere yapıldığını” belirten ismi açıklanmayan batılı diplomat, geçtiğimiz günlerde başına Kürt Abdulbasit Seyda’nın getirildiği Suriye Ulusal Konseyi’nden (SUK) bahsederken, MİT’i kastederek ‘onların adamları’ demesi dikkat çekti.

Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi Başkan Yardımcısı ve PYD’nin lideri Salih Muslim Muhammed, geçtiğimiz günlerde ANF’ye yaptığı açıklamada, Türkiye ve batılı ülkelerce desteklenen, İstanbul’da kurulan SUK için “Uluslar arası güçlerin elinde bir oyuncağa dönüştüğünü herkes biliyor artık” demişti. Muslim, Suriye’nin önünde Arap Birliği ve BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın 6 maddelik barış planı çerçevesinde Suriye’de bulunan gözlemci grubu 3-4 bin kişilik barış gücüne dönüştürme dışında bir seçeneğin kalmadığını belirterek, aksi durumda iç savaşın kaçınılmaz olduğunu sözlerine eklemişti. 


ANF

MİT Suriyeli Muhaliflerin Silahlandırılmasına Aracı



İngiliz The Independent gazetesi Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye’deki muhalifleri silahlandırdığını ve silahların naklinin Türkiye üzerinden Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından sağlandığını yazdı.

Gazete Ankara’da görev yapan Batılı bir diplomata dayandırdığı haberinde Türkiye’ye deniz aracılığıyla gelen silahların kamyonlarla sınır bölgesine getirildiğini yazdı. Gazeteye konuşan diplomat bu silahların nakliyatından Türklerin de haberi olduğunu ifade ederken Ankara’nın bunu doğrulayacak resmi bir açıklama yapmadığını dile getirdi.

Batılı ülkelerin silahların radikal İslamcı kesimlerin eline geçtiği yönünde kaygılarının bulunduğunu da söyleyen diplomat silahların ağırlıklı olarak Müslüman Kardeşler örgütü ile irtibatlı muhalif gruplara verildiğini öne sürdü.

Türkiye üzerinden silah nakliyatı konusunda daha once de Özgür Suriye Ordusundan Batılı medya kuruluşlarına konuşan bazı militanlar açıklama yapmıştı.

Son olarak da yine adının açıklanmasını istemeyen sınırdaki Bab al-Hawa şehrinde konuşlanan bir komutan kendilerine Türkiye üzerinden silah ve iletişim malzemeleri gelmeye devam ettiğini ve önümüzdeki günlerde bir taarruz başlatacaklarını söyledi.

Suudi yetkililer Nisan ayının başında düzenlenen Arap Birliği toplantısında Suriye’de muhaliflerin silahlandırılması gerektiğini açık bir dille ifade etmişti. Katar da Suudilerin bu önerisine katılmıştı.

Türkiye ise bugüne kadar Suriye’de muhaliflerin silahlandırılması konusunda herhangi bir açıklama yapmadı. Ancak Ankara’nın silahlı muhalif gruplara açık siyasal destek verdiği biliniyor.

Türkiye'nin Suriyeli grupları silahlandırdığına yönelik ilk iddia bölgede yıllarca çalışmış emekli CIA ajanı Robert Baer'den gelmişti. Baer, Ağustos ayında, "Suriye'deki gruplara yalnızca Irak'tan değil, Türkiye'den de silah gönderiliyor" demişti.

Suriye'de Esad yönetimine karşı silahlı bir isyan başlatan Özgür Suriye Ordusu'nun karargahının Türkiye'de olması ve Türkiye-Suriye sınırında sürekli olarak ordu ile muhalifler arasında çatışma olduğuna yönelik gelen haberler bu iddiaları güçlendiriyor.

İddiaları son olarak Times gazetesinde Richard Beeston ve Charles Bremner dile getirmişti. Türkiye'nin silah geçişine göz yumduğu iddia edilen haber, Dışişleri Bakanlığı tarafından yalanlanmıştı. Bakanlık sözcüsü Selçuk Ünal, haberlerin gerçeği yansıtmadığını iddia etmiş, Türkiye'nin Suriye politikasının "son derece açık ve net olduğu"nu belirtmişti.


ANF

IMF’den Küresel Kriz Uyarısı

Kapitalist kan emiciler telaşta, sistem üzerlerine çökecek...
IMF Başkanı Christine Lagarde, ülkelerin sürdürülebilir bir ekonomik büyüme yaklaşımı geliştirmemeri durumunda dünyanın insanların düşen ekonomik gelirleri, çevre tahribatı ve sosyal çatışmalar nedeniyle üçlü bir kriz riski altında olduğunu söyledi.

Bu ay sonunda Rio’da gerçekleştirilecek olan BM zirvesi öncesinde Washington’da açıklamalar yapan Lagarde, dünyada 200 milyondan fazla işsiz varken ve fakirlik yükselişteyken zenginlerin daha fazla kar talebinden feragat etmeleri gerektiğini söyledi.

Zirvenin gündeminde olan “yeşil vergi”ye destek çıkan Lagarde, benzinle çalışan araçlara uygulanacak ek vergilerin iklim değişikliğiyle mücadele alanında kullanılabileceğini söyledi.

20 yıl önce dünya liderlerinin Rio de Janerio’da bir araya gelerek gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için kararlar aldıklarını hatırlatan Lagarde, bugün Rio’ya sürdürülebilir kalkınma konusundaki kararlılığı güçlendirmek için gittiklerini söyledi.

Avrupa’daki mevcut ekonomik krizin dünyadaki iklim değişikliğinin yol açtığı tehditler ve sosyal çatışmaların sürdürülebilir kalkınmayı tehdit ettiğini vurgulayan Lagarde, dünyanın Büyük Depresyondan sonra en büyük ekonomik krizle son 4 senedir mücadele ettiğini ifade etti.

Dünyanın birçok kesiminde ekonomiklerin düşük büyüme oranları gösterdiğini ve işsizliğin yükseldiğini hatırlatan Lagarde, şu anda küresel alanda 200 milyon insanın iş bulamadığını ve 75 milyon insanın da iş dünyasına ilk adımlarını atmaya çalıştığını söyledi.

Lagarde zenginlerin daha fazla kar hırsını bir tarafa bırakmaları gerektiğini de dile getirdi.

Fransa’nın eski Maliye Bakanı olan Lagarde, Avrupalı ülkelerin ekonomik krizi büyümeyi engelleyerek çözmeye çalıştıkları gerekçesiyle eleştirmiş ve bu nedenle büyük tepki almıştı. Kriz tartışmalarında Yunanistan’ın tarafında yer alıp almadığına ilişkin bir soruya ise Lagarde, “Nijer’deki çocukların durumunu daha fazla önemsiyorum” şeklinde yanıt vermişti.

Rio Zirvesinin en çok tartışma yaratan konusu olan petrol ürünlerine ek vergi uygulanması talebine de Lagarde’den destek geldi. Lagarde petrol ürünlerine uygulanacak ek vergilerle iklim değişikliğini durduracak projelerin gerçekleştirilebileceğini dile getirdi.

Karayılan: ABD Terörden Desteğini Çekmeli!

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ABD’yi Türk devletininterörüne destek vermekten vazgeçmeye” çağırarak, “Türk devleti kayıtlarına göre 40.000 kişi ölmüştür. Bu 40.000 kişiden en az 30.000’i Kürt’tür ve devlet tarafından öldürülmüştür” dedi.

ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Türkiye ziyaretinde, Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu ile yaptığı basın toplantısı sırasında PKK’nin “onbinlerce canı alan terör faaliyetlerini sürdürdüğü” yönündeki açıklamasına tepki gösterdi.

KOMŞU ÜLKELERİ SUÇLUYOR, İŞ KENDİNE GELİNCE FARKLILAŞIYOR

Karayılan şöyle konuştu: “Evet, durum şudur. Kürt halkına karşı büyük bir haksızlık yapılmıştır ve bugün Kürt halkına karşı bir devlet terörü, polis terörü uygulanmaktadır. Kürt gençleri kurşuna dizilmektedir. Kürt halkı baskıya uğramaktadır. Kürt halkına karşı bir zulüm siyaseti bizzat AKP hükümeti tarafından pervasız bir biçimde uygulanmaktadır. Ama öbür yandan bölgede bir nevi demokrasi havarisi kesiliyor, demokrasiyi ve özgürlüğü başka yere taşıyabilecek pozisyona giriyor. Komşu ülkeleri anti-demokratik, katliamcılıkla suçluyor. İş kendine geldi mi, farklılaşıyor.

Şimdi uluslararası kamuoyuna şunu anlatıyor: “Kürt sorunu var, ben Kürt sorununu çözeceğim, fakat PKK engeldir. PKK terör uyguluyor. İşte bilmem PKK eroin ticareti yapıyor, insan öldürüyor, para kazanıyor. İşte şuna buna dayanıyor” diyerek uluslararası düzeyde tamamen yalana dayalı, tamamen iftira bir propaganda ile diplomasi yürütüyor. Oysa bu ülkede sorunu en çok çözmek isteyen PKK Önderliği’dir; Başkan Apo’dur ve PKK’dir.


BİZ KENDİ YAĞIMIZDA KAVRULUYORUZ

En çok çözümden yana olan biziz. Demokratik barışçıl çözüm isteyen biziz. Ama biz aynı zamanda bu halka söz vermişiz. Onurlu duruşumuzda sonuna kadar ısrar edeceğiz. Biz dayatılan hiçbir onursuzluğu asla kabul etmeyiz. Bunu Amed Zindanlarında da gösterdik, bunu İmralı Zindanı’nda da Başkanımız gösteriyor, tüm yoldaşlarımız bütün zindanlarda gösteriyor ve dağlarda gösteriyoruz. Halkımızda meydanlarda gösteriyor. Her yerde bunu gösteriyoruz. Biz, onurlu insanlarız. Biz, bağımsız bir hareketiz. Biz, öz gücümüze dayanıyor ve kendi yağımızda kavruluyoruz. Ortadoğu’nun hiç kimseden yardım almadan, bağımsız durabilen tek hareketiyiz. Biz özgürlük, adil paylaşım ve demokrasi istiyoruz.
Ortadoğu’da bugün halklar da daha fazla demokrasi ve özgürlük istiyorlar. Bunun için Arap halkları sokaklara dökülmemişler mi? Evet. Zaten biz de yıllardan beri bu sisteme karşı mücadele halinde özgürlük istiyoruz. Bize karşı devlet terörü var. Biz bu devlet terörüne karşı ancak dağlarda kendimizi savunabilecek, koruyabilecek ve meşru hakkımız olan cevap verebilecek konuma gelmiş bulunuyoruz. Bunun neresi terördür?

CLINTON NEDEN DEVLET TERÖRÜNÜ GÖRMÜYOR?

Şimdi Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Sayın Clinton 60 yaşında bir kadın, bir annedir. Elini vicdanına koyarak konuşmalıdır. Aynen şöyle söyledi: “PKK, on binlerce canı alan terör faaliyetlerini sürdürüyor. ABD teröre karşı mücadelesinde Türkiye’nin yanındadır.” Şimdi ya kendi ülkesinin çıkarları için yalan söylüyor, ya da kendisi yanıltılıyor. Oysa Kürt halkına karşı Türk devleti terör uyguluyor. En son uyguladığı bariz terör olarak Roboskî Katliamı nedir? Bu halka ve özgürlük mücadelesine karşı bizzat devlet tarafından 17.528 faili-meçhul cinayet işlenmiştir. Sayın Clinton niye bunları görmüyor? Niye Türk devletinin Kürdistan’da uyguladığı devlet terörünü görmüyor da, bizi on binleri öldüren örgüt olarak gösteriyor? Öyle değildir. Türk devleti kayıtlarına göre 40.000 kişi ölmüştür. Bu 40.000 kişiden en az 30.000’i Kürt’tür ve devlet tarafından öldürülmüştür. Bunun çoğu ise bizzat bizim arkadaşlarımızdır.

ABD ARTIK TERÖRÜN YANINDA YER ALMAMALI


Biz artık uluslararası güçlerin, başta ABD’nin Türk devletinin terörünün yanında yer almamasını istiyoruz. Sömürgeciliğin Kürdistan’da akıttığı kana ortak olmamasını istiyoruz. Yeter artık! Ekonomik ve siyasi çıkarlarınız için Kürt halkını bu kadar harcanmasına artık yeter! Peki, Sayın Clinton siz Güney Kürdistan’daki Federal Hükümet yetkilileriyle de dostluk kuruyorsunuz. Onlar da Kürt’tür. Onların da aynen bizim gibi askeri güçleri var. Siz onları dost görüyorsunuz ama bizi de terörist ve düşman görüyorsunuz. Onlardan ne farkımız var? Onlar da Kürt halkının meşru hakları için mücadele yürüttüler. Biz de Kürt halkının meşru hakları için mücadele yürütüyoruz ve bu mücadeleyi de demokratik, siyasal yollarla geliştirerek sonuç almak istiyoruz. Ancak Türk devleti buna aman vermiyor. Sizin sağladığınız teknik ve istihbarat ile bizi yok etmek istiyor. Fakat halkımız bize sahip çıktığı ve halkımız bu davaya güçlüce katıldığı için sizin desteklerinize rağmen bizi tasfiye edemiyorlar. Gerçek budur.


ARTIK VİCDANA GELİN

Bu nedenle artık vicdana gelin ve bu yanlış, katliamcı siyasete son verin, ortak olmayın. Büyük devlet olduğunuzu söylüyorsunuz ama büyük devlet böyle olunmaz. Kürt halkının bu topraklarda yaşamaya hakkı var. Biz hiçbir şey istemiyoruz. Biz Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı doğal haklarını istiyoruz. Bu haklarımız doğal haklar olduğu için de hiçbir güç bizi yenemez. Çünkü biz bu topraklara kök salmış bir halkız ve haklı taleplerimiz bizim temel güç kaynaklarımızdır. Bunun için de bize karşı yapılan hiçbir saldırı biçimi sonuç alamaz. Gerçeklik budur.”

Karayılan, İran rejimi ile PJAK arasında 5 Eylül 2011’den bu yana devam eden ateşkesi de değerlendirirken, her iki tarafın önemli oranda ateşkese uyduğunu söyledi. Karayılan bu konuda şunları ifade etti:

“Geçen yıl 5 Eylül’de PJAK’ın ilan ettiği ateşkese İran da uydu. Bugüne kadar her iki taraf da önemli oranda ateşkese uydular. Birkaç kez karşılıklı hatalar oldu, bazı çatışmalar yaşandı fakat her iki taraf da önemli oranda ateşkesi bugüne kadar getirebildi. Bu da bir örnektir, karşılıklıdır. Demek ki ateşkesler Türkiye’deki gibi olmuyormuş. Yani karşılıklı olunca oluyormuş. Fakat şimdi biraz gerginlik durumu vardır. Ama biz ateşkesin sürdürülmesinin her iki tarafın çıkarına olduğunu düşünüyoruz. Özellikle de bölgede yaşanan gelişmeler çerçevesinde sürece yaklaşıldığında, ne PJAK’ın ve Kürtlerin İran ile sürdürecekleri bir çatışmada çıkarı olabilir, ne de İran İslam Cumhuriyeti’nin PJAK veya Kürtlerle sürdürecek bir çatışmada çıkarı olabilir. Bu açıdan doğrudur, şuan bir gerginlik durumu var. Çatışma olasılığı da vardır. Ama biz PKK olarak çatışmanın değil, ateşkesin sürdürülmesi politikasında ısrar edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Umarım taraflar arasındaki bu gergin ve karşılıklı mevzilenme durumu bir çatışmaya yol açmaz.

İRAN İLE PJAK ARASINDAKİ SORUN DİYALOGLA ÇÖZÜLMELİ

Biz şunu söylüyoruz: Kimse Kürtlere farklı şeyleri dayatmamalıdır. Kürtler artık bu topraklarda onurlu, ilkeli bir siyaseti geliştiriyorlarsa, buna saygı duyulmalıdır. Herkes birbirine saygı duyarsa hiçbir sorun olmaz. Ayrıca Kürtler de sorunlarını demokratik diyalog yöntemlerle çözmeyi önemsemelidirler. Ama eğer bu çözüm bir tarafa atılıp şiddetle sonuç alınmak isteniliyorsa o ayrı bir konudur. O zaman Kürtler de kendilerini korur.

Aynı şeyi aslında biz tüm parçalar için de belirtiyoruz. Eğer bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bir çatışma durumu varsa, bu Türkiye ile sürdürülen diyalogların TC Devleti tarafından tıkatılması sonucudur. Onlar bizimle, Kürt halkıyla diyalog yöntemleriyle barış yapmak istemediler. Onlar bizi tasfiye edip kendilerine dahil etmek istiyorlar. Tek taraflı sorunu kendi çözüm biçimleriyle çözmek istiyorlar. Bu da nedir? Bu da Kürt direniş güçlerinin tasfiye edilmesidir. Bunun için bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bir çatışma durumu vardır. Başka bir devlet bunu Kürtlere dayatırsa, Kürtler orada da elbette direneceklerdir. Bu açıdan genelde sorunların diyalogla çözülmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz. Bu temelde İran ile PJAK arasındaki sorunların da diyalog ile çözüme kavuşması gerektiğini özellikle vurgulamada fayda görüyorum.”

BATI KÜRDİSTAN’DA BİRLİĞE İHTİYAÇ VAR


Karayılan, Suriye’deki durumu da değerlendirdi: “Kürt halkı Ortadoğu bölgesinde haksızlığa uğramış bir halktır. Bölgenin en eski halkı olmasına rağmen ülkesi bölünmüş, parçalanmış ve halk gerçekliği inkar edilmiş bir halktır. Davası haklıdır ve her yerde çözümü öncelikle demokratik diyalog yöntemiyle öngörmelidir. Bugün Suriye’de de Kürtler aynı biçimde sorunlarını Suriye’nin değişimi çerçevesinde, diyalog yöntemleriyle çözümü esas almalıdırlar. Yani şu tarafı bu tarafı tutmadan ziyade, öncelikle Kürt sorununun çözümü ilkesi çerçevesinde diyalog ve demokratik değişimi öngörmelidirler. Fakat bunun için özellikle Batı Kürdistan’da da birliğe ihtiyaç vardır. Şimdi yürüttükleri birlik çalışmalarının sonuca gitmesi, başarıya gitmesi bu anlamda çok önemlidir.

SURİYE’DE DEĞİŞİM KAÇINILMAZ

Kürtler Suriye’de artık bir güçtür. Dolayısıyla Kürt halkının, özellikle de siyasal güçlerin kendi aralarında birlik olmaları, haklarını almaları için önemli bir olgudur. Yani birlik derken, küçük büyük demeden tüm siyasal güçlerinin ortak bir birlik kurmaları önemlidir. Belli ki, artık Suriye’de bir değişim kaçınılmazdır. Bu anlamda Kofi Annan Planı’nın hayata geçmesi en geçerli yol olarak gözükmektedir. Çünkü diğer türlüsü bir iç çatışmaya gidebilecek bir sürece yol açacaktır. Bu nedenle Annan Planı -o plan her ne kadar bugün boşa çıkartılmış gibi olsa da- veya benzer bir proje çerçevesinde değişim ve dönüşümün gerçekleşmesi Suriye toplumunun da çıkarına olacak olan bir süreç olacaktır. Bu açıdan Kürt halkı da böylesi bir süreçte yapıcı, diyalogdan yana ve demokratik bir sürecin gelişmesine önemli katkılar yapabilecek durumda olan bir yapılanmaya sahiptir.

Sonuç olarak gerek Kuzey’de, gerek Doğu’da, gerek Batı’da veya Güney Kürdistan’da genel anlamda Kürt toplumu da bulunduğu her yerde demokratik aktivitenin gelişmesine önayak olabilecek bir pozisyondadır. Kürt sorununun Ortadoğu bölgesinde çözümü Ortadoğu bölgesinin demokratikleşmesine hizmet edecektir. Ortadoğu halklarıyla dayanışma içerisinde Kürt sorununun çözümünü öngörmek gerekmektedir. Kürt sorunu bölge halklarına karşı değil, bölge halklarıyla ortaklaşarak çözüme kavuşursa bu doğru bir çözüm perspektifi olacaktır. Biz bu eksende tüm parçalarda Kürt sorununun çözümünü öngören yaklaşımı daha doğru, daha gerçekçi, bölge halklarının da çıkarına ve bölgenin demokratikleşmesine de hizmet edecek bir gelişme olacağını düşünmekteyiz.”


ANF

Abdestli Kapitalistlerin Elinde Din Bir Sömürü Aracı




Grev yapan tekstil işçilerinin yanına gelen sözde bir islam büyüğü: 

- Müslüman kanaatkâr olmalıdır. Zühd sahibi olmalıdır. Az ile yetinmeyen çoğunu bulamaz zaten. Gelin bu davadan vazgeçin, sizlere yakışmıyor dedi. 


 İşçilerden birisi cevap verdi:

- Peki, ya patronlar için olan din farklı mı hocam?

AKP’li Olmayan Belediyeler Ölsün!

Memleketimizin kimi bölgelerinde, belediye başkanları ve görevlileri birer birer hapse atılıyor. Tabii ezici çoğunluğu BDP’li belediyeler…  İşin bu kısmı o kadar doğal karşılanıyor ki kimseden çıt yok.


“Son operasyon”da Van Belediye Başkanı Bekir Kaya başta olmak üzere, pek çok il ve ilçe başkanı gözaltına alındı. Tabii gözaltına alınmak, Kürt’sen ve siyasetteysen yüzde 90 hapse girmek anlamına geliyor. Kaya da tutuklandı.

Hükümetin en tepesinden, halkın seçtiği vekillere “kalleş”, “terör yandaşı ” vs söylemi devam ederken BDP’lilerin kıpırdayamayacak hale getirilmesi ve buna tepki gösterilmemesi, şaşırtıcı değil.

Ama anlamsız!



Anlamsız, çünkü daha iki ay önce “devletin yeni Kürt planı” başlığıyla verilen haberlerde aynen şöyle deniyordu: “PKK ve Kürt sorununun çözümünde, parlamentoda temsil edilen BDP muhatap alınacak. ”

İktidarın sözlüğündeki “muhatap”ın karşılığı, “etkisiz hale getirme”nin bir başka versiyonu olabilir... Günümüzde altı BDP’li milletvekili tutuklu. Diyarbakır bağımsız milletvekili Leyla Zana ise 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Operasyon Bodrum’a sıçradı



Yerelde durum çok daha ağır... Bekir Kaya ile birlikte tutuklu BDP’li belediye başkanı sayısı 32’ye çıktı. Danışmanları, avukatları, ilçe yöneticilerini de saydığınız zaman yüzlerce belediye çalışanı hapiste.

Son yerel seçimde 100’e yakın bölgede kazanan BDP’li belediyelerin üçte biri bugün çalışamayacak durumda. Kalanların ne koşullarda çalıştığı ise merak edilmiyor.


2013 yerel seçimleri yaklaşırken apar topar hâkim karşısına çıkarılan, tutuklananlar sadece BDP’liler değil...  Ülkenin doğusu kadar olmasa da batı sahillerinde de tuhaf şeyler yaşanıyor.

Misal; İzmir Büyükşehir, 2011 sonunda “kaçakçılık ve organize suçlar” tutuklamalarıyla sarsıldı. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocabaş, devamlı ifadeye çağrılıyor. Son olarak “hazine arazisine konut imar izni vermediği” iddiasıyla suçlandı.

Beyaz Türkler’in yazlık kalesi Bodrum’da olup bitenler ise Bodrum aşığı merkez medyada bile pek az yer aldı... Sevilen Belediye Başkanı Mehmet Kocadon, “İhaleye fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak” gibi suçlamalarla hapse atıldı.

Hepimizin bildiği sır

Bütün bu baskınları, soruşturmaları, yargısız tutuklamaları alt alta koyunca, demokratik bir ülkede yaşıyoruz demek, ancak bir halüsinasyon olabilir.

Belediye başkanları her neyle suçlanıyorlarsa, adil bir yargılama sürecinden geçmeden yaka paça hapse atılmaları akla şunları getiriyor:



AKP, kazanamadığı, “bu kaleyi alacağız” dediği belediyeleri bezdirme, küçük düşürme, iş yapamama ve özgürlüğünden yoksun bırakmayı tercih ediyor. Oysa bu ülkenin vatandaşları, istendiğinde “rüşvet, fesat” istendiğinde “terör örgütü” kulpunun ne kadar kolay takıldığını artık öğrenmiş olmalı. Aynı şekilde, istendiğinde ihalelerin nasıl ve kimlere verildiğini, iktidar sahibinin yanındaysan en yüz kızartıcı suçların bile görmezden gelindiğinin farkındayız.

Bundan sonrası için adaletin gelmesini beklemek,  boş bir hayal. Belediye başkanları tutuklu olan il ve ilçelerde “hizmet” aksayacağı için bazıları “Aman bunlarla uğraşacağıma bir sonraki seçimde AKP’ye veririm, rahat ederim” diyecek... Bazıları da “AKP’li olmayan belediyeler ölsün” zihniyetine teslim olmayacak.


Mehveş Evin

Kurumsallaşan Komplo ve Komplo Kurumları

Uluslararası güçlerin gerek Kürdistan’da gerekse de Orta Doğu’da özgürlük hareketine karşı yürüttükleri savaş tüm boyutlarıyla sürmektedir. Komployu sadece bir kişinin yaşamının daraltılıp tecrit edilmesi olarak algılamak büyük bir yanılgı olur. Daraltılan bir adanın kendisi değil koca bir dünyada milyarlarca insanın özgürlük alanıdır. İktidar imparatorluğu kendisine karşı tehdit algıladığı için en çirkin ve kapsamlı insanlık dramına başvurmuştur.

Bu anlamda Kürdistan’ı iç içe bütünsel değerlendirmek bir gereklilik değil bir zorunluluk olmuştur. Aynı çerçevede dış denklemin kendisini iç denklemle karşılaştırmak kaçınılmazdır. Hatta karşılaştırmak bir yana bütünlük içerisindedirler.

İlginç bir paradoksun çılgın ahlaksızlığıyla karşı karşıyayız. Bu gerçeğin aynı zamanda iki yüz yılı Osmanlı dönemi olmak üzere toplam üç yüz yıla aşkın bir süredir aynı topraklarda ortada yıkılmasına izin verilmeyen bir Osmanlı-Türkiye devlet geleneğiyle karşı karşıya olduğumuz bir diplomasi geleneği Kürt gerçeğini kemirmektedir.

Buna karşın PKK’nin güçlenmesini engelleyen güçler dışta-“iç”te aranabilir ama PKK’nin bitmesini ve zayıflamasını engelleyen, başka bir ifadeyle, onu güçlendiren güç, özdedir.

Dış Güçler ve İçteki Denklemleri


a)    Güney Kürdistan: BM’nin 688’i ve PKK’ ye Karşı Fiili NATO

NATO Sovyetlerin Atlantik üzerinde oluşturduğu ‘tehdide’ karşı oluşturulan bir anlaşmayken bugün Rusya’nın kendisinin de NATO’ya üye olmasına rağmen; NATO kalmamış tehdit üzerinde varlığını sürdürmektedir.


Normalde uluslararası anlaşmalar bir tehdit sonucunda oluşturulduklarından o tehdidin kendisi bitiğinde anlaşma otomatik olarak fes edilmektedir. Zaten oluşturulan tehdit eğer taraflara karşı faal durumda değilse yine taraflar harekete geçemezler. 

NATO’nun kendisini meşrulaştırdığı ve halen daha 5. maddesinin yürürlükte olmasının sebebini BM’nin 51 maddesindeki öz savunma hakkına bağlamaktadır.

BM Güvenlik Konseyi’nin olduğu sürece dünyanın en büyük ülkeleri hangi tehdit algısına karşı NATO’yu sürdürmektedir?
   
NATO’nun ilk değişmez ilkeleri arasında yer alan “NATO savunma amaçlıdır” ilkesi pratik haliyle “NATO saldırı amaçlıdır” gerçeğini yansıtmaktadır.


Her şeyden önce bu kombinasyonda müdahaleye açık konuma getirilen, sömürülen bir Kürdistan coğrafyası ortadadır.  1991’de BM’nin 688 sayılı kararı ve arkasında Güney’in PKK karşısında operasyonel bir güç haline getirilerek ve NATO’nun beşinci maddesinin fiilen hayata geçişi bu kombinasyo’nun uluslararası başlangıcına tekabül eder.


Sözü edilen sadece PKK’nin zayıflatılması değil aynı çerçevede ‘kazanımlara katkı sunmak’ amacıyla o tarihlerde Güney’e doğru göç eden Doğu Kürdistan güçlerinin tasfiye biçimleri çok ilginçtir. Bu dönemde sadece Güneyde yapılan faili meçhulleri araştırmak için kendileriyle görüştüğümüz Doğu Kürdistan PDK’si ve Komala yetkilileri PDK’den 250, Komala örgütünden 50 olmak üzere toplam 300 kadrolarının (PDK ve YNK tarafından) infaz edildikleri, çeşitli yollarla Kürdistan bölgesi sınırları içerisinde pusuya düşürüldüğünden yakınmaktadırlar.

Bu tür kirli oyunların bir kısmını PKK’ye de yapmaya çalıştılar (kaçkınların önünü açarak) örneğin Musul’da PYD’nin öncü kadrolarına karşı gerçekleştirdikleri benzeri karanlık eylemlerle Batı Kürdistan’daki hareketi silikleştirmeye çalıştılar. Ancak PKK’nin misilleme ve hareket kabiliyeti bu tür eylemleri durdurmuştu.

Güney Kürdistan uluslararası denklemde Kürtlere kurulan komplonun kronometresi gibidir. Komploda zaman ve mekan burada işlemektedir.

1991 sürecinin sadece PKK’ye karşı yapılan bir tasfiye olmadığı gerçeği; Güney şekillenmesinin diğer parçalara karşı yapılan pazarlık sonucu olduğu görülmektedir. Belki de PKK’nin tasfiye edilmemesi Güneyi kazanıma dönüştüren gerçeğin kendisini ifade etmektedir.


ABD’nin Erdoğan’la Kasım 2007 anlaşması belki de bu gerçeğe duyulan tepkinin kendisini taşımaktadır. Hesaplara göre Güney’de oluşturdukları, ekmek istediklerini biçmek istediklerine paralel olarak Güney diğer parçaların tohumluk alanı olacaktı. Burada yetiştirilen tohumlar diğer parçaları şekillendirecekti oysa bu süreç uluslararası komployla sonuçlanmasına rağmen halen hesapların çok ötesinde bir gerçek; yeşerten bir Kürdistan gerçeği bulunmaktadır.

AKP bir yandan sermayeci güçlerle ortak kurumsallaşırken diğer taraftan PKK’nin ilişkilenme potansiyeli olan ülkelerle bu potansiyelin kablolarını kesmektedir. Rüstem Cûdî arkadaş bir konuşmasında “AKP sadece Kürt kazanımlarına karşı değildir, aynı zamanda kazanım (Güney, Doğu ve Güneybatı Kürdistan’ı kast etmişti)  ve ihtimallerine de karşıdır” demişti.

Ancak NATO’nun Barzani’ye verdiği ‘Barış Ödülünü’ daha önceki bir yazımda paylaştığım gibi tekrar hatırlatmak istiyorum. Bu, her ihtimalde yeni bir sürecin başlangıcı olarak algılanmalı.

İkinci bir 688 girişimi olabilir mi? Kaynaklarımızdan aldığımız bilgilere göre son günlerde Güney Hükümetinin Bağdat’a rest çektiği ve giderek bir kopuşa doğru gittiği söyleniyor. Bu yüzden Bölge Başkanı başta olmak üzere Güney siyasetinin ABD, Bağdat ve Türkiye’yle çok yakın zamanda gizli görüşmeler yaptığı duyumları alınıyor.


Değişen dünya koşularına rağmen NATO’nun mevcut durumuyla Kürtlerin bir kısmını barışla ödüllendirirken diğer kısmını savaşla cezalandırmaktadır.

Arap Yarımadasında Arap milliyetçiliğini 22 devlete bölen bu anlayışın kendisine karşı hiç bir gücün kurumsallaşmasına tahammül etmemektedir. Aksine karşıtlık konusunda 30 yıldır yürütülen savaşa ikmalde bulunmasına rağmen halen Kürtler her hangi bir düşmanlık göstermemiştir. 


Bir başka ihtimalde bu görüşmelerin gündeme taşındığı gibi öyle Bağdat’tan kopmanın senaryoları değil çok yakın zamanda gerçekleşecek olan Güney operasyonunun siyasi ve tekniki hazırlıkları olduğudur.

Bu ihtimalde olası bir operasyonda PDK’nin fiziki olarak operasyona katılmayacağı ancak T.C askerlerine coğrafyayı esnek kullanma ya da istihbari aktarımların olacağı düşünülüyor. Yeni denklemde Kürdistan’ın güç dengesini elden bırakmak istemeyen güçler Barzani’den operasyonun sonuna doğru bazı ‘ulusal’ çıkışlar yapmasını bekleyebilir.

Sinirlioğlu’nun görüşmesinden sonra gelen iki heyetten birinin operasyonların siyasi boyutlarını diğerinin ise tekniki boyutlarını tartışmak üzere geldiği kanısındayım.

Böyle bir süreç mi var yoksa PKK’ye karşı yapılacak operasyonların son hazırlıkları mı? 

Her iki ihtimalde de şayet Güneydeki statü bir değişikliğe giderse bunun karşılığında bu statüden PKK’ye karşı durulması isteneceği kesindir. Zaten Bağdat’ta Şiiler önemli bir güce sahipken İran’ın sınırlarıyla ilgili giriştiği atakları daha çok Güneyle yaptığı ve Türkiye’nin de aynı şekilde sınır tartışmalarını usulen Bağdat’la yapsa da daha çok Güneyle yaptığı tartışma ve görüşmeler dikkat çekmektedir. Güneyli temsilciler bu tartışmalardan rahatsızlığını dile getirseler de bu durumdan doğan statüden çok memnunlar. 

Bir devletleşmeye doğru gidildiği açıktır. Ancak bu devletleşmenin başta Güney yönetiminden koparılan %40-45 Kürtler olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçalarına nasıl yansıyacağı önemlidir.
Kast edilen her iki ihtimalin iç içe olma ihtimali yüksektir. Bu durumda hiç bir operasyon olmasa bile aylardır bir operasyona doğru endekslenen Türk kamuoyunun şimdiden Güney’e yerleştirdikleri binlerce ajanla bir hakimyet ve fiili işgal söz konusudur.

Aldığımız bilgiler korucu, asker, polis, itirafçı ve birçok kesimin değişik yollarla Güney Kürdistan’a sızdırıldığıyla ilgilidir. Türk Ordusunun AKP’nin eline geçişiyle birlikte “mahalli istihbarat” dedikleri ve MGK’da her seferinde gündemleşen bir seferberlik başlatılmıştır. Böylesi bir durumda bundan sonra operasyon yapılmasa bile AKP’nin gerek Güney’de gerekse de Kürdistan’ın diğer parçalarında hızlı bir ajan borsasının oluşturulduğu, oluşturacağı açıktır.

Halk dinamizmini ABD’nin Irak müdahalesinden bu yana elinde tutmayı başaran PKK hareketi; ABD’yi hem PKK’ye karşı hem de PDK ve YNK’ye karşı küplere bindirmiştir.

Ajanlık sadece PKK’ye karşı askeri istihbaratla ilgili değildir. Aynı zamanda Güneyde geniş çapta hareket gerçeğini manipüle eden ve Güneydeki her kesimi değişik biçimlerde PKK karşısında örgütlemeye çalıştığı görülmektedir.

PKK’nin varlığının Güney gerçeğini kazanıma dönüştürdüğü gerçeği işte bu dinamizmin halkta yaratığı ruh ve düşünceyle Güneyli siyasetçilerin artık isteseler bile kendilerine biçilen misyonu yerine getiremeyecekleri gerçeğidir.

Yine ulaştığımız küçük bir ipucu ABD’nin Irak müdahalesinden bu yana Doğu Kürdistanlı iki temel dinamizmi (PDK-İ ve Komala’yı) dokuz ayrı parçaya ayırdıklarıdır. Bu noktadaki bir diğer ayrıntı ise 2003’te PKK içerisinde yaptırılan iç komplo sonucu bölmek istedikleri örgüt için bu örgütleri parçaladıkları mekanların aynısını (Koyê ve Süleymaniye çevresi) planladıklarıdır. Doğrusu bu ipuçlarıyla ulaştığımız sonuç; bu zaman ve mekan bütünlüğünün Kürtler için nasıl bir felaket hazırladığıdır.

Bu çerçevede Barzani’nin PKK’ye karşı PDK benzetmesine temkinli yaklaşılmalı. Bahsettiği deneyimin kendisi bir sorunu çözme yerine mevcut şekilde görüldüğü gibi tasfiye etmeyi uygun görmüştür.

Bu çerçevede bir Güney profilini çizmek daha doğru ve yapıcıdır:

Mevcut durumda bölgedeki ve Kürdistan’daki gericilik ve merkez iktidarın Kürdistan’da bu kırıntılar aracılığıyla gerici devletleri ve gerici Kürt gruplarının PKK’ye karşı fiili NATO takımını oluştururken diğer taraftan bu pazarın sonucunda bile ortaya çıkmışsa sözde statüyü özde bir kazanıma dönüştürmek çok önemlidir.

Kürdistan coğrafyasını siyasi partilerden ve siyasi hareketlerden silme dalgaları üç ayrı dalgayla oluştu; birincisi 1991-1992’de başlayan ve 9 Ekim 1998’e kadar süren sürecin kendisidir. Aslında ikinci dalga 9 Ekim komplosuyla başlatılmış olan süreç AKP’nin 2002-2003’te güçlenmesi ve ABD’nin Irak müdahalesiyle başlayan sürecin kendisidir.


Unutulmaması gereken Kürt Halk Önderi 9 Ekim komplosundan önce defalarca fiziki tehlikeyle karşı karşıya gelmiş ancak yapılan suikast planları bir türlü hedefini bulamamıştır.
 
Komplonun ikinci aşaması önderlik kurumu (PKK Öncüleri) üzerinde gerçekleşti. PKK’nin yönetimini ele geçirerek PKK’yi Güneyde boğma çabasıydı. Aslında önderlik kurumuna karşı 3 Kasım 2002’de AKP Türkiye iktidarı için iktidara gelişi ve kurumsallaştırılması tamda bu aşamaya denk düşen bir çabaydı. Kurumsal önderlik ya da önderlik kurumuna karşı; kurumsal AKP ya da AKP’nin kurumsallaşması denilen süreç başlatılmış oldu.

Hareketin o dönemde AKP’ye biçtiği ömür 6 ayken daha sonra AKP’nin diğer siyasi partilere benzemediği ve üzerine varılan AKP mutabakatının iç ve dış güçler açısından stratejik bir mutabakat olduğu anlaşıldı.

İkinci dalgada PKK’yi tasfiye girişimi 1 Haziran 2004 atılımıyla patinaj edince diğer siyasi partileri parçalasalar da (PKK karşısında kullanmak için) bitirmediler.

Kanımca ikinci dalgada PKK Hareketi kısmen darbelense de aynı zamanda PKK’nin direnişi PKK’nin içindeki tasfiyeci eğilimin tasfiyesiyle sonuçlanmasıyla bu süreç daha fazla hızlandırılabilinseydi PKK yeni atılımında bölgede süreci erkenken kendine entegre eder, erken entegre olurdu. Yani PKK kendi içindeki bu eğilimden erken kurtulabilirdi.

İkinci aşamada bu dağınıklıktan etkilenen Sêrt, Çewlik, Wan ve Agirî gibi alanlarda belediyeler 2004 Yerel Seçimlerinde kaybedildi.

Ancak 2009 Yerel seçimlerde Sêrt ve Wan belediyelerinin tekrar kazanılmasından tutalım nerdeyse seçim hedefinden daha büyük bir başarıyı elde eden Özgürlük Hareketi giderek Kürdistan’da kurumsallaşıyordu. Buna tahammül edemeyen AKP Hareketin pratikleşen alanlarına saldırıyordu.


Kurumsalkırım: KCK Operasyonları


KCK operasyonları bu anlamda Kürdistan coğrafyasında pratikleşen Önderliğe/Harekete yapılan operasyonlardır.  Tutuklanan binlerce kadro ve çalışanla aslında Kürdistan coğrafyasında bilinç katliamı yapılarak halkın hafıza kaybı yaşamasını hedeflemektedirler.

Dolayısıyla komplonun üçüncü aşaması en derinleştirilmiş komplodur. Kastettiğimiz niceliği kabarık durumun kendisi değil aslında niteliksel inkarın ta kendisidir.


Hak aramak hak ispatlamanın onda biri bile değildir. Hak ispatlamak aranan hakkın irade beyanıdır. Her ne kadar PKK Hareketi yıllardır açık bir şekilde gasp edilen 40 milyon Kürd’ün hakkının arayış hareketi olduğunu söylese de gerçekte referandumlara dönüştürülen (tüm engellemelere rağmen)seçimlerde yakaladığı başarı bu arayışın ispatı olmuştur.

Komplo adeta hareketin stratejik değişimini izler gibi hareket hangi alanı stratejikleştirirse oraya saldırmaktadır. Harekette her şeyin merkezinin Kür Halk Önderi Öcalan olmak zorunda kaldığı (önderlik kurumunun henüz zayıf olduğu dönemde) direk fiziki şahsına yönelim gerçekleşmiştir. Ancak KADEK süreciyle başlayan Kürdistan’da kurumsallaşma stratejisiyle daha güçlenmesi gereken önderlik ve öncülük kurumu parçalatmaya çalışarak hareketin öncü kadrolarına saldırılmış bir kısmı sistemin kırıntılarıyla geçinmeye ikna edilmiştir. Son dönemlerde hareketin her şeyi halka devrettiği bir dönemde en kapsamlı saldırılarla binlerce insan rehine alınmıştır.

Üçüncü aşamanın inkar derinliği halkın her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen seçtiği insanların (halkın iradesinin) tutuklanmasıyla ilgilidir. Bu irade ve bilinç katliamının hem Kürt halkının geçtiği süreç hem de halkların geçtiği süreç açısından bakıldığında zamanın özgürlükler için altın değerde olduğu bir döneme tekabül etmektedir.

Özgürlük Hareketine yönelik AKP iktidarı döneminde yapılan saldırıların önemli bir kısmı kurumsallaşan harekete karşı yapılmıştır. Hatta son KCK operasyonlarında ortaya çıkan TC’nin kurumsallaşmasını engellemek için harekete karşı yaptığı operasyonlarda hiç bir hukuku tanımadığı, yıllarca yürütülen kirli savaş kuralsızlığını burada uyguladığı görülmektedir. Hatta hukuk dışı birçok uygulamaya yaptığı yasal düzenlemelerle hukuksal kılıf uydurarak tüm zamanların devlet vahşetini hem resmileştirmiştir hem de bir zat artırarak yapmıştır.    

AKP bu zamanının kendisini kurşunlamaktadır. Bırakalım Türk Basını tarafından PKK-devlet arasında görüşmeler varmış gibi lanse edilmesine inanmayı bölgedeki diğer devletler Kürtlere karşı sadece savunma pozisyonunda dururken Türkiye bu altın döneme hunharca saldırmakta şuandan ‘PKK-Devlet görüşmesi’ ne doğurursa doğursun hiç bir kazanım PKK’nin bu dönemde yapacağı atılım kadar değerli bir kazanım olmayacaktır.


Açıkça söylemek gerekirse bu dönemde vaatler ve iyimser yaklaşımdan daha etkileyici bir silah bir katliam olmamaktadır.


Oyalama taktiği Kürt Davası’nın en temel kör düğümü haline gelmiştir. Türkiye’deki birçok ‘aydın-yazar-çizerin’ en önemli özelikleri bu taktiğe hizmet etmeleridir.

Tüm roller adeta bu taktik üzerinden paylaşılmıştır. Yıllarca bu sorunun içinde bulunan Cengiz Çandar bile PKK’yi kastederek “Kürtlerin giden iktidarları desteklememeleri gerektiğini söylemektedir”. Kürtlere dostça yapıldığı düşünülen bu öneri Kürt Hareketinin enerjisini ölen iktidarlarda harcamaya çalışmaktadır.

Güneri Civaoğlu’nun “Kürtlerin Son Baharı” başlığındaki tehditle Çandar’ın yaptığı tehdit aslında aynı şeyi ifade etmektedir. Bunların yanında Hasan Cemal devleti uyarmaktadır. Yine Taraf ve saz arkadaşlarının MİT taktiklerinden ödün vermeden güllük gülistanlık bir portre çizmektedir.

İşin aslı devlet Temmuz ortalarından itibaren neredeyse son yüz yılın tüm savaşları kadar gerillanın üzerine bombalar yağdıracak kadar vahşileşmiş, en son bu vahşilik Gülen ve Gül’ün talimatıyla iş kimyasal ve napalm bombalarını kullanımına kadar varmıştır.

Değişik yolardan değişik rollerle çıkışların oluşu farklılık gibi görünse de aynı yörüngede dönmektedirler. Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın TC ile olan dostlukları kemalizmden daha yaşlıdır. 

Şimdilerde herkes müzakerelerde verilen sözleri bunca tartışmaları bırakmış Kürtleri yaşanan süreçten tecrit ederek Türkiye’ye entegre etmenin peşindedir. Erdoğan Anayasa değişikliği için en erken dokuz ay biçmektedir. Aslında tecrit etmeye çalışırken yem olarak atmayı da ihmal etmemektedirler.

Kürtler bu deneyimi birinci ve ikinci dünya savaşları sonrasında yaşadılar. Başkası için devrim başkası için yaşam felsefesi Kürtler açısından miladını doldurmuş olması gerek.

Bu tür taktiklere karşı şu söylenebilinir: “Ey ‘dost’ tamam da PKK bu iktidarların düşmemesine verilen çabanın kendisi değildir fakat kastın onlara yönelmekse başka...”

Güya dost tavsiyesi yapan bay aydınlar Kürtlerin devrilen rejimlerin altında kalmasıyla sonuçlanacak pratikler önermektedirler. Biz buna dost tavsiyesi yerine dost tasfiyesi desek daha doğru olur.

Sovyetlerin yıkılışından sonra “Soft Power” teorisi yani yumuşak güç siyaseti kapitalizmin en gelişmiş silahı oldu. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaşadığı hüsran bu taktiği neredeyse kaçınılmaz kıldı. Bu taktik kapitalist modernite kolonyalizmine aittir. AKP’nin ve yeni dönem inkarın temsil ettiği gerçek şiddetin yanında birde Soft Power’i yani yumaşak gücü kullanarak sosyal, siyasal ve kültürel olarak derin inkar adacıklarını çeşitli çevreler aracılığıyla kurmuş oldular.

Yeni dönem sömürgeciliğini iyi algılamak gerekir. Soft Powerciliğin inkar derinliği kaba gücün inkar derinliğinden bin kat daha sömürücü ve işgalcidir.

BDP’nin türban önerisinde de açığa çıktığı kadarıyla AKP yönetimi 2002’de kemalistlerden aldığı yönetimi aslında kemalizme devrederek büyük bir ilizasyonu oynamış bulunmaktadır.


Fakat gelinen aşamada bu gerçeklik şimdiye kadar iyi teşhir edilmemiştir. Güçlendikçe kemalistleşen,  kemalistleştikçe siyonistleşen AKP İsrail karşıtlığını yaptıkça da Türkiye’yi İsrailleştirmektedir.

Bu anlamıyla AKP hem Kürtler için hem de bölge halkları için kurulmuş en büyük komplo kurumudur. Orta Doğudaki halkların serhildanlarına karşı ABD müfettişliğine soyunan AKP bölgede ve Kürdistan’da özgür alanların kurumsallaşmasına müdahale etmektedir.

BDP Ve Rolleri Üzerine

Kürtler için önemli olan Kürdistan’daki kurumsallaşmadır. Devlet ise tersini uyguluyor bir taraftan Kürdistan’daki tüm belediyelere saldırıp onlara nefes bile aldırmazken diğer taraftan meclise ‘katılmayı’ çok önemsiyor.

Bu anlamda AKP Güney siyasetine, aydınlara ve neredeyse herkese “ Ne söyleyeceklerse gelip TBMM’de söylesinler, gerçek savaşlarını orada yapsınlar” dedirtti. Bu zihniyet Ankara’yı kurumsallaştırma zihniyetidir. Hatta bırakalım Kürdistan’daki kurumsallaşmaya BDP milletvekilleri İstanbul’da bile eylemlere katıldıklarında saldırıya uğruyorlar. 

Bizler dilin döndürdüğü kelimelerden çok pratiğin döndürmesi gereken kelimelere itibar etmek zorundayız. “Ne söyleyeceksen TBMM’de söyle” anlayışı aslında “pratikleşme, kendini gerçekleştirme ne söyleyeceksen söyle” anlayışıdır. Bu felsefik olarak da ahlaki olarak ta insanın en alçaltılmış halini temsil ediyor.

Bu yüzden her kesin gündemine konulan milletvekillerin TBMM zemininde siyaset yap(ma) istemi bir muhataplıktan çok bir teslimiyet çağrısıdır. Bu çağrının ardında Türk televizyonları her gün milletvekillere saldıran bir kahraman polisi ekranlarına konuk ediyor. Devlet bilinçli olarak “Kürdistan’a gelip kurumsallaşırsan, eylem yaparsan bacaklarını kırarım, gözünü çıkarırım panzerlerin altında ezerim” diyor. TBMM’nin dışına çıkan milletvekillerine mahkum muamelesi yapılıyor. Eylemdeki milletvekilleri namlunun ucunda dur ihtarına uymayıp her an vurulacak mahkumlar gibi görüyor.

Botan’da Aysel Tuğluk, Amed’te Gülten Kışanak ölümle burun buruna geliyor. 

Nedir bu?

Ölümü koklatmak, tehdit etmek artık AKP siyasetinde günlük televole programlarından daha basit ve ucuzlamış görünüyor. Ölüm magazini artık “kimi kiminle nerede” sorularından daha maskara olmuş görünüyor.

Aslında her yerde hareket alanını daraltıp mücadeleden caydırma politikasını uygulamaktadır.  Güney’de, Kuzey’de, Doğu’da, Batı’da ve her yerde daraltmayı hedeflemektedir.

Kürdistan’ın en acımasız soykırımlardan geçtiği günlerde bir milletvekilinin şike tartışmalarında bardağı kırması çektirilen acıya karşı gösterilen en bariz ‘tarihsel sorumluluğun’ örneğidir. 
Gerçekte de Ankara’ya böyle bir gidişin anlaşılması hem Kürtlere uygulanan tarihsel hem de güncel zulmün karşısında anlam birliği içinde olmadığı aşikârdır.

Nasıl ki Hareketin en değerli kadrolarının katledildiği bir tarihte Hareketle bir diyalog varmış gibi tehlikeli bir portre çizildiğinde asıl verilmesi gereken tepki etkisizleştirilmek isteniyorsa bu durumda da belirleyici güç olacağımıza güç belirleyiciliğimizi yitirmemeliyiz.

Ankara’ya gidilmeli mi gidilmemeli mi? tartışmasından ziyade kanımca Ankara’ya gidiş Kürdistan’ı kurumsallaştıran eğilimindeyse bu gidişin hiç bir mahsuru yoktur. Tam aksine eğer Ankara’ya gidiş Ankara’yı Kürdistan’da kurumsallaştırıyorsa Ankara’ya gidişin gidişatının iyimser olmadığını itiraf etmek durumundayız.

Meclis intikamı alınmayacak kadar değerli arkadaşlarımızın ardındaki ciddiyetsizliğimizin tehşir yeriyse neden Ankara’dayız?

Sorun bir kaç arkadaşın bedeni üzerinde bunları değerlendirmek değildir tam aksine bu arkadaşlarımızın emekleri ve amaçları yaşayıp yaşamadıklarını tartışmaktan çok daha başka bir mertebededir; bin bir emekle siyasallaşan kitleyi bir anda futbol seyircisi gibi fanatikleştirip siyasal değerini yitirmek en büyük anlam terörizmidir.

Bir başka olaysa Roboski’deki örnek de olmak üzere ‘provakasyon’ terimi üzerinden halk engellenmeye çalışılıyor. Şimdi bu konu önderlik tarafından da açığa kavuşturulmadı mı? Gençleri frenleyip devletin kaymakamını, valisini, bakanını korumanın görevi kimseye düşmemiş?

Güya meşru mücadeleyi yasal alanda savunan bir misyon kurumsallaşması içinden devlete her gün; “bakın biz sizi koruyoruz” mesajı verilerek ve gerçekte öfkelerin önüne barikatlar kurarak devlet yasalarına bekçilik ediliyor.


Komplo kurumu veya komplo kurumsallaşmasını değerlendirirken özelikle Kürtler açısından durum sade bir sübjektiflik ya da sade bir objektiflikten kaynaklanan bir kullanma biçimi değildir.
Bu komplo değirmeni Burkay, Metiner, Miroğlu ve Kızılkaya gibilerini sübjektif kullanıp bunların üzerinde hem AKP içinde güya bir Kürt siyasi hareketi varmış gibi bir senaryoyu çizmekteler hem de bazı Kürt siyasi partileriyle açık bir diyalog içerisinde olup onları bu tezgaha meze yapmaktadır.

Bahsettiğimiz objektif kullanma biçimiyse belirli kişilerin karakterlerinden ya da günlük yaşamlarından yakaladığı pürüzleri cımbızlayarak komplo değirmeninde öğütmektedir 
Madem en zor şartlarda Ankara’ya gitmenin bedelini ödüyoruz neden Ankara’ya ‘siyasallaşmanın’ bedelini ödetmiyoruz.

Bir Türk polisi bir milletvekilimizin yasalara karşı itirazı sırasında kameraların önünde “yasaları çıkartan sizsiniz biz sadece uyguluyoruz” deyişi yasamaya katılmanın sorumluluğunu hatırlatmaktadır.

Dünyanın her yerinde bu gerçek böyledir: Yasamaya katılım göstermişsen yasamayı, hükümete katılım göstermişsen hükümeti eleştiremezsin. Bir mekanizmaya katılmayı uygun görüp katılımcılığına inanmışsan sen o mekanizmanın kendisisin artık; ancak özeleştirisini verirsin.

BDP nerede durmalı?


BDP Kürt hareketinin siyasal geleneğini temsil ettiği için Kürt Hareketi’nin terörize ettiği her yerde Brüksel’de Washington’da, Tahran’da, Şam’da, Hewlêr’de ve Bağdat’ta olmalı. 

Unutulmamalı ki devletlerin kaderlerini belirleyecek yeni sınır ve siyasal iktidarlara gebe dönemlerde komşu devletlerin uykuya dalmış çelişkileri uyanmaktadır. Sürecin kendisi normal olmadığından ilişkilerin normal olması da düşünülemez. Tek kutuplu dünyayı göz önüne aldığımızda ikili oyunların fevkalade anlaşılacağı açıktır. İran’ın  ‘Kürt Fraksiyonu’ adına yaptığı Roboski kınaması bu dönemin en ilginç örneğidir.

PKK bir kes daha bölge halklarıyla stratejik bir çizgiyi sürdürdüğünü İran ve Suriye konusunda ispatlamıştır. 


Terörize orijinli merkezlerden terörize eden merkezlere doğru temsilcilik açmak durumundadır. Yine Kürdistan’daki işgalci devletlerin merkezinde bulunmalıdır. Böylece Türkiye’nin ‘katılımcı’ olmanın en koyu sembolü haline getirilen BDP’nin bu gerçeğini; BDP’nin bölge devletleri üzerinde oynayacağı rolü de kendine yedirmek zorundadır. 

Bu siyasallaşma ve terörize durumu paronayak bir hal almaması gerekir. Aksine sadece terörize olmaktan korkan bir yapı hem kendini daha fazla terörize eder, hem de devlet terörünü anlatmaktan ve onu teşhir eden bir duruştan uzak olur.

Siyasalaşmak isteyen özgürlük hareketlerine karşı terörize edilmelerine karşı panzehirleri siyasalaşmadır.

Zaten en işgalci devletin yasalarına göre seçilmiş insanların diyelim ki Tahran’da diplomasi yürütmesi idamlara, karşı ittifaklara karşı en büyük hamle olacaktır.

Ancak tam aksine her ne kadar bölgedeki bahar havası şimdilik ittifaklarını dağıtsa da 1999 komplosundan sonra Türkiye bölgedeki her devletle onlarca anlaşma imzaladı. 

Devlet AKP ile PKK’ye karşı mücadelede silah ve yöntemde çeşitlilik göstermiştir. Bu çeşitlilik o kadar güçlenmiş ki basın aracılığıyla en samimi arkadaşın bile kelimelerini çarpıtıp silaha dönüştürmektedir. 

Önce Kürdistan’da örgütlenmek üzere tüm dünyada yayılma gerekliliği sadece BDP ve KCD’nin görevi değildir. Başta Kürtçe’nin lehçeleri olmak üzere Farsça, Arapça ve İngilizce bilen kadroların yetiştirilmesi aciliyet arz etmektedir. Örneğin Hewlêr’de yirminin üzerinde konsolosluk ve temsilcilik açılmış olmasına rağmen ne bunların ziyaret edeceği bir kurum (BDP temsilciliği gibi) nede bunları ziyaret edecek bir mekanizma bulunmamaktadır.

ABD’nin sözüm ona Kürtleri tanıma adına Güney’e sıkıştırma (orda da yarısını koparma) taktiği Türkiye’de BDP üzerinden yapılmaktadır. Bu; kendini büyük hissettiğin yerde eşittir hiç bir şeysin politikasıdır.

KCD (DTK) Güney Ziyaretleri Üzerine

Tüm Kürt hareketlerin Güney’e parçalı bir şekilde çakıldığı ve dağıtılma hesapları anlaşılmadan yüzlerce ulusal kongre ve konferanslar yapılsa bile uluslaşan hiç bir homojen sonuç doğurmayacaktır.

Kendileriyle görüştüğümüz birçok siyasi parti DTK heyetinin Güney Kürdistan’ı ziyareti sırasında kendileriyle görüşmek istenmesine rağmen değişik biçimlerde engellendiklerini aktardılar (neyse ki DTK son ziyaretiyle bunu kısmen fark etmiş oldu).

DTK Kuzey kazanımlarına Ulasal bir biçim kazandırma hareketidir ve bu alanın diğer alanlarla ilişkisini sağlama çabası tüm Kürt halkının duyulan özleme kavuşturma çabasıdır. 

Ulusal konferans çalışması sürecinde dahil böylesi taktiklerle Güney kazanımını temsil edenlerin DTK heyetini karşılarken gösterdikleri mütevaziliği bu çalışmanın özüne de gösterseler Ulusal konferans sürecine en büyük katkıyı sağlamış olurlar.

Davutoğlu bir gazeteciye Orta Doğu’da ilerlemelerin önündeki en büyük engelin PKK olduğunu söylemektedir. AKP iktidarının bu kadar paronayaklaşması gittiği her ülkede karşılaştığı PKK gücüdür. Özellikle yeniden dizaynın en merkezi kalelerinde PKK Kürt halkını örgütlemiş, ciddi bir dinamizm yaratılmıştır. Ancak bu dinamizm birçok alanda kurumsallaşmaktan uzak olduğundan meyveleri alınmamaktadır.

Bırakalım meyveleri mevcut Orta Doğudaki birçok güç bu dinamizmin yaratığı enerji içerisinde kendisini kurumsallaştırırken PKK kendi enerjisini etki alanı kadar kurumsallaştıramadı. Zaten en büyük kurumsal komplo; PKK kurumsallaşmasını engelleyen komplodur.

Önderliğe uygulanın komplonun ana hedefleri arasında PKK çizgisi yerine Kürdistan ve Orta Doğu’da farklı kahramanları yaratmaktı. Bu gerçek ger gün dile getirilmesine rağmen zaman ilerledikçe daha da anlaşılan bir gerçek halini almıştır.

Bu yönüyle KCD’nin Güney’e ziyaretleri sırasında Güney’in iktidarından çok kendi toplumuna inebilmelidir. AKP bile ciddi bir enformasyon çalışmasını sürdürdüğü Güneyde sadece iktidarı muhatap almamaktadır.

Güney Kürdistan’ın Sermayecileştirmesi ve Gülenci Faaliyet

•    Güneyde Sermaye Kaynakları

-Her iktidarın yıkılışından sonra geriye kalan malvarlığı ve yıkılışında talan edilen rakamlar sistem yandaşlarına değişik biçimlerde dağıtılmaktadır. Orta Doğuda dünya zenginlerini aşan diktatör servetleri değişik biçimlerde yağmalanmaktadır. Türkiye’nin bu konularda özelikle İran ve Libya’da iktidarları değişik biçimlerde aldatarak para hortumladıkları söylenmektedir.

Bir de benzer kaynaklardan yerele aktarılma durumu vardır. Libya’daki örnek o kadar somutlaştı ki çiçeği burunlarındaki Libyalı ‘muhalifler’ hemen bu durumu Suriye’ye taşıdılar. Mevcut durumda bu ülkedeki savaşın asker kayıplarıyla sonuçlanması bu takviyenin bir sonucudur.

2003 ABD müdahalesinden sonra Güney Kürdistan’a 17 milyar dolardan daha fazla para aktarıldığı söyleniyor. Bu kayak hem bölgedeki sosyal yapıya hem de siyasal ve sivil toplum örgütlerine ciddi yansıması oldu.

Bu kaynaklarla kendilerine göre sivil toplum, kendilerine göre siyasi yapılar ve kendilerine göre sosyal yapılar inşa ettiler.

 -Irak’taki petrol kaynaklarının Kerkük sorununu erteleyerek bölüştürüldüğü paydan Kürt Hükümeti %17 almaktadır. Güneyde sözü edilen rant kavgasının resmi kısmı yıllık yaklaşık 11 milyar dolara takabül eden bu gelirlerin hortumlanmasıyla ilgilidir.

Hükümetin Türk sermayesiyle yaptığı partnerliğin tamamı bu sermaye üzerindedir.  Bahsedilen paranın önemli bir bölümü Türk sermayesine kalan bir kısmıysa iç hizmette tüketilmektedir. Türkiye’deki en faşist kurumlar bu kaynak üzerinden Güney’e getirildi. Fettullahçılar bu kaynak üzerinden birçok hizmet alanında örgütlendi.

-Bir diğer kaynaksa kaçak petrol kuyularıdır. Kimine göre, 70 kimine göre 80’den çok fazla kaçak kuyu bulunmaktadır. Bu kuyulardan faydalanan devletlerin başında Türkiye ve İran gelmektedir.

Taktak kuyusu yıllarca Türkiye ve Güney arasında kaçak kullanıldı. Adı geçen ülkeler ya gizli anlaşmalarla sevk ediliyor ya da o ülkelerin iktidar ahbapları tarafından emilmektedir.

Ulus üstü derin ilişkiler bu tür kaynaklar üzerinden daha da pekiştiriliyor. Bu bataklıktan beslenen bütün unsurla birbirlerini alternatifler olarak gösteriyor. Dikkat edilirse Ranya Kortek’teki katliamdan sonra Kürt Parlamentosu tarihinin en uzun ve en katılımcı (neredeyse herkesin söz aldığı) toplantıyı gerçekleştirmiş, ancak Türkiye karşısında bir karar mekanizması olmayı becerememiştir. 

Bu ilişkilenmeler şöyle bir söylem yaratmaktadır “AKP ne yaparsa yapsın Kürt sorununa en yakın siyasi partidir.” Sanki AKP büyük katliamlar yapsa da bunun Kürdistan’da bir meşruiyeti varmış gibi yansıtılıyor. Bu tür derin ilişkiler yıllardır Kürdistan’da üretimsizliği farz kılmış bin bir türlü rant ve yolsuzlukla halktan kopartılan para kaynakları Türkiye kentlerine aktarılmıştır. Kürt yönetimindeki şahsiyetler de olmak üzere birçok insanın parasını kendilerine partnerlik yapılarak Kürdistan’da belki ilk kez kullanılacak bir durumu ; “sermaye göçünü” gerçekleştirmişlerdir.

Gülen cemaati çok kaypak bir kurnazlıkla “senin malın benim malım benim malım zaten benim malım” oyununu oynamaktadırlar. Böylece sermaye karşıtı ya da yandaş olmak bir yana Kürt sermayecileri oluşturulmuş fakat Kürt sermayeciliği oluşturulmamıştır. Aslında Kuzey hareketinin sermayeye mesafeli duruşu bugüne kadar sermayeye yakın duran Kürt eğiliminin sermayeci sistemi içerisinde kurumsallaşmasını gündemleştirmemiştir. Oysaki Gülen zihniyeti partner şirketler yoluyla Kürdistan’daki her türlü sermayeyi Türkiye’ye kaydırırken Kürtlerin sermaye sistemi içerisinde bile kurumsallaşmasını engellemiştir.

Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur benim Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” deyimi Gülence “Kürt sermayeciliği yoktur Kürt bireylerinin sermayesi vardır” şeklinde konumlandırılmıştır. 

Bu kaynakların en önemli özelikleri resmiyeti olmadığı için ne kitleler tarafından sorgulanabiliniyor ne de parlamentolar tarafından denetleniyor. İktidar çevrelerini holdingleştiren en büyük kaynaklardır. Güneyde asıl iç savaşın dahi siyasi partilerin resmi gelirleri dahi yerel hükümetten kaçırmasından ve bunun doğurduğu çekişmeden kaynaklandığı söylenirken bu gayri resmi kaynakları insan göz önünde bulundurulduğu zaman rant kapısının nelere gebe olduğu insan kestirmek bile istemiyor.

İşin en ilginç tarafı her ne kadar mevcut sermaye sistemi sınırları ve ulusları aşmışsa da her ulus kendi varlığını ve toplumunu bunun içinde ayakta tutmaya çalışırken Kürt ulusu apaçık bu alanda da tasfiye edilmektedir. Neredeyse Avrupa ülkelerinde bile ülkeler bu sistemle ilgili kararlarında ulusal düzeyde temkinli yaklaşmaktadırlar.

Devlet arazilerinin Türk ve Güney Kürdistan iktidar elitine yakın şirketlere peşkeş çekilmesi ise bir başka açıdan rant kapısını oluşturmaktadır.

Genelde Kürt toplumu özelde Güney halkı birilerinin aniden ekonomik yükselişini hazmedemezken buna karşı farklı formül arayışları olmaktadır. Güneyde onlarca holding kurularak dikkatin aynı merkezlerde olmasını engellemişlerdir. Holdingler konfederasyon şirketleri gibi birçok çatı oluşturarak bu rantı toplum gözünde manipüle etmişler.


Fettullahçı Örgütlenme

Fettullahçılar tarihsel Türkleştirme deneyimleri güçlü olduğundan bu ilişkilenmeden kendileri kazançlı çıkmıştır.


Bireysel araştırmalarımız sonucu daha önce iç savaş döneminde Türkiye’deki faşist yapıların PDK ve YNK’nin parayı tekelleştirme yarışlarını fırsat bularak bölgedeki halkın açlığını İslami Yekgirtû Kürdistan (Kürdistan İslami Birliği) üzerinden terbiye ettirerek bu yapılanmaya taban kazandırmış, hatırlanacağı üzere bu partinin liderinin faşistlerin cenazesine katılacak kadar ilişkilendirmiştir.

Okullar ve Devşirmeler

Çokça tekrarına giremeyeceğimiz Güneyde yaygınlaşan okullarıyla Gülen hem fakir kesimini hem de elit kesimi devşirerek Güneyi ele geçirme çabasına girmiştir.

Hastane ve Alışveriş Merkezlerinde Toplumsal Verilerin Toplanması

Gülenin işgali o kadar kökleşmiş ki ulaştığımız bazı kaynaklar son dönemlerde hastane ve alışveriş merkezlerini her tarafta açıp çok yoğun toplumsal veriler toplanmaktadır.

Örneğin bu toplumun en çok hangi psikolojik ve diğer hastalık sorunlarını yaşadıkları neyi giyip neyi içtiği Türk uzmanlarına veriler halinde sunulmaktadır. Bu gerçeğin önü alınmadığından bu bilgilerin toplumla paylaşmamızın doğru olmadığını düşünüyorum.

Basın ve Akademi Alanındaki İlişkilenmeler


Bu alanda üç temel ilişkilenme söz konusudur:

1)İslami kesim üzerindeki ilişkilenmeler

2)Güya demokrat ve Kürt sorununun çözümünde ‘yardımcı’ olan Cengiz Çandar’ın öncülüğünü yaptığı manipülasyoncu, tatmin edici harekettir.

3) Üçüncüsü ise sübjektif ve dezenformacı genelde Türkmenlerin içinde kullanılarak yapılan sızmalardır. Burada bunlara karşı doğru bilgiyi Soranca’ya çevirecek bir dinamizme ihtiyaç bulunmaktadır.

Sınırların Ötesindeki Komplo


AKP’nin neredeyse uzaylılarla bile oturduğunda PKK’ye karşı durmayı şart olarak koşmaktadır. Her ilişkilenmesine PKK şartı koşturmaları içerisinde bulundukları ruh halini Davutoğlu’nun deyimini doğruluyor.

Ancak o kadar basite alıp üzerinden geçersek günümüz Bilgi Toplumunun evrensel değerini görmezden gelir, uluslararası ilişkilenmelerin öneminden yoksun kalırız. Kürt Özgürlük mücadelesi özelikle Güney Afrika, Latin Amerika ve Çin Devrimindeki mücadeleler gibi mücadelelere çok benzemekte ve bunlarla enternasyonal bir paydada ortaklaşmaktadır. 

Erdoğan’ın Afrikalılarla PKK’yi şart koşması başlangıçta çok gülünç gelse de aslında gayet ciddidir. Kürt Halk Önderi’nin Kenya’da yakalanması ne kadar ciddi ise Kürtler açısından bu ilişkilenme biçimi de o kadar ciddidir..

Şimdi amansız bir komplo ve kirli bir savaşa rağmen Doğu ve Batı Kürdistan’da denklemleri yönlendirecek hatta alt üst edecek bir hareketin varlığı tekrardan herkesi çıldırtmaktadır. Bu yüzden Kuzey’de çözüm kapıya dayansa bile diğer parçalardan kaynaklı tersine dönüp bu etkeni silmeye çalışmaktadırlar.

PKK’nin dördüncü stratejik dönemi olarak tanımladığı yeni dönem atılımı Avrupa’ya uzayıncaya dek statüsüzlüğü ret eden bir atılıma dönüşmüştür.

Halkların Baharı’nın da verdiği zeminle Kürdistan’ın statüsüne kavuşma süreci hızlanırken Avrupa ülkelerindeki statü eylemleri Avrupa’nın Kürt sorununa gerçek yaklaşımını ortaya çıkaracaktır. İçindeki komplo kurumunun düzeyini ortaya çıkaracaktır. Bu eylemler aynı zamanda diplomasi potansiyelini yaratacaktır.


AKP’nin akıl hocalarının önce AKP siyasetine dalga dalga KCK operasyonlarını önerirken giderek bazı ilginç katliamlarını parmakla işaret etmektedirler. Bu anlamda Srilanka benzetmesi Kürdistan’a karşı Kudüs olmuş bir zihniyetin ürünüdür. Bu denklemin içinde Tamilleri PKK hareketine benzetilmesi ahmaklık değil midir?

Devletin önemli bir kesiminin ETA örneğini de araştırdığı ve araştırdıkları benzer modellerin devlet taktiklerini PKK’ye karşı uyguladıkları açıktır. Ancak PKK’nin siyasal derinliğini fark etmedikleri de açıktır. Hasan Cemal’in bir süredir bağıra bağıra uyarı yaptığı bu derin gerçekliğin görülmeden hangi felaketlere gidileceğiyle ilgilidir.

ETA’ya karşı mücadele taktiklerini uygulayan hatta hızını alamayıp Tamil örneğiyle yamyamlaşan zihniyet bu kadar acımasızlaşan siyasal ve sivil katliamlara karşı farklı Kürt örgütlerinin onlarca yerleşim alanlarında vereceği siyasi ve askeri mesajların sonuçlarına da katlanmak zorundadırlar. 

Birincisi; Tamilleri komplo süreci içerisinde erittiler, PKK ilk müdahalenin adresi oldu. İkincisi ise ABD’nin Irak’a gelişi ve işgal girişimine karşı PKK’den başta bir kaç kişi koparmışsa bile PKK genel olarak bu süreci en fazla değerlendiren örgüt olmuştur ve karşılaştırma yapacaklarsa bu süreci köklü ele alıp komplo öncesi ve sonrası karşılaştılar. Kendinin defalarca katlayarak büyüyen bir PKK’yi göreceklerine eminim.


PKK’nin Dördüncü Stratejik dönem olarak ifade ettiği ve Özerkliğin ilan edilişiyle devam eden süreçte kendini kurumsallaştırmanın en önemli başlangıcı olmuştur. Bu çerçevede devletsiz namaz, mecliste Kürtçe konuşma benzeri eylemler devlete karşı özerk olmayı simgeleyen eylemler olmuştur.
Legal alanlardaki sivil itaatsizlik eylemlerinin yanında HPG’nin devletin fiziki ve kültürel soykırımına karşı yaptığı esir alma eylemleri Kürdistan’da iki hukukun işlendiğinin büyük bir kanıtı olmuştur. Zaten KCK Adalet Divanı’nın verdiği kararla AKP işbirlikçileri, asimilasyoncu öğretmenler ve askerler olmak üzere her yerde HPG Kürtlerin hukukunu işlemiştir ve bu hukukun pratik gücü olmayı başarmıştır.

Yüz yıllardır terörize edilen Kürt davasının giderek Kürt sorununa dönüştüğü ve Kürtlerin mücadele hakkının “Kürt Sorunu” tanımlamasını hak etmediği halde sistem tarafından bu şekilde tanımlanmasını bir kazanım olarak gören bir yaklaşımın açığa çıktığını görüyoruz. 

Kendisini sorun olarak gören bir yaklaşım hakim olduğu için özerk eylemlerin taktikleşmesi söz konusudur. Örneğin çeşitli belediyelerde Kürtçe hizmet ve tabelaların oluşturulması gibi özerk fiiliyatlar olmuşsa da bunların kurumsallaşması tabelada kalmıştır.

Kürdistan’ı inşa etme yerine Kürdistan inşasını bir tehdit olarak sunan ve bunu sunarken parçalı bir duruşla tek seslilikten uzak kurumsallaşmayan bir gerçek ortadadır.

Eğer PKK’nin süreçlere bağlı çökeceği bir dönem olsaydı o dönem Sovyetlerin çöktüğü dönem olacaktı. Kanımca PKK bu dönemde zayıflayacağına sosyalist alternatifliğin merkezi oldu. Aslında komplo o gün başladı. Neden Sovyetlerin çöküşünden sonra birçok sosyalist gücün tasfiyesine rağmen PKK’nin ayakta kaldığı sorusuna bulunacak cevap PKK’nin gelenek-güncel bakışını özetleyen cevaptır.   

PKK geldiği geleneğin kendisine köklü bir eleştiridir. Dolayısıyla klasik ideoloji ve klasik Kürt ayaklanmalarından ayrıştıran özelliği sadece kalıcı ve sürekli olması değil bu kalıcılık sürekliliğin geleneğe sunulan eleştirinin kendisidir.

Ancak geleneksel deneyimi beraberinde getirebilen ve iyi bir deneyim geleneğini yaratmakla beraber güncel yeniliği başarmış bu hareketin herkesten çok gelenekten faydalandığı da açıktır.
PKK’yi herkesten ayrıştıran bu özellik aslında kurulan tarihsel komploya karşı konulan ilk tavrın kurumsallaşmasını ifade ettiği kanaatindeyim.

“Din afyondur” söyleminin peşinden milyonların koştuğu bir süreçte PKK kendi kongre ve konferanslarında Halacı Mansurları tartışarak toplumsal, tarihsel gerçeklere (klasik sosyalizmin tüm dayatmalarına rağmen) ışık tutmuştur.


Aşırı keskinleşen kabul ve ret ölçüleri radikal değildir. Tam aksine köklü kabul ve retler radikal ve derinliklidir. Düzenin manipülasyonuna maruz kalmış en temel kavramlardan bir tanesi de radikalizm ve fanatizm gerçeğidir. Haliyle PKK Hareketi de yıllarca içerde dışarı da bu savaşı vermek zorunda kalmıştır. Aynı şekilde devlet objektif ve sübjektif olarak PKK Hareketinin tüm alanlarında radikallik yerine fanatizmin yolunu açan bir savaş yürütmüştür.

Geldiği toplumsal, ideolojik geleneğe eleştirel yaklaşmakla PKK hareketi hem statükonun yoğun olduğu Orta Doğu’da,  hem de pozitivizmin “egemenlik kayıtsız şartsız patronundur” anlayışına hizmet eden modern hurafeciliğine karşı muazzam bir düşünce dinamizmini yarattı.

Güney Kürdistan’da bile gözlemlediğimizde Öcalan’ın Kürtçeye çevrilen kitapları tek başına büyük sorgulayan, şüpheci davranabilen bir potansiyel yaratmıştır. 


Yeri gelmişken tarihsel komplonun en önemli kurumu dengeler ve yörüngeler portresidir. Dengeler üslup ve yöntem konusunda gözetilmeli; bu dengeler arayışı ilkelere sıçrarsa dengeler adına yapılan siyasetin yörüngeleri değiştirme tehlikesi vardır.

Bu bir gözlemdir; propaganda değildir. Bence yüzlerce bedenin ateşle buluşarak anlattığı Öcalan gerçeğini kelimelerle propagandaya dönüştürmek Öcalan’ı yücelten bir davranış değildir. Bu anlamıyla Öcalan bir eylem dili olmayı başarmıştır. Her gün tutuklanan binlerce kadroya rağmen dinmeyen ateş bunun en somut kanıtıdır. Bu anlamıyla Öcalan kurumsal kimlik ve eylem olma becerisine önderlik etmiştir.

Yeniden dizaynda Sermaye İmparatorluğundan (ABD+İngiltere+İsrail’den) alınan rol karşılığında Kürdistan’da istediği gibi at koşturmasına izin verilen Erdoğan bir icazeyide TBMM’nin kendisinden almıştır. Aslında meclisten aldığı ilk yetki Kürdistan’daki savaş koordinatörlüğüdür. 


MHP-CHP ve AKP faşizmi koşulsuz şartsız Kürdistan’daki savaşta birleşmişlerdir. Yeniden dizaynda Türkiye’deki üç güç teknik olarak farklı şeyler söyleseler de pratik ve stratejik olarak birleşmişlerdir. Bunun karşısında Kürdistan’ı güçlere reva gördükleri parçalı siyasetin kendisidir. Dünyanın en vahşi bombardımanı Kürdistan’da olmasına rağmen bazı Kürdistan’lı güçler bu amaca hizmet eden açıklamalar yapmışlardır. 

Karşıt güçlerle ilişkilenmeyi bu güçlerle taraf olmak olarak bilen bir yanılgı söz konusudur.  İran’ın Nêçirvan Barzani’nin önüne koyduğu seçenekleri değerlendiren Güney Kürdistan Hükümeti’nin İran temsilcisi bir gazeteye verdiği demeçte “ İran Kürtleri birbirine kırdırtıyor diyenler vicdansızlık yapmaktadır. Çünkü İran’ın önerdiği sadece sınıra peşmerge yerleştirme seçeneği değildir” taraf olmayı sınırların biraz ötesine taşırarak “ Casusan tepesinin (İran ile PJAK’ın savaştığı tepe) Abdulkerim Kasım zamanında da sınıra konulan taşlara bakıldığında her iki sınır arasında ara bir bölgede kalmaktadır” diye uzatmaktadır.

İlişkilenmeyi taraf olarak algılama yanılgısının olduğunu söylemiştik. Şimdi burada verilen mesaj da birincisi işgalci ve saldırgan bir güce sayısız sivilin ölümü ve mağduriyetine rağmen vicdan aramak ve mağdur tarafı vicdansızlıkla suçlama durumu var.

İkincisi, temsilcisi olduğu ülkenin parçalanmasını savunan ve işgalcilerin tapu kadastro memuru gibi topraklarının neredeyse İran’a ait olduğunu söyleyen bir durumla karşı karşıyayız. 

Üçüncüsü ise, diyelim ki ‘vicdan terazisine’ soyuldu ve sınırları nispeten düzeltip İran’ın hak iddiasını doğruladı peki apolitik olmayan bir insan için madem İran’ın hakkı olan bir toprakta bir savaş yaşanmış ve İran bu savaşta kaybetmiş o zaman İran topraklarındaki zaferin ya da kaybın sizinle ilgisi nedir sorusu sorulur?

Eğer durum böyleyse İran’ın kendi başarısızlığını kendi topraklarında Güney Kürdistan’a yüklemesi daha da zorlaşır. O zaman PKK’ye yapılan eleştiri İran adına mı yapılıyor, Güney Hükümeti adına mı yapılıyor?

AKP çelik halatlarla Özgürlük Hareketi’nin gücünü ısrarla Kuzeyden ve Batı Kürdistan’dan Güney ve Doğu Kürdistan’a çekmeye çalışmaktadır. Birleştirdiği üç faşist güce karşı parçalama çabasında olduğu Kürdistan’ı üç temel gücü birbirine düşürerek fitne çıkarmaktadır.

Erdoğan’ın İsrail karşıtlığı sonrasında yaptığı Mısır gezisi ve planladığı Filistin gezisi İsrail karşıtlarını düşürmek için kullanacağı silaha mermi toplamak içindir. Orta Doğu’da PKK hareketi bu politikayı iyi analiz ettiği için Erdoğan ancak bu alandan mermi değil boş kovan toplaya bilecektir.

Diyelim ki AKP faşizmi İran ve Suriye’de iktidarları ve Kürtleri birbirine düşürmeyi (ki en büyük çabası bu) başardı; PKK taktiksel bir örgüt olmadığı için sıkacağı kurşunları yine kendi amacını aydınlatarak sıkacaktır. Zaten PJAK’ın son zaferinde İran PJAK’ı ABD ve İsrail işbirlikçisi olmakla suçlamaya çalışırken PJAK İran’ın kendisine atmak istediği çamura batırdı: Nitekim bu savaşta ele geçirilen silah ve mühimmatların ABD ve NATO’ya ait olduğu ispatlandı.

İsrail Karşıtlığı Safsata ve Stratejik Komplodur


AKP’nin yaratığı kimlik ve taraf olma bulanıklığını iyi algılamadan Orta Doğu’da kimin silahına kimin mermisinin sürüldüğü ve kimin silahının kimin hedefine doğrultulduğunu anlamak mümkün değildir. 

Küçük Ortadoğu (Filistin- İsrail) projesinin deneyimlerine çokça benzeyen Erdoğan’ın taktikleri AKP’yi küçük HAMAS’tan yola çıkarak büyük HAMAS olmaya doğru ittiği açıkça görülmektedir. 
Bu taktiğin özü şudur; bugün Filistin mücadelesi görece bir zafere gitse bile bu zafer İsrail’in en büyük hizmetçisi olmaktan kurtulmayacaktır.

Demek istediğim Erdoğan Neo-Osmanlı kılıcıyla İsrail düşmanlarını yenerken İsrail’e karşı zafer kazanmışlarında alın terini İsrail’e doğru akıtmakta, bu terle İsrail siyasetini sulamaktadır. Böylece İsrail bir tarafta kaybedenlerin kanıyla beslenirken diğer tarafta kazananların teriyle gübrelenecektir.
AKP ittifakıyla oluşturulan faşist gericilikle sömürü modernitesinin uzlaşmasıdır.


Zaten yaptığı kabadayılıkla İsrail’e muhalif olanların rolünü çalmaktadır. İran ve Mısır’daki bahçıvanlar biraz daha bilinçli olsalar Erdoğan’ı bahçede olgunlaşmamış meyveleri çalarken yakalarlardı.

Sen hem İsrail’e meydan okuyacaksın hem de NATO’nun, İsraillilerin, İngilizlerin düşürdüğü kalelerde rahat rahat dolaşacaksın!   AKP Türkiye’si Müslüman İsrailler Türkiye’sidir.

Bütünlüklü anlatım bütünlüklü algılayış ve bütünlüklü mücadele tarzı aciliyet arz etmektedir.


Kurumsal komplonun kendisiyle mücadele ederken onun eylemlerine cevap olacak eylemsel bir dille ve kurumlarına karşı ise büyük bir örgütlü duruşa ihtiyaç vardır.

 Komplo Kurumsallaşmasının Geleceği Ve Özgürlük Hamlesi


a)Güneyin Devletleşme İhtimali Üzerine

Güney için düşünülen devletleşme senaryolarının en uzağı beş yılı geçmemektedir. Dolayısıyla baharda ya da bir kaç bahar sonrasında ilan edilecek devlet komplo karakterinde derin- iç kurumsallaşmayı sağlayacaktır. 

Batı Kürdistan’ı Suriye’deki Alevi nüfusuyla anlaşarak Güneye deniz yolunun açılması öngörülüyor. 

Güney hükümetinin Ulusal kongre için öne sürdüğü “PKK’nin saldırı pozisyonunda olduğu bir dönemde yapılması düşünülemez” söylemi aslında kongrenin TC’nin ne kadar baskısının altında olduğunun bir sinyalidir. Aslında tam da burada kongrenin kendisinin PKK’ye karşı bir baskı aracı olarak kullanılması düşünülebilinir. 

Ancak bu ihtimale karşı “kongre PKK’ye karşı kullanılabilinir” tespiti kongrenin oluşunu değil oluş biçimini bir düzene getirebilir.

Suriye’den çıkacak sonuç hem Kürtler açısından hem de PKK açısından kader tayin edicidir.


Güneyde Güney Batı dinamizmi Dr. Fuat Mahsun etrafında şekillenecektir. Ayrıca edindiğimiz bilgilere ve tahminlerimize göre Türkiye-İngiltere-ABD vb güçlerin aracılığıyla gerekirse bu alandaki Kürtler silahlandırılacaktır.

Sermayeci güçler bu alana milyar dolarları yatırmaktan bahsediyor. Yine bu paranın kaynağı olarak 2012’nin sonuna kadar Güney’de 500 ile 1000 arası petrol kuyusunun kazılacağı yılsonuna kadar bu eğilimin maddi kaynakları ikiye katlanacağı tartışılmaktadır. Tabi ki bu kuyulardan Kürtlere aktarılan miktar çok az olsa da bunun bu güçlerin tekelinde gelişmesi büyük bir miktara tekabül etmektedir.
Türkiye; “ bölgede bir Kürt yönetimi olmasın olursa PDK çizgisinde olsun fikrinde”. Bu anlamda KCK adıyla yapılan operasyonların ve gerillaya karşı yapılan operasyonun esnetilmesini düşünmek saflık olur.

b)Kürdistan’da GLADYO’nun Güncellenmesi


Yinede belirtmek gerekir ki en çılgın silah bile özgürlük hareketlerini gevşeten tutum kadar etkili değildir. Bir taraftan HAK-PAR ve KADEP’in özgürlük hareketine göz kırptığı bir dönemde aynı çizgilere yakın Burkay ve Güçlü doksanlı yılların itirafçıları gibi konuşuyorlar. ‘Hakikat Araştırma Komisyonu’ bunların itirafçılık ve ajanlık ifadeleriyle adeta coşuyor. 

Gerilla savaş mevsimleri aracılar aracılığıyla esnetilirken siyasal alanda yaratılacak her boşlukta kendi çizgilerini doldurmaktadırlar. Önümüzdeki günlerde Kürdistan’daki devlet çeteciliğinin ittifak yapması kaçınılmazdır.

PKK’ye karşı savaş mevsimleri iyi okunmalıdır: 


Bu anlamda Güneydeki NATO ve Kürt öncülüğü altan alta Hizbullah vb yapılanmaların propagandasını yaparak muhtemelen ilerde bunlarla ittifakını açıklayacaklardır. Sorun bu ittifakın açıklanıp açıklanmaması değil bir GLADYO ittifakının tekrar güncelleneceği açıktır. Hizbullah’ın son açıklaması Hizbullah’ın içine sinmiş bir Kürdistan değil sindirilmiş bazı Kürt çevrelerinin karakter ve yapısının ürünüdür.

Burkay gibi gereksizlerin gündem işgali ve karalama kampanyaları bu merkezlerden güç almaktadır. En ulusal süreçlerde bile bu yapılara karşı önlem alınmalıdır.


Kürtler devletleştirildikçe özgürlükleri elerinden alınmaktadır. Ancak Özgürlük Hareketi’nin kazanıma dönüştürme yapıcılığı bu rüzgârı tersine de çevirebilir.

c)PKK’ye Karşı Çoklu İttifak


PKK’nin etkinlik alanının geniş olmasından ve bölgesel güçlerle stratejik birlikteliği esas alan stratejisinden kaynaklı içte dışta üç ayrı çerçevede gelişme sağlayabilir.

Birincisi bahsettiğimiz GLADYO’nun Kürdistan’daki güncelliği, ikincisi bölgesel düzeyde bölge devletlerinin veya bölge devletleri içerisindeki eğilimler üçüncüsü ise uluslararası sermayeci güçlerin Güney çizgisine yeşil Kuzey çizgisine kırmızı ışığı yakacakları tekrardan tahmin ediliyor.


d)Çok Kutuplu Dünya ve Özgürlük Hamlesi 

ABD’nin eskisi gibi tek kutuplu durumunun olmadığı anlaşılmıştır. BM’nin Suriye kararında da ortaya çıktığı gibi Çin ve Rusya oylarını ABD’nin değil Suriye’nin lehine kulandılar. Suriye yönetiminin ne zaman düşeceği bir yana artık Suriye ve İran düşse bile ABD’nin kendi gücünü koruyamayacağı açıktır. 

Ekonomik olarak ta bakıldığında Rusya ve Çin ekonomik krizden daha az etkilenmekteler ve giderek bu durumdan faydalanmaktalar. Hem özelde ABD’nin, genelde kapitalist sistemin içine girdiği siyasi ve ekonomik krizinin faturası gün geçtikçe kabarmaktadır.

Bütün bunlar olmasa bile insan ve dolayısıyla devlet ilişkilerindeki çoklu ilişki tarzı çoklu diyaloğu  bu da beraberinde çok kutuplu dünya gebe olan bir çağı getirmiştir. Bu süreçte dinamiklerin (tarafların) dostluk düşmanlık süreçleri aşırı değişken bir döneme girebilir.

Tercihlerin olduğu bir yerde T.C faşizminin tek kutbunun barbarlığıyla bir şeyler yapması zor gibi görünmektedir. En azından böyle bir şeye giriştiği zaman tercih fırsatı bu faşizmi çembere alabilir.

Sorun kutupların ideolojik olarak nerde durduğu değildir; şimdiye kadar kutupların olmayışı Özgürlük Hareketi’nin (her ne kadar kendi ayakları üzerine kendi çabasıyla durmuşsa da) stratejik ayaklarından birinin sakat kalmasına sebep olmuştur. Sorun sadece Sovyetlerin desteğini alıp almama olayı değildir Sovyetler yıkıldığından bu yana tek kutbun Kürdistan tek kutbun ölçüsüz savaşıyla karşı karşıya kalınmıştır. Şimdi ise bölgesel ve küresel ölçüde birçok kutbun çıkma ihtimali hareket için çift kutuplu dünyadan daha büyük fırsatlar doğurmuştur.

PKK liderliğinin sürekli kabullenemediği “yetersiz yoldaşlık ve sahte dostluk” kavramı bugünlerde kendisinin hedef halinde olduğu bir dönemde günceliğini korumaktadır. Bu durum stratejik önderliğinin yanında pratik önderlik olmaya zorlamıştır. Kendisinin düşünsel çıkışı gereği de sosyalist önderlikten demokratik bilimsel, ekolojik, sosyalist bir öndere evrilmesi gereği yeni dönemde Apocu’luğu güncelleştirmek ve kurumsallaştırmak onun pratikçisi ve düşünürü olduğu bu harekete bağlılığın en acil gereği olmalıdır. Bilimsel önderlik şakşakçılığı eleştiren, onun fanatizminden çok radikal pratizmini gerçekleştiren önderliktir. 

Kürtler kendilerine karşı oluşturulan savaşın mitolojik devrini geçip, komplonun yaratığı kurumlarla kurumsal komplo gerçeğini tartışmak durumundadır.  AKP kurumsal komplo platformudur. Bu komplo klasik bir oyundan çok bir sistemler stratejisidir. Buna karşı sistematik ve aralıksız mücadele vermek var olmanın en acil gereğidir.

Ozan Erdem

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info